Author Archive

ALBERT CAMUS

Perşembe, Ağustos 14th, 2014

 – Hayatın anlamı sorulduğunda ve bunda bir anlam görülmediğinde “intihar mı etmeliyiz?” yoksa bu anlamsızlığın bir gün değişebileceğine dair umudumuzu korumaya devam mı edeceğiz?…Anlamsız olan ne dünyadadır ne de akılda, ikisinin arasındadır.

– İlk işimiz, umutsuzluğa düşmemektir.

– Pekçok insan, “trajik” ile “umutsuzluğu” birbirine karıştırıyor.

– “Ölüm”, bir istatistik ve devlet işi oldu mu, dünya işleri artık iyi gitmiyor demektir. Ama ölüm soyutlaştı mı, yaşam da soyutlaştı demektir. Bir adamın yaşamını bir ideolojiye kul köle etmek, onu soyutlaştırmak değil de nedir?

 Bu ideolojiler kendilerine, dar kafalarına, budalaca mantıklarına o kadar güveniyorlar ki, dünyanın esenliğini yalnız kendilerinin başa geçmesine ve başkalarının boyun eğmesine bağlı görüyorlar. Oysa bir insana ya da herhangi birşeye boyun eğdirmeyi istemek, onun kısır, sessiz hatta ölü olmasını istemek demektir.

Karşılıklı konuşma olmayan yerde, yaşam da yoktur…Diyaloğun yerini polemik tutmuştur.

– 17. yüzyıl “matematik çağı”, 18. yüzyıl “fizik çağı”, 20. yüzyıl ise “korku çağı”dır.

– Ya zamanla birlikte yaşar ve ölürsün ya da daha yüce bir yaşam uğruna zamanın dışına çıkarsın.

– Tanrı ve insan anlaşmazlığı karşısında, ben insandan yanayım.

– Bu geçici evren içinde, insanca olanın, yalnız insanca olanın daha ateşli bir anlamı vardır.

Ütopya, gerçekle çelişme durumunda olan şeydir. Bu bakımdan kimsenin kimseyi öldürmemesini istemek, tam anlamıyla bir ütopyadır. Ama adam öldürmenin haklı görülmemesini istemek, ütopya olarak çok daha hafiftir.

– Düşüncemizi kurtarmak için, bedenimizin işkencelere katlanması gerekti. Ancak ödediğimiz şey tam anlamıyla bizim olur.

– Öyle mutlu bir arenadır ki Avrupa bizim için, orada batılı insanın dünyaya, tanrılara karşı giriştiği savaş bugün en çalkantılı anına varmıştır.

– Yine de bu dünyanın yüce bir anlamı olmadığına inanıyorum ama onda birşey olduğunu biliyorum. O da insandır. Çünkü, bir anlam arayan tek varlık odur. Bu dünyada hiç değilse insanın gerçeği var ve bizim ödevimiz, onun yazgısına karşı koymasına yardım etmektir. Dünyanın, insandan başka anlamı yoktur. Yaşam anlayışımızı kurtarmak istiyorsak, onu kurtarmak gerekir.

   

HAYVANLAR ALEMİ

Pazar, Temmuz 27th, 2014

 – Deveye sormuşlar, “inişi mi yoksa yokuşu mu seversin?” diye, o da “düzün suyu mu çıktı” demiş.

– Deveye sormuşlar, “boynun niye eğri?” diye, o da “nerem doğru ki?” demiş.

– Deveye diken, insana söven yaraşır.

– Ya bu deveyi güdeceksin ya da bu diyardan gideceksin.

– Deliye laf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur.

– Bir tutam ot, deveyi yardan uçurur.

*

– Kurda sormuşlar, “boynun niye kalın?” diye, o da “kendi işimi kendim görürüm de ondan!” demiş.

– Gezen kurt, yatan kurttan daha iyidir.

– Kurt gözünü karartınca, sürüyü hesaba katmazmış.

 – Kurt kocayınca, itin maskarası olurmuş!

 – Ağacı kurt, insanı dert yer.

– Kurt ol da gel beni ye!

– Kurt, dumanlı havayı sever.

– Kurt, kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz.

– Kurt kuzuyu yemeye karar verince, kuzunun suyu bulandırdığı bahanedir.

– Kurt yediği koyuna bakar, kaç koyun öldüğüyle ilgilenmez.

*

– Atın iyisine doru, insanın iyisine deli derler.

– Gelin ata binmiş, “ya nasip” demiş!

– At izi, it izine karışmış.

– Ata et, ite ot verilmez.

– Atın ölümü, arpadan olsun.

– Boş torbaya, kısrak gelmez.

– At, sahibine göre kişner.

– Dere geçerken, at değiştirilmez.

– Hızlı giden atın boku, seyrek düşer.

– Yumuşak atın, çiftesi pek olur.

– Atım at oldu, sahibi malabat oldu.

– Beyden gelen atın dişi sayılmaz.

– Erken kalkmayan avrat, söz dinlemeyen evlat, mahmuzla gitmeyen at, kapında varsa hepsini kaldır at!

– At ölür meydan kalır, yiğit ölür şanı kalır.

– Ata kızıp eşşeği yol arkadaşı seçenin, gideceği yer ahırdır.

– Dört ayağı varken, at bile tökezler. (Abhaz Atasözü)

*

– İte bak, yattığı yere bak!

– İt ite, it de kuyruğuna buyuruyor.

 – Isıracak köpek, dişini göstermez.

– Havlayan köpek ısırmaz.

– İti an, çomağı hazırla!

– İt ürür, kervan yürür.

– İt, iti ısırmaz.

– Aç köpek kudurur.

– Aç köpek fırın deler.

– Eceli gelen köpek, cami duvarına işermiş!

– İt ile dalaşmaktansa çalıyı dolaşmak yeğdir.

– Köpekle yatan, pireyle kalkar. (İspanyol Atasözü)

*

– Taş var köpek yok,

taş yok köpek var,

taş var köpek var

ama kralın köpek

sıkıysa at taşı!

(Saskritçe bir şiir)

*

– El elin eşşeğini, türkü çağırarak arar!

 – Eşşeğin sevmediği ot, burnunun dibinde bitermiş!

– Eşşeğe altın semer vursan da eşek yine eşektir.

– Eşşeği seven, ossuruğuna katlanır!

– Sıpanın oynaması, eşşeği yoldan çıkarır.

 – Eşek ölür semeri kalır, insan ölür eseri kalır.

– Ölmüş eşek, kurttan korkmaz.

– Mektep cehaleti alır, merkeplik (eşeklik) baki kalır.

– Eşşeğin hatırı yoksa, sahibinin de mi yok?

– Adam namussuz olmaya görsün, sevmeyeceği eşşeğin önüne ot koymaz.

– On tane eşşeğin olacağına, adam gibi bir enişten olsun yeter!

– Allah bir garibi sevindirmek isterse, önce eşşeğini kaybettirir, sonra da buldururmuş!

– Eşşeğe içki içrmişler, çulunu bahşiş bırakmış.

*

Ehli keyfe keyif verir, kahvenin kaynaması,

Eşşeği yoldan çıkarır, sıpanın oynaması.

*

– Ömrünün sonuna kadar eşeğe binmektense, bir yıl ata binmek yeğdir. (Hollanda Atasözü)

– Eşek, eşekle dost olur. (Latin Atasözü)

– Bir insan sana eşek derse umursama ama beş kişi diyorsa, git kendine bir semer al. (Amerikan Atasözü)

*

– Bir boklu dana, bütün sürüyü boklamaya yeter.

 – El danasından, öküz olmaz.

– Sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa!

– Öküz öldü, ortaklık bozuldu.

– Kork nisanın beşinden, öküzü ayırır eşinden.

*

Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış!

Tavşana kaç, tazıya tut diyorlar.

*

Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer, kürkçü dükkanıdır.

– Kafasında kırk tilki dolaşır, kırkının da kuyruğu birbirine değmez!

– Sen tilkiysen ben de kuyruğuyum.

– Tilkiyi canından eden parlak postudur, insanı canından eden hain dostudur.

*

Yılanın başını, küçükken ezeceksin.

– Bana dokunmayan yılan, bin yaşasın.

Yılandan korkmam, yalandan korktuğum kadar.

*

Koçyiğitin eğlencesi yarinenmiş.

– Kasap “et” derdinde, koyun “can” derdinde!

– Her koyun, kendi bacağından asılır!

– Maydanoza gelince kırt kırt, sapına gelince mee!

– Ya sürüdensin ya da çoban.

– Bir kazanda iki koç kaynamaz. (Moğol Atasözü)

*

– Kart kedi, taze sıçandan hoşlanır.

– Kedi kendi götünü görmüş, “ne büyük yaram var!” demiş.

– Kedi uzanamadığı ciğere, “murdar” dermiş.

– Aslan yattığı yerden belli olur.

– Önemli olan kedinin ak ya da kara olması değil,  fareyi yakalamasıdır. (Mao)

– Eğer bir fare, kediye gülüyorsa yakınlarda bir delik var demektir.

(Nijerya Atasözü)

Aslanlar kendi tarihlerini yazmadıkça, onların tarihini avcılar yazmaya devam edecektir.

(Afrika Atasözü)

– Fareye “aslan nedir?” diye sormuşlar, “kediyi” göstermiş.

(Arnavut atasözü)

*

– Bataklığı kurutmadığınız sürece sivrisinekler olacaktır.

– Pire için, yorgan yakılmaz.

– Pire itte, bit yiğitte bulunur.

– Yavşak büyüdü bit oldu, enik büyüdü it oldu.

– Maşallah “danazorlar”, dinozorların yokluğunu aratmıyor!

– Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü.

*

– Attığın taş, ürküttüğün kurbağaya değsin.

– Dereye su gelinceye kadar, kurbağanın gözü patlarmış.

*

 – Kuyudaki kurbağa, gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanır.

(Çin Atasözü)

*

Balık, baştan kokar.

– İyilik yap denize at, balık bilmezse “halık” bilir.

– Kaçan balık, büyük olur.

– Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, “beyaz adam” paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.

*

– Küçük derede, büyük balık olmaz.

(Kızılderili Atasözü)

*- Sular yükseldikçe balıklar karıncaları yer, sular çekildikçe de karıncalar balıkları, kimse bugünkü üstünlüğüne, gücüne güvenmemeli. Çünkü, kimin kimi yiyeceğine, suyun akışı karar verir.

(Afrika Atasözü)

– Dilinde bülbül, kalbinden katil! (Arnavut Atasözü) 

 – Kartal için, bir güvercini mağlup etmek şeref değildir.

(İtalyan Atasözü)

Kartala ok değmiş, o da kendi yeleğinden.

– Geriye gitsem akbaba, ileri gitsem atmaca!

– Her kuşun eti yenmez!

– Bülbülü altın kafese koymuşlar, yine “vatanım” demiş!

– Bülbülün sustuğu yerde, baykuşlar öter.

– Bıldırcının beyliği, arpa biçimine kadardır.

Leyleğin ömrü “lak lakla”, dervişin ömrü “beklemekle” geçermiş!

– Kargalar kartallarla, kediler aslanlarla aşık atamaz.

– Kılavuzu karga olanın, burnu boktan kurtulmaz.

– Besle kargayı, oysun gözünü!

– Kargaya yavrusu, kuzgun görünürmüş!

– Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı!

– Kaz gelecek yerden, tavuk esirgenmez.

– Aç tavuk kendini, “darı ambarında” görürmüş!

– Civciv yumurtadan çıkmış, kabuğunu beğenmemiş.

– Vakitsiz öten horozu, keserler.

*

– Aç ayı oynamaz.

– Armudun iyisini, ayılar yer.

– Köprüyü geçinceye kadar, ayıya “dayı” denir!

Ayıdan post, düşmandan dost olmaz.

– Ayı yavrusunu severken, duvardan duvara vururmuş!

– Bahtsız bedeviyi, çölde kutup ayısı kovalarmış!

*

DUVAR YAZILARI – 2

Pazartesi, Temmuz 7th, 2014

DUVAR YAZILARI

               – Kayseri’ye giderken pastırma götürmeye gerek yok!

– Kayseri’ye “b(p)astırmaya” mı yoksa “basmaya” mı (kumaş almaya) gidiyorsun?

– Reşadiye’nin “çam davası”, Erbaa’nın “kan davası”, Niksar’ın “kız davası”  bitmez.

– Kars’ın 4 K’sı meşhurdur; kazı, kızı, karı, kaşarı.

Karaman‘ın koyunu, sonra çıkar oyunu.

– Afyon’un “kaymağı”, Konya’nın “manyağı” meşhurdur.

Ev alırsan tuğladan, kız alırsan Muğla‘dan!

– Senin yaptığını Çorumlu yapmaz.

– Geçti Bor‘un pazarı sür eşşeğini Niğde‘ye!

– Kısa kes, Aydın havası olsun!

– Herkes gider Mersin‘e, biz gideriz tersine!

– Kartal – Pendik, gittik geldik.

*

Adanalıyık, Allahın adamıyık

bici yerik, şalgam içerik

gündüz pamuk toplarık

gece karı hoplatırık.

*

Urfalıyız, yorgansız yatarız kadınsız(!) yatmayız.

– Soğuk Erzurum‘da dolaşır, Sivas‘ta ikamet eder!

– Erzurum’a girdim dumanlı dağlar, Erzincan’a girdim ne güzel bağlar.

*

– Başımıza bir “kaza, bela” gelmeden, hayırlısıyla bir ölseydik!

– Topraktan geldik toprağa döneceğiz ama arada çamur olanlar da var.

Hayat, biz onu planlarken, akıp geçen zamandır.

– Hayat geriye doğru anlaşılır, ileriye doğru yaşanır.

– Kendiyle barışık olan, herkesle barışık olur.

En iyi kitap, henüz yazılmamış olandır.

– Hiçbir öğreti, ne yüzde yüz doğrudur ne de yüzde yüz yanlıştır.

Yaşamak; nefes aldığın zamanlar değil, nefesinin kesildiği anlardır.

– Hayat; sevmediğin bir şeyi yaparak yaşayacağın kadar uzun değildir.

– Öyle bir yerdeyim ki; “yaşamak” için geç, “ölmek” içinse erken!

Fırsatlar trenlere benzer, o trene binmek için de istasyonda olmak gerekir.

– İnsanları sev, eşyaları kullan. Çünkü tersi, asla işe yaramaz. (J.F.MILLBURN, R.NICODEMUS)

– Beklenti uzadıkça, umutsuzluğa yol açar.

– Çok sabırlı olanlar, gerektiğinde gemileri değil limanları da yakarlar.

– Limanlar gemileri korumak için yapılmıştır ama gemiler limanlarda durması için  yapılmaz.

– Aklına satmayı koyanlar, ya bizi değiştiriyor ya da ürünü.

*

– Ülkeler barışta zenginlerin, savaşta fakirlerindir!

– Ülkeler kılıçla fethedilir ama adaletle yönetilir.

***

– “Arkasında düşmanı hisseden, önündekiyle savaşamaz.” (CENGİZHAN)

***

– Tek bir kurşun bile atılmadığı için, barışı korumak zordur!

– Bir “fikri” herkes paylaşıyorsa, o fikrin doğruluğundan şüphe ederim!

*

– İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü birden..!

– Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna bile az!

– Bir söyle, bin ah işit!

*

– Bazen hayatlarımızı iyileştirmek için, acı veren şeyler yapmak zorundayızdır.

“İSTİLA” filminden

– Aynı fırtınadayız ama aynı gemide değiliz.

İKLİM AKTİVİSTLERİ

– Başarılı insanlar, hatalarının sorumluluğunu alır, başarısız insanlar ise başkalarını suçlar.

***

– Kendimi efendi biri zannediyordum ama psikopat çıktım.

FATİH HÜRKAN (SURVİVOR)

– Hollywood, öpücüğünüze iki milyon dolar, ruhunuza ise iki dolar veren yerdir.

MARİLYN MONROE

*

– Çoğu zaman, evdeki hesap çarşıya uymaz.

– Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmıyorlar!

– Ayağına değmedik taş, başa gelmedik iş olmaz.

– Ayağına taş, gözüne yaş, yüreğine telaş değmesin.

– Ummadık taş baş yarar.

Oturacağın yere de dikkat et! Yaşa, taşa, başa oturma.(Amel olursun, soylemedi deme…)

– Ortalık, kabiliyetsiz muktedirler ile kifayetsiz muhterislerden geçilmiyor.

– Yiğidi öldür, hakkını yeme! İyiler, mutlaka kazanır.

– Artık rekabet; “iyiler” arasında değil, “en iyiler” arasındadır.

– Her çağın en iyileri, iki elin parmaklarını geçmez ve sen onlardan biri olmaya çalışacaksın!

– İnsan; bir on yılda kendini, bir on yılda ülkesini, bir on yılda da dünyayı değiştirebilir!

– Bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir adamı, bir adam da bir ülkeyi kurtarır.

– Azimle yapan, taşı bile deler.

– “Burjuva” olabilmek için, en az üç nesil üniversite mezunu olmak gerekiyormuş! Eğitim şart…

*

– Sıralamaya giremeyen elenir.

Elenenler; hayatta “asgari ücrete”, savaşta da “en önde gitmeye” tabidir.

Vatan sağolsun!

“Oksijeni tüketiyorsun!” diye imha da edebilirlerdi, öldürmediklerine şükret!

*

– Ağzı var dili yok, vur eline al lokmasını, adı “mülayim” sert olsa ne yazar!

– Akacak kan, damarda durmaz. Bükemeyeceğin bileği, öp!

*

– Bilmiyorum, duymadım, görmedim

hem körüm hem sağır

gözlerimi kaparım

vazifemi yaparım

kelebek gibi uçar,

arı gibi sokarım.

*

Erkekler, pamuk prenses

kadınlar, beyaz atlı prens

umutsuzlar çokoprens bekler.

***

– Hak yiyen “bok” yer. Onun da kötüsü, “bokyedi başı” olmaktır.

– Bir gözü “kalk gidelim” diyor, öbür gözü “bok yeme otur” diyor.

“Cin” olmadan, adam çarpmaya kalkar,

“hakım” diyeceği yerde de “bokum” der çıkar.

– Kaçacağı yerde sıçacağı gelir, diğeri de “sıçtığın yere kadar kovalayacağım” diyor.

– Boka cila çekmişler, takke düşünce kel görünmüş!

– Ağzı olan konuşuyor, bir şeyi de bilmeyin be kardeşim!

Kimi alçak gönüllüdür kimi de alçak olmaya gönüllüdür.

– Hırsızlığı ben öğrettim, şimdi “ayağın tıkırdıyor” diye beni götürmüyorlar.

-Yedi kuma boğmuş, kapı “cır” demiş korkmuş,

*

– Eğer bir ürün ücretsizse, asıl ürün sizsiniz. (KEREN ELAZARİ)

*

– Müptezelleri, müzevirleri gördükçe münzevi oluyorum.

– Hayatımızın çoğu alışkanlıklar ve bağımlılıklardan ibarettir.

– Ne kadar müptelaysan, o kadar müptezelsin. Önce kafa gider, sonra da kasayı kırarsın!

– Conta yaktı, diş kaptı, yatak sardı, kayış koptu, kasnak kırıldı. Geldi geçti Genç Osman!

– Başı “meni”, ortası “irin”, sonu “leş”!

– Hedefine ulaşamıyorsan, beklentini düşür.

– Rabbena, hep bana! Ne olursan ol, kendine müslüman olma.

– Dünyada iki tür zenginlik vardır; çok parası olanlar ve çok dostu olanlar. Ancak ikisi bir arada olmaz.

– Hayat, asla vazgeçmeyenleri zamanı geldiğinde ödüllendirir.

– Kocaman bir elmas hediye edersin, bu kez de ağır diye şikayet ederler.

– Bıldır yediğin hurmalar, gelir seni tırmalar!

– Hiçbir şey bilmiyorsan, haddini bil!

– Sen kendine değer vermezsen, başkası hiç vermez.

– Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!

– Eskiden “kazma” diyorlardı, şimdi “karizma” olmuş!

– Biz “kariyer” diyoruz, o “karı yeri” anlıyor!

– Biz “kuşbakışı” diyoruz, o “kuş gözüyle” görmeye çalışıyor!

– Hoppala paşam, Malkara, Keşan!

– Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı!

– Madem yüzme bilmiyorsun, niye çıktın kavak ağacına?

– Elimde hıyar var diyene, tuzluğu alan koşuyor!

– Gencim, güzelim, gerginim, gericiyim!

– Ya iz bırakırsın ya da is!

– İte bak, yattığı yere bak!

– İt ite, it de kuyruğuna buyuruyor!

– Sevmeyeceği eşşeğin önüne, ot koymaz! (Öyle namussuz!)

– Eşşeği seven, ossuruğuna katlanır!

– Eşşeğin aklına, karpuz kabuğu düşürülmez!

“Pardon” çıkalı, eşşekler çoğaldı!

– Geriye gitsem akbaba, ileri gitsem atmaca!

– Her kuşun eti yenmez! Kargadan başka kuş tanımam!

– Kılavuzu karga olanın, burnu boktan çıkmaz!

– Kurt kocayınca, itin maskarası olurmuş!

– Sürüden ayrılanı, kurt kapar. (Kurdun yaptığına bak!)

– Tavşan dağa küsmüş, dağ duymamış bile!

– Tavşana kaç, tazıya tut!

– Kaz gelecek yerden, “tavuk” esirgenmez.

– Köprüyü geçinceye kadar ayıya, “dayı” demek adettendir!

– Ayı aç da olsa, armutun iyisinden vazgeçmez!

– Ya bu develeri götürün ya bu diyardan gidin!

– Deliye laf anlatıncaya kadar, deve bütün hendekleri atladı!

– Öküz öldü, ortaklık bozuldu!

–  Bir pire için yorgan yakılmaz. (Kaç pire olması lazım?)

– Civciv yumurtadan çıkmış, kabuğunu beğenmemiş. (Zevk sahibiymiş!)

– Kedi kendi götünü görmüş, “amanın ne büyük yaram var”, demiş.

– Saçlarımı tek tek yolarsam, ne zamandan sonra kel sayılırım.

– Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşır. (Bir de konuşmasalar!)

– Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur. (Kavuşursa görürsün, ebenin…)

– Davul benim boynumda, tokmak başkasının elinde. (Sen yanmışsın!)

– Bir elin nesi var iki elin sesi var. (Bu iyi)

– Dimyat’a pirince giderken, kendine mukayyed ol!

– Dibini görmediğin kuyunun, suyunu içme! (Ben söyleyim de…)

“Zor”, oyunu bozar, oyun bozanlık etme!

“Vur” dediysek, “öldür mü” dedik! Vur diyorsun duruyor, dur diyorsun vuruyor.(Ayarsız)

– Benim ağzım sıkıdır, sadece “camiyle kahvenin” ortasında konuşurum! Herkesin bildiği şeyi de söylemem. 

– Ayarını bozduğun kantar, gün gelir seni de tartar.

– Onlar paralarını, ben anılarımı biriktirdim. (Bozdur bozdur harca!)

“Tecrübe”; her defasında yenisini yediğin kazıklardır!

-Tecrübe, en pahalı kazançtır. Çünkü, kaybettikçe kazanırsın.

– Ne kadar emek, o kadar yemek!

– Yemek buldu mu otur, sopa gördün mü kaç!

– Yiyen dikilir, yemeyen yıkılır!

– Karnı aç olanın, kulakları duymaz.

– Dünyadaki açlık, aç olan yoksulları doyuramadığımızdan değil, zenginleri doyuramadığımız içindir.

– Bu nasıl mide, insan yediği çanağa sıçar mı?

– İşimizi yaptığımız yetmiyor, bir de kendimizi feda mı edeceğiz!

– Düşene sevinme, zamanın sana ne sakladığını bilemezsin.

– Arsız güçlü olunca, haklı suçlu olur.

– Kendinden canavar yaratmayı başaran kişi, insan olmanın acısından kurtulur.

– İnsanı ayakta tutan; kas ve iskelet sistemi değil, prensipleridir.

*

İd (alt benlik); ben istediğim şeyi, istediğim yerde, istediğim zaman, istediğim gibi yaparım!

Süper ego (üst benlik); sen istediğin şeyi, istediğin yerde, istediğin zaman, istediğin gibi yapamazsın!

Ego (benlik); ben gereken şeyi, gerektiği yerde, gerektiği zaman, gerektiği gibi yaparım!

*

– Kaybedecek hiçbir şeyin yoksa

devrimcisin.

Kaybedeceğin ne kadar çoksa

o kadar muhafazakârsın.

Çam devirdiklerini çok gördük ama devrimciliklerini hiç görmedik.

Açlık grevine girerler, kilo alıp çıkarlar.

*

Çileye talibiz, ona bile bırakmıyorlar yaşayalım.

Cesaretin bittiği yerde, “esaret”  başlar.

*

– Cümbüş “ibadet”,

içki “bade”,

cinayet “töre”,

halay çekmek de “devrim” olmuş!

*

– Dil dile değmeden, “dil” öğrenilmez!

– Ben herkese inanırım, sadece içindeki “şeytana” güvenmem.

*

– Söylesem tesir etmiyor,

sussam, gönlüm razı gelmiyor. (FUZULİ)

*

– Doğruyu söylesem sizden,

yanlış söylesem Allah’tan korkuyorum,

suskunluğum bundandır.

*

– Suskunluğun asaletimdendir,

bir lafa bakarım “laf” mı diye,

bir de adama bakarım, “adam” mı diye! (MEVLANA)

*

– Haksızlıklar karşısında susan, “dilsiz şeytan”dır. ( Hz. MUHAMMED )

– Susma, sustukça sıra sana gelecek!

– “Söz” gümüşse, “sükut” altındır.

*

– Ne hikmetse, size “hak” olan bize gelince “müstehak” oluyor.

– Herkes kendini hatırlatmak istiyor, biz de unutturmak, dost biriktirmemişiz ki..!

“Dönmek” değil, “fırıldak”olmak kötüdür. Dönmek, yanlışta ısrar etmemektir.

– Aldatan olmaktansa, aldatılan olmayı tercih ederim.

*

– Dut ağacı dut verir,

yemesi zevk verir,

sayısını şaşırırsan,

hesabını popon verir.

– Akılsız başın hesabını ayaklar öder.

*

– Ben çayıra çağırıyorum, o bayıra gidiyor!

– Saldım çayıra, Mevlam kayıra!

– Herkes “masum”, burdaki tek suçlu benim!

Düşene vururlar, bu yüzden dostu olmaz!

– Ölüm var, ayrılık olmasa iyiydi!

– Hiç kimse, vazgeçilmez değildir!

– Bundan iyisi, Şam’da kayısı!

*

YAHUDİLİK, HRİSTİYANLIK ve İSLAM

Cumartesi, Temmuz 5th, 2014

 

Hz. MUHAMMED – HADİSLER :

‘Ben kulumun zannı üzereyim. O beni nasıl tanırsa ben de öyle muamele ederim.”

“Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi, tanınmayı sevdim. Bu yüzden insanları ve cinleri yarattım.”

 “Allahın yarattıklarını düşünün, zatını düşünmeyin.”

 “Zamana küfretmeyin, o, Allah’ın ta kendisidir.”

     “Şeriat; benim sözlerim, tarikat; işlerim, hakikat; hallerimdir.”

     “İnsanlara, anlayabileceği kadarını söyleyiniz.”

       “Azasının bir uzvu eksik olanın, bir hissi de eksik olur.”

“Dünyaya tamahtan vageç ki, Allah seni sevsin. Herkesin elinde olana tamah etme ki, halk seni sevsin.”

 “Alimlerin mürekkebi, şehitlerin kanından daha ağırdır.”

 “Gerçek zenginlik, gönül zenginliğidir.”

“İnanmış bir kimse, kendi nefsi için sevdiğini başkası için de sevmedikçe, gerçekten inanmış olmaz.”

 “Allah mütevazı olanı yüceltir, kibirli olanı da alçaltır.”

 “Her şeyin temeli, inandım de sonrada dosdoğru ol.”

 “İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır.”

 “İki günü eşit olan, ziyandadır.”

“Mümin, iki kere aynı hatayı yapmaz.”

“Mümin müminin aynasıdır.”

“Danışılan kimse, emin olmalıdır.”

“İş, ehil olmayana verildi mi kıyameti bekle!”

“Küfür devam eder, zulüm devam etmez.”

“Tevekkülden önce bineği bağlamak önemlidir.”

“Kazanan Allah’ın sevgilisidir.”

 “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, her an ölecekmiş gibi de ahiret için çalışın.”

 “Utanmadıktan sonra, dilediğini yap.”

 “Kıskançlık, ateşin odunu yaktığı gibi iyilikleri de yok eder.”

“Allah merhamet edenlere, merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.”

 “Allah, insanlara acımayanlara, merhamet etmez.”

 “Komşusu açken, tok yatan bizden değildir.”

 “Sizin Allah’a en sevimli olanınız, az yemek yiyen ve bedeni en hafif olanınızdır.”

 “Güzel sözler, sadaka yerine geçer.”

 “Hastalıktan önce sağlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin, fakirlikten önce zenginliğin kıymetini bilin.”

“Savaşların en büyüğü, kendi nefsimizle olandır.”

“Ölmeden önce, ölünüz.”

 “İlim, müslümanın yitiğidir, nerde bulursa alır.”

“İlim Çin‘de de olsa alınız.”

 “Siz onların ilahlarına küfretmeyin ki, onlar da sizinkine küfretmesin”.

“Dostunu ölçülü sev, günün birinde düşmanın olabilir. Düşmanına da ölçülü buğzet, günün birinde dostun olabilir.”

 “Kişi niyetiyle kazandığını, ameliyle kazanamaz.”

Dua, ibadetin ta kendisidir.”

“Muhakkak ahde vefa imandandır.”

“Fesat çıkaran, cennete giremez.”

“Samimiyet, aldatmamaktır. Bizi aldatan bizden değildir.”

Fitne uyumaktadır, uyandırana lanet olsun.”

 “Zulme karşı; gücü yeten eliyle, yetmeyen diliyle o da yetmeyen kalbiyle buğzetsin.”

“İdarecilerin en şerlisi, idaresinde bulunanlara zulmeden, merhameti az olanlardır. Sen sakın onlardan olma.”

“Ben, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”

Dinin temeli, ahlaktır.”

Din, nasihatten ibarettir.”

“Faziletlerin en üstünü, akrabalık ilişkisini kesenle ilişkini sürdürmen, sana vermeyene vermen, sana sataşanı bağışlamandır.”

“Kim bir iyilik yaptığında seviniyor, kötülük yaptığında da üzülüyorsa, o mümindir.”

“Veren el, alan elden üstündür.”

“Size cehenneme girmeyecekleri bildireyim mi? Cana yakın, uysal, yumuşak huylu ve kolay geçinilen herkes.”

“Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse, cennete giremez.”

 “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmez.”

“Allah yarattıklarına yumuşak davranır ve yumuşak davranılmasını ister.”

“Kim bir müslümanın kusurunu örterse, Allah da onun dünyada ve ahirette kusurunu örter.”

“Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.”

Günahın kefareti, pişmanlıktır.”

“İnsana günah olarak, her duyduğunu söylemesi yeter.”

Gerçek müslüman, elinden ve dilinden diğer müslümanların emin olduğu kişidir.”

Gerçek muhacir, kötülükten uzaklaşandır.”

“Aza şükretmeyen, çoğa da şükretmez.”

Rüşvet alan da veren de ateştedir.”

“İnsanlara karşı hoşgörülü olun ki, Allah da size ahrette hoşgörü göstersin.”

Kulların en sevimlisi, takva ehli olup da kendini gizleyendir.”

“Kulum bana ancak nafilelerle yaklaşır ve onu severim. Ben kulumu sevdiğim vakit, onun kulağı, eli, ayağı ve dili olurum. O benimle işitir, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür ve benimle konuşur.”

“Kıyamet bile kopsa, elinizdeki fidanı dikin.”

İnsanın kurdu, şeytandır. Sürüden ayrılan koyunu, kurt nasıl kaparsa cemaatten ayrılan insanı da şeytan öylece kapar.”

—–

————

KUR’ANDAN AYETLER :

Bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Ahiret yurduna gelince asıl hayat odur, keşke bunu bilselerdi.” Ankebut – 64

Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muttaki olanlar için şüphesiz ki, ahiret yurdu daha hayırlıdır.” En’am – 32

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi, bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız en takvalı olanınızdır. Allah bilendir, haber alandır.” Hucurat -13

“Ey iman edenler! Şu bir gerçek ki, hahamlardan ve rahiplerden pek çoğu halkın malını haksız yere yiyor ve onları Allah yolundan alıkoyuyor. Altını ve gümüşü biriktirip, gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları, elem dolu bir azapla müjdele.”

“O gün bunlar, cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları dağlanacak ve işte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdi. Haydi tadın bakalım, biriktirip sakladıklarınızı” denilecek.”

Tevbe – 33 /34

 “Dini yalanlayanı gördün mü? İşte yetime kötü davranan, yoksulu doyurmak için başkalarını teşvik etmeyen odur. Vay hallerine o namaz kılanlara ki, namazlarından gafildirler. Riyakârlık ederler, zekat vermeyi de men ederler.” Maun Suresi

 “İnsanı biz yarattığımız içindir ki, ona nefsinin neler fısıldadığını, neler telkin ettiğini de çok iyi biliriz. Çünkü biz ona şahdamarından daha yakınız.” Kaf – 16

“Tekrar tekrar bak! Bir çatlak, bir ahenksizlik görüyor musun? Mülk-3

   “Kim bir cana kıymamış ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış birini öldürürse bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur.” Maide -32

                 “O (Allah) evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır”. Hadid -3

 “Gökte de yerde de ilah olan ancak odur”. Zuhruf -84

 “İyi bil ki, o her şeyi kendi varlığıyla kuşatmıştır.” Fussilet-54

 “Nereye dönersen dön, Allahın vechi oradadır.”Bakara-115

 “Onun varlığından başka, her şey yokoldu.” Kasas -88

 “Her şey, Allah tarafındandır.” Nisa -78

 “Her bilgi sahibinin üstünde, daha iyi bilen vardır.” Yusuf 76

 “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, ikisi de mutlaka fesada uğrardı. Arşın rabbi olan Allah, onların isnat ettiği şeylerden münezzehtir.” Enbiya -22

———–


İNCİL

 “Rab, sevdiğini azarlar ve kabul ettiği her oğulu döver.”

(İbraniler 12/5)

  “Eğer yalnız sizi sevenleri severseniz, ödülünüz ne olabilir ki? Yalnız kardeşlerinize selam verirseniz, fazladan ne yapmış olursunuz ki?”

(Matta 5:46,47)

“- Açılmayacak örtü ve bilinmeyecek gizli şey yoktur.”

Matta 10 /26

Küçük güzeldir.”

“İkiyi “bir” yapınca, insan olursunuz.”

“Söylediklerimi yaparsanız, tanrı sözü olduğunu anlarsınız.”

“Bilinmeyen, ışığa çıkmayan hiçbir sır kalmayacak.”

– Gerçeği bil, gerçek seni özgür kılar.

– Bize karşı olmayan, bizimledir.

– Kendini yücelten herkes alçaltılacak, kendini alçaltan da yüceltilecektir.

*

– Alçakgönüllü olanlar, oldukları gibi kalacaklar. Eğriler düzeltilecek, boşlar doldurulacak, yıpranmışlar yenilenecektir. Yoksullar başarılı olacak, çok fazla şeye sahip olanlarsa yollarını şaşıracaktır. (Dağdaki Vaaz)

*

“Baba, beni neden terkettin?”

“Sen onları affet, onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.”

( Çarmıhtaki son sözleri)

  Hz. İSA

————–

—————————-

              Hz. MUSA ve “10 EMİR”:

 1- Seni Mısır’da esaretten kurtaran, Tanrın Yahve” benim.

2- Benden başka hiçbir şeyi, “ilah” edinmeyeceksin.

3- Tanrın, Rabbinin adını boş yere ağzına almayacaksın. Çünkü Rab, kendi ismini boş yere ağzına alanı cezasız bırakmayacaktır.

4- Şabbat (cumartesi) gününü takdis etmek için onu hatırında tut. Altı gün çalışıp bütün işini yapacaksın. Fakat yedinci gün Tanrın Rabbe Şabbat’tır. Sen, oğlun, kızın, kölen ve cariyen, hayvanların ve kapılarında olan garibin, hiçbir iş yapmayacaksınız. Çünkü Rab gökleri, yeri ve denizi ve onlarda olan bütün şeyleri altı günde yarattı ve yedinci günde istirahat etti. Bunun için Rab, Şabbat gününü mübarek kıldı ve onu takdis etti.

5- Babana ve anana hürmet et ki, Tanrın Rabbin sana vermekte olduğu toprakta, ömrün uzun olsun.

6- Öldürmeyeceksin.

7- Zina etmeyeceksin.

8- Çalmayacaksın.

9- Komşuna karşı yalan yere şahitlik etmeyeceksin.

10- Komşunun evinde olanlara; karısına, kölesine, eşeğine, malına tamah etmeyeceksin.

 ./.

YUNUS EMRE

-“Bölünürsek yok oluruz, bölüşürsek tok oluruz.”

İlim, ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsen

Ya nice okumaktır

...

Beni bende demen bende değilem

Bir ben vardır

Beni bende bir işarettir

Bir ben vardır

Beni benden içeri

Mal sahibi mülk sahibi

Hani bunun ilk sahibi

Mal da yalan mülk de yalan

Var biraz da sen oyalan

Cennet cennet dedikleri

Birkaç huri birkaç melek

Bana seni gerek seni

Yerden göğe küp dizseler

Altından birini çekseler

Seyreyle o zaman gümbürtüyü

Yedi yer, yedi göğü, dağları denizleri

Cennet ile cehennemi cümle vücutta bulduk

Gece ile gündüzü, gökte yedi yıldızı

Levhde yazılı sözü, cümle vücutta bulduk

Tevrat ile İncili, Furkan ile Zeburu

Bunlardaki beyanı, cümle vücutta bulduk

Onsekiz bin alem halkı cümlesi bir içinde

Kimse yok birden ayrı söyleyen dil içinde

Bu tılsımı bağlayan, cümle dilde söyleyen

Yere göğe sığmayan girmiş bu can içine

Tanrı kadim, kul kadim, ayrılmadım bir adım

Gör kul kim Tanrı kimdir, anla ey sahip kabul

Adem yaratılmadan

Can kalıba girmeden

Şeytan lanet olmadan

Arş idi seyran bana

**

*

ÖZLÜ SÖZLER – FELSEFE / SİYASET / GENİŞ AÇI

Cumartesi, Temmuz 5th, 2014

FELSEFE TÜRLERİ

 “Sıraya geç kardeşim!”
KLASİK TEPKİ

“Şeker kardeşim sıraya geçiver!”
NEOKLASİK

“Sıra var!”
REALİST

“Sallandıracaksın bunlardan ikisini Kızılay’da, bak bir daha yapabiliyorlar mı?”
SÜRREALİST

“Beyefendi galiba sırayı görmediniz!”
ROMANTİK

“Sırana geç!”
NATURALİST

“Efendim insanımız eğitimsiz. Oysa Avrupa’da…”
MODERN

“Sırana geç lan ayı!”
POSTMODERN

“Acelesi olmasa öne geçmezdi; üzmeyin garibi…”
UZLAŞIMCI

“Alt yapı sorunları çözülmeden halkımız sıraya geçmez. Devrim olunca herkes hizaya gelecek…”
DEVRİMCİ

“İki dakika fazla beklesek kıyamet mi kopar? Kısmetse hepimizin işi görülür.”
KADERCİ

“Ön ve arka kavramları görecelidir. O tarafın ön taraf olduğuna kim karar verdi? Öne geçtiğini zanneden, aslında arkaya geçmiş olabilir!”
FELSEFECİ (Kuşkucu)

“Efendim, algılanmayan şeyler yok demektir. Bakmayın o tarafa, adam yok olur!”
KANTÇI

“Herkes bir gün ölecek. Onurlu bir şekilde bekleyin. Bir gün o adamda ölecek!”
KÖTÜMSER VAROLUŞÇU

“Sıkmayın canınızı, su anın tadını çıkarmaya çalışın. Bakın ne güzel hayattasınız ve birileri önünüze geçebiliyor…”
İYİMSER VAROLUŞÇU

“İnsanlık bir bütündür. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için. Dolayısıyla birimiz öne geçince, aslında hepimiz öne geçmiş oluyoruz.”

HÜMANİST

————

——————

GENİŞ AÇI:

“Tanrı öldü!”

NİETZSCHE

“Yaşasın, Nietzsche öldü!”

TANRI

“Tanrı bile yanlış yapsa, itiraz et!”

İBLİS

“Herkese yer var, sadece tanrıya yok!”

ATEİST

“Tanrı yoksa, herşey mübahtır.”

DOSTOYEVSKİ

“Tanrı varsa, tek sorumlu odur.”

SARTRE

“Aşkın gözü kör, Havva’yı sevindireyim derken, bir elmaya bir cennet!

ADEM

“Haydan gelen,  huya gider.”

HAVVA

“Namusum için yaptım.”

KABİL

“Bağırsak namımız gidiyor, sussak kendimiz!”

BİR KADIN

“Bir at, bir at verene bir krallık veriyorum!”

OTHELLO

“Dünya delikanlı olsaydı, zaten yuvarlak olmazdı!”

BİR ADAM

Susmayı öğrenmem için yaşlanmam gerekti.”

SENECA

“Hiçbir şey söylemeyen sözlere ulaşmak için her şeyin söylenmesi gerekti…”

“İnsan, hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır.”

“Konuşmayı öğrendiğim andan itibaren, susmam söylendi bana”

İSMET ÖZEL

“Çok uzun anlatmak gerekti ve biz sadece ima ile geçtik…”

HİLMİ YAVUZ

“Hergüne kendi acısı yeter.”

A. MAUROİS

“Saçları ağarana dek yaşadı ama dünyaya gelmedi.”

DAĞISTANLI

“Ne olursan ol, yine gel.”

MEVLANA

“Eşşeğin hatırı yoksa, sahibinin de mi yok?”

BİR GARİP

“Kendi kusurlarını affetmeyenin, her kusuru bağışlanır.”

KONFÜÇYUS

————–

——————

SİYASET / POLİTİKA :

 Kuzulaştırma siyaseti:

“Dur yavrum, dur çocuğum bir de şu açıdan bak…”

Zeytinyağ siyaseti:

“Suçüstü bile yapsalar asla itiraf yok, hepsi iftira, asıl suçlu bunu çıkaranlar!”

Zombi siyaseti:

“Önce uyut, sonra unut!”

Nuhçu siyaseti:

“Yanlış olduğunu bilsen bile, kesinlikle karardan dönmek yok!”

Paça bağlama siyaseti:

“Paçalarını iyi bağla, altından kaçırmasın sonra da giydir gitsin!”

Alçıya alma siyaseti:

“Dönebileceği yerleri sıkıca doldur, dik dursun sağa sola kaymasın!”

Kıvırma siyaseti:

“Kıvırma payını her zaman biraz fazla tut, ne olacağı belli olmaz!”

Yukardan kesme siyaseti:

“Ne söylüyorsa, sen daha fazlasını söyle!”

Tereyağından kıl çekme siyaseti:

“İş yaparken, gacırtıya gucurtuya getirmeyeceksin!”

Karda yürüme siyaseti:

“Geride delil bırakma, işler aleyhine dönebilir!”

EY OĞUL:

– İhtiyacın yoksa alma.

– Aldığını yerine koy.

-Bozduğunu düzelt.

-Dağıttığını topla.

– Sorumluluklarını hatırlatma.

– Her işini zamanında yap.

– Kitap oku, sanatla ilgilen, spor yap.

– Gürültü yapma.

– Nazik ve kibar ol.

– Her iyilik için “teşekkür” et.

– Her yanlış için de “özür” dile.

– Başarıyı taktir et.

– Güleryüzlü, saygılı ve adil ol.

– Anlamadan önyargılı davranma.

– Affedici ve merhametli ol.

– İnsan ayrımı yapma,

– Mazlumun yanında, zalimin karşısında ol.

– Tabiatı koru, zarar vereni uyar.

ÖMER HAYYAM

Cuma, Haziran 20th, 2014

ÖMER HAYYAM – RUBAİLER

– Mutlu olmak için ya elindekini kullanacaksın ya da elindekileri çoğaltacaksın.
-Tanrı hepimizi affedip cennetine alacak, kötü olana kötülükle karşılık verirse, ne farkı kalır bizden?

***

 Karanlık aydınlıktan, yalan doğrudan kaçar

Güneş yalnız da olsa etrafına ışık saçar

Üzülme, doğruların kaderidir yalnızlık

Kargalar sürüyle, kartallar yalnız uçar

Var mı dünyada günah işlemeyen söyle
Yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle
Bana kötü deyip, kötülük edeceksen
Yüce tanrım, ne farkın kalır benden söyle
*
Bir elde kadeh bir elde Kuran
Bir helaldir işimiz bir haram
Şu yarım yamalak dünyada
Ne tam kâfiriz ne de Müslüman
*
Cennette huriler varmış, kara gözlü
İçkinin de ordaymış en güzeli
Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz
Bak bir yanda şarap, bir yanda sevgili
*
“Irmaklarından şarap akacak” diyorsun
Cennet-i âla meyhane midir?
“Her mümine iki huri” diyorsun
Cennet-i âla kerhane midir?
*
Kim senin yasanı çiğnemedi ki, söyle?
Günahsız bir ömrün tadı ne ki, söyle?
Yaptığım kötülüğü, kötülükle ödetirsen,
Sen ile ben arasında ne fark kalır ki, söyle?
*
Şarap testimi kırdın tanrım
Zevk yolumu tıkadın tanrım
Nar rengi şarabımı yere çaldın tanrım
Tövbeler olsun, yoksa sarhoş musun tanrım?
*
Beni sana getiren yoksulluk muydu?
İstekleri basitse, kimse yoksul değil.
Dürüstü ve özgürü onurlandırabiliyorsan
Beklediğim onur vermen, başka birşey değil.
*
Cennette cehennem de senin içinde
*
Denizde boğulan su damlacığı,
Toprakta eriyen toz zerreciği,
Bu dünyadan geçişimiz nedir ki?
Değersiz bir böcek! Bir göründü bir yok oldu.
*
Oyunu oynayan tanrı, bizlerse dama taşı!
İşin doğrusu bu, gerisi laf-ı güzaf
Onun için dünya dama tahtası, bizler birer oyuncak
Bıkar sonunda, salıverir hiçliğin kuyusuna
*
Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde
Senden ayığız bu sarhoş halimizde
Sen insan kanı içersin, biz üzüm kanı
İnsaf be sultanım, kötülük hangimizde?
*
Bu dünyadan başka bir dünya yok, arama
Senden benden başka düşünen yok, arama!
Vazgeç ötelerden, yorma kendini
O var sandığın şey yok mu, o yok arama!
*
Şu dünyada üç beş günlük ömrün var,
Nedir bu dükkanlar, bu konaklar?
Ev mi dayanır, bu sel yatağına?
Bu rüzgarlı yerde mum mu yanar?
*
Ben ne camiye yararım, ne hayvana!
Bir başka hamur benim ki, başka maya.
Yoksul gavur, çirkin orospu gibiyim:
Ne din umrumda, ne cennet, ne dünya!
*
Bir su, bir damla suymuşuz, bele düşmüşüz
Şehvet ateşiyle dışarı savrulmuşuz
Yarın yel savuracak toprağımızı
İçelim, hoş geçsin üç nefeslik ömrümü
*
Kim görmüş o cenneti, cehennemi?
Kim gitmiş de getirmiş haberini?
Kimselerin bilmediği bir dünya
Özlenmeye, korkulmaya değer mi?
*
Dinle dinsizliğin arası bir tek soluk
Düşle gerçeğin arası bir tek soluk.
Aldığın her soluğun değerini bil
Bütün yaşamak macerası bir tek soluk
*
Bir put demiş ki kendine tapana
Bilir misin niçin taparsın bana?
Sen kendi güzelliğine vurgunsun
Ben ayna tutar gibiyim sana
*
Biz aşka tapanlarız, müslüman değil
Cılız karıncalarız, Süleyman değil
Biz eskiler giyen benzi soluklarız
Pazarda sırma satan bezirgan değil
*
Nerdesin? Sana baş kaldırmışım işte
Karanlık içindeyim, ışığın nerde?
Cenneti ibadetle kazanacaksam
Senin ne cömertliğin kalır bu iş de?
*
Dert de neymiş? O mu bizi ağlatacak?
O mu sevinç bayrağımızı yırtacak?
Gelin, atalım şunu gönül yurdundan
Yoksa içimizde fitne çıkartacak
*
Sensiz camide, namazda işim ne?
Seninle buluşma yerim meyhane.
Benim sevmem de böyle, yüce Tanrı
İstersen kaldır at cehennemine
*
Hep bir çember, dolanıp durduğumuz!
Ne önümüz belli, ne sonumuz.
Kim varsa bilen, çıksın söylesin
Nerden geldik? Nereye gidiyoruz?
*
Bir rint gördüm, binmiş dünya denen kır ata
Aldırmıyor dine, islama, şeriata
Ne hak dinliyor, ne hakikat, ne marifet
Gelmiş mi böylesi kahraman kainata?
*
Kimi gizlenir, kimselere görünmezsin
Kimi renk renk dünyalarda görünür yüzün
Kendi kendinle sevişmek bu seninki
Çünkü seyreden sen, seyredilen de sensin
*
Seni kuru sofraların softası seni!
Seni cehenneme kömür olası seni!
Sen mi Hak’ tan rahmet dileyeceksin bana?
Hakka akıl öğretmek senin haddine mi?
*
Önce kendine gel, sonra meyhaneye
Kalender ol da gir kalenderhaneye
Bu yol kendini yenmişlerin yoludur
Çiğsen başka bir yere git eğlenmeye
*
Dileğin Tanrı dileği değil ki senin
Muradına ermeyi nasıl beklersin?
Doğru olan Tanrının dilekleriyse
Yanlış demek senin bütün dileklerin
*
Tanrım, hayır şer kaygısından kurtar beni
Kendimden geçir, seninle doldur içimi
Aklım ayıramıyor iyiyi kötüden
Sarhoş et bari ne kötü kalsın, ne iyi
*
Putların, Kabenin istediği; kölelik
Çanların, ezanın dilediği; kölelik
Mihraptı, kiliseydi, tespihti, salipti
Nedir hepsinin özlediği? Kölelik
*
Benim yasam artık şarap, çalgı, eğlenti
Dinim dinsizlik, bıraktım her ibadeti
Nişanlım dünyaya ne çeyiz istersin, dedim
Çeyizim, senin gamsız yüreğindir, dedi
*
Benden Muhammet Mustafa’ ya saygı ve selam
Deyin ki, hoş görürse, bir şey soracak Hayyam
Neden Yüce Efendimizin buyruklarında
Ekşi ayran helal da güzelim şarap haram?
*
Benden Hayyam’a selam söyleyin demiş peygamber
Sözlerimi yanlış anlamışsa çiğlik eder
Ben şarabı herkese haram etmiş değilim ki,
Hamlara haramdır, doğru, ama olgunlar içer
*
Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam?
Ben haramı helalı karıştırmam
Seninle içilen şarap helaldir,
Sensiz içtiğimiz su bile haram
*
Dünya yıldıramazsın beni ne yapsan
Ölümden de korkmam, er geç ölür insan.
Ölmemek elimizde değil ki bizim
İyi yaşamamak beni korkutan
*
Yerin üstüne baktım, uykuya dalmışlar
Altına baktım, çürüyüp toprak olmuşlar
Yokluk ovasında başka ne var ki zaten
Daha gelmemişler var, gelip gitmişler var
*
Bilge, yüce varlığın seyrine dalar
Gafil ise onda dostluk düşmanlık arar
Deniz, deniz olduğu için dalgalanır
Çöpe sor, hep onun içindir dalgalar
*
Ben kendimden geçtikçe kendime gelirim
Yücelere çıkar, alçalmayı bilirim
Daha da garibi, varlığın şarabıyla
Ne kadar ayık da olsam, sarhoş gibiyim
*
Kalk, kalk, çalgılara çalgı katalım gitsin
Adımızı kötüye çıkartalım gitsin.
Sofuluk şişesini çalalım taşa,
Seccadeyi bir kadehe satalım gitsin
*
Şarabın adı kötüye çıkmış, kendi hoş
Hele bir güzelle içersen daha bir hoş
Harammış şarap, olsun, bana göre hava hoş
Hem, bana sorarsan, haram olan herşey hoş
*
Can bir şaraptır, insan onun destisi
Beden bir ney gibidir, kan o neyin sesi.
Hayyam, bilir misin nedir bu ölümlü varlık
Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı
*
Tekkede, medresede, manastırda, kilisede,
Bir cennet cehennem kaygısıdır sürüp gitmede.
Oysa yüce varlığın sırlarına eren kişi
Bunların tohumunu uğratmaz düşüncesine
*
Seccadeye tapanlar eşek değil de nedirler?
Küfelerle riya çamuru yüklenirler gezerler.
İşin kötüsü, din perdesi arkasında bunlar,
Müslüman geçinirken gavurdan beterdirler
*
Ben kendiliğimden var değilim bu varlığımla
Kendim çıkmış değilim elbet bu karanlık yola
Bir başka varlıktan gelmiş bendeki varlık
Ben dediğin kim ola, nerde, ne zaman var ola?
*
Ben hangi şarapla sarhoş olursam olurum,
Ateşe, puta, neye taparsam taparım
Herkes bir türlü görmek istiyor beni
Ben kendimi ne türlü yaparsam yaparım
*
Hayyam, şarap iç, sarhoş olmak ne hoş
Sevgilin de varsa, sarılmak ne hoş
Er geç sonu yokluk madem bu dünyanın,
Yok say kendini, bak var olmak ne hoş
*
Gören göze güzel, çirkin hepsi bir
Aşıklara cennet, cehennem, hepsi bir
Ermiş ha çul giymiş, ha atlas
Yün yastık, taş yastık, seven başa hepsi bir
*
Yüreğim, kimselerden ihsan dileme
Bu amansız felekten aman dileme
Bil ki, derman aradıkça artar derdin
Derdinle haldaş ol, derman dileme
*
Tanrı gülüşünle öfkeni almış senin,
Birinden cennet yapmış, birinden cehennem
Sen cennetimsin benim, ben senin uslu kulun
Açılsın kapıları bana cennetimin!
*
Feleğin çarkı dönmeyecek madem muradımca
Gökler ha yedi kat olmuş, ha sekiz, bana ne?
Ölüm bütün isteklerimi yok ettikten sonra
Ha dağda kurt yemiş beni, ha mezarda karınca
*
Sevenlerinden yer yok ben garibe
Derdine düşenlerle başım dertte
Sarmışlar seni kum bulutu gibi
Gül yüzünden ışık mı düşer bize
*
Yoksula, yoksulluğa yakın ettin beni
Dertlere, gurbetlere alıştırdın beni
Yakınların ancak ere bu mertebeye
Tanrım, ne hizmet gördüm de kayırdın beni?
*
Ben şarabı eskimiş acı acı severim
En çok da ramazanda cumaları içerim
Helal üzümünü ezdim doldurdum küpe
Ne olur, içinceye dek ekşitme Tanrım
*
Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok
Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok
Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok
*
Bilmem, Tanrım, beni yaratırken neydi niyetin
Bana cenneti mi, cehennemi mi nasip ettin
Bir kadeh, bir güzel, bir çalgı bir de yeşil çimen
Bunlar benim olsun, veresiye cennet de senin
*
Tanrı evrenin canı, evrense tek bir beden
Melekler bu bedenin duyuları hep birden
Yerde gökte canlı, cansız ne varsa birer uzuv
Budur Tanrı birliği, boştur başka her söylenen
*
İki günde bir somun geçiyorsa eline
Soğuk suyu da olursa bir kırık testide
Niçin kendinden kötüsüne kul olur insan,
Ne diye girer kendi gibisinin hizmetine?
*
Bu varlık denizi nerden gelmiş bilen yok
Öyle bir inci ki bu büyük sır delen yok
Herkes aklına eseni söylemiş durmuş
İşin kaynağına giden yolu bulan yok
*
Ezel avcısı bir yem koydu oltasına
Bir canlı avladı “Adem” dedi adına
İyi kötü ne varsa yapan kendisiyken
Tutar suçu yükler kendinden başkasına
*
Bu dünyada nedir payıma düşen, hiç
Nedir ömrümün kazancı felekten, hiç
Bir sevinç mumuyum, sönüversem hiçim
Bir kadehim kırılsam, ne kalır benden hiç
*
Kendi çarkını döndürmeye bak döndükçe dünya
Keyfinin tahtına çık kadehle dudak dudağa
Tanrının umrunda mı senin günahın sevabın
Sen kendi muradını kendi güzelinde ara
*

Meyhane rintlerinin sergerdesi benim
Yersiz sözlerle günaha giren benim
Gecesini kızıl şaraba kurban eden
Ciğerinin kanıyla dua eden benim
*
Yetmiş iki ayrı millet, bir o kadar da din!
Tek kaygısı seni sevmek benim milletimin
Kafirlik, Müslümanlık neymiş, sevap günah ne?
Maksat sensin, araya dolambaçlar girmesin
*
Şarap beden gücüdür, can gücüdür bana
Çözülmedik ne sırları çözdürür bana
İstemem dünyayı ahreti şarap varken
Bir damlası iki dünyadan yeğdir bana
*
Akılla bir konuşmam oldu dün gece
Sana soracaklarım var, dedim
Sen ki her bilginin temelisin,
Bana yol göstermelisin.
Yaşamaktan bezdim, ne yapsam?
Birkaç yıl daha katlan, dedi.
Nedir; dedim bu yaşamak?
Bir düş, dedi; birkaç görüntü.
Evi barkı olmak nedir dedim
Biraz keyfetmek için
Yıllar yılı dert çekmek, dedi.
Bu zorbalar ne biçim adamlar dedim
Kurt, köpek, çakal, makal, dedi.
Ne dersin bu adamlara, dedim
Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi.
Benim bu deli gönlüm, dedim
Ne zaman akıllanacak?
Biraz daha kulağı burkulunca, dedi.
Hayyam’ ın bu sözlerine ne dersin, dedim
Dizmiş alt alta sözleri,
Hoşbeş etmiş derim, dedi.

ÖZLÜ SÖZLER – KISSADAN / 2

Pazartesi, Haziran 2nd, 2014

  İNÖNÜ ve II. DÜNYA SAVAŞI

Hitler, Türkiye’nin savaşta ya tarafsız kalmasını ya da Almanya ile birlikte olmasını ister. Churchill ise Türkiye’nin tarafsız kalamayacağını müttefiklerle birlikte olmasının zorunlu olduğunu söyler ve “aksi halde sonuçlarına katlanırsınız” diye de tehdit eder. Bunun üzerine İnönü de “yeni bir dünya kurulur ve biz de bu dünya içinde yerimizi alırız” der.

Savaşa girme konusundaki baskılar nedeniyle, her an savaşa girecekmiş gibi hazırlıklar yapılır. Halk yoksuldur, kıtlık vardır fakat vergi memurları jandarmalarla birlikte, halkın elinde kalan son şeyleri de vergi karşılığı almaktadır.

Devletin bu acımasızlığı karşısında, serzenişte bulunan halka, “milli şef İnönü”; “evet belki sizi aç bıraktım ama babasız bırakmadım” diyerek ünlü veciz sözünü söyler. Baskılar sonucu, müttefikler safında savaşa girme kararı alınır ve Almanya’ya savaş ilan edilir. Fakat iki hafta bile geçmeden Almanya teslim olur.

  CAN YÜCEL ve GAZİ YAŞARGİL

Can Yücel ile Gazi Yaşargil çok yakın iki arkadaştır. Bir gün Can Yücel’in aklına parlak bir fikir gelir. O sırada Milli Eğitim Bakanı olan babası Hasan Ali Yücel’den burs isteyerek, yüksek öğrenimlerini Avrupa’da tamamlamak. Birlikte babasına müracaat ederler.

Hasan Ali Yücel, Gazi Yaşargil’e burs verilmesi konusunda yardımcı olur. Ancak oğlu Can için, nüfuzunu kullanmayı ahlaki bulmadığından, yardımcı olmaz.

Nitekim burslu olarak Avrupa’da tıp eğitimini tamamlayan Gazi Yaşargil, dünyaca ünlü “beyin cerrahı”mız olurken, Can Yücel ise belki tahsil için Avrupa’ya gidemez ama ünü Avrupa’ya da ulaşan ünlü bir şairimiz olur.

  NİETZSCHE ve KADINLAR

Nietzsche’nin kadınlarla ilişkileri hep sorunlu olmuş. Filozofu tanıyanlar, kadınlar hakkındaki olumsuz düşüncelerinin sebebinin de kadınlardan beklediği ilgiyi görememesine bağlarlar. Buna bir örnek, “zamanın en büyük bestecisi” dediği Richart Wagner‘in karısı Cosima Wagner‘e duyduğu aşkın karşılıksız kalması…

Batakhanelerin birinden kaptığı frengi mikrobu, tüm hayatını etkilemiştir. O yıllarda frenginin tedavi edilememesi ve mikrobun giderek vücuda yayılması sonucu şiddetli baş ağrıları içinde uzun nöbetler geçirmesine yol açmıştır.

Bir gün yolda gördüğü faytoncunun, çamura saplanan atları sürekli kırbaçlaması üzerine, koşarak atlara sarılır ve “ ne olur, onlara vurma bana vur” der.

Bu olaydan sonra Nietzsche, ömrünün son on yılını ablasının yanında, onun himayesinde geçirir. Artık hiçbir şey yazamaz. Zira frengi, beynine de zarar vermektedir, aklı gelip gitmektedir.

Zaman zaman ablası, Nietzsche’ye bakıp ağladığında, “niye ağlıyorsun, mutlu değil miyiz?” diye sorduğu rivayet edilir.

Nietzsche artık hiçbir şeye müdahale edebilecek durumda olmadığından ablası ve yayıncısı fırsattan istifade, onun “hristiyanlık” ve “Almanlar” hakkındaki sert ve olumsuz yazılarını değiştirip daha yumuşak hale getirerek yeniden yazdıkları bilinen bir gerçektir. Kaderin bir cilvesi, Nietzsche’nin Almanlar hakkındaki onca olumsuz düşüncesine rağmen Hitler, onun “üst insan” teorisini, “üst insan Almanlardır” şeklinde uyarlaması olmuştur.

  KANT ve HALK

Kant’ın, hayatı boyunca yaşadığı yer olan Könnisberg’den, hiç dışarı çıkmadığı söylenir. Ayrıca, son derece disiplinli ve dakik olduğu da rivayet edilir.

Her gün aynı saatte dışarı çıkarmış. çevredekiler buna o kadar alışmış ki, saatlerini de Kant’ın evden çıkış saatine göre ayarlamaya başlamışlar. Kant’ın bir gün evden geç çıkmasıyla, tüm mahallenin o gün saati şaşırdığı söylenir.

   SCHOPENHAUER ve HEGEL

Schopenhauer, Berlin Üniversitesinde Hegel ile aynı dönemde, felsefe dersleri vermektedir.

Öğrencilerin, Hegel’in derslerine daha fazla ilgi göstermesi nedeniyle o da derslerini Hegel ile aynı saate alır. Fakat yine değişen bir şey olmaz, kendi sınıfının büyük kısmı boş kalırken, Hegel’in sınıfı hınca hınç dolmaktadır. Üstelik Hegel, oldukça sakin ve yavaş bir tonda “geist fenomenolojisi”ni anlatırken, kendisinin “istenç felsefesi”, heyecanlı sunumuna rağmen ilgi görmez. Hatta bu durum canını çok sıktığı için, üniversiteyi terk ettiği söylenir ta ki, yıllar sonra dönmek zorunda kalacağı zamana kadar.

Schopenhauer’u şaşaalı eğlence ve yemeklerde görenler, “üstat, dünya acı ve sefaletle dolu bir yer daha kötüsü olamaz diyorsunuz ama kendiniz zevk ve sefa içinde yaşıyorsunuz. Bu felsefenizle çelişmiyor mu?” diye soranlara, “evet doğru, ben sadece acıyı azaltmaya çalışıyorum…” dermiş.

  NE TÜTÜN NE BADE

Hayatını keyif içinde geçiren bir Kürt ozan, hasta olup doktora gider. Doktor muayenesini yapar ve şöyle der:

  “Eğer daha sağlıklı ve uzun yaşamak istiyorsanız içkiyi, tütünü, eğlence hayatını bırakacaksanız” der. Bunun üzerine zevkinden taviz vermeyen Kürt ozan şöyle kayıt düşer:

Tabib der ki, ne tütün ne bade/lakin hazzetmem hayatı sadeden/eğer ki, heç biri yok/vazgeçerim tüm alemden.

  MELANKOLİK KİERKEGAARD

Varoluşçuluğun babası olarak bilinen Kierkegaard, sürekli olarak kendi varlığına bir anlam verme çabası içindedir. Bunu yaparken, kendi melankolisini de dışa vurmama gayretindedir. Kendisinin nasıl biri olduğunu anlamamaları ve model almamaları için ismini değiştirdiği, hep rengarenk giyinip, saçlarını boyadığı, farklı tiplere girdiği söylenir.

Son derece keskin düşünceli bir insandır. Hem kendi kişisel sorununu kağıda dökmekte hem de bunu örtmeye çalışmaktadır. Katı bir hristiyan olmasına karşılık, zamanının kilisesini hep ağır bir şekilde eleştirmiştir.

Kierkegaard’a göre, melankoliden kurtulmanın yolu; şiir, felsefe ve teolojide eserler vermektir.

  “Evlilikte mutlak aşıklık gereklidir ama bazı şeyler vardır ki; başkalarına – eşine dahi- anlatılmaması gerekir” der.

  İSMAİL DÜMBÜLLÜ VE KARTVİZİT

Dümbüllü, her zamanki gibi sahnede oyununu oynamaktadır. Fakat seyircilerden birisi, performansını beğenmemiş olacak ki, elindeki “hıyar”ı sahneye fırlatır.

Dümbüllü, gayet sakin bir şekilde “hıyar”ı eline alır ve atılan tarafa dönerek, “biri kartvizitini düşürdü, oyundan sonra gelip kulisten alsın” der.

  KURTSA DA KURT DEĞİLDİR

Eşek  çok sevdiği otları yemek için kurtların bölgesine girer. Çok geçmez bir kurt sesi duyar.

“Kurt sesine benziyor ama çok uzaktan” diyerek otlamaya devam eder. Biraz zaman geçince, kurtun sesini bu kez daha yakından duyar: “Evet, bu kurt ama nasılsa beni hemen bulamaz” diyerek otlamaya devam eder. Sesler kesilmez, üstelik giderek de yaklaşmaktadır. “Evet bu kesin kurt ve çok yakında, bir dakika sonra gidiyorum” der. Kurtun sesi iyice yaklaşmıştır.

“Kurtsa da kurt değildir inşallah” der demez kurt üstüne atlar: “Aaa kurtmuş, ne ara geldi hayret!” demesi son sözleri olur.

   SULTAN KÜREKÇİSİ

Daha önce sultan kürekçilerinden olan Pala, Haliç’te karşıya geçirmek için güzel bir hatunu kayığına almış. Kadının güzelliğinden öylesine etkilenmiş ki; bıyıklarını burarak, “derler” deyip başlamış küreklere asılmaya. Bir, iki, üç derken güzel hatun merakla sormuş:

“Ne derler efendi” demiş.

Pala, kadını iyice bir süzüp; “yapsan da derler, yapmasan da!” demiş.

Bunun üzerine güzel hatun, “madem farketmiyor, yapın öyle desinler” demiş.

  NELER OLACAK NELER

Bir gün değirmene, mısırlarını öğütmek için hoş bir kadın gelir. Değirmenci kadını gözüne kestirerek başlamış, “ah ah… neler olacak neler!” diyerek iç geçirmeye.

Kadın merakla sormuş; “ne olacak efendi?” demiş. Değirmenci, “ben şimdi nefsime hakim olamayıp, seni öpecem. Sen bunu gidip seninkilere söyleyeceksin, onlarda gelip bizimkileri vuracak, sonra benimkiler seninkileri… derken kan gövdeyi götürecek” demiş.

Kadın düşünmüş taşınmış, “doğru söylersin, ben de o zaman kimseye söylemem” demiş.

  EŞŞEĞİ DE KURBANA SAYMAZSAM

Havanın çok sıcak ve herkesin oruçlu olduğu Ramazan ayıdır. Köyün birinde yaşlı adam, karısı ve eşeği kendileri ekip biçerek hayatlarını sürdürmektedir.

Sıcak Ramazan ayının ortası yaklaşırken adamın eşeği ansızın ölür. Aradan üç beş gün geçer geçmez, karısı da aniden ölür. Yaşlı adam, mübarek Ramazan ayında yapayalnız kalır. Elinden hiçbir şey gelmez, üzgün ve öfkelidir. Oruçlu olduğu halde bir sigara yakar ve derin bir nefes alıp havaya üfleyerek şöyle der:

“Nasıl, acıtıyor değil mi? O ölmüş eşşeği de kurbana saymazsam.”

  BEN PEYGAMBER GÖNDERMEDİM

İki kafadar, kafayı iyice bulunca biri kalkıp:

“Ben peygamberim” der.

Öteki de altta kalmayacak ya:

“Otur lan yerine, ben kimseyi göndermedim” der.

 FATİH SULTAN MEHMET ve KADI

 Fatih Sultan Mehmet, bir cami yaptıracaktır ama arazi bir Rum’undur. Değerinin iki katını teklif ettiği halde Rum vatandaş kabul etmez. Fatih, “şahsi değil, hayır için” diyerek camiyi rıza olmamasına rağmen yapar. Padişah tarafından, kendisine haksızlık yapıldığını düşünen vatandaş, üzgün ve sıkıntılıdır.

 Bunu fark eden müslüman bir vatandaş, “ne endişe ediyorsun, kadıya git, memlekette adil kadılar da var” der. Padişaha karşı, mahkemeden bir sonuç çıkmayacağını düşünürse de davacı da olur.

 Mahkeme günü geldiğinde, Fatih’in ayakta, kadının ise oturduğunu görünce bizim Rum vatandaş çok şaşırır. Ve Kadı sarı Hızır, vatandaşın arazisine zorla cami yaptırmaktan Fatih’i suçlu bulur. Cezası ise elinin kesilmesi karşılığı 80 sopadır.

 Fatih’in bu cezadan kurtulabilmesinin tek yolu, arazinin değeri ödenerek davadan vazgeçilmesidir. Rum vatandaş karar karşısında çok şaşırır ve davadan vazgeçtiğini söyler. Fatih de arsa değeri, 200 altını 2000’e çıkarır. Bununla da kalmaz, bu zata yaşadığı her gün için, bir altın vereceğini söyler.

 Mahkeme bitip, kadıyla baş başa kalan Fatih, kuşağından bir hançer çıkararak şöyle der:

 “Kadı efendi, benden çekinerek yanlış karar verseydin seni bu hançerle deşecektim”. Kadı sarı Hızır da gülerek, minderinin altından bir topuz çıkarır ve şöyle der:

 “Siz de padişahlığınıza güvenerek kararıma itiraz etseydiniz, ben de başınızı bu topuzla ezecektim.”

  MEZARA KAZIK ÇAKMA

İki arkadaş iddiaya girer, kim gece yarısı mezarlığa gidip, falanın mezarına bir kazık çakıp gelirse, diğeri onun istediğini yapacaktır. Biri demiş ki ben giderim.

Gece olur, bir kazık alıp mezarlığa gelir. Arada baykuşların sesinden başka adeta “in cin top oynamaktadır.” Korkmaya başlar, hızla mezarı arayıp bulur.

“Hemen şu kazığı çakıp, gideyim” der. Telaş içinde kazığı çakıp kaçmaya çalışır ama gidemez. Arkasından biri, güçlü bir şekilde çekmektedir. Kimin çektiğine bile bakamaz, mezardan çıkan bir hayaletin cübbesini tuttuğunu zannederek, korkudan ödü patlar ve ölür.

Arkadaşının gelmemesi üzerine, sabah erkenden mezarlığa gelip baktıklarında, kazığı kendi cübbesine çaktığını, kurtulmak için de çekiştirdiğini görürler.

  BAZEN KABIZ BAZEN İSHAL

Yaşlı bir teyze, bağırsak sorunları nedeniyle doktora gider. Doktor, “neyin var?” diye sorduğunda:

“Doktor bey, bazen öyle oluyor ki, içtiğiniz kahvenin telvesi gibi doldur bardağa iç, bazen de inan dişinle bile kıramazsın” der.

  TANRI BENİ KURTARIR

Bardaktan boşanırcasına yağmurun yağmasıyla her yer göle döner. Evi sular altında kalan adam, çatıya çıkıp beklemeye başlar. Sular da giderek yükselmektedir.

Kurtarma ekibi kayıkla gelip, “binin” der. Bizimkisi “hayır, tanrı beni kurtarır” der. Sular iyice yükselmiştir. Yukarıdan helikopterle, yardım sepeti indirirler. Yine “hayır, tanrı beni kurtarır” der.

Sular kendisini yutmak üzereyken “tanrım beni niye kurtarmadın?” diye sorar. Gökyüzünden gelen bir ses:

“Sana kayık gönderdim binmedin, helikopter gönderdim yine reddettin” der.

  BAĞSUR

 Doğu ekspresiyle, doğudan batıya giden köylü bir ailenin kompartımanında, üniversiteli genç bir çocuk da yolculuk etmektedir.

  Öğlen olunca bizim köylüler, çıkınlarından soğan– ekmek ne varsa çıkarırlar. Yaşlı amca, “buyur evladım” der. Genç çocuk, “çok teşekkür ederim” der ama ısrar ederler. O da “çok sağ olun, benim bağsurum var” der.

 Yaşlı amca, “olsun evladım, bizimkilerle doymazsak, sonra senin bağsuru da yeriz” der.

  BOKYEDİ BAŞI

Bok yeme yarışında, iki kişi finale kalır. Bunlardan biri favoridir. Nitekim, yarış başlar başlamaz da öne geçer. Tam son kaşığı alıp bitirecekken durur. Diğeri bu durumdan yararlanarak, birinci olur.

Sonra, o favori olana sorarlar; “niye o son kaşıkta durdun?” diye, o da:

“Kıl çıktı” der.

  SOĞANIN CÜCÜĞÜ

Dünyadan bir haber, ömrü fukaralıkla geçmiş birine sormuşlar, “zengin olursan ne yersin?” diye, o da hemen, “soğanın cücüğünü” demiş. Yanındakine sormuşlar, “sen ne yersin?” diye, o da düşünmüş taşınmış, “yahu arkadaşım bana bir şey bırakmadı ki!” demiş.

  BU BİR

 Kız evindeki düğün biter ve adam, gelini atının terkine bindirerek, kendi evine doğru yola çıkarlar. Çok sürmez at tökezler, adam; “bir” der. Biraz daha giderler, at yine tökezler, adam; “iki” der. Bir müddet daha gittikten sonra, at son kez tökezler. Adam, bu da “üç” diyerek attan iner, geline “sen de in” der ve silahını çekip, atı vurur.

Yeni gelin dehşete kapılmış bir şekilde, “ne yapıyorsun efendi, at tökezledi diye vurulur mu?” der.

Adam, geline bakıp; “bu bir” der. Gelin bir daha ağzını açmaz.

 BUGÜN DE ZARARDAYIZ

Aynı sokakta esnafın çoğundan daha fazla iş yaptığı halde, Yahudi kökenli esnaf, her akşam “bugün de zarardayız” dermiş.

Bir gün esnafın biri dayanamayıp, “bazen siftah bile yapmadan kapattığımız oluyor yine de şükrediyoruz, sen ise sürekli bu sözü tekrarlıyorsun, bunun sebebi hikmeti nedir?” diye sormuş.

Yahudi, müslim olana dönmüş, “azizim ben bu sözü, ömürden bir gün daha gittiği için söylüyorum” demiş.

  HER DAĞIN KENDİNE GÖRE KARI VAR

Bilindiği üzere rahmetli Sakıp Sabancı, ülkemizin önde gelen sanayicilerinden biriydi. Oğlu, Metin ise engellidir.

Kendisiyle yapılan bir röportajda, gözleri dolarak şöyle demiştir:

“Belki pek çok genç, benim çocuğum olmak istiyor ama benim oğlum, bana baba bile diyemiyor. Araba fabrikam var, bir tanesini alıp süremiyor.”

  TAŞLI TARLA ZAMANLARI VE AZRAİL

 Bütün ömrü hayvanlarının peşinde, dağda bayırda geçmiş olan adamcağız için, Azrail gelir ve “vakit doldu” der.

 Adam, Azrail’e dönüp, “ne ara doldu yahu, sen benim taşlı tarlada dolaştığım zamanları da mı saydın, hele bir onları düş, ondan sonra gel” der.

 Azrail adamın söylediklerini düşünüp, “haklısın” der ve geldiği gibi kaybolur.

 YALANCI ŞAHİTLER KAHVEHANESİ

 Adamın biri, devam etmekte olan davası için, bir şahit bulmak umuduyla “yalancı şahitler kahvehanesine” gelir.

 Mekanın ortasında ayağa kalkıp, “arkadaşlar bir alacak verecek davam var…” derdemez köşede oturan hırpani kılıklı biri, dava sahibine dönüp, “ya abi, o şerefsiz hâlâ borcunu ödemedi mi?” diye sorar.

 Davacı, “borçlu olan benim” der.

 Bu kez yalancı şahit, “kaç kere ödeyeceksin be abi” der.

TEMEL’İN BULDUĞU SENET

Temel, yolda bir senet bulur, senedin de son günüdür, koşup hemen yatırır. Ertesi gün yine bir senet bulur ve yine son günüdür ancak üzerindeki meblağ çok yüksektir. Bunu ödeyemem diyerek, kimseye söylemeden yurt dışına kaçar.

  BORCUN YOK

 Arkadaşlardan uyanık olanı, “Mehmetçiğim yüz lira borç verir misin, hafta sonu ödeyeceğim” der. Mehmet, “tamam” der ve yüz lira verir. Hafta sonu olunca yine uyanık arkadaşı, “Mehmetçiğim bir yüz lira daha ver, aybaşında topluca ödeyeyim” der. Mehmet, bir yüz lira daha verir. Aybaşı olunca uyanık olan, “Mehmetçiğim bir yüz lira daha verirsen, ikramiyeyi alınca tüm borcumu ödeyeyim” der.

 Mehmet, “ya ne borcu, bir lira bile borcun yok, keyfine bak demiş” demiş.

  HOCANIN HANIMI

 Hocaya, “senin hanım çok geziyor” demişler.

 Hoca da “yok canım, çok gezse arada bir eve de uğrardı” demiş.

 ONLARIN ÇOCUKLARI BÜYÜK

 Adamın iki metre kumaşı varmış, terzinin birine gitmiş, “bundan bana, bir takım elbise çıkar mı?” diye sormuş. Terzi hemen, “çıkmaz” demiş. Başka bir terziye gitmiş, “Bundan bana, bir takım elbise çıkar mı?” diye sormuş, terzi de bir önceki gibi hemen, “çıkmaz” demiş. Bizimki yılmamış, başka bir terziye gitmiş, “bundan bana, bir takım elbise çıkar mı?” diye sormuş.

 Bu kez terzi, “çıkar” demiş. Bizimkisi, “karşıdaki iki terziye gittim, onlar çıkmaz demişti” der.

 Terzi, “doğru söylemişler, çünkü onların çocukları büyük” der.

  KOMŞUNA İKİ KATI

  Adamın şişeyi ovalaması ile cin şişeden çıkar ve sorar, “dile benden ne dilersen ancak dilediğinin iki katını komşuna vereceğim” der.

  Adam, düşünüp taşınır ve “bir gözümü kör et”  der.

 ODUN DESENE

 Temel, Dursun ile şakalaşmak için elindeki odunu gösterip, “Dursun bu ne?” diye sorar. Dursun hemen “odun” der. Temel de “ben sana kodum” der. Dursun, çok bozulur ve intikam için fırsat kollamaya başlar. Biraz zaman geçince, eline bir tahta parçası alıp, “temel bu ne?” diye sorar.

 Temel, “odun” derse başına ne geleceğini bildiğinden, “tahta” der.

 Dursun hemen, “ben sana kodum” der.

 Temel, “ama uymadı ki..” der.

 Dursun, “olsun uysa da kodum uymasa da kodum” der.

 MÜDÜR KİM?

 Bir gün organlar bir araya gelmiş, “müdür kim olacak?” diye tartışmaya başlamışlar.

 Beyin, “müdür benim olmam lazım çünkü, hepinizi ben yönetiyorum” demiş. Kalp, “ben kanı pompalamasam, kimse bir şey yapamaz, o yüzden müdürlük benim hakkım” demiş. Akciğer, “hayır benim hakkım, oksijen olmazsa nefes alamazsınız” demiş.

 Organların hepsi, sırayla yaptığı işi söyleyerek, müdürlüğün kendi hakları olduğunu savunmaya başlamış. En son “göt” söz almış ve “ ben de müdür olmak istiyorum” demiş. Bunu duyan herkes, “götün müdür olduğu nerde görülmüş” diyerek, gülme krizine girmişler.

 Göt, “peki siz bilirsiniz” diyerek, bütün boşaltım sistemini kitler. Bir gün iki gün derken, her geçen dakika içerde basınç artmaya başlar, nerdeyse patlayacak hale gelirler.

 Diğer organlar, bakmışlar olacak gibi değil, acilen toplanıp, “götü” müdür yaparlar. Bunun üzerine  göt de inadından vazgeçip sistemi açar. Böylece hepsi rahat bir nefes alır.

  KARAMANOĞLU MEHMED BEY ve ÇELEBİ MEHMED

1402 yılında, Yıldırım Bayezid’in Timur’a yenilmesiyle Osmanlı dağılıp, “fetret dönemi”ne girmiş, oğulları Çelebi Mehmed ile Musa Çelebi de taht için, Rumeli’de birbiriyle savaşa tutuşmuştur.

Karamanoğlu Mehmed Bey de bu durumu fırsat bilerek,  Bursa’yı kuşatır. Ancak, kuşatmanın uzun sürmesi ve Musa Çelebi’nin ölmesi, planlarını bozar. Çelebi Sultan Mehmed’e karşı koyamayacağını anlayarak, geri çekilmeye karar verir. Geri çekilirken de şehri ateşe verir. Bununla da yetinmeyip, kendisinin de dayısı olan, Yıldırım Bayezid’in mezarını açtırıp kemiklerini yaktırır.

Karaman’a doğru kaçarken, yorgun düşen şişman nedimi, “hânım, Osmanlının ölüsünden böyle kaçarsın ya dirisi olsaydı ne yapacaktın?” diye söylenmesi üzerine, nedimini orada ağaca astırır.

Bayezid Paşa ani bir baskınla, kendisini Konya önlerinde yakalayarak, Çelebi Sultan Mehmed’e teslim eder.

Çelebi Mehmed, bütün yaptığı mezalimliğe, hiçbir sözünde durmamasına ve üstelik babasının mezarına karşı yapmış olduğu saygısızlığa rağmen, aralarında akrabalık bağına hürmeten ve bundan sonra savaş halindeyken, Osmanlıya asker yardımında bulunması karşılığı, kendisini affeder. Bunun üzerine Karamanoğlu Mehmed Bey:

“Madem ki, bu can bu tendedir, bundan sonra memleket-i Osman’a kat’a kötü nazarla bakmayacağım. Eğer bakacak olursam, Kur’an benden davacı olsun” diyerek yemin eder.

Ancak, daha ordugahtan çıkar çıkmaz sözünü bozar ve ovalardaki Osmanlı atlarını askerlerine yağmalatır. “Kuran üzerine yemini” sorulduğunda da “bu can bu tende” derken, “kendi canını” değil, göğsünde sakladığı “güvercini” kastettiğini, dışarı çıkınca da güvercini salıverdiğini söyler.

Yine kendi ifadesiyle şöyle demiştir:
 “Bizim, Osmanoğlu ile düşmanlığımız, beşikten mezara kadardır, bunun gereği de ahdi bozmaktır.”

   “KOMET” ALACAK KADAR ZENGİN DEĞİLİM

 Ressam Gürkan Coşkun, nam-ı diğer “Komet”, “masrafım çok, bir tarafta da bir kuruşum yok” dediği ve resimlerini satarak geçindiği dönemlerde, bir mülakat için sormuşlar, “satmamak için ayırdığınız resimleriniz var mı?” diye, onun da “Komet alacak kadar, zengin değilim” demesi, o vakitler sanat camiasında oldukça ses getirmiştir.

 “Neden hiç birikim yapmadınız?” diye sorulduğun da ise “Haydan gelen Huya gider, huyum kurusun…” demiştir.

   YENİ CAMİ NEREDE?

 İstanbul’un yabancısı olan bir kişi “Yeni Cami”yi aramaktadır. Sora sora caminin yakınına kadar gelir ve bir esnafa sorar, “Yeni Cami’nin nerede olduğunu biliyor musunuz?” diye, esnaf da “hayır bilmiyorum” der ve yabancı da bu cevap üzerine uzaklaşır.

  Bu duruma şahit olan komşu esnaf , “niye karşındaki cami demedin de, bilmiyorum dedin?” diye sorar. Bizimki, “şimdi biliyorum desem, bu camiyi kim yapmış, ne zaman yapmış, imamı kim, müezzini kim…künyesini isteyecek, benim de bunlara cevap verecek ne vaktim ne de mecalim var” demiş.

  BİR DE İÇERİ SOR

  Yolcu, belediye otobüsüne biner ama bileti yoktur. Şöföre, “son durakta alıp atsam olur mu?” diye sorar. Şöför de “önce bir içeri sorun” der.

 Yolcu, otobüsün içine doğru yönelip sesini yükselterek; “arkadaşlar biletim yok, son duraktan alıp atsam olur mu?” diye sorar.

HAZIRCEVAP PİCASSO

Picasso, Paris’te bir restorana gider. Yemek esnasında Picasso bir şeyler karalar. Garson hesabı getirdiğinde çizimi uzatır garsona. Garson “imzanızı atmamışsınız efendim” der. Picasso yanıtlar: “Sadece akşam yemeği yedik, restoranı satın almayacağız.”

                                                                ****

 Bir yolculuğu esnasında adamın biri, Picasso’ya, ”neden resimlerinizi gerçekte olduğu gibi yapmıyorsunuz?” diye bir sorar. Picasso, ”gerçekte olduğu gibi kısmını açıklayabilir misiniz” diyerek cevap verir. Adam, cüzdanından eşinin fotoğrafını çıkarıp gösterir.

Picasso, ”eşiniz sizce de çok küçük ve biraz yassı görünmüyor mu?” der.

                                                                 ***

 Picasso’nun, Alman ordusunun bombaladığı, “Guernica”yı anlatan eserine bakan Alman general sorar:

“Bu resmi siz mi yaptınız?”

Picasso’nun cevabı ise oldukça manidardır:

“Hayır siz yaptınız.”

***

Picasso bir gün bir restorana gider. Restoranda çalışan bir garson “efendim bana bir şeyler çizip verebilir misiniz anı olarak? Çocuklarıma, torunlarıma göstereyim.” der. Picasso hemen bir şeyler çizer, imzalar ve garsona uzatır.

Garson: ”Bu benim için öylesine değerli ki”, diye sözüne başlamışken, Picasso lafını keser ve  ”evet, gerçekten öyle, o elindeki çizim tam 100 bin dolar” der.

Garson, dehşete kapılmış bir halde, ”aman efendim, iki dakika bile sürmedi çiziminiz. Nasıl bu kadar pahalı olabilir?” diye sorar.

Picasso hemen o unutulmaz cevabını verir:

” 2 dakika değil. 60 yıl artı 2 dakika…” der.

 100 EUROYA TÜM BORÇLAR ÖDENİR

Alman turist, Yunanistan’da bir otele gider ve odaları görmek istediğini, beğenirse tutacağını söyler. Güvence olarak da 100 euro verir.

Turist yukarı çıkıp odaları gezerken, otelci koşarak kasaba gider  ve geçen haftadan kalan 100 euro borcunu öder. Kasap, koşa koşa köylüye gidip, hayvan alımından kalma 100 euro borcunu öder. Köylü hemen en son birlikte olduğu, hayat kadınına olan 100 euro borcunu öder. Hayat kadını da geçen haftadan kalma, iki gecelik konaklama ücretini bizim otelciye öder.

Bu sırada Alman turist odaları gezmiş fakat hiçbir odayı beğenmemiştir. Güvence bedeli olarak bıraktığı, 100 euroyu alıp gider.

Sonuç, bütün borçlar ödenmiş fakat kimsede para yoktur.

İNSAN VE ZAMAN

Salı, Mayıs 20th, 2014

İNSAN VE ZAMAN

– Kuşkusuz en büyük önyargı, etrafımızdaki herkesi insan sanmamızdır. (C. Bukowki)

– İnsanın en temel araştırması, yine insandır. (A. Pope)

– İnsan için araştırılması en ilginç olan; insandır. (Goethe)

Kendini tanı. (Sokrates)

***

İlim, ilim bilmektir

ilim kendini bilmektir

sen kendini bilmezsen

ya nice okumaktır.

YUNUS EMRE

***

– İnsan, sosyal bir hayvandır. (Aristoteles)

– İnsan, her şeyin ölçüsüdür. (Protogoras)

– İnsan, makrokozmosta bir mikrokozmostur. (Scheler)

– İnsan yediği şeydir ve insan, insanın “tanrısıdır”. (Feurbach)

 – İnsan, insanın kurdudur. (T. Hobbes)

– İnsan, doğuştan “antisosyaldir” ve tüm davranışlarının altında, “baskılanmış cinsel dürtü” vardır. Toplum, ihtiyaçlarını karşıladığı oranda sosyalleşir.”(Freud)

– İnsan “simgeleştiren” hayvandır, bu sayede düşünür. (E. Cassirer)

– İnsan olmak istediği, kendisini tasarladığı şeydir. (Sartre)

– Bugünkü insan, “hayvan” ile “üst insan” arasında gerilmiş bir konumdadır. (Nietzsche)

– İnsan ağlar, tanrı güler. (M. Kundera)

– Her şey, bir insanı sevmekle başlar. (Sait Faik)

– Zatına bir hoşça bak! Zira alemin özü, varlıkların gözbebeği olan insansın. (Şeyh Galip)

“Bir insan” hiçbir şeydir ama hiçbir şey de “bir insan” değildir. (Dickens)

– İnsan, “tanrının” taklitçisidir. (Ahmet Ağı)

– İnsan dama taşı, oyunu oynayan da tanrı. (Ömer Hayyam)

***

– İnsan, oyun oynayan varlıktır.

– İnsan, en gelişmiş ilkel yaratıktır.

***

– İnsanların sıkıntılarını yönetme şekli, kendi yapılarını gösterir. (“Bay Mercedes” filminden)

***

– Herkes fıtratına uygun kişilerle, olması gereken yerdedir. (ŞEYH EDEBALİ)

– Karakterin ne ise kaderin odur. (HERAKLEİTOS)

– Coğrafya kaderdir. (İBN-İ HALDUN)

***

– Seni anlatan iki şey vardır, hiç bir şeye sahip değilken gösterdiğin sabır ve her şeye sahipken gösterdiğin tavır.

– İnsanların birbirlerini daha iyi anlayabilmeleri için, aynı dili konuşmaları değil, aynı duyguyu paylaşmaları önemlidir.

– Her şeyin üstüne gelip, seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme, çünkü orası, gidişatın değişeceği yerdir.

– Kusursuz dost arayan, dostsuz kalır.

MEVLANA

– Bugün, dünden iyi sadece yarından daha kötü.

***

– Dün ile bugünü kavga ettirirseniz, yarından da olursunuz. (Churchill)

***

– Bugünü yarının bir provası olarak yaşayanlar, hiçbir zaman bugünü yaşayamazlar.

– Nostaljinin fazlası, gelecekten kopmadır.

***

–  Her güne kendi acısı yeter. (A. Maurois)

– Dün dünde kaldı cancağazım, bugün yeni şeyler söylemek lazım. (Mevlana)

***

Uğraşamam dünümle ve dünümdekilerle.

Ben yarına bakarım yanımdakilerle

(Cemal Süreya)

***

–  Gün doğmadan neler doğar, gün ola harman ola…

– Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner.

***

– Tarih, öğretir. (Latin atasözü)

***

– Tarih, insanın bozduklarıdır.

– Tarih, kazananların kaybedenlere yazdığı menkıbelerdir.

– İnsanlık tarihi, kurallarını tanrının koyduğu medeniyet kurmaca oyunudur.

– Tarih, eserlerini iki defa oynarmış, önce trajedi sonra da komedi olarak.

***

– “İnsanlık tarihi”, bir kavram tarihidir. Öznenin, nesnel gerçekliğini” kavrama” dönüştürme sürecidir… İnsanı yapan, “tarih”tir. (Hegel)

– Tarihte ne olmuşsa, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur. (Marx)

– Tarihi yapan, insandır…(Marx)

–  İnsanlık tarihi, sınıf çelişkisinden ibarettir. (Marx)

– Tarih, herkesin üzerinde anlaştığı yalanlar bütünüdür. (Napolyon)

– Tarih, ebedi döngüsel harekettir…(Nietzsche)

– Zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır. (Peyami Safa)

Dualite; ontolojik değil, epistemolojiktir. (YAŞAR NURİ ÖZTÜRK)

– Tanrı; mutlak zaman, mutlak mekan, mutlak hareket, mutlak beden ve mutlak ruhtur. (E. Er Razi)

– Zamana küfretmeyin, O, “Allah“ın ta kendisidir. (Hz. Muhammed)

– İnsanlık için zafer kazanmadan ölmek, bir utançtır. (Horace Mann) 

—-

– Zaman, herşeyin üzerinde bir sarkaçtır.(Ahmet Ağı)

– İnsanlık tarihi bir eylem olarak; kendini bilme, tanıma ve geliştirme sürecidir.(Ahmet Ağı)

– İnsanlık tarihi; dünya tarihinin, dünya tarihi ise evrensel tarihin bir sonucudur.  (Ahmet Ağı)

VİCTOR HUGO – Hz. MUHAMMED

Pazar, Mayıs 11th, 2014

VİCTOR HUGO:

 

HZ.MUHAMMED
Vazifesinin yakın olduğu içine doğmuştu

Metindi, kimseyi kınamıyor, incitmiyordu

Yolda gördüğü kimselerle selamlaşıyordu

Her gün sanki biraz daha yaşlanıyordu

Oysa sadece yirmi ak vardı siyah sakalında

Durup su içen develeri izliyordu arada sırada

Böylece, deve güttüğü zamanları hatırlıyordu.

Sanki cenneti görmüş, ilahi aşkı bulmuştu

Sanki kâinatın yaratılışına şahit olmuştu

Alnı dik, yanakları kusursuz, benzersizdi

Kaşları ince, bakışları anlamlı ve keskindi

Boynu, gümüş bir testinin boğazıydı sanki.

Tufanın sırlarını bilen Nuh’un havası vardı.

Ona danışmaya gelenlere, adil davranırdı

Kimi itiraf eder, kimi güler ve inkâr ederdi

Sessizce dinler, en son konuşurdu kendisi

Ağzından dua ve zikir hiç eksik olmazdı

Çok az yer, karnının üzerine taş koyardı.

Boş durmaz, koyunlarını sağıp oyalanırdı

Oturur yere, elbiselerini kendi yapardı

Artık genç değildi, eski gücü de kalmamıştı

Yine de, herkesten daha fazla oruç tutardı

Altmış üç yaşında, bir ateş sardı vücudunu

Kutsal kitap Kur’anı bir kez daha okudu

Sonra, sancağı, Said’in oğluna teslim etti.

Onlara: “Artık aranızdan ayrılma vakti geldi

Allah birdir, hep onun yolunda savaş” dedi.

Mahzundu, bakışlarında, yurdundan zoraki

Sürülen yaşlı bir kartalın hüznü vardı sanki

Yine, her günkü vaktinde mescide geldi,

Ali’ye tabi olanlar da arkasından geliyordu

Ve, kutsal sancak rüzgarda dalgalanıyordu.

Benzi soluktu, döndü ve kalabalığa seslendi

“Ey insanlar, ömür bitiyor, hayat gelip geçici

Biz, karanlıkta birer zerreyiz, yüce olan O’dur

Ey insanlar, O’ndan başka rehberim yoktur

Onsuz bir değerim olmazdı.”

Bir zat ona : “Ey müminlerin gerçek Sultanı!

Seni dinler dinlemez, herkes inandı sözüne

Sen doğduğunda, bir yıldız doğdu gökyüzüne

Kisra sarayının üç kulesi birden devrildi” dedi.

O da: “Melekler ölümümü müzakere etti;

Vakit tamam, dinleyin! Eğer herhangi birinize

Bir kötülük yaptıysam, çıksın herkesin önünde

Ben ölmeden, gelsin intikamını alsın şimdi;

Kime vurmuşsam, o da bana vursun” dedi.

Ve uzattı usulca asasını oradan geçenlere.

Yaşlı bir kadın, bir koyunu kırpıyordu eşikte

Ona: “Allah yardımcın olsun!” diye seslendi.

Bakışlarında bir hüzün vardı, oldukça bitkindi

Dalgındı; birden, şöyle dedi: “Herkes duysun!

Allah benim adımı andı! Bundan emin olun

Topraktan insan, nurdan bir peygamberim

İsa’nın getirdiği dini tamamlamaya geldim.

Ashabım, ben sabır taşıyım, İsa tatlı dilliydi.

Zira her şafak, doğacak güneşin müjdecisi

İsa benden önce, ama ne Tanrıdır ne de oğlu

O, gülü koklayan bakire Meryem’den doğdu.

Unutmayın, ben de etten kemikten bir faniyim

Kuruyan bir balçıktan başka bir şey değilim

Şu dünyada başıma gelmeyen şey kalmadı

Çektiğim çilelere, yol olsa, dayanmazdı

Baskı ve işkenceden, şu bedenim çok çekti

Ve eğer işlediğimiz her bir günahın bedeli

Korkunç bir haşr olsaydı, o karanlık mezarı

Bize dar eder, cehenneme çevirirdi orayı.

Tekrar tekrar bedenlenir cehennem ehli

Ve kurtlar yeniden kemirir tüm bedenlerini

Böylece, defalarca tükenir ve yeniden dirilir

Cezalarını çekince de, yeniden huzura erişir.

Ben, kutsal savaşların mütevazı meydanıyım

Bazen bir efendi bazen de bir köle gibiyim

Kelamım, tıpkı çöldeki kum ve kuyular gibidir

Bir sözüm korkutuyorsa, bir diğeri müjdecidir

Ey inananlar! Çektiklerimi görüyorsunuz işte!

Karşıma alıp, insanı aldatıp yeniden delalete

Sürüklemek isteyen o dehşet saçan iblisleri

Engellemeye çalıştım, bağladım o pis ellerini

Çoğu zaman, Yakup gibi, karanlıklar içinde

Çarpıştım durdum, görmediğim kimselerle

Fakat insanlar beni özellikle öldürmek istedi

Bana karşı sürekli kin ve kıskançlık besledi

Ben ise, asla, hak davamdan vazgeçmedim

Onlarla savaştım, ama kimseden incinmedim

Savaş boyunca: “Bırakın yapsınlar!” diyordum

Kanlar içinde tek yaralı ben olayım istiyordum

Varsın hepsi vursun bana, zaten durmazlar ki

Zira sağ ellerine ayı, sol ellerine güneşi

Versem de, düşmanlarım vazgeçmezdi asla

Yine de saldırırlardı bana şu çileli yolculukta

Fakat ne olursa olsun geri adım atmadım

Zira bu kutsal dava uğruna tam kırk yıl savaştım

İşte, böyle geçen bir ömrü nihayet tamamladım

Şimdi Allah’a gidiyorum, dünyayı geride bıraktım.

Greklerin Hermès’i, Yahudilerin de Lévi’ yi

Desteklediği gibi siz de hiç bırakmadınız beni

Çektiğiniz bu sıkıntılar, mutlaka son bulacak

Bu soğuk, ıssız geceye elbet güneş doğacak

Müminler, asla ümidinizi kesmeyin O’ndan

Zira Kronnega dağlarını aslan yuvası yapan,

Denizleri incilerle, karanlıkları da yıldızlarla

Donatan Allah, elbet sizleri de koymaz darda.

Sonra: “O’na inanıp teslim olun ” diye ekledi

İnanmayan, ancak, inkâr da etmeyenlerin yeri

Cennet ile cehennemi ayıran duvarın üzeri

Kararmıştır kalpleri, günah işlemek tek işleri

Hiç kimse tamamen günahsız değildir belki

Ama çabalayın ki, Allah cezalandırmasın sizi

Namaz kılın, bütün azalarınız değsin yere

Zira o dayanılmaz cehennem ateşi, sadece

O’nun için yere kapanmayan bedenleri yakar

O, kapkaranlık dünyayı, masmavi gökle açar

Misafiri sevin, dürüst olun, adaletle hükmedin

Yüce katında türlü türlü nimetler var sizin için

Yedi göğü geçmek için altın eğerli atlar,

Ve yıldırımları geride bırakan hızlı arabalar

Huriler tertemiz, hep ter ü taze ve neşeli

İncilerden yapılmış köşklerde oturur her biri

Cehennem ateş ehlini bekler, vay hallerine!

Ateşten ayakkabıları olacak ve giydiklerinde,

Sıcaklıkları kazan gibi beyinlerini kaynatacak

Cennet ehli ise, pek neşeli ve gururlu olacak.”

Biraz durdu, hep ümitli olmalarını öğütledi

Sonra, ağır adımlarla yürümeye devam etti

Ardından : “Ey insanlar! Size sesleniyorum

Vakit saat doldu, ebedi bir âleme gidiyorum

Belki bu sizinle son görüşmemiz, acele edin

Beni tanıyan herkes gelip son kez dinlesin

Bir hatam olduysa, yüzüme söylesin” dedi.

Kalabalık sessizce sağa sola açılıp yol verdi

Gitti ve Ebufleya Kuyusunda sakalını yıkadı

Biri ondan üç drahmi istedi, çıkardı verdi

“Şimdi, mezara bırakmaktan daha iyi” dedi.

Herkesin, bir güvercininki gibi ışıl ışıldı gözleri

Bakıp, kendilerini hep kollayan o yüce insana,

Ağlıyordu halk, evine kadar eşlik ettiler ona

Birçoğu gözünü bile kırpmadan orada bekledi

Bütün geceyi dışarıda taşların üzerinde geçirdi

Ve ertesi sabah, günün ağardığını fark edince

“Ben artık kalkamıyorum, dedi, Ebubekir’e

Kitap’ı alıp yanına, sen kıldıracaksın namazı.”

Eşi Aişe de o sırada cemaatin arkasındaydı

Ebubekir okuyor, Muhammed ise dinliyordu

Nihayet, okuduğu ayetleri usulca bitiriyordu

O, dua ve zikrini yaparken herkes ağlıyordu

Ve, ölüm meleği çıka geldi akşama doğru

“İçeri girebilir miyim” diye müsaade istedi

“Gelsin” dedi, dünyaya açtığı o ilk günkü gibi

Yine ışıl ışıl parlıyor ve gülümsüyordu gözleri,

Ve, Melek ona : “Allah seni bekliyor” dedi

Memnuniyetle, dedi, şakakları şöyle bir titredi

Bir an aralandı dudakları ve ruhunu teslim etti.

Çeviren: YAKUP YAŞA

MEHMET ALTAN, “CAMİ KIŞLA PARANTEZİNDE TÜRKİYE”

Pazar, Ocak 20th, 2013

MEHMET ALTAN “CAMİ KIŞLA PARANTEZİNDE TÜRKİYE”

 

– …Necmettin Erbakan da Ankara tipi bir politikacı. 28 Şubat Kararları’nın altındaki imzalardan biri ona ait. Kokuşmuş rejimin keskin bir resmi olan Susurluk’a “fasa fiso” diyen o. Türk halkının zenginlik ve özgürleşme taleplerini gerçekleştirecek proje üretmek yerine sadece ‘başörtüsü’ ya da “Taksim’e cami” gibi dar kapsamlı siyasette ısrar ederek ufkumuzu daraltanlardan biri de o. Yeryüzü demokrasilerinin yerine Ortadoğu  diktatörlüklerine el uzatarak işe başlayan da gene başkası değil…

– Hem Müslüman hem demokrat olmanın pratik ifadesi de “ideolojisiz bir devlet”ten yana olmak…Bu ancak bireysel özgürlüklerin genişlemesi, devletin herkese eşit mesafede hizmet vermesi ve hukukun etkinliğini gözetleyen bir odak olması ile mümkündür. Eğer birileri “din devleti” peşinde koşarsa, başka birileri de “askeri devlet” peşinde koşar.”

John Keane’e göre “demokratik devrim” sivil toplumlarda yayılır ve Türkiye’nin bir türlü “çoğulcu bir toplum” olamamasını ise “despotik laikleştirmeye” bağlıyor. Despotik laikliğin” de dinin rolünü azaltmak yerine tam tersine “dinselleştirmeyi” hızlandırdığı görüşünde.

– Demokrasiyi savunmak, laikliği savunmak demektir ama laikliği savunmak demokrasiyi savunmak anlamına gelmez.

– Türkiye’de zenginlik üretmeyen sosyoekonomik düzen irdelendikçe, bunu engelleyen ve “hırsızlığı üreten devletçi ekonomik sistem” değişmedikçe, biz aynı yerde dönüp dururuz.

Doç. Dr. Füsun Üstel’in “farklılıkları ortadan kaldıran cumhuriyet” ile “farklılıkları hayata geçirmeyi amaçlayan demokrasinin” Türkiye’de birbiriyle “çatışır” hale geldiğini anlatan tespitlerine yeni örnekler eklemek mümkün.

– AKP’yi iktidara getiren en önemli özellik, mevcut antidemokratik rejime muhalefetiydi. En büyük başarısı da AB sürecini hızlandıracak rejimi demokratikleştirme çabası. AKP ilk üç yıl boyunca inanılmaz devrimler gerçekleştirdi, büyük bir dönemecin dönülmesini sağladı…Ta ki Şemdinli olayına kadar.

– Belçika eski başbakanı Wilfried Martens, “bize göre Türkiye, AB’ye tam üye olacak bir aday değildir. Türkiye ile çok yoğun işbirliğinden yanayız ama Avrupa projesi bir medeniyet projesidir”, diyor.

Refah partisinin diğer Ankara partilerinden hiçbir farkının olmaması, İslamı alabildiğine sömürmesine ve iktidarının sekizinci ayında tıkanmasına yol açtı. Diğerleri gibi taraftarlarına devlet imkanlarını dağıtma anlayışıyla siyasete soyunmuş “merkeziyetçi, bürokratik, devletçi, otoriter ve totaliter eğilimlisıradan bir düzen partisi Refah

– Demokrasiyi evrensel kurallarıyla uygulayan hiçbir ülkede “bölünme” ya da “din devleti” tehlikesi yoktur.

– …Ekonominin ve siyasetin patronu devlet olduğu toplumlar normalleşemiyor.

– Prof. Dr. Altan Gökalp, “Kemalizm kesinlikle çağdaşlık yaratamaz, çünkü çağdaşlık kişi boyutuna bağlı bir olgudur…Kemalizm din haline geldi, bugün Kemalizm, laik bir dindir.”

– Biz sanayileşmeden, laiklik aracılığıyla “modernleşmeye” çalıştık.

– Osmanlı’da “sosyal sınıflar” yoktu. Padişah, sarayı ve kullar vardı. Osmanlı toprak düzeni “sermaye birikimine” olanak vermiyordu. Sermaye birikimi olmayınca da toplum topraktan kopup sanayileşemiyor, gelişemiyor, gelişmiş bir sermaye ve işçi sınıfı doğuramıyordu.

 Tek toplumsal ayrım, padişah sarayı ile kullar arasındaydı. Birinci Cumhuriyet bu yapıyı pek değiştirmedi. Padişah yerini “asker ve sivil bürokrasinin” egemenliğindeki “kutsal devlet” aldı. Halk gene teba olarak kaldı, bugün de öyle…

Kenan Evren, Yunanistan’ın Nato’nun askeri kanadına tekrar geri dönmesine onay vererek en büyük kozumuzu karşılıksız olarak harcamıştır.

Kemalizm, diktatörlük dönemindeki tek parti rejiminin ideolojisidir ve halk iradesine dayanmaz.

– Kendi dinamimizle yapamadığımızı, dünyanın enerjisiyle yapmak dışında bir seçenek yok…

– Batılılar gibi yaşamayı “modernleşme” sanıp Batılılar gibi “üretmeyi” boşveren bürokratik cumhuriyet bireyin zenginleşip özgürleşmesini sağlayacak sağlıklı reçeteleri hiçbir zaman gündeme getirmedi.

– Laikliği yıkacak, din devleti kuracak bir gelişmeden endişe varsa, bunun en etkili panzehiri “Avrupa Birliği” değil mi?

Ak Partinin kadrolaşma mantığı rahatsız edici. Liyakat esasına, deneyim ve beceri çıtasına çok aldırmayan bir yaklaşım toplumu rahatsız ediyor. Üstelik temel hak ve özgürlükler yerine, zoraki ve ceberut bir muhafazakarlaşma da hissediliyor.