Posts Tagged ‘Olumlu pekiştireç’

ÖĞRENME PSİKOLOJİSİ

Cumartesi, Aralık 5th, 2009

 

 Öğrenme psikolojisinin konusu; davranışta meydana gelen değişmelerdir.

 Edimsel psikolojide, bir organizmanın davranışına neden olan çevresel koşullarla, sözkonusu davranış arasında ilişki kurduğumuzda davranışı açıklamış oluruz. Eğer organizma bir davranış yapıyorsa, bu davranışa etki eden mutlaka çevresel koşullar vardır.

 

 Davranışı açıklamamızın nedeni:

 1-Davranışı anlamak kolaylaşır.

 2-Davranışı yordamak kolaylaşır.

 3-Davranışı kontrol altına almak mümkün olur.

 

 Edimsel koşullanma; Bir davranışın kendi sonuçlara bağlı olarak değişikliğe uğraması sürecidir.

 Edimsel psikoloji, önceleri davranış bilimi olarak ortaya çıkmışsa da sonraları genel bir yaklaşım biçimine dönüşmüştür.

 Edimsel psikolojide iki temel kavram var; ‘uyarıcı’ ve ‘davranım’.

 Uyarıcılar; organizmanın duyu organlarını uyaran enerjidir.

 Davranım ise organizmada meydana gelen her türlü faaliyettir.

 

 Genel olarak edimsel davranışlar üçlü bir ilişki içindedir:

 Ayırt edici uyarıcı(davranıştan önce olup, davranışın yapılmasına zemin hazırlıyorlar) è Edim è Pekiştirici uyarıcı (davranıştan sonra meydana gelen ve davranışın ilerde yapılma sıklığını artıran uyarıcılardır)

 Örneğin; sınavdan önce dağıtılan sınav kağıtları, ayırt edici uyarıcıdır. Sınav sonunda alınan yüksek not ise pekiştirici uyarıcıdır.

 

 Ayırt edici uyarıcıların görevleri:

 

 1-Bu uyarıcılar, davranıştan önce ortamda vardırlar ve davranışın yapılmasına zemin hazırlarlar.

 Olumlu pekiştireç için düşünürsek; bir ayırt edici uyarıcı durumunda, organizma belli bir davranışı yaptığı taktirde, pekiştirecin gelme olasılığı yüksek demektir. Organizma belli bir ayırt edici uyarıcı sayesinde, belirli bir davranışı yapmayı öğrenir.

 2-Ayırdedici uyarıcı, olumsuz pekiştirmede de sözkonusudur. Burada ayırt edici uyarıcı iki değişik görev alır:

 a)İtici uyarıcının başlayacağını gösterir.

 b)İtici uyarıcı zaten ortamdadır. Bir davranış yapılırsa itici uyarıcı ortamdan kalkar.

 3-Ceza için ayırt edici uyarıcı, ortamdadır. Organizma, bir davranış yaparsa ceza ile karşılaşacak demektir.

 

 Olumlu pekiştireç; organizmanın bir davranış sonucunda ortama yeni bir uyarıcı katılıyor. Bu uyarıcı o davranışın ilerde yapılma sıklığını artırırsa buna olumlu pekiştireç denir.

 Olumsuz pekiştireç; organizmanın yaptığı bir davranış sonucunda ortamdaki bir uyarıcının etkisi, azalıyor ya da ortadan kalkıyor. Bu uyarıcının ortamdan kalkması, sözkonusu davranışın yapılma sıklığını artırırsa buna da olumsuz pekiştireç denir.

 

 Uyandırıcı uyarıcılar:

 Daima davranıştan önce ortamda vardırlar ve bir tepkinin ortaya çıkmasına yol açarlar. Yani bir refleks olayını başlatırlar. Öneğin; ışık azakdıkça gözbebeği küçülür.

 Uyandırıcı uyarıcının her verilişinde tepki ortaya çıkar. Oysa ayırt edici uyarıcıda davranışın olasılığı artar.

 Uyandırıcı uyarıcının açığa çıkardığı tepkiye; ‘tepkisel uyarıcı’ denir.

 Davranışı kontrol etmeyen ya da etki etmeyen uyarıcıya ise ‘nötr uyarıcı’ denir.

 

 Birincil ya da şartsız pekiştireç; doğrudan doğruya organizmanın fizyolojik durumuna hitap eden pekiştireçlerdir. Öğrenme olmadan davranışı kontrol etme olanağına sahiptirler.

 Örneğin; su, hava, yemek gibi pekiştireçlerdir. Öğrenilmelerine gerek yoktur. Çünkü, doğuştan getirilen özelliklerdir.

 İkincil ya da şartlı pekiştireç; davranışı kontrol etme sonradan öğrenilmiştir. Başlangıçta nötr olan bir uyarıcı, şartlı pekiştireç olabilmektedir.

 Örnek:

 Çalışıp para kazanıyor (SD) à Gidip döner alıyor(P) à Para kazanıyor(SR) àDöner alıyor(P) à SR / SD

  SR; önceki P için, şartlı pekiştireçken sonraki P için, ayırt edici uyarıcıdır.

  SD; ayırt edici uyarıcı.

  SR; pekiştirici uyarıcı.

    P; davranış.

 İkincil pekiştireç; kendisinden önce gelen davranış için pekiştireç rolünü, kendisinden sonra gelen davranış içinse ayırt edici rolünü oynar.

 

 Davranışın şekillenmesi; organizmanın repertuarındaki davranışları şekillendirilerek, repertuarında olmayan yeni bir davranışın (örneğin, pedala basma) ortaya çıkarılmasıdır. Yani amaç, davranışın ortaya çıkması için uygun davranışların şekillendirilmesidir.

 

 Davranış topoğrafyası; bir davranışın yapılması için hangi kasların kullanılacağının öğrenilmesidir.

 Edimsel koşullanmada birinci şart, davranışın topoğrafyası değil, belli bir davranışın açığa çıkarılmasıdır. Örneğin; önce yazı yazması öğretilir daha sonra yazıyı sağ elle yazması öğretilir.

 

 Devamlı pekiştireç; organizma istenilen davranışı yaptığı zaman her seferinde bir pekiştireç alıyor yapmadığı zamansa alamıyor. Buna devamlı pekiştireç denir.

 Batıl davranış; organizmanın istenilen davranışı yapsa da yapmasa da aynı pekiştireci alması olayıdır. Bu durumda öğrenme olmaz. Çevresel değişiklikler, organizmanın davranışından bağımsız olarak meydana geliyor demektir. Yani organizma herhangi bir davranış yaparken bir pekiştireç verilmesi, pekiştirecin verildiği an yapılan davranışın sıklığını artırır, buna da batıl davranış denmektedir. Örneğin; bireyin çalışsa da çalışmasa da iyi not alması vs.

 

 Edimsel bir davranışın kazanılması demek, bir davranışın sıklığının artırılması demektir. Bu davranış, hiç gözlenmemiş ya da ara sıra gözlenen bir davranış olabilir. Tepkisel davranışların, uyandırıcı uyarıcıları vardır. Uyandırıcı uyarıcı, ne zaman verilirse sözkonusu tepki ortaya çıkar.

 Fakat edimsel davranışların uyarıcıları yoktur. Bu nedenle edimsel davranışlar, sonuçlarıyla kontrol edilebilirler. Bu yüzden de davranışın, organizma tarafından yapılması beklenir. Pekiştireç de davranıştan sonra ortaya çıkmaktadır.

 

 Davranışın sönmesi; pekiştirilen bir davranışın, pekiştirilmeyip sıklığının azalmasına denir.

 Sönmeye direnç; bir davranış pekiştiricisiz olarak kaç defa ve ne kadar süreyle yapılıyor ona denir.

 

 Sönmeye direnci etkileyen değişkenler:

 

 1-Pekiştirme tarifeleri; örneğin, sönme direnci en fazla olan tarife, ‘değişken oranlı tarife’dir (VR): En az olansa ‘sabit fasılalı tarife’dir(FI).

 2-Organizmanın yaşantısı; geçmişte sönme yaşantısı olmayan organizmanın yaşantısının sönmesi daha zor olurken, yaşantısında sönme olayı varsa daha kolay olmaktadır.

 3-Pekiştiricinin şiddeti ve miktarı, sönmeye direnci etkilemektedir. Şiddetliyse kolay, şiddetsizse de daha kolay sönmektedir.

 

 Kendiliğinden geri gelme; sönmüş davranışın tekrar gözlenmesidir. Eğer bir davranış bir kez söndükten sonra hiç geri gelmiyorsa o davranış tamamen sönmiş demektir. Devamlı geri geliyorsa, organizma o davranışa çok dirençli demektir.

 Ayırt edici uyarıcıların iki işlevi vardır:

 

 1-Genelleme:

  a)Uyarıcı genellemesi; bir davranışın değişik ayırt edici uyarıcılarla görülmesi olayıdır.

  b) Davranım genellemesi; bir ayırt edici uyarıcı durumunda değişik davranışların ortaya çıkması olayıdır.

 2-Ayırt etme; organizmanın bir uyarıcı durumunda o davranışı yapması başka bir uyarıcı durumunda o davranışı yapmaması.

 Ayırt etmenin olması için, bir davranış sadece belli bir ayırt edici uyarıcı durumunda pekiştirilmeli, diğer durumlarda pekiştirilmemelidir.

 

 Davranışta kontrast; bir ayırt edici uyarıcı durumunda, davranışın pekiştirilmesiyle davranışta artma, pekiştirilmeme durumunda azalma görülmesidir.

 

 Bir organizmanın belirli bir davranışı yapmamasını nasıl engelleriz?

 1-Söndürürüz,

 2-Cezalandırırız,

 3-Organizmayı ortadan kaldırırız,

 4-Organizmanın o davranışla elde edeceği sonucu başka davranışlarla elde etmesini sağlarız,

 5-Doygunluk sağlarız.

 

 Ceza; organizmanın istenmedik bir davranış yapması sonucu, bir itici uyarıcıya maruz kalması ya da olumlu pekiştireçten yoksun kalmasıdır.

1-Ceza, verildiği sürece etkilidir. Ceza için ayırt edici uyarıcı, ortamdan kalktığı anda davranış, eskisinden daha sık bir şekilde ortaya çıkar. Bu yüzden, ceza için ayırt edici uyarıcının her zaman ortamda bulunması gerekir.

2-Eğer bir davranış cezalandırılıyorsa, her seferinde cezalandırılmalıdır.

 

 Kaçma; itici bir uyarıcıya maruz kalan organizmanın bir davranış yaparak bu uyarıcıdan kutulması ya da bu uyarıcının etkisinin azalmasıdır. Örneğin; başağrısı başladıktan sonra ilaç almak.

 Genellikle kaçmayı, kaçınma izler.

 

 Kaçınma; organizma itici bir uyarıcıya maruz kalmadan, sözkonusu muhtemel itici uyarıcıyı, geciktirici davranıştır.

 Örneğin; başağrısı gelmeden önce ilaç alarak başağrısını başka bir itici uyarıcıya kadar geciktirmektir.

 Zamanlı kaçınma koşullama; organizmanın itici uyarıcının gelmesine yakın sürelerde yüksek davranış göstermesi ve davranışa son vermesidir.

 

 Pekiştirme tarifeleri:

 

 Pekiştirme tarifeleri; bir davranışın ne zaman ya da kaçıncı tekrardan sonra pekiştirileceğini gösteren tarifelerdir.

 

 Pekiştirme tarifeleri ikiye ayrılmaktadır:

 1-Oranlı tarifeler,

 2-Fasılalı (aralıklı) tarifeler.

 

 Oranlı tarifeler; organizmanın pekiştirici olabilmesi için birden fazla davranım yapması gerekir.

 Fasılalı tarifeler; organizmanın pekiştireç alabilmesi için belirli bir süre beklemesi ve o sürenin bitiminde de uygun davranışı yapması gerekir.

 Oranlı tarifeler:

 a)Sabit oranlı tarifeler (FR),  b)Değişken oranlı tarifeler (VR)

 Fasılalı tarifeler:

 a)Sabit fasılalı tarifeler (FI),  b)Değişken fasılalı tarifeler (VI)

 

 Sabit oranlı tarife (FR); organizmanın pekiştireç alabilmesi için tamamlaması gereken davranış sayısı her seferinde aynıdır

 Örneğin; organizma üç davranışta bir pekiştireç alıyorsa, tekrar pekiştireç olabilmesi için başa dönmesi gerekmektedir.

 Değişken oranlı tarife (VR); organizmanın pekiştireç olabilmesi için, tamamlaması gereken davranış sayısı her seferinde farklıdır.

 Burada sayılar, tamamen tesadüfidir. Matematiksel bir ilişki kurulmaz. Kurulursa sabit oranlı olur. Sayılar düzenli olduğunda, organizma bunu anlıyor ve davranışın topoğrafyası belirlenmiş oluyor.

 Oranlı tarifelerde tarife zayıfladıkça (daha fazla sayıda davranışa pekiştireç verilmesi), davranım sayısı artar.

 Zayıf tarife; davranım sayısının gittikçe artırılarak pekiştireç verilmesidir. Yani organizmanın, pekiştireç alabilmesi için davranış sayısını her seferinde artırması gerekir.

 Zorlanma; oranlı tarifelerde, oranın aniden yükseltilmesi sonucu davranışta görülen duraklamadır.

 Davranışı en güçlü sürdüren; ‘değişken oranlı tarife’dir Bu tarife en zor sönen tarifedir. Sönmeye direncin en düşük olduğu tarife; ‘sabit fasılalı’dır.

 Sabit fasılalı tarife; organizmanın pekiştirici alabilmesi için beklemesi gereken süre, her seferinde aynıdır.

 Değişken fasılalı tarife; organizmanın pekiştireç alabilmesi için beklemesi gereken süre, her seferinde farklıdır.

 Örneğin; organizma üç dakika bekledikten sonra uygun davranışı yapıyor ve pekiştireci alıyor.

 Ardaşık tarife; bir tarife diğerine eklendiği zaman meydana gelen ‘katışık tarife’ye denir.

 

 Davranışın sıklığını etkileyen değişkenler:

 

 1-Tarifenin cinsi; davranışın hangi tarife ile pekiştirildiğidir.

 2-Tarifenin zayıflığı; özellikle oranlı tarifelerde tarife zayıfladıkça, organizmanın davranış sıklığı artar.

 Fasılalı tarifelerde, batıl davranışın ortaya çıkışını engellemek için sürenin sonunda organizmanın uygun davranışı yapması ve pekiştirecin verilmesi gerekir.

 Uygun davranışı yapmayıp beklediği süre, tarifenin süresi değildir.

 

 Davranımlar arası süre ya da IRT: (İki davranım arasında geçen süre)

 

 Oranlı tarifelerde, kısa IRT ler ayrımlı olarak pekiştirilir. IRT ler kısaldıkça, organizmanın pekiştirici olma olasılığı artar. IRT ler uzun olduğu zaman, organizmanın davranım sayısı düşüktür. Dolayısı ile pekiştireç olma olasılığı düşüktür.

 Oranlı tarifelerde, davranışın sıklığını etkileyen bir değişken de oranın kendisidir. Bu tarifelerde bir davranış, kendinden önceki bir davranış için ayırt edici uyarıcıdır. Bu nedenle oranlı tarifeler; şartlı, ikincil pekiştireçlerdir.

  Oranlı tarifelerde, davranışın sıklığını etkileyen değişkenleri toparlarsak:

 1-Kısa IRT lerin, ayrımlı olarak pekiştirilmesi.

 2-Oranın kendisi, şartlı pekiştireç haline gelmektedir.

 3-Davranım sayısı.

 Fasılalı tarifelerde ise organizma pekiştiriciyi aldığı an, davranışı kesiyor sonra yavaş yavaş tekrar davranışta bulunur.

 

 Tepkisel koşullama:

 

 Tepkisel davranışlar, bir anlamda refleks tepkilerden oluşuyor. Bunlar, içgüdüsel olarak ortaya çıkan davranışlardır. Yani doğuştan getirilen davranışlardır.

 Tepkisel koşullama; herhangi bir tepkiyi, başlangıçta nötr olan bir uyarıcının kontrolü altında tutma olayıdır.

 Koşulsuz uyarıcı ise bir tepkiyi, herhangi bir koşula bağlı olmadan ortaya çıkartma özelliğine sahip uyarıcıdır. Buna bağlı olarak, açığa çıkan tepki ise koşullu tepkidir.

 Koşullu uyarıcı; başlangıçta nötr olan ve koşulsuz uyarıcıyla birlikte bulunma sonucu, koşulsuz tepkiyi ortaya çıkarmaya başlayan uyarıcılara; koşullu uyarıcı denir. Bu uyarıcıya bağlı olarak ortaya çıkan tepkiye ise ‘koşullu tepki’ denir.

 Örneğin; şiddetli ışık à gözbebeğinin büyümesi.

                     Yiyecek à salya

 

 Bir nötr uyarıcı nasıl koşullu uyarıcı haline getirilebilir?

 a) Zamandaş koşullama; önce koşullu uyarıcı verilmeye başlanır. Bundan en geç, 5 saniye sonra koşulsuz uyarıcı verilir.

 b) Gecikmeli koşullama; teknik olarak zamandaş koşullamayla aynıdır. Fakat koşulsuz uyarıcı, koşullu uyarıcının başlamasından en az 5 saniye sonra verilir. Zamandaş koşullamadan farkı; sürededir.

 c) İzli koşullama; koşullu uyarıcı verilip bittikten sonra koşulsuz uyarıcı veriliyor. Bu işlem, defalarca yapıldıktan sonra koşullu uyarıcıyı yalnız verdiğimizde, bittikten sonra koşullu tepki ortaya çıkıyor. İki uyarıcı arasında süre; yarım saniyedir.

 d) Ters koşullama; önce koşulsuz sonra koşullu uyarıcı veriliyor. Bu yüzden, davranışı kontrol edici özellik taşımaz.

 e) Zamanlı koşullama; bir koşullu uyarıcı yoktur. Koşulsuz uyarıcı tek başına defalarca verilir. Arada geçen zaman, koşullu uyarıcı haline gelir. Ve bir süre sonra koşulsuz uyarıcının verilmediği durumlarda, tepki ortaya çıkar. Bu tepki de koşullu tepkidir. İki uyarıcı arasında geçen süre 3 saniyedir.

 

 Tepkisel koşullamanın özellikleri:

 

 1-Herhangi bir organizma, tepkisel koşullamada kullanılabilir.

 2-Organizma, koşullu ve koşulsuz uyarıcılar arasındaki zaman ayırt etmeyi öğrenebilir.

 3-Hemen her zaman her türlü uyarıcı, koşullu uyarıcı olarak kullanılır.

 4-Koşulsuz uyarıcının niteliği, koşullu tepkinin niteliğini belirler. Örneğin; koşulsuz uyarıcı ‘yemek’ ise koşullu tepki de bununla ilgilidir. (Salya salgılamak gibi)

 5-Koşullu ve koşulsuz uyarıcının zaman bakımından yakınlığı önemlidir. Bu ikisi arasındaki zaman süresi artarsa, koşullu uyarıcı etkinliğini kaybeder.

 6-Koşullu uyarıcının şiddeti, koşullanmayı etkiler. Özellikle itici uyarıcılar (şiddetli elektrik şoku gibi), koşullu uyarıcılar olarak kullanılacaksa bunların şiddeti çok önemli hale gelir. Çünkü genel olarak, organizmalarda refleks hiyerarşilerinden sözedilir. Refleks hiyerarşilerinin, üst basamaklarındaki refleksler hem çabuk olarak ortaya çıkmakta hem de vücudun her tarafında gözlenir. Yani bir koşulsuz uyarıcı, birden fazla tepki ortaya çıkarmaktadır. Bu refleks, ‘üstün bir refleks’tir.

 Oysa şiddetli bir ışık karşısında sadece gözbebekleri büyür. Üstün bir refleksin koşulsuz uyarıcısı daha aşağı düzeydeki bir tepki için, koşullu uyarıcı olarak kullanılamaz.

 Üstün refleks; bir koşulsuz uyarıcının, birden fazla tepki ortaya çıkarmasıdır.

 Karşıt koşullama; güçlü refleksin koşulsuz uyarıcısını, zayıf refleks için koşullu uyarıcı yapılmak isteniyor. Ancak bu işlem yapıldığında, işlem tersine dönüyor. Yani zayıf refleksin koşulsuz uyarıcısı, güçlü refleks için koşullu uyarıcı durumuna geliyor.

PSİKOLOJİYE GİRİŞ -1

Pazar, Kasım 22nd, 2009

 

 Psikoloji; insan ve hayvan davranışlarını inceleyen bir bilim dalıdır.

 Amacı; davranışları anlamak, açıklamak ve davranışlara ilişkin genel ilkeleri saptamaktır.

 Psikolojide davranış; bir organizmanın gözle ya da herhangi bir alet yardımıyla gözlenebilen her türlü hareketlerdir. Örneğin; kalp atışı, sindirim de birer davranıştır.

 

 Davranışlar:

 1-Doğrudan doğruya gözlenebilen davranışlar, herhangi bir alet yardımı olmaksızın.

 2-Dolaylı olarak gözle görülen davranışlardır. Birincil hareketlerin, dışsal hareketlere bakılarak anlaşılan davranışlar. Örneğin; zekâ, kişilik, akıl yürütme dışsal hareketlre bakılarak anlaşılabilir.

 3-İlk iki grubun temelinde yatan sinir sistemi faaliyeti ile olan davranışlardır. Bunlara ‘nörofizyolojik davranışlar’ da denir. Örneğin; yürüme, düşünme vs.

 Psikoloji hem gözlenebilir hem de doğrudan gözlenemeyen davranışları incelemektedir. Psikoloji bu doğrudan gözlenemeyen davranışları, kişinin gözlenebilir davranışlarına dayanarak açıklamaktadır.

 

 1875’te W. Wundt ve bazı davranış bilimciler, içebakış yöntemiyle insan zihnini incelemekteydiler.

 Bu içebakışçılara ilk sistematik tepki, Watson’dan geldi. Watson’a göre bilimin özelliği; somut, herkes tarafından gözlenebilir olanı konu edinmesidir.

 İçebakış; davranış ve tutumların temelinde yatan güdüleri, eğilimleri açığa çıkarmak üzere başvurulan ve bireyin kendisini derinliğine gözlemesini öngören tekniktir.

 

 Bilimsel yöntemin özellikleri:

 1-Objektiflik; olaylar incelenirken kişisel görüş ve inançların bir yana bırakılması.

 2-Determinizm; evrende bir düzenin olduğuna inançtır. Her olayın bir nedeni vardır. Aynı nedenler, aynı sonuçları oluşturur.

 3-Evrensellik; bulunan sonuçların tüm evren için geçerli olduğudur.

 

 Bilim; (1) belirli metotlarla toplanıp organize edilmiş bilgilerin tümü.

            (2) Evrendeki düzeni anlama çabası.

 Bilimsel yöntem, bilgi toplama yöntemlerinden sadece birisidi.

 

Tecrübeyle yaşantıyla elde edilmiş biligilerle, bilimsel bilgi arasındaki fark, 5 ana noktada toplanabilir:

 1-Belirli bir olayı açıklarken kullanılan kavramların ve kullanılan hipotezlerin farklılığından kaynaklanır.

 Tecrübi bilgi de “ona göre, buna göre” gibi bir rölativizm vardır. Oysa bilimde kişiye göre değişmezlik vardır. Örneğin; zekâ kavramı bilimde açık-seçik bir şekilde tanımlanmıştır. Bilimde çelişki yoktur.

 2-Kurulan hipotezlerin test edilişindedir.

 (Hipotez; bir olayı açıklamak üzere öne sürülen, doğruluğu ya da yanlışlığı test edilebilen önerme ya da önerme kümesidir.)

 Sokaktaki adam, seçici algıyla kendi hipotezini doğrulayanları görür, yanlışları görmez. Böylece kendi hipotezini doğrular. Bilimadamı ise seçici algının etkisinde kalmaz.

 3-Bilimadamı bir olayı incelerken, spekülatif olanı test edilebilir şekle dönüştürür.

 (Spekülatif; sadece düşünme ve akıl yürütmeye dayanan)

 Bilimadamı, olayları açıklamada deney ve gözlem metodunu kullanır.

 4-Kontrol kavramıdır. Bilimadamı belirli olayı incelerken bu olayın nedeni hakkında kesin bir sonuca ulaşmak için o olaya etki edeceğini düşündüğü değişken dışındaki tüm değişkenlerin etkisini kontrol ederek inceler.

 Örneğin; bilim adamı, bir grup kız ve bir grup da erkek alıp zekâ derecelerini ölçmek için, önce onların ekonomik, cinsiyet yaş gibi ortamlarını eşitler, ondan sonra zekâ seviyelerini ölçer.

 5-Bilimadamı metafizik açıklamalardan kaçınır. Çünkü, metafiziksel olan test edilemez. Bilimadamları bir olguyu açıklarken test edilebilirliğine önem verir.

 

 Her bilimin bir temel bir de uygulamalı yönü vardır:

 Temel bilimde bilgi; bir merakı gidermek için toplanır.

 Uygulamalı bilim de ise temel bilimin metod ve teknikleri kullanılarak pratik bir takım konuların çözümü için bilgi toplanıyor.

 

 Psikolojide araştırma yöntem ve teknikleri:

 

 Bir bilginin elde edilmesinde genellikle iki adım vardır:

 1-Delil toplama,  2-Bu delillerin analiz edilmesi.

 Psikolojide veriler belli yöntem ve tekniklerle toplanır:

 Yöntem; bilimsel bilgi üretmek üzere izlenen genel yol ve bu yolda başvurulan tekniklerin, işlemlerin tümü.

 Teknik; bilimsel bilgiye ulaşmak üzere yapılan gözlem ve çözümlemelerde başvurulan kurallı işlemler dizgesi.

 

 Psikolojide araştırma yöntemleri başlıca 3 tanedir:

 1-Deneysel yöntemler.

 2-Korelatif yöntemler.

 3-Metinsel yöntemler.

 

 Deneysel yöntem; amaç iki ya da daha fazla değişken arasındaki neden-sonuç bağlantısını ortaya çıkarmaktır. Başka bir değişle, kendiliğinden gerçekleşemeyen elverişsiz koşullarda beliren, karmaşık ve değişken biçimlerde ya da denenmesi yararlı görülen olayların gözlenmesi amacıyla, başvurulan ‘denetimli gözlemleme’ ya da deneyi gerçekleştirmek üzere başvurulan işlemlerin tümü.

 Değişken; bir olaya, davranışa etki edebilecek her türlü etken. Örneğin; çevre, zekâ, program, çalışma ortamı vs. hepsi birer değişkendir.

 Psikolojide değişkenlerin genellikle ölçülebilir ve sayılabilir olması amaçlanır.

 Bağımsız değişkenlerin uygulandığı gruba, ‘deney grubu’, bağımsız değişkenin etkisini karşılaştırdığımız ikinci gruba ise ‘kontrol grubu’ diyoruz.

 Bağımsız değişken; etkisini incelemek istediğimiz değişkendir.

 Bağımlı değişken; bağımsız değişkenin değişmesiyle, değişen değişkendir. Psikolojide bağımlı değişken davranışlardır.

 Deneysel yöntemin en önemli özelliği; kontroldür. Kontrol; bağımsız değişken dışında incelemekte olduğumuz olaya etki edebilecek, diğer tüm değişkenlerin olay hakkında kontrol altında bulundurulmasıdır.

 

 Korelatif yöntem; psikolojide bazı davranışların deneysel yolla incelenmesi mümkün olmadığından korelatif metoda başvurulur.

 Korelatif yöntemde, iki değişken arasında bir ilişkinin olup olmadığı araştırılır. Ancak korelatif yöntemde neden-sonuç ilişkisi değil sadece değişkenler arasında  bir bağlantının olup olmadığı araştırılır.

 Buna göre ‘pozitif bağlantı’; bir değişkendeki ölçüm yükseldikçe ona bağlı olarak diğer değişkenlerin ölçümü de değişir. Örneğin; sıcaklığın artmasıyla beraber meşrubat satışlarının da artması vs.

 Negatif bağlantı; bir değişkendeki ölçüm düştükçe buna bağlı olarak diğer değişkenlerin ölçümü de düşecektir. Örneğin; sıcaklığın düşmesiyle birlikte dondurma satışlarının da düşmesi vs.

 

 GELİŞİM PSİKOLOJİSİ :

 

 Gelişim psikolojisi doğumdan ölüme kadar davranışlarda meydana gelen değişiklikleri inceler.

 

 Gelişimin incelenme nedenleri başlıca 3 tanedir:

 1-Yetişkin davranışlarının daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmak. Aynı zamanda bı bir organizmanın yetişkinliğe kadar hangi süreçlerden geçtiğini anlamamızı da sağlayacaktır.

 2-Kişilerin korkularında, kaygılarında, yeteneklerinde, güdülerinde kısacası temel psikolojik süreçlerinde, yaşa bağlı olarak ne tür değişikliklerin ortaya çıktığını anlamaktır.

 Temel psikolojik gelişim, fiziksel gelişimden farklıdır.

 3-Pratik bir takım sorunlara yanıt bulmaktır.

 Örneğin; çocukluktaki olumsuz yaşantılar yetişkinlikte etkili olur mu? Zihinsel gelişim hangi yaşlarda ne kadar olmaktadır? Gelişime göre belli programlar yapılması daha iyi sonuçlar verir mi?

 

 Gelişim psikolojisindeki araştırma yöntemleri:

 

 Gelişim psikolojisinde kullanılan araştırma yöntemleri, psikolojinin diğer alt dallarında kullanılan yöntemlerle aynıdır. Yani incelenen konunun türüne göre ya deneysel ya korelatif ya da metinsel yöntemle araştırılır.

 Metinsel yöntemde veya araştırmalarda değişkenler arasında herhangi bir bağlantı aranmaz sadece fikir edinilmeye çalışılır.

 

  Gelişimin incelenmesinde yaklaşım olarak da iki genel yaklaşım vardır:

 1-Uzunlamasına,  2-Kesitlemesine.

 

 Uzunlamasına yaklaşımda, bir tek veya grupta belirli bir psikolojik özelliğin nasıl geliştiğini anlamak üzere uzunca bir süre çoğu kez 10 yıl ya da daha fazla süreyle incelenir. Zekâ, kişilik özellikleri, davranış bozuklukları gibi özelliklerin gelişme süreci içinde sabit kalıp kalmadıklarını, ilk çocukluk yaşantılarının veya ailenin çocuk yetiştirme tarzının yetişkinlikte oluşan kişilik yapısını etkileyip etkilemediği gibi konularda önemli bilgiler sağlar.

 Örneğin bazı kuramcılar, hayatın ilk birkaç yılında anneleri tarafından reddedilen çocukların, yetişkinlikte sosyal ilişkilerinde uyumsuzluklara rastlanacağını savunurlar.

 Uzunlamasına yaklaşım, kolayca taklit edilmesine ve önemli bilgiler sağlamasına rağmen uzun zaman alan ve oldukça zahmetli bir yaklaşım şeklidir.

 

 Kesitlemesine yaklaşım; araştırmacının belirli yaştaki bir grubu alarak, onların belirli bir psikolojik özellik açısından incelemesi ya da değişik yaştaki bireylerin oluşturduğu bir grubu ele alarak belirli bir psikolojik özelliğin yaşa bağlı olarak ne tür değişiklikler gösterdiğini araştırır.

 

 Bu iki yaklaşımı birleştiren üçüncü bir yaklaşım ise:

 Hızlandırılmış uzunlamasına yaklaşım veya kısa süreli uzunlamasına yaklaşımdır.

 Diyelim ki, araştırıcı bireylerin 4 yaşından 9 yaşına kadar olan psikolojik gelişimlerini inceliyor. Bu yaklaşımla araştırıcı; 4, 5, ve 6 yaşlarından oluşan bir grup ve 7, 8, 9 yaşlarından oluşan ikinci bir grubu alarak inceler. Böylece üç yıllık bir çaba ile altı yıllık veri toplamış olur.

 

 Gelişimin değişik yönleri:

 

 Gelişmekte olan çocuğun davranışlarını inceleyebilmemiz için birçok etkeni incelememiz gerekir. Gelişmekte olan bir bireyin herhangi bir anda davranışının alacağı şekli 5 grupta toplayabiliriz:

 

 1-Genetik olarak tayin edilen biyolojik faktör.

 2-Genetik olmayan biyolojik faktörler.

 3-Çocuğun geçmiş yaşantılarında öğrendikleri.

 4-Çocuğun yakın sosyal çevresi (aile, akraba, okul vs.)

 5-Çocuğun içinde yaşadığı toplumun kültürel yapısı.

 

 İlk iki etkene ‘biyolojik etkenler’ diğer üçüne ise ‘sosyal etkenler’ denir. İlk etken; ‘genetik etken’dir diğerleri ise ‘çevresel etkenler’dir.

 

 Gelişme devreleri genellikle ikiye ayrılır:

 1-Doğum öncesi,  2-Doğum sonrası.

 

 Doğum öncesi safha, üç safhadan oluşur; ‘ovum’, ‘embriyo’ ve ‘fetus’.

 

 a)Ovum; döllenmeden sonraki ilk 10-14 günlük süreyi kapsar.

 b)Embriyo; hamileliğin 10-14. gününden 2. ayın sonuna kadar olan dönemi kapsar. Gelişmöe son derece süratlidir. Üç aşaması vardır:

    1-Ektoderm; bu aşamada saçlar, sinir sistemi, dişlerin bir kısmı ve duyum hücreleri oluşur.

    2-Mezoderm; kas ve iskelet sistemi oluşur.

    3-Endoderm; iç organlar, salgı bezleri, ve derinin bir kısmı oluşmaya başlar.

c)Fetus; hamileliğin 2. ayının sonundan hamileliğin bitimine kadar sürer. Bu devrede sistemler son şeklini alır.

 En kritik zaman hamileliğin 28. haftasıdır. Çünkü; bu haftadan sonra çocuk, anne karnı dışında yaşama yeteneği kazanır. Bu haftadan sonra doğan çocukların (7 aylık) yaşama ihtimalleri vardır.

 Çocuğun davranışlarını tayin eden nedenler döllenme ile başlar.

 

 Doğum öncesi davranışları etkileyen faktörler:

 

 1-Yirmi yaşın altında ve 35 yaşın üstünde olan annelerden doğan bebekler arasında ölüm ve zihinsel gerilik gibi durumların daha yüksek olduğu görülmüştür.

2-Annenin hamileliği esnasındaki dengesiz beslenmesi, çocuğun gelişmesinde olumsuz rol oynadığı saptanmıştır.

3-Hamilelik esnasında alınan bazı ilaçların, röntgen gibi X ışınlarına maruz kalmanın çocuğun gelişimine etkileri olduğu saptanmıştır.

4-Kan uyuşmazlığı denilen Rh faktörü de çocuğun zihinsel ve fiziksel gelişimine etkileri olduğu anlaşılmıştır. Örneğin; annenin Rh(-), babanın da Rh(+) olması kan uyuşmazlığını gösterir.

 

 Bazı kuramlar, örneğin öğrenme kuramları ve Freudiyen kuramlar, çocuğun kendi gelişmesinde pasif bir rol oynadığını ileri sürerler.

 Piaget’ye göre çocuğun zihinsel gelişmesi onun çevre içindeki faaliyetlerinin ve çevreyi anlama çabalarının bir ürünüdür.

 Fikirbirliği olmayan ikinci bir konu ise gelişmenin devamlı bir süreçmi yoksa devreler halinde gerçekleşen bir olay mı? Bazılarına göre gelişim devamlı bir süreçtir. Bazılarına göre gelişim birbirinden ayırt edilebilen devreler halindedir. Her devre kendine özgü düşünce, tepki ve davranışlarla birbirinden ayırt edilebilir. Bu devrelerde kazanılan yetenekler bir önceki devrede kazanılan yetenekler üzerine kurulur. Dolayısıyla hiçbir birey, gelişme devrelerinden birini atlayarak diğerine geçemez.

 Jean Piaget’nin, ‘bilişsel gelişim’ kavramı isminden de anlaşılacağı gibi gelişenin bilişsel yönüyle ilgilenir. Düşünme, hatırlama, problem çözme, akıl yürütme, mantık, algılama, zekâ gibi fonksiyonlarında yaşla birlikte ortaya çıkan değişmeleri açıklamaya çalışır. Çocuk kendi gelişimine aktif olarak katılır.

 Çocuk çevresini araştırdıkça yeni yeni insan ve nesnelerle karşılaştıkça, yaşantıları artacak ve buna bağlı olarak da zihinsel gelişimi de olgunluğa doğru yavaş yavaş gelişecektir.

 

 İşlem; Piaget’ye göre işlemin en önemli özelliği belirli kurallar çerçevesinde geriye dönebilme olan özel bir tür zihin faaliyetidir.

 Örneğin; beşin karesini almak bir işlemdir. İşlemin iki özelliği daha var. Bunlardan ilki, zihinsel olarak kişiye başladığı noktaya dönme olanağı tanıma, ikincisi ise herhangi bir bedensel faaliyet gerektirmeden zihinsel olarak yapılmasıdır. Ancak belirli kuralı olan her şey işlem değildir. Piaget’ye göre çocuk, çeşitli güçlük düzeylerinden geçerek, zihinsel düzeyi en üst düzeye ulaşır.

 Çocuğun bir devreden diğerine geçişini iki mekanizma temin eder; ‘özümleme’ ve ‘akadamasyon’ (uyumsama).

 

 Özümleme; Piaget’ye göre her çocukta kendi yaşına uygun bir fikir ve faaliyetler vardır. İşte özümleme, çocuğun yeni karşılaştığı bir durum veya meseleye kendinden mevcut olan fikir ve faaliyetler sistemi çerçevesinde faaliyette bulunmasıdır. Örneğin; iki yaşındaki bir çocukta, sert nesnelerin ses çıkarması fikri vs.

 Akadamasyon; çocuğun kendinde mevcut olan fikir ve faaliyetler sistemini yeni karşılaştığı nesne ve durumlara göre değiştirmesidir.

 Piaget’ye göre zihinsel gelişim özümleme ile akadamasyon arasındaki bir çatışmanın çözümünü içerir.

 Çocuk başlangıçta yeni karşılaştığı durumlarda özümleme yapar. Yaşı ilerledikçe özümleme yerine akadamasyon yaptığında zihinsel gelişimi olgunluğa doğru bir adım daha atar. Çünkü, her akadamasyon çocuğun çevresine adaptasyonunu kolaylaştırarak yeni bir yetenek kazandırır. Çocuk, kazandığı her yeni fikirde, çevresindeki eski olaylara değişik bakış açılarından bakmayı öğrenir. İşte çocuk bu noktaya geldiği zaman, zihinsel gelişmenin bir devresi tamamlanmış ondan sonra gelen devre başlamıştır.

 

 Piaget’ye göre çocuğun zihinsel gelişimi 4 devrede tamamlanır:

 

1-Duygusal motor dönem; bu dönem yaklaşık 0-2 yaş arasını kapsar. Bu dönemde zihinsel faaliyetler tamamen motor faaliyetlerden ibarettir. Bu dönemde çocuk hareketleri ile nesneleri kontrol edebileceğini öğrenmekle birlikte hareketlerinin anlamını henüz kavrayamaz. Dokuzuncu aya kadar olan en önemli özellik, bir nesne onun görüş sahasından çıktığı an artık o nesne onun için yoktur.

2-İşlem öncesi dönem; bu dönem 2 – 7 yaş arası süreyi kapsar. Bu dönemde çocuk, basit semboller geliştirme yeteneği kaznır. Nesneler mevcut olmasa bile onların şeklini zihninde canlandırabilir. Nesnelerde olaylar arası ilişkiyi görebilir. En öneml özellik, ‘egosantrik düşünme’ biçimidir.

 Çocuk bu dönemde kendisini her şeyin merkezinde görmektedir. Herşey kendine göre ayarlansın istiyor ve kendisininkinin dışında düşünceler olabileceğini kabul etmiyor.

3-Somut işlemler dönemi; bu dönem 7 – 11 yaşları arası süreyi kapsar. Çocuk bu dönemde mantık kuralları çerçevesinde düşünebilme ve nesnelerle ilgili somut problemleri çözebilme yeteneğine sahiptir. En önemli yetenek, konum ilkesidir. Nesneler yer ve şekil değiştirseler bile aynı kalmaya devam ederler.

4-Formel işlemler dönemi; 11 yaşından sonra başlayan, mantıksal düşünme yeteneğinin yetişkin düzeyine eriştiği bu dönemde, çocuk yavaş yavaş yetişkinlere benzer biçimde, soyut kavramlarla düşünebilme, genellemeler yapabilme ve zihinsel olarak bir durumdan diğerine geçebilme yeteneğini kazanır.

 

 FREUD’UN PSİKO-ANALİTİK KURAMI:

 

 Freud’a göre, insanların tüm davranışlarının temelinde yatan şey; insanın bir miktar biyolojik enerjiyle doğmuş olmasıdır. Bu enerji, tüm davranışlara şekil veren enerjidir. Bu enerjinin miktarı zaman zaman yükselir. Ve bu yükseliş bireyde bir rahatsızlık meydana getirir. Bu rahatsızlıktan kurtulmanın tek yolu yükselen enerjinin bir kısmının boşaltılmasıyla olur.

 Freud’a göre bu boşalım, değişik yaşlarda vücudun değişik yerlerinde olmaktadır.

 Freud, biyolojik enerjinin boşaldığı bölgesine göre gelişim devrelerini şöyle sınıflandırmaktadır:

1-Oral dönem; 0 – 2 yaş arasını kapsar. Bu dönemde biyolojik enerjinin boşaldığı yer ağız ve çevresidir. Çocuk, ağız ile ilgili faaliyetlerden haz duyar.

2-Anal dönem; 2 – 3 yaşları arasını kapsar. Bu dönemde, biyolojik enerjinin boşaldığı yer makat bölgesidir. Çocuk, dışkı ve benzeri faaliyetlerden haz duyar.

3-Fallik dönem; 3 – 6 yaş arasını kapsar. Boşalım noktası cinsel organlardır.

4-Latemi dönem; fallik dönemden sonra biyolojik enerji bir durgunluk dönemine giriyor. Bu durgunluk, gelişimin son dönemi olan genital döneme kadar devam ediyor. Bu dönemde boşalım noktası, karşı cinsten birinde son buluyor.

 Her dönemde duyulan haz ne çok fazla ne de çok az olmaktadır. Eğer herhangi bir gelişim devresinde, o devreyle ilgili duyulan haz, çok fazla veya çok az olursa ‘fixotion’ (sallantı) meydana gelir.

                                                     —–

 

 ÖĞRENME KURAMLARI:

 

 Gelişmekte olan çocuk, 2 şekilde öğrenir:

 1-Taklit yoluyla öğrenme.

 2-Koşullanma yoluyla öğrenme.

 

 Taklit edilen kişiye ‘model’ denir. Sosyal öğrenme kuramlarına göre modelleri gözleme yoluyla öğrenme iki evrede gerçekleşir:

 1-Modeli algılayış şekli yani modelin zihinsel olarak şematize edilmesi.

 2-Birey, modelin zihninde şematize ettiği davranışlarını bizzat yapar.

 Eğer modelin davranışı sonucunda, bireyin kendisi açısından olumlu bir sonuç çıkıyorsa birey taklit edecektir. Olumsuz çıkıyorsa taklit etmeyecektir.

 Öğrenme, psikolojinin en önemli konularından biridir. Çünkü, davranışların çoğu öğrenme olmadan gerçekleşemez.

 Öğrenme; davranışlarda ortaya çıkan bir yaşantı ya da tekrar sonucu gerçekleşen devamlı değişikliklerdir. Yani öğrenme, iyi veya kötü bir davranış değişikliğidir. Bu davranış değişikliğinin de göreli olarak sürekli olmasıdır.

 

 Psikolojide öğrenme türleri:

 

 1-Koşullanma yoluyla öğrenme.

 2-Kavrama yoluyla öğrenme.

 3-Deneme-yanılma yoluyla öğrenme.

 4-Bilişsel öğrenme.

 5-Gizil öğrenme.

 

 Koşullanma yoluyla öğrenme:

 Temel olarak, aralarında bir bağlantı bulunmayan bir uyarıcıyla, tepki arasındaki bağlantıdır. Daha önce herhangi bir tepki çıkarmayan uyarıcıya, tepki verilmesidir.

 Koşullanma iki şekildedir:

 1-Klasik koşullanma.

 2-Edimsel koşullanma.

 

 Klasik koşullanma; bu tür koşullanma konusunda İvan Pavlov’un yaptığı deneyin buğün klasik sayılmasındandır.

 Klasik koşul çoğu kez refleksel veya etkisel bir davranış içerir. Örneğin; dizimize vurulduğunda dizimizin kalkması vs.

 Klasik koşullanmada, başlangıçta daima iki tür uyarıcı vardır:

 1-Koşulsuz uyarıcı,      2-Nötr uyarıcı.

 Koşulsuz uyarıcı; doğal olarak sözkonusu tepkiyi ortaya çıkaran uyarıcıdır.

 Nötr uyarıcı ise sözkonusu tepki ile ilişkisi bulunmayan, tepkiyi meydana çıkarmayan herhangi bir uyarıcıdır.

 Koşulsuz uyarıcının açığa çıkardığı davranışa ‘koşulsuz tepki’ denir. Nedeni, koşulsuz uyarıcının verilmesi sonucunda herhangi bir koşula bağlı olarak ortaya çıkmasındandır. Koşullanma olayı bu nötr olayın birlikte verilmesi sonucunda gerçekleşir.

 Koşullu uyarıcı; başlangıçta nört olan uyarıcının daha sonra koşul olarak verilmesi sonucunda bu uyarıcı koşullu uyarıcı adını alır.

 Pavlov’un deneyinde, başlangıçta nötr uyarıcı olan zil sesine karşılık köpek, hiçbir salgı salgılamamakta sadece yemeği gördüğünde salgı salgılamaktadır. Yiyecek, öğrenmeye gerek duyulmadan doğal olduğundan koşulsuz uyarıcıdır.

Daha sonra devamlı her yemekten önce zil çalınması sonucunda artık köpek her zil sesini duyduğunda daha yemeği görmeden iç salgı salgılamaktadır. İşte burada nötr olan zil sesi koşullu uyarıcı haline gelmektedir.

 Koşullu uyarıcı tarafından açığa çıkarılan tepki ise ‘koşullu tepki’ adını alır.

 Aslında koşullu ve koşulsuz tepkiler aynıdır. Ancak koşulsuz tepki, koşulsuz doğal uyarıcılarla, koşullu tepki ise koşullanma sonucunda ortaya çıkmaktadır.

 

 İkincil koşullanmalar: koşullanma sonucunda, koşullu uyarıcıya tepki verilmesi öğrenildikten sonra bu koşullu uyarıcı, bir başka koşullanma için koşulsuz uyarıcı olarak kullanılabilir. İşte bu olaya ‘ikincil koşullanma’ adı verilir.

 

 Uyarıcı genellemesi; koşullama gerçekleştikten sonra koşullu tepki sadece sözkonusu koşullu uyarıcıya değil diğer uyarıcılara gösterilmesi olayına ‘uyarıcı genellemesi’ denir.

 

 Edimsel koşullanma:

 

 1930’lu yıllarda Skinner ve Polonyalı iki psikolog tarafından klasik koşullanma dışında gerçekleştirilen bir koşullanmadır.

 Klasik koşullanma istemsiz, irade dışı bir koşullanmadır. Edimsel koşullanma da ise istemli davranış için geçerli refleksif bir koşullanmanın olması için dışarıdan bir uyarıcıya gereksinim vardır.

 B.F.Skinner, yalnız tepkilerin değil edimlerin de şartlanabileceğini ileri sürmüştür. Skinner, yalnız bir uyarıcıya karşılık yapılan davranışların değil, bireyin kendiliğinden yaptığı hareketlerin de şartlanmakta olduğuna dikkati çekmiş ve buna ‘edimsel’ ya da ‘operant şartlanma’ denilmiştir.

 Edimsel davranışlar, herhangi bir dış uyarıcı olmaksızın kendiliğinden yapılan istemli, irade içi davranışlardır. Örneğin; çocuğun çevresini araştırması, istemli edimsel bir davranıştır.

 Bir dış uyarıcıya gerek olmayan, edimsel davranışlarımızın ortaya çıkış sıklığı ve şiddetleri çevremizde olan olaylardan etkilenmektedir. Genel olarak, hoşumuza giden sonuçlar doğuran davranışları daha sık, hoşumuza gitmeyen sonuçlar doğuran davranışlarımızı ise daha az veya hiç tekrarlamama olasılığı vardır. İşte, istemli bir davranışın doğurduğu sonuçlara bağlı olarak, ortaya çıkış sıklığı ve şiddetinin azalması ya da çoğalması olayına ‘edimsel koşullanma’ adı verilir.

 Bir davranışın ortaya çıkardığı sonuçlar ve bu sonuçların davranış üzerindeki etkilerine göre sınıflandırılırlar.

 Kendisini ortaya çıkaran davranışın, tekrarlanma olasılığını artıran bir sonuç ‘pekiştireç’ olarak adlandırılır.

 Kendisini ortaya çıkaran davranışın tekrarlanma olasılığını azaltan sonuca ise ‘ceza’ ya da ‘itici uyarıcı’ adı verilir.

 Örneğin; para birçok kişi için bir pekiştireçtir. Buna karşılık bir arkadaş kaybetme ya da acı, bir ceza veya itici uyarıcıdır. Zira, birçok kişiye acı veren bir olay daha az ya da hiç tekrar etmeyecektir.

 Pekiştirilen davranışın tekrar edilmesi artacak, cezaya maruz kalan davranış ise ya daha az ya da hiç tekrar edilmeyecektir.

 Pekiştireç; bir davranışın ortaya çıkış sıklığını artıran herhangi bir uyarıcıdır.

 

 Pekiştireçler iki türdür:

 1-Olumlu pekiştireç; eğer bir davranışın sonunda ortaya çıkan sonuç veya uyarıcının o davranışın ilerde tekrarlanma olasılığını artırırsa bu sonuca, uyarıcıya ‘olumlu pekiştireç’ adı verilir.

 2-Olumsuz pekiştireç; bir davranışın sonucunda ortamda bulunan itici bir uyarıcının ortadan kalkması sözkonusu davranışın görünüm sıklığını artırırsa bu uyarıcıya ‘olumsuz pekiştireç’ denir.

 Pekiştireç, davranışı pekiştirme yanında, bu pekiştirme esnasında ortamda bulunan uyarıcıları da konrolü altına alır. Yani davranış, pekiştirme esnasında, ortamda bulunan uyarıcı görüldüğü zaman ortaya çıkar.

 Davranışın sadece pekiştireçle birlikte görülen uyarıcıya bağlı olarak ortaya çıkması olayına edimsel koşullanmada ‘uyarıcı kontrolü’ denmektedir.

 Davranışı kontrol eden ise ‘ayırdedici uyarıcı’ denir. Örneğin; çocuk belli bir durumda kendisini başarıya götüren bir davranışın, başka benzer bir durumda başarıya götürmediğini görürse, bu iki durum arasında bir ayırma yapar. Bir edimin ya da tepkinin ancak belli durumlarda etkili olduğunu kavrar ve bu belli durumun ayrıntılarına dikkat eder.

 Gerek klasik koşullanmada gerekse edimsel koşullanmada davranışın tekrar etmemesine ‘sönme’ denir. Örneğin; zil sesine şartlandırılmış olan köpeğe birçok kez zil çalındığı halde yemek verilmemesi halinde köpek bir süre sonra zil sesiyle birlikte iç salgı salgılamamaya başlıyor. İşte bu olaya sönme ya da deneysel çözülme, silinme denir.