Archive for the ‘ÖZLÜ SÖZLER – KISSADAN / 4’ Category

KISSADAN / 4

Çarşamba, Ekim 8th, 2014

 HACI ÖKKEŞ

Maraş ve yöresinde “Ökkeş” ismi çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Trafikte kimlik kontrolü yapan polis, bir minübüsü durdurup, yolcuların kimliklerine bakar. Polis kime baktıysa ismi “Ökkeş”tir. Bunun üzerine, “ismi Ökkeş olanlar, aşağı insin” der. Herkes iner, sadece bir kişi kalır.

Polis, “sizin isminiz ne?” diye sorar. Yaşlıca olan adam, “Hacı Ökkeş” der. Polis kimliğine bakar ve “sadece Ökkeş yazıyor” der.

Yaşlı amca, “geçen yıl hacca gitmiştim” der.

  ÜNLÜ ŞAİRİN TUTTUĞU TAKIM

Ünlü bir şairimize, “hangi takımı tutuyorsunuz?” diye sormuşlar. O da “ben kendimi bildim bileli kendi takımımı tutarım” demiş. Bu kez eşine, “siz hangi takımı tutuyorsunuz?” diye sormuşlar. O da “evlendiğimizden günden beri, eşimin takımını tutuyorum” demiş.

Aynı şairimizin, içkiye düşkünlüğü bilinen bir gerçektir. Her gün dört şişe şarap, dört paket sigara ve bir oksijen tüpü sipariş ettiği söylenir. Nitekim ölümü de siroz ve bademcik kanserinden olmuştur. Kendisine de yaşamı itibariyle, ancak böylesi bir illetin uygun düştüğünü belirtmiştir.

Sağlığı kötü olduğundan eşi, içki içmemesi için büyük uğraş vermektedir. Bir gün felsefe hocası Salim Bey, röportaj için evine gider. Eşi, “sakın bir şeyler içmesin” diye tembihler ve çıkar. Ancak zaman ilerledikçe şair, eşinin yokluğundan istifade, şişeleri birer birer devirmeye, galiz küfürler de havada uçmaya başlar.

Nihayet eşi geldiğinde, bizim şair çoktan kafayı bulmuştur. Eşi, şairin durumunu görünce, başlar bizim hocaya çıkışmaya, “ben size, bir şey içmesine müsaade etmeyin demedim mi?” diye. Salim hoca, ne diyeceğini bilmez bir halde, suç işlemiş çocuklar gibi evden çıkar.

   ORHAN VELİ’NİN SON ÜÇ GÜNÜ

  Hafif karlı bir  kış günü Şişli’deki evlerinin balkonunda üzerinde ince bir gömlekle sigara içerken  kızkardeşi, Orhan Veli’ye:

“Babam sigara içtiğini biliyor neden onun yanında içmiyorsun? Üşütür hasta olursun burada” der.

Orhan Veli de kardeşine sarılarak:

” Fırfırcığım babamın üç günlük  ömrü kaldı, onu kırmaya değer mi? ” der.

Bilmez ki, kendisinin üç gün ömrü vardır.

  Kısacık hayatında iki dünya savaşı gören bu büyük şairimiz, Ankara’da gece yürürken,  belediyenin açtığı bir çukura düşer ve başından yaralanır. İki gün Ankara’da dinlendikten sonra İstanbul’a gelir ve aynı gün komaya girerek 14 Kasım 1950 de daha 36 yaşındayken hayatını kaybeder. Sonradan beyin kanaması geçirdiği anlaşılır.

  Ablası, “babam için söylediği o üç gün, meğerse kendi hayatı içinmiş” der.

*********

MÜCAP OFLUOĞLU’NUN ANLATIMIYLA ORHAN VELİ VE SAİT FAİK’TEN BİR ANI:

Orhan Veli ile en yakın arkadaşı Sait Faik’in işi gücü yoktur. Can sıkıntısından Eftalikus’un kahvesinde birer Cumhuriyet Gazetesi alıp bulmacasını çözme yarısına girerler. Kaybeden rakı ısmarlayacaktır. Orhan Veli, Sait Faik’i her gün yenmektedir. Sonunda Sait isyan eder:

 “Nasıl beceriyorsun lan, her gün rakıyı ben ısmarlıyorum? ” der demez, Orhan Veli gülerek:

 “Çünkü Cumhuriyet ‘in bulmacalarını ben hazırlıyorum” der.

   CEMAL SÜREYA VE TOMRİS UYAR

  Cemal Süreya, evine bağlı, evinde olmayı seven,  karısı Tomris Uyar’a da aşık bir adamdır. İşten çıkar çıkmaz evine gelirmiş. Tomris Uyar, o günleri şöyle anlatıyor:

 “Akşamları eve biraz geç gel yahu, bir erkek hiç dolaşmaz mı?”, dedim, ertesi gün altıyı çeyrek geçe geldi, sonraki gün altı buçukta, normalde altıda gelirdi. Bir gün toz aldım, bezi silkelemek için pencereden eğildim ki, kapının önünde oturmuş saatin dolmasını bekliyor”.

  Ancak gelin görün ki, bu ilişkiyi bitiren de Cemal Süreya olur. Bu konuyla ilgili de Tomris Uyar şöyle diyor:

 “Beni bıraktı ama rahat edemedi. Ona göre bana sahip olunamazdı. Senden ayrıldığım anda, senin hakkında, hikayen hakkında sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyeceğim, benim ağzımdan kimse duymayacak, dedi ve doğrusu hiç yazmadı.”

 BİR BİSİKLETTE ÜÇ KİŞİ

Trafik polislerine amirleri, birer koçan ceza makbuzu verip, “bunların hepsi, akşama kadar kesilecek” diye talimat vermişler.

Bizim polislerden biri, koçanın hepsine cezayı yazmış sadece son sayfası kalmış, fakat o son sayfayı yazacak kimseyi bulamıyor. Akşam olmuş, mesai bitmek üzere, yaşlıca bir amca, bisikletle kendisine doğru gelmektedir.

Polis, yaşlı adamı durdurup “merhaba, nereye gidiyorsunuz?” diye sorar. Yaşlı adam da, “vallahi oğul, peygamber önde Rabbim arkamda eve gidiyorum” demiş.

Polis sevinçle, “demek bir bisiklete üç kişi bindiniz” diyerek son ceza makbuzunu da böylece keser.

 ANANINKİNDEN SAAT OLURSA

Adam ve oğlu erkenden tarlaya çalışmaya gidecektir. Adam saati kurmak ister ama karısı, “gerek yok, ben zaten her gün o saatte helâya çıkıyorum” der. İyi o zaman, “uyandığında kaldırırsın” deyip, yatarlar.

Kadıncağız karpuzu fazla kaçırmış olacak ki, her zamankinden daha erken kalkıp, oğluyla kocasını da uyandırır. Baba oğul, çıkınlarını alıp, gün doğmadan yola revan olurlar. Gecenin kör karanlığında düşe kalka giderler. Güneş de bir türlü doğmaz.

Oğlan, “baba ya, güneş şimdiye kadar doğmuş olmalıydı” der. Babası da kaşlarını çatarak, “ ananın şeyinden saat olursa, güneşin ne zaman doğacağını da Allah bilir” der.

 BEY KALK, SAAT ALTI

Karı koca birlerine küsmüş, konuşmuyorlarmış. Adam, yarın için önemli bir işi olduğundan geç kalmak istememektedir. Ancak eşiyle de konuşmadığından, “hanım, beni saat altıda kaldır” diye bir not yazıp, karısının yastığına koyar.

Sabah saat altı olunca, hanımı kalkar ve “bey kalk, saat altı” diye, o da bir not yazıp kocasının yastığına bırakır ve uyumaya devam eder.

  TİMUR’UN FİLLERİ

Timur, Anadoluyu fethetdiğinde ordusundaki atların, fillerin bakım ve tımarını yerli halkın yapmasını emreder.

Nasreddin hocanın bölgesine ise bakmaları için bir “fil” verilir. Beş gün on gün derken, yöre halkı fili doyurmakta zorlanmaya başlar. Nasreddin hocaya gelip, “Timur seni dinler, söyle de bu fili bizden alsın” derler. Hoca, “söylerim ama siz de geleceksiniz” der. Köylülerin hoşuna gitmez ama “tamam” derler. Hoca önde, köylüler arkada yola çıkarlar. Hoca, Timur’un otağına yaklaştıkça, köylülerin birer ikişer sıvıştığını görür. Tam çadırın önüne geldiklerinde ise kimsenin kalmadığını görür. Askerler hocayı alıp, yaka paça Timur’un huzuruna çıkarırlar. Timur bütün azametiyle oturduğu yerden gürler, “söyle bakalım hoca efendi, benden ne istiyorsun?”

Hoca, Timur’un hoşuna gitmeyen bir şey söylemesi halinde kellesinin gideceğinden korkarak, “efendim bize bir fil vermiştiniz bakmamız için ama yalnızlıktan olacak bir şey yemiyor, bir fil daha istiyoruz” der.

 NASREDDİN HOCA, TORUN VE EŞEK

Nasreddin hoca küçük torununu eşeğine bindirmiş, pazara gidiyorlarmış. Bunları gören bir adam, “ayıptır yahu, yaşlı adam yürüyor delikanlı çocuk eşeğin üstünde…” Bunun üzerine hoca çocuğu indirip, kendisi eşeğe binip tekrar yola koyulmuşlar.

Biraz yol aldıktan sonra yine bunları gören bir başkası, “ayıptır yahu, parmak kadar çocuk yürüyor, koskoca adam da eşeğin üstünde…” Hoca bakmış olacak gibi değil, çocuğu da eşeğin üzerine alır ve yola koyulurlar. Çok geçmez başka birisi, “insaf yahu, yazık değil mi hayvana, iki kişi birden binmişsiniz…”

Hoca bakmış yine olmuyor, ikisi de eşekten inmiş, onlar önde eşek arkada yürümeye başlamışlar. Çok geçmeden yine bir başkasıyla karşılaşırlar. Adam basmış kahkahayı, “oldu olacak eşeği de sırtınıza alsaydınız bari…”

Nasreddin hoca, “evet yapmadığımız bir o kalmıştı, onu da yaparsak tam olacak” der.

 KIRMIZI BENEKLİ PİNPON TOPU

Babası, ilkokula başlayacak oğluna bir hediye almak için sorar:

– Oğlum, bugüne kadar sana hiç hediye almadım. Söyle sana bir hediye alıyım.

– Al babacığım.

– Ne alıyım oğlum?

Kırmızı benekli pinpon topu al babacığım.

– Ne yapacaksın oğlum?

– Söylemem.

– Söylemezsen almam.

– Almazsan alma.

Aradan zaman geçer, çocuk liseye başlayacaktır. Babası yine sorar:

– Oğlum ne olursun söyle, sana bir hediye alıyım. Bugüne kadar bir şey almamanın ızdırabı içindeyim.

– Tabi, al babacığım.

– Ne alıyım oğlum?

Kırmızı benekli pinpon topu al babacığım.

– Ne yapacaksın oğlum?

– Söylemem.

– Söylemezsen almam.

– Almazsan alma.

Aradan yıllar geçer, çocuk büyümüş üniversiteli olmuştur. Babası yine sorar:

– Oğlum ne olursun, artık söyle sana bir hediye alıyım.

– Al babacığım.

– Ne alıyım oğlum?

Kırmızı benekli pinpon topu al babacığım.

– Ne yapacaksın oğlum?

– Söylemem,

– Söylemezsen almam.

– Almazsan alma.

Aradan yine yıllar geçer, oğlu evlenmek üzeredir, babası ise derin bir keder içinde:

– Oğlum, evlenip bizden ayrılıyorsun ne olur söyle sana bir hediye alıyım, beni de iki kez mutlu etmiş olursun.

– Tabi babacığım al.

– Ne alıyım oğlum?

Kırmızı benekli pinpon topu al babacığım.

– Ne yapacaksın oğlum?

– Söylemem.

– Söylemezsen almam.

– Almazsan alma.

Aradan yine yıllar geçer. Baba, oğluna bir hediye almamanın ızdırabı içinde yaşlanırken, oğlu ise amansız bir hastalığa yakalanmış, ölüm döşeğinde günleri sayılıdır. Babası oğlunun başucunda yine sorar:

– Oğlum, sen hastalıktan ben kahırdan ölmeden söyle, şu dünya gözüyle sana bir hediye alıyım. Oğlu ter içinde:

– Al babacığım.

– Ne alıyım oğlum?

Kırmızı benekli pinpon topu al babacığım.

– Ne yapacaksın oğlum.

– Söylemem.

– Söylemezsen almam.

– Almazsan alma.

Aradan üç beş gün geçer, oğlu iyice ağırlaşmış artık son saatleridir. Baba büyük bir kahırla gözyaşları içinde, oğlunu öper ve yine sorar:

– Oğlum, belki bir daha hiç şansımız olmayacak, ne olursun söyle sana bir hediye alıyım.

Oğlu inleyerek konuşmaktadır:

– Al babacığım.

– Ne alıyım oğlum?

Kırmızı benekli pinpon topu al.

– Ne yapacaksın oğlum?

– Söylemem.

– Söylemezsen almam.

Adam, gözyaşları içinde “ne olursun söyle” diye yalvarır.

Oğlu gözlerini aralayıp babasına bakar:

– Baba ben, kırmızı benekli pinpon topunu…

Dedikten sonra, tam da açıklayacağı sırada son nefesini verir.

  DELİLERİN DÖNÜŞÜ

 Akıl hastanesinin birinde, kafalarının neye bozulduğu anlaşılamayan deliler, hastaneyi terk ederek tren istasyonuna gelirler. İçlerinden sadece biri, onlara katılmayıp hastanede kalır. Yöneticiler ne yaptılarsa ikna edip geri getiremezler. İçerde kalan deli, “isterseniz onları geri getirebilirim” der. Önce yöneticiler, onun da diğerlerine katılacağını düşünüp, bu teklife sıcak bakmazlar. Ancak gidenleri ikna etmekte çaresiz kalınca, “pekâlâ nasıl getireceksin bir görelim” derler.

 Bizim deli, tren yolundan “çuf çuf” diyerek gelir ve arkadaşlarının bulunduğu istasyonda durur. Yüksek sesle, “herkes binsin tren kalkıyor” diye bağırır. Bunun üzerine, bütün deliler onun arkasında sıralanır. O da “çuf çuf” diye diye gelip hastane bahçesinden içeri girerler.

   ARTHUR ASHE

“Zenci olmak, ‘aids’ olmaktan daha zor” diye hayatını özetleyen, efsane Wimbledon şampiyonu, zenci tenisçi Arthur Ashe, aids hastalığına yakalandığında dünyanın her yerindeki hayranlarından mektup alır. Bunlardan bir tanesi şöyle sormaktadır:

“Tanrı neden böylesi kötü bir hastalık için seni seçti?” Arthur Ashe ise buna şöyle cevap verir:

“Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir. 500.000’i profesyonel tenisçi olur. 50.000’i yarışmalara girer ve 5.000’i büyük turnuvalara erişir. 50’si Wimbledon’a kadar gelir, 4’ü yarı finale, 2’si finale kalır.

Elimde şampiyonluk kupasını tutarken tanrıya, “neden ben?” diye hiç sormadım. Ve bugün acı çektiğim için, “niye ben?” mi diye sormalıyım.

   MEVLANA İLE SARHOŞ GENÇ

Gece yarısından sonra dergahın kapısı, şiddetli bir şekilde yumruklanır. Talebeler koşup kapıyı açtıklarında, sarhoş bir gençle karşılaşırlar.

 “Bu saatte derdin nedir?” diye sorarlar. O da “Mevlana hazretlerinin elini öpüp, hayır duasını almaya geldim” der. Talebeler “şimdi olmaz” diye kovmaya kalkarlar fakat sarhoş genç gitmemekte diretir. Çıkan gürültü üzerine de Mevlana kalkıp gelir. Mevzuyu öğrenince “o, sarhoş kafayla bu saatte bizi bulabilmiş, siz ayık kafayla içeri almıyorsunuz. Belki samimidir, ihlasla arayanı kovma yetkimiz yok, ateşten çıkıp gelene ateşe geri dön denmez” der. Bunun üzerine sarhoş genç, Mevlana’nın ellerine sarılıp, “onlara kızmayın, benim edepsizliğim, lütfen beni de talebeliğe kabul edin” der.

   B. SHAW İLE CHURCHİLL

İrlandalı yazar George Bernard Shaw ile İngiliz devlet adamı Winston Churchill hiç geçinemez ve sık sık birbirlerini iğnelermiş. Shaw, bir oyununun ilk gecesine, Churchill’i davet etmiş ve davetiyeye de bir pusula iliştirmiş:

– “Size iki kişilik davetiye gönderiyorum. Bir dostunuzu alıp gelebilirsiniz. Tabii dostunuz varsa.”

  Churchill, hemen cevap göndermiş; “maalesef o gece başka bir yere söz verdiğim için oyununuzu seyretmeye gelemeyeceğim. İkinci gece gelebilirim, tabii oyununuz ikinci gece de oynarsa.”

 KİMSENİN ETKİSİ ALTINDA KALMA

Adam, psikiyatriste “doktor bey ben kendimden şikayetçiyim, kim ne söylerse onun etkisi altında kalıyorum, ne olur bana bir reçete yaz” demiş.

Doktor da reçete kağıdını almış, “kimsenin etkisi altında kalma” diye yazmış.

 KIRK DOUGLAS’IN İNTİHAR GİRİŞİMİ

1916 doğumlu ünlü oyuncu, helikopter kazası sonucu bir süre felç ve konuşamaz olduğunda, intihar etmeyi düşünür.

Tabancanın namlusunu ağzına sokup, ateş edecektir. Ancak bunu yaparken, namlunun dişine çarpması canını  o kadar çok acıtır ki, ” iyi ki tetiğe basmamışım, nasıl bir acı vereceğini düşünemiyorum bile” der.

 SARI SAÇLI MAVİ GÖZLÜ ÇOCUK

İki kafadar biraz kafayı bulmuşlar ve kara kuru olan, yanındakine “biliyor musun dostum, annem beni doğurduğunda ben sarı saçlı mavi gözlü bir çocukmuşum” der. Arkadaşı şaşkınlık içinde “nasıl bu kadar değiştin” diye sorar. O da “hiç sorma, hemşire çocukları karıştırmış, ben yanlış çocuğum” der.

  İYİ BİR DERS

Adamı idam etmeden önce “son sözün nedir?” diye sorarlar. O da herkesi bir süzdükten sonra:

“Bu bana iyi bir ders olacak” demiş.

  SORUN NE?

Hasta, “doktor bey ben her şeyi unutuyorum” demiş. Doktor da “sorun ne?” demiş.

Hasta, “ne sorunu?” demiş.

 İDDİACI

Adamın biri çok iddiacıymış, yanındaki safça olana “gel seninle bir iddiaya girelim, sen kazanırsan iki katı ben kazanırsam bir katı, var mısın?” demiş.

Yanındaki “tamam nesine?” demiş.

İddiacı “ben kulağımı ısırırım” demiş.

Safça olan “ısıramazsan iki katını alırım” demiş.

İddiacı “tamam” demiş ve takma dişlerini çıkarıp, kulağını ısırmış, safça olana da “üzülme bir iddiaya daha girelim sen kazanırsan bu kez dört katı” demiş.

Safça olan “tamam” demiş.

İddiacı “ben gözümü ısırırım” demiş.

Safça olan “dişlerini çıkarıp ısırmayacaksın ama” demiş.

İddiacı “tamam” demiş ve bu kez de protez olan gözünü çıkarıp ısırmış.

 ZAMPARA CENAZECİ

 Adam cenaze arabasıyla zamparalığa çıkmış, gördüğü ilk güzel bayana da “gezdirmemi ister misin?” diye sormuş.

Güzel bayan, “hadi oradan terbiyesiz, senin arabana mı kaldım” demiş.

Cenazeci “hanımefendi, insanlar bu arabaya binmek için ölüyorlar” demiş.

  HOŞT DİYEMEDİN Mİ?

Kadının biri, yeni aldığı küpelerini arkadaşına gösterebilmek için, “ ayol gelirken köpek, bir havladı, bir havladı sorma” dedikçe, başını da sağa sola sallayarak küpelerini şıkırdatıyormuş.

Arkadaşı da yeni yüzük almış onu gösterebilmek için,  yüzük olan elini “hoşt diyemedin mi, hoşt diyemedin mi?” diye, başlamış ona doğru sallamaya…

  CEMO İLE MEMO

Hava çok soğuk olunca, Memo ile Cemo birlikte yatmışlar. Bir süre sonra Memo, daha sıkı sarılmaya başlar. Bunun üzerine Cemo, “ Memo napisan” der.

Memo, “hiç üşüdüm ısınirem” der.

Cemo, “ısınirsen bir şey demirem ama başka bir şey yapirsen çok ayıp edirsen” der.

 YANİ Kİ OLSA

Memo, hastanede yatan yakın arkadaşı Cemo’yu ziyaret edecek ama hiç parası olmadığından eli boş gidecektir. Aklına şöyle bir çözüm gelir, “ben bir şey yer misin” diye sorarım, O da “yemem” der, ben de “yemezsin diye almadım” derim.

Cemo’nun yanına gelir, “Cemo elma yersin” diye sorar. Cemo da hemen, “yerim” der.

Bu beklenmedik cevap karşısında Memo, “yani ki olsa” der.

  YAŞLI ADAM VE GENÇ KARISI

  Epeyce yaşlı bir adam, çok genç olan karısını doğuma getirir.

  Doktor, şaşkınlık içerisinde “babası siz misiniz?” diye sorar.

  Yaşlı adam, “ne yani babası olamaz mıyım?” der.

  Doktor da “tabi olabilirsiniz, benim dedem de şemsiyeyle geyik vuruyor!” der.

  Yaşlı adam gülerek, “o vurmuyordur” der.

  Doktor, “ben de öyle düşünüyorum” der.

 HER İŞTE BİR HAYIR VARDIR

 Yerlilerin kralı, veziriyle avlanmaya çıkar. Ok ve yayı, atış için vezir hazırlamaktadır. Kral, yayı iyice gerip oku fırlattığı esnada, parmağı yaya takılıp kopar. Kral acıyla, vezire söylemediğini bırakmaz. Vezir, “her işte bir hayır vardır kralım” der.

 Kral, “parmağım kopmuş sen hayırdan bahsediyorsun. Muhafızlar alın bunu zindana atın” der.

 Aradan epey bir zaman geçer ve bizim kral yine ava çıkar. Bu kez, av peşindeyken yolunu kaybeder ve yamyamlara yakalanır. Yamyamlar, tam bizim kralı kurban edecek iken, bir parmağının olmadığını görürler ve “sakat olandan kurban olmaz” deyip, kralı serbest bırakırlar.

 Kral kurtulur kurtulmaz doğruca, eski vezirinin bulunduğu zindana gelir. Kral, “o gün sen her işte bir hayır vardır dedin ama ben kızgınlıkla seni dinlemedim. Bugün ben, bu kaza sayesinde hayatta kaldım. Parmağım olmadığı için yamyamlar beni kurban etmedi, ne olur sana yaptığım haksızlıklar için, beni bağışla” der.

 Vezir, “Kralım bunda da bir hayır vardır” der.

 Kral, “daha ne hayrı olacak” der.

 Vezir, “Ben zindan da olmayıp sizin yanınızda olsaydım, sizi bıraktıklarında sakatlığım olmadığı için, beni kurban edeceklerdi” der.

  YAMYAM

  Beyaz adam Afrikalı kabile reisine, “sizin buralarda yamyamlar varmış doğru mu?” diye sorar.

  Reis, “yooo bir tane vardı, onu da dün yedik” der.

  FAKİRLİK

 Zengin bir muhitte sınıf öğretmeni, çocuklardan “fakirlik” hakkında bir kompozisyon yazmalarını ister.

 Çocuklardan birinin yazdığı kompozisyon:

 “Ben, fakir bir aile tanıyorum. Onların çiftlikleri fakir, evleri fakir, dükkanları fakir, arabaları fakir, hizmetçileri fakir….”

  MAYMUN KARDEŞ

  Ormanda kim, “maymun kardeş nasılsın?” diye sorsa, maymun “valla yiyip içip geziyorum. Kafayı bulunca da keyfimiz yerine gelsin diye, aslanı pataklıyorum” diyormuş.

  Sonunda bu söyledikleri, aslanın kulağına gitmiş. Aslan da ilk fırsatta sormuş, “maymun kardeş nasılsın?” diye.

  Maymun, “hiç sorma bu aralar çok içiyorum, kafayı bulunca da saçma sapan konuşuyorum” demiş.

  MÜSLÜMAN OLMAK 

 Almanın biri, “müslüman olmak istiyorum, ne yapmalıyım?” diye imama sormuş. İmam da “kelime-i şehadet getirmen halinde müslüman olursun” demiş. O da şehadet getirip, müslüman olmuş.

  Sonra imam, “sünnet de olman lazım” demiş. Alman, “sünnet olmam şartsa, müslümanlıktan çıkıyorum” demiş.  Bunun üzerine imam, “dinden çıkan mürted olur, onun da cezası kafasının kesilmesidir” demiş.

Alman, “bu nasıl din yahu, girerken aşağıdan, çıkarken yukardan kesiyorsunuz” demiş.

  ZEKA VERGİSİ

  Adama sormuşlar “niye çalışmıyorsun?” O da “çalışıyorum, hatta kutsal bir görev ifa ediyorum, kendi payıma düşen enayilerin ufkunu genişletiyorum, karşılığında da zeka vergisi alıyorum” demiş.

  Bunu nasıl yapıyorsun? diye sormuşlar:

  “Vur kafasına bin sırtına, başka şeyle uğraşmasına, düşünmesine izin verme. O seni sırtından atmaya çalışırken, sen ondan geçinmeye devam edersin. Olmadı, vicdan yaparsın, “küçük şeylerin hesabını yapan ahlaksız” olarak gösterirsin. Bu işteki başarın, buna kendisinin bile inanmasıdır. Arkadaşlarına ihanet eden birkaç kişiyi de kendi yanına çekersen, zayıfların tek silahı olan, birlikte hareket etmelerini engellemiş olursun, sonra da yürü ya kulum…

GİTTİ HAYATININ HEPSİ

 “Yaşlı sandalcı, profesörü azgın nehrin karşısına geçirmektedir.
Profesör, yaşlı sandalcıya sorar, “Sanskritçe biliyor musun?”
“Hayır” der sandalcı.
“Sanskritçe bilmiyorsan, hayatının dörtte biri yok sayılır” der profesör.
“Hiç olmazsa klasik edebiyatı biliyor musun?” diye sorar yine.
“Hayır” cevabını alır.
“Hayatının dörtte biri daha gitti. Bu konuda, öyle güzel kitaplar var ki, okumak insana büyük mutluluk verir. Hiç olmazsa okuma yazma biliyor musun” der.
“Hayır” der sandalcı.
“Hayatının dörtte biri daha gitti” derken profesör, sandalın su aldığını ve ayaklarından yukarıya doğru yükselmekte olduğunu fark eder.
Sandalcı deliği tıkamaya uğraşır, ama başaramaz. Su yükselmeye devam ederken, sandal da batmaya başlar.
Sandalcı profesöre, “yüzme biliyor musun?” diye sorar.
“Hayır” der korkuyla profesör.
“Gitti hayatının hepsi” der sandalcı ve suya atlayarak, yüzmeye başlar…

 MEVLA VE LEYLA

 Mecnun, dalgınlıkla namaz kılan birinin önünden geçer. Adam, hemen namazını bozup Mecnun’a, “ne yapıyorsun?” diye çıkışır.

 Mecnun, “Leyla’nın aşkından seni göremedim. Peki sen beni nasıl gördün, sen de hiç mi Mevla aşkı yok?” der.

                      ***

 Padişah, Mecnun’un Leyla için duyduğu dillere destan aşkı merak edip, ikisini de huzura çağırmış. Bakmış, Leyla hiç de ahım şahım bir kız değil. Mecnun’a dönüp “bu kız yüzünden mi yollara düştün?” diye sorar.

 Mecnun, “padişahım ona bir de benim gözümle bakın, o zaman anlarsınız” der.

 HESABI TORUNLARINIZ ÖDESİN

 Lokantanın camında, “istediğiniz kadar yiyin, hesabı torunlarınız ödesin” yazmaktadır.

 Yazıyı gören, içeri girip doyasıya yemek yemekte ancak çıkarken ellerine hesap pusulası tutuşturulmaktadır.

 “Hani hesabı torunlarımız ödeyecekti” diye itiraz ettiklerinde de “evet çok haklısınız ama bu dedenizin hesabı” derler.

 YAŞLI KURT VE ÜÇ İNEK

Yaşlı kurt, arkadaş olan üç ineğe yaklaşıp, “beni aranıza kabul ederseniz, sizinle dost olmak istiyorum hem sizi diğer kurtlara karşı korurum” demiş. “kurtlardan korunma” teklifi, ineklere iyi bir fikir gibi gelmiş ve “tamam” demişler.

Gel zaman git zaman yaşlı kurt, ineklerin iyice güvenini kazandıktan sonra alaca inek ayrı otlarken, diğer ikisine yaklaşmış:

“Valla sizin aranıza katıldığım günden beri, bu alaca ineği gözüm tutmadı, anladım ki, gerçek dostlarım sizsiniz, izin verirseniz ben bu haini yiyeceğim” demiş.

İki inek, “madem gerçek dostların biziz, tamam öyleyse” demişler. İzni alan yaşlı kurt, alaca ineği yer. Aradan biraz zaman geçer ve yaşlı kurt ayrı otlayan sarı ineğin yanına yaklaşıp:

“Şu boz inek de bana hain görünüyor, anladım ki, benim gerçek dostum sadece sensin. İzin verirsen onu da yiyeceğim” der. Sarı inek, “madem gerçek dostun benim, tam o zaman” der.

İzni alan yaşlı kurt, boz ineği de yer. Aradan biraz zaman geçince, sarı ineğe yaklaşıp:

“Valla ben seni de yiyeceğim” der. Sarı inek, “hani tek dostun bendim” der.

Yaşlı kurt, “ben onu diğerlerini yiyebilmek için söyledim ve ben bir kurdum” der.

FİTNAT HANIM VE GÖBEĞİ

 Fitnat hanım kilolu olduğu için, mahalleli takılmış:

“Fitnat hanım, o göbek mi, bebek mi?” diye, Fitnat hanım da:

“Eniştenizdekinin, top mu tüfek mi olduğunu bilen, onu da bilir” demiş.

 ALFRED HİTCHCOCK VE DİN ADAMI

 Ünlü korku filmlerinin yönetmeni Alfred Hitchcock”a sormuşlar:

“Hayatınızda karşılaştığınız en korkunç an nedir?” diye, o da aşağıdaki anısını anlatır:

 “Birgün arabayla giderken, kaldırımda bir din adamının küçük bir çocukla konuştuğunu gördüm. Aklım başımdan gitti. Korkunç bir manzaraydı. Arabayı durdurup bağırdım:

 – Çocuk kaç çabuk, uzaklaş oradan, kurtar kendini!”