Archive for the ‘T.MENGÜŞOĞLU VE F.ANTROPOLOJİ’ Category

FELSEFİ ANTROPOLOJİ-1

Perşembe, Ağustos 6th, 2009

 

Felsefi antropoloji, yüzyılımızda bir felsefe disiplini olarak ortaya çıkmıştır. Kurucusu; Max Schelerdir.

 

 TAKIYEDDİN MENGÜŞOĞLU:

 

 Şimdiye kadar kozmosu büyük bir ilerlemeyle araştıran insan, kendi varlık problemini unutmuştur. Ancak bu yüzyılda, insan kendi varlık problemini araştırmaya dönmüştür.

 Mengüşoğluna göre, insanla ilgili spekülasyonları bir tarafa bırakıp doğrudan varolana, insanın yapıp etmelerine bakmalıyız.

 Scheler, “insanı insan yapan geisttır” der. Darwin ise insanın bugünkü durumunu ‘evrim’le açıklamaya çalışır. Oysa bunların hiçbiri, ontik temele dayanmayan spekülatif düşüncelerdir.

 Sözkonusu teoriler, insanı parçalayarak ele alan teorilerdir. Halbuki insan felsefesinin hedefi, insanı parçalamadan ontolojik olarak ele almalıdır. İnsan, ne ilişkilerinden koparılmış metafizik bir kavram ne de sadece beden ve ruhtan ibarettir. İnsan; varolan, biopsişik, ontik, somut bir bütündür.

 Eğer insan felsefesi; insan hakkında fenomenlere uygun bilgiye varmak istiyorsa, bütün gnesolojik/parçalayıcı görüşleri terk edip, insanı ontik bir bütün olarak ele almalıdır. Hiçbir başarı ne sadece biyolojiktir ne de  psikolojiktir. Temelini insanın varlık yapısında bulan bu başarılar, insanın varolmasını sağlayan, sürdüren temellerdir.

 

İnsanın varlık yapısında üç fenomen var:

 *‘İnanma’; insanda önemli bir varlık fenomenidir. İnsan, yapıp etmelerini inanma ile ideleştirir. Hatta bilgilerinde bile inanmanın payı vardır. İnanma, dogmatik açıdan bir inanç olmayabilir.

 *İnsanın bir varlık şartı da ‘sanat‘tır. Sanat, teknikle birlikte insan hayatına hizmet eder ve onun hayat yükünü azaltır.

 *Bir varlık şartı da ‘dil‘dir.

 Bütün bunlar insana tabiat tarafından verilmiştir. İnsan bunları değiştiremez ama geliştirebilir. Bu fenomenler sadece insana aittir.

 İnsanda bu varlık şartlarının dışında; değer, isteme, tercih etme gibi duygular da vardır. Ancak bunların gerçekleşmesi için, insanın özgür olması lazım. İnsan yapıp etmelerinde bir güç tarafından zorlanmazsa, kendi hayatını bir düzene sokabilir.

 İnsan, kendindeki değer duygusuyla yapacaklarını bir sıraya koymalı ve bu duyguyla hangisini daha önce yapacağını seçebilmelidir. İnsan, bu yapıp etmeler karşısında pasif kalamaz, mutlaka bir tavır takınır. Aksi halde amaçladığı gayesine ulaşamaz.

 

 “İnsan, yapıp etmelerine bir anlam veremezse ya da ideleştiremezse yaşayamaz”.

 “İnsan, eğiten ve eğitilen bir varlıktır”.

 “Devlet, hem bir insan başarısıdır hem de insan başarılarının koruyucusu ve devam ettiricisidir”.

 “Hayvanlarda da insani nitelikler görmek bir aldanıştır. Bu sadece antromofor (insan biçimci) bir bakış açısıdır.

 

 

   MAX SCHELER :

 

 Yüzyılımızda insan neden sorun olmuştur?

 Aydın bir Avrupalıya insan nedir? diye sorulsa, hemen kafasında şu uzlaşmaz fikirler oluşur:

 

 1-Yahudi-Hristiyan geleneğini çerçevesinde, yaradılışa dair fikirler.

 2-Antik Grek geleneğine ait fikirler; “insanı, insan yapan; akıl, logos, geist…”.

 3-Tabiat bilimleri ile genetik bilimlerinin açıkladığı fikirler; insan, en üst basamağa ulaşmış varlıktır. İnsana tarihsel evrimi içinde bakmak.

 

 Scheler’e göre insan; yüzyılımızda bu üç fikrin çatışmasıyla sorun olmuştur. Yüzyılımızda elimizde tutacağımız belli bir insan fikri yok. İşte Scheler’in amacı, insan hakkında herkesin birleşebileceği bir fikir oluşturmak.

 Yahudi-Hristiyan geleneğe göre insanlık;  Adem ile Havva’nın cennetten kovulmasıyla ortaya çıkmıştır. Antik Grek’de de insanın ne olduğu bilindiğinden bir sorun yok. Yüzyılımızda bu fikirlerin çatışmasıyla insan sorun haline gelmiştir.

 

 Scheler işe, insan ve hayvan karşılaştırması yaparak başlar ve 4 basamak tespit eder; “ruhi oluşum basamakları”:

 

 1-Vital tepki (vital; canlılık, hayat):

  Ruhi oluşun kendini gösterdiği ilk yer ve ilk biçimi; bitki. Scheler’in burada vurguladığı, biz gözleyemesek de bitkide bir iç varlık vardır. Bu bilinçsiz bir varlıktır. Aynı zamanda bu iç varlık; kendisi için varlıktır. Dıştan yapılan gözlemlere açık değildir. Bitkide, ‘kendini bilme’ yoktur diyenlere Scheler, “yanılıyorlar”, der.

 Bitkinin hayvandan farkı; ne kendine özgü hareket alanı ne vital bir itkisi ne duyusu ne de sinir merkezi vardır. Bitkide bir canlılık belirtisinden başka bir şey yok.

 Vital tepki insanda da var. İnsan, realitenin bütün varlık basamaklarını özellikle hayatın basamaklarını kendinde toplamış, varlık karakteri, kendinde en yoğun birliğini bulmuş varlıktır.

 2-Ruhi oluşun 2. basamağı; instinkt (içgüdü):

  İnstinkt; canlının davranışı demektir. Scheler’e göre bu davranışın, 5 niteliği vardır:

   a)Bu davranış bir kere, bir anlam taşımalıdır. Bu anlam pozitif de negatif de olabilir. Bu davranış öyle bir şekilde ortaya çıkmalı ki; ya kendisine ya da başkalarına faydalı olabilsin.

   b)Böyle bir davranışın, ritmi olmalıdır. Şimdi için değil, geleceği biliyormuş gibi geleceğe yönelik bir davranıştır.

   c)Türe hizmet etmesi; instinkt davranış daima türe hizmet eder. İster kendi türü olsun, ister farklı tür olsun fark etmez. Örneğin; bitkilerde döllenmenin, arılar ve kuşlarla olması.

  d)İnstinkt davranışlar, deneme yanılma yoluyla öğrenilmiş davranışlar değildir. Bu davranışlara olsa olsa kalıtımsal diyebiliriz. Doğuştan olup, sonradan kazanılmayan davranışlardır.

  e)Bu davranışın hayvanın yaptığı tekrarlara bağlı olmaması.

 

 3-Associative hafıza; kopuk kopuk bilgilerin birleştirilmesi. Hayvanda da bellek sözkonusudur. İnsanla hayvan belleği arasında sadece derece farkı vardır.

  Hayvan, hür bir şekilde hatırlamaz. Bu hatırlama, türsel bir aktarma ile geçer.

  İnsandaki hatırlama ise hürdür, bilinçlidir. İnsan geçmişte bir kez olan bir şeyi hatırlayabilir, ilgiler kurabilir.

 

 4-Zeka; hayvanda da zeka var. İnsanla arasında derece farkları vardır.

 

 Scheler’in amacı; insanla metafizik bağı göstermek yoksa insanla hayvan arasında bir fark olmadığını göstermek değil. Bu sadece kendi yolunu açmak için.

 Bu 4 basamağın üstündeki şeyi, ruhi oluşun bir basamağı olarak düşünemeyiz. Bu prensip, hayatın dışında ona zıt olan bir prensiptir. Bu prensip bir yere götürülmek istenirse; şeylerin en yüksek sebebi, bir yanı hayat olan tanrıya götürülebilir. Bu prensip, birçok aktları içine alan ‘geisttır’.

    “İnsan makrokozmosda, bir mikrokozmostur”.      

  

     Tanrı -Geist – İnsan 

     —————      

        Zeka     

        Hafıza

        İnstinkt

        Vital tepki

  —————–

       Anorganik

 

 İnsan, varolan her şeyi taşıyor. İnsanla dünya arasındaki ilişki; metafiziktir.

 İnsanın temel özelliği; her şeyde bağdan kopmuş, hür bir varlık olması.

 

Hayat tabakalarında; yukarı çıkıldıkça güçlülük azalır, özgürlük artar. Aşağı inildikçe de güçlülük artar, özgürlük azalır.

 Buna göre en güçlü varlık; anorganik olandır ama hür değildir.

 Bitki bir kimyagerdir. Kendinde her şeye sahip, başka şeylere ihtiyaç duymuyor. Bitkinin insandan güçlü olması bu yönüyle.

 Aşağı inildikçe, kendine kapalılık artar.

 Hayvan, hayata ‘evet’ derken, insan, ‘hayır’ diyebiliyor. İnsan geist varlığı olarak, her şeyi hatta kendini bile obje edinebiliyor. Bu nedenle insanda ‘ben bilgisi’ vardır.

 Hayvan-çevre; hayvan yaşadığı çevrenin bilincinde değil.

 İnsan, dünya dışına çıkabilen, hayvana göre ters yönde davranabilen bir varlıktır. Çünkü insan, geist varlığı.

 İnsan hem hayvan gibi hem de refleksiyonlu ( geriye dönüp bakan) bir varlık.

 Her şeyin temelindeki varlık; ‘geist’, kendini tamamen insanda bulmak ister.

 Scheler’in amacı; bazı antropologların yaptığı gibi insanla hayvan arasında sadece derece farkı olmadığını, onun metafizik yanının da bulunduğunu göstermek ister.

 

Scheler, geist kategorilerinden iki kategori üzerinde duruyor:

 

1-Substans; bir şey ne kadar değişirse değişsin özü aynı kalır.

2-Zaman- mekan.

 Hayvanda ne substans ne de zaman- mekan vardır. O kendini hep zaman mekanla bütünleşmiş olarak algılar. Boş zaman ve mekan tasarımları yoktur.

 İnsanın doyurulmamış vital itkileri, hayvandan daha çoktur. Bugünkü bunalımlar ve çöküntüler bu yüzdendir. Çünkü insanın geleceğe yönelik beklentileri çok fazladır.

 

 Saf  bir aktüalite olarak geist; kendisi obje haline getirilemeyen fakat her şeyi obje yapan biricik varlıktır. O, saf  ve halis bir yapıp etmedir. Varlığın koşulu, kendi aktlarını hür bir şekilde gerçekleştirmek.

 Kendi geistımızdan baktığımızda kendi ruh varlığımızı obje edinebiliriz. Fakat kişi varlığımızı objeleştiremiyoruz. Yapabileceğimiz sadece kişi varlığımızı yoğunlaştırmak. Kişilik; geistın merkezidir. Yabancı kişilikler de objeleştirilemez. Geist, objeleştirilemeyen tek varlık. Yabancı kişilikleri de objeleştiremeyiz ama aynileştirebiliriz. Augustinus, “bilen ile bilmeyen aynıdır” diyor. İşte aynileştirme budur.

 Tek tek geistlerin aktlarını anlayabilmek için, ebedi geistın aktlarını birlikte gerçekleştirmemiz gerekir.

 Ebedi geist; güçsüzdür ve bir form olarak vardır. Ebedi geistın aktları, tek tek geistta ortaya çıkar. Geist, kendi aktlarını hür bir bir şekilde gerçekleştirendir.

 

 Geistın temel bir aktı, ideleştirme; bu da ikiye ayrılıyor:

1-İdeleştiren mahiyet bilgisi; örneğin, Budha belli bir yaşa kadar acının, yoksulluğun ve ölümün ne olduğunu görmemiş. Daha sonra acı çekenleri, yoksulluğu ve ölümleri gördüğünde “dünyanın temelinde acı, yoksulluk ve ölüm vardır” diyerek, ideleştiriyor. İşte bu ideleştirmeyi yapan sadece, geist varlığı insan.

2-Fenomenolojik redüksiyon; realite dediğimiz şeyi bilinçli ya da bilinçsiz olarak ortadan kaldırmak.

 Hayat karşısında hayvanın; korku, endişe gibi bir sorunu yoktur. Çünkü, geist varlığı değildir. Bu durum sadece bizde. Ancak geist, geçici olarak  bu tepkiyi ortadan kaldırmamızı sağlar.

 Bu akt, tesadüfi olan şeylerin yani şimdisi ve burdası olan şeyleri; bir paranteze alırsak, geriye sadece çantalıkları kalır. İşte insan ‘asketik’ bir tavırla hayata ‘hayır’ diyebilir. Böylece bütün vital itkilerini, istemelerini susturabilir, bastırabilir.

 

 İnsan hakkında iki teori var; klasik ve negatif  teoriler:

 

 Klasik teori; bunlara göre tanrı oluşmuştur ve en güçlüdür.

 Scheler’e göre Aqinolu Thomas ve Plotinus yanılıyorlar. Tanrı henüz oluşmamıştır, oluş halindedir. Tanrının oluşumu, güçlenmesi insandan geçmektedir. Bir gün insan, tanrı olacak, insan tanrılaşacaktır.

 

   Tanrı – Geist – Tepki – Hayat/Dünya – İnsan                                                       

                                                         

   Tanrı – geist, bu yolla güçlenecek. İnsan, her şeyin merkezi.

 Negatif teori; bunlara göre geistı, insanın bastırdığı, susturduğu vital itkileri oluşturmaz. Geist, zaten varolan bir şeydir ama güçsüzdür.

 

 Bu teoriler, vital itkilerin bastırılmasını kabul ediyorlar ama şu sorulara cevap veremiyorlar:

 Bu vital itkileri bastıran kim? Hayata hayır diyebilen kim? Bastırılmanın, yükselmenin nedeni ne? Hayatı istememenin nedeni ne? Bir yanda bastırılan vital itkiler var, bir yanda da bu vital itkilerin yarattığı ruh hastalıkları var. Bunun nedeni nedir? Bu teoriyi kabul edenler bu sorulara cevap veremiyorlar.

 

 Geist, gücünü hayattan alan bir form. Geist, güçsüz ama yaptığı bir şey var:

 Hayatın/tepkinin karşısında bir yandan ideler koyar bir yandan da istemeyi koyar. Geist ile hayat arasında sürekli bir hesaplaşma vardır. İdeleştirme ve isteme, geistın hayata karşı iki silahıdır.

 Geist, hiçbir zaman insanla savaşa girmez. Eğer girerse isteğinin tam tersi itki kuvvetleri güçlenir ve galip gelir.

 Tepki(hayat) ve geist; tanrının atributumudur. Tanrı kendini gerçekleştirmek için bu enerjisini bırakmak, bıraktığında da çıkacak sonuçları göze almak zorunda kalıyor.

  Tanrı; insan ve insan ilişkilerindeki deltayı, hep kendini gerçekleştirme gayesi için göze alıyor.

 

Felsefi antropolojinin görevi; dil, vicdan, araç, silah, hak ve haksızlık idesi, devlet ve idare etme sanatı, sanatların fonksiyonları, din, mitos, tarihilik ve topluluk hayatı gibi insana has olan başarıların ve insanın yarattığı eserlerin, onun varlık yapısından nasıl çıktığını eksiksiz olarak göstermektedir.

 Dünya, ben ve tanrı hakkındaki bilgi parçalanamaz bir yapı birliği gösterir.

 Teizmin önşartını; ‘tanrının bir geist varlığı olarak, kişiliğinin sonsuz bir kudret sahibi olduğu’ fikrini kabul edemiyoruz. Bizim için insanla dünyanın temeli arasındaki bağlılık şu şekildedir; kendisini geistın hem taşıyıcısı hem de bir canlı varlık olarak insanda sadece, kendi başına varolan varlığın tepki ve geistının bir parçasının merkezi olan insanda doğrudan doğruya kavrar ve gerçekleştirir. Yani en temeldeki varlık/tanrı, kendini insanda gerçekleştirir. Çünkü tanrının atributumları olarak geist ve tepkinin/hayatın merkezini oluşturan varlıktır insan”.

 

 Nasıl olur da insan güçlenmemiş bir tanrıya tapar?

 Bu soruya Scheler şöyle cevap verir:

 “Tanrı, metafizik yanı güçlenmemiş insanların başvurduğu bir sigorta kurumu değildir”.