Posts Tagged ‘PİCASSO’

EDEBİ

Pazar, Ağustos 31st, 2014

– Bir şeyi gerçekten isterseniz, bütün evren onu gerçekleştirmek için işbirliği yapar.

PAULO COELHO (SİMYACI)

…Enbiyadan yaşarım müstağni / bir örümcek götürür hakka beni /kitabım sahn-ı tabiat kitabı; / bendedir hayr ile şerr esbabı...(Rubab-ı Şikeste)

TEVFİK FİKRET

– Eğer insan, kısa cümleler kuruyorsa uzun yorgunlukları vardır.

BOB DYLAN

– Bugün dostun olan her kişi, yarının yürek yarası olacaktır.

THE GOOD SHEPHERD

– Metin dışında hiçbir şey yoktur.

JACQUES DERRİDA

– Yanlış üslup, doğru sözün celladıdır.

– Sormaz ki bilsin, sorsa bilirdi / bilmez ki sorsun, bilse sorardı.

– Hepiniz kendi ayıplarınızın hamalısınız, başkasının kusurlarını kınamayın.

– İnsan, bir damla kan ve bin endişeden müteşekkildir.

SADİ ŞİRAZİ

Güzel şeyler zaman alır.

SEDA EROĞLU

Yeni bir günün doğması için, pek çok yıldızın batması gerekir.

MUHAMMED İKBAL

-Bir ormanda yol ikiye ayrıldı ve ben

daha az kullanılmış olanı tercih ettim

ve bütün farkı yaratan da bu oldu.

ROBERT FROST

Nus ile uslanmayanı etmeli tekdir

Tekdir ile uslanmayanın hali kötektir

Tahsil cehaleti alır, eşeklik baki kalır. (Mektep cehaleti alır, merkeplik baki kalır.)

Diyar-ı küfrü gezdim beldeler, kaşaneler gördüm

Dolaştım mülk-i islamı hep viraneler gördüm.

İdrak-i maali bu küçük akla gerekmez

Zira bu terazi bu sıkleti çekmez.

– En ummadığın keşfeder esrarı derunun

Sen herkesi kör alemi sersem mi sanırsın

ZİYA PAŞA

 Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür

Kişinin süsü yüz, yüzün süsü gözdür.

Kişinin gönlü, dipsiz bir deniz gibidir. Bilgi, onun dibinde yatan inciye benzer. Kişi inciyi denizden çıkarmadıkça, o ister inci olsun isterse çakıl taşı farketmez.

YUSUF HAS HACİB (“KUTADGU BİLİG”)

 – Gerçek bilgelik, deliliktir. Kendini bilge sanmak da gerçek deliliktir.

– Yaşam tasayla yüklü olduğunda, yaşam adını taşımaya layık değildir.

ERASMUS

 – Olağanüstü, olağanüstü olanlar için olağandır.

SERDAR ÖZKAN (“Kayıp Gül”)

 – İnsanın öyle sırları vardır ki; kimseye söyleyemez, öyle sırları da vardır ki; kendisi dahi hatırlamak istemez.

– Tanrı yoksa, her şey mübahtır.

– İnsan sadece dertlerini düşünmeyi sever, hiç sevinçlerini düşünmez.

– Her şeyi anlıyorum ve bu beni öldürecek.

– Bir fikir ayrılığına rağmen karşındakine saygı duyabiliyorsan, insan olmuşsun demektir.

DOSTOYEVSKİ

– İyi sanatçılar kopyalar, büyük sanatçılar ise çalar.

PİCASSO 

– Ne, neyi, neyle örterse örtsün, her şeyin bir göstereni vardır.

– Yalnızlık, biraz da her şeyi bilmenin ta kendisidir.

YALNIZLIKLAR (OYUN)

 – Ekmek yemek için değil,

güzeli sevmek için buradayız.

– Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler.

Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler.

Künyeni almak için partiye ettim telefon.

Bizdeki kayda göre, o şimdi mebus dediler

NEYZEN TEVFİK

 – Eğer dostluğumuz zaman ve uzaklıkla sınırlıysa, o yok demektir…

– Yüreğinde hissedersen, mesafe yoktur.

RİCHART BACH

 – Çok fazla uğraşma, en iyi şeyler hiç ummadığın zamanlarda olur.

– Hiç kimse senin gözyaşlarını haketmez. Onu hakeden, seni asla ağlatmayacak olandır.

-Birinin seni, senin istediğin gibi sevmemesi, onun seni tüm varlığıyla sevmediği anlamına gelmez.

Gerçek dost, elini tuttuğunda kalbine de dokunandır.

– Birini özlemenin en kötü hali, yanyana oturduğun halde hiçbir zaman elde edemeyeceğini bilmendir.

– Bu dünyada “bir insan” olabilirsin ama birisi için de “bir dünya” olabilirsin.

– Bir sona geldiğin için ağlama, onu yaşadığın için gülümse.

– Belden aşağısı bedenin aşkıdır, belden yukarısı ruhun.

G. GARCIA MARQUEZ

Sanat, baskıdan doğar.

Deha, imkanlara sahip olma duygusudur.

A. GIDE

Deha, kendinden başkasına tabi olmayandır. Başvuracağı araçlar üzerinde hüküm vermek yalnızca ona aittir. Çünkü; amacı bilen yanlızca odur. Bu yüzden kanunları yeniden yapmaya aday olan deha, kanunların üzerindedir. Yüzyılına hakim olan deha her şey olabilir, her şeyi tehlikeye koyabilir, her şey onundur.

– Beklemesini bilenin, her şey ayağına gelir.

– Kötü bir işin, en gizli tanığı vicdanımızdır.

– Her büyük servetin arkasında, büyük bir suç vardır.

H. BALZAC

– İnsanlar bir kere ergenlik acıları çeker, dehalar ise hep yeniden.

Cehaletin en tehlikeli hali, örgütlenmiş olanıdır.

– “Açlık”, en akıllı balıkları bile oltaya getirir.

– Küçük balıklar olmadan, büyük balıklar olmaz.

– Ya “örs” olacaksın ya da “çekiç”.

– “Yaratmak”, dinlenmektir.

– İnsanların kötü olduklarını görmek beni şaşırtmıyor ama bu yüzden hiç utanmadıklarını görünce, hayretler içinde kalıyorum.

– Kardeşlerimi tanrı yarattı, dostlarımı ise ben buldum.

– Gerçek dost, düştüğünde sana yardım eden değil, seni düşürmemek için düşmeyi göze alandır.

– Çocuklar, ana-babalarından çok zamanlarına benzerler.

GOETHE

Yaşam ne geçmişte ne de gelecektedir, sadece yaşandığı anda gizlidir.

TEZER ÖZLÜ

– Her şey, olması gerektiği gibi oluyor.

ADALET AĞAOĞLU

– Belli bir medeniyet seviyesine erişmiş insanlar arasındaki dil, din, inanç farkları artık çok mühim birşey ifade etmez.

YAHYA KEMAL

– Sendeki güzellik on para etmez, bendeki bu aşk olmasa…

– Devletin uyuduğunu bilseydim, ben uyumazdım.

AŞIK VEYSEL

– Çok uzun anlatmak gerekti

ve biz sadece ima ile geçtik.

– Bir göl bir güle düşerse,

göl değil de gül bulanır.

– Acının vergisini verdik,

gülün haracını ödedik

Şimdi hüznü

demirbaş defterinden düşmeye geldi sıra

HİLMİ YAVUZ

CEZMİ ERSÖZ:

– İnsan bir an geçmişe yenik düşmeye görsün, kırılgansa en dibe kadar gider ve kimse korumaz, tutmaz onu, o düştüğü yerde…

– Birini derinden koklamak, eski bir sevgiliye teslim olmaktır…

– Susarsan, en büyük hedefsindir…

‘Kendin olmak’, başkalarına ait zamanlarda, sürüklenmemek için odandan dışarıya çıkmaman gerekir. Çıktığın andan itibaren sen yoksundur artık.

Bütün felsefe kitapları, “kendin olmayı” telkin eder. Ancak aydının trajedisi tam da bu noktada, her an biraz daha yabancılaştığının farkına varmaktır.

—-

– Hayyam, “şarabı satıp da daha iyi ne almayı bekliyorlar?” diyordu. Ben de kitapçıların, kitabı sattıktan sonra yerine daha iyi ne almak istediklerini merak ediyorum.

CELAL ŞENGÖR

– Tam resim yapmayı öğrendim ama şimdi de ölüyorum.

– İnsanlar üçe ayrılır; görenler, gösterince görenler ve asla göremeyenler.

LEONARDO VİNCİ

– Bir insan hiçbir şeydir, ancak hiçbir şey de bir insan değildir.

C. DICKENS

– Daha iyi, iyinin düşmanıdır.

– Seninle aynı fikirde değilim ancak, senin de fikirlerini söyleyebilmen için gerekirse kellemi bile veririm.

Özgürlük, adaletten başka bir şey değildir.

– İnsanların pek çoğu yanlış düşünür, bir kısmı hiç düşünmez, geri kalanları da düşünenleri kötülemekle uğraşırlar.

– Dostluk, ancak erdemli insanlar arasında oluşabilen bir ilişkidir. Diktatörlerin uşakları, çete reislerinin yardakçıları ama yalnız erdemli insanların dostu vardır.

– Piramitler, dünyanın yedi harikasından biridir ama bunlar esir bir milletin anıtlarıdır ancak esir insanların meydana getireceği eserlerdir.

– Geminin yelkenini şişiren rüzgarlardır ama bazen batırdığı da olur. Ancak o rüzgarlar olmadan gemi yerinden oynamaz.

VOLTAİRE

– Kimse  senin dalgalarla nasıl boğuştuğuna bakmaz. Gemiyi limana getirip getirmediğine bakar.

Yoksulluğa katlanmaya gücü yetmeyenin, özgür olmaya da gücü yetmez.

– Dünyada hiçbir şey, zamanı gelmiş bir fikir kadar güçlü değildir.

– Ne zaman ki, “diktatörlük” bir vakıa olur, “devrim” bir hak haline gelir.

– Gelişme yolundaki barbarlıklara, “devrim” diyoruz. Devrimler sona erdiklerinde, insanoğlu hırpalanmıştır ama ilerlemiştir de.

– Bazı düşünceler birer “dua”dır. Öyle anlar vardır ki, bedenin duruşu ne olursa olsun, ruh secdeye kapanmıştır.

– Geçmişe teleskopla, şimdiye ise mikroskopla bakarız. Şimdiki zamanın görünürdeki muazzamlığı bundandır.

– “İyi olmak” kolaydır, zor olan “adil” olmaktır.

– Herkes ölür ama herkes yaşamaz.

Ölmek bir şey değil, korkunç olan, yaşamamaktır.

– Yumuşak olma ezilirsin, sert olma kırılırsın.

Paris’i kurtarmak, Fransa’yı kurtarmaktan daha büyüktür ve dünyayı kurtarmak demektir. İnsanlığın merkezi olan kutsal bir kenttir Paris. Paris’e saldıran, bütün insanlığa saldırmış demektir. Paris, uygarlığın merkezidir…Paris, devrim ülkesidir…Atina ve Roma gibi evrensel bir düşünce merkezidir.

VİCTOR HUGO

– Düşünmek için, durmak gerekir.

– Her insan, anlattığı şey içinde ölümsüzdür.

ALAİN

– İnsan ağlar, tanrı güler.

– İnsan, koşarken düşünemez.

MİLAN KUNDERA

Şark, oturup beklemenin yeridir.

A.H. TANPINAR

TERRY EAGLETON

“Azizler ve Alimler” adlı eserinden:

– ‘Doğru’ ya da ‘yanlış’ yoktur, sadece ‘kaçınılmaz’ olan vardır.

İnsanları isyan ettiren şey; özgürleşecek torunları hakkındaki düşler değil, köleleştirilmiş ataları hakkındaki anılarıdır…

– “Eşitlik” yok, yalnızca “farklılık” vardır…

– Yalnızca geçmişi unutursak, “özgür” olabiliriz

————-

– Her şey, bir insanı sevmekle başlar.

– Dünyayı gerçekten, güzellik kurtaracak.

SAİT FAİK

 – Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.

FUZULİ

***

S.EXUPERY

“Küçük Prens” adlı esrinden:

– Milyonlarca yıldızın sadece birinde bir çiçek var. Bu çiçeği de bir kuzu yerse, bu mudur önemsiz olan?

– Bir insanı sevebilmen için, bütün insanları sevmen gerekir.

– İnsan çevresine yüreğiyle bakmalı, onunla özdeşleşirsen onu anlayabilirsin.

– Kendini yargılamak, başkalarını yargılamaktan güçtür.

———–

– “Barika-i hakikat”, müsademe-i efkardan doğar. (Hakikat ışığı, fikirlerin çarpışmasından doğar.)

– Adaletin olmadığı yerde, devletin payesi veya gücü arşa çıksa bile bir gün yerle bir olur.

NAMIK KEMAL

– İnsanı mutluluğa götüren tanrı, “doğru tanrı”dır. Bu tanrıyı bulan da “akıllı insan”dır.

MARCEL AYME (“İğreti Surat”tan)

– Hayat, umutsuzluktan umut yaratmaktır.

– Dünya, binbir çiçekli bir kültür bahçesidir. Dünyamızdan bir kültürü koparırsak, dünyamızdan bir rengi, bir kokuyu, bir zenginliği yok etmiş oluruz. Tarih boyunca kültürler hep birbirlerini beslemiş, birbirlerini etkilemiş, birbirlerini aşılamışlardır. Uygarlıklar ve kültürler, çağımıza kadar, hiç birbirlerine zarar vermemişler, birbirlerini öldürmemişlerdir.

YAŞAR KEMAL

– “…Şartlar ne kadar elverişsiz olursa olsun, günün birinde devrimin gerçekleşeceğine inanıyorum da. İş, devrimden sonraki hayatın, insana gereksindiği mutluluğu verip veremeyeceğine geldi mi aklım karışıyor. Neden dersen, toplumun ve doğanın çelişkileri üstüne tutmuş koskoca bir sistem ve felsefe koymuşuz da birey olarak insanın iç çelişkilerini hiç hesaba katmamışız. Senin insan dediğin, kendini doğru ve haklı bir davaya adamış, kalıptan çıkma bir yaratık değil ki! Baştan ayağa karşıtlıklarla dolu bir varlık. Aynı zamanda iğrenç ve saygıdeğer, aşağılık ve yüce, ödlek ve cesur! Bunu demekle zannetme ki, insanı soyut ve değişmez bir kavram olarak alıp, şartlar ne kadar değişirse değişsin, o aynı kalacaktır demek istiyorum. Hayır o da değişiyor, değişiyor ama değişmesi kötüden iyiye, bilgisizden bilgiliye, vahşiden medeniye sürekli yükselen bir eğri çizmiyor. Çizdiği daha çok; iyiyle kötü, günahlarıyla sevap arasında aralıksız bir zikzak. Ayrıca, iyilik ve kötülük kavramları, koşullara göre değişen kavramlar.”

ATİLLA İLHAN “BIÇAĞIN UCU”

– Zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır.

– Şark, oturup beklemenin yeridir.

PEYAMİ SAFA

– Görmeden görebilirim ama düşünmeden düşünemem.

P. VALERY

Yaratan hürdür, yargılayan ise esirdir.

ANATOLE FRANCE

– Bu dünyada herkes layığını bulmuş olsaydı, hiçbirimiz cezadan kaçamazdık.

– Aslında hiçbir şey, iyi ya da kötü değildir. Her şey düşünce tarzına göre değişir.

– Bir at, bir at verene bir imparatorluk veriyorum.

– Korkaklar her gün, cesurlar bir kere ölür.

İnsanların çoğu:

Sevmekten korkuyor kaybetmekten korktuğu için,

Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için,

Konuşmaktan korkuyor eleştirilmekten korktuğu için,

Yaşlanmaktan korkuyor gençliğin kıymetini bilmediği için,

Unutulmaktan korkuyor dünyaya iyi bir şey vermediği için,

Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.

Durma üz kendini üzebildiğin kadar, hatalarını düzeltecekse,

Düşünme hiç şu anını, düşüncesizlik garantiliyorsa yarını,

Ve kork ölümden ölesiye, korkun seni ölümsüzleştirecekse…

SHAKESPEARE

– Herkes insanlığı değiştirmeye çalışıyor ama hiç kimse kendini değiştirmeyi aklından bile geçirmiyor.

– Varlığı bir şey kazandırmayan insanların, yokluğu da bir şey kaybettirmez.

– Bir Rus’u kazısanız, altından “Tatar” çıkar.

– Mutlu aileler birbirine benzerler, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.

L.TOLSTOY

– Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki; bir bütün olarak içimize sığmaz, sevdiğimiz insana doğru yayılır. Onda kendisini durduran başlangıç noktasına doğru geri dönmeye zorlayan bir yüzey bulur. İşte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, kendi sevgimizin çarpıp geri dönüşüdür. Bizi gidişten daha fazla etkilemesinin, büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir.

MARCEL PROUST

MURATHAN MUNGAN:

– Yaşamın büyük paradokslarından biri; benlik bilincinin kaygıya yol açmasıdır. Aşk ve mutlu bir birleşme, sorgulayan “yalnız ben”in kaygısını ortadan kaldırıp ‘biz’ duygusuna dönüştürür. Böylece insan kaygıdan kurtulur ancak kendisini yitirir…

– Her birimiz aslında diğeriyle değil; onun bir hayaliyle ilişki kuruyorduk. Ben ona değil, onun benim için temsil ettiği kişiye aşık oldum.

– Ben sende bütün aşklarımı temize çektim.

– Aşk; birlikte yaşanmamış zamanları da / sevgilinin mazisini de ele geçirmek ister.

– Yılların rüzgar gibi geçmesine öfkelenme, gençliğe yakışan tutkuları teslim et geçmişe. Yapacağın etkinliklerin, yapabileceklerini engellemesine izin verme.

– Saklanmanın en iyi yolu, ortada gözönünde olmaktır.

BANA GERİ VER

zamanın eli değdi bize

çoktan değişti her şey

aynı değiliz ikimiz de

zaaflarına bir gece

hatalarına bir nilüfer

sevgisizliğine bir kalp verdim

artık geri ver, geri veremezsin aldıklarını

artık geri ver, geri verilmez hiçbir yanılgı

yokluğuma emanet et sen de benden kalanları

her şeyi al bana geri ver

bir şansım olsun

başka bir yer başka bir zaman

sensiz ömrüm olsun,

her şeyi al bir şansım olsun

başka yer başka zaman

sensiz ömrüm olsun

sensiz ömrüm olsun…

————–

Halk içinde muteber bir nesne yok, devlet gibi

Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi

*

– Korkuların en korkuncu, kendini beğenmektir /kibirdir.

*

Meyve dalına konsa bir karınca

Vebali olur mu karıncayı kırınca?

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN

Yarın hak divanını kurunca

Kanuni’den hakkın alır karınca

ŞEYHÜLİSLAM EBUSSUUD EFENDİ

*

 – Her güne kendi acısı yeter.

ANDRE MAUROİS

 (Susma! Sustukça sıra sana gelecek)

 Almanya’da Naziler

komünistleri içeri attı

sesimi çıkarmadım

çünkü; komünist değildim.

Sonra yahudileri içeri tıktılar

gene sesimi çıkarmadım

çünkü; yahudi de değildim

Derken sıra sendikacılara geldi

gene aldırmadım

çünkü; sendikacı da değildim

Sonunda beni de götürdüler

kimse sesini çıkarmadı.

 Rahip MARTİN NİEMÜLLER

 – Dahi gibi davranırsanız, dahi olursunuz.

SALVADOR DALİ

 – Reisim yapmak bir uğraş değil, yazgıdır.

P. CEZANNE

 – Hayal edebilirseniz, yapabilirsiniz. Her şeyin bir fareyle başladığını unutmayın!

WALT DİSNEY

*

– Kır kalemin ucunu

bundan sonraki yolculuğumuz

aşk yolculuğudur

aşkı kalem yazmaz

kitaplarda da bulamazsın

Bir şey yap güzel olsun

Çok mu zor?

O vakit güzel bir şey söyle

Dilin mi dönmüyor?

Güzel bir şey yaz

Beceremez misin?

Öyleyse güzel bir şeye başla

Ama hep güzel şeyler olsun

Fazla vaktin yok

Çünkü her insan ölecek yaşta

ŞEMS-İ TEBRİZİ

Meyvasız ağacı sallama boşa

Ne yaprağını dök ne gülü incit

Sevda sahrasında Mecnun değilsen

Ne Leyla’yı çağır ne çölü incit

Gönül çalamazsan aşkın sazını

Ne perdeye dokun ne teli incit

 HASRET GÜLTEKİN

– Bir çalışmayı bölen en kötü iki şey; zamansız çalan telefon ve davetsiz gelen misafirdir.

E. HAMİNGWAY

– İyi örneklerde, teşvik olsun diye isim veririm ama kötü örneklerde vermem. Ola ki, pişman olur.

– Sofrada “tuzluk” neyse, çalışma masasında “sözlük” de odur.

– Karpuz, “kabak” çıkarsa yemezsiniz ya kitap kabak çıkarsa?”

BİLGE KARASU

– Gençlik olgunlukla, cehalet bilgelikle, hastalık sağlıkla, sarhoşluk ayılmayla kendine gelir ama aptallık, sonsuza kadar sürer.

ARİSTOFANES

– “Metin”, tembel bir makinedir. Onu harekete geçirecek olan okurdur.

– Gülmek, korkuyu öldürür.

– Mutlu insanın, hikayesi olmaz.

– Az çalarsan hapse girersin, çok çalarsan kariyer yaparsın.

UMBERTO ECO

Aşırı mütevazilik, başkalarına çalışmayı gerektirir.

TARIK BUĞRA

İlham nasıl olsa gelir, asıl mesele onu sepetleyebilmekte.

BAUDALAİRE

– En kötüsü, sahip olmadığın şeylere ait olmandır.

– Bir kitap, başımıza inen bir darbe gibi bizi sarsmıyorsa, neden zahmet edip okuyalım ki?

– Her devrim gün gelir buharlaşır, ardından yapış yapış bir bürokrasi kalır.

– Ölümü arzulamaya başlamamız, bazı şeyleri anladığımızın ilk işaretidir.

– Bir an gelir artık geri dönemezsiniz, mühim olan o noktaya ulaşabilmektir.

– Kabul edilebilir olandan değil, doğru olandan başlayınız.

– Düşünceleri arasında sıkışıp kalmış bir eylemci, o durağanlıktan çıkmadan asla mutlu olamaz.

KAFKA

– İnsan, bir eksiklikler varlığıdır.

HERDER

– İnsan bir şeyi ciddi olarak istemeye görsün, hiçbir şey erişilemeyecek kadar yükseklerde değildir.

ANDERSEN

– Siyasetçiler gerçeği örtmek için, sanatçılarsa gerçeği ortaya çıkarmak için yalan söylerler

İyi kararlar tecrübe sayesindedir. Tecrübe ise kötü kararlar sayesindedir.

WİLL ROGERS

– İnsan gündüzleri çalışıp didinir, geceleriyse acı içinde kıvranır.

HESEİDOS

– İyiliği sadece iyiler, kötülüğü herkes anlar.

CENAP ŞAHABETTİN

– Birini affedememek, intikama bile dönüşse ona bağımlı olduğunu gösterir.

HANRY GİBSEN

– Güzellik, mutluluğu vaadeder.

STENDAHL

ÖZLÜ SÖZLER – KISSADAN / 2

Pazartesi, Haziran 2nd, 2014

  İNÖNÜ ve II. DÜNYA SAVAŞI

Hitler, Türkiye’nin savaşta ya tarafsız kalmasını ya da Almanya ile birlikte olmasını ister. Churchill ise Türkiye’nin tarafsız kalamayacağını müttefiklerle birlikte olmasının zorunlu olduğunu söyler ve “aksi halde sonuçlarına katlanırsınız” diye de tehdit eder. Bunun üzerine İnönü de “yeni bir dünya kurulur ve biz de bu dünya içinde yerimizi alırız” der.

Savaşa girme konusundaki baskılar nedeniyle, her an savaşa girecekmiş gibi hazırlıklar yapılır. Halk yoksuldur, kıtlık vardır fakat vergi memurları jandarmalarla birlikte, halkın elinde kalan son şeyleri de vergi karşılığı almaktadır.

Devletin bu acımasızlığı karşısında, serzenişte bulunan halka, “milli şef İnönü”; “evet belki sizi aç bıraktım ama babasız bırakmadım” diyerek ünlü veciz sözünü söyler. Baskılar sonucu, müttefikler safında savaşa girme kararı alınır ve Almanya’ya savaş ilan edilir. Fakat iki hafta bile geçmeden Almanya teslim olur.

  CAN YÜCEL ve GAZİ YAŞARGİL

Can Yücel ile Gazi Yaşargil çok yakın iki arkadaştır. Bir gün Can Yücel’in aklına parlak bir fikir gelir. O sırada Milli Eğitim Bakanı olan babası Hasan Ali Yücel’den burs isteyerek, yüksek öğrenimlerini Avrupa’da tamamlamak. Birlikte babasına müracaat ederler.

Hasan Ali Yücel, Gazi Yaşargil’e burs verilmesi konusunda yardımcı olur. Ancak oğlu Can için, nüfuzunu kullanmayı ahlaki bulmadığından, yardımcı olmaz.

Nitekim burslu olarak Avrupa’da tıp eğitimini tamamlayan Gazi Yaşargil, dünyaca ünlü “beyin cerrahı”mız olurken, Can Yücel ise belki tahsil için Avrupa’ya gidemez ama ünü Avrupa’ya da ulaşan ünlü bir şairimiz olur.

  NİETZSCHE ve KADINLAR

Nietzsche’nin kadınlarla ilişkileri hep sorunlu olmuş. Filozofu tanıyanlar, kadınlar hakkındaki olumsuz düşüncelerinin sebebinin de kadınlardan beklediği ilgiyi görememesine bağlarlar. Buna bir örnek, “zamanın en büyük bestecisi” dediği Richart Wagner‘in karısı Cosima Wagner‘e duyduğu aşkın karşılıksız kalması…

Batakhanelerin birinden kaptığı frengi mikrobu, tüm hayatını etkilemiştir. O yıllarda frenginin tedavi edilememesi ve mikrobun giderek vücuda yayılması sonucu şiddetli baş ağrıları içinde uzun nöbetler geçirmesine yol açmıştır.

Bir gün yolda gördüğü faytoncunun, çamura saplanan atları sürekli kırbaçlaması üzerine, koşarak atlara sarılır ve “ ne olur, onlara vurma bana vur” der.

Bu olaydan sonra Nietzsche, ömrünün son on yılını ablasının yanında, onun himayesinde geçirir. Artık hiçbir şey yazamaz. Zira frengi, beynine de zarar vermektedir, aklı gelip gitmektedir.

Zaman zaman ablası, Nietzsche’ye bakıp ağladığında, “niye ağlıyorsun, mutlu değil miyiz?” diye sorduğu rivayet edilir.

Nietzsche artık hiçbir şeye müdahale edebilecek durumda olmadığından ablası ve yayıncısı fırsattan istifade, onun “hristiyanlık” ve “Almanlar” hakkındaki sert ve olumsuz yazılarını değiştirip daha yumuşak hale getirerek yeniden yazdıkları bilinen bir gerçektir. Kaderin bir cilvesi, Nietzsche’nin Almanlar hakkındaki onca olumsuz düşüncesine rağmen Hitler, onun “üst insan” teorisini, “üst insan Almanlardır” şeklinde uyarlaması olmuştur.

  KANT ve HALK

Kant’ın, hayatı boyunca yaşadığı yer olan Könnisberg’den, hiç dışarı çıkmadığı söylenir. Ayrıca, son derece disiplinli ve dakik olduğu da rivayet edilir.

Her gün aynı saatte dışarı çıkarmış. çevredekiler buna o kadar alışmış ki, saatlerini de Kant’ın evden çıkış saatine göre ayarlamaya başlamışlar. Kant’ın bir gün evden geç çıkmasıyla, tüm mahallenin o gün saati şaşırdığı söylenir.

   SCHOPENHAUER ve HEGEL

Schopenhauer, Berlin Üniversitesinde Hegel ile aynı dönemde, felsefe dersleri vermektedir.

Öğrencilerin, Hegel’in derslerine daha fazla ilgi göstermesi nedeniyle o da derslerini Hegel ile aynı saate alır. Fakat yine değişen bir şey olmaz, kendi sınıfının büyük kısmı boş kalırken, Hegel’in sınıfı hınca hınç dolmaktadır. Üstelik Hegel, oldukça sakin ve yavaş bir tonda “geist fenomenolojisi”ni anlatırken, kendisinin “istenç felsefesi”, heyecanlı sunumuna rağmen ilgi görmez. Hatta bu durum canını çok sıktığı için, üniversiteyi terk ettiği söylenir ta ki, yıllar sonra dönmek zorunda kalacağı zamana kadar.

Schopenhauer’u şaşaalı eğlence ve yemeklerde görenler, “üstat, dünya acı ve sefaletle dolu bir yer daha kötüsü olamaz diyorsunuz ama kendiniz zevk ve sefa içinde yaşıyorsunuz. Bu felsefenizle çelişmiyor mu?” diye soranlara, “evet doğru, ben sadece acıyı azaltmaya çalışıyorum…” dermiş.

  NE TÜTÜN NE BADE

Hayatını keyif içinde geçiren bir Kürt ozan, hasta olup doktora gider. Doktor muayenesini yapar ve şöyle der:

  “Eğer daha sağlıklı ve uzun yaşamak istiyorsanız içkiyi, tütünü, eğlence hayatını bırakacaksanız” der. Bunun üzerine zevkinden taviz vermeyen Kürt ozan şöyle kayıt düşer:

Tabib der ki, ne tütün ne bade/lakin hazzetmem hayatı sadeden/eğer ki, heç biri yok/vazgeçerim tüm alemden.

  MELANKOLİK KİERKEGAARD

Varoluşçuluğun babası olarak bilinen Kierkegaard, sürekli olarak kendi varlığına bir anlam verme çabası içindedir. Bunu yaparken, kendi melankolisini de dışa vurmama gayretindedir. Kendisinin nasıl biri olduğunu anlamamaları ve model almamaları için ismini değiştirdiği, hep rengarenk giyinip, saçlarını boyadığı, farklı tiplere girdiği söylenir.

Son derece keskin düşünceli bir insandır. Hem kendi kişisel sorununu kağıda dökmekte hem de bunu örtmeye çalışmaktadır. Katı bir hristiyan olmasına karşılık, zamanının kilisesini hep ağır bir şekilde eleştirmiştir.

Kierkegaard’a göre, melankoliden kurtulmanın yolu; şiir, felsefe ve teolojide eserler vermektir.

  “Evlilikte mutlak aşıklık gereklidir ama bazı şeyler vardır ki; başkalarına – eşine dahi- anlatılmaması gerekir” der.

  İSMAİL DÜMBÜLLÜ VE KARTVİZİT

Dümbüllü, her zamanki gibi sahnede oyununu oynamaktadır. Fakat seyircilerden birisi, performansını beğenmemiş olacak ki, elindeki “hıyar”ı sahneye fırlatır.

Dümbüllü, gayet sakin bir şekilde “hıyar”ı eline alır ve atılan tarafa dönerek, “biri kartvizitini düşürdü, oyundan sonra gelip kulisten alsın” der.

  KURTSA DA KURT DEĞİLDİR

Eşek  çok sevdiği otları yemek için kurtların bölgesine girer. Çok geçmez bir kurt sesi duyar.

“Kurt sesine benziyor ama çok uzaktan” diyerek otlamaya devam eder. Biraz zaman geçince, kurtun sesini bu kez daha yakından duyar: “Evet, bu kurt ama nasılsa beni hemen bulamaz” diyerek otlamaya devam eder. Sesler kesilmez, üstelik giderek de yaklaşmaktadır. “Evet bu kesin kurt ve çok yakında, bir dakika sonra gidiyorum” der. Kurtun sesi iyice yaklaşmıştır.

“Kurtsa da kurt değildir inşallah” der demez kurt üstüne atlar: “Aaa kurtmuş, ne ara geldi hayret!” demesi son sözleri olur.

   SULTAN KÜREKÇİSİ

Daha önce sultan kürekçilerinden olan Pala, Haliç’te karşıya geçirmek için güzel bir hatunu kayığına almış. Kadının güzelliğinden öylesine etkilenmiş ki; bıyıklarını burarak, “derler” deyip başlamış küreklere asılmaya. Bir, iki, üç derken güzel hatun merakla sormuş:

“Ne derler efendi” demiş.

Pala, kadını iyice bir süzüp; “yapsan da derler, yapmasan da!” demiş.

Bunun üzerine güzel hatun, “madem farketmiyor, yapın öyle desinler” demiş.

  NELER OLACAK NELER

Bir gün değirmene, mısırlarını öğütmek için hoş bir kadın gelir. Değirmenci kadını gözüne kestirerek başlamış, “ah ah… neler olacak neler!” diyerek iç geçirmeye.

Kadın merakla sormuş; “ne olacak efendi?” demiş. Değirmenci, “ben şimdi nefsime hakim olamayıp, seni öpecem. Sen bunu gidip seninkilere söyleyeceksin, onlarda gelip bizimkileri vuracak, sonra benimkiler seninkileri… derken kan gövdeyi götürecek” demiş.

Kadın düşünmüş taşınmış, “doğru söylersin, ben de o zaman kimseye söylemem” demiş.

  EŞŞEĞİ DE KURBANA SAYMAZSAM

Havanın çok sıcak ve herkesin oruçlu olduğu Ramazan ayıdır. Köyün birinde yaşlı adam, karısı ve eşeği kendileri ekip biçerek hayatlarını sürdürmektedir.

Sıcak Ramazan ayının ortası yaklaşırken adamın eşeği ansızın ölür. Aradan üç beş gün geçer geçmez, karısı da aniden ölür. Yaşlı adam, mübarek Ramazan ayında yapayalnız kalır. Elinden hiçbir şey gelmez, üzgün ve öfkelidir. Oruçlu olduğu halde bir sigara yakar ve derin bir nefes alıp havaya üfleyerek şöyle der:

“Nasıl, acıtıyor değil mi? O ölmüş eşşeği de kurbana saymazsam.”

  BEN PEYGAMBER GÖNDERMEDİM

İki kafadar, kafayı iyice bulunca biri kalkıp:

“Ben peygamberim” der.

Öteki de altta kalmayacak ya:

“Otur lan yerine, ben kimseyi göndermedim” der.

 FATİH SULTAN MEHMET ve KADI

 Fatih Sultan Mehmet, bir cami yaptıracaktır ama arazi bir Rum’undur. Değerinin iki katını teklif ettiği halde Rum vatandaş kabul etmez. Fatih, “şahsi değil, hayır için” diyerek camiyi rıza olmamasına rağmen yapar. Padişah tarafından, kendisine haksızlık yapıldığını düşünen vatandaş, üzgün ve sıkıntılıdır.

 Bunu fark eden müslüman bir vatandaş, “ne endişe ediyorsun, kadıya git, memlekette adil kadılar da var” der. Padişaha karşı, mahkemeden bir sonuç çıkmayacağını düşünürse de davacı da olur.

 Mahkeme günü geldiğinde, Fatih’in ayakta, kadının ise oturduğunu görünce bizim Rum vatandaş çok şaşırır. Ve Kadı sarı Hızır, vatandaşın arazisine zorla cami yaptırmaktan Fatih’i suçlu bulur. Cezası ise elinin kesilmesi karşılığı 80 sopadır.

 Fatih’in bu cezadan kurtulabilmesinin tek yolu, arazinin değeri ödenerek davadan vazgeçilmesidir. Rum vatandaş karar karşısında çok şaşırır ve davadan vazgeçtiğini söyler. Fatih de arsa değeri, 200 altını 2000’e çıkarır. Bununla da kalmaz, bu zata yaşadığı her gün için, bir altın vereceğini söyler.

 Mahkeme bitip, kadıyla baş başa kalan Fatih, kuşağından bir hançer çıkararak şöyle der:

 “Kadı efendi, benden çekinerek yanlış karar verseydin seni bu hançerle deşecektim”. Kadı sarı Hızır da gülerek, minderinin altından bir topuz çıkarır ve şöyle der:

 “Siz de padişahlığınıza güvenerek kararıma itiraz etseydiniz, ben de başınızı bu topuzla ezecektim.”

  MEZARA KAZIK ÇAKMA

İki arkadaş iddiaya girer, kim gece yarısı mezarlığa gidip, falanın mezarına bir kazık çakıp gelirse, diğeri onun istediğini yapacaktır. Biri demiş ki ben giderim.

Gece olur, bir kazık alıp mezarlığa gelir. Arada baykuşların sesinden başka adeta “in cin top oynamaktadır.” Korkmaya başlar, hızla mezarı arayıp bulur.

“Hemen şu kazığı çakıp, gideyim” der. Telaş içinde kazığı çakıp kaçmaya çalışır ama gidemez. Arkasından biri, güçlü bir şekilde çekmektedir. Kimin çektiğine bile bakamaz, mezardan çıkan bir hayaletin cübbesini tuttuğunu zannederek, korkudan ödü patlar ve ölür.

Arkadaşının gelmemesi üzerine, sabah erkenden mezarlığa gelip baktıklarında, kazığı kendi cübbesine çaktığını, kurtulmak için de çekiştirdiğini görürler.

  BAZEN KABIZ BAZEN İSHAL

Yaşlı bir teyze, bağırsak sorunları nedeniyle doktora gider. Doktor, “neyin var?” diye sorduğunda:

“Doktor bey, bazen öyle oluyor ki, içtiğiniz kahvenin telvesi gibi doldur bardağa iç, bazen de inan dişinle bile kıramazsın” der.

  TANRI BENİ KURTARIR

Bardaktan boşanırcasına yağmurun yağmasıyla her yer göle döner. Evi sular altında kalan adam, çatıya çıkıp beklemeye başlar. Sular da giderek yükselmektedir.

Kurtarma ekibi kayıkla gelip, “binin” der. Bizimkisi “hayır, tanrı beni kurtarır” der. Sular iyice yükselmiştir. Yukarıdan helikopterle, yardım sepeti indirirler. Yine “hayır, tanrı beni kurtarır” der.

Sular kendisini yutmak üzereyken “tanrım beni niye kurtarmadın?” diye sorar. Gökyüzünden gelen bir ses:

“Sana kayık gönderdim binmedin, helikopter gönderdim yine reddettin” der.

  BAĞSUR

 Doğu ekspresiyle, doğudan batıya giden köylü bir ailenin kompartımanında, üniversiteli genç bir çocuk da yolculuk etmektedir.

  Öğlen olunca bizim köylüler, çıkınlarından soğan– ekmek ne varsa çıkarırlar. Yaşlı amca, “buyur evladım” der. Genç çocuk, “çok teşekkür ederim” der ama ısrar ederler. O da “çok sağ olun, benim bağsurum var” der.

 Yaşlı amca, “olsun evladım, bizimkilerle doymazsak, sonra senin bağsuru da yeriz” der.

  BOKYEDİ BAŞI

Bok yeme yarışında, iki kişi finale kalır. Bunlardan biri favoridir. Nitekim, yarış başlar başlamaz da öne geçer. Tam son kaşığı alıp bitirecekken durur. Diğeri bu durumdan yararlanarak, birinci olur.

Sonra, o favori olana sorarlar; “niye o son kaşıkta durdun?” diye, o da:

“Kıl çıktı” der.

  SOĞANIN CÜCÜĞÜ

Dünyadan bir haber, ömrü fukaralıkla geçmiş birine sormuşlar, “zengin olursan ne yersin?” diye, o da hemen, “soğanın cücüğünü” demiş. Yanındakine sormuşlar, “sen ne yersin?” diye, o da düşünmüş taşınmış, “yahu arkadaşım bana bir şey bırakmadı ki!” demiş.

  BU BİR

 Kız evindeki düğün biter ve adam, gelini atının terkine bindirerek, kendi evine doğru yola çıkarlar. Çok sürmez at tökezler, adam; “bir” der. Biraz daha giderler, at yine tökezler, adam; “iki” der. Bir müddet daha gittikten sonra, at son kez tökezler. Adam, bu da “üç” diyerek attan iner, geline “sen de in” der ve silahını çekip, atı vurur.

Yeni gelin dehşete kapılmış bir şekilde, “ne yapıyorsun efendi, at tökezledi diye vurulur mu?” der.

Adam, geline bakıp; “bu bir” der. Gelin bir daha ağzını açmaz.

 BUGÜN DE ZARARDAYIZ

Aynı sokakta esnafın çoğundan daha fazla iş yaptığı halde, Yahudi kökenli esnaf, her akşam “bugün de zarardayız” dermiş.

Bir gün esnafın biri dayanamayıp, “bazen siftah bile yapmadan kapattığımız oluyor yine de şükrediyoruz, sen ise sürekli bu sözü tekrarlıyorsun, bunun sebebi hikmeti nedir?” diye sormuş.

Yahudi, müslim olana dönmüş, “azizim ben bu sözü, ömürden bir gün daha gittiği için söylüyorum” demiş.

  HER DAĞIN KENDİNE GÖRE KARI VAR

Bilindiği üzere rahmetli Sakıp Sabancı, ülkemizin önde gelen sanayicilerinden biriydi. Oğlu, Metin ise engellidir.

Kendisiyle yapılan bir röportajda, gözleri dolarak şöyle demiştir:

“Belki pek çok genç, benim çocuğum olmak istiyor ama benim oğlum, bana baba bile diyemiyor. Araba fabrikam var, bir tanesini alıp süremiyor.”

  TAŞLI TARLA ZAMANLARI VE AZRAİL

 Bütün ömrü hayvanlarının peşinde, dağda bayırda geçmiş olan adamcağız için, Azrail gelir ve “vakit doldu” der.

 Adam, Azrail’e dönüp, “ne ara doldu yahu, sen benim taşlı tarlada dolaştığım zamanları da mı saydın, hele bir onları düş, ondan sonra gel” der.

 Azrail adamın söylediklerini düşünüp, “haklısın” der ve geldiği gibi kaybolur.

 YALANCI ŞAHİTLER KAHVEHANESİ

 Adamın biri, devam etmekte olan davası için, bir şahit bulmak umuduyla “yalancı şahitler kahvehanesine” gelir.

 Mekanın ortasında ayağa kalkıp, “arkadaşlar bir alacak verecek davam var…” derdemez köşede oturan hırpani kılıklı biri, dava sahibine dönüp, “ya abi, o şerefsiz hâlâ borcunu ödemedi mi?” diye sorar.

 Davacı, “borçlu olan benim” der.

 Bu kez yalancı şahit, “kaç kere ödeyeceksin be abi” der.

TEMEL’İN BULDUĞU SENET

Temel, yolda bir senet bulur, senedin de son günüdür, koşup hemen yatırır. Ertesi gün yine bir senet bulur ve yine son günüdür ancak üzerindeki meblağ çok yüksektir. Bunu ödeyemem diyerek, kimseye söylemeden yurt dışına kaçar.

  BORCUN YOK

 Arkadaşlardan uyanık olanı, “Mehmetçiğim yüz lira borç verir misin, hafta sonu ödeyeceğim” der. Mehmet, “tamam” der ve yüz lira verir. Hafta sonu olunca yine uyanık arkadaşı, “Mehmetçiğim bir yüz lira daha ver, aybaşında topluca ödeyeyim” der. Mehmet, bir yüz lira daha verir. Aybaşı olunca uyanık olan, “Mehmetçiğim bir yüz lira daha verirsen, ikramiyeyi alınca tüm borcumu ödeyeyim” der.

 Mehmet, “ya ne borcu, bir lira bile borcun yok, keyfine bak demiş” demiş.

  HOCANIN HANIMI

 Hocaya, “senin hanım çok geziyor” demişler.

 Hoca da “yok canım, çok gezse arada bir eve de uğrardı” demiş.

 ONLARIN ÇOCUKLARI BÜYÜK

 Adamın iki metre kumaşı varmış, terzinin birine gitmiş, “bundan bana, bir takım elbise çıkar mı?” diye sormuş. Terzi hemen, “çıkmaz” demiş. Başka bir terziye gitmiş, “Bundan bana, bir takım elbise çıkar mı?” diye sormuş, terzi de bir önceki gibi hemen, “çıkmaz” demiş. Bizimki yılmamış, başka bir terziye gitmiş, “bundan bana, bir takım elbise çıkar mı?” diye sormuş.

 Bu kez terzi, “çıkar” demiş. Bizimkisi, “karşıdaki iki terziye gittim, onlar çıkmaz demişti” der.

 Terzi, “doğru söylemişler, çünkü onların çocukları büyük” der.

  KOMŞUNA İKİ KATI

  Adamın şişeyi ovalaması ile cin şişeden çıkar ve sorar, “dile benden ne dilersen ancak dilediğinin iki katını komşuna vereceğim” der.

  Adam, düşünüp taşınır ve “bir gözümü kör et”  der.

 ODUN DESENE

 Temel, Dursun ile şakalaşmak için elindeki odunu gösterip, “Dursun bu ne?” diye sorar. Dursun hemen “odun” der. Temel de “ben sana kodum” der. Dursun, çok bozulur ve intikam için fırsat kollamaya başlar. Biraz zaman geçince, eline bir tahta parçası alıp, “temel bu ne?” diye sorar.

 Temel, “odun” derse başına ne geleceğini bildiğinden, “tahta” der.

 Dursun hemen, “ben sana kodum” der.

 Temel, “ama uymadı ki..” der.

 Dursun, “olsun uysa da kodum uymasa da kodum” der.

 MÜDÜR KİM?

 Bir gün organlar bir araya gelmiş, “müdür kim olacak?” diye tartışmaya başlamışlar.

 Beyin, “müdür benim olmam lazım çünkü, hepinizi ben yönetiyorum” demiş. Kalp, “ben kanı pompalamasam, kimse bir şey yapamaz, o yüzden müdürlük benim hakkım” demiş. Akciğer, “hayır benim hakkım, oksijen olmazsa nefes alamazsınız” demiş.

 Organların hepsi, sırayla yaptığı işi söyleyerek, müdürlüğün kendi hakları olduğunu savunmaya başlamış. En son “göt” söz almış ve “ ben de müdür olmak istiyorum” demiş. Bunu duyan herkes, “götün müdür olduğu nerde görülmüş” diyerek, gülme krizine girmişler.

 Göt, “peki siz bilirsiniz” diyerek, bütün boşaltım sistemini kitler. Bir gün iki gün derken, her geçen dakika içerde basınç artmaya başlar, nerdeyse patlayacak hale gelirler.

 Diğer organlar, bakmışlar olacak gibi değil, acilen toplanıp, “götü” müdür yaparlar. Bunun üzerine  göt de inadından vazgeçip sistemi açar. Böylece hepsi rahat bir nefes alır.

  KARAMANOĞLU MEHMED BEY ve ÇELEBİ MEHMED

1402 yılında, Yıldırım Bayezid’in Timur’a yenilmesiyle Osmanlı dağılıp, “fetret dönemi”ne girmiş, oğulları Çelebi Mehmed ile Musa Çelebi de taht için, Rumeli’de birbiriyle savaşa tutuşmuştur.

Karamanoğlu Mehmed Bey de bu durumu fırsat bilerek,  Bursa’yı kuşatır. Ancak, kuşatmanın uzun sürmesi ve Musa Çelebi’nin ölmesi, planlarını bozar. Çelebi Sultan Mehmed’e karşı koyamayacağını anlayarak, geri çekilmeye karar verir. Geri çekilirken de şehri ateşe verir. Bununla da yetinmeyip, kendisinin de dayısı olan, Yıldırım Bayezid’in mezarını açtırıp kemiklerini yaktırır.

Karaman’a doğru kaçarken, yorgun düşen şişman nedimi, “hânım, Osmanlının ölüsünden böyle kaçarsın ya dirisi olsaydı ne yapacaktın?” diye söylenmesi üzerine, nedimini orada ağaca astırır.

Bayezid Paşa ani bir baskınla, kendisini Konya önlerinde yakalayarak, Çelebi Sultan Mehmed’e teslim eder.

Çelebi Mehmed, bütün yaptığı mezalimliğe, hiçbir sözünde durmamasına ve üstelik babasının mezarına karşı yapmış olduğu saygısızlığa rağmen, aralarında akrabalık bağına hürmeten ve bundan sonra savaş halindeyken, Osmanlıya asker yardımında bulunması karşılığı, kendisini affeder. Bunun üzerine Karamanoğlu Mehmed Bey:

“Madem ki, bu can bu tendedir, bundan sonra memleket-i Osman’a kat’a kötü nazarla bakmayacağım. Eğer bakacak olursam, Kur’an benden davacı olsun” diyerek yemin eder.

Ancak, daha ordugahtan çıkar çıkmaz sözünü bozar ve ovalardaki Osmanlı atlarını askerlerine yağmalatır. “Kuran üzerine yemini” sorulduğunda da “bu can bu tende” derken, “kendi canını” değil, göğsünde sakladığı “güvercini” kastettiğini, dışarı çıkınca da güvercini salıverdiğini söyler.

Yine kendi ifadesiyle şöyle demiştir:
 “Bizim, Osmanoğlu ile düşmanlığımız, beşikten mezara kadardır, bunun gereği de ahdi bozmaktır.”

   “KOMET” ALACAK KADAR ZENGİN DEĞİLİM

 Ressam Gürkan Coşkun, nam-ı diğer “Komet”, “masrafım çok, bir tarafta da bir kuruşum yok” dediği ve resimlerini satarak geçindiği dönemlerde, bir mülakat için sormuşlar, “satmamak için ayırdığınız resimleriniz var mı?” diye, onun da “Komet alacak kadar, zengin değilim” demesi, o vakitler sanat camiasında oldukça ses getirmiştir.

 “Neden hiç birikim yapmadınız?” diye sorulduğun da ise “Haydan gelen Huya gider, huyum kurusun…” demiştir.

   YENİ CAMİ NEREDE?

 İstanbul’un yabancısı olan bir kişi “Yeni Cami”yi aramaktadır. Sora sora caminin yakınına kadar gelir ve bir esnafa sorar, “Yeni Cami’nin nerede olduğunu biliyor musunuz?” diye, esnaf da “hayır bilmiyorum” der ve yabancı da bu cevap üzerine uzaklaşır.

  Bu duruma şahit olan komşu esnaf , “niye karşındaki cami demedin de, bilmiyorum dedin?” diye sorar. Bizimki, “şimdi biliyorum desem, bu camiyi kim yapmış, ne zaman yapmış, imamı kim, müezzini kim…künyesini isteyecek, benim de bunlara cevap verecek ne vaktim ne de mecalim var” demiş.

  BİR DE İÇERİ SOR

  Yolcu, belediye otobüsüne biner ama bileti yoktur. Şöföre, “son durakta alıp atsam olur mu?” diye sorar. Şöför de “önce bir içeri sorun” der.

 Yolcu, otobüsün içine doğru yönelip sesini yükselterek; “arkadaşlar biletim yok, son duraktan alıp atsam olur mu?” diye sorar.

HAZIRCEVAP PİCASSO

Picasso, Paris’te bir restorana gider. Yemek esnasında Picasso bir şeyler karalar. Garson hesabı getirdiğinde çizimi uzatır garsona. Garson “imzanızı atmamışsınız efendim” der. Picasso yanıtlar: “Sadece akşam yemeği yedik, restoranı satın almayacağız.”

                                                                ****

 Bir yolculuğu esnasında adamın biri, Picasso’ya, ”neden resimlerinizi gerçekte olduğu gibi yapmıyorsunuz?” diye bir sorar. Picasso, ”gerçekte olduğu gibi kısmını açıklayabilir misiniz” diyerek cevap verir. Adam, cüzdanından eşinin fotoğrafını çıkarıp gösterir.

Picasso, ”eşiniz sizce de çok küçük ve biraz yassı görünmüyor mu?” der.

                                                                 ***

 Picasso’nun, Alman ordusunun bombaladığı, “Guernica”yı anlatan eserine bakan Alman general sorar:

“Bu resmi siz mi yaptınız?”

Picasso’nun cevabı ise oldukça manidardır:

“Hayır siz yaptınız.”

***

Picasso bir gün bir restorana gider. Restoranda çalışan bir garson “efendim bana bir şeyler çizip verebilir misiniz anı olarak? Çocuklarıma, torunlarıma göstereyim.” der. Picasso hemen bir şeyler çizer, imzalar ve garsona uzatır.

Garson: ”Bu benim için öylesine değerli ki”, diye sözüne başlamışken, Picasso lafını keser ve  ”evet, gerçekten öyle, o elindeki çizim tam 100 bin dolar” der.

Garson, dehşete kapılmış bir halde, ”aman efendim, iki dakika bile sürmedi çiziminiz. Nasıl bu kadar pahalı olabilir?” diye sorar.

Picasso hemen o unutulmaz cevabını verir:

” 2 dakika değil. 60 yıl artı 2 dakika…” der.

 100 EUROYA TÜM BORÇLAR ÖDENİR

Alman turist, Yunanistan’da bir otele gider ve odaları görmek istediğini, beğenirse tutacağını söyler. Güvence olarak da 100 euro verir.

Turist yukarı çıkıp odaları gezerken, otelci koşarak kasaba gider  ve geçen haftadan kalan 100 euro borcunu öder. Kasap, koşa koşa köylüye gidip, hayvan alımından kalma 100 euro borcunu öder. Köylü hemen en son birlikte olduğu, hayat kadınına olan 100 euro borcunu öder. Hayat kadını da geçen haftadan kalma, iki gecelik konaklama ücretini bizim otelciye öder.

Bu sırada Alman turist odaları gezmiş fakat hiçbir odayı beğenmemiştir. Güvence bedeli olarak bıraktığı, 100 euroyu alıp gider.

Sonuç, bütün borçlar ödenmiş fakat kimsede para yoktur.