Posts Tagged ‘politika’

ÖZLÜ SÖZLER – FELSEFE / SİYASET / GENİŞ AÇI

Cumartesi, Temmuz 5th, 2014

FELSEFE TÜRLERİ

 “Sıraya geç kardeşim!”
KLASİK TEPKİ

“Şeker kardeşim sıraya geçiver!”
NEOKLASİK

“Sıra var!”
REALİST

“Sallandıracaksın bunlardan ikisini Kızılay’da, bak bir daha yapabiliyorlar mı?”
SÜRREALİST

“Beyefendi galiba sırayı görmediniz!”
ROMANTİK

“Sırana geç!”
NATURALİST

“Efendim insanımız eğitimsiz. Oysa Avrupa’da…”
MODERN

“Sırana geç lan ayı!”
POSTMODERN

“Acelesi olmasa öne geçmezdi; üzmeyin garibi…”
UZLAŞIMCI

“Alt yapı sorunları çözülmeden halkımız sıraya geçmez. Devrim olunca herkes hizaya gelecek…”
DEVRİMCİ

“İki dakika fazla beklesek kıyamet mi kopar? Kısmetse hepimizin işi görülür.”
KADERCİ

“Ön ve arka kavramları görecelidir. O tarafın ön taraf olduğuna kim karar verdi? Öne geçtiğini zanneden, aslında arkaya geçmiş olabilir!”
FELSEFECİ (Kuşkucu)

“Efendim, algılanmayan şeyler yok demektir. Bakmayın o tarafa, adam yok olur!”
KANTÇI

“Herkes bir gün ölecek. Onurlu bir şekilde bekleyin. Bir gün o adamda ölecek!”
KÖTÜMSER VAROLUŞÇU

“Sıkmayın canınızı, su anın tadını çıkarmaya çalışın. Bakın ne güzel hayattasınız ve birileri önünüze geçebiliyor…”
İYİMSER VAROLUŞÇU

“İnsanlık bir bütündür. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için. Dolayısıyla birimiz öne geçince, aslında hepimiz öne geçmiş oluyoruz.”

HÜMANİST

————

——————

GENİŞ AÇI:

“Tanrı öldü!”

NİETZSCHE

“Yaşasın, Nietzsche öldü!”

TANRI

“Tanrı bile yanlış yapsa, itiraz et!”

İBLİS

“Herkese yer var, sadece tanrıya yok!”

ATEİST

“Tanrı yoksa, herşey mübahtır.”

DOSTOYEVSKİ

“Tanrı varsa, tek sorumlu odur.”

SARTRE

“Aşkın gözü kör, Havva’yı sevindireyim derken, bir elmaya bir cennet!

ADEM

“Haydan gelen,  huya gider.”

HAVVA

“Namusum için yaptım.”

KABİL

“Bağırsak namımız gidiyor, sussak kendimiz!”

BİR KADIN

“Bir at, bir at verene bir krallık veriyorum!”

OTHELLO

“Dünya delikanlı olsaydı, zaten yuvarlak olmazdı!”

BİR ADAM

Susmayı öğrenmem için yaşlanmam gerekti.”

SENECA

“Hiçbir şey söylemeyen sözlere ulaşmak için her şeyin söylenmesi gerekti…”

“İnsan, hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır.”

“Konuşmayı öğrendiğim andan itibaren, susmam söylendi bana”

İSMET ÖZEL

“Çok uzun anlatmak gerekti ve biz sadece ima ile geçtik…”

HİLMİ YAVUZ

“Hergüne kendi acısı yeter.”

A. MAUROİS

“Saçları ağarana dek yaşadı ama dünyaya gelmedi.”

DAĞISTANLI

“Ne olursan ol, yine gel.”

MEVLANA

“Eşşeğin hatırı yoksa, sahibinin de mi yok?”

BİR GARİP

“Kendi kusurlarını affetmeyenin, her kusuru bağışlanır.”

KONFÜÇYUS

————–

——————

SİYASET / POLİTİKA :

 Kuzulaştırma siyaseti:

“Dur yavrum, dur çocuğum bir de şu açıdan bak…”

Zeytinyağ siyaseti:

“Suçüstü bile yapsalar asla itiraf yok, hepsi iftira, asıl suçlu bunu çıkaranlar!”

Zombi siyaseti:

“Önce uyut, sonra unut!”

Nuhçu siyaseti:

“Yanlış olduğunu bilsen bile, kesinlikle karardan dönmek yok!”

Paça bağlama siyaseti:

“Paçalarını iyi bağla, altından kaçırmasın sonra da giydir gitsin!”

Alçıya alma siyaseti:

“Dönebileceği yerleri sıkıca doldur, dik dursun sağa sola kaymasın!”

Kıvırma siyaseti:

“Kıvırma payını her zaman biraz fazla tut, ne olacağı belli olmaz!”

Yukardan kesme siyaseti:

“Ne söylüyorsa, sen daha fazlasını söyle!”

Tereyağından kıl çekme siyaseti:

“İş yaparken, gacırtıya gucurtuya getirmeyeceksin!”

Karda yürüme siyaseti:

“Geride delil bırakma, işler aleyhine dönebilir!”

EY OĞUL:

– İhtiyacın yoksa alma.

– Aldığını yerine koy.

-Bozduğunu düzelt.

-Dağıttığını topla.

– Sorumluluklarını hatırlatma.

– Her işini zamanında yap.

– Kitap oku, sanatla ilgilen, spor yap.

– Gürültü yapma.

– Nazik ve kibar ol.

– Her iyilik için “teşekkür” et.

– Her yanlış için de “özür” dile.

– Başarıyı taktir et.

– Güleryüzlü, saygılı ve adil ol.

– Anlamadan önyargılı davranma.

– Affedici ve merhametli ol.

– İnsan ayrımı yapma,

– Mazlumun yanında, zalimin karşısında ol.

– Tabiatı koru, zarar vereni uyar.

SOSYOLOJİ TARİHİ-1

Pazar, Ekim 4th, 2009

 

 Sosyal düşüncenin tarihi, çok eskilere dayanmaktadır. İnsanı anlamak için sosyal hayata değinmek gerekir. İnsan, düşünme ve sosyal hayat kavramları arasında sıkı bir bağ kurmuştur. Sosyal sorunlarla ilgili olarak insanlar, binlerce yıldan beri bir takım görüşler ileri sürmüşlerdir.

 Sosyal sorunlar bizim dışımızdadır. Biz istesek de istemesek de sosyal sorunların etkisi altında kalırız. Nerede insan varsa, orada sosyal hayat vardır. Sosyal hayat hakkında ileri sürülen fikirlere; ‘sosyal düşünce’ denir.

 Sosyal hayattaki sorunlar, hiç de kolay değildir. Birey olarak toplumda, kendi hayatımızı yaşarız. Her birey, aile içinde doğar ve sosyal hayata adımını orada atar. Her insanın sosyal hayat hakkındaki fikirleri, farkında olmadan bize de yerleşir. Örneğin; adetler, gelenekler, görenekler vs. Herkesin bir ana dili vardır, bazıları bunu daha iyi, bazıları da daha kötü konuşur. Dil, bireyin yaşadığı ortamla ilgilidir.

 Sosyal hayatı anlamak, nesneleri keşfetmek başka şey, sosyal hayatı yaşamak başka şeydir.

 Sosyal düşüncenin tarihi, insanın düşünce tarihi kadar eskidir. Felsefenin başlangıcından itibaren insanlar çeşitli sorular sormuşlardır. Bu düşünce ve fikirler sosyolojiyi başlatmışlardır.

 Bugünkü bilim, tümevarım yöntemini kullanırken, filozoflar tümdengelim yöntemini kullanmışlardır.

 Filozoflar, varolan şu alemi anlamaya çalışmışlardır. Kainatı anlamakta; tanrı, evren, insan başlıca sorunları olmuştur. Sonuçta filozoflar, insanla ilgili problemleri çözmek için sosyal hayatı da ele almışlardır.

 Filozofun, düşünce sisteminin başına koyduğu hakikatlerle, sonuna koyduğu hakikatlerin tutarlı olması gerekir.

 

 İlk prensipleràdüşünceleràson hakikatler

 —————-                          ————-}Filozofik sistem

    Temel                                     Sonuç

 

 Felsefe de bir devamlılık vardır. Ancak, bütün filozofların söyledikleri birbirinden farklıdır. Çünkü bütün filozoflar, aynı temellerden başlar, farklı hakikatlere varırlar.

 Leibniz’e göre her şey bir monad’dır. Her monadın dış aleme açılmış bir penceresi vardır. Her monad, penceresinden dış alemi seyreder. Yani insan, kendi görüş açısından dış alemi görmektedir.

 Böylece filozoflar da kendi pencerelerinden gördüğü ve doğru olarak kabul ettiği prensipleri, sistemlerinin başına yerleştirmiş, sonuç olarak gördükleri hakikatleri de kabul etmek zorunda kalmışlardır.

 Her felsefi sistemin bir başı ve sonu vardır. Bütün filozofların, sosyal hayat ile ilgili söylemiş oldukları da yine felsefi sisteme göre değerlendirilmek durumundadır.

 

 PLATON (M.Ö.427-347):

 

 Platon, sosyal düşüncesini ‘cumhuriyet’ üzerine kurmaya çalışırken, bugünkünden çok farklı bir devlet idaresi ileri sürmüştür. Onun felsefi sistemi, insanı oluşturan kavramlar üzerine oturmuştur. Bu kavramların başında da ‘erdem’ kavramını görmekteyiz. Platon erdemi, iyinin ve adaletin oluşturduğu bir muhtevaya oturtmak istemiştir.

 Ona göre iki alem vardır:

 1-Gerçek alem; idealar alemi.

 2-İçinde yaşadığımız; gölgeler alemi.

 Esas olan idedir. Fedakarlığın, iyiliğin ve şefkatin idesidir. Her şeyin bir idesi vardır. Mesela tüm güzellikler, güzel eserler, ‘güzellik ideası’nın bir tezahürüdür / yansımasıdır.

 Platon’a göre genel fikirlerimiz ve kavramlar, idelerin fikir dünyamızdaki izdüşümleridir. Gerçek varolanlar; idelerdir. Örneğin biz, hareketi idea olarak göremeyiz. Gördüğümüz, hareket eden tek tek nesnelerdir. Bu hareket eden şeyler, hareket idesinin birer izdüşümleridir.

 Platon’un, bu söylediklerini şematize edersek:

 


 Yaşadığımız alem:   Zihinsel alem:           İdealar alemi:

 -Gölgeler alemi        ‘Güzellik’kavramı    ‘Güzellik ideası’

 -Güzel davranış

 -Güzel eşya

 -Güzel insan

 

 Bu hakiki varlıklar, zihin alemimize kavramlar olarak tezahür ediyor. Biz yaşadığımız tüm olaylara buna göre ad takıyoruz.

 İdeler alemindeki güzel, ezeli ve ebedidir. Değişmez ve mutlaktır. Herkes için güzeldir.

 Platon, felsefi sistemi içinde insanın manevi değerlerini de temellendirmek istemiştir.

 Ona göre ‘erdem’, üç büyük insani yetenek; zeka, duyarlılık, irade ve bunların meydana getirdiği ‘adalet’le açıklanabilir. Kısaca erdem; adalettir.

 Adalet ise; zeka, duyarlılık ve iradeden meydana gelir. Erdemli insan; zekasını, duyarlılığını ve iradesini kullanan insandır. Zeka sahibi insan doğru düşündüğü sürece, erdemli ve adaletli olacaktır.

 İradenin erdemli ve adaletli hali; cesarettir. Duyarlılık ise, ölçülü olmayla anlam kazanır. Platon bu düşüncelerini, devlete uygular. Ona göre adil devlet için, insanları terbiye etmek şarttır. Terbiye, devlet tarafından gerçekleştirilir.

 Devlet, adaleti gerçekleştirmenin aracıdır.

 Platon, devleti üç tabakada düşünür:

 1-Zeka işleri – icra organları (yasama, yürütme, yargı); yöneticiler.

 2-İrade organları (askerler, muharip zümre); koruyucular.

 3-Tüccarlar, zanaatkarlar, esnaf ve çiftçiler; üreticiler.

 

 ARİSTOTELES :

 

 Platon’a nazaran daha gerçekçi bir filozoftur. Mümkün olduğu kadar araştırmalarında, deney ve gözlem metodunu kullanmıştır. Ortaçağda otorite olarak kabul edilen Aristoteles, gerek Batı düşüncesine gerekse İslam düşüncesine etkilemiş bir filozoftur.

 Klasik mantığın kurucusu kabul edilen Aristoteles, ‘Organon’ adlı eserinde, varlığa yüklenen yüklemin konularını, kategoriler adı altında toplamıştır.

 Kavramlar, tanım, tanım çeşitleri, hüküm, önermeler, kıyas ve kıyas çeşitleri konusunda bu eserinde yenilikler getirmiştir.

 Konuşma diliyle çok yakından ilgili olan, klasik mantık çalışmaları onun felsefi sistemini çok etkilemiştir.

 Platon’da eşyalar ile ideler arasındaki ilişkiler açık ve seçik olarak görülemiyordu. Aristoteles’e göre ideler olsa olsa eşyanın formu/şekli olabilir. Ona göre gerçekten varolan ne idedir ne maddedir ne de harekettir; bunların hepsidir.

 Varlık = cevher + ide + madde + harekettir.

 Ona göre varlık, somut gerçekliktir ve bir eserin meydana gelmesi için 4 şartın olması gerekir:

 1-Maddi sebebin olması; örneğin bir heykel yapmak için önce onun maddesinin yani mermerinin olması gerekir.

 2-Formel sebebin olması; zihinde ne olması gerektiğine dair bir tasarımının olması gerekir.

 3-Failin olması; eseri yapacak bir failin ya da bir enerjinin olması gerekir.

 4-O işin amacının olması lazım; o iş hangi amaç için yapılacak, bunun bilinmesi gerekiyor.

 

 Sekiz ciltten oluşan ‘Politika’ adlı eseri, sosyal düşüncenin gelişmesinde büyük etkisi olmuştur. Bu eser 158 şehir devletinin tümevarım tekniği ile incelenmesinden meydana gelmiştir. Aynı zamanda bu şehir devletlerini karşılaştırmalı olarak da incelemiştir. Politika devlet adamları için uzun süre bir klavuz olarak kalmıştır.

 Önce kısımlara sonra bütüne bakan Aristoteles’e göre her sosyal birimin bir gayesi vardır. Bu gaye iyiye ve faydaya yöneliktir yani muhakkak işe yarayan bir faaliyettir.

 Örneğin, Aristoteles’in aile hakkındaki görüşleri şöyledir:

 “Aile, insanın günlük ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuştur. Ailenin parçaları; bireyleridir. Aile; aralarında kan bağı bulunan fertlerle, kölelerden oluşur. Ona göre aile içinde üç çeşit ilişki vardır:

 1-Efendi-köle, 2-Karı-koca, 3-Baba ile çocuklar arasındaki ilişkiler.

 Bu kısımların her biri bir gaye ile bir araya gelmiş yani bir iş yapmaya, bir hizmete yöneliktir.

 Sonuç olarak aile; mal, mülk edinmek, aile fertleri ile karşılıklı dayanışmayı sağlamak amacıyla kurulmuş küçük bir cemaattir.

 Devlet ise siyasi bir cemaattir. Ona göre devlet, günlük ihtiyaçların ötesinde müşterek bir gaye için birçok ailenin birleşmesinden köyler meydana gelir. Bu köylerde kendi kendine yetecek mükemmel ve büyük bir cemaat halinde birleşince devlet meydana gelir.

 Devlet, hayatın yalın ihtiyaçlarından doğar ve insanların daha güvenli, daha mesut bir hayat yaşamalarını gerçekleştirmek için devam eder.

 Aristoteles’in bir başka tezi de “bütün, parçaların toplamından fazla bir şeydir”.

 Bütün içinde bulunan kısımlar ve bu kısımları, bir gaye etrafında toplayan temel amaç hesaba katılırsa, bütünün içinde kısımlarının toplamından fazla bir şey daha olacaktır ki, oda bütünün kendine özgü gayesidir. Bu gaye sadece bütüne aittir.

 Ayrıca bütün kısımlardan önce gelir. Yani bütün olmasaydı, kısımların bir arada bulunması mümkün olmayacaktı. Bütün, kısımların taşıyıcısıdır.

 Bu görüş Almanya’da doğup gelişen İdealist felsefenin esasını teşkil eder. Bu görüşe ‘orforizm kategorisi’ adı verilir. Bedenin kısımlarını toplayıp bir araya getirmekle, bedeni bir vücut haline getirmek mümkün değildir.

 Aristoteles düşüncesinde esas gaye hep devlet olmuştur. Ona göre devleti ayakta tutan şey, karşılıklı yardımlaşma prensibidir. Bu ise insanın erdemine dayanmaktadır.

 Ona göre erdem; ruhun iyi halde bulunmasıdır. Devlet içinse, en iyi şey tam birliktir.

 Aristoteles, sosyal düşüncenin gelişiminde bütün fikirlerin hazırlayıcısı olmuştur. Örneğin cemaat görüşü, işe yönelik faaliyet anlayışı, 19.yy. Alman sosyologlarından F. Tönnies’i, 1887’de yazdığı “Cemaat ve Cemiyet” adlı eserine büyük etki yapmıştır.

 

 İlkçağda, sosyal düşüncenin gelişimi ile ilgili fikirlerin temelini, ‘devlet’ idesinin oluşturduğunu görüyoruz. Devlet hem düşüncenin temelini hem de hedefini kapsamaktadır.

 Sosyal düzenin şekillendirilişinde ise davranışların disiplini ile uğraşılırken, çalışmalar ve düşüncelerin merkezini ‘İnsan’ kavramı oluşturmaktadır. Akla gelen erdem de hak ve hakkaniyet, ahlak ve ahlakiyat gibi meziyetler gaye edinilmiştir.

 Ortaçağ sosyal düşüncesine, Platon ve Aristoteles düşüncelerinin yansımış olduğunu görüyoruz.

 Bu görüşlere hristiyanlığın prensipleri de eklenerek, sosyal düşünceler yeni bir şekle sokulmuştur.

 Ortaçağ, hristiyanlığın etkisinde geçmiş bir devirdir. Dinin büyük baskısı altında sosyal düzen tanzim edilmeye çalışılmıştır.

 Önceleri hristiyanlık yalnızca ahlaki özelliklere yani sevgi, kardeşlik, yardımseverlik gibi prensiplere dayanmaktaydı. Hukuki, siyasi ve idari mevzulara yer verilmemişti. Her ne kadar İncil insanların eşitliği üzerinde duruyorsa da köleliği yine bir müessese olarak kabul ediyordu. Efendilerin kölelerine daha şefkatli olmaları, kölelerin de efendilerine karşı daha sabırlı ve itaatkar olmaları öğütleniyordu.

 İlahi düşüncenin insan düşüncesi ile idrak edilmesi mümkün değildir. İlahi irade ispat edilemez. Sadece ona inanılır. İman ve inançla onun kabul edilmesi şarttır.  Devlet, adeta ilahi iradenin yeryüzündeki bir izdüşümüdür. Her fert hem tam bir dindar hem de iyi bir vatandaş olmak zorundaydı.

 Kilise, devletin üstünde, devletten de bağımsız bir otoriteydi.

 Kilise àdevlet àbirey (vatandaş)

 Burada adeta Platon’un ‘ideal devlet’i, kilisenin ilahi düzeni ile güçlendirilmiştir. Platon, gerçek deletin ideler alemine ait olan ‘ideal devlet’ olduğunu, içinde yaşadığımız devletin ise onun bir izdüşümü olduğunu söylemiştir.

 Ortaçağ Platon’un bu modelini benimsemişti. Bu modele hristiyanlık prensiplerini ve dinin otoritesini katarak yeni formüller ileri sürülmüştür. Bu formüllerin temel prensibi düşünceyi, devletin rolünü, kilisenin otoritesine bağımlı kalarak görevlerin yürütülmesidir. Bir yerde hakiki devlet, kilise oluyordu. Çünkü kilisenin temsil ettiği nizam; ilahi nizamdır.

 

 SAİNT AUGUSTİNUS (M.S. 354 – 430):

 

 Sosyal düşüncesinde, dini otoriteyi hakim kılmak isteyen bir Platoncu olarak kabul edilir. Ona göre iyi ve en iyi, tanrının emretmiş olduğudur. Bunların münakaşa edilmesi dahi büyük cezalar verilmesini gerektiren davranışlar olarak görür.

 Ona göre, her şeyi iyi olduğu için değil de tanrı emretmiş olduğu için yapmalıyız.

 Bu görüş büyük ölçüde devleti, kıymetinden mahrumetmiş durumdadır. Buna göre rahipler, tanrının gölgesidir. Onlara karşı gelmek, bir yerde tanrıya karşı gelmektir.

 Bu görüşlerin temel amacı devleti iyi bir dine bağlı, kişiler cemaati haline getirmektedir. Bu devlet, bir ‘tanrı devleti’dir.

 Bu yaklaşım giderek yumuşamaya, özellikle de 12. ve 13. yy’da değişmeye başlamıştır.

 

  SAİNT THOMAS (M.S. 1226 – 1274) :

 

 Aristoteles fiziğini ve metafiziğini Batı dünyasına ve hristiyanlığa tanıtmak ve yaymak amacını gütmüştür.

 Thomas’a göre maddeyi şekillendiren formel varlıktır. Aralarındaki fark, maddenin potansiyel halde, formun ise eylem halinde yani kinetik halde bulunmasıdır. Yani madde form ile ortaya çıkar.

 Thomas, üç tür düzen ve mahiyet kabul etmiştir:

 1- Akıl; idare eden güç olarak kendini gösterir.

 2- Tabii nizam; akıl sayesinde öğrenilebilir.

 3- Sosyal düzen; bu insan aklının bir icadıdır. Tabii kanunların özel bir uygulaması halindedir.

 Onun sosyal düzen olarak kastettiği, devlet düzenidir. Ona göre devlete itaat kesin şarttır. Ancak devlet nizamında, ilahi nizama aykırı bir iş olursa, o vakit bu kurallara uyma zorunluluğu ortadan kalkar. Devlet, insana ait ihtiyaçların tatmini için tabii ve zaruri olan bir varlıktır. İnsanın sosyal tabiatından çıkmış olup, insanların menfaatini temin etmek vazifesiyle yükümlüdür.

 İlahi nizam, insanların sakin ve sessizce bu iradeye bağlanmalarını emreder. Ancak Thomas’a göre bu derece katı ve sert emirler devlet nizamında aranmaz. İçinda yaşadığımız devlet nizamı tenkit edilebilir, eleştirilebilir. Gerçi bu sosyal nizamda tanrının eseridir ama bu devlet nizamı içinde, insanın iradesi vardır.

 Ona göre tanrı, devlet nizamına kimin hakim olacağını önceden tayin etmiştir. Bu nedenle baştaki kişi, tanrının gölgesi değildir ve değiştirilebilir de.

 S.Thomas ve arkadaşları, o devirde bu fikirleri ileri sürme cesaretini göstermişlerdir. Bu cesaret, sosyal düşünce tarihinde büyük bir adım olarak kabul edilmektedir. Ancak yine de topluma karşı devleti ön planda tutmuşlardır.

 

 İBN-İ HALDUN (1334 – 1406) :

 

 Tunus’da doğmuş, Kahire’de ölmüştür.

 Haldun’a göre sosyal hayat insanlar için bir zorunluluktur. Tek başına tüm ihtiyaçlarını yerine getiremeyeceğini ya da çok uzun zaman uğraşması gerektiğinden sözeder. Ona göre fert, muhtaç olduğu gıdayı temin etmekten acizdir. Aynı zamanda her birey, kendini koruyabilmek için kendi cinsinden olan fertlerden yardım almaya mecburdur.

 Haldun, ihtiyaçlardan doğan sosyal hayatın sonunda kaçınılmaz olarak cemiyetten sözeder. Devlet, hükümet, kültür, medeniyet örf ve adetler, kavim ve göçebe hayat, yerleşik şehir hayatı gibi sosyal konularla ilgilenmiştir.

 Cemiyet hayatını ve kavramını, bugünkü modern sosyolojik görüşlere yakın fikirlerle ele almıştır. Devlet ve otoritesi meselelerine temas etmiştir. Sosyal düşüncenin değişmesinde gözleme önem vermiştir. İlk defa cemiyet ve devlet ayrımı yapan düşünürdür. Cemiyet çeşitlerini de incelemiştir.

 Ona göre insanlar sosyal bir hayat yaşamak için bir araya gelmeye ve birbirlerinin ihtiyaçlarını gidermeye muhtaç ve mecburdurlar. Aksi halde varlıklarını sürdürmeleri olanaksızdır.

 Haldun, hayatıdevam ettirme yani yaşama ihtiyaçlarından, yardımlaşmaya ve oradan da korunma ihtiyacına geçerek, devletin varlığına değinmiştir.

 Devletin içyapısını incelemiştir, irade çeşitlerini analiz etmiş, şehirleri incelemiş hatta ‘şehir sosyolojisi’nin ilk adımlarını atmıştır.

 Ayrıca hüner ve zanaat çeşitleri hakkında dafikirler öne sürmüş, muhtelif mesleklerden bahsetmiştir. Bir bakıma ‘meslek sosyolojisi’ne de değinmiştir diyebiliriz.

 Çiftçilik, yapı sanatı, marangozluk, dokumacılık, terzilik, tıp, ebelik, şarkıcılık ve musikinin bir meslek ve sanat olduğununa dair bugün de bize ışık tutan ilginç düşünceleri olmuştur.

 Mukaddime’ adlı eserinde uzunca bir bölümünü şehirlere ayırmış, şehirleri anlatmış ve şehir hayatını açıklamıştır. Bu bakımdan kendisi şehir sosyolojisinin kurucuları arasında gösterilir.

                                        ../..

DEVLET FELSEFESİ-1

Cuma, Ağustos 14th, 2009

 

 Devlet nedir?

 Devlet; siyasal ilişkiler bütünüdür.

Siyasal ilişkiler, bir tür toplumsal ilişkilerdir. Bu ilişkilerin de değişen bir yanı olduğu gibi değişmeyen bazı unsurları da vardır. Bunlar ülke, millet, halk, ahali, toprak, egemenlik, otorite… Ancak bunların görünümleri değişebilir.

Bir devletin siyasal birliğine bakmak, o devletin nasıl bir devlet olduğuna bakmaktır.

Toplum – Devlet Ayrımı :

Devlet, politik bir birliktir. İnsanların siyasal bakımdan bir arada bulunuşları ile ilgili.

Toplum ise, insanların bütün toplumsal ilişkileri bakımından bir arada bulunuşları ile ilgili. Toplumsal oluş, devlet oluşumundan daha öncedir.

Politika :

Politika, devleti niteleyen bir sıfat. Politikaya devlet açısından bakılıyor. Bir devletin belirli bir politika sonucu öyle bir devlet olduğunu görüyoruz.

Siyasal ilişkilerin belirlenmesinde politika, bir araç ama bir devlet sözkonusu olduğunda bu politikanın değişmesi çok zor görünüyor.

Politika bir devlet bakımından, düzenleyiş, işleyiş, kuruluş ilkeleriyle ilgilidir. Bu ilkelere göre ilişkileri düzenlemek politika oluyor.

Politika, bir devletin kuruluşu ile ilgili ilkeler saptandıktan sonra o doğrultuda yapılan düzenlemeler ve bu düzenlemelerin yürütülmesi işidir.

İlkeler keyfilikten ne kadar uzak ise o devlet o kadar sağlam bir yapıya sahip olur.

Politika, yönetme ediminin onunla yapıldığı şey.

Yönetme; saptanmış ilkeler doğrultusunda yapılan düzenlemeler.

Düzenleme; işletme, yön verme, yönlendirme.

Tüm bu kavramları idare etme ya da yönetme kavramı altında topluyabiliriz.

Yürütme, belirlenen hedeflerin gerçekleşmesi için işleme konulması.

Devlet politikası; bir devletin öyle bir devlet olmasını sağlayan politika ve yürütme işi.

Yürütmede iki unsur önemli:

1-Toplumun yapısı, niteliği özelliği; o toplumun yapısı demokrasi, laiklik, hukuk ve sosyallik gibi ilkelerin belirlenmesinde önemli rol oynar.

2-Hukuk; belirli bir yasalar sistemi.

Toplumun yapısıyla yasalar çatıştığında devletin daha özelde de hükümetin yürütme işi tehlikeye gi

Anayasa, toplumsal ve siyasal olaylara tepki olarak çıkar. İlkeler bir tür istemlerdir. Olan bitene yön vermek için ortaya konan istemlerdir. Toplumsal değişimin o ilkeler doğrultusunda olması istemidir.

Toplumun yapısı ve hukuğun elverdiği müddetçe bu devleti oluşturan ilkelerin belirlediği değişme yönünde güç, devlet gücü olarak ortaya çıkıyor. Devlet böyle bir güç sayesinde egemen oluyor.

Devletin egemen olması demek; toplumsal ve hukuksal ilişkilere egemen olması demektir.

Egemenlik, güce bağlı olarak ortaya çıkıyor. Güç sayesinde otorite sağlanıyor.

Otorite, ilişkilerin içine işleyerek onları istediği gibi ilkeler doğrultusunda düzenlemek.

Devletin politikasına hükümetler aykırı davranmadığı sürece iktidar olurlar. Hiçbir hükümet temel ilkelerden birini kaldıramaz. Ancak bu ilkeler formeldirler. Bu nedenle icraata belirli bir yol önermezler bu yüzden de her hükümetin icraatı farklıdır.

Örneğin bir hükümet, ekonomiye ağırlık vermekle demokratikleşmenin artacağını savunup bu yolla icraatta bulunurken başka bir hükümet bunu kültür ya da başka alanlara kaydırabilir.

Devlet politikası çerçeve gibidir. İçindaki resim değişse de çerçeve kalır. Dolayısıyla anayasalar kolay kolay değişen yasalar değildirler.

Antik Yunan’da site/şehir devletlerinin üç kuruluş ilkesi vardı:

1-Autharkhia; toprak bütünlüğüne (üniter yapı) sahip olma.

2-Autonomia; kendi yasasını kendisinin yapması, başka bir ülkenin iç işlerine karışmaması.

3-Elekteria;-yönetim biçimi olarak-özgür olmasıdır. Oy kullanma yetkisine sahip olan herkesin yönetimde söz sahibi olması.

Bu ilkeler, anayasaların arkasında bugün de var.

Ulus – Millet Ayrımı :

Bu iki kavramın ortak yanları olduğu gibi farklı yanları da vardır.

Ortak yanları, her ikisi de bir birlik bilincini ifade etmektedir.

Farklı yanları ise, ‘millet’ kavramında din olgusunun, ‘ulus’ kavramın da ise tarihsel bir olgunun (Kurtuluş savaşı, Fransız ihtilali…)ağır basması sözkonusudur.

Örneğin bizim anayasamızda, ‘millet’ dendiğinde de ‘ulus’ anlaşılıyor. ‘Milli devlet’ derken de ‘ulusal devlet’ kastediliyor.

Devletin oluşumunda tarihsel bir olgunun olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla devlet bu tarihsel olguyla varoluyor. Ancak tarihsel olgu olmayabilir de.

Zamanla tarihsel olguyla alakası olmayan bir düşünce, bir fikir bilinci, bir ulusun kaynağı olabiliyor.

Örneğin bu; Çin devrimi, Bolşevik ihtilali, Fransız ihtilali, Kurtuluş savaşı, Amerikan devrimi gibi tarihsel olaylar / devrimler, zamanla bir ideolojiye, yeni bir fikirsel yapıya dönüşebiliyor. Ve ulusun kaynağını bu yeni fikirsel/ideolojik yapı belirleyebiliyor.

Millet olmada, devlet olmada bilinç çok önemli.

Tarihsel olay (kurtuluş savaşı)Fikirsel/ideolojik yapı

Ulus olmak, o devleti oluşturan ilkelerin bilincine tek tek insanların sahip olmasıyla olur. Bir ulus, o devletin ilkelerin bilincine sahip insanlar topluluğudur. Bu bilince erişmek, belli bir süreci gerektiriyor.

Anayasalardaki istemler, gereklilikler insanlar arasında millet sevgisinin gelişmesiyle olur.

Her tek tek insanın ulus bilinci à Vatan, millet sevgisi.

T.C. Anayasasının başlangıç kısmında aynen şöyle denilmektedir:

“Demokrasiye aşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur”.

Nerede devlet varsa orada üniformizm/tek biçimcilik vardır. Bundan kaçınmanın yolu yok. Ancak bu üniformizm hafif olabilir, zorlayıcı olabilir o anayasaya göre değişir.

Anayasalarda devletin somut olarak karşımıza çıkan metinleri, aynı zamanda sınır çizici metinlerdir. Bu sınır çok geniş ve esnek tutulmuştur. Anayasa olabilmesi için böyle de olmak zorundadır. Esnek olmaması halinde yasaların ona göre olması ve düzenleyici bir üst yasa olması sözkonusu değildir. Genel ilkeler düzeyinde sınır çizen üst bir yasa.

Anayasalar, ayrıntıya inmeyen ve yasak koymayan yasalardır. Çünkü yasak koymak ayrıntıdır.

Devlet kavramı, tekil ve çoğul kullanımı açısından ayrılır. Bu ayrımı bilim ve felsefe adına yapıyoruz.

Tekil kullandığımız zaman(Devlet nedir?), devletin ne olduğu ve felsefe tarihinde çeşitli düşünürlerce nasıl ele alındığı ya da görüşler sözkonusudur.

Çoğul anlamda yani devletler olarak ifade ettiğimiz de ise, tek tek devletlerin nasıl oluştuğu, işleyişlerini ele almak sözkonusu. Bunu da bilimin üstlendiğini görüyoruz. Bilim de bunu ‘Kamu Hukuku’ aracılığı ile yapıyor. Ve belirli bir devlet düzenine, kamu hukuku aracılığıyla bakıyor ya da sürekli olarak hep, kamu hukuklarını alarak mukayeseli inceliyor.

Bir devlet bilimin konusu olarak, ancak anayasalaştırılabilir.

Felsefe de ise ‘devlet’ kavramının nasıl düşünüldüğüne, tasarlandığına ilişkin çeşitli görüşler vardır. Bilimin ortaya koyduğu somut devlet anlayışı ve ipuçları bu görüşler yardım eder

Tekil ve çoğul kullanımında bir bağlantı var o da; somut devlet anlayışıyla bağlantılı olması.

 FELSEFE TARİHİNDE ‘DEVLET’ GÖRÜŞLERİ :

  PLATON VE ‘DEVLET’ :

Platon’un getirdiği düşünceler bugün de devlet felsefesiyle yakından ilgili.

Kişi ile devlet Arassında organik bir bağlantı kuruluyor. Kişide bulunması istenenlerin devlette de bulunması isteniyor.

“Adil devlet, adil insanlarla mümkündür”.

Kişide ve devlette bulunması isteneler ‘adalet’ kavramı altında toplanabilir:

Adalet; 1-kişi düzeyinde, 2-devlet düzeyinde, 3-ilişki düzeyinde.

Tek tek herkesde ‘adalet duygusu’ geliştirmek. Böylece adil insanların ilişkileri de adil olacak.

Platon, adaletten ne anlıyor?

Adaleti önce kişinin ruhunda sağlamak. İnsanın ruh yanı, iş yapan, eylem yapan yanı, akıl yanı.

Beden yanı ise, bu eyleme malzeme taşıyan yanı, tutku yanı. İşte bu iki yanın dengelenmesi sözkonusu.

Platon burada ,‘at arabası’ örneğini veriyor:

İki atlı bir araba var ancak atların ikisi de farklı yöne gitmeye çalışıyor. Biri aklı diğeri tutkuyu temsil ediyor. Atlardan birinin baskın çıkması, bir yanın baskın çıkması demektir. Sürücü ise dengeyi temsil etmektedir. Arabanın doğru gitmesi için atların ikisinin de dizginlerini elinde tutar.

İnsan aklını nerde kullanacağını bildiğinde tutkuların da dengede tutar ya da fertler tutkularının sınırını çizdiğinde kişi adaleti kendinde gerçekleştirmiş olur.

Bu kişi bir çokluk (akıl-tutku) iken, bir birlik haline gelir. Bu kişilerin ilişkiler de adil ilişkidir. Adil ilişkiler de, adil devleti oluşturur. Kişiler böyle olduğunda kendilerine düşen görevi yerine getirmiş olurlar.

İnsanlar arasındaki eşitsizlik, birbirlerinde farklı yeteneklerle donatılmış olmalarıdır.

İnsan olayların dışında değil, içinde olmalı ki, devletin sorumluluğunu taşıyabilsin. Bunun tam tersi olduğunda devlet, insan için onu bastıran, ezen bir varlık olarak ortaya çıkar. Bunun bir örneği Hobbes’in ‘Leviathan’ıdır; devletin insanlardan bağımsız tek başına bir kişilik kazanması. Tarihte bu tür devletlerin sayısı oldukça fazladır.

Ancak gerçeklikte, devleti devlet yapan ilkeler, Platon’un istediği gibi sadece akılsal olmuyor. Gerçeklikte bu ilkelere; mitos, ideolojiler, inançlar da karışıyor.

Oysa Platon, ilkelerin akılsal olması için bunları ortadan kaldırmaya çalışıyor.

Devlette mitosun yeri olmamalı görüşü, ‘adil devlet’ bakımında bir gereklilik olarak talep ediliyor.

Platon’un bilgi, insan ve devlet görüşündeki birlik:

Bilgi görüşü:

a)Görülenler (olan-bitenin saptanması burada)

b)Düşünülenler/gereklilikler alanı (idealar; insan ideası, devlet ideası…)

Platon’un insan ve devlet anlayışı onun bilgi görüşüne dayanır.

İnsan görüşü:

a)Ruh(akıl)

b)Beden(tutku)

Her ikisi dengelendiğinde ‘adil insan’ ortaya çıkar.

Devlet görüşü: (Politeia)

a)Adalet

b)Güç istemi

Her ikisi dengelendiğinde ‘adil devlet’ ortaya çıkar.

Platon, insan-devlet paralelliğini kurmuştur. Bu onun getirdiği bir yeniliktir.

Devlet, insanla varlık kazanır, insandan bağımsız bir’adil devlet’ olamaz. Dayanılan ilke, adalet ilkesidir.

Geçmişten günümüze kadar adalet ilkesi, hem toplumsal yapıyı hem de devlet politikasını belirliyor. Aynı zamanda, bu ilkenin kendisi de bunlar tarafından sürekli olarak belirleniyor. Aralarında simetrik bir ilişki var.

Bu nedenle adalet, kesin şudur diyemiyoruz.

Adalet ilkesi bir ide ise, bunun insan ve devlet bakımından bilgisi yani tezahürleri ne olabilir?

İlkeler ister devleti kuran ve düzenleyen ilkeler olsun isterse toplumu kuran ve düzenleyen ilkeler olsun ikiye ayrılırlar:

a)Kurucu ilkeler, b)Düzenleyeci ilkeler.

Kurucu ilkeler; laiklik ilkesi, eğitim birliği ilkesi…

Bu ilkeler tarihsel ilkelerdir. Belirli bir durumda yapılması gerekenden çıkarılan ilkelerdir. Kendileri değişken bir özelliğe sahip değillerdir. Bu yüzden kesindirler, mutlaktırlar. Çünkü belirli bir durumda yapılması gerekenden çıkarılan ilkelerdir. Bu ilkeler devletin birliği ve bütünlüğünü sağlamak için getirilmiştir.

Bu tür ilkelerin, toplumsal ilişkilerin içine işlemesi yan yol ve yön göstermesi gerekir.

Gerçeklikte kurucu ilkelerle, düzenleyici ilkeler iç içedirler. Devlet bakımından düzenleyici bir ilkenin ortaya çıkmasını belirleyen kurucu ilkelerdir.

Her tek devlet sözkonusu olduğunda sosyal adaleti belirleyen kurucu ilkelerdir. Bu ilkelere dayalı oarak, hukuk oluşur, sosyal anlayış oluşur yani devlet oluşur.

Devlet bakımından problem, devletin politikasını yürüten ilkelerin durması halinde çıkıyor.

Önemli olan bir devlet için, kabul ettiği ilkelere göre hareket etmesidir.

Adaletin tezahür ettiği yerler; yasalar, yasal düzenlemeler. Anayasalar da yasal düzenlemeler olduğu için anayasalar da da tezahür ediyor.

Bir devletin değeri; diğer devletler arasındaki itibarıdır.

Sosyal adalet; o devletin çatısı altında yaşayan insanlara karşı bir değerlilik anlayışıdır.

Adalet ilkesi bütün devletlerin anayasalarına yansıyan bir ilkedir.

Acaba adalet ilkesi anayasalarda nasıl ortaya çıkar? Ya da anayasa bakımından adalet nedir?

Adalet idesinden kastedilen adaletin gerçekleşmesi değil. Adalet idesi, ide olarak kalıp, insanlar için bir istemdir, bir taleptir.

Adalet idesi her zaman var. Belirli zamanlarda, belirli durumlarda insanlar arası ilişkilerin düzenlenmesinde hep var. Ancak adaletin kendisinin ne olduğu belli değil, herkesin kendine özgü bir adalet anlayışı var.

Platon, insan-devlet bütünlüğüne önem veriyor.

Demokrasi, insana ağırlık veriyor.

Monarşi, devlete ağırlık veriyor.

Platon; insan- devlet.

Ortaçağ; tanrı-devlet

16.yy; laik devlet (Machiavelli)

 CASSİRER’İN “DEVLET EFSANESİ”  adlı eserinden;

 PLATON’UN DEVLETİ , ‘POLİTEİA’:

Sokrates, Platon’u felsefenin insan sorunu ile başlaması gerektiğine inandırmıştı. Fakat platon’a göre kendimizi insanın bireysel yaşamının sınırları içine kapadığımız sürece, insanın uygun bir tanımını bulamayız. Eğer insanı siyasal ve sosyal hayatında ele alırsak, sorun olanı daha anlaşılır bir hale getirebiliriz. Platon devletinin başlangıç noktası bu ilkelerdir. Bu andan itibaren tüm insan sorunu değişmiştir.

Platon’a göre bireyin ruhu toplumsal doğa ile bağlıdır. Birini ötekinde ayıramayız. Özel ve genel yaşam birbiriyle bağlantılıdır. Eğer genel yaşam kötü ve yozlaşmış ise özel yaşam gelişip amacına ulaşamaz. Platon devletinde bireyin adaletsiz ve yozlaşmış bir devlette karşılaşacağı tüm tehlikelerin çok etkileyici bir betimlemesini yapmıştır.

Ona göre eğer devlette yenilik yapmakla işe başlamazsak, felsefede yenilik yapmayı umamayız. İnsanların ahlaksal yaşamlarını değiştirmek istiyorsak tek yol budur; devlette yenilik yapmak.

Platon, insanın tanrılara ilişkin gerçek ve daha uygun bir görüş bulmadığı taktirde, kendi insansal dünyasını düzenleyip, yönetmeyi umamayacağını vurgular.

“Biz tanrıları geleneksel biçimde birbiriyle savaşır ya da birbirlerini aldatırken düşündüğümüz sürece, şehirler hiçbir zaman kötülüklerden kutulmayacaktır. Çünkü insanın tanrılarda gördüğü salt kendi yaşamının bir tezahürüdür. Biz devletin dışında, insan ruhunun doğasını okuruz”.

Atılması gereken ilk adım, mitolojik tanrıların yerine Platon’un en yüksek bilgi diye betimlediği ‘iyi ideası’nı koymaktır.

Platon’un karşı durup yadsıdığı şiirin kendisi değil, söylence yapma işlevidir. Homeros ve Heseidos tanrılar soyunu yaratmışlar, tanrıların biçimlerini çizmişler, ödev ve güçlerini ayırdetmişlerdir. Platon’un devleti için gerçek tehlike buradaydı. Şiiri kabul etmek, söylenceyi kabul etmek anlamına geliyordu. Oysa politeia, ozanların bu devletten kovulmasıyla korunabilirdi. Platon ayrıca mitolojik öyküleri tümüyle yasaklamıyor. Giderek onların küçük bir çocuğun eğitimi için gerekli olduklarını da kabul etmiştir. Fakat onlar bir disiplin içine sokulmalı, bu andan itibaren daha yüksek bir ölçüt olan, iyi ideası aracılığı ile değerlendirilmelidir.

Platon, kendi toplumsal düzen araştırmasına adalet kavramının tanımı ve çözümlemesi ile başladı. Ona göre devletin, adaletin yöneticisi olması dışında daha yüksek bir ereği yoktur.

Platon’daki ‘ adalet’ terimi günlük dildeki karşılığında değildir.

Adalet; genel bir düzen, birlik ve yasalılık ilkesidir. Bu yasalılık insan ruhunun tüm ayrı güçlerinin uyumunda görülür. Devlet içinde ise değişik sınıflar arasındaki geometrik orantıya göre alır ve genel düzeni sağlamak işbirliği yapar.

Bu görüşüyle Platon, yasal devlet ya da hukuk devleti düşüncesinin kurucusu ve ilk savunucusu olmuştur.

Platon’un aradığı şey, insanın siyasal ve toplumsal yaşamının ayrı tutulmuş ve rastgele olgularının yalnızca bir birikimi ya da deneysel araştırılması değil, tüm bu olguları anlayacak ve dizgesel bir birlik içinde toplayacak bir düşüncedir.

Onun kesin bir şekilde yadsıyıp mahkum ettiği; zorba ruh ve zorba devlettir. Bunlar yozlaşmanın ve bozulmanın en kötü biçimleridir.

Akılsal devlet, kuramını kurabilmek için baltayı taşa vurması söylencenin gücünü yıkması zorunluydu. Ancak kendisine de insanlık tarihindeki en büyük söylence yapıcılardan birisi olmasını sağlayan imgelem bağışlanmıştı. Biz Platoncu düşünceyi, Platoncu söylenceleri düşünmeksizin eleştiremeyiz.

Platon, “eğer siyasal dizgelerimizde söylenceye hoşgörü gösterirsek, siyasal ve toplumsal yaşamımızı yeniden kurma ve iyileştirme için beslediğimiz tüm umutlar suya düşer” demektedir.

Adalet devletinde, mitosun kavramlarına, Homeros ve Heseidos’un tanrılarına yer yoktur. İlk işimiz masal ve öykülerin yapımını denetlemek, doyurucu olmayanların tümünü yadsımak olacaktır. Dadıları, anneleri yalnızca onayladığımız öyküleri anlatmaya yönlendireceğiz. Eğer tanrıların dalaverelerinden sözedecek olursak, kendi insansal dünyamızda düzen ve uyumu hiçbir zaman bulamayız.

Platon’a göre insansal yaşamımızı, gelenek üstüne kurmak demek, onu koyan kurumlar üstüne kurmak demektir.

Platon kuramının ana kavgası; “kuvvet haktır” sözüne saldırmak ve onu yok etmekti.

Onun ahlaksal ve siyasal felsefesindeki ‘adalet’ ve ‘güç istenci’ karşıt kutuplardı.

Adalet; ruhun tüm öteki büyük ve soylu niteliklerini içine alan baş erdemdir.   Güç tutkusu ise, tüm temel bozuklukları içerir.

Mutluluğun, her insan ruhunun en yüksek ereği olduğuna ilişkin Sokratesçi savı benimsedi. Ancak mutluluğu elde etmenin, hazzı elde etmek olmadığını da vurguladı.

Platon, bireysel ruhla, devlet ruhu arasında bir paralellik kurduğu için, devletin de aynı yükümlülük içinde olduğu apaçıktır. İnsan başkalarını yönetebilmek için önce kendisini yönetmeyi bilmelidir. Yazılı anayasalar, eğer vatandaşların kafalarında yazılı olan bir anayasanın anlatımı değilseler, hiçbir bağlayıcı güçleri olamaz.

Dünyadaki tüm şeyler arasında mitos, en gem vurulmayanı ve en ölçüsüz olanıdır. O bütün sınırları aşar ve bütün sınırlara meydan okur. Devletin ana amaçlarından biri bu bozuk ahlaklı gücü, insansal ve siyasal dünyanın dışına çıkarmaktır.

ARİSTOTELES

Salı, Haziran 2nd, 2009

  ARİSTOTELES (İ.Ö. 384 – 322) :

 

ESERLERİ:

1-Organon, 2. Fizik, 3. Metafizik, 4. Nikhomakhosa ethik, 5. Politika,  6. Poetika,   7. Retorika

 

VARLIĞA ONTOLOJİK YAKLAŞIMI:

 

1-Harmonim; adları aynı özleri farklıdır. Örneğin iki insanın adları aynı olabilir ama özleri farklıdır.

2-Simonimler; hem adları hem de özlerinin tanımı ortak. Örneğin:

Hayvan; a) insan b)öküz, her ikisinin de adları ve tanımları aynıdır. Aynı türdendirler fakat faklı cinstendirler.

3-Paranim; isme dayanan, isimden türetilenlerdir. Örneğin; gramerden, gramerci.

 

Formları aynı olup, anlamları faklı olanlar da 3’e ayrılır:

 1. Varlıkların kimi bir özneye yüklenir. Fakat yüklenen, hiçbir zaman öznede bulunmaz.

Örneğin; ‘Ahmet insandır’. Burada özneye insanı yüklüyoruz. Ancak onda bu bulunmaz yani, hiçbir zaman ‘insan Ahmet’dir olmaz. Özneden ayrı olarak varolmayan ‘insan’ şeydir. Beyaz kendi başına beyaz değildir, özneye bağlıdır.

‘Ahmet beyazdır’ ama ‘beyaz Ahmet’ değildir.

 

 2. Kimileri de bir öznede bulunur hem de özneye yüklenir.

Örneğin, ‘Tebeşir beyazdır’ tebeşire beyazlığı yüklüyoruz.

 

3.Kimi varolanlar ise, ne bir özne de bulunur ne de yüklenir.

     Örneğin, Sokrates’e ne kendinden başka bir şey yükleyebiliriz ne de                   

    Sokrates’i bir başka şeye yükleyebiliriz.

    ‘Sokrates insandır’ dediğimizde ‘insan’ Sokrates’de bulunmadığı gibi ona insanı yükleyemeyiz de. Çünkü; ‘insan’ı ancak ‘hayvan’a yükleyebiliriz, insan da bir hayvandır:

    Hayvan-İnsan-Bir insan (Sokrates). Bir insan, hem insan hem de hayvandır.

 

    Aristoteles, hiçbir bağlantıya göre söylenmeyen, yalnız başına varolan şeylere de Kategori/ Ousia diyor. Bunlar da 10 tanedir.

   Ousia; hiçbir bağlantıya göre söylenmeyen şeylerin her biri. Ya bir öz, nicelik, nitelik, etkinlik, edilginlik, sahip olmak, zaman, yer, ilişki ya da bir durum. Ousia, bir insan, bir addır. Ousialar, yalnız başına kendi kendilerine varolanlardır. Sayı olarak bir ve aynı kalırken, karşıt nitelikler alabilirler. Bir şey bir zaman sıcak, bir zaman da soğuk olabilir.

  Birinci ousialar; ne bir özneye yüklenir ne de bir özne de bulunur.

  İkinci ousialar; bir insan ya da bir hayvanın türü.

 

 Ousia, 1. Varlık; varolmaya ait sorular:

                          a)Varolma nedir?

                        b)Bir şeyin varolması nedir?

                        Varolana ait sorular:

                        a)Varolanın yapısı nedir?

                        b)Bir varolanın, o varolan olması ne demektir?

         2. Nelik; bir şeyin ne olduğu.

 

Varolma nedir? Sorusu 3 ayrı varlık tarzını ifade ediyor:

1-Dynomia; olnak halinde varolma. Madde; olanak halinde varolmadır.

2-Entelegheia; amacını kendi içinde taşıyan varolma. Eidos; biçim, tür,nelik.

3-Energia; etkin halde varolma. Snylon; cisimler, bütünsel tekler.

 

Bir şeyin varolması/ yapısı; madde ve eidostur.

 

Ousialar nedir?

*Teklerdir; tek olarak varolan 1. ousialar(kendisine yükleniyor)

*Eidos; 2. ousialar (canlı gösterdiği bir şey var).

*Genus; cinsler ve genel kavramlar (gösterdiği sadece kavramlar).

 

İki tür akıl yürütme vardır:

1-Diyalektik; temelinde kavramlar var onun için bizi doğru yola götürmez.

2-Apodietektik; temelinde ousialar var. Bizi doğru yola bu götürür.

 

VARLIK GÖRÜŞÜ YA DA METAFİZİĞİ:

 

 Deney; aynı çeşit şeylerin kişideki kalıntısıdır. Sanatsa, deneyin üstüne çıkmaktır. Deney; tekin bilgisi, sanatsa; genelin bilgisidir.

Deney sahibi, bir şeyin ne olduğunu bilir ama neden ve niçinini bilmez.

Sanat erbabı, bir şeyin ne olduğunu da, neden olduğunu da bilir. Sanatçı, işçiden bu fark nedeniyle üstündür.

 Bilgelik; bazı nedenleri (episteme) ve bazı ilkeleri (arkhe) konu alan bir bilimdir.

Her şeyin tek tek ne olduğunu bilmez ama o teklerin nedenlerini ve ilkelerini bilir.   Bilge kişi, kendisine yasalar konulan değil, kendisi yasalar koyan, buyuran kişidir.

Öğrenmek, her şeyin nedenlerini belirtmektir.

Bilmek, kendileri için bilmek ve anlamaktır. Bir şey de kullanmak için, işe yarasın diye bilmektir.

Töz, bir şeyde sürekli bulunandır.

Proto philisophia (ilk felsefe/ metafizik); bu bilim ilk nedenleri ve arkheleri birleştirir. Bunları bilen neden ve niçinleri de bilir. Tek teklere değil genelin bilgisine sahip olur.

 Bu bilim; 1. varlık olmak bakımından varlığı inceliyor. Varlığı parçalamadan bir bütün olarak ele alıyor.

               2.Varlığın ana özelliklerini, onda özü gereği öyle yapan şeyleri inceliyor.

 Özetle bu bilim (ilk felsefe); varolmak bakımından varlığı ve onda sürekli bulunan ana özellikleri inceliyor.

 

Aristoteles’e göre bir şey var dediğimizde 3 şey akla gelir:

1-Bazı şeyler ousia oldukları için vardır.

2-Bazıları ousialara maruz kaldıkları için vardır.

3-Bazı şeyler ise ousialara götüren yol oldukları vardır.

 

Arstoteles’de, ‘arkhenin’ anlamları:

-İlke; bir şeyin kendisinden hareket etmeye başlayan ilk noktasıdır. Örneğin, bir doğrunun başlangıcı gibi.

-Bir işe başlanırken, o iş en iyi nasıl yapılır.

-İlk şey; bir evin temeli, insanın kalbi gibi. Baba ve anne çocuğun arkhesidir.

-İradesiyle bir şeyi değiştirip yeni bir şey başlatmak.

-İlk önermelerde bir şeyin bilgisinin kendisinden başladığı şey. Bilgilerin dayandığı ilkler, ilk önermeler vardır.

 

Arkheler, bir şeyin olduğu, geldiği ya da bilindiği ilktirler.

Her neden bir arkhedir. Yukarıdakilerin diğerlerinden tek farkı ilk olmalarıdır.

Neden; bir şeyin bir parçası, ondan yapılan şey. Örneğin, heykelin nedeni, bir madeni tunçtur.

Ereksel neden; heykelin niçin yapıldığı.

Neden çeşitleri, 1-Formel neden

                          2-Maddesel neden

                          3-Hareket ettirici neden

                          4-Ereksel neden

Aristoteles’in yaptığı iş; kavramları kritik etmesidir.

 

ETİK GÖRÜŞÜ

 

Nikhamakhosa Etiği:

 

 Her eylem, her sanat ulaşmak istediği bir hedefe  doğru gider. Bu hedefte ‘iyi’nin ta kendisidir. Mutluluk bu hedefe ulaşmakla ortaya çıkar.

  O halde mutluluk ne? Ona göre ruhun tam erdeme göre etkinliğidir.

 Peki erdem ne? Ruhun akla göre etkinliğidir.

 Peki, ruh ne, akıl ne?

Aristoteles’e göre insan; 1. Beden 2. Ruh

Ruh, 1.  Akıldan yoksun yan, a) Arzulayan yan, b) Bitkisel yan

      2. Akla sahip olan yan, a) Geleceğe ait çıkarımlar yapan, başka türlü olamayacak olanları bilen yan (episteme).

          b) Başka türlü olabilecek olanları bilen yan.

 

Erdemler:

a)     Dionaronun/ düşünce yetisinin, zihinsel erdemleri.

b)    Ethosun/ moralin, karakterin erdemleri.

 Huylar, alışkanlıklarla edinilir. Erdemler de böyle edinilir. Erdem, orta olandır. Erdemli olmak da ethos da ortayı bulmaktır. İki uç arasında orta/ mezotesdir.

     Entelektüel erdemler:

1-Sanat; meydana gelme, yeni bir şey yapmakla ilgili. Objesi raslantısal yani başka türlü olabilendir.

2-Episteme; Aristo’da kanıtlama yapabilmedir. Objesi zorunludur.

3-Pratik bilgelik (phoronesis); eylemde olmayla ilgilidir, öğretilemez.

4-Felsefi bilgelik (sophia); nous ile birleşmiş epistemedir.

5-Sezgisel akıl (nous); arkheleri obje edinmiştir. Herşeyin ilki ne onu bilir.

 

Bunlar yeti sonucu ortaya çıkan şeylerdir.