Posts Tagged ‘ahlak’

ŞEYH EDEBALİ’NİN OSMAN GAZİ’YE VASİYETİ

Perşembe, Ocak 6th, 2011

ŞEYH EDEBALİ’NİN OSMAN GAZİ’YE VASİYETİ

Ey oğul, artık Bey’sin!

Bundan sonra

öfke bize, uysallık sana.

Güceniklik bize, gönül almak sana.

Suçlamak bize, katlanmak sana.

Acizlik bize, hoşgörmek sana.

Anlaşmazlıklar bize, adalet sana.

Haksızlık bize, bağışlamak sana…

Ey oğul, sabretmesini bil,

vaktinden önce çiçek açmaz.

Şunu da unutma:

İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.

Ey oğul, işin ağır,

işin çetin, gücün kula bağlı.

Allah yardımcın olsun…

Güçlüsün, kuvvetlisin,

akıllısın, kelamlısın!

Ama; bunları nerede,

nasıl kullanacağını bilmezsen

sabah rüzgarında savrulur gidersin.

Öfken ve nefsin bir olup aklını yener.

Daima sabırlı, sebatlı ve

iradene sahip olasın!

Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi

değildir. Bütün bilinmeyenler,

fethedilmeyenler,

görünmeyenler, ancak sen faziletli ve

ahlaklı olursan gün ışığına çıkacaktır.

Ey oğul! Ananı, atanı say!

Bereket büyüklerle beraberdir.

İnancını kaybedersen,

yeşilken çöllere dönersin.

Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma!

Gördüğünü görme, bildiğini bilme!

Sevildiğin yere sık gidip gelme!

Ey oğul! Üç kişiye acı:

Cahil arasındaki alime,

zenginken fakir düşene ve

hatırlıyken itibarını kaybedene.

Ey oğul! unutma ki,

yüksekte yer tutanlar,

aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklıysan mücadeleden korkma!…

***

*

Cahille dost olma; ilim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez, ÜZÜLÜRSÜN

Açgözlü ile dost olma; İkram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez, ÜZÜLÜRSÜN

Saygısızla dost olma; usül bilmez, adab bilmez, sınır bilmez, ÜZÜLÜRSÜN

Kibirli ile dost olma; hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez, ÜZÜLÜRSÜN

Ukalayla dost olma; çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur, ÜZÜLÜRSÜN

Allah ile dost ol, iki dünyada da bahtiyar olursun.

***

****

BİLGE KAĞAN YASASI:

E N E S K İ  T Ü R K  A N A Y A S A S I; ”TÖRE”

  1. Tengri,(yaratan) tektir.
  2. Her kim ki, Tengri’den kut almak dilerse, başkasına yakarmasın.
  3. Bir İl(Ülke), bir Kağan, bir Tengri..
  4. Bir kına iki kılıç girmez. Bir hatun iki er alamaz ve bir budunda iki töre olmaz. Töre tektir. Töre kesin ve keskindir. Kim ki, töreye uya kutlanır. Kim ki, töreye kıya katlanır..
  5. Kimse töreden üstün değildir. Dirlik ve birlik için töre budur.
  6. Bir çoban sürüsünden, bir er ailesinden, bir Kağan budunundan sorulur.
  7. Her er eşine, atına, pusatına sahip çıkacak.
  8. Ana-babaya ve ataya tazim(saygı) duyulacak.
  9. Hısmına sarılacak, komşusunu gözetecek.
  10. Er kişi yalan söylemeyecek.
  11. Mal çalan, mülk çalan misliyle ödeyecek. Hesabı ya malıyla ya canıyla sorulacak.
  12. Kim ki, bir ırza musallat olursa, canından olacak.
  13. Her kim olursa olsun haksız, aldatıcı iş tutarsa hesabı hemen sorulacak.
  14. Cenkten beri duran ya da kaçan tamuya(cehennem) uçacak.
  15. Aman dileyene kılıç üşürülmeyecek, sığınana arka dönülmeyecek.
  16. Baş kaldıranın başı alınacak, hak isteyenin hakkı verilecek.
  17. Kimse kimseye üstünlük taslamayacak. Ne ak etin karadan, ne karanın kızıldan, ne kızılın sarıdan farkı olmayacak.
  18. Kin ve gururdan uzak olunacak.
  19. Mazluma merhamet, zalime azap duyulacak.
  20. Zayıfa, yaralıya, çocuğa ve kadına el kaldırılmayacak.
  21. Kızı isteyen Kağan da olsa, bey de olsa, kız istediğine verilecek.
  22. Gereksiz yere ağaç kesmeyeceksin, suyu kirletmeyeceksin.
  23. Bilmeyip de bildim demeyeceksin, bilene danışacaksın.
  24. Bugünün işini yarına bırakmayacaksın.
  25. Kusur görmeyecek, kusur aramayacaksın.
  26. Güçlüyken affet, zayıfken sabret.
  27. Yazgına asi olma.
  28. Yaptığın iyiliği unut, yapılan iyiliği unutma.
  29. Herkes adaletle iş görecek.
  30. Her ne edersen et, yargılanacağını her daim akılda tut.
  31. Milletine yaban kalma. İpeğin iyisine, sözün güzeline kanma, onlara boyanma.
  32. Kağan o dur ki, adaleti üstün tutsun, töreyi yaşatsın. Töre yok olursa, İl yok olur. İl olmazsa, budun kul olur.
  33. Ey Türk Oğuz beyleri, ey milletim işitin!
    “Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin İlini ve töreni kim bozabilir?”

(Bilge Kağan Yazıtı – 730 Orhun Irmağı yakınları, Ötügen-Moğolistan)

DENEMELER -4 (AHMET AĞI)

Salı, Haziran 29th, 2010

– Acı, bilinçle doğru orantılıdır.

– Sübjektivizmin varlığı, objektif bir olgudur.

– İnsanlarla arandaki mesafe, seni sırtından vuramayacakları kadar olsun.

– Bugünü yarının provası olarak yaşayanlar, hiçbir zaman bugünü yaşayamazlar.

– Ayıp, yasak, günah üçgeninde yaşayan insan için aşk yok, düş yok, umut yoktur.

“İyi” ya da “kötü” dediğimiz şey, aslında ihtiyaçlar nedeniyle kaçınılmaz olandır.

– Ödül ya da ceza beklemeden, sadece “iyi” olduğu için eylemde bulunan insan, en muteber insandır. “İyi insan”ın ortaya çıkmasıyla, bu insanı hedefleyen ahlak, hukuk ve teolojiye de gerek kalmaz.

– Başkasını oynamak, kendin olmaktan daha zordur.

– Tanrıyı oynayan, herkesi günahkâr görür.

– Tanrı, insanın koyun gibi davranmasını isteseydi, insanı yaratmasına gerek kalmazdı.

– Hayat, bir yönüyle de oyundur. Mesele, senin nasıl oynadığındır.

– Kendi yanlışlarınızı, başkalarının doğruları haline getirmeye çalışmayın.

– Hatanın küçük olması, yolaçacağı zararın da küçük olacağı anlamına gelmez. Çok küçük önlemlerle, çok büyük felaketlerin önüne geçebilirsiniz.

– İnsan, eksiklikler bütünüdür.

– Her öğreti, eksiktir.

– Herşeyin daha kötüsü, duyarlılığını yitirmektir.

– Ne kadar sahipsen, o kadar bekçisin.

– En büyük israf, yetenektir.

– Yaratıcı zeka, zor anlarda ortaya çıkar.

– Doğrular herkesi, yanlışlar ise söyleyeni bağlar.

– “Sonradan görmezlerden” değil, “sonradan görmelerden” sakının!

– Akıllı insan eleştirir, cahil ötekileştirir.

Bilinç, baskıdan doğar.

– Her son, başka bir sonla sonsuzluğa açılır.

– Her özgürlüğü belirleyen bir kader vardır.

Dualite ontolojik değilse, herşey bütünün bir parçasıdır.

– “Vahdet-i vücud”, tanrının “kuantum” halidir.

İnsan, tanrının taklitçisidir.

– Önemli olan seni dünyaya getirmeleri değil, nasıl bir “dünya” verdikleridir.

Bilgelerin ortak özelliği, aynı gerçeği farklı dile getirmeleridir.

– “Aydın insan”, kendi literatürünün karşılığını farklı terminolojilerde de kurabilen kişidir.

– Dev hacimli “küçük eserler”  ile küçük hacimli “dev eser”ler arasındaki fark, “dilin gücü”ndedir.

– Kitaplar doğrularıyla olduğu kadar, yanlışlarıyla da çok daha öğretici olabilir.

– “Kitap okumak” herşey değildir ama hiç okumayan da yozlaşır.

– “Okumak”, sadece iki kapak arasında puntolarla dizilmiş yazıları okumak değil, yazılan herşeyin de kaynağı olan insanı, doğayı, evreni okumaktır.

– Bugün neyi okursanız yarın onu yazarsınız. Neyi ne kadar kadar iyi okursanız – genetik kodlar dahil – o kadar yeniden yazarsınız.

– Olgularla kuşatıldığımız halde, olguların dışında bir anlam aramak boşunadır. “Dil”de olgusaldır ve “olgusal olmayan”ı ifade edemez.

– Ölüm de bir varoluş biçimidir.

– Ölüm bu denli gizemli olmasaydı, hayata bu kadar bağlanmazdık.

– Varolmak, hareket halinde olmaktır.

– “İyi insan”, karşısına çıkan herkese ve herşeye hakettiği değeri veren kendi haddini de bilendir.

– Bir faydan yoksa, zarar da verme!

– İdealleri olmayan bir insan için, hayat alışkanlıklardan ibarettir.

– Kendin olmayı başardığın sürece, başkalarıyla dost olabilirsin.

– Zaman, herşeyin üzerinde bir sarkaçtır.

– Başkasını sevmeyebilirsin ama ne alçaltıcı ne de kötü muamelede bulunamazsın, hatta sesini bile yükseltemezsin.

– Hayatımızın büyük bir kısmı alışkanlıklar ve bağımlılıklardan ibarettir. Kendi fikirlerimiz sandığımız pekçok düşünce de böyledir. Ancak ezberimizi bozan durumlarla karşılaştığımızda önce savunmaya geçer sonra da sorgulamaya başlarız.

../..

Biat kültürüne dayalı cemaatçilik, dinsel muhafazakarlıktan çok siyasal muhafazakarlığın bir sonucudur. Despotik sistemlerde siyasal iktidar, bireylerden kendisine sorgusuzca itaat eden kullar olmasını ister. Tanrının yargılayabilmesi için özgür olması gereken bireyler, dinin siyasallaşması ile iradelerini başkasına devrettikleri kullara dönüşürler.

Bir kum tanesinin dahi sırrı çözülmemişken, herşey ayan beyan ortadaymış gibi birilerine iman edenler, “koyun” olmanın ötesine geçememiş olanlardır.

– İnsanı dünyaya tanrının bıraktığına inanılıyorsa, bu bile orada kalması için değil kendisine gelmesi içindir.

– “Dünya”, insanoğlunun sadece yaşamını idame ettirdiği ya da cezasını çektiği bir “cehennem” değil, “yeni dünyalar” bulması için bir başlangıçtır.

– “Karanlık güçler”, önce “bela” çıkarıyor sonra da “bunu ancak biz çözeriz” diyerek, her daim çaresizliğe karşı yeni bir umut görüntüsüyle ortaya çıkmaktadır. Aldıkları her vekalet, hep daha fazlasını almalarına meşruiyyet sağlarken, pek çok insan da bunlara gönülden inanıp, şükran duygularıyla herşeylerini verecek kadar teslim olmaktadır.

– Zavallı insan (!) günahı içinde kıvranırken, kurtarıcısına karşı sonsuz minnet ve şükran duygularıyla teslim olmuştur…

– Dünyanın “cehennem”, tanrının ise “cezalandırıcı” olması, kendi varoluş nedenleri için oluşturdukları bir mittir. Böylece, “tanrı için işkence” dahi mübah hale gelir. Meşruiyyetini “ilk günah”tan alan tanrı fikri, insanı “kul köle” etmenin en kolay yoludur.

– Tanrı insani kültürün, insan dünyanın, dünya… gerçeğin bir parçası; söylenebilir olan herşey, gerçeğin bir parçasıdır kendisi değil.

– Hiçbir şey gerçeğin ötesine geçemez ve gerçekle kıyaslandığında, “dünyalı tanrılar” bile “cüce” kalır.

Gerçek; herşeyi kuşatan, sonsuz çeşitlilikte, sonsuz biçimlere dönüşebilen ve söylenen herşeyin de fazlasıyla ötesinde olandır.

– Tanrının insanlarla, “antropomorfist” yani “insan biçimci” şekilde iletişim kurması ve bütün kültürlerde benzer söylemlerin görülmesi abes değil, olması gerekendir. Aksi halde iletişim kurulmaz.

Bilmiyorsak her şey mümkündür. Her şey mümkünse kesin ifadelerden kaçınılmalı, “olanaklılık” açısından yaklaşılmalıdır.

-İnsanlar çoğunlukla, “tanrının kavramsal gerçekliği” ile “gerçeğin tanrısallığını” aynı şey sandıklarından başkalarını yargılama hakkını da sadece kendilerinde görüyorlar.

Ateistlerin reddettiği, sonuç itibariyle ifadesini insanda bulan “tanrı” anlayışlarıdır. Yoksa gerçeğin tanrısal niteliklere sahip oluşunu reddetmek için akıl ve izandan yoksun olmak gerekir.

Din, insanın tanımladığı tanrının yaptırım gücüne dayanarak, sosyal hayatı düzenleyen kurallardır. Sonuçta da kültürün bir parçasıdır. Ateizm ise aslında dinin bir reddidir, dinin ortaya koymuş olduğu tanımlanmış tanrının reddidir.

– Aslolan gerçektir. Gerçek, herkesin ve herşeyin bir parçası olduğu halde tamamı hakkında kimsenin de bir şey bilmediği, sürekli keşfettiğimiz ve fakat yorumlarımızın da ötesine geçemediğimizdir.

../..

Eşitlik, eşitler arasındadır. Eşit olmayanları eşitlemeye çalışmak, eşitsizliktir. Böylesi bir eşitlik anlayışı, daha önce sömürülenlerin, sömürüsünü istemektir.

– Hayatımızın çoğu, alışkanlıklar ve bağımlılıklardan ibarettir. Ne kadar müptelaysanız, o kadar “özgür değilsiniz” demektir. Bağımlılık, zihni ele geçirir. En kötüsü de “özgür olduğumuzu” sanmaktır.

– Hayatınızın merkezinde ne/ler varsa, hayatınız da onun etrafında şekillenir.

– İnsan bir on yılda kendisini, bir on yılda ülkesini, bir on yılda da dünyayı değiştirebilir.

– İnsan yaşlandıkça olgunlaşır, toplumlar ise tecrübelerinden yararlandığı ölçüde medenileşir.

*

– Kan dökülmesine en çok karşı çıkan kurumların başında, belki de “dinler” gelir. Ancak, en çok da onlar için kan dökülüyor olması, çözümlenmesi gereken bir paradokstur. 

– İnsan, korkuların en dehşetlisiyle baskılanıyor ve anlamaya çalıştığında da aforoz edilip, işkencenin her türlüsüne maruz kalıyorsa ne böyle bir “din” ne de böyle bir “tanrı inancı” olamaz.

“İnsana acımayan bir tanrı”, tanrı değil olsa olsa insanın insanı köleleştirmesi için yarattığı bir “canavar”dır.

Ortaçağdan kalma ceza ve işkencelerle insanı yakan, öldüren, patlatan bir tanrı inancı ancak “sapkın olanlara” hizmet eder. Maalesef pekçok insan da böyle bir inanca, şöyle ya da böyle hizmet etmektedir. Azgelişmiş toplumlarda kötü niyetli kişilerin, toplumu istedikleri gibi yönlendirmeleri de bir o kadar kolay olmaktadır.

../..

– Herkes kendi çıkarlarını korumayı, “insan hakları” gibi gördüğünden kavga ve savaşların sonu gelmiyor. Oysa insan haklarını korumak, herkesin çıkarınadır. İkisini birbirinden ayırdetmenin yolu ise ‘insan hakları’ eğitimine çocuk yaşta başlanmasıyla mümkündür.

– İki tür alçalmadan daha iyisine şükretmek, sadece çaresizliğin bir ifadesidir.

– Birilerine duvar çektiğinizde, evet onlar içeri giremez ama siz de dışarı çıkamazsınız.

– Sizi rahatsız edecek diye herşeyden uzak durmanın bedeli, sizi mutlu edecek şeylerden de mahrum kalmaktır.

– Toplumların gelişimi; bilgi ve sermaye birikimiyle olur. Bilgi birikiminin temelinde “dogmalar”, sermaye birikiminin temelinde ise “sömürü” vardır. Arzulanan “refah toplumu” için bazı olumsuzlukların göze alınması gerekiyor. Bedel ödeme de ise alt gelir grupları, herzaman en başta gelmektedir.

– Demokrasi geliştikçe, sermaye tabana yayılır.

– Demokrasilerdeki en önemli ekonomik kriterler; yoksulluk sınırının üstünde, tekelleşme sınırınınsa altında kalmaktır.

– Demokrasilerin geliştiği açık toplumlarda devlet, bireylerin hizmetinde olup, kişi hak ve özgürlüklerini kısıtlayan tüm unsurları da ortadan kaldırmakla yükümlüdür. Aynı yapı içinde, kimi kurum ve kuruluşların hoşuna gitmese bile bireylerin seslerini en fazla duyurabildiği sistemdir. Örgütlülük açısından da Sivil Toplum Örgütleri, yönetim süreçlerinin her aşamasında vardır.

Buna karşılık kapalı toplumlarda devlet, bireylerden önce gelir ve idarecilerin gerekli görmesi halinde (devletin ve milletin yüksek menfaatleri icabı!) kişilerin aleyhine temyizi olmayan kararlar alabilir. Devletin, bireylerin üzerinde oluşu ve idarecilerinin de fazladan imtiyaz sahibi olması; totaliter, faşist bir yönetim anlayışıdır.

– Ulaşım ve iletişim arttıkça, küreselleşme de artar.

21. YÜZYILI BELİRLEYEN UNSURLAR:

·Küresel sermaye; artık dünyaya siyasilerden çok küresel sermaye yön vermektedir. Sermaye büyüdükçe, pazarı da o denli belirliyor. Pazar, tüm dünyadır.

·Liberal ekonomi / pazar ekonomisi; girişimcilerin devletden nemalanmasının yerini, herkesin parasını, pazarda rekabet ederek kazanması almıştır.

·Uluslarüstü yapılar; ulus devletlerin yerini ‘AB’ gibi uluslarüstü yapılar almakta ve dünya birliklere doğru gitmektedir. “Birleşmiş Milletler”in daha etkin olduğu, sınırların kalktığı “dünya devleti”ne doğru yol almaktayız.

·  Medya;  iktidarı denetleyen bir güç olarak, basın ne kadar özgürse insanlar da hak ve özgürlüklerden o kadar yararlanıyor demektir.

·İnternet ve sosyal medya; küresel iletişim, dünyada herkesin her şeyden haberdar olmasıyla “dünya kamuoyu” hergeçen gün ağırlığını daha hızlı ve etkin bir biçimde göstermektedir. Herkesin öğrenmek zorunda kaldığı ‘İngilizce’ ise dünya dili olma yolunda hızla ilerlemektedir.

·Çevre; tüm dünyamızdır ve onu dikkate almadan yapılan her şey sonunda bizim varlığımızı da tehdit eder hale gelmektedir (küresel ısınma, iklim değişiklikleri vs.). Uluslar arası çevre örgütleri dünya çapında etkin kuruluşlar haline gelmiştir.

·Sivil Toplum Örgütleri; “özgür birey, örgütlü toplum” anlayışı içinde, STK’ların görüşünü almayan hiçbir yaklaşımın da uygulanma şansı yoktur.

·Demokrasi; daha çok insan yönetim süreçlerinde yer almak istiyor. Demokrasilerin gelişimiyle beraber sistem de “mutlu azınlık” kültüründen, “mutlu çoğunluk” kültürüne doğru gelişmektedir.

·İnsan hakları, temel haklar ve özgürlükler; “insan hakları” bilincinin gelişmesiyle totaliter rejimler tasfiye olurken, demokrasilerin gelişimi yönünde kişi hak ve özgürlükleri de genişlemektedir.

Küresel uygulamalar bizleri, her geçen gün

“dünyanın evimiz, tüm insanlığın da ailemiz” olduğu yönünde evrimleştirmektedir.

Zamanın ruhunu, tarihsel ve toplumsal koşulların değişimini dikkate almayan ideolojik ve dini uygulamalar, bizleri her seferinde özgürlüklerin kısıtlandığı baskıcı yönetimlere götürmektedir.

ANONİM / 1

Çarşamba, Mart 31st, 2010

ÖZLÜ SÖZLER – ANONİM

 

– Yüreğiyle düşünen olmalısın, hayatı anlamlandırmak zor değil, zor olan; “sevmek ve üretmek”.

*

Çok uzun yaşarsan, sevdiklerinin seni birer birer terkettiğini görürsün!

*

 – Çocukların kalplerindeki “tanrı”, onların anneleridir.

*

– Çocuklarla filozoflar, birbirine benzer. Her ikisi de başkalarının ne dediğine bakmadan, direkt “nedir?” diye sorar.

*

Mutluluk isteyenlerin değil, hakedenlerindir.

*

Hayal etmek, bilgiden daha önemlidir. Bugün gerçek olanların hepsi, geçmişte en az bir kere hayal edilmişti.

*

Edebiyat, hayat eleştirisidir.

*

– “İnsan beyni” bizim anlayabileceğimiz kadar basit olsaydı, onu anlayamayacak kadar da “aptal” olmamız gerekirdi.

*

– Küçük beyinler “kişileri”, orta beyinler “olayları”, büyük beyinler de “fikirleri” tartışır.

*

– Kimi adamların “fikirleri” vardır, kimi fikirlerin de “adamları” vardır.

Mazeret terazisinin, tartamayacağı günah yoktur.

*

– “İktidar” “gelin” gibidir, kendine ortak istemez.

*

– Deveye sormuşlar, “inişi mi yoksa yokuşu mu seversin?” diye, o da “düzün suyu mu çıktı” demiş.

*

– Deveye sormuşlar, “boynun niye eğri?” diye, o da “nerem doğru ki?” demiş.

*

– Kurda sormuşlar, “boynun niye kalın?” diye, o da “kendi işimi kendim görürüm de ondan!” demiş.

*

– Gezen kurt, yatan kurttan daha iyidir.

– Kurt kocayınca, itin maskarası olurmuş!

– Ağacı kurt, insanı dert yer.

*

– Kartala, ok değmiş o da kendi teleğinden.

*

– At izi, it izine karışmış.

– Ata et, ite ot verilmez.

– Atın ölümü, arpadan olsun.

– Boş torbaya, kısrak gelmez.

– Dere geçerken, at değiştirilmez.

– Hızlı giden atın boku, seyrek düşer.

– Yumuşak atın, çiftesi pek olur.

*

– İte bak, yattığı yere bak!

– İt ite, it de kuyruğuna buyuruyor.

– Isıracak köpek, dişini göstermez.

*

– İti an, çomağı hazırla!

– İyi adam, lafının üzerine gelirmiş!

*

– Nerde birlik, orda dirlik.

– Nerde çokluk, orda bokluk.

*

– İki çıplak, bir hamama yakışırmış.

– İki gönül bir olunca, samanlık seyran olurmuş.

*

– El elin eşşeğini, türkü çağırarak arar!

 – Eşşeğin sevmediği ot, burnunun dibinde bitermiş!

– Eşşeği seven, ossruğuna katlanır!

 – Eşek ölür semeri kalır, insan ölür eseri kalır.

– Mektep cehaleti alır, merkeplik baki kalır.

– Eşşeğin hatırı yoksa, sahibinin de mi yok?

*

– Bir boklu dana, bütün sürüyü boklamaya yeter.

– El danasından, öküz olmaz.

– Sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa!

*

– Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış!

*

– Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer, kürkçü dükkanıdır.

*

– Yılanın başını, küçükken ezeceksin.

– Bana dokunmayan yılan, bin yaşasın.

*

– Ya bu deveyi güdecen ya da bu diyardan gidecen,

– Deliye laf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur.

– Elalem deliye hasret, biz akıllıya!

*

– Kasap “et” derdinde, koyun “can” derdinde!

– Her koyun, kendi bacağından asılır!

*

Cin olmadan, adam çarpmaya kalkar,

hakım” diyeceği yerde de “bokum” der çıkar.

*

– İşini bilmeyen çavuşlar, sıçar bokunu avuçlar.

*

Naz ile yetişenin, “mihneti” olmaz.

Mihnetin olmadığı yerde, “aşk” olmaz.

*

– Az verme “hırsız” edersin, çok söyleme “arsız edersin.

*

– Balık, baştan kokar.

– İmam “salarsa“, cemaat orta yere yapar.

*

– Kimi insanları tanıdıkça, büyüdüğünü görürsün,

kiminin de tanıdıkça, küçüldüğünü!

*

-Erkeği toklukta, kadını yoklukta, evladını yaşlılıkta, kardeşini mirasta, arkadaşını yolculukta, dostunu zor durumda tanırsın.

*

– Yüz verdik deliye, sıçtı geldi halıya!

– Birine kırk gün deli dersen, deli olurmuş!

*

– Acele giden, ecele gider.

– Acele işe, şeytan karışır.

*

– Kötü örnek, emsal olmaz.

– Teşbihte hata, olmaz.

*

– Sağır duymaz, uydurur.

– Kelin ilacı olsa, önce kendi kafasına sürermiş!

– Kel başa, şimşir tarak.

– “Kel” ölünce “sırma saçlı”, “kör” ölünce “badem gözlü” olur.

– Körle yatan, şaşı kalkar.

– Körler sağırlar, birbirini ağırlar.

 *

– İnsanoğlu çiğ süt emmiş kimse bilmez fendini, her kime iyilik yaptıysan ondan sakın kendini.

*

– Söylesem tesir etmiyor, sussam gönlüm razı gelmiyor…

– Doğruyu söylesem sizden, yalan söylesem Allah’tan korkuyorum, suskunluğum bundandır.

– Kem söz, sahibine aittir.

*

– Akacak kan, damarda durmaz.

– Bükemediğin bileği, öp.

*

– Her dağın, kendine göre “kar”ı vardır.

*

– Dayanma gücü, galip gelme gücüdür.

*

– Bir hayali olmayanın, “ideali” de olmaz.

*

– Benim ağzım sıkıdır, sadece “camiyle kahve”nin ortasında konuşurum!

*

– Ben herkese inanırım, sadece içindeki şeytana güvenmem!

*

– Şerim şerim, üstüne işerim!

*

– Öğrenci hazır olduğunda, hocası ortaya çıkar.

*

– Taşlanacaksam, ilk taşı “günahsız” biri atsın!

*

– Zulme karşı sessiz kalmak, zulümdür.

*

– Ne verirsen elinle, o da gelir seninle.

– Dünya hayatı; “darılma” değil, “dayanma” yeridir.

– Zaman; “hesaplaşma” değil, “helalleşme” zamanıdır.

*

– Dünya malı dünyada kalır, kefenin cebi yok.

*

– Ahlâksızlığın en kötüsü, “ahlâk” haline gelmesidir.

*

– İktidar olma hırsı, maneviyatı öldürür.

*

– Cinayeti işletemiyorlarsa, “şahit” yapıyorlar.

*

– Ne yaparsan yap, haddini bilerek yap ve sen haketmiş olma.

*

Şeytan, ayrıntıda gizlidir.

– Şeytan da kariyerine melek olarak başlamıştı ama şimdi sadece bir iblis.

En yalnız insan, kendisiyle geçinemeyendir.

*

Bilgelik, emekleyerek gelişir.

*

– Afaki meselelerde “sahil” yoktur.

*

– En tehlikeli yalan, içinde bir parça doğru olandır.

-Yalancının mumu, yatsıya kadar yanar.

– Bozacının şahidi, şıracı.

– Ateş olmayan yerden, duman çıkmaz.

– Bilgi kutsal, “yorum” hürdür.

– Güneş, balçıkla sıvanmaz.

*

– Hatırda kalmaz, satırda kalır.

*

– Eden kurtulur, diyen tutulur.

*

– Etme bulursun, inleme ölürsün!

*

– Ne ekersen, onu biçersin.

*

– Hamama giren, terler.

*

– Bir adamı en çok, ya düğünde ya cenazede tanırsın!

* 

– Hayatta en çok neyi istersen, o şey olur.

*

– Olmayacak duaya, “amin” denmez.

*

– Herkes, istediği kadarını alır.

*

– Ehem, mühime tercih edilir.

*

– Herşeyi çözdüğünü sandığın an, yanılırsın.

*

– Sen önünü kış tut, bahar gelirse bahtına.

*

– Olağan olan kazalardır, facialar değil.

*

– Her arayan belki bulamayacak ama bulacak olan, mutlaka arayan olacaktır.

*

– Arayan belasını da bulur, mevlasını da!

*

– Yaşam öyle bir öğretmendir ki; önce sınav yapar sonra ders verir.

*

– İnsanları olaylar değil, olaylara getirdiği yorumlar incitir.

*

İnsan, en gelişmiş ilkel yaratıktır.

*

– Zor oyunu bozar.

İş bilenin, kılıç kuşananın.

*

– En iyi savunma, taarruzdur.

*

– İnsan, kaybedeceği şeylere, fazla bağlanmamalı.

– Yenildiğinde değil, vazgeçtiğinde kaybedersin.

*

– Acı bir son yaşamak, “sonsuz bir acı son” yaşamaktan iyidir.

*

– Uzak olan kardeşten, yakın olan “dost” daha iyidir.

*

– Bir insanın ölümünden daha kötü olan, “iki insanın” ölmesidir.

*

– Fazla merhametten, maraz doğar.

– Merhamet; acımak değil, anlamaktır.

– Dinlemek, sevmektir.

*

–  İnancın, vicdanın kadardır.

*

– İnsanları, vicdanları ile cüzdanları arasına sıkıştırmak zulümdür.

*

– Herkes Hz.Ömer‘in adaletini istiyor ama kimse onun gibi yaşamak istemiyor.

*

– Barışmasını bilmeyen, kavga etmesin.

*

– Gülü seven, dikenine katlanır.

*

Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz.

*

Ahlâk; daha çok orta sınıfın uyduğu, çok zengin ve çok yoksulların ise bazen uydukları kurallardır.

*

– Azgelişmiş, yoksul ve yoksun bırakılmış toplumların da kendine özgü bir faşizmi vardır.

*

– Herkes, yargı bağımsız” olsun diyor ama kimse “tarafsız” olmasını istemiyor.

*

– Eğer bir “cezaevi” varsa, içinde kim olduğunun bir önemi yoktur.

*

Masumiyet yargılanamaz.

*

Doktor hata yaparsa bir kişi, hukukçu hata yaparsa herkes zarar görür.

*

– Terzinin hatasını ütü, ahçının hatasını maydonoz, doktorun hatasını ise toprak örter.

*

– Korkaklar hergün, cesurlar bir kere ölür.

*

Korkularımız, arzularımızdır.

*

– Korkunun ecele faydası yok.

*

Korkak insan; konuşması gereken yerde susan, susması gereken yerde de konuşandır.

*

İhtiyaç, korkakları cesaretlendirir.

*

– Dilde bir ejderha gizlidir, kan dökmeden öldürür.

*

– Zihnimin kapıları açıldıkça, yalnızlığım artıyor.

*

– Söyleme sırrını dostuna, o da gider söyler dostuna.

*

– Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!

*

– Nasıl yaşarsan, öyle de ölürsün!

*

– Hayat, kurallarını tanrının koyduğu bir oyundur!

*

– Tanrı akıllıları kendine dost, aptalları ise kul olarak yaratmıştır!

*

Olaylar insanların dışında gelişir, insanlar sadece olaylar karşısında verdiği tepkilerden sorumludur.

*

Tanrı düşüncesi, ilkel toplumlarda bilgeliği temsil eder.

*

– Şeyh uçmaz, mürid uçurur.

*

– “Ama”dan önceki herşey ya önemsizdir ya da yalandır.

*

– Bir memleketin sonunu hazırlayan, kabiliyetsiz muktedirler ile kifayetsiz muhterislerdir.

*

Diktatörlerden en büyük zararı; onu sevenler, ona ençok destek verenler görür.

*

– Aptallar söylediklerine, akıllılar söylemediklerine pişman olur.

*

Akılsız dostun olacağına, akıllı düşmanın olsun daha iyi!

*

– Davacının akılsızı, mübaşire anlatır derdini.

*

– Zekâsını farkeden için en büyük zaaf, şımarmasıdır.

*

– Biz kuşbakışı diyoruz, o kuş gözüyle görmeye çalışıyor!

*

İyimserler her felaketi bir “fırsat”, kötümserlerse her fırsatı bir “felaket” olarak görürler.

*

– Ne kadar geriye bakabilirseniz, o kadar ileriyi görebilirsiniz.

*

Ekonomi, iktisatçılara bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir.

*

– Onlar paralarını, ben anılarımı biriktirdim.

*

Az para dövüştürür, çok para seviştirir.

*

Tecrübe, yediğin kazıkların toplamıdır!

*

– Aklına satmayı koyanlar, alıncaya kadar ya ürünü değiştiriyor ya bizi.

*

Sabır acıdır, meyvası tatlıdır.

*

Beklemek, kavuşmaktan iyidir.

*

Vuslat ertelendikçe, şehvet artar.

*

Umut ertelendikçe, yerini işkenceye bırakır.

*

Nostaljinin fazlası, gelecekten kopmadır.

*

Karakter olduğun, itibar sandığın şeydir.

*

Dahilik ile delilik komşudur.

*

– Elinde çekiç olan, her şeyi çivi zannediyor.

*

– Gecenin en karanlık olduğu an, sabaha en yakın olduğu zamandır.

*

HUKUK FELSEFESİ

Cuma, Ağustos 21st, 2009

 

 

 Hukuk tarihi; tarihçi adeta hukuk tarihinin fotoğrafını çeker, değer yargısından, genellemelerden kaçınır. Ayrıca değerlendirme de yapmaz.

 Hukuk sosyolojisi; sosyo-hukuki olaylar arasında neden sonuç ilişkisi kurulur, genelleme yapılır ancak değerlendirme yapılmaz.

 Hukuk felsefesi; teorik felsefe çalışmalarının çağımızda çoğunlukla bilgi teorisi sorunlarına yönelme eğilimi gösterdiği söylenebilir. Pratik felsefe ise, insan davranışlarının incelenmesi ve değerlendirilmesi, geniş anlamda etik sorunuyla ilgili bulunmaktadır.

 Hukuk felsefesi de etkin bir bölüm olarak pratik felsefe disiplinleri arasında yer almaktadır. Dogmatik hukuk incelemelerinden ayrı olarak hukukun bütünsel bir açıdan incelemek amacını güden çalışmalar; hukuk felsefesi başlığı altında toplanmaktadır.

 

 Hukuk felsefesinin öncelik taşıyan üç temel sorunu:

1-Hukuk kavramının anımı; ‘hukuk nedir?’.

2-Hukuki düşünme ve anlama metotlarının analizi.

3-Hukuğun değerlendirilmesi, adalet ilkesine göre; ‘adil hukuk nedir?’.

 

 Hukukun amacı; eşitliği, adaleti yani kamu düzenini sağlamaktır.

 Hukuk dogmatiği / Hukuk ilmi; gerçekte varolan kuralları, kararları, eylemleri araştırır. Hukuğun normları onun araştırma konusudur.

 Hukuk dogmatiği, gerçekleşen ve gerçekleşmeyen hukuk uyuşmazlıklarında gerçek hukukun ne olduğu sorusuna cevap arar. Hukuk dogmatiği, her uyşmazlıkta doğru veya yanlış haklı veya haksız sorusuna bir cevap bulmak zorundadır. Bu anlamda hukuk dogmatiği; değerlendirme yapan bir bilimdir. Değerlendirmeleri onun gerçeklik postülatları ile bağlıdır.

 Hukuk dogmatiği, uyuşmazlıkları çözümlerken tümdengelim metoduna başvurmak ve belirli davranış yönlerini göstermek durumundadır. Bu hukuğa göre hukuk; normatif bir bilimdir.

 Hukuk dogmatiği, tabiat bilimleri veya realitenin sosyolojik araştırması gibi insana derin bir anlayışa kavuşma imkanı vermemektedir.

 Felsefe alanında, varlığın mahiyeti hakkında derin bir anlayışa kavuşmak imkanı bulunduğu halde hukuk dogmatiğinde bundan sözedilemeyeceği açıktır. Ancak hukuk dogmatiği olmaksızın hukuk hayatını kavramamız da imkansızdır.

 Bu hukuğun amacı, bir kurallar veya fikirler sistemine ulaşmaktır.

 

 Ahlak ve Hukuk Ayrımı:

 

1-Ahlak kurallarının önemlerini yitirip uygulanmamaları ya da değişmeleri sosyal süreç içinde ağır ağır gerçekleşmesine karşılık hukuk alanındaki kurallar hiç de böyle yavaş değişmez.

2-Hukuk, bir davranışın, kişinin dışındaki sonuçlarına birinci dereceden önem verir. Ahlak da ise kişinin iç niyeti, onu etkileyen iç faktörler daha önemlidir. Ancak hukukun da bu iç faktörleri hiç göz önün de tutmadığı söylenemez.

3-Hukuk normları, devlet ototritesi tarafından teşkilatlı ve düzenli bir biçimde güvence altına alınmıştır. Oysa ahlak böyle bir güvenceden yoksundur.

4-Ahlakın hem olumlu hem de olumsuz içerikli emirleri belirlediği söylenebilir. Hukuk alanında ise böyle bir ayrım yapmaya imkan yoktur.

 

 *Hukuk kurallarına, ahlaki değerler yansır.

 *Özellikle inanç konusunda hukuki ve ahlaki değerler çatışabilir. Bu çatışmada öncelik devlet hukukuna verilir. Ahlaki değerler, inançlar nazari itibara alınmazlar.

 

 TABİİ / DOĞAL HUKUK:

 

 İnsan – toplum ilişkisinde ele alınan bir süreçtir. 19. Yüzyılın ortalarına kadar gelen 25 yüzyıllık bir maziye sahiptir.

 Sokrates, Platon, Aristoteles, Stoacılar, Seneca, Cicero, Augustinus, Rousseau, Hobbes, Locke, Kant, Hegel…hepsi tabii hukuk içinde yer alırlar.

 Bu hukukçular monarşiyi yıkmak için ‘sosyal sözleşme’ teorisini savunmuşlardır. Sosyal sözleşmeye dayalı olarak egemenliğin halka geçmesi. Bu hukuk genelde milli egemenliğin savunulmasında etkili olmuştur.

 Tabii hukuk; insan hakları, eşitlik, hürriyet kavramları üzerinde duran bir hukuktur.

 

 POZİTİF HUKUK:

 

 Olan hukuk, yürürlükte olan hukuk. Tabii hukuk ise olması gereken hukuktur. Bu yönüyle pozitif hukuk için bir kriterdir.

 

 Hukuk, doğa bilimi anlamında bir bilim değildir. Bazılarına göre hukuk, bazı problemlere çözüm getiren bir tekniktir. Mahkemeler de labaratuarıdır.

 

 Hukukun geçerliliği şu üç ilkeye dayanmaktadır:

 

 1-Geçmiş kanunun yürümezliği.

 2-Kanunu bilmek zorunluluğu; kanunu bilmemek mazeret değildir.

 3-Hakim kanuna uygun / doğru karar vermelidir.

 

 Hukuki muhakemede üç ilke rol oynar:

 

1.Öncelik; çoğunu yapmaya hakkı olan azını da yapabilir.

2.Kıyas; bir hukuk kuralı benzer olayları da kapsıyarak büyütülür.

3.Aksi ile kanıt; sadece olayla ilgili kuralı uygulama.

 

 Alman Tarihçi Hukuk Okulu:

 

 Tabii hukuku reddediyorlar. Çünkü bunlara göre hukuk, insan aklının bir ürünü değildir. Hukuk masa başında yapılmaz. Hukuğu yaratan halktır. Daha sonra ortaya çıkan hukukçular snıfı bu hukuku inceler. Bunlara göre hukuk, ulusal gelişmenin bir sonucudur.

 

 Hugo Grotius’a göre sosyal sözleşme bir tarihsel gerçekliktir.

 

    Hugo Grotius’un Hukuka Getirdiği Yenilikler:

 

 1-Açık denizler serbest olsun; misal, Hollanda gemileri açık denizde serbestçe dolaşsın. Buna karşılık İngilizler ise, karasuları nasıl bir devletin egemenliği altında olabiliyorsa, açık denizler de bir devletin egemenliği altında olabilir. Yani açık denizleri ben korumazsam korsanlar istila eder, diyor.

 2.Katkısı, devletler hukukudur. Bir ülkenin diğer ülkelerdeki elçilikleri, o ülkenin uzantısıdır.

 3-Savaş esirlerine rütbelerine göre muamele edilmelidir.

 

 Locke, Hume ve Rousseau’ya göre ise sosyal sözleşme bir varsayımdır. Varsayım olması daha çok işe geliyor.

 Hobbes; diktatöryanın, Locke; demekrasinin savunucusu.

 Locke, çoğulcu demokratik Batı düşüncesini en çok etkilemiş olan düşünürdür.

 

Rousseau’ya göre insan doğuştan hürdür. İnsanın hem toplum içinde yaşaması hem de hür olması, insanların oy birliği ile toplum sözleşmesine karar vermesiyle olur. Rousseau buna özgür irade diyor. Bu irade anayasaya, milli irade olarak girmiştir. Ona göre milli irade, kesinlikle yanılmaz. Oy birliği derken çoğunluğu kasteder.

 

 Kant:

 Onun hukuk teorisi, ahlak teorisinin bir devamıdır. Ona göre bir kişinin özgürlüğü başka birinin özgürlüğünün başladığı yerde biter.

 Devletin sadece negatif ödevleri olmalıdır. Yani devlet insanlara yapılmaması gerekenleri söyleyecek, bunundışında ne yapacağını söylemeyecek.

 Ayrıca ihtilal hakkını reddeder. Vatndaşın ancak şikayet etme hakkı vardır, der.

 Temel amacı; cumhuriyetçilik.

 

Jhering; hukuk, çıkarların sözkonusu olduğu bir arenadır.

 

 

Alf Ross; hukuk satranç oyununa benzer.

 

Kelsen; hukukla devlet aynı şeydir. Aynı zamanda ortaya çıkmışlardır. Kendi hukuk teorisine; ‘Saf Hukuk Teorisi’ demesinin nedeni:

1-Değerlerin hukukun dışında tutulması.

2-Materyali dışarıda tutması.

3-Tamamiyle şekli, biçimsel bir hukuktan yana olması. Hukuk şekli hükümdür.

 Örnek; “18 yaşını dolduran herkes reşittir”, bunu şekli hükme çevirisi; “18 yaşını doldurmuşsa reşittir”.

 

 Hukuki Pozitivizm; adalet konusunu tartışmayı uygun görmez. Onlara göre iki hukukçuyu aynı tanımda birleştiremezsiniz. Olan hukuğa, şekli hukuğa ağırlık verirler.

 İngiliz hukuki pozitivizmi; toplumu yönetenlerin iradesi hukuku yapar.

 Alman hukuki pozitivizmi; Kant ve Hegel, bu pozitivizmi etkileyen en önemli iki düşünür.

 

 J.Bentham:

 

İtulutarizmin (faydacılığın) kurucusu. İngiliz, laik bir faydacı.

 Ona göre, önemli olan hazların niteliğidir. Biz zihnimizde bu hazları nicelik bakımından tartarız. Hangisi ağır basarsa o yanda karar veririz.

 İnsan haz peşinde koşar, elem veren şeylerden kaçar.

 Bentham’a göre hukuğun amacı, en çok sayıda insanın, en büyük mutluluğunu sağlamaktır.

 Eşitliği, haz ve eleme dayandırır. Ona göre hukuğun yaptırımı, cezadır. Hukuk, ceza ile amacına ulaşır, nadiren de mükafatla da amacına ulaştığı olur.

 

 Bentham ve J.S.Mill:

 

 1-Bentham güvenliğin esas olduğunu, hürrİyetin ancak güvenlik sayesinde gerçekleştirilebileceğini savunduğu halde, Mill; hürriyetin hem fert hem de toplum için vazgeçilmez bir mutluluk aracı olduğunu belirtmektedir.

 2-Her ikisi de hazza erişmenin, bütün insan davranışlarının amacı olduğunu kabul etmektedir. Bunun gözlem sonucunda anlaşılabileceğini savunurlar.

 3-Bentham, hazların nitelik bakımında birbirinden ayrılmasına imkan olmadığı düşüncesindedir. Mill ise, hazların nitelik bakımından ayrıma tabi tutulabileceklerine ve ruhsal hazların bedeni hazlardan daha etkin olduğuna inanmaktadır.

 4-Bentham özgeciliği, aslında büyük bir menfaat uğruna daha küçük olandan vazgeçme olduğuna inanıyor. Mill ise, ferdi menfaatlerden, başkalarının menfaati için vazgeçmeyi özgecilik olarak görüyor. Özgeci hareketlerin gerçek nedenini, toplumun ve insanlığın faydasını gözetmenin doğurduğu büyük hazla açıklıyor.

                                                      ./.

 

 “Hak, çıkarın bir görüntüsü, adalet ise hakkın görüntüsüdür. Adaletle ilgili meseleler de işin aslı çıkar meselesidir. Çıkar, adalet kavramı altında kamufle edilir” .

    ADNAN GÜRİZ

19.YY-HEGEL

Çarşamba, Haziran 3rd, 2009

 G.W.FRİEDRİCH HEGEL( 1770-1831 ):

 ‘Mutlak olanı düşünmek için, mutlak olandan işe başlamak gerekir’. İşte bunun içinde Hegel, kendini mutlak olarak ortaya koyuyor.

 Ona göre felsefenin görevi; bütünü kavramaktır, bu da bütünü kavram düzeyine çıkarmaktır. Hegel’e göre düşünmek, varlığın somut sorularından fışkıran capcanlı bir felsefe yapmaktır. Çıkış noktası; Kant ile hesaplaşmak.

 Hegel’in hayatı boyunca yaptığı; düşünen bilgiyi ortaya koymak. Canlı bir felsefe yapmaktır. Bu düşüncesini sistemleştirerek Batının en büyük metafizik sistemini oluşturur.

 Kant’ta nesnenin kuruluşu, anlama yetisinin kategorileri ile oluşuyordu. Nesnenin formları, benin kendi kendisine olan etkinliğine bırakılmıştır.

 Hegel, bilginin oluşumu hakkında Kant’ın düşüncelerini kabul eder ancak aklın, kendi yapısından ötürü nesnelerden bağımsız olduğunu söyler.

 Aklın nesnelerden bağımsız olması, bundan sonra felsefenin ilkesi olacaktır.

 Sensualistlerin sandığı gibi duyuların verdiğini aklın işlemesiyle nesnenin belirlenimi olamaz. Akıl, kendi yapısından dolayı bağımsız olarak, nesnelerin belirlenimini sağlar.

 Hegel, hem öznel hem de nesnel idealizmleri reddeder. Çünkü; nesnel idealizmde, nesnelerin beni sınırlaması, öznel idealizm de ise benin nesneleri sınırlaması sözkonusu.

 Dünya geistı, düşündüğünü yaratan geist. Düşünme, varlığı düşünüyor ve düşündüğü yerde de hakikat oluyor.

 Hegel, iki idealizmi reddedince geriye mutlak idealizm kalıyor. Hegel’de düşünen aslında geist. Varlık ise geistın düşünmesiyle kavradığı şey. Yani tek tek şeylerin kavram düzeyine yükselmesi. Geistın düşündüğü şeyi kavraması-işte varlığın bu şekilde düşünülmesi hakikattir. Etkinlik, her şey de geistın etkinliği.

 Hegel’e göre aslında filozofun içinde felsefe yapan mutlak geist. Mutlak geist, kendisinden pay alan insan geistı aracılığıyla düşünür ve konuşur.

 Mutlak düşünme, sürekli özne ve nesneyi bir tutarak kavramadır. Mutlak geistın düşünmesini, mutlak idealizmde gerçekleştirecek olan yine kendisidir. Böylece Hegel kendisini ‘dünya geistı’ olarak görür. Son derece spekülatif düşünce.

 Schelling ve Fıchte, mutlak geistı kendi karşılarına koyup onun hakkında spekülatif düşünüşlere gidiyorlardı.

 Oysa Hegel, ‘mutlak geist benim içimde, benim düşünmem zaten mutlak geistın düşünmesidir’ diyor.

 Hegel, Fıchte için ‘‘Schelling’den daha ileriydi ama o da gelip nesneye takılmıştır’’ der. Bu nedenle Fıchte’yi sadece öznelci olması nedeniyle reddeder.

 Hegel’de mutlak olanın kendisini bulması için, oluşa ve gelişime muhtaç olması en önemli düşünce.

 Hakikat, bütün olandır, bütün varlıktır. Bütün olan ise ancak gelişimini kendisiyle tamamlayan varlıktır.

 Hegel, Fıchte’nin diyalektiğini yeniden ele alır. Bu diyalektikle kavram, hareket eden kavram haline gelir. Burdaki kavramlar Schelling’deki gibi içi boş kavramlar değil. Hegel diyalektiği; kavramlar, ide ve geisttan başka bir şey değildir. Yani Hegel diyalektiği; organik/canlı bir diyalektiktir. Mutlak geist canlı olduğuna göre, düşünmede kendini canlı olarak ortaya koymalıdır.

 Diyalektik düşünce kendini geliştiren ve yeniden kendine dönen düşüncedir. Hegel düşüncesinin bütün ruhu burada yatar. Onun amacı bütünü kavrayıp ortaya koymaktır.

 Schellig’de diyalektik olmadığı için özdeş olanın kendini nasıl ortaya koyduğu açıklanamıyordu.

 Hegel’de mutlak olan nedir?

 Mutlak olan/mutlak yaşam ; tüm gerçekiliğin  temeli, kökenidir. Tüm gerçekliğe bu temelden bakmak ona metafizik bir karakter kazandırıyor.

 Ona göre artık felsefenin, bilimlerin bilimi olma zamanı gelmiştir. Felsefenin görevi; tüm gerçekliğe temelinde olanla, mutlak olanla bakmaktır.

 Tek yaşam pek çok yaşamlara dağılmıştır. Tek olan çokluk içinde görülmektedir. Tek olan, kendi içinde bölünmüş çokluk olarak bize görünüyor. Bu bölünme zorunludur. Mutlak yaşam sürekli bir yabancılaşma ve uzlaşma içindedir. Hegel, doğaya/yaşama yaratıcılığından dolayı tanrısal olan diyecektir. Mutlak yaşam; sürekli yeniden oluş, çeşitlilik ve yaratmadır.

 Felsefenin görevi; başından beri tanrıyı felsefenin doruğuna koymaktır. Felsefenin objesi, tanrı ve tanrının açığa çıkması olacaktır. Hegel’in tanrısal olandan anladığı ise ‘geist’tır.

 Mutlak olan-mutlak yaşam-tanrı-geist.

 Hegel’in insan geistı ile hristiyanlıktaki en asil yaratık olan insan geistı aynıdır.

 Tanrı mutlak geisttır. Eğer tanrı, geist ise ve dünya onun kendisini ortaya koyması ise dünyanın özünde bir geist varlığı görmemiz gerekmez mi?

 Dünyada gördüğümüz her şey aslında geisttır. Madde dememizin nedeni bizim bakış açımızın darlığı ve sınırlı olmasıdır.

 Dünyadaki oluş aslında geistın kendi kendisini ortaya koymasından başka bir şey değil. Şeylerin arkasındaki özü ancak felsefe yapmakla görebiliriz. Gerçek olan sadece geisttır. Yapılacak olan hakikati sormaktır.

 Eğer sadece geist gerçekse, tanrı kendini nasıl oluyor da doğa ve insan geistı olarak ortaya koyuyor?

 Tanrı, kendi kendini bölüyorsa, kendi kendinin bilincine ulaşmak, uzlaşmak için. Tanrı, tanrı olduğunun farkına varmak için.

 Acaba tanrı kendi kendisini nasıl ortaya koyacak? Burada Hegel, tanrının en halis geistı olan insandan yola çıkar. ‘Önce insan geistını anlamamız gerekir’ der.

 Geistın gelişimi; a)kendi dışına çıkma, b)kendini bölüp parçalama, c) ve yeniden kendine dönmektir.

 İnsan geistının gelişimi:

1-Geistın hayal kurduğu, uyuduğu evre; insanın henüz kendisi hakkında sağlam bir bilgisi olmadığı safha. Bu safha; tez aşamasıdır. Ancak geistın kendi bilincine ulaşması için, hayal kurduğu evreden uyanması gerekir. İşte bu 2- Basamaktır; geist uyanır ve kendini yavaş yavaş keşfetmeye başlar. Ancak bu keşfetmede garip bir şey olur; geist kendine bakar ama yabancı görür. Ve sorar; ‘bu ben miyim?’ işte bu insanın kendi kendisine yabancılaşması. Ben kendini parçalar böler. Burada ben, kendi bilincini aramak çabasındadır. Hegel bu safhaya; antitez der. Ben, kendini ararken kendine yabancı düşüyor.

3-Safhada insan, özgürlük bilincine erişmek için ‘bakan ve bakılan benim’ der. Böylece yabancılaşan insan geistı, kendiyle uzlaşır. Hegel, bu aşamaya da sentez der.

 Hegel, insan geistı kendilik bilincine varan bir geist olduğu için insanla başlar ve insanın gelişimini, mutlak geistın kendini ortaya koymasına uygular.

 Mutlak geist kendilik biliçtir. Onun bu bilince ulaşması ise diyalektik bir gidiştir. Hegel, tanrının da bir iç oluşu vardır, der. Tanrı oluş halinde, bu oluş da insana ihtiyaç duyuyor. Tanrı sürekli mükemmelliğe ulaşma / kendilik bilincine ulaşma içinde hareket ediyor.  Tanrı mükemmelliğini dünya tarihinde bulacaktır. Dünya tarihini de yapan; insan ve doğadır.

 Diyalektik gidiş nedir?

 Tanrı, kendilik bilincine erişmek için önce kendini bilmediği safhadan uyanır ve sonra kendine yabancılaşır. En üst aşamada da kendilik bilincine ulaşır.

 Kendine yabancılaşan tanrı, kendini;  doğa ve insan geistı olarak ikiye böler.

 İşte bakan; insan geistı, bakılan ise doğadır. İnsan ve doğa tanrının görünümünden başka bir şey değildir. İnsanın baktığı doğa, tanrının doğasıdır.

 İnsan+doğa=dünya=Tanrı

 İnsan geistı, tanrının kişi olmuş geistıdır. Dünyayı bilen insan geistı. İnsan tanrının içinde bakandır, doğa ise onun içinde bakılan. Gördüğümüz her şey hakikatte tanrının kendisidir. Antitez aşamasında ‘bu ben miyim?’ diye soran tanrı görür ki; bakan da bakılan da kendisi. Böylece tanrı parçalanmışlıktan kurtulur ve yeniden kendisi olur.

 Tanrı, kendi bilincine ulaşmak için dünya olmayı ve kendine yabancılaşmayı göze aldı. Sonunda tanrı kendine yabancılaşmaktan kurtulup, oluşumunu tamamlayacaktır.

 Mutlak olan tanrı, neden insan ve doğa olmak zorunda? Çünkü; bu tanrının kendilik bilincine ulaşmak için zorunlu bir yoldur.

 Mutlak geistı önce insan geistı ile açıklamasının nedeni; insan en yüksek geist varlığı. Daha sonra Hegel, insanın kendi bilincine erişmesini, tanrının kendi bilincine erişmesiyle paralel olarak açıklar. Dünyadaki tüm oluş, tanrının kendilik bilincine ulaşması sürecidir.

 Tanrının kendine yabancılaşması ‘bu ben miyim?’ diye sorması aslında dünya olmasıdır. İnsan tanrının bakan, bilen yanı olarak doğayı kavramaya çalışması aslında kendini bilmesi, tanıması demek.

 Son tahlilde tanrı, insan geistı sayesinde dünyadaki parçalanmışlığından kurtulacaktır. Zıtların birliği sağlanacaktır.

 

Oluş ve diyalektik hakkındaki görüşleri:

Hegel’de diyalektik ne felsefi bir yöntem ne de bir görüştür. Diyalektik, kendi hareketinde bulduğu yaratıcılıktır. Felsefenin görevi; sadece diyalektiği takip etmek değil onu bilinç düzeyine çıkarmaktır. İnsan bilincinin nesneye yönelmesi ve onu bilinç düzeyine çıkarmasıdır. Nesnenin oluş içindeki hareketini kavramaktır. Hegel buna nesneye kendini vermek diyor. Diyalektik de budur.

 İki türlü diyalektik vardır:

1-Nesnenin oluş içindeki hareketi

2-Nesnenin hareketini kavrama yetkinliğinde olanın yapısı da diyalektik.

 En doğru ifadesiyle diyalektik; kavramın hareketidir. Düşünce şeyin etrafında dolanır ona çeşitli yerlerinden bakar ve onda yeni olanı görür. O şey için belirlenmiş biçim değişir, yeni bir hal alır. Bu hal akıcı bir haldir.

 Diyalektik, sadece kavranmakta olan nesnenin hareketi değil; düşünceyle oluşun yan yana gitmesidir. Düşünce ancak hareket halindeyken anlaşılacaktır. Diyalektik her şeyi kavrıyor, kendi kendini değil. Diyalektik, zıtlıkları görmek için sürekli hareket halinde olmaktır. Hegel’de diyalektik, Kant’taki gibi bir çıkarım ürünü değildir. Diyalektik, nesnenin çok yönlü yapısı boyunca hareket etmektir.

Diyalektik hareketliliğin iç dinamiğini oluşturan ilke nedir?

Bu ilke çelişme ilkesidir. Bu çelişme içeriğin yok edilmesi değil, ortadan kaldırılmasıdır. Ortadan kaldırılan bir hiç haline gelmez. Çünkü hiçlik aslında dolaysız olandır. Oysa ortadan kaldırılan dolaylı olandır. Ortadan kaldırılan aynı zamanda korunandır. Bu nedenle de yok olmaz.

 Tez, antitezde korunuyorsa, bu koruma kendi içindeki çelişme sayesinde ilerleyip bir üst düzeye ilerleyecek ve kendini yeni bir biçimde sentezde gösterecektir. Ancak geriye dönüş sözkonusu değildir. Sentezdeki tez, tamamen eski tez değildir. Bu basamakta korunan yeniden ilk basamaktaki rolü üstlenecektir. Bütün gelişmeye ve ilerlemeye güç veren, negatif olandır.

 Negatif olan pozitif olanla üst düzeyde yeniden bir araya gelir e negatif olan, pozitif hale gelir. Mutlak geistın, kendini bulduğu yerde yeniden pozitif olmak zorunda yoksa diyalektik kendi içinde kendi tutarlılığını yitirir.

 Negatif nasıl pozitif olur? Aslında ortadan kalkan dolaysız olandır. Ortadan kalkan özellikler, nesne ya da kavram içine itilirler. Ve negatif olanın gücüyle yeniden ortaya çıkıp, bir üst düzeyde kendilerini gösterirler.

 Negatif olanın gücü, pozitif olanı ortaya çıkarmasında yatar.

 Çelişki, diyalektiğin formel yasasıdır ve biz sadece onun bu formel yanını kavrayabiliriz.

 Hegel, diyalektiğinin özü; mutlak geistın kendi kendini ortaya koyması anlamındadır. M.geist bunu insan geistı ile yapıyor. Bunun içinde insan geistının, dünya geistı olması gerekiyor. Bunu da Hegel, kendisi üstleniyor. Yani mutlak geist, insan geistı ile düşünüyor.

 Hegel’de diyalektik öyle bir düşünme ki; bu düşünme nesneler arasındaki ilişkileri kavramak demektir.

 Hegel’in amacı; bütün olanı bir tek noktadan –m.geisttan- çıkarak kavramak, kavram düzeyine çıkarmak. Kavranan, ilişkiler bütünü. Kavrayan, bilen aslında bir özne değil, kendi kendini gerçekleştirmekte olan mutlak geist.

 Diyalektik, nesneler arasındaki karşıtlıkta değil, düşünmenin yapısında var. düşünme kendi yapısını tecrübe ediyor. Kavramları terk etmek, yeniden üretmek, böylece akıcılığı kavramak.

 Çelişki, diyalektik düşünen için var. Ve bu çelişki aslında bir ortadan kaldırmadan ibaret. Çelişki; hareketliliğin, sürekliliğin ilkesi.

 Diyalektik, mutlak olanın kendi bilincine ulaşmak için katettiği bir süreç. Hegel, tanrının oluşumunu kavramak çabasında bunu da diyalektikle kavramaya çalışıyor. Diyalektiği ancak tanrı düşündüğünde düşünebiliriz.

 Hegel, ideden ne anlıyor?

 Onun ideden ne anladığını, geisttan anladığından ayırmanın pek imkanı yoktur. Geistın kendi içinde ya da dışında olması, bir üst düzeyde yeniden oluşması geistın ideleşmesidir.

 İde; kendi kendini gerçekleştiren kavramdır.

 İde; kendinde ve kendisi için hakiki olandır. Hem gerçek hem kavramdır. Hareket halindeki süreçtir, yaşamdır. Hem bu sürecin tamamlanması hem de sürecin kendisidir. Varılmak istenen amaçtır. Özne ile nesnenin özdeşliğidir. Kendinde olanla, kendisi için olanın çakışmasıdır. Geistın hareketliliğinde hem bu hareketlilik süreci hem de kendini doğa olarak ortaya koyması.

HEGEL’İN SİSTEMİ:

 Diyalektik şekilde oluşan sistemi 3 basamak halindedir.

 1-mantık, 2-Doğa felsefesi, 3-Geist felsefesi

 Mantık(logik); geistın kendinde ve kendisi için olduğu evredir.

Doğa felsefesi; geistın kendine yabancılaşması.

Geist felsefesi; idenin kendi içinde, kendine dönük olması.

 Mantık içinde; düşünceler, bilme etkinliği ve bilmenin mutlak etkinliği ortaya koyuluyor. Mantık; geistın kendi özünün kendi içinde olduğu evredir. Mantığın konusu; mutlak geistın doğayı ve insan geistının  yaratmadığı, kendini parçalamadığı uyuduğu evredir.

Hegel mantığı 3 evreye ayırır:

1-Varlık mantığı; konuları, nitelik- nicelik gibi ölçü cinsinden kavramlar.

2-Öz mantığı; konusu, öz ve gerçeklik.

3-Kavram mantığı; konuları, öznel kavram, nesne ve idedir.

 Hegel, varlık ve öz mantığını bir arada görüp, ikisine de ‘Objektif mantık’ der.

Kavram mantığına da ‘Sübjektif mantık’ der

Objektif mantık; bütün batı felsefesinin özelliklerini içerir yani Kant’taki ideler.

 Hegel, doğa felsefesini de 3’e ayırır:

1-Mekanik; zaman, mekan, ağırlık, kütle vs. bunların hepsi burada inceleniyor.

2-Fizik; ısı, kimyevi süreçler adhezyon, kohezyon gibi fiziğin temel konuları da burada inceleniyor.

3-Organik; burada da bitki ile hayvan incelemeleri var.

Görüldüğü gibi Hegel, bütünü kavrama çabası içinde.

  Geist felsefesinde tanrı yeniden kendini buluyor ve bu felsefe de 3’e ayrılır:

1-Sübjektif geist; konuları, Antropoloji, Fenomenoloji ve Psikoloji.

Antropolojide ele alınan konular; ırk, millet, yaşam biçimi, cinsiyet, yaş vs.

Fenomenoloji; denge, bilinç, anlama, akıl, us vs.

Psikolojinin konuları ise; zeka ve isteme.

2-Objektif geist; üç temel konusu; Hukuk, Moralite ve Ahlak.

Hukuk; genel ve herkes için geçerli olanın incelenmesi.

Moralite; tek olanın kendi iradesi ile karar verebilmesi.

Ahlak; hukuğun yıkılıp, en üst düzeye ulaşacağı safhadır. Hegel’in; devlet, hukuk ve özgürlük felsefesi buraya girer.

Özgürlük yine üç adımda:

a)Hür isteme

b)Keyfiyet

c)Genel, ideal ve doğru olanın istenmesi; bu dünya geistının özgürlüğü.

Hukuku felsefesi de yine üç adımda:

a)Aile

b)Burjuva toplumu

c)Devlet; tek olanı ezmiyor, ona özgürlüğünü sağlayan ve tek olana bütünün düzenini de bozmasına izin vermiyor. Böylece tek olan genel-geçer olanın içinde eritilmiyor.

3-Mutlak geist; yine 3 aşamada sanat, din ve felsefe.

Sanat; geistın kendini görmesi, tanıması; tek tek sanat eserlerinde oluyor.

Sanat da yine üç adımda:

a)Sembolik sanat; konusu, içerik değil, çevrenin ortaya konması.Örneğin, tapınak ve kilise mimarisi tanrının oturduğu yer olarak simgeleştiriliyor.

b)Klasik sanat; konusu, biçim ve içeriğin birleştiği plastik sanatları içeriyor. Burada tanrının ifade edilmesi sözkonusu.

c)Romantik sanat; burada artık renk, ton ve söz yani resim, müzik ve şiir sanatlarının ele alınması sözkonusu.

Artık geist ya da ide mekanda görünmüyor. Resim müzik ve şiir gibi sanat dallarında görünüyor.

Din; mutlak geistı tasarımlar. Din, tanrı bilgisidir. Tanrı bilgisi olarak da insan aklının en üst basamağıdır.( Felsefe ise mutlak olanı kavrar.) Din de 3 adımda ele alınır:

a)Doğunun doğa dinleri; tanrının doğanın özü olduğu düşüncesi ve tanrının doğada görülmesi. Örneğin, Şamanizmde doğanın açıklanamayıp, tanrısallaştırılması sözkonusu.

b)Yahudi, Yunan ve Roma dinleri; burada tanrı bir özne olarak görülür.

c)Hristiyanlık (en yüksek); 1.Baba, 2.Oğul, 3.Ruhül Kudüs(kutsal geist), bu Hegel’in sistemine çok uyar.

Felsefe; en yüksekte mutlak olanın kavrandığı felsefe, kendini düşünen idedir/mutlak geisttır. Geistın kendi kendisine dönmesidir. Doğanın ve tarihin amacına ulaşmasıdır. Felsefe bu yolu betimlemekle kalmaz, bu yolu gider. Onun yolunu gider. Onun bilgisini ortaya koyar. Bunun içinde felsefe, kendini bilen bir yoldur, süreçtir, metottur.

Metot; kendi kendisini ortaya koyan aynı zamanda buna bakan geistın kendisidir. Bu anlamda bu yol, geistın biçimidir.

Hegel’de bu sistem bir yerde durmaz. Bu oluşun günden güne bilinçlenmesi sözkonusu.

Hegel’in sistemi içinde sisteme uymayan ancak gerçeğe ait olan her şey ideal olanı, tanrısal olanı yansıtır. Güzel sanat eserleri var ama bunların hepsi çöldeki vahalar gibi.

Doğada pek çok anlamsız olan şey de var. nasıl olur da tanrı kendisini bu şekilde ortaya koyar? Doğada tanrısal olmayan pek çok şey var.

Hegel’in amacı, doğayı bilinçlendirmekse de sadece doğadaki mükemmel olanları görmüştür.

Buna rağmen spekülatif felsefenin görevi hep aynı; bütünü tek bir noktadan çıkarak anlama çabası.

  Hegel’in sistemini şematize edersek:

 I-SUBJEKTİF GEİST

      a)Antropoloji

      b)Fenomenoloji

      c)Psikoloji

     MANTIK (Geistın kendinde ve kendisi için olduğu evre)

     Varlık Mantığı + Öz Mantığı = Objektif mantık

     Kavram Mantığı = Subjektif Mantık

        

II- OBJEKTİF GEİST

      a)Hukuk,

      b)Moralite

      c)Ahlak;hukuk felsefesi(aile, burjuva toplumu, devlet)

                   .Devlet.

                   .Özgürlük felsefesi(hür isteme, keyfiyet, ideal)

 

      DOĞA(Geistın kendi kendine yabancılaşması)

       a)Mekanik

       b)Fizik

       c)Organik                           

 

III- MUTLAK GEİST (Geist felsefesi)

       ( Geist, kendilik bilincine ulaşmıştır)

      a)Sanat; sembolik, klasik  ve romantik sanat.

      b)Din; doğunun doğa dinleri, Yahudi, Yunan, Roma dinleri ve Hristiyanlık.

      c)Felsefe     

 

 

 

 

TANRI, DİN VE TASAVVUF

Pazar, Mayıs 31st, 2009

 

 TANRI, DİN ve TASAVVUF  ÜZERİNE:

– Tanrı varmış gibi yaşamaya çalışıyorum.

JORDAN PETERSON

– Derman arardım derdime derdimin dermanı derdim bana derman imiş…

NİYAZİ MISRİ

– Tanrının birliği ile varlığın birliği (vahdeti vücut) aynı şey değil tamamen farklı kavramlardır.

– Türkiye’de din hep aşağılandı ama hiç eleştirilmedi.

– Bazıları abdestlerini suyla alır bazıları da kanla.

– İnsanların aldanmaya ihtiyacı var.

– Kriz arttıkça felsefe yapma ihtiyacı da artar.

– En güzelin en çirkine dönüştüğünü görecek kadar yaşamakmış yazgım.

– Yürü, yürümeye devam et. Yol sana yardımcı olacaktır. Yol insanı terbiye eder.

– Cumhuriyetçi olmak, büyük bir erdemdir.

– Padişah da olsa bütün insanlar eşittir.

– Cumhuriyet, dinamik toplum anlayışının bir sonucudur.

– Bütün dinler, inanışlar, İslam hukuku asla değişemez.  Dindar bilinç, dinamik olamaz daima geçmişte, tarihtedir, durağandır.

– İlerleme, değişim, gelişme modern dünyaya ait dindışı kavramlardır.

– Mustafa Kemal’i anlamak için onun okuduklarını hatta okuyamadiklarını da okumak lazım.

– Şimdiki muhafazakarlar, muhafaza edilecek hiçbir şey bırakmadı.

DÜCANE CÜNDİOĞLU

– İnsan zihni sürekli olarak tanrı üretir.

“Herkesin tanrısı kendisinin abartılmış bir versiyonudur.” O nedenle insanların çoğu putperesttir.

– İnsanlar yaşamak yerine anlatmayı, yapmak yerine dayatmayı tercih ediyor.

SİNAN CANAN

 

– Nasıl olduğunu bilmediğimiz tanrı hakkında yapmamız gereken tek şey, susmak suretiyle saygımızı göstermektir.

– Kanıt imandan sonra gelir.

AUGUSTINUS

– Tanrıyı yüceltmek, onurlandirmak adına yaptığımız iltifatlar, kavramlar aslında tanrıyı küçültür.

MAIMONIDES

– Aşkta dayatma düşüncesi aşktan nefreti, dinde dayatma düşüncesi dinden nefreti destekler.

SCHOPENHAUER

*

-“Acaba diyorum, gazabı olsun, kendini övmesi, övünmesi olsun, laneti vs. olsun, acaba Resulullah bir tür Hermes gibi… Hani Hermes’i biliyorsunuz; mitolojide Tanrı’nın mesajını, insan idraki tarafından kuşatılamayacağı için, o mesajın insan diline çevirisini, aktarımını Hermes üstlenir; bir tür elçilik yapar. Peygamber de Allah’ın soyut mesajlarını muhatap olduğu insan kitlesine kendi zihin süzgecinden geçirerek aktarıyor olabilir mi?” 

PROF.DR. MUSTAFA ÖZTÜRK

***

Tanrı, kaldıramayacağı bir kaya yaratabilir mi?”:

 Yaratamazsa tanrı olamaz, yaratırsa da kaldıramayacağı bir “kaya” var demektir.

ATEİST PARADOKS

                     **                

– Ateizm bilindiği gibi sözcük olarak, “tanrıtanımazlık” anlamına gelir. Fakat doğal olarak, dinlerin reddini de içerir. Ben şahsen, tutarlı bir ateist konumun kendisini “tanrıtanımaz” olarak değil de esasen “din-tanımaz” olarak tanımlaması gerektiğini düşünüyorum. Ateizm, dinlerin ve onların tanrı fikrinin reddidir çünkü.

Deizmden farkı, bu fikrin karşısına başka, daha makul ve makbul bir “tanrı” fikriyle çıkmak gibi bir dert, niyet taşımamasıdır. Ateizm tanrıya karşı çıkmaz. Zira bir şeye karşı çıkmak, onunla şu ya da bu yer ve zamanda bir şekilde karşılaşmayı gerektirir ki, tanrı söz konusu olduğunda böyle bir ihtimal sıfırdır. En azından ateizmin fikri, hatta diyebilirsiniz ki inancı budur…

İnancın ya da inançsızlığın ahlakla doğrudan ilişkili olmadığını gayet iyi biliriz. Hepimiz etrafımızda -daha doğrusu içimizde- ahlaklı dindar ve ateistler kadar, hatta ne yazık ki çok daha fazla, ahlaksız dindar ve ateistlerin varlığına şahit olmuşuzdur. Dindar olmak için, “ahlaklı olmak” şarttır. Ancak ahlaklı olmak için, “dindar olmak” şart değildir. Hatta burada şunu da söylemeye cüret edebilirim: Hakiki bir dindarın tanrıya inanma sebebi ile hakiki bir ateistin tanrıya inanmama sebebi, benzer bir ahlaki kaygı zemininde yeşerir. Zira ilki, “eğer tanrı var olmazsa iyilik olmaz” diye düşünür. Diğeri, “eğer kötülük varsa tanrı var olamaz” diye düşünür…

Müslüman kültürel çevre içinde yaşayan bir ateist, doğal olarak müslüman bir ateisttir. Bu iki anlamda böyledir. Birincisi, onun karşı çıktığı tanrı fikri ve sureti esasen müslüman kültürü içinde şekillenmiş ve ve aktif hale gelmiştir. İkincisi, kimliğinin hamuru ister istemez içinde yaşadığı bu kültürel çevrenin ellerinde yoğrulmuştur.

ŞÜKRÜ ARGIN (Birikim Dergisi)

*

-Aslında ateizmin dinlerle pek fazla işi olmaz, tanrıyı reddeder. Ama siz varsayım olarak tanrının var olduğunu düşünüyorsunuz ve her şeyin nedenini de bu varsayıma bağlıyorsunuz. Ateizm ise böyle bir varsayımı reddeder. Ya “yoktur” ya da henüz “bilmiyoruz” der.

ŞANER ATİK (Ateizm Derneği)

*

– “Mucize” diye inanırlara sunulan şeyin, gerçekle en küçük bir ilgisi yoktur ve tüm mucizeler insanlığı aldatmak için ileri sürülmüş, bir yalanlar bütünüdür. Bu durum inanırlarca anlaşıldığı, iyice kavrandığı zaman, temelinde bir sınıfın çıkarları olan yapı da gümbür gümbür yıkılacaktır. O yapı “din” dir, insanlığın zararına da olsa, dünya egemenlerinin yıkılıp yok olmasını istemediği kurumdur…

– Doğru eğilir, yıkılmaz.

TURAN DURSUN

*

– İslamın yeni bir bakış açısıyla okunması gerek. İslamı da bütün dinler gibi iki düzlemde ele alabiliriz. Bireysel ve kişisel inanç olarak İslam. Bireyin kişisel inancı olarak, İslama saygı göstermek zorundayız. Sadece İslama değil, din ve inanç ne olursa olsun hepsine ama kurum olarak İslamı aşmak zorundayız. Bana göre, İslam bir kurum olarak çağımızın sorunlarına  çağdaş bir yanıt bulacak durumda değil. Bana kişisel olarak, bu alanda hiçbir şey söylemiyor. Ama şunu kesinlikle belirtmeliyim ki bir inanç olarak, bir din olarak islama karşı değilim.

– Yeni bir okumaya cesaret edenler, reddedilmiş ve zındık ilan edilmiştir. Çağımızda İslam, kültürsüz bir din olarak görünmektedir. Düşüncesiz, soru sorma yeteneğinden yoksun bir din.

 Tek tanrılı dinler, ömrünü tamamlamıştır, işlevleri sona ermiştir. Bunu söylemeye cesaret etmeliyiz. Tek tanrılı dinler (monoteizm) ile tektanrılı dinler öncesini (promonoteizm) karşılaştıracak olursak, promonoteist uygarlığın kültür, şiir, felsefe ve mimarisi monoteizminkileri fersah fersah aşar. Evet monoteizm, bilimi ve tekniği yarattı ama kültür adına ne varsa promonoteizm yarattı.

– Günümüz İslamı, emperyalizmle birlikte, Hristiyanlığın dümen suyunda ve islama karşı.

ALİ AHMAD SAİD ESBER (ADONİS)

***

– Antikçağın çoktanrıcılığı, siyasal yetkenin bir sınıfta (aristokrasi) toplanmasına yol açarken, Asya tek tanrıcılığında, siyasal otorite de bir monarkta toplanmıştır.

ROBERTSON SMİTH

 *

-Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik ama çok basit bir şeyi unuttuk; kardeş gibi yaşamasını.

M. LUTHER KİNG

*

– Bizler, evrenin kendisini düşünmesiyiz.

CARL SAGAN

*

– Fizik tek başına “neden hiçbirşey değil de birşeyler var?” sorusuna yanıt veremez.

ROWAN WİLLİAMS

*

– Ben bilimi giderek daha iyi anladıkça, tanrıya daha fazla inanıyorum.

JOHN LENNOX

 *

– O kadar cahilsiniz ki, dininiz var diye ahlaka ihtiyacınız kalmadığını sanıyorsunuz.

NİKOLA TESLA

*

– Haksızlıklardan intikam alınmaz. Çünkü, intikama başladığınızda siz daha büyük haksızlıklar yapmaya başlarsınız.

İSKENDER PALA

*

– “Benim” dediğin herşey, seni cehenneme sokar.

Cehennemin kapıcısı MALİK

*

– İnsanın gelişimi, tanrının yerine kendisini koyabilme çizgisindedir.

– Tanrı, sıradan insan entellektüelizminin göğe yansımasıdır.

-Tanrı, insan yaratılarının en kutsal olanıdır.

YALÇIN KÜÇÜK

*

– Kilise, kıyameti bekleyerek şurada yatan eski kemiklerin üzerine yükselmektedir. Sonradan bu temel üzerinde devasa bir kuram ve ilahiyat ve kurgu ve iman ve hurafeler ve devlet siyasası üstyapısı yükselmiştir.

PETER HEBBLETHWAİTE

*

– Tanrı barbut atmaz.

-Ey fizik! Sen olmasaydın, tanrıya inanmayacaktım.

– Geleceğin dini, kozmik bir din olacak. Bu din, teoloji ve dogmalardan uzak olup, kişisel tanrıya üstün gelecek.

EINSTEIN

*

– Evren bir kaos sonucu oluşamaz. Bu nedenle tanrı tarafından tasarlanmıştır. Yerçekimi gezegegenlerin nasıl hareket ettiğini açıklıyor yoksa gezegenleri neyin yörüngeye soktuğunu değil…herşeyi tanrı yönetir.

NEWTON

*

– Yerçekimi diye bir yasa olduğu için, evren kendisini hiçten yaratabilir ve yaratmaya devam edecektir. Bu nedenle tanrıya ihtiyaç yoktur.

– Doğruları söylerseniz, yalanları hatırlamak zorunda kalmazsınız. 

STEPHEN HAWKİNG

*

– Bilim adamları cehalet dağını aştılar, en yüksek tepeye tırmandılar, ancak en üstteki kayaya çıkınca orada binlerce yıldır oturan ilahiyatçılarla karşılaştılar.

ROBERT JASTROW

*

– Eğer öküzler “insan” olsaydı, onların tanrısı da “öküz biçiminde” olurdu.

KSENOFANES

*

– “İnsan”, yediği şeydir ve “insan insanın tanrısıdır”.

“Tanrı, insanın idealleştirilmiş olarak dışavurumudur.”

L. FEURBACH

*

– Eğer tanrınız yoksa, saygılarınızı Hitler veya Stalin‘e sunmak zorunda kalırsınız.

T.S.ELİOT

*

 – Herkes tanrıya, sadece kendi duasının kabul edilmesi için yalvarıyor.

AMİN MAALOUF (“Tanios Kayası”ndan)

*

– “Tanrı”, beşerin en büyük keşfidir.

Upanişad; “tanrısın”Freud ise “itsin” diyor, hangisi haklı?

– İnsanların çoğunun hafızası kuvvetli olduğu için orjinal filozof olamaz 

CEMİL MERİÇ

*

– Her meyvede tohum, her canlıda tanrı…Sevgin bütün varlıkları kucaklamalı yani tanrıyı. Kurtuluş, kesretten vahdete (çokluktan birliğe) dönüş. Tanrının içinde kaybolmalısın. Ummana dökülen ırmaklar gibi benliğinden sıyrılmalısın. Ne kalıbın ne de adın kalmalı. “Tanrı nedir?” diye soruyorsun, “tanrı sensin”.

UPANİŞADLAR

*

– Her “din” bir tanrı anlayışı, her “tanrı” ise bir “varlık” anlayışıdır.

İOANNA KUÇURADİ

*

Din, halkın / kitlelerin afyonudur.

MARX

*

– Marx 1850’de “din, ruhsuz bir dünyanın ruhu, ezilenlerin haykırışı, kalpsiz bir dünyanın kalbidir. Din, kitlelerin afyonudur” der. O zamanlar insanların acılarını azaltsın diye afyon yutturuyorlar. Bunu Marx, “din uyuşturucudur” demiş gibi lanse etmeye çalışıyorlar, bu sözü bu mana da yorumluyorlar. Aslında o bu sözü ile dini övmektedir. Din için, ‘ruhsuz bir dünyanın ruhu’, insanlar için dinden başka teselli edici bir çözüm kalmamıştır, diyor.

ÖMER LAÇİNER

*

Din, halkın afyonu değil, zayıfların vitaminidir.

REGİS DEBRAY

*

– Dualite; ontolojik değil, epistemolojiktir.

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK

*

– Dualite, ontolojik değilse;

“yaratan da yaratılan da aynı birliğin parçalarıdır.”

– Vahyin, kaynağı da muhatabı da akıldır. Aklı olmayanın, dini de yoktur.

*

– Ahlaksız bilim; “felaket”, bilimsiz ahlak; “boştur”.

– Neye inandığınızı ya da inanmadığınızı söylemeniz değil, hangi ahlâk anlayışına sahip olduğunuz önemlidir. Tanrı, “güzel ahlaktır” ve güzel ahlaktan yana olan herkes de Onunla beraberdir.

– Müslüman, “iyi insan”dır. Evrensel tüm dinlerin nihai hedefi de bu “iyi insanı” ortaya çıkarmaktır. 

– Aslolan “söz” değil, ne yaptığınız, kimin tarafında olduğunuzdur.

*

– Sıfatlarından birini kabul ediyorsanız, kendisini tamamen inkar etmiyorsunuz, demektir.

– En tehlikeli insanlar; iyiliği kendinden menkul sanıp, herkesi yargılama hakkını “tanrıya” bırakmadan kendilerinde görenlerdir.

– Alemin esrarına dair söylenenlerle yetinmek yerine, onu keşfetmeye çalışmak, çok daha tatmin edicidir.

*

-Tanrıya yönelmek için, aracılara ihtiyaç yoktur. Aracıların olması, çoğu kez ya başkasına ya da kendine tapınmaktır. 

– Tanrıyı sevmek, iyiden, doğrudan ve güzelden yana olmak için, mürşidler ve ritüeller şart değildir. Hatta bunlar çoğu kez, insanı uzaklaştıran, yabancılaştıran unsurlardır.

*

– Her fikir ve inancın, temsiliyet makamında birileri vardır. Zamanla bu kişilerin pek çoğu, kendi ayrıcalıklı konumlarını yitirmemek adına tağutlaşarak, nüfuz ettikleri insanları sadece “kendilerine biat eden kullar” haline getirmek isterler. Biat etmeyenleri ise hasım olarak görürler.

– Her din, tanrıya ulaşmada bir arınma aracı, bir yoldur. Bir dinin, araç olmaktan çıkıp “tek hakiki din” olarak mutlaklaşması, “dinsel faşizm”dir.

*

– Sonuçlarında ortaya çıkanın nedenlerinde olmaması düşünülemez.

*

Aklın egemen olduğu toplumlarda insan, bütün trajedisiyle ortadadır ve kaderini değiştirmek için uğraşır. Dogmatik toplumlar da ise ahlakçıların marifetiyle yazgıyı kabullenmiş, kitleler içinde kaybolan tek tip insan vardır.

AHMET AĞI

*

– “Cemaatçi örgütlenme, zannedildiği gibi muhafazakarlık ve dindarlığa has bir yapılanma biçimi değildir”.

“Lidere; “insanüstülük”, “kurtarıcılık” benzeri niteliklerin atfedilerek tapınılan bir toplumda siyasi kültür, “lideri kutsama”, ona itaati siyaset yapma ve özdeşleştirme eğilimi taşımıştır. Bunun da muhafazakar siyasetle sınırlı olmadığını belirtmek gerekir.

“Toplumumuzda, lidere itaatın siyaset olarak mütalaa edilmesi ve kurumlarda çoğulculuğun yaşanmamasının, muhafazakarlık ve dindarlığa indirgenmesi anlamlı değildir. Benzer şekilde Türkiye’de bireyin ön plana çıktığı örgütlenmeler yaratılamaması, bu alanda cemaatçiliğin egemen olması da muhafakarlık ve dindarlıkla sınırlı değildir. Bütün bunlar tarihi nedenlerden ziyade, modern gelişmeler çerçevesinde açıklanabilecek olgulardır. Biat benzeri bir kavramın, asırlar öncesine ait yorumlarının bu alanda açıklayıcı olabileceğini düşünmek, fazlasıyla kuvvetli bir muhayyile gücünü gerektirmektedir”.

M.ŞÜKRÜ HANİOĞLU

(“Sorgulamadan itaat ve liderlik kutsaması muhafazakarlığa mı özgü” adlı yazısından)

……………

————–

Cemaatçilik kültürü, dinsel muhafazakarlığın aksine siyasal muhafazakarlığın bir sonucudur. İktidar erki, insanların özgürce sorgulayan bireyler olmasını değil, kendisine tartışmasız biat eden kullar olmasını ister.

“Dinsel muhafazakarlık” ise, sanıldığının aksine insanların birilerine biat eden kullar değil, kendi hayatlarının sorumluluğunu alan özgür bireyler olmasını ister. “Halife” olmanın anlamı da budur. Dinin siyaset aracı haline gelmesiyle, dinin yerini siyasal muhafazakarlık alır. Böylece, dinin muhatabı olan özgür bireylerin yerini de her tür otoriteye sorgusuzca itaat eden kullar alır. Pek çok ateistin reddettiği tanrı da insanın insanı sömürmesini meşrulaştıran, böyle bir dinin tanrısıdır.

AHMET AĞI

 *

– İyi insanlar nereye giderse, cennet orasıdır.

OSH0

Tanrı yoksa, her şey mübahtır.

Cehennem insanın kalbinde, sevginin bittiği yerdir

      DOSTOYEVSKİ

 *

Tanrı olsaydı, yaptıklarımızın hiçbirinden sorumlu olmazdık ancak tanrı yok ve biz tüm yaptıklarımızdan sorumluyuz.

J.P. SARTRE

*

 “İspatlanabilen bir tanrı”, tanrı değildir.

          KARL JASPERS

 *

İspatlananları kuşatmayan bir tanrı, ispatlanabilen sonlu bir tanrıdır.

AHMET AĞI

*

Karekterin ne ise kaderin odur.

HERAKLEİTOS

*

– Herşey üstüne gelip, seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme, işte orası kaderinin değişeceği noktadır.

MEVLANA

*

Şeytan, tanrının taklitçisidir.

       RENE GUENON

İnsan, tanrının taklitçisidir.

AHMET AĞI

*

– Yükselen her şey, birbirine yaklaşır.

      Peder TEILHARD DE CHARDİN  

 – Her çağda, tek bir gerçek vardır.

– Amaç, bilinene ulaşmaktır.

– Edep, aklın tercümanıdır. İnsan, edebi kadar akıllı, aklı kadar şerefli, şerefi kadar kıymetlidir.

      ŞEMS-İ  TEBRİZİ

 *

– Tanrı var mı?

“Sadece gerçek var.”

– Yollar, yolculuk içindir, bir yere varmak için değil.

BUDHA:

– Medeni insanın, yasaya ihtiyacı yoktur.

KONFÜÇYUS

*

“İnsan hangi dünyaya kulak kesilmişse, öbürüne sağır.”

İSMET ÖZEL

– “İyi insan olmak için müslüman olmak gerekir” değil, “müslüman olabilmek için iyi insan olmak gerekir”.

– Diktatörlük, günahı yasaklasa bile ahlaksızlıktır. Demokrasi, günaha izin verse bile ahlaklıdır. Ancak özgürce yapılan eylem, ahlaklıdır.

– Erkekler için ayrı kadınlar için ayrı iki ahlak anlayışı yoktur.

ALİYA İZZETBEGOVİÇ

– Dindarlığını Allah’a göster, bana insanlığın lazım.

MUSTAFA İSLAMOĞLU

……………………

– Tek bir günah vardır o da hırsızlık. Diğer bütün günahlar, hırsızlığın çeşitlemesidir. Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun, yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun.

KHALED HOSSEİNİ

– Kuran’da “kırkta bir” oranında zekat vermek yoktur. Müslüman kimsenin, ihtiyacından arta kalanı yoksullara ve ihtiyacı olanlara ayrımsız vermesi gerekir. “Biriktirmek” ateştir, “servet yığmak”, başkasının hakkını çalmaktır. “Mülk Allah’ındır”. Müslümandan zengin olmaz. Bütün kötülüklerin başı, özel mülkiyettir. Müslüman antikapitalist olmalıdır. Sende fazla olanı, olmayana dağıtacaksın, infak edeceksin.

Hz.Peygamber, “komşusu açken tok yatan bizden değildir” buyuruyor. Kendisi vefat ettiğinde, bir tası bir kuru hasırı vardı. Vasiyeti bile yoktu. Çünkü, malı mülkü yoktu, olanı olmayana dağıtıyordu.

Ebu Hanife, malını infak ettiği ve böyle fetva verdiği için işkence görmüş, zindana atılmıştır.

Hz. Peygamber zamanında varlıklı kimselerin islama en büyük itirazları, zekat için olmuştur. “Zekatı kaldır, hepimiz müslüman olalım” diyorlardı. Mallarını dağıtıp (infak),  köleleriyle aynı seviyede olmak ağır geliyor, sınıfsal olarak imtiyazlı olmak istiyorlardı.

– İslam, muhafazakar değildir. Statükoya karşı devrimi savunur.

İbadet, Allah’tan başkasına boyun eğmemektir. Secde sadece Allah’a yapılır, bu da bir ritüeldir, camide yapılır. İnsanların birbirine boyun eğmeden yaşaması (iyilik) ibadettir.

– Kur’andan asla kapitalizm çıkmaz, “abdestli kapitalizm” hiç çıkmaz. Kur’andan ekonomik bir düzen çıkarılacaksa, çağımızdaki kavramları kullanarak söylersek, sosyalizme eğilimlidir. Ahlaki ve dini bir sosyalizm çıkar. İslamın siyasi politik duruşu, sol bir duruştur, sağcı değil.

– Bir döneme damga vurmak, başkasına gösteriş yapmak, egemenliğini göstermek için yapılan camiler, Kur’anda söylenen, “temeli takva ile atılacak mescid” tanımına uymuyor. Ben de sultan camilerinde huzur duymuyorum. Ayasofya camii de buna dahil. Şaşaalı camilerde, Allah’ın büyüklüğünün değil, sarayın ve saltanatın büyüklüğü gözüme çarpıyor ve beni eziyor.

– İslamda (Kur’ana göre) hacca gitmeyenlerin kurban kesmesi gibi bir vecibesi yoktur. Kurban kesme geleneğinin kaynağı, İslam değil, Şaman kültürüdür. Kurbandan kasıt, fakir fukarayı doyurmaktır.

İHSAN ELİAÇIK

*

– Baki hakikatler, fani şahsiyetler üstüne bina edilmez.

SAİD NURSİ

*

– Diğer dinlerin mensuplarıyla irtibatın (dinlerarası diyalog), müslümanların din değiştirmesine yolaçacağı endişesi, tamamen asılsızdır. Zira bu tutum, islama olan güvensizlikten kaynaklanmaktadır.

İnsaniyet, bilgi ve bilim çağına girmiştir. Gelecekte bilim, dünyada daha fazla söz sahibi olacaktır. Dolayısıyla, bilimsel hakikatlerin hükümlerini desteklediği islam gibi bir dinin mensupları, bu diyaloglardan çekinmemelidir. Diyalog, fuzuli bir çaba değil bir mecburiyettir. Bu diyaloglarla, dünyamızı barışın hüküm sürdüğü daha güvenli bir yer haline getirmek, müslümanların vazifelerindendir.

Batıda yüzyıllarca bilim, dinin düşmanı olmuştu ve hristiyanlık bundan çok çekmişti. Müslüman hristiyan diyaloğu ile her iki din de ilişkilerini düzeltebilir. Eğer, müslüman hristiyan diyaloğu kurmak için başka neden olmasaydı, en önemli sebep olduğu için bu bile diyaloğu başlatmaya yeterdi.

F. GULEN 

 Vahdet-i vücutta tabiat, tanrıda olduğu halde, panteizm  de (vahdet-i mevcut) tanrı tabiattadır. İki yaklaşım arasındaki temel fark, ilkinin tanrıyı tabiatla açıklayan bir sistem olmasına karşılık, ikincisi tabiatı tanrıyla, tanrının görünmez güçlerine ve akıl erdirilmez sırlarına göre açıklayan “gaybi” bir felsefedir.

 İSMAİL HAKKI İZMİRLİ 

         *         

  – Kendisini duyu organlarıyla fark edilemez şekilde isimlendirdiğinde “hak”, duyu organlarıyla farkedilecek haliyle isimlendirdiğinde ise “halk” adını almıştır.

         En-NURİ (öl. 907)

Tevhid; ölümsüz ve değişmez bir ilke olarak, bütün değişme ve farklılıkların temelini oluşturur.

– Siyasetçinin derdi; maneviyat değil iktidardır.

  MUHAMMED İKBAL

…………….

Hz.ALİ:

 – Perde kalksaydı yine yakinim (kesin bilgim) artmazdı.

 – Hakikat, hakkın celal nurunun işaretsiz olarak keşfidir.

 – Hakkal yakin, ezel sabahından doğan bir nurdur. Bunun eserleri tevhid ehlinin üzerlerinde görünür.

 – Her şeyi birbirinden ayrı görmek ve toplamamak; şirk,

 Her şeyi toplayıp aralarındaki ayrılıkları görmemek; zındıklık,

 Her şeyi, hem birbirinden ayrı hem de aynı görmekse; tevhiddir (birlemektir).

 – Alimin uykusu, cahilin ibadetinden iyidir.

– En büyük zenginlik, akıldır.

– Hayatta en hakiki mürşid, ilimdir.

– Devletin dini, adalettir. Adaleti olmayan devlet, dinsizdir.

– İnsan, dilinin altında gizlidir.

– Mazlumun zalimden öcünü alacağı gün, şüphesiz zalimin zulmettiği günden daha çetin olacaktır.

—————-

           

– “Tanrı”; mutlak zaman, mutlak mekan, mutlak hareket, mutlak beden ve mutlak ruhtur.

– Allaha inanıyorum ama peygambere gerek yok.

         EBUBEKR  er-RAZİ

—————-

———————

MUHYİDDİN İBN-İ ARABİ:

-İnsanı ölümden, eceli korur.

– Kader gayrete aşıktır.

– Dünyada huzur arayan, huzursuz olur. Huzur, birbirine kardeşçe sarılana verilir.

– Kendi inancınızda, farklı inançları yok sayacak derecede yok olmayın. Böyle yaparsanız varlığın gerçek güzelliğini göremezsiniz. Allah’ın kudreti ve ilmi sonsuzdur. Hiç kimsenin anlayışına hapsedilemez. Allah der ki, “Doğu da batı da onundur. Yüzünüzü her nereye dönerseniz Allah’ın yüzü  (kudret ve rahmeti) oradadır. Şüphesiz ki,  Allah herşeyi kuşatandır. Hakkıyla bilendir. (Bakara 115)”

*

 Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, eşyada en parlak şekilde görünür. Ve O, O’nun görünüşüdür.

 Şüphesiz yaratıkların sonradan olma varlığı, yaratıcının varlığının görünüşüdür.

 Hakkı tanıyan kişi gerçekten tanıdığı zaman, itikat sahibinin itikadıyla bağlanmaz.

 Kul rabdır, Rab da kul. Ya teklifle mükellef kimdir? Rab dersen o teklif edicidir, kul dersen o da ölüdür.

 Furkan benim ve 7 çift Fatiha suresi de benim. Ruhun ruhuyum, kalıpların ruhu değil.

*

 ————

*

                   

 -Ahlak, hükümlerin aklıdır.

İMAM ŞAFİ

-Tasavvuf, sulhü/barışı olmayan savaştır.

CÜNEYDİ BAĞDADİ

-İhlasın en aşağı derecesi, “şeriat tevhidi”dir ki; Allah’tan başka ibadet edilecek kimse yoktur, onun ifadesidir. En yüksek mertebesi de, “hakikat tevhidi”dir ki;  “Allahtan başka kimse yoktur” onun ifadesidir.

            M.ALİ AYNİ

——————

——————

FAZLUR RAHMAN:

 ‘Uyanış’ ve ‘yenilik’, mantıki olarak ancak bir gelenek oluşturulduktan sonra olabilir.

Bütün geleneklere devamlı yeniden hayatiyet kazandırmalı ve taze yorumlarla yenilenmelidir.

 İlk müslüman nesiller nasıl ki; Kuran ve sünneti, kendi dönemlerinde kendi şartlarına uygun biçimde serbestçe yorumlamışlarsa, biz de aynen kendi gayretimizle, kendi çağdaş tarihimizde aynı şeyi yapmak zorundayız.

    ————-

– “Vahdet-i vücutçu” tasavvuf felsefesi aslında, tanrının “kuantum” halidir. Damlalar “mahlukatı”, okyanus ise “tanrı”yı sembolize eder. Her şey hem birbirinin aynıdır hem de gayrıdır. Her şey, hem tek başına vardır hem de tek vücut olarak vardır.

                  AHMET AĞI

              *

– Fakirlik Allaha yakın olmaktır.

ALİ ERBAŞ (DİYANET İŞL. BAŞ.)

  Din, güzel ahlaktır ve bu yüzden vicdanlara hitabeder. Vicdanın çifte standardı yoktur, herkes için evrenseldir. Ayrım yapmaksızın tüm insanlığa karşı, merhametli ve adil olmak için empati yapar. Toprakları, ülkeleri fethederek değil, gönülleri fethederek yayılıp çoğalır.

 İyi (ahlaklı) insanlar; “adil toplumu”, adil toplumlar da “adil devlet yönetimleri”ni ortaya çıkarır.

 İktidar olmak, ülke yönetimlerini ele geçirmek dinin amacı olduğunda, din siyasallaşmakta ve evrenselliğini yitirmektedir. Bu şekilde, kifayetsiz muhterislerin iktidar aracı haline gelmektedir. Siyaset doğası gereği, hep daha fazla olana hükmetmek, hakim olmak ister. Bu uğurda pek çok yol ve yöntemi de mübah sayar. Buna izin veren bir din de mazlumun hakkını arayan olmaktan çıkıp, zalimin zulmüne ortak olur.

 Modern toplumlarda dinlerin evrensel umdeleri, “insan hak ve özgürlükleri” olarak hukuki niteliğe kavuşmuştur. Bir dinin, din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımı yaparak kendini dayatması, gönüllerden kovulmasına, ezilen ve dışlanan tüm insanlığı kuşatmasıyla da gönüllerde yer etmesini sağlar.

***

– Bir süreç yaşanıyorsa, henüz hiçbir şey bitmemiş demektir.

– Eğer bir insan söylüyorsa, kim adına konuşuyor olursa olsun, söylediği her şey insana özgüdür.

– İnanca yer açan, bilgimizin çok sınırlı olmasıdır. Ontolojik olanın sonsuzluğundan bahsediliyorsa, her şeyi bilmemizin de olanaksız olduğu görünüyor.

– Bir insan, destansı, efsanevi veya masalsı da olsa bir takım yorumlara inanabilir. Bu onun inanma ve seçme özgürlüğüdür. Ancak kabul edilemez olan, inanmıyor ya da kabul etmiyor diye bir başkasının cezalandırılmasıdır. Üstelik bu ceza, az gelişmiş toplumlarda korkunç bir vahşete de dönüşmektedir.

Kimi ahlakçılarda kendi çıkarlarını koruma adına, haksızlıklar karşısında sessiz kalarak iktidar yanlısı tavır sergilemektedir.

 – İktidar olmanın, hakimiyet kurarak insanları tebalaştırmanın adı, “maneviyat” olmuş. Oysa, her şeye hakim olmanın yolu, gönülleri fethetmekten geçer. Her yolu mubah sayarak, her şeyi “zapturapt” altına alma zihniyeti, er ya da geç kaybedecektir. Bu sürdürülebilir bir yol değildir.

AHMET AĞI

*   

– Gerçeği, “otorite” kabul etmek yerine, otoriteyi “gerçek” kabul edenler için, bu çok zor olmalı.

G. MASSEY      

– Kendini arayan “tanrıyı” bulur, tanrıyı arayan da “kendini”.

– Her şey dağıttıkça çoğalır, biriktirdikçe de azalır.

– Ne verirsen elinle, o da gelir seninle.

– Yukarıdaki aşağıdakine, aşağıdaki yukarıdakine benzer.

– Kesrette (çokluk) vahdet (birlik), vahdet de kesret vardır.               

– Oldum demek, öldüm demektir.

– İnsan hayattayken, ölmeden önce ölmeli!

– Alimin ölümü, alemin ölümüdür.

– Sözün çoğu cahile, azı arife söylenir.

Cahil elini hakka sürse batıl eyler, alim ise batıla sürse hak eyler.

– Olgun (kamil) insan olmanın  dört aşaması; “şeriat, tarikat, marifet ve hakikattir”.

– Olgun insan, kendinden başka hiç kimseye kızmayandır.

– İyilik de ibadet de gizlidir.

– Nefis çıkınca aradan, ayan olur yaradan.

TASAVVUFA DAİR

 

– Evren büyük kainat (makrokosmoz), insan ise küçük kainattır (mikrokosmoz).

– İnsan, görünen alem ile görünmeyen alem arasında bir geçittir.

    SADRETTİN KONEVİ

 

İnsan, makrokosmozda bir mikrokosmozdur.

M.SCHELER

*

– Şaşı tanrıya nasıl bakarsa, tanrı da ona öyle bakar.

HEGEL

**

– İnanıyorum çünkü, saçmadır.

TERTULLİANA

**

– Din, ahlaki bir şiirdir.

G. SANTAYANA

**

– Hallacı Mansur, M. Arabi, Mevlana, Yunus, S.Konevi ve Nesimi başta olmak üzere hepsi de ‘vahdet-i vücut’ yani varlıkta birlik felsefesini benimsemişlerdir. Bu felsefeye göre her şey, gerçekte tanrının çeşitli biçimlerde görünmesinden başka bir şey değildir.  Varlık ve tanrı aynı özdendir. İnsan da ezelden beri tanrı katındaydı. Her şey hem ezeli hem de ebedidir. Çünkü; Ondan başka varlık yoktur. Her şey Ondan gelir Ona döner.

       İBRAHİM AGAH ÇUBUKÇU

 

**

*

-Biz seferden sorumluyuz, zaferden değil.

SELAHATTİN EYYUBİ

****

*

– Allah var, gam yok.

– Dervişin fikri ne ise zikri de odur.

– Şeyh uçmaz, derviş uçurur.

– Üslubu beyan, ayniyle insandır.

– Sen doğru ol, eğri bulur belasını!

– Hiç bir şey yapmamak, seçim yapmaktır, tarafsız olmak değil.

– Zulme sessiz kalmak, ona ortak olmaktır.

– Ah ile abat olanın, ahiri berbat olur.

– Güç, sabrın içindedir.

***

– Taşlanacaksam, ilk taşı günahsız biri atsın!

– Dünya hayatı “darılma” değil, “dayanma”, “hesaplaşma” değil, “helalleşme” yeridir.

– Sövene “dilsiz”, dövene “elsiz” ol.

– Bizde “dil” yok istemeye, sizde de “din” yok vermeye, namerde muhtaçlığımız bundandır.

– Ne ekersen onu biçersin, rüzgar eken fırtına biçer.

– Ne verirsen elinle o da gelir seninle.

– Kol kırılır, yen içinde kalır.

– Şeriatın kestiği parmak acımaz.

– Kul sıkışmayınca, Hızır yetişmez.

– Ahlaksızlığın en kötüsü, “ahlak” haline gelmesidir.

– Ahlak daha çok, orta sınıfın uyduğu, çok zengin ve yoksulların ise bazen uyduğu kurallardır.

– Herkes Hz. Ömer’in “adaletini” istiyor ama kimse onun gibi yaşamak istemiyor! 

– Masumiyet, yargılanamaz.

***

– İnsan, kaybedeceği şeylere fazla bağlanmamalı!

– Dünya malı dünyada kalır, kefenin cebi yok!

– Olmayacak duaya, “amin” denmez. Sadece, “olmuşla ölmüşe” çare yok.

– Dindar ol, “dinidar” değil!

– Dinini tilkiden öğrenirsen, tavuk çalmayı sevap  zannedersin.

– Bazen, peygamberler bile tökezler.

– Kabe yolunun klavuzu, bu uğurda ölenlerin kemikleridir.

– Namazda gözü olmayanın , ezanda kulağı olmaz.

– Abdestinden şüphesi olmayanın, namazından da olmaz.

– Uçak giderken “ateist”, düşerken “dindar” olmak, riyadır.

– Bir insanı, kötülük yapmaktan meneden tek kavram, “tanrı” ise o kişi zaten kötüdür.

***

– Günahın çok olduğu yerde, Allah’ın lütfu da bol olur.

– Zannın çoğu, günahtır.

– Din, nasihatten, güzel ahlaktan başkası değildir.

– Din böler, inanç birleştirir. 

– Pişman olmak, günahın kefaretidir.

– Menfaati bitenin, muhabbeti de biter.

– Dünyaya, sadece yemek yemeye gelmedik!

– Mala mülke karşı tamahkar olanın maneviyatı, cennetten arsa kapmaya benzer.

– Ne düşünürsen, O değildir.

– Size bakıp özenen insanlar yoksa, kendinizi gözden geçirin.

./.

OSCAR WİLDE – “DORİAN GRAY’İN PORTRESİ”

Pazar, Mayıs 31st, 2009

OSCAR WILDE:

 

“Ben dehamı hayatıma, eserime ise yalnızca hünerimi koydum”.

 ‘‘DORİAN GRAY’İN PORTRESİ’’nden:

                                       

Liberaller, her şeyin fiyatını bilir ama hiçbir şeyin değerini bilmez…

*

  Tecrübe, herkesin hatalarına verdiği isimdir.

*

Mutluluk; ulaşılacak bir istasyon değil, yolculuğun ta kendisidir.

*

 Ciddiyet, sığlığın tek sığınağıdır.

*

 – Ziyan olmuş hayat yoktur, sadece gelişimi durmuş hayatlar vardır.

*

 – Gelişimi engellenmiş hayattan daha kötüsü yoktur.

*

 – Erkekler kadınların ilk aşkı, kadınlarsa sonuncusu olmak isterler.

*

 – Evliliğin en çekici yanlarından biri, yalan söylemeyi eşler için gerekli kılmasıdır.

*

 – Erkekler yorgunluktan, kadınlar meraktan evlenirler. Sonunda ikisi de hayal kırıklığına uğrar.

*

 Evlenmenin gerçek kusuru, insanı bencillikten alıkoymasıdır. Oysa bencil olmayanlar renksiz kişilerdir.

*

 – Kadınlar bizde şaheser yaratmak istemini uyandırırlar fakat onları gerçekleştirmemizin durmadan önüne geçerler.

*

 – Güzel kadınların kocaları, adam öldürenlerle birdir.

*

 Kadınlar, eksiklerimizden dolayı severler bizi. Yeteri kadar kusurluysak her şeyi bağışlarlar bize, zekamızı bile…

*

 Ilımlılık kötü bir şeydir, yeter dediğimiz yavan bir yemek, aşırı dediğimizse bir şölendir.

*

 – Bağışlatmak elde değilse, unutmak elimizdedir.

*

 İnsan hayatı, başkalarının yanılgılarını yüklenecek kadar uzun değildir.

*

 Tanımlamak, sınırlamaktır.

*

 – Her gösterişli hareketiyle insan, bir düşman kazanır. Sevilmek için bayağı olmalı.

– Her yolun sonu birdir; hayal kırıklığı.

*

 Suç, aşağı sınıfların malıdır.

*

 – İnsanın sık sık yaptığı her şey, bir zevk haline gelir.

*

 – Hayatı sanat açısından ele alan adamın kalbi; beynidir.

*

 Yaşlılığın acı yanı; insanın yaşlanması değil, genç kalmasıdır.

*

 – Kendimi ele verdim mi içimden bir şeyler eksilmiş gibi. İnsan hayranlığını sözlerle anlatmaya kalkışmamalı.

*

 – Tatsız, tuzsuzdur kır hayatı! Yapacak işleri çok olduğu için erken kalkıyorlar, düşünecek işleri olmadığı için de erkenden yatıyorlar.

*

 – Başkaları hakkında iyi düşünmemiz, kendimizden korkmamızdan ötürüdür. İyimserliğin temeli yılgınlıktır.

*

 – İnsan aşık oldumu, işe kendini aldatmakla başlar, başkalarını aldatarak da bitirir.

*

 – İnsanlar en çok kendilerine lazım olan şeyi, başkalarına vermeye pek düşkündür.

*

 – Kitapların ahlakından değil olsa olsa, iyi ya da kötü yazılmış olduğundan bahsedilebilir.

*

 – İnsanların ahlaka aykırı dediği kitaplar, utançlarını yüzlerine vuran kitaplardır.

*

 – Saklarsan, en bayağı şey bile çekici bir nesne haline gelir.

*

 – Bilinçle, korkaklık aynı şeydir.

*

 – Herkesi seviyorsan, hiç kimseyi sevmiyorsun demektir.

*

 – Eksikliklerimizi, kendilerinde gördüğümüz kişilere tahammül edemeyiz.

*

 Güzellik, dehanın başka bir çeşididir.

*

 Evrenin gerçek sırrı görünmeyende değil, görünendedir.

*

 – Başkalarının toplayacağından korkmasak, atacağımız bir yığın şey vardır.

*

  – Bütün sanat eserleri, bir yüzey ve sembolden ibarettir. Yüzeyin ötesine geçmeye kalkanlar kendilerini büyük tehlikeye atarlar.

*

—————

                                                     

İki dünya vardır; biri kendinden sözedelim ya da etmeyelim “gerçek dünya”, öbürü de sözedilmezse varolamayan “sanat dünyası”.

*

 Sanat eseri ile tabiat eseri arasındaki fark; sanat eseri daima tektir, tabiat ise yarattıkları kaybolmasın diye aynı şeyi tekrarlayıp durur.

*

 – Tanrı insanı, insan da sanat eserini yaratır.

*

Vatanseverlik, gaddar insanların erdemidir.

*

 – Ruh, bedende ihtiyar olarak doğar. Beden, ruhu gençleştirmek için ihtiyarlar. Platon, Sokrates’in gençliğidir…

………………….

EMİL AJER

 “Kral Solomon’un Bunalımı” adlı eserinden:

Faşizm; bir duyarsızlaştırmadır.

Deha, her kusuru bağışlatır.

– Kendimizi düşünmemek için, bir başkasını düşünürüz.

 – O kendine benzemez kötü gösterir…O işleri, asıl düşünmesi gereken bir başkası yerine yapardı.

 – Kendi benliği hakkında karar verememiş, çevresiyle problemleri olan, tükenmekte olan şeylerle ilgilenen insanların, tedavisi zordur.

 – Her şey, daha iyisi bulunmadığı için vardır.

 – İnsan her zaman, kendinden daha küçük birine ihtiyaç duyar.

 – İnsan sanıldığından daha yaşlı, düşünüldüğünden ise daha gençtir.

 – Adlarını bilmezsen, kişisel olmaz, yük hafifler.

 – Her şey aslında, hiçbir şeyle aynı şeydir.