Archive for the ‘F:DEVLET FELSEFESİ -1’ Category

DEVLET FELSEFESİ-1

Cuma, Ağustos 14th, 2009

 

 Devlet nedir?

 Devlet; siyasal ilişkiler bütünüdür.

Siyasal ilişkiler, bir tür toplumsal ilişkilerdir. Bu ilişkilerin de değişen bir yanı olduğu gibi değişmeyen bazı unsurları da vardır. Bunlar ülke, millet, halk, ahali, toprak, egemenlik, otorite… Ancak bunların görünümleri değişebilir.

Bir devletin siyasal birliğine bakmak, o devletin nasıl bir devlet olduğuna bakmaktır.

Toplum – Devlet Ayrımı :

Devlet, politik bir birliktir. İnsanların siyasal bakımdan bir arada bulunuşları ile ilgili.

Toplum ise, insanların bütün toplumsal ilişkileri bakımından bir arada bulunuşları ile ilgili. Toplumsal oluş, devlet oluşumundan daha öncedir.

Politika :

Politika, devleti niteleyen bir sıfat. Politikaya devlet açısından bakılıyor. Bir devletin belirli bir politika sonucu öyle bir devlet olduğunu görüyoruz.

Siyasal ilişkilerin belirlenmesinde politika, bir araç ama bir devlet sözkonusu olduğunda bu politikanın değişmesi çok zor görünüyor.

Politika bir devlet bakımından, düzenleyiş, işleyiş, kuruluş ilkeleriyle ilgilidir. Bu ilkelere göre ilişkileri düzenlemek politika oluyor.

Politika, bir devletin kuruluşu ile ilgili ilkeler saptandıktan sonra o doğrultuda yapılan düzenlemeler ve bu düzenlemelerin yürütülmesi işidir.

İlkeler keyfilikten ne kadar uzak ise o devlet o kadar sağlam bir yapıya sahip olur.

Politika, yönetme ediminin onunla yapıldığı şey.

Yönetme; saptanmış ilkeler doğrultusunda yapılan düzenlemeler.

Düzenleme; işletme, yön verme, yönlendirme.

Tüm bu kavramları idare etme ya da yönetme kavramı altında topluyabiliriz.

Yürütme, belirlenen hedeflerin gerçekleşmesi için işleme konulması.

Devlet politikası; bir devletin öyle bir devlet olmasını sağlayan politika ve yürütme işi.

Yürütmede iki unsur önemli:

1-Toplumun yapısı, niteliği özelliği; o toplumun yapısı demokrasi, laiklik, hukuk ve sosyallik gibi ilkelerin belirlenmesinde önemli rol oynar.

2-Hukuk; belirli bir yasalar sistemi.

Toplumun yapısıyla yasalar çatıştığında devletin daha özelde de hükümetin yürütme işi tehlikeye gi

Anayasa, toplumsal ve siyasal olaylara tepki olarak çıkar. İlkeler bir tür istemlerdir. Olan bitene yön vermek için ortaya konan istemlerdir. Toplumsal değişimin o ilkeler doğrultusunda olması istemidir.

Toplumun yapısı ve hukuğun elverdiği müddetçe bu devleti oluşturan ilkelerin belirlediği değişme yönünde güç, devlet gücü olarak ortaya çıkıyor. Devlet böyle bir güç sayesinde egemen oluyor.

Devletin egemen olması demek; toplumsal ve hukuksal ilişkilere egemen olması demektir.

Egemenlik, güce bağlı olarak ortaya çıkıyor. Güç sayesinde otorite sağlanıyor.

Otorite, ilişkilerin içine işleyerek onları istediği gibi ilkeler doğrultusunda düzenlemek.

Devletin politikasına hükümetler aykırı davranmadığı sürece iktidar olurlar. Hiçbir hükümet temel ilkelerden birini kaldıramaz. Ancak bu ilkeler formeldirler. Bu nedenle icraata belirli bir yol önermezler bu yüzden de her hükümetin icraatı farklıdır.

Örneğin bir hükümet, ekonomiye ağırlık vermekle demokratikleşmenin artacağını savunup bu yolla icraatta bulunurken başka bir hükümet bunu kültür ya da başka alanlara kaydırabilir.

Devlet politikası çerçeve gibidir. İçindaki resim değişse de çerçeve kalır. Dolayısıyla anayasalar kolay kolay değişen yasalar değildirler.

Antik Yunan’da site/şehir devletlerinin üç kuruluş ilkesi vardı:

1-Autharkhia; toprak bütünlüğüne (üniter yapı) sahip olma.

2-Autonomia; kendi yasasını kendisinin yapması, başka bir ülkenin iç işlerine karışmaması.

3-Elekteria;-yönetim biçimi olarak-özgür olmasıdır. Oy kullanma yetkisine sahip olan herkesin yönetimde söz sahibi olması.

Bu ilkeler, anayasaların arkasında bugün de var.

Ulus – Millet Ayrımı :

Bu iki kavramın ortak yanları olduğu gibi farklı yanları da vardır.

Ortak yanları, her ikisi de bir birlik bilincini ifade etmektedir.

Farklı yanları ise, ‘millet’ kavramında din olgusunun, ‘ulus’ kavramın da ise tarihsel bir olgunun (Kurtuluş savaşı, Fransız ihtilali…)ağır basması sözkonusudur.

Örneğin bizim anayasamızda, ‘millet’ dendiğinde de ‘ulus’ anlaşılıyor. ‘Milli devlet’ derken de ‘ulusal devlet’ kastediliyor.

Devletin oluşumunda tarihsel bir olgunun olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla devlet bu tarihsel olguyla varoluyor. Ancak tarihsel olgu olmayabilir de.

Zamanla tarihsel olguyla alakası olmayan bir düşünce, bir fikir bilinci, bir ulusun kaynağı olabiliyor.

Örneğin bu; Çin devrimi, Bolşevik ihtilali, Fransız ihtilali, Kurtuluş savaşı, Amerikan devrimi gibi tarihsel olaylar / devrimler, zamanla bir ideolojiye, yeni bir fikirsel yapıya dönüşebiliyor. Ve ulusun kaynağını bu yeni fikirsel/ideolojik yapı belirleyebiliyor.

Millet olmada, devlet olmada bilinç çok önemli.

Tarihsel olay (kurtuluş savaşı)Fikirsel/ideolojik yapı

Ulus olmak, o devleti oluşturan ilkelerin bilincine tek tek insanların sahip olmasıyla olur. Bir ulus, o devletin ilkelerin bilincine sahip insanlar topluluğudur. Bu bilince erişmek, belli bir süreci gerektiriyor.

Anayasalardaki istemler, gereklilikler insanlar arasında millet sevgisinin gelişmesiyle olur.

Her tek tek insanın ulus bilinci à Vatan, millet sevgisi.

T.C. Anayasasının başlangıç kısmında aynen şöyle denilmektedir:

“Demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur”.

Nerede devlet varsa orada üniformizm/tek biçimcilik vardır. Bundan kaçınmanın yolu yok. Ancak bu üniformizm hafif olabilir, zorlayıcı olabilir o anayasaya göre değişir.

Anayasalarda devletin somut olarak karşımıza çıkan metinleri, aynı zamanda sınır çizici metinlerdir. Bu sınır çok geniş ve esnek tutulmuştur. Anayasa olabilmesi için böyle de olmak zorundadır. Esnek olmaması halinde yasaların ona göre olması ve düzenleyici bir üst yasa olması sözkonusu değildir. Genel ilkeler düzeyinde sınır çizen üst bir yasa.

Anayasalar, ayrıntıya inmeyen ve yasak koymayan yasalardır. Çünkü yasak koymak ayrıntıdır.

Devlet kavramı, tekil ve çoğul kullanımı açısından ayrılır. Bu ayrımı bilim ve felsefe adına yapıyoruz.

Tekil kullandığımız zaman(Devlet nedir?), devletin ne olduğu ve felsefe tarihinde çeşitli düşünürlerce nasıl ele alındığı ya da görüşler sözkonusudur.

Çoğul anlamda yani devletler olarak ifade ettiğimiz de ise, tek tek devletlerin nasıl oluştuğu, işleyişlerini ele almak sözkonusu. Bunu da bilimin üstlendiğini görüyoruz. Bilim de bunu ‘Kamu Hukuku’ aracılığı ile yapıyor. Ve belirli bir devlet düzenine, kamu hukuku aracılığıyla bakıyor ya da sürekli olarak hep, kamu hukuklarını alarak mukayeseli inceliyor.

Bir devlet bilimin konusu olarak, ancak anayasalaştırılabilir.

Felsefe de ise ‘devlet’ kavramının nasıl düşünüldüğüne, tasarlandığına ilişkin çeşitli görüşler vardır. Bilimin ortaya koyduğu somut devlet anlayışı ve ipuçları bu görüşler yardım eder

Tekil ve çoğul kullanımında bir bağlantı var o da; somut devlet anlayışıyla bağlantılı olması.

 FELSEFE TARİHİNDE ‘DEVLET’ GÖRÜŞLERİ :

  PLATON VE ‘DEVLET’ :

Platon’un getirdiği düşünceler bugün de devlet felsefesiyle yakından ilgili.

Kişi ile devlet Arassında organik bir bağlantı kuruluyor. Kişide bulunması istenenlerin devlette de bulunması isteniyor.

“Adil devlet, adil insanlarla mümkündür”.

Kişide ve devlette bulunması isteneler ‘adalet’ kavramı altında toplanabilir:

Adalet; 1-kişi düzeyinde, 2-devlet düzeyinde, 3-ilişki düzeyinde.

Tek tek herkesde ‘adalet duygusu’ geliştirmek. Böylece adil insanların ilişkileri de adil olacak.

Platon, adaletten ne anlıyor?

Adaleti önce kişinin ruhunda sağlamak. İnsanın ruh yanı, iş yapan, eylem yapan yanı, akıl yanı.

Beden yanı ise, bu eyleme malzeme taşıyan yanı, tutku yanı. İşte bu iki yanın dengelenmesi sözkonusu.

Platon burada ,‘at arabası’ örneğini veriyor:

İki atlı bir araba var ancak atların ikisi de farklı yöne gitmeye çalışıyor. Biri aklı diğeri tutkuyu temsil ediyor. Atlardan birinin baskın çıkması, bir yanın baskın çıkması demektir. Sürücü ise dengeyi temsil etmektedir. Arabanın doğru gitmesi için atların ikisinin de dizginlerini elinde tutar.

İnsan aklını nerde kullanacağını bildiğinde tutkuların da dengede tutar ya da fertler tutkularının sınırını çizdiğinde kişi adaleti kendinde gerçekleştirmiş olur.

Bu kişi bir çokluk (akıl-tutku) iken, bir birlik haline gelir. Bu kişilerin ilişkiler de adil ilişkidir. Adil ilişkiler de, adil devleti oluşturur. Kişiler böyle olduğunda kendilerine düşen görevi yerine getirmiş olurlar.

İnsanlar arasındaki eşitsizlik, birbirlerinde farklı yeteneklerle donatılmış olmalarıdır.

İnsan olayların dışında değil, içinde olmalı ki, devletin sorumluluğunu taşıyabilsin. Bunun tam tersi olduğunda devlet, insan için onu bastıran, ezen bir varlık olarak ortaya çıkar. Bunun bir örneği Hobbes’in ‘Leviathan’ıdır; devletin insanlardan bağımsız tek başına bir kişilik kazanması. Tarihte bu tür devletlerin sayısı oldukça fazladır.

Ancak gerçeklikte, devleti devlet yapan ilkeler, Platon’un istediği gibi sadece akılsal olmuyor. Gerçeklikte bu ilkelere; mitos, ideolojiler, inançlar da karışıyor.

Oysa Platon, ilkelerin akılsal olması için bunları ortadan kaldırmaya çalışıyor.

Devlette mitosun yeri olmamalı görüşü, ‘adil devlet’ bakımında bir gereklilik olarak talep ediliyor.

Platon’un bilgi, insan ve devlet görüşündeki birlik:

Bilgi görüşü:

a)Görülenler (olan-bitenin saptanması burada)

b)Düşünülenler/gereklilikler alanı (idealar; insan ideası, devlet ideası…)

Platon’un insan ve devlet anlayışı onun bilgi görüşüne dayanır.

İnsan görüşü:

a)Ruh(akıl)

b)Beden(tutku)

Her ikisi dengelendiğinde ‘adil insan’ ortaya çıkar.

Devlet görüşü: (Politeia)

a)Adalet

b)Güç istemi

Her ikisi dengelendiğinde ‘adil devlet’ ortaya çıkar.

Platon, insan-devlet paralelliğini kurmuştur. Bu onun getirdiği bir yeniliktir.

Devlet, insanla varlık kazanır, insandan bağımsız bir’adil devlet’ olamaz. Dayanılan ilke, adalet ilkesidir.

Geçmişten günümüze kadar adalet ilkesi, hem toplumsal yapıyı hem de devlet politikasını belirliyor. Aynı zamanda, bu ilkenin kendisi de bunlar tarafından sürekli olarak belirleniyor. Aralarında simetrik bir ilişki var.

Bu nedenle adalet, kesin şudur diyemiyoruz.

Adalet ilkesi bir ide ise, bunun insan ve devlet bakımından bilgisi yani tezahürleri ne olabilir?

İlkeler ister devleti kuran ve düzenleyen ilkeler olsun isterse toplumu kuran ve düzenleyen ilkeler olsun ikiye ayrılırlar:

a)Kurucu ilkeler, b)Düzenleyeci ilkeler.

Kurucu ilkeler; laiklik ilkesi, eğitim birliği ilkesi…

Bu ilkeler tarihsel ilkelerdir. Belirli bir durumda yapılması gerekenden çıkarılan ilkelerdir. Kendileri değişken bir özelliğe sahip değillerdir. Bu yüzden kesindirler, mutlaktırlar. Çünkü belirli bir durumda yapılması gerekenden çıkarılan ilkelerdir. Bu ilkeler devletin birliği ve bütünlüğünü sağlamak için getirilmiştir.

Bu tür ilkelerin, toplumsal ilişkilerin içine işlemesi yan yol ve yön göstermesi gerekir.

Gerçeklikte kurucu ilkelerle, düzenleyici ilkeler iç içedirler. Devlet bakımından düzenleyici bir ilkenin ortaya çıkmasını belirleyen kurucu ilkelerdir.

Her tek devlet sözkonusu olduğunda sosyal adaleti belirleyen kurucu ilkelerdir. Bu ilkelere dayalı oarak, hukuk oluşur, sosyal anlayış oluşur yani devlet oluşur.

Devlet bakımından problem, devletin politikasını yürüten ilkelerin durması halinde çıkıyor.

Önemli olan bir devlet için, kabul ettiği ilkelere göre hareket etmesidir.

Adaletin tezahür ettiği yerler; yasalar, yasal düzenlemeler. Anayasalar da yasal düzenlemeler olduğu için anayasalar da da tezahür ediyor.

Bir devletin değeri; diğer devletler arasındaki itibarıdır.

Sosyal adalet; o devletin çatısı altında yaşayan insanlara karşı bir değerlilik anlayışıdır.

Adalet ilkesi bütün devletlerin anayasalarına yansıyan bir ilkedir.

Acaba adalet ilkesi anayasalarda nasıl ortaya çıkar? Ya da anayasa bakımından adalet nedir?

Adalet idesinden kastedilen adaletin gerçekleşmesi değil. Adalet idesi, ide olarak kalıp, insanlar için bir istemdir, bir taleptir.

Adalet idesi her zaman var. Belirli zamanlarda, belirli durumlarda insanlar arası ilişkilerin düzenlenmesinde hep var. Ancak adaletin kendisinin ne olduğu belli değil, herkesin kendine özgü bir adalet anlayışı var.

Platon, insan-devlet bütünlüğüne önem veriyor.

Demokrasi, insana ağırlık veriyor.

Monarşi, devlete ağırlık veriyor.

Platon; insan- devlet.

Ortaçağ; tanrı-devlet

16.yy; laik devlet (Machiavelli)

 CASSİRER’İN “DEVLET EFSANESİ”  adlı eserinden;

 PLATON’UN DEVLETİ , ‘POLİTEİA’:

Sokrates, Platon’u felsefenin insan sorunu ile başlaması gerektiğine inandırmıştı. Fakat platon’a göre kendimizi insanın bireysel yaşamının sınırları içine kapadığımız sürece, insanın uygun bir tanımını bulamayız. Eğer insanı siyasal ve sosyal hayatında ele alırsak, sorun olanı daha anlaşılır bir hale getirebiliriz. Platon devletinin başlangıç noktası bu ilkelerdir. Bu andan itibaren tüm insan sorunu değişmiştir.

Platon’a göre bireyin ruhu toplumsal doğa ile bağlıdır. Birini ötekinde ayıramayız. Özel ve genel yaşam birbiriyle bağlantılıdır. Eğer genel yaşam kötü ve yozlaşmış ise özel yaşam gelişip amacına ulaşamaz. Platon devletinde bireyin adaletsiz ve yozlaşmış bir devlette karşılaşacağı tüm tehlikelerin çok etkileyici bir betimlemesini yapmıştır.

Ona göre eğer devlette yenilik yapmakla işe başlamazsak, felsefede yenilik yapmayı umamayız. İnsanların ahlaksal yaşamlarını değiştirmek istiyorsak tek yol budur; devlette yenilik yapmak.

Platon, insanın tanrılara ilişkin gerçek ve daha uygun bir görüş bulmadığı taktirde, kendi insansal dünyasını düzenleyip, yönetmeyi umamayacağını vurgular.

“Biz tanrıları geleneksel biçimde birbiriyle savaşır ya da birbirlerini aldatırken düşündüğümüz sürece, şehirler hiçbir zaman kötülüklerden kutulmayacaktır. Çünkü insanın tanrılarda gördüğü salt kendi yaşamının bir tezahürüdür. Biz devletin dışında, insan ruhunun doğasını okuruz”.

Atılması gereken ilk adım, mitolojik tanrıların yerine Platon’un en yüksek bilgi diye betimlediği ‘iyi ideası’nı koymaktır.

Platon’un karşı durup yadsıdığı şiirin kendisi değil, söylence yapma işlevidir. Homeros ve Heseidos tanrılar soyunu yaratmışlar, tanrıların biçimlerini çizmişler, ödev ve güçlerini ayırdetmişlerdir. Platon’un devleti için gerçek tehlike buradaydı. Şiiri kabul etmek, söylenceyi kabul etmek anlamına geliyordu. Oysa politeia, ozanların bu devletten kovulmasıyla korunabilirdi. Platon ayrıca mitolojik öyküleri tümüyle yasaklamıyor. Giderek onların küçük bir çocuğun eğitimi için gerekli olduklarını da kabul etmiştir. Fakat onlar bir disiplin içine sokulmalı, bu andan itibaren daha yüksek bir ölçüt olan, iyi ideası aracılığı ile değerlendirilmelidir.

Platon, kendi toplumsal düzen araştırmasına adalet kavramının tanımı ve çözümlemesi ile başladı. Ona göre devletin, adaletin yöneticisi olması dışında daha yüksek bir ereği yoktur.

Platon’daki ‘ adalet’ terimi günlük dildeki karşılığında değildir.

Adalet; genel bir düzen, birlik ve yasalılık ilkesidir. Bu yasalılık insan ruhunun tüm ayrı güçlerinin uyumunda görülür. Devlet içinde ise değişik sınıflar arasındaki geometrik orantıya göre alır ve genel düzeni sağlamak işbirliği yapar.

Bu görüşüyle Platon, yasal devlet ya da hukuk devleti düşüncesinin kurucusu ve ilk savunucusu olmuştur.

Platon’un aradığı şey, insanın siyasal ve toplumsal yaşamının ayrı tutulmuş ve rastgele olgularının yalnızca bir birikimi ya da deneysel araştırılması değil, tüm bu olguları anlayacak ve dizgesel bir birlik içinde toplayacak bir düşüncedir.

Onun kesin bir şekilde yadsıyıp mahkum ettiği; zorba ruh ve zorba devlettir. Bunlar yozlaşmanın ve bozulmanın en kötü biçimleridir.

Akılsal devlet, kuramını kurabilmek için baltayı taşa vurması söylencenin gücünü yıkması zorunluydu. Ancak kendisine de insanlık tarihindeki en büyük söylence yapıcılardan birisi olmasını sağlayan imgelem bağışlanmıştı. Biz Platoncu düşünceyi, Platoncu söylenceleri düşünmeksizin eleştiremeyiz.

Platon, “eğer siyasal dizgelerimizde söylenceye hoşgörü gösterirsek, siyasal ve toplumsal yaşamımızı yeniden kurma ve iyileştirme için beslediğimiz tüm umutlar suya düşer” demektedir.

Adalet devletinde, mitosun kavramlarına, Homeros ve Heseidos’un tanrılarına yer yoktur. İlk işimiz masal ve öykülerin yapımını denetlemek, doyurucu olmayanların tümünü yadsımak olacaktır. Dadıları, anneleri yalnızca onayladığımız öyküleri anlatmaya yönlendireceğiz. Eğer tanrıların dalaverelerinden sözedecek olursak, kendi insansal dünyamızda düzen ve uyumu hiçbir zaman bulamayız.

Platon’a göre insansal yaşamımızı, gelenek üstüne kurmak demek, onu koyan kurumlar üstüne kurmak demektir.

Platon kuramının ana kavgası; “kuvvet haktır” sözüne saldırmak ve onu yok etmekti.

Onun ahlaksal ve siyasal felsefesindeki ‘adalet’ ve ‘güç istenci’ karşıt kutuplardı.

Adalet; ruhun tüm öteki büyük ve soylu niteliklerini içine alan baş erdemdir.   Güç tutkusu ise, tüm temel bozuklukları içerir.

Mutluluğun, her insan ruhunun en yüksek ereği olduğuna ilişkin Sokratesçi savı benimsedi. Ancak mutluluğu elde etmenin, hazzı elde etmek olmadığını da vurguladı.

Platon, bireysel ruhla, devlet ruhu arasında bir paralellik kurduğu için, devletin de aynı yükümlülük içinde olduğu apaçıktır. İnsan başkalarını yönetebilmek için önce kendisini yönetmeyi bilmelidir. Yazılı anayasalar, eğer vatandaşların kafalarında yazılı olan bir anayasanın anlatımı değilseler, hiçbir bağlayıcı güçleri olamaz.

Dünyadaki tüm şeyler arasında mitos, en gem vurulmayanı ve en ölçüsüz olanıdır. O bütün sınırları aşar ve bütün sınırlara meydan okur. Devletin ana amaçlarından biri bu bozuk ahlaklı gücü, insansal ve siyasal dünyanın dışına çıkarmaktır.