BERKELEY (1684- 1753) :
‘PHİLONUS İLE HYLAS ARASINDA ÜÇ KONUŞMA’ adlı eserinden:
– Duyulur şeylerden ne anlıyorsun Hylas?
– Duyularla algılanan şeyleri anlıyorum.
Berkeley’e göre duyularla algılanmayan şey varolamaz. En küçük acı bile algılanmadan varolamaz.
Algılayanın duyulmadığı dünya ile algılananın gerçekliği aynı şey olarak görülüyor.
Ona göre ‘tat’ bizde var. Tat, şeyin içinde olsaydı, kimine hoş, kimine tatlı hatta aynı kişiye bazen tatlı bazen de tiksindirici gelmez, herkes aynı tadı alırdı. Tat bizde olduğundan farklı farklı duyumluyoruz.
Berkeley, maddeyi varsaymıyor. Ona göre madde diye bir şey yoktur. Madde/şeyler, bizim zihnimizdeki duyulardır/algılardır. Eğer biz algılamazsak o madde yoktur.
‘Varolmak algılanmış olmaktır’.
Bir objede ne yaygınlık ne de şekil vardır, bunlar bizdedir. Ayrıca ‘zaman’ da biz algıladığımız için vardır.
‘Katılık’ birine yumuşak bir başkasına sert gelebilir. O halde, objenin direnişi bizdedir.
Doğrudan doğruya algılanan şey fikirdir. Hiçbir ideanın zihin dışında varolamayacağı gerçek şeydir.
Bütün duyulur şeyler, doğrudan doğruya algılanabilen şeylerdir. Doğrudan algılanan şeyler; idealardır. İdeaların bulundukları yer ise zihindir.
Şeyler benim algıladığım zaman vardır, algılamadığım da ise o şey benim için yoktur. Ancak o şeyi her zaman tanrı algıladığından o şey de her zaman vardır. Yani ben algılamasam da o şey, tanrı algıladığı için var.
Berkeley’e göre şüphe, maddeyi varsaymaktan kaynaklanmaktadır. Eğer maddeyi varsaymazsak, skeptisizmin sona ereceğini söylüyor.
Berkeley, ‘tanrıyı nereden biliyoruz?’ sorusuna idealarla diye cevap verir.
İki tip varlık var:
1. Pasif şeyler; hakkında idealarımız olan şeyler.
2. Aktif şeyler; espri ya da ruh bunların ideaları yok.
Madde – tanrı farkı:
Madde; hareketsiz, pasif, cansız. Oysa tanrı; hareket edebiliyor, aktif, canlı. Madde algılayamıyor, bu nedenle de algılayamıyor ve ideaları yok. Tanrı, algılayabiliyor ve her şeyin ideası onun zihninde. Kendimden hareketle madde nosyonum olamıyor ama tanrı bilincim olabiliyor.
İki çeşit varlık tarzı var; a) algılayanlar, b) algılananlar.
Berkeley, ideaların arkasını arıyor. Duyumlarımızın dışında bir şey algılıyor muyuz? Hayır. Eğer algılasak bile, o da bir duyumdur/ideadır. Yalnızca töz, ruhtur. (Descartes’de madde de, tözdü)
‘Maddenin bana, beyazlığı, sıcaklığı verebilmesi için onun da benim gibi algılaması lazım ki; bana bunları verebilsin. Bunları veremez çünkü; madde, pasiftir, cansızdır…İdeaları oluşturan algılardır. İdeaların arkasındakileri algılayamıyorsak, onun ne olduğunu bilemiyoruz demektir. O halde, bilmediğimiz şeyin varolduğunu nasıl öne sürüyoruz? Bazılarının varlığından emin olduğu maddeyi varsaymak zorunda değiliz. Onu varsaymazsak, şu andaki bilgimizden bir eksilme olmaz.’
Berkeley’in bütün derdi işte bu; kesin bilginin olanaklı olduğunu göstermek. İdeaların arkasındakini bilmiyoruz dedikleri an, bilginin kesinliği tehlikeye düşer. Olanaksız hale gelir. Oysa maddenin kaldırılması bilgiye kesinlik verir.
Yerkaplama örneği; bir masaya çeşitli yerlerden bakınca büyük ya da küçük görülüyor. O halde, yerkaplama, şekil bizde olan bir şey.
İdeler yahut düşünmeyen şeyler hakkındaki bilgimiz çok bulanık ve karışık hale getirilmiştir. Berkeley bu karışıklığı gidermek istiyor.
Birçok tehlikelerle, hatalara sevkedilmişiz. Bunun sebebi:
Duyum konusu olan şeylerin iki türlü varlığını farzetmek;
1-Zihinde oluş
2-Gerçek ve zihin dışı oluş (Bununla Berkeley, Kant’ın ‘dingansich’ dediği şeyi kastediyor. Bunun ne olduğunu bilmediğimiz halde varolduğunu farzediyoruz. Dolayısı ile bilginin de kesinliği ortadan kalkıyor, şüphe edilir hale geliyor. Bunu varsaymazsak, bilgimiz mutlak/kesin olur.)
‘Doğru bilgi; idelerle şeyler arasında değil, idelerle ideler arasındadır. İdeler şeylere değil, ideler; idelere benzer. Bana gelen ideler, benim irademin ürünü değildir. O halde bunları meydana getiren başka iradeler ya da ruh vardır o da tanrıdır.