Posts Tagged ‘Organon’

SOSYOLOJİ TARİHİ-1

Pazar, Ekim 4th, 2009

 

 Sosyal düşüncenin tarihi, çok eskilere dayanmaktadır. İnsanı anlamak için sosyal hayata değinmek gerekir. İnsan, düşünme ve sosyal hayat kavramları arasında sıkı bir bağ kurmuştur. Sosyal sorunlarla ilgili olarak insanlar, binlerce yıldan beri bir takım görüşler ileri sürmüşlerdir.

 Sosyal sorunlar bizim dışımızdadır. Biz istesek de istemesek de sosyal sorunların etkisi altında kalırız. Nerede insan varsa, orada sosyal hayat vardır. Sosyal hayat hakkında ileri sürülen fikirlere; ‘sosyal düşünce’ denir.

 Sosyal hayattaki sorunlar, hiç de kolay değildir. Birey olarak toplumda, kendi hayatımızı yaşarız. Her birey, aile içinde doğar ve sosyal hayata adımını orada atar. Her insanın sosyal hayat hakkındaki fikirleri, farkında olmadan bize de yerleşir. Örneğin; adetler, gelenekler, görenekler vs. Herkesin bir ana dili vardır, bazıları bunu daha iyi, bazıları da daha kötü konuşur. Dil, bireyin yaşadığı ortamla ilgilidir.

 Sosyal hayatı anlamak, nesneleri keşfetmek başka şey, sosyal hayatı yaşamak başka şeydir.

 Sosyal düşüncenin tarihi, insanın düşünce tarihi kadar eskidir. Felsefenin başlangıcından itibaren insanlar çeşitli sorular sormuşlardır. Bu düşünce ve fikirler sosyolojiyi başlatmışlardır.

 Bugünkü bilim, tümevarım yöntemini kullanırken, filozoflar tümdengelim yöntemini kullanmışlardır.

 Filozoflar, varolan şu alemi anlamaya çalışmışlardır. Kainatı anlamakta; tanrı, evren, insan başlıca sorunları olmuştur. Sonuçta filozoflar, insanla ilgili problemleri çözmek için sosyal hayatı da ele almışlardır.

 Filozofun, düşünce sisteminin başına koyduğu hakikatlerle, sonuna koyduğu hakikatlerin tutarlı olması gerekir.

 

 İlk prensipleràdüşünceleràson hakikatler

 —————-                          ————-}Filozofik sistem

    Temel                                     Sonuç

 

 Felsefe de bir devamlılık vardır. Ancak, bütün filozofların söyledikleri birbirinden farklıdır. Çünkü bütün filozoflar, aynı temellerden başlar, farklı hakikatlere varırlar.

 Leibniz’e göre her şey bir monad’dır. Her monadın dış aleme açılmış bir penceresi vardır. Her monad, penceresinden dış alemi seyreder. Yani insan, kendi görüş açısından dış alemi görmektedir.

 Böylece filozoflar da kendi pencerelerinden gördüğü ve doğru olarak kabul ettiği prensipleri, sistemlerinin başına yerleştirmiş, sonuç olarak gördükleri hakikatleri de kabul etmek zorunda kalmışlardır.

 Her felsefi sistemin bir başı ve sonu vardır. Bütün filozofların, sosyal hayat ile ilgili söylemiş oldukları da yine felsefi sisteme göre değerlendirilmek durumundadır.

 

 PLATON (M.Ö.427-347):

 

 Platon, sosyal düşüncesini ‘cumhuriyet’ üzerine kurmaya çalışırken, bugünkünden çok farklı bir devlet idaresi ileri sürmüştür. Onun felsefi sistemi, insanı oluşturan kavramlar üzerine oturmuştur. Bu kavramların başında da ‘erdem’ kavramını görmekteyiz. Platon erdemi, iyinin ve adaletin oluşturduğu bir muhtevaya oturtmak istemiştir.

 Ona göre iki alem vardır:

 1-Gerçek alem; idealar alemi.

 2-İçinde yaşadığımız; gölgeler alemi.

 Esas olan idedir. Fedakarlığın, iyiliğin ve şefkatin idesidir. Her şeyin bir idesi vardır. Mesela tüm güzellikler, güzel eserler, ‘güzellik ideası’nın bir tezahürüdür / yansımasıdır.

 Platon’a göre genel fikirlerimiz ve kavramlar, idelerin fikir dünyamızdaki izdüşümleridir. Gerçek varolanlar; idelerdir. Örneğin biz, hareketi idea olarak göremeyiz. Gördüğümüz, hareket eden tek tek nesnelerdir. Bu hareket eden şeyler, hareket idesinin birer izdüşümleridir.

 Platon’un, bu söylediklerini şematize edersek:

 


 Yaşadığımız alem:   Zihinsel alem:           İdealar alemi:

 -Gölgeler alemi        ‘Güzellik’kavramı    ‘Güzellik ideası’

 -Güzel davranış

 -Güzel eşya

 -Güzel insan

 

 Bu hakiki varlıklar, zihin alemimize kavramlar olarak tezahür ediyor. Biz yaşadığımız tüm olaylara buna göre ad takıyoruz.

 İdeler alemindeki güzel, ezeli ve ebedidir. Değişmez ve mutlaktır. Herkes için güzeldir.

 Platon, felsefi sistemi içinde insanın manevi değerlerini de temellendirmek istemiştir.

 Ona göre ‘erdem’, üç büyük insani yetenek; zeka, duyarlılık, irade ve bunların meydana getirdiği ‘adalet’le açıklanabilir. Kısaca erdem; adalettir.

 Adalet ise; zeka, duyarlılık ve iradeden meydana gelir. Erdemli insan; zekasını, duyarlılığını ve iradesini kullanan insandır. Zeka sahibi insan doğru düşündüğü sürece, erdemli ve adaletli olacaktır.

 İradenin erdemli ve adaletli hali; cesarettir. Duyarlılık ise, ölçülü olmayla anlam kazanır. Platon bu düşüncelerini, devlete uygular. Ona göre adil devlet için, insanları terbiye etmek şarttır. Terbiye, devlet tarafından gerçekleştirilir.

 Devlet, adaleti gerçekleştirmenin aracıdır.

 Platon, devleti üç tabakada düşünür:

 1-Zeka işleri – icra organları (yasama, yürütme, yargı); yöneticiler.

 2-İrade organları (askerler, muharip zümre); koruyucular.

 3-Tüccarlar, zanaatkarlar, esnaf ve çiftçiler; üreticiler.

 

 ARİSTOTELES :

 

 Platon’a nazaran daha gerçekçi bir filozoftur. Mümkün olduğu kadar araştırmalarında, deney ve gözlem metodunu kullanmıştır. Ortaçağda otorite olarak kabul edilen Aristoteles, gerek Batı düşüncesine gerekse İslam düşüncesine etkilemiş bir filozoftur.

 Klasik mantığın kurucusu kabul edilen Aristoteles, ‘Organon’ adlı eserinde, varlığa yüklenen yüklemin konularını, kategoriler adı altında toplamıştır.

 Kavramlar, tanım, tanım çeşitleri, hüküm, önermeler, kıyas ve kıyas çeşitleri konusunda bu eserinde yenilikler getirmiştir.

 Konuşma diliyle çok yakından ilgili olan, klasik mantık çalışmaları onun felsefi sistemini çok etkilemiştir.

 Platon’da eşyalar ile ideler arasındaki ilişkiler açık ve seçik olarak görülemiyordu. Aristoteles’e göre ideler olsa olsa eşyanın formu/şekli olabilir. Ona göre gerçekten varolan ne idedir ne maddedir ne de harekettir; bunların hepsidir.

 Varlık = cevher + ide + madde + harekettir.

 Ona göre varlık, somut gerçekliktir ve bir eserin meydana gelmesi için 4 şartın olması gerekir:

 1-Maddi sebebin olması; örneğin bir heykel yapmak için önce onun maddesinin yani mermerinin olması gerekir.

 2-Formel sebebin olması; zihinde ne olması gerektiğine dair bir tasarımının olması gerekir.

 3-Failin olması; eseri yapacak bir failin ya da bir enerjinin olması gerekir.

 4-O işin amacının olması lazım; o iş hangi amaç için yapılacak, bunun bilinmesi gerekiyor.

 

 Sekiz ciltten oluşan ‘Politika’ adlı eseri, sosyal düşüncenin gelişmesinde büyük etkisi olmuştur. Bu eser 158 şehir devletinin tümevarım tekniği ile incelenmesinden meydana gelmiştir. Aynı zamanda bu şehir devletlerini karşılaştırmalı olarak da incelemiştir. Politika devlet adamları için uzun süre bir klavuz olarak kalmıştır.

 Önce kısımlara sonra bütüne bakan Aristoteles’e göre her sosyal birimin bir gayesi vardır. Bu gaye iyiye ve faydaya yöneliktir yani muhakkak işe yarayan bir faaliyettir.

 Örneğin, Aristoteles’in aile hakkındaki görüşleri şöyledir:

 “Aile, insanın günlük ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuştur. Ailenin parçaları; bireyleridir. Aile; aralarında kan bağı bulunan fertlerle, kölelerden oluşur. Ona göre aile içinde üç çeşit ilişki vardır:

 1-Efendi-köle, 2-Karı-koca, 3-Baba ile çocuklar arasındaki ilişkiler.

 Bu kısımların her biri bir gaye ile bir araya gelmiş yani bir iş yapmaya, bir hizmete yöneliktir.

 Sonuç olarak aile; mal, mülk edinmek, aile fertleri ile karşılıklı dayanışmayı sağlamak amacıyla kurulmuş küçük bir cemaattir.

 Devlet ise siyasi bir cemaattir. Ona göre devlet, günlük ihtiyaçların ötesinde müşterek bir gaye için birçok ailenin birleşmesinden köyler meydana gelir. Bu köylerde kendi kendine yetecek mükemmel ve büyük bir cemaat halinde birleşince devlet meydana gelir.

 Devlet, hayatın yalın ihtiyaçlarından doğar ve insanların daha güvenli, daha mesut bir hayat yaşamalarını gerçekleştirmek için devam eder.

 Aristoteles’in bir başka tezi de “bütün, parçaların toplamından fazla bir şeydir”.

 Bütün içinde bulunan kısımlar ve bu kısımları, bir gaye etrafında toplayan temel amaç hesaba katılırsa, bütünün içinde kısımlarının toplamından fazla bir şey daha olacaktır ki, oda bütünün kendine özgü gayesidir. Bu gaye sadece bütüne aittir.

 Ayrıca bütün kısımlardan önce gelir. Yani bütün olmasaydı, kısımların bir arada bulunması mümkün olmayacaktı. Bütün, kısımların taşıyıcısıdır.

 Bu görüş Almanya’da doğup gelişen İdealist felsefenin esasını teşkil eder. Bu görüşe ‘orforizm kategorisi’ adı verilir. Bedenin kısımlarını toplayıp bir araya getirmekle, bedeni bir vücut haline getirmek mümkün değildir.

 Aristoteles düşüncesinde esas gaye hep devlet olmuştur. Ona göre devleti ayakta tutan şey, karşılıklı yardımlaşma prensibidir. Bu ise insanın erdemine dayanmaktadır.

 Ona göre erdem; ruhun iyi halde bulunmasıdır. Devlet içinse, en iyi şey tam birliktir.

 Aristoteles, sosyal düşüncenin gelişiminde bütün fikirlerin hazırlayıcısı olmuştur. Örneğin cemaat görüşü, işe yönelik faaliyet anlayışı, 19.yy. Alman sosyologlarından F. Tönnies’i, 1887’de yazdığı “Cemaat ve Cemiyet” adlı eserine büyük etki yapmıştır.

 

 İlkçağda, sosyal düşüncenin gelişimi ile ilgili fikirlerin temelini, ‘devlet’ idesinin oluşturduğunu görüyoruz. Devlet hem düşüncenin temelini hem de hedefini kapsamaktadır.

 Sosyal düzenin şekillendirilişinde ise davranışların disiplini ile uğraşılırken, çalışmalar ve düşüncelerin merkezini ‘İnsan’ kavramı oluşturmaktadır. Akla gelen erdem de hak ve hakkaniyet, ahlak ve ahlakiyat gibi meziyetler gaye edinilmiştir.

 Ortaçağ sosyal düşüncesine, Platon ve Aristoteles düşüncelerinin yansımış olduğunu görüyoruz.

 Bu görüşlere hristiyanlığın prensipleri de eklenerek, sosyal düşünceler yeni bir şekle sokulmuştur.

 Ortaçağ, hristiyanlığın etkisinde geçmiş bir devirdir. Dinin büyük baskısı altında sosyal düzen tanzim edilmeye çalışılmıştır.

 Önceleri hristiyanlık yalnızca ahlaki özelliklere yani sevgi, kardeşlik, yardımseverlik gibi prensiplere dayanmaktaydı. Hukuki, siyasi ve idari mevzulara yer verilmemişti. Her ne kadar İncil insanların eşitliği üzerinde duruyorsa da köleliği yine bir müessese olarak kabul ediyordu. Efendilerin kölelerine daha şefkatli olmaları, kölelerin de efendilerine karşı daha sabırlı ve itaatkar olmaları öğütleniyordu.

 İlahi düşüncenin insan düşüncesi ile idrak edilmesi mümkün değildir. İlahi irade ispat edilemez. Sadece ona inanılır. İman ve inançla onun kabul edilmesi şarttır.  Devlet, adeta ilahi iradenin yeryüzündeki bir izdüşümüdür. Her fert hem tam bir dindar hem de iyi bir vatandaş olmak zorundaydı.

 Kilise, devletin üstünde, devletten de bağımsız bir otoriteydi.

 Kilise àdevlet àbirey (vatandaş)

 Burada adeta Platon’un ‘ideal devlet’i, kilisenin ilahi düzeni ile güçlendirilmiştir. Platon, gerçek deletin ideler alemine ait olan ‘ideal devlet’ olduğunu, içinde yaşadığımız devletin ise onun bir izdüşümü olduğunu söylemiştir.

 Ortaçağ Platon’un bu modelini benimsemişti. Bu modele hristiyanlık prensiplerini ve dinin otoritesini katarak yeni formüller ileri sürülmüştür. Bu formüllerin temel prensibi düşünceyi, devletin rolünü, kilisenin otoritesine bağımlı kalarak görevlerin yürütülmesidir. Bir yerde hakiki devlet, kilise oluyordu. Çünkü kilisenin temsil ettiği nizam; ilahi nizamdır.

 

 SAİNT AUGUSTİNUS (M.S. 354 – 430):

 

 Sosyal düşüncesinde, dini otoriteyi hakim kılmak isteyen bir Platoncu olarak kabul edilir. Ona göre iyi ve en iyi, tanrının emretmiş olduğudur. Bunların münakaşa edilmesi dahi büyük cezalar verilmesini gerektiren davranışlar olarak görür.

 Ona göre, her şeyi iyi olduğu için değil de tanrı emretmiş olduğu için yapmalıyız.

 Bu görüş büyük ölçüde devleti, kıymetinden mahrumetmiş durumdadır. Buna göre rahipler, tanrının gölgesidir. Onlara karşı gelmek, bir yerde tanrıya karşı gelmektir.

 Bu görüşlerin temel amacı devleti iyi bir dine bağlı, kişiler cemaati haline getirmektedir. Bu devlet, bir ‘tanrı devleti’dir.

 Bu yaklaşım giderek yumuşamaya, özellikle de 12. ve 13. yy’da değişmeye başlamıştır.

 

  SAİNT THOMAS (M.S. 1226 – 1274) :

 

 Aristoteles fiziğini ve metafiziğini Batı dünyasına ve hristiyanlığa tanıtmak ve yaymak amacını gütmüştür.

 Thomas’a göre maddeyi şekillendiren formel varlıktır. Aralarındaki fark, maddenin potansiyel halde, formun ise eylem halinde yani kinetik halde bulunmasıdır. Yani madde form ile ortaya çıkar.

 Thomas, üç tür düzen ve mahiyet kabul etmiştir:

 1- Akıl; idare eden güç olarak kendini gösterir.

 2- Tabii nizam; akıl sayesinde öğrenilebilir.

 3- Sosyal düzen; bu insan aklının bir icadıdır. Tabii kanunların özel bir uygulaması halindedir.

 Onun sosyal düzen olarak kastettiği, devlet düzenidir. Ona göre devlete itaat kesin şarttır. Ancak devlet nizamında, ilahi nizama aykırı bir iş olursa, o vakit bu kurallara uyma zorunluluğu ortadan kalkar. Devlet, insana ait ihtiyaçların tatmini için tabii ve zaruri olan bir varlıktır. İnsanın sosyal tabiatından çıkmış olup, insanların menfaatini temin etmek vazifesiyle yükümlüdür.

 İlahi nizam, insanların sakin ve sessizce bu iradeye bağlanmalarını emreder. Ancak Thomas’a göre bu derece katı ve sert emirler devlet nizamında aranmaz. İçinda yaşadığımız devlet nizamı tenkit edilebilir, eleştirilebilir. Gerçi bu sosyal nizamda tanrının eseridir ama bu devlet nizamı içinde, insanın iradesi vardır.

 Ona göre tanrı, devlet nizamına kimin hakim olacağını önceden tayin etmiştir. Bu nedenle baştaki kişi, tanrının gölgesi değildir ve değiştirilebilir de.

 S.Thomas ve arkadaşları, o devirde bu fikirleri ileri sürme cesaretini göstermişlerdir. Bu cesaret, sosyal düşünce tarihinde büyük bir adım olarak kabul edilmektedir. Ancak yine de topluma karşı devleti ön planda tutmuşlardır.

 

 İBN-İ HALDUN (1334 – 1406) :

 

 Tunus’da doğmuş, Kahire’de ölmüştür.

 Haldun’a göre sosyal hayat insanlar için bir zorunluluktur. Tek başına tüm ihtiyaçlarını yerine getiremeyeceğini ya da çok uzun zaman uğraşması gerektiğinden sözeder. Ona göre fert, muhtaç olduğu gıdayı temin etmekten acizdir. Aynı zamanda her birey, kendini koruyabilmek için kendi cinsinden olan fertlerden yardım almaya mecburdur.

 Haldun, ihtiyaçlardan doğan sosyal hayatın sonunda kaçınılmaz olarak cemiyetten sözeder. Devlet, hükümet, kültür, medeniyet örf ve adetler, kavim ve göçebe hayat, yerleşik şehir hayatı gibi sosyal konularla ilgilenmiştir.

 Cemiyet hayatını ve kavramını, bugünkü modern sosyolojik görüşlere yakın fikirlerle ele almıştır. Devlet ve otoritesi meselelerine temas etmiştir. Sosyal düşüncenin değişmesinde gözleme önem vermiştir. İlk defa cemiyet ve devlet ayrımı yapan düşünürdür. Cemiyet çeşitlerini de incelemiştir.

 Ona göre insanlar sosyal bir hayat yaşamak için bir araya gelmeye ve birbirlerinin ihtiyaçlarını gidermeye muhtaç ve mecburdurlar. Aksi halde varlıklarını sürdürmeleri olanaksızdır.

 Haldun, hayatıdevam ettirme yani yaşama ihtiyaçlarından, yardımlaşmaya ve oradan da korunma ihtiyacına geçerek, devletin varlığına değinmiştir.

 Devletin içyapısını incelemiştir, irade çeşitlerini analiz etmiş, şehirleri incelemiş hatta ‘şehir sosyolojisi’nin ilk adımlarını atmıştır.

 Ayrıca hüner ve zanaat çeşitleri hakkında dafikirler öne sürmüş, muhtelif mesleklerden bahsetmiştir. Bir bakıma ‘meslek sosyolojisi’ne de değinmiştir diyebiliriz.

 Çiftçilik, yapı sanatı, marangozluk, dokumacılık, terzilik, tıp, ebelik, şarkıcılık ve musikinin bir meslek ve sanat olduğununa dair bugün de bize ışık tutan ilginç düşünceleri olmuştur.

 Mukaddime’ adlı eserinde uzunca bir bölümünü şehirlere ayırmış, şehirleri anlatmış ve şehir hayatını açıklamıştır. Bu bakımdan kendisi şehir sosyolojisinin kurucuları arasında gösterilir.

                                        ../..

ARİSTOTELES

Salı, Haziran 2nd, 2009

  ARİSTOTELES (İ.Ö. 384 – 322) :

 

ESERLERİ:

1-Organon, 2. Fizik, 3. Metafizik, 4. Nikhomakhosa ethik, 5. Politika,  6. Poetika,   7. Retorika

 

VARLIĞA ONTOLOJİK YAKLAŞIMI:

 

1-Harmonim; adları aynı özleri farklıdır. Örneğin iki insanın adları aynı olabilir ama özleri farklıdır.

2-Simonimler; hem adları hem de özlerinin tanımı ortak. Örneğin:

Hayvan; a) insan b)öküz, her ikisinin de adları ve tanımları aynıdır. Aynı türdendirler fakat faklı cinstendirler.

3-Paranim; isme dayanan, isimden türetilenlerdir. Örneğin; gramerden, gramerci.

 

Formları aynı olup, anlamları faklı olanlar da 3’e ayrılır:

 1. Varlıkların kimi bir özneye yüklenir. Fakat yüklenen, hiçbir zaman öznede bulunmaz.

Örneğin; ‘Ahmet insandır’. Burada özneye insanı yüklüyoruz. Ancak onda bu bulunmaz yani, hiçbir zaman ‘insan Ahmet’dir olmaz. Özneden ayrı olarak varolmayan ‘insan’ şeydir. Beyaz kendi başına beyaz değildir, özneye bağlıdır.

‘Ahmet beyazdır’ ama ‘beyaz Ahmet’ değildir.

 

 2. Kimileri de bir öznede bulunur hem de özneye yüklenir.

Örneğin, ‘Tebeşir beyazdır’ tebeşire beyazlığı yüklüyoruz.

 

3.Kimi varolanlar ise, ne bir özne de bulunur ne de yüklenir.

     Örneğin, Sokrates’e ne kendinden başka bir şey yükleyebiliriz ne de                   

    Sokrates’i bir başka şeye yükleyebiliriz.

    ‘Sokrates insandır’ dediğimizde ‘insan’ Sokrates’de bulunmadığı gibi ona insanı yükleyemeyiz de. Çünkü; ‘insan’ı ancak ‘hayvan’a yükleyebiliriz, insan da bir hayvandır:

    Hayvan-İnsan-Bir insan (Sokrates). Bir insan, hem insan hem de hayvandır.

 

    Aristoteles, hiçbir bağlantıya göre söylenmeyen, yalnız başına varolan şeylere de Kategori/ Ousia diyor. Bunlar da 10 tanedir.

   Ousia; hiçbir bağlantıya göre söylenmeyen şeylerin her biri. Ya bir öz, nicelik, nitelik, etkinlik, edilginlik, sahip olmak, zaman, yer, ilişki ya da bir durum. Ousia, bir insan, bir addır. Ousialar, yalnız başına kendi kendilerine varolanlardır. Sayı olarak bir ve aynı kalırken, karşıt nitelikler alabilirler. Bir şey bir zaman sıcak, bir zaman da soğuk olabilir.

  Birinci ousialar; ne bir özneye yüklenir ne de bir özne de bulunur.

  İkinci ousialar; bir insan ya da bir hayvanın türü.

 

 Ousia, 1. Varlık; varolmaya ait sorular:

                          a)Varolma nedir?

                        b)Bir şeyin varolması nedir?

                        Varolana ait sorular:

                        a)Varolanın yapısı nedir?

                        b)Bir varolanın, o varolan olması ne demektir?

         2. Nelik; bir şeyin ne olduğu.

 

Varolma nedir? Sorusu 3 ayrı varlık tarzını ifade ediyor:

1-Dynomia; olnak halinde varolma. Madde; olanak halinde varolmadır.

2-Entelegheia; amacını kendi içinde taşıyan varolma. Eidos; biçim, tür,nelik.

3-Energia; etkin halde varolma. Snylon; cisimler, bütünsel tekler.

 

Bir şeyin varolması/ yapısı; madde ve eidostur.

 

Ousialar nedir?

*Teklerdir; tek olarak varolan 1. ousialar(kendisine yükleniyor)

*Eidos; 2. ousialar (canlı gösterdiği bir şey var).

*Genus; cinsler ve genel kavramlar (gösterdiği sadece kavramlar).

 

İki tür akıl yürütme vardır:

1-Diyalektik; temelinde kavramlar var onun için bizi doğru yola götürmez.

2-Apodietektik; temelinde ousialar var. Bizi doğru yola bu götürür.

 

VARLIK GÖRÜŞÜ YA DA METAFİZİĞİ:

 

 Deney; aynı çeşit şeylerin kişideki kalıntısıdır. Sanatsa, deneyin üstüne çıkmaktır. Deney; tekin bilgisi, sanatsa; genelin bilgisidir.

Deney sahibi, bir şeyin ne olduğunu bilir ama neden ve niçinini bilmez.

Sanat erbabı, bir şeyin ne olduğunu da, neden olduğunu da bilir. Sanatçı, işçiden bu fark nedeniyle üstündür.

 Bilgelik; bazı nedenleri (episteme) ve bazı ilkeleri (arkhe) konu alan bir bilimdir.

Her şeyin tek tek ne olduğunu bilmez ama o teklerin nedenlerini ve ilkelerini bilir.   Bilge kişi, kendisine yasalar konulan değil, kendisi yasalar koyan, buyuran kişidir.

Öğrenmek, her şeyin nedenlerini belirtmektir.

Bilmek, kendileri için bilmek ve anlamaktır. Bir şey de kullanmak için, işe yarasın diye bilmektir.

Töz, bir şeyde sürekli bulunandır.

Proto philisophia (ilk felsefe/ metafizik); bu bilim ilk nedenleri ve arkheleri birleştirir. Bunları bilen neden ve niçinleri de bilir. Tek teklere değil genelin bilgisine sahip olur.

 Bu bilim; 1. varlık olmak bakımından varlığı inceliyor. Varlığı parçalamadan bir bütün olarak ele alıyor.

               2.Varlığın ana özelliklerini, onda özü gereği öyle yapan şeyleri inceliyor.

 Özetle bu bilim (ilk felsefe); varolmak bakımından varlığı ve onda sürekli bulunan ana özellikleri inceliyor.

 

Aristoteles’e göre bir şey var dediğimizde 3 şey akla gelir:

1-Bazı şeyler ousia oldukları için vardır.

2-Bazıları ousialara maruz kaldıkları için vardır.

3-Bazı şeyler ise ousialara götüren yol oldukları vardır.

 

Arstoteles’de, ‘arkhenin’ anlamları:

-İlke; bir şeyin kendisinden hareket etmeye başlayan ilk noktasıdır. Örneğin, bir doğrunun başlangıcı gibi.

-Bir işe başlanırken, o iş en iyi nasıl yapılır.

-İlk şey; bir evin temeli, insanın kalbi gibi. Baba ve anne çocuğun arkhesidir.

-İradesiyle bir şeyi değiştirip yeni bir şey başlatmak.

-İlk önermelerde bir şeyin bilgisinin kendisinden başladığı şey. Bilgilerin dayandığı ilkler, ilk önermeler vardır.

 

Arkheler, bir şeyin olduğu, geldiği ya da bilindiği ilktirler.

Her neden bir arkhedir. Yukarıdakilerin diğerlerinden tek farkı ilk olmalarıdır.

Neden; bir şeyin bir parçası, ondan yapılan şey. Örneğin, heykelin nedeni, bir madeni tunçtur.

Ereksel neden; heykelin niçin yapıldığı.

Neden çeşitleri, 1-Formel neden

                          2-Maddesel neden

                          3-Hareket ettirici neden

                          4-Ereksel neden

Aristoteles’in yaptığı iş; kavramları kritik etmesidir.

 

ETİK GÖRÜŞÜ

 

Nikhamakhosa Etiği:

 

 Her eylem, her sanat ulaşmak istediği bir hedefe  doğru gider. Bu hedefte ‘iyi’nin ta kendisidir. Mutluluk bu hedefe ulaşmakla ortaya çıkar.

  O halde mutluluk ne? Ona göre ruhun tam erdeme göre etkinliğidir.

 Peki erdem ne? Ruhun akla göre etkinliğidir.

 Peki, ruh ne, akıl ne?

Aristoteles’e göre insan; 1. Beden 2. Ruh

Ruh, 1.  Akıldan yoksun yan, a) Arzulayan yan, b) Bitkisel yan

      2. Akla sahip olan yan, a) Geleceğe ait çıkarımlar yapan, başka türlü olamayacak olanları bilen yan (episteme).

          b) Başka türlü olabilecek olanları bilen yan.

 

Erdemler:

a)     Dionaronun/ düşünce yetisinin, zihinsel erdemleri.

b)    Ethosun/ moralin, karakterin erdemleri.

 Huylar, alışkanlıklarla edinilir. Erdemler de böyle edinilir. Erdem, orta olandır. Erdemli olmak da ethos da ortayı bulmaktır. İki uç arasında orta/ mezotesdir.

     Entelektüel erdemler:

1-Sanat; meydana gelme, yeni bir şey yapmakla ilgili. Objesi raslantısal yani başka türlü olabilendir.

2-Episteme; Aristo’da kanıtlama yapabilmedir. Objesi zorunludur.

3-Pratik bilgelik (phoronesis); eylemde olmayla ilgilidir, öğretilemez.

4-Felsefi bilgelik (sophia); nous ile birleşmiş epistemedir.

5-Sezgisel akıl (nous); arkheleri obje edinmiştir. Herşeyin ilki ne onu bilir.

 

Bunlar yeti sonucu ortaya çıkan şeylerdir.