Posts Tagged ‘Kan uyuşmazlığı’

ATİPİK ÇOCUKLAR -4 (SEDAT TOPÇU)

Çarşamba, Nisan 21st, 2010

 

 KURŞUN VE CIVA ZEHİRLENMESİ:

 

 Kurşun zehirlenmesi; kurşun çocuğa boyalar yoluyla, oyuncaklardan, eşyalardan vs. geçmektedir. Kurşunun beyinde hasarlara yol açtığı tespit edilmiştir. Beynin gelişimini tamamladığı yaşlarda, zehirlenmeye maruz kalma fazlaca zeka geriliğine neden olmuyor.

 Egzos gazları,  aşırı çevre kirliliği ve zehirli – toksin maddelere fazla maruz kalınması, çocuklarda zeka geriliğine yol açabilir.

 

 Cıva zehirlenmesi; genellikle cıva fabrikalarının yaydıkları gazlarla olmaktadır. Bu havadaki oksijen miktarının azalmasına dolayısıyla da beynin beynin oksijensiz kalmasına; ‘anoxia’ya yol açar. Bu durum zeka geriliği yanında nörolojik bozukluklara da neden olmaktadır.

 

 Doğum sırasında bir takım hasarlar nedeniyle ortaya çıkan zeka gerilikleri:

 

 Çocuğun anne karnından hızlı çıkması veya tersten gelmesi, beyin hasarın a veya beyin kanamalarına yol açabilir. Kafatası boşluğunda biriken kan beyne tazyikte bulunarak hasar görmesine neden olabilir.

 Bazen çocuklar uzun zamanda doğarlar. Bu durum çocuğun oksijensiz kalmasına hatta ölümüne neden olabilir. Yaşarsa da geri zekalı olabilir.

 

 Doğum sonrası, zeka geriliğine yol açan nedenler ise:

 

 Beslenme bozuklukları (protein yetersizliği), enfeksiyonlar ve düşme-çarpma gibi kafatasının maruz kaldığı durumlardır.

 

 Çocukların, zeka düzeylerinin ne olduğunu bulmak için:

 

 1-Psikolojik değerlendirme; kişi hakkında bilgilerin sistematik ve düzenli olarak toplanmasıdır.

 2-Sonradan elde edilen bilgilerin değerlendirilmesi ve organize edilmesi.

 3-Düzenlenmiş, organize edilmiş bilgilerle kişi hakkında bir takım kararlara varılması ve tahminlerde bulunulmasıdır.

 

 Psikolojik değerlendirmenin yanında 5 amaç var:

 

 1-Genel teşhis; kişiyi teşhis etmek amacıyla psikolojik değerlendirme yapıyoruz.

 2-Çocuğun özrünün onu ne denli etkilediğini anlamak için psikolojik değerlendirme yapıyoruz.

 3-Ona eğitim olanakları sağlamak amacıyla psikolojik değerlendirme yapıyoruz.

 4-Uyum bozuklukları varsa bunu dürzeltmek için psikolojik değerlendirme yapıyoruz.

 5-Çocuğun geleceği hakkında bir takım yordamalarda bulunmak için psikolojik değerlendirme yapıyoruz.

 

 Bu amaçların açıklanması:

 1-Genel teşhis; önce çocuk geri zekalı mı değil mi onu tespit ederiz. Geri zekalı ise bunun derecesini belirlemeye çalışırız.

 Bu değerlendirme kişilik açısından da yapılır; çocuk uyumsuz mu değil mi?  Özrüne neden olanın zekasına etkisini anlamak için testler yapılır. Psikolojik testlerle çocuğun hangi yetenekleri kuvvetli hangileri kuvvetsiz o tespit edilir.

 2-Özür çocuğu ne ölçüde etkiyor. Çocukta davranış bozukluklarına yol açıyor mu? Bunlar araştırılır. Çocuk özrünü ve bu özrün düzeltilip, düzeltilemeyeceğini biliyor mu? Vs.

 3-Bu değerlendirme sırasında çocuğun zayıf ve güçlü yanları ortaya çıkarılır.

 4-Çocuğun şu andaki durumuna bakarak gelecekte ne gibi başarılara ulaşabileceği tahmin edilir.

 

 BEDENSEL ÖZÜRLER:

 

 Bu özürleri iki grupta incelemek mümkündür:

 1-a) Beyin hasarlarının yol açtığı bedensel özürler (Cerebral palcy, hidrosefali, spina bifida vs.)

    b) Beynin anormal fonksiyonlarının yol açtığı hasarlardan kaynaklanan bedensel özürler (çocuk felci, adele distrofisi vs.)

 2-Beyinle ilgisi olmayan bedensel özürler.

 

 CEREBRAL PALCY:

 

 Lügat anlamı; felç ya da hareket edememektir. Çeşitli tanımları var, en önemlisi; beyindeki bir hasarın yol açtığı klinik bir vakadır. Bu hasarın neden olduğu sonuçlardan biri hareket edememedir. Bunun da nedeni, beynin hareketleri kontrol eden bölümünün bozuk olmasıdır.

 Yol açtığı bozukluklar; havaleler yoluyla bayılma, algı, konuşma, öğrenme, davranış ve uyum bozukluklarıdır.

 En belirgin özelliği ise hareket edememedir. Bu bedenin suçu değildir. Bedenin hareket etmesini sağlayan merkezin hasarlı olmasıdır. Bu bozukluklar tıbbın konusudurlar.

 Birçok cerebral palsy türü vardır. Bazı sınıflamacılar felcin görüldüğü beden bölgesine göre bazılarıysa hareket bozukluklarının dışında ikinci derecede ortaya çıkan beden bozukluklarına göre sınıflandırırlar.

 

 Hareket bozukluğunun tipine göre yapılan sınıflama 5 türdür:

 

1-Spastik tip, 2-Athetoid tip, 3-Atoxic tip, 4-Tremorlu tip,

5-Rigid tip.

 

 1-Spastik tip; bunu belirleyen faktör, beyindeki hasarın yeridir. Bu yerler beyin kabuğu ile primidal bölgede bir hasarla ortaya çıkmaktadır.

 Primidal bölgenin yeri; hareketlerimizi kontrol eden bölge ile duyu faaliyetlerimizi kontrol eden bölge arasındadır.

 Özellikleri:

 1-Hareketsizlik vardır.

 2-Hareketsizlik tek bir elde ve bacak veya her iki el ve bacakda olabilir.

 Felç, vücudun bir kısmında olabileceği gibi tümünü de etkileyebilir. Bazı vakalarda bütün vücut hareketsiz olabilir. Bazı vakalarda bütün vücut hareketsiz olabilir.

 Spastik tipin en önemli özelliği; kasların sürekli olarak gergin olmasıdır. Kaslardaki gevşeme ve kasılma sitemi de bozuktur. Bu gerginlik ani, istemsiz hareketlere yol açmaktadır. Beden hareketlerinde güçlükle yapılan irade dışı sıçramalar görülür. Buna ek olarak, geç bir şekilde o beden bölgesinin hareketleri uyarılabilmektedir.

 

 2-Athetoid tip; ön beyinde ya da basal-ganglia (beynin iç-orta kısmı) sonucunda ortaya çıkan bir c.palcy türüdür. Burada yapısal ya da doğuştan bir bozukluk olabilir.

 Bozukluk; yüz kaslarında, baş, kol ve bacaklardadır. Yürümeyi kontrol eden beyin bölgesi bozuk olduğundan bunlar uzun süre aynı şekilde duramazlar. Bu nedenle yürümeleri de bozuktur.

 Yüz kasları bozuk olduğundan, yüzlerinde acayip mimikler vardır. Ellerini ağızlarına zor götürürler. İrade dışı hareketlerde bulunurlar. Ellerde istemsiz sıçramalar görülür. Elini, gözünü gösterirken kol, sağa sola gider.

 Önemli bir özellik; uyuduklarında bu tür hareketlerin olmamasıdır. Ancak uyandıklarında tekrar başlar.

 Kendilerinden bir şey istendiğinde duygusal olarak gergindirler, yapamadıkları için stres altındadırlar.

 

 3-Atoxic tip; diğer iki tipe oranla daha az rastlanır. Hasar beyinciktedir. Önemli özellik; adımlarını atarken normalin üstünde kaldırmalarıdır. Bunlarda denge duygusu azdır ya da hiç yoktur. Paytak paytak yürürler. Hareketlerinde düzen ve denge yoktur. Yürürken düşerler. Bozukluk sadece eller ve ayaklarda değil, gözlerde de istemsiz hareketler görülür.

 

 4-Tremorlu tip; egemen özellik titremedir (tremor). Hasar primidal bölgenin dışında olup titreme bazen bütün vücuda yayılabilir. Bu titremeler düzenli titremelerdir. Titremelerden dolayı yüksek sesle konuşurlar.

 

 5-Rigid tip; en az görülen tiptir. Eğer beyinde hasar fazlaysa zeka geriliği görülür. Hasar primidal bölgenin dışındadır.

 Önemli özellik; hareketlerin kalıplaşması, donması bu da hareketsizliğe iter.

 

 Bu beş tip, bir kişide olmasa da iki tip bir kişide görülebilir. Bunlara; ‘karışık cerebral palcy tipleri’ denir.

 

 Beynin hasarından dolayı, organların hareketlerini etkileme derecelerine göre yapılan sınıflama:

 1-Monopleji; bozukluk tek elde, kolda veya bacaktadır.

 2-Hemipleji; bozukluk vücudun tek bir yarısındadır.

 3-Tripleji; vücudun 3 organının etkilenmesi; bir kol iki bacak ya da iki bacak bir kol şeklindedir.

 4-Quadrileji; 2 kol 2 bacak veya bacaklarla gövde etkilenmiş olabilir.

 

 Cerebral palcynin görülme olasılığı; 1000/2’dir. En fazla görülen tip; spastik tiptir.

 

 Cerebral palcynin nedenleri:

 

 1-Doğum öncesi nedenler.

 2-Doğum sırasında ortaya çıkan nedenler.

 3-Doğum sonrasında ortaya çıkan nedenler.

 

 Doğum öncesi nedenler:

 Kalıtsal faktörler rol oynar. Annenin hamileliği sırasında bir takım dış etkilere maruz kalmasıdır. Örneğin; aşırı heyecanlanması sonucu kanamaları, Rh faktörünün uyumsuzluğu, çocuğun plesentadan erken ayrılması, oksijensiz kalması, annenin kalp yetmezliği gibi nedenlerdir.

 

 Doğum sırasında ortaya çıkan nedenler:

 Çocuğun ters gelmesi, kafanın hasara uğraması, göbek organının düğümlenmesi, çocuğun oksijensiz kalması (anoxia), yetersiz ebelerin doğumu yaptırması gibi nedenlerdir.

 

 Doğum sonrası nedenler:

 Çeşitli hastalıklar, zehirlenmeler ve kazalarla ilgili nedenlerdir. Çok küçük yaşta geçirilen menenjit, difteri, tifo gibi enfeksiyonlardır.

 

 Cerebral palcynin özellikleri:

 

 *Bu çocukların çok küçük bir yüzdesinde zeka geriliği görülür. Özellikle rigid tipte. Üstelik bu çocuklarda üstün zekalılık da görülebilir. Hareketlerdeki bozukluk nedeniyle, genellikle geri zekalı gözüyle bakılırlar.

 *% 70-80 oranında konuşma bozuklukları görülür. Konuşma kaslarının koordinasyonunda sorun olması nedeniyle, belirli sesleri çıkaramazlar. Ses tonunu kontrol edemez, kötü telaffuz ve kekemelik vardır.

 *Göz kaslarının bozukluğu hemen hemen yarısında vardır.

 *İdrak, algı bozuklukları, gördükleri olayları gerektiği gibi değerlendirememe vardır.

 *İşitme kusurlarına pek sık rastlanmaz.

 *Sıklıkla rastlanan ‘sara’ vardır. % 5 ila 15 arsındadır.

 *Solaklık görülür. Beynin hangi yarım küresi etkilenmişse, ona göre solaklık ortaya çıkmaktadır. Yoksa solaklık, normalde bir bozukluk değildir.

 *Cerebral palcyli çocuklarda psikolojik bozukluk, kendini uyumsuzluk olarak gösterir.

 

 Bu uyumsuzluklar:

 

 Öfke nöbetleri; ufak bir şey öfkelenmelerine yeter. Konuşma güçlüğünden dolayı iletişim kuramazlar. Bu da onlarda engellenmişlik duygusu yaratır. Bu yüzden patolojik bir iletişim hakimdir. Kelime hazneleri yetersiz olduğundan kendilerini ifade edemezler.

 En önemli faktör ailedir. Çocuğu akıllı ya da deli yapan ailedir. Aile tutumlarının çok büyük etkisi vardır.

 Cerebral palcynin tıbbi, cerrahi bir tedavisi yoktur. Bazı yöntemlerle kaslardaki gerginlik azaltılabilmektedir. Ancak beyin hasarı hiçbir zaman giderilemiyor.

 Bu çocuklarda beden eğitimi şarttır. Belirli sıcaklıktaki havuzlarda kasların gerginliği azaltılabilmektedir. Bunların özel eğitim kurumlarında yeteneklerinin geliştirilmesi yararlı olur.

 

 SPİNA BİFİDA:

 

 Omurilikte ya da omurilik zarındaki iltihabi bozukluktur. Bu durum, hidrosefaliye yol açar.

 Omuriliğin kendisindeki bozukluk; belden aşağı felçle gösterir. Gelişme kusurları var. Bu kimseler gerektiği gibi gelişemezler. Ayrıca bunlarda idrar ve dışkı kontrol bozuklukları vardır.

 İki türü vardır; s.bifida moningcelo ve s.b. miyocel.

 Spina bifida moningcelo; hafifi bir araz bırakır. Omurilikteki hasar küçüktür. Bacaklarda hafif kötü gelişim görülür.

 Spina bifida miyocel; ağırdır, omurganın hatalı gelişmesi omurilik sinirlerinde bozulmalara yolaçar. S.bifidanın bütün özellikleri vardır.

 El ve bacaklarda felç, deride duyarsızlık, idrar ve dışkı kontrolsüzlüğü vardır. Ayrıca hidrosefalinin yol açtığı zeka geriliği de vardır.

 

 Spina bifidanın nedenleri:

 

*Annenin hamileliği sırasında ağır hastalanması, kaza geçirmesi

*Kalıtsal faktörler olabilir. Kan uyuşmazlığı vs.

ATİPİK ÇOCUKLAR -2 (SEDAT TOPÇU)

Pazar, Aralık 27th, 2009

 Alfred Adler’in “organik yetersizlik” kuramı:

 

 Adler, ‘telafi’ kavramını getirmiştir. Vücutta bir organın yerine getiremediği görevi, başka bir organın yüklenmesi ile tedavi edilebileceğini söyler. Ona göre yetersizlik kişinin yapısına yansır. Bu kimselerde yetersizlik, ‘aşağılık duygusu’ şeklinde gösterir. Özürlü bu duyguyu yenmek için uğraşır. Bunu da telafi ile sağlar.

 Adler’e göre üç tür telafi vardır:

 1-Aşırı telafi; özürlünün aşağılık duygusuna aşırı derecede hassasiyet göstermesidir. Bu iyi değil çünkü; sosyal yaşamındaki bütün enerjiyi buraya yöneltir. Bu kez de diğer alanlarda başarısız olur.

 2-Hastalığa sığınma; aşağılık duygusunu yenemeyenler kendilerini hastalığa bağlarlar. Yani hastalığı, hastalıkla tedavi etmeye çalışırlar. Sonuçta da nevrotik bir insan olup çıkıyorlar.

 (Nevroz; sinirlerine hakim olamama, çabuk sinirlenme, saldırgan bir tutum içinde olma vs.)

 3-Başarılı telafi; bireyin aşağılık duygusunu, toplumun istekleri, beklentileri doğrultusunda kanalize edebilmesidir.

 Aşağılık duygusundan, toplumun değer verdiği alanlarda kendilerini ispatlayarak kurtulmaya çalışıyorlar. Adler’e göre aşağılık duygusu sadece özürlülerde değil tüm insanlar da sözknusudur.

 

 Psiko-analitik temelli yaklaşımlar:

 

 Bu yaklaşım içinde, üç bilimadamını görüyoruz; Meng, Bender ve Shilder.

 Psikanalizin iki yönü; kişiliğin yönü ve psikoseksüel gelişme.

 Freud, kişiliğin yönünü üç kavramla açıklar; “id, ego, süperego”.

 Psikoseksüel gelişmeyi ise 5 döneme ayırır:

 1-Oral, 2-Anal, 3-Fallik, 4-Latens, 5-Heteroseksüel dönem.

 

 Meng, özürlülerdeki uyumsuzluğu ana-baba ve çocuk arasındaki ilişkilere dayandırır. Ona göre, çocuğun gözünde ana-babası her şeyidir. Bununla beraber çocuk özrü için onları suçlar ama diğer taraftan da onlara sevgi veşükran duyar. Bu duruma; ‘ambrilent’ denmektedir. Bu iki kutup arasında gider gelir. Kendisini mutsuz eden çatışmaları, bilinçaltına atar. Bu attığı, ana-babası için duyduğu kin ve nefrettir.

 Meng’e göre, özürlü çocuklar gerçeklerle birlikte yaşamadıklarından gerçekten koparlar. Normal çocukların tecrübelerine sahip olmadıklarından değerlendirmeleri de yüzeyseldir. Ona göre bu çocuklar, “haz ilkesinden, gerçek ilkesine geçerler”.

 Haz ilkesi; çocuğun ilk yaşlarda haz üzerine kurulu dünyası ileri yaşlarda yerini gerçek ilkesine bırakır.

 Ego, kötü olan istekleri idin içine bastırır. Özürlü çocuklar, suni bir takım deneylerle gerçek ilkesine geçerler.

 Özürlülerin pek çoğu devamlı ‘hipokandri’ hastalığıyla birlikte yaşamaktadırlar.

 (Hipokanri; aşırı derecede vücudunu dinleyerek hastalık icat etme, hastalık hastası olmak.)

 

 Bender ve Schilder ise özürlülerdeki uyumsuzluğu, ‘beden imgesine’ indirgemişlerdir. Beden imgesi; bireyin sonradan maruz kaldığı sakatlanmaya göre birden değişebilmektedir. Örneğin; kendisini çok yakışıklı kabul eden birisinin daha sonra yanma gibi bir durum sonucunda estetiğinin bozulması ve kendisini çirkin algılamasıdır. Bu da uyumsuz davranışlar göstermesine yol açacaktır.

 

 Diğer görüşler:

 Uyumsuz davranışları açıklayan sayısız denebilecek kadar çok görüş vardır. Bunların içerisinde özellikle Allen ve Pearson’a uyumsuzluğu tayin eden en önemli faktör, özürlünüm etrafındaki insanların onun özrüne karşı gösterdikleri tutumlarıdır. En önemli çevresi de ailedir. Ailesinin tutumu olumsuzsa çocukta uyumsuz davranışlar görülür.

 

 ZEKA GERİLİKLERİ :

 

 Zeka, bir yetenektir. Zeka geriliği ise bu yeteneğin normal durumdan aşağıda olmasıdır.

 Psikologlara göre zeka geriliği; belirli bir zeka bölümünün altına düşmektir. Bu sınır 70’tir.

 Pedegoglar ise normal eğitim programından yararlanamayanlar için zeka geriliği tabirini kullanıyorlar.

 Zeka geriliğinde iki kriter var:

 1-Zihinsel gelişme.

 2-Sosyal gelişme.

 

 Zeka geriliğinde zihinsel gelişme:

 İster geri zekalı olsun isterse normal zekalı olsun herkes aynı zihinsel gelişim sürecinden geçer. Fakat geri zekalılarda bu süreç yavaştır. Bu yavaşlık çocuğun zeka yaşının daima kronolojik yaşının gerisinde kalmasına neden olur.

 Zeka yaşı; zeka testlerinin gösterdiği zihinsel yetenek düzeyidir.

 Kronolojik yaş; takvim yaşıdır.

 Zeka gelişimleri yavaş olanların diğer gelişim süreçleri de yavaş olmaktadır. Örneğin; geç konuşurlar, geç yürürler, tuvalet terbiyesini öğrenemezler vs.

 

 Zeka gelişiminde sosyal uyumsuzluk:

 

 Önemli olan bireyin kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürmesidir. Zeka geriliği olanlarda başkalarına bağımlı olmadan kurtulma, normal insanlara göre çok dah sonra olmakta veya ağır geri zekalılar bu yeteneği hiçbir zaman kazanamıyorlar.

 

 Zeka geriliğinin türlerine ilişkin sınıflamalar:

 1-Zeka bölümüne göre yapılan sınıflamalar.

 2-Eğitimsel açıdan yapılan sınıflamalar.

 

 Zeka bölümü (ZB); zeka yaşının (ZY), kronolojik yaşa(KY) bölümünün 100 ile çarpımıdır.

 Zeka düzeyi; 0 ila 140 arasında bir dağılım göstermektedir.

 100 dolayında zeka bölümü normaldir. Bunun sınırları 90 ila 110’dur.

 

 Clark’ın zeka bölümüne ait sınıflaması:

 

   0-19  çok ağır geri zekalı.

 20-34  ileri derecede geri zekalı.

 35-49  orta derecede geri zekalı.

 50-70  hafif derede geri zekalı.

 70-80  sınırda geri zekalı.

 

 Bir başka sınıflama:

 

0-20  idiot

20-39  embesil

40-59  moron

60-69  debil

70-79  sınır zeka geriliği

80-89  zeka bölümü normalin altına işaret etmektedir.

 

 Bütün bu sınıflandırmaların ortak yanı; 90 – 110 arası normal zekaya bunun altı ise zeka geriliğine işaret etmektededir. Ciddi derecedeki zeka geriliği ise 70’den sonra başlamaktadır.

 

 Zeka bölümüne göre sınıflandırma yapanlara eleştiri:

a) ZB kişinin sosyal uyumunu yordamaya imkan vermemektedir. Örneğin; zeka yaşı 70’in altında olduğu halde sosyal uyumu iyi olabilmektedir. Yine zeka yaşı; 130-140 olduğu halde bireylerin sosyal uyumları hiç iyi olmayabiliyor. O halde zeka testlerinin eksik bir yönünüdür bu.

b) Zeka testlerinin sonucu, güvenilir olmalıdır. Bu da zeka testlerinde güç elde edilir.

 

 Zeka geriliği ile ilgili eğitimsel açıdan yapılan sınıflama: (Pedegogların yaptığı sınıflama)

 Bu sınıflamada kriter kantitatif değil, kalitatiftir. Çocuğun nereye kadar eğitimden yararlandığıdır. Buna göre yapılan sınıflama:

 1-Eğitilmesi ve öğretilmesi imkansız olan çocuklar.

 2-Öğretilebilir çocuklar.

 3-Eğitilebilir çocuklar.

 4-Yavaş öğrenen çocuklar.

 

 1-Eğitilmesi ve öğretilmesi imkansız olan çocuklar:

 Ağır derecede geri zekalıdırlar. En önemli özellikleri; yaşayabilmeleri için ömür boyu bir başkasına muhtaçtırlar. Kendilerine bakamazlar. Araya giren hastalıklar nedeniyle çabuk ölürler. Zeka bölümü; 0 – 25 arasıdır.

 

2-Öğretilebilir çocuklar:

 Bunların da zeka düzeyleri oldukça düşüktür. Zeka testlerine göre ZB; 25 – 50 arasıdır. Eğer zeka düzeyleri 25’e doğruysa bunlara bir şey öğretilemez hatta konuşamazlar. Birkaç kelime bilirler. 50’ye doğru gidenlere öğretilebilir. Kendi başlarına giyinebilir, sokağa çıkar, tuvalete gider, çevrelerine uyum sağlayamasalar da ailelerine uyum gösterirler. Uygun eğitim verilirse toplum dışına itilmeleri önlenebilir. Ufak tefek işler yapabilirler.

 

3-Eğitilebilir çocuklar:

 Normal okula gidip başarılı olamazlar. ZB; 50 – 75 arasıdır. Özel okullarda az da olsa basit sayısal işlemler, okuma-yazma gibi yetenekleri kazanabilirler. Bağımsız kendi başlarına yaşayabilirler. Karmaşık olmayan basit işleri yapabilirler.

 

4-Yavaş öğrenen çocuklar; ZB; 75 – 90 arasıdır. Bunlar normal okula gidebilirler. İlkokulu, ortaokulu bitirebilirler. Zorunlu okul devresi bunları da kapsıyor. Toplumun değerli bir üyesi olabilirler. Evlenip çoluk çocuk sahibi olabilirler. Sosyal uyumları normaldir. Bunlar pek geri zekalı anılmazlar.

 

 Tredgold, gerek psikologların gerekse pedegogların yaptığı sınıflanmaları kabul etmez. Onun kriter olarak ele aldığı; kişinin çevresine uyum sağlaması ya da sağlamamasıdır. Uyum gösteriyorsa zekası normaldir.

 

 Tredgold’un sınıflaması:

1-Birincil zeka gerilikleri (primary); bunlar kalıtımsal kökenli zeka gerilikleridir. Hem anne hem de baba geri zekalı olursa çocuk da birincil zeka geriliğine sahip olur. Uzun süre yaşamazlar. Evlenme şansları çok azdır.

2-İkincil zeka gerilikleri; doğum öncesi ya da sonrası çevresel faktörlerin yol açtığı zeka gerilikleridir.

3-Hem kalıtım hem de çevresel faktörlerin birden oluşturduğu grup.

4-Nedeni açık seçik belli olmayan zeka gerilikleri.

 

 Zeka geriliği oranını tespit etmeyi etkileyen faktörler:

1-Zeka geriliğinin derece derece olması nedeniyle bunları birbirinden ayırmak çok güç olduğundan bunların oranını ölçmek mümkün değil. Örneğin, ZB; 70-90 arasındakiler toplum içinde kaybolur, fark edilmezler.

2-Zeka geriliğine sahip olanlar arasında, ölüm oranının yüksek olması nedeniyle sağlıklı olarak bir sonuca varmak çok zordur.

3-Teşhis güçlüğü; zeka gerilikleri özellikle ilk yaşlarda pek fark edilmez özellikle ileriki yaşlarda fark edilebilirler.

 

 Bu nedenlerden dolayı bir ülkedeki gerçek zeka geriliklerinin oranını tespit etmek çok zordur. Fakat hipotetik olarak zekanın nasıl bir dağılım gösterdiği saptanabilir. Bu hipotetik ve teorik dağılım sözkonusu ülkede zeka geriliği oranının ne kadar olduğu hakkında bilgi verir.

 

 ZEKA GERİLİĞİNİN NEDENLERİ:

 

 Zeka geriliklerinin pek çok nedeni vardır. Bu nedenler genel olarak; çevresel ve genetik nedenlerdir. Genetik nedenlere ağırlık verenler; akut beyindeki olumsuz gelişmelerin neden olduğunu söylüyorlar.

 Diğer bazı görüşler ise beyindeki bazı hasarlardan sözederler.

 Zeka geriliğinin tespitinde; kültürel ailesel, çevresel faktörlerin ele alınması gerekiyor.

 Yapılan araştırmalar zeka gerliğinde % 80 kalıtımın % 20 de çevresel etkenlerin neden olduğunu göstermektedir.

 

 Genetik faktörler:

 Ya kromozom sapmalarının ya da iki resesif (çekinik) genin ortaya çıkardığı zeka gerilikleridir. Aynı karakteri taşıyan iki resesif genin birleşmesiyle sözkonusu özelliğin açığa çıkması ya da çocukta görülmesidir.

 Dominant (baskın) genlerin yol açtığı zeka geriliği vakaları azdır.

 Kromozomlar, kalıtımsal yapı taşlarıdır ve genlerin taşıyıcısıdırlar. Normal bir insanda 46 kromozom vardır. Bu sayının sapması halinde zeka gerilikleri ortaya çıkmaktadır. Bu sapma neticesinde enzimlerde de bozulma olmakta dolayısıyla metabolizmada bozukluklar meydana gelmektedir.

 

 DOWN SENDROMU: (MONGOLİZM)

 

 Nedeni kromozomlardaki bozukluktur. Zeka geriliklerinde % 10’luk bir oran oluşturmaktadır. Bu sendrom % 50 zeka geriliğine yol açar.

 Mongol çocukların özellikleri; çekik gözlü, basık ablak suratlı, kollar ve ayaklar küçük, kendilerine özgü parmak izleri vardır. Bunların % 46’sı kalp hastasıdır. % 25’i doğumdan kısa bir süre sonra ölür. Boyları kısadır. Erkek olanlarında hadımlık, kızlar da ise adetler anormaldir.

 

 TRİSOMİ 21:

 

 21. kromozom çiftinde 3 tane kromozom vardır. Bu da kromozom sapmasından olmaktadır. Anne ne kadar geç çocuk sahibi olursa mongol çocuğa sahip olma olasılığı da o oranda artar.

 20 yaşındaki annede bu oran 1500/1 iken 45 yaşındaki annede bu oran 61/1’e düşer.

 Mongol çocuklar basit işleri yapabilirler. Yardımcı olunursa kendi başlarına yaşamlarını sürdürebilirler.

 

 KLEENEFELTER: (Bu da kromozom sapmasından kaynaklanır)

 

 Cinsiyet kromozomu XXY’dir. Bir X kromozomu fazlalığı vardır. Bu fazlalığa sahip olanlar erkeklerdir. Bu durum erkeğin kadınlaşmasına yol açar. Bu tür durumlarda % 25 zeka geriliği vardır. Bu bozukluklar ergenlik çağında ortaya çıkarlar. Bunlar cinsel organı gelişmemiş ‘pedofili’ olan geniş kalçalı çocuklardır.

 Kadınlarda görülen kromozom fazlalılığı ise ‘turner’dir. (XO)

 

 Resesif genler:

 Bu genlerin en büyük kusuru; vücuttaki enzim performasyonunu yani protein üretmeyi engellemeleridir. Bu bozukluklar sadece anne karnındayken değil ileri yaşlarda da ortaya çıkabilir.

 

 PENİLKETUNİRİA (PKU) :

 

 Enzim bozukluğu nedeniyle sonradan görülen bir zeka geriliğidir.

 İki resesif genin birleşmesiyle karaciğerde enzim bozukluğu ortaya çıkmaktadır. Aslında çocuğun doğumu normaldir. Karaciğerin penilanin üretmesi yani penilüreik asit üretmesi ve bu asitin vücutta birikip beyne intikal etmesiyle zeka geriliği ortaya çıkmaktadır. Özellikle beynin ön fonton bloklarını etkiliyor. Bu durum ancak 6. aydan sonra ortaya çıkmaktadır. Bu çocuklar asla yürüyemezler, konuşamaz ve saralı olurlar. Zeka geriliği oranı ise % 26’dır.

 PKU, 20.000/1 görülür. Bu zeka geriliğine yol açan resesif gen ise 70 kişi/ 1 oranında bulunmaktadır.

 Çocuk doğar doğmaz bir idrar testiyle PKU olup olmadığı tespit edilebilir. İyi bir diyetle, sağlıklı yetiştirmeyle bu rahatsızlığın önüne geçilebilir.

 

 Zeka geriliğine yol açan başka bir faktör ise enfeksiyon (mikrobik) hastalıklar:

 

 Doğumdan sonraki ilk 6 ay, beyin gelişimi için çok önemlidir. Bu 6 ay içerisinde beyin, genel hatları ile şekillenip gelişimini tamamlar. Bu ilk 6 aydan sonra beyindeki hasarların önüne geçilemiyor.

 

 KIZAMIKÇIK (RUBELLA):

 

 Bir enfeksiyon hastalığıdır. Zeka geriliğine yol açabilir. Anne hamileliğin ilk ayında kızamıkçık olursa, bu bebeğe, % 50 oranında etki etmektedir. İlk aydan sonra kızamıkçık olursa, oran giderek azalmaktadır. Örneğin; 3. ayda etki oranı ise % 15’tir.

 Eğer anne, ilk ayda kızamıkçık olursa kürtaj önerilmektedir. Ancak hamilelikten önce kızamıkçık aşısı yaptırdıysa buna gerek yoktur.

 

 Frengi: (Bir başka enfeksiyon hastalığı)

 

 Bu hastalığın nedeni ya kalıtımsaldır ya da cinsel temasla dışarıdan alınır. Kalıtımsal olarak frengili doğanlar uzun süre yaşamazlar. Sonradan kazanılması zeka ve beden gelişimine olumsuz etki eder. Ayrıca körlük ve sağırlığa da yol açabilir. Sfiliz mikrobunun yol açtığı bir hastalıktır. Bu mikrop nereye yerleşirse oranın gelişimini bozar. Cilt frengisi, boyun frengisi vs.

 Tedavisi mümkün; cinsel ilişkilerde dikkatli olunması ve penisilinle tamamen yok edilebilmektedir.

 

 MENENJİT VE ANSEFALİTLER:

 

 Bu hastalıklar beyin ve omurilik zarlarının iltihaplanmasına yol açar. Koruyucu önlem alınmazsa salgın olur. Çocukta, 6 yaşına kadar büyük hasar yapar. 6 yaşından sonra beyin büyük ölçüde gelişip güçlü olduğundan, tahribat o ölçüde az olur.

 Menenjitin yol açtığı bu duruma ‘sulukafa’ anlamında ‘hidrosefali’ denmektedir. Bunun da tedavisi bulunmuştur; plastik kanallarla bu su tekrar omuriliğe aktarılabilmektedir.

 Çocuğun küçük yaşta menenjit olması zeka geriliğine hatta ölümüne yol açabilir. Körlük, sağırlık ve saraya da neden olabilir.

 

 KAN UYUŞMAZLIĞI (Rh faktörü uyumsuzluğu):

 

 Anne ile babanın kanının uyuşmaması. Bu hastalık ilk kez, ‘rhesus’ maymunlarında bulunduğundan bu ismi almıştır.

 Kan gruplarımızı belirleyen unsur, kalıtımdır. Diyelim ki; baba Rh(+), anne ise Rh(-), anne hamile kaldığında Rh(+) faktörü, kalıtımsal olarak (babadan) çocuğa geçer.

 Annenin karnına dağılan Rh’a karşı, anne karnında antipatiler oluşur. Annedeki antipatilerle birlikte geçen Rh, çocukta kırmızı kan hücrelerini yok eder. Eğer çocuk böyle doğarsa ya ölür ya da geri zekalı olur.

 Anne karnındaki antipatilerin oluşması zaman alır. Bu nedenle genellikle Rh faktörü (kan uyuşmazlığı) ilk çocukta görülmez daha çok ikinci veya üçüncü çocukta görülür.

  Transfration yoluyla bugün çocuğun kanı tamamen değiştirilebilmektedir.

 

 KRETENİZM:

 

 Troit bezinin yetersiz çalışması sonucu ortaya çıkar. Bu çocuklar, doğumlarını müteakip yavaş yavaş bedensel bozukluk gösterirler. El, yüz ve karın şiştir. Kollar ve ayaklar kısadır. Ayrıca zeka geriliğine de yol açarlar. Nedeni; iyot eksikliğidir. Çocuğa ya da hamileliği esnasında anneye, iyot (tuz) verilirse ortadan kaldırılabilir. Normal gelişim süreçleri yavaş, kendileri de yavaş hareket eden bebeklerdir.

 

 Bir diğer zeka geriliğine yol açan faktör; beslenme bozuklukları özellikle de protein yetersizliğidir.

 Bu zeka gerilikleri hiçbir zaman ileri düzeyde değildir. Küçük yaşlardaki açlık, protein yetersizlikleri ileri yaşlarda zeka geriliklerine yol açabilir.

 Anne, hamileliği esnasında vitamin hapları alarak da bu tür rahatsızlıkların önüne geçebilir.

 

 

PSİKOLOJİYE GİRİŞ -1

Pazar, Kasım 22nd, 2009

 

 Psikoloji; insan ve hayvan davranışlarını inceleyen bir bilim dalıdır.

 Amacı; davranışları anlamak, açıklamak ve davranışlara ilişkin genel ilkeleri saptamaktır.

 Psikolojide davranış; bir organizmanın gözle ya da herhangi bir alet yardımıyla gözlenebilen her türlü hareketlerdir. Örneğin; kalp atışı, sindirim de birer davranıştır.

 

 Davranışlar:

 1-Doğrudan doğruya gözlenebilen davranışlar, herhangi bir alet yardımı olmaksızın.

 2-Dolaylı olarak gözle görülen davranışlardır. Birincil hareketlerin, dışsal hareketlere bakılarak anlaşılan davranışlar. Örneğin; zekâ, kişilik, akıl yürütme dışsal hareketlre bakılarak anlaşılabilir.

 3-İlk iki grubun temelinde yatan sinir sistemi faaliyeti ile olan davranışlardır. Bunlara ‘nörofizyolojik davranışlar’ da denir. Örneğin; yürüme, düşünme vs.

 Psikoloji hem gözlenebilir hem de doğrudan gözlenemeyen davranışları incelemektedir. Psikoloji bu doğrudan gözlenemeyen davranışları, kişinin gözlenebilir davranışlarına dayanarak açıklamaktadır.

 

 1875’te W. Wundt ve bazı davranış bilimciler, içebakış yöntemiyle insan zihnini incelemekteydiler.

 Bu içebakışçılara ilk sistematik tepki, Watson’dan geldi. Watson’a göre bilimin özelliği; somut, herkes tarafından gözlenebilir olanı konu edinmesidir.

 İçebakış; davranış ve tutumların temelinde yatan güdüleri, eğilimleri açığa çıkarmak üzere başvurulan ve bireyin kendisini derinliğine gözlemesini öngören tekniktir.

 

 Bilimsel yöntemin özellikleri:

 1-Objektiflik; olaylar incelenirken kişisel görüş ve inançların bir yana bırakılması.

 2-Determinizm; evrende bir düzenin olduğuna inançtır. Her olayın bir nedeni vardır. Aynı nedenler, aynı sonuçları oluşturur.

 3-Evrensellik; bulunan sonuçların tüm evren için geçerli olduğudur.

 

 Bilim; (1) belirli metotlarla toplanıp organize edilmiş bilgilerin tümü.

            (2) Evrendeki düzeni anlama çabası.

 Bilimsel yöntem, bilgi toplama yöntemlerinden sadece birisidi.

 

Tecrübeyle yaşantıyla elde edilmiş biligilerle, bilimsel bilgi arasındaki fark, 5 ana noktada toplanabilir:

 1-Belirli bir olayı açıklarken kullanılan kavramların ve kullanılan hipotezlerin farklılığından kaynaklanır.

 Tecrübi bilgi de “ona göre, buna göre” gibi bir rölativizm vardır. Oysa bilimde kişiye göre değişmezlik vardır. Örneğin; zekâ kavramı bilimde açık-seçik bir şekilde tanımlanmıştır. Bilimde çelişki yoktur.

 2-Kurulan hipotezlerin test edilişindedir.

 (Hipotez; bir olayı açıklamak üzere öne sürülen, doğruluğu ya da yanlışlığı test edilebilen önerme ya da önerme kümesidir.)

 Sokaktaki adam, seçici algıyla kendi hipotezini doğrulayanları görür, yanlışları görmez. Böylece kendi hipotezini doğrular. Bilimadamı ise seçici algının etkisinde kalmaz.

 3-Bilimadamı bir olayı incelerken, spekülatif olanı test edilebilir şekle dönüştürür.

 (Spekülatif; sadece düşünme ve akıl yürütmeye dayanan)

 Bilimadamı, olayları açıklamada deney ve gözlem metodunu kullanır.

 4-Kontrol kavramıdır. Bilimadamı belirli olayı incelerken bu olayın nedeni hakkında kesin bir sonuca ulaşmak için o olaya etki edeceğini düşündüğü değişken dışındaki tüm değişkenlerin etkisini kontrol ederek inceler.

 Örneğin; bilim adamı, bir grup kız ve bir grup da erkek alıp zekâ derecelerini ölçmek için, önce onların ekonomik, cinsiyet yaş gibi ortamlarını eşitler, ondan sonra zekâ seviyelerini ölçer.

 5-Bilimadamı metafizik açıklamalardan kaçınır. Çünkü, metafiziksel olan test edilemez. Bilimadamları bir olguyu açıklarken test edilebilirliğine önem verir.

 

 Her bilimin bir temel bir de uygulamalı yönü vardır:

 Temel bilimde bilgi; bir merakı gidermek için toplanır.

 Uygulamalı bilim de ise temel bilimin metod ve teknikleri kullanılarak pratik bir takım konuların çözümü için bilgi toplanıyor.

 

 Psikolojide araştırma yöntem ve teknikleri:

 

 Bir bilginin elde edilmesinde genellikle iki adım vardır:

 1-Delil toplama,  2-Bu delillerin analiz edilmesi.

 Psikolojide veriler belli yöntem ve tekniklerle toplanır:

 Yöntem; bilimsel bilgi üretmek üzere izlenen genel yol ve bu yolda başvurulan tekniklerin, işlemlerin tümü.

 Teknik; bilimsel bilgiye ulaşmak üzere yapılan gözlem ve çözümlemelerde başvurulan kurallı işlemler dizgesi.

 

 Psikolojide araştırma yöntemleri başlıca 3 tanedir:

 1-Deneysel yöntemler.

 2-Korelatif yöntemler.

 3-Metinsel yöntemler.

 

 Deneysel yöntem; amaç iki ya da daha fazla değişken arasındaki neden-sonuç bağlantısını ortaya çıkarmaktır. Başka bir değişle, kendiliğinden gerçekleşemeyen elverişsiz koşullarda beliren, karmaşık ve değişken biçimlerde ya da denenmesi yararlı görülen olayların gözlenmesi amacıyla, başvurulan ‘denetimli gözlemleme’ ya da deneyi gerçekleştirmek üzere başvurulan işlemlerin tümü.

 Değişken; bir olaya, davranışa etki edebilecek her türlü etken. Örneğin; çevre, zekâ, program, çalışma ortamı vs. hepsi birer değişkendir.

 Psikolojide değişkenlerin genellikle ölçülebilir ve sayılabilir olması amaçlanır.

 Bağımsız değişkenlerin uygulandığı gruba, ‘deney grubu’, bağımsız değişkenin etkisini karşılaştırdığımız ikinci gruba ise ‘kontrol grubu’ diyoruz.

 Bağımsız değişken; etkisini incelemek istediğimiz değişkendir.

 Bağımlı değişken; bağımsız değişkenin değişmesiyle, değişen değişkendir. Psikolojide bağımlı değişken davranışlardır.

 Deneysel yöntemin en önemli özelliği; kontroldür. Kontrol; bağımsız değişken dışında incelemekte olduğumuz olaya etki edebilecek, diğer tüm değişkenlerin olay hakkında kontrol altında bulundurulmasıdır.

 

 Korelatif yöntem; psikolojide bazı davranışların deneysel yolla incelenmesi mümkün olmadığından korelatif metoda başvurulur.

 Korelatif yöntemde, iki değişken arasında bir ilişkinin olup olmadığı araştırılır. Ancak korelatif yöntemde neden-sonuç ilişkisi değil sadece değişkenler arasında  bir bağlantının olup olmadığı araştırılır.

 Buna göre ‘pozitif bağlantı’; bir değişkendeki ölçüm yükseldikçe ona bağlı olarak diğer değişkenlerin ölçümü de değişir. Örneğin; sıcaklığın artmasıyla beraber meşrubat satışlarının da artması vs.

 Negatif bağlantı; bir değişkendeki ölçüm düştükçe buna bağlı olarak diğer değişkenlerin ölçümü de düşecektir. Örneğin; sıcaklığın düşmesiyle birlikte dondurma satışlarının da düşmesi vs.

 

 GELİŞİM PSİKOLOJİSİ :

 

 Gelişim psikolojisi doğumdan ölüme kadar davranışlarda meydana gelen değişiklikleri inceler.

 

 Gelişimin incelenme nedenleri başlıca 3 tanedir:

 1-Yetişkin davranışlarının daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmak. Aynı zamanda bı bir organizmanın yetişkinliğe kadar hangi süreçlerden geçtiğini anlamamızı da sağlayacaktır.

 2-Kişilerin korkularında, kaygılarında, yeteneklerinde, güdülerinde kısacası temel psikolojik süreçlerinde, yaşa bağlı olarak ne tür değişikliklerin ortaya çıktığını anlamaktır.

 Temel psikolojik gelişim, fiziksel gelişimden farklıdır.

 3-Pratik bir takım sorunlara yanıt bulmaktır.

 Örneğin; çocukluktaki olumsuz yaşantılar yetişkinlikte etkili olur mu? Zihinsel gelişim hangi yaşlarda ne kadar olmaktadır? Gelişime göre belli programlar yapılması daha iyi sonuçlar verir mi?

 

 Gelişim psikolojisindeki araştırma yöntemleri:

 

 Gelişim psikolojisinde kullanılan araştırma yöntemleri, psikolojinin diğer alt dallarında kullanılan yöntemlerle aynıdır. Yani incelenen konunun türüne göre ya deneysel ya korelatif ya da metinsel yöntemle araştırılır.

 Metinsel yöntemde veya araştırmalarda değişkenler arasında herhangi bir bağlantı aranmaz sadece fikir edinilmeye çalışılır.

 

  Gelişimin incelenmesinde yaklaşım olarak da iki genel yaklaşım vardır:

 1-Uzunlamasına,  2-Kesitlemesine.

 

 Uzunlamasına yaklaşımda, bir tek veya grupta belirli bir psikolojik özelliğin nasıl geliştiğini anlamak üzere uzunca bir süre çoğu kez 10 yıl ya da daha fazla süreyle incelenir. Zekâ, kişilik özellikleri, davranış bozuklukları gibi özelliklerin gelişme süreci içinde sabit kalıp kalmadıklarını, ilk çocukluk yaşantılarının veya ailenin çocuk yetiştirme tarzının yetişkinlikte oluşan kişilik yapısını etkileyip etkilemediği gibi konularda önemli bilgiler sağlar.

 Örneğin bazı kuramcılar, hayatın ilk birkaç yılında anneleri tarafından reddedilen çocukların, yetişkinlikte sosyal ilişkilerinde uyumsuzluklara rastlanacağını savunurlar.

 Uzunlamasına yaklaşım, kolayca taklit edilmesine ve önemli bilgiler sağlamasına rağmen uzun zaman alan ve oldukça zahmetli bir yaklaşım şeklidir.

 

 Kesitlemesine yaklaşım; araştırmacının belirli yaştaki bir grubu alarak, onların belirli bir psikolojik özellik açısından incelemesi ya da değişik yaştaki bireylerin oluşturduğu bir grubu ele alarak belirli bir psikolojik özelliğin yaşa bağlı olarak ne tür değişiklikler gösterdiğini araştırır.

 

 Bu iki yaklaşımı birleştiren üçüncü bir yaklaşım ise:

 Hızlandırılmış uzunlamasına yaklaşım veya kısa süreli uzunlamasına yaklaşımdır.

 Diyelim ki, araştırıcı bireylerin 4 yaşından 9 yaşına kadar olan psikolojik gelişimlerini inceliyor. Bu yaklaşımla araştırıcı; 4, 5, ve 6 yaşlarından oluşan bir grup ve 7, 8, 9 yaşlarından oluşan ikinci bir grubu alarak inceler. Böylece üç yıllık bir çaba ile altı yıllık veri toplamış olur.

 

 Gelişimin değişik yönleri:

 

 Gelişmekte olan çocuğun davranışlarını inceleyebilmemiz için birçok etkeni incelememiz gerekir. Gelişmekte olan bir bireyin herhangi bir anda davranışının alacağı şekli 5 grupta toplayabiliriz:

 

 1-Genetik olarak tayin edilen biyolojik faktör.

 2-Genetik olmayan biyolojik faktörler.

 3-Çocuğun geçmiş yaşantılarında öğrendikleri.

 4-Çocuğun yakın sosyal çevresi (aile, akraba, okul vs.)

 5-Çocuğun içinde yaşadığı toplumun kültürel yapısı.

 

 İlk iki etkene ‘biyolojik etkenler’ diğer üçüne ise ‘sosyal etkenler’ denir. İlk etken; ‘genetik etken’dir diğerleri ise ‘çevresel etkenler’dir.

 

 Gelişme devreleri genellikle ikiye ayrılır:

 1-Doğum öncesi,  2-Doğum sonrası.

 

 Doğum öncesi safha, üç safhadan oluşur; ‘ovum’, ‘embriyo’ ve ‘fetus’.

 

 a)Ovum; döllenmeden sonraki ilk 10-14 günlük süreyi kapsar.

 b)Embriyo; hamileliğin 10-14. gününden 2. ayın sonuna kadar olan dönemi kapsar. Gelişmöe son derece süratlidir. Üç aşaması vardır:

    1-Ektoderm; bu aşamada saçlar, sinir sistemi, dişlerin bir kısmı ve duyum hücreleri oluşur.

    2-Mezoderm; kas ve iskelet sistemi oluşur.

    3-Endoderm; iç organlar, salgı bezleri, ve derinin bir kısmı oluşmaya başlar.

c)Fetus; hamileliğin 2. ayının sonundan hamileliğin bitimine kadar sürer. Bu devrede sistemler son şeklini alır.

 En kritik zaman hamileliğin 28. haftasıdır. Çünkü; bu haftadan sonra çocuk, anne karnı dışında yaşama yeteneği kazanır. Bu haftadan sonra doğan çocukların (7 aylık) yaşama ihtimalleri vardır.

 Çocuğun davranışlarını tayin eden nedenler döllenme ile başlar.

 

 Doğum öncesi davranışları etkileyen faktörler:

 

 1-Yirmi yaşın altında ve 35 yaşın üstünde olan annelerden doğan bebekler arasında ölüm ve zihinsel gerilik gibi durumların daha yüksek olduğu görülmüştür.

2-Annenin hamileliği esnasındaki dengesiz beslenmesi, çocuğun gelişmesinde olumsuz rol oynadığı saptanmıştır.

3-Hamilelik esnasında alınan bazı ilaçların, röntgen gibi X ışınlarına maruz kalmanın çocuğun gelişimine etkileri olduğu saptanmıştır.

4-Kan uyuşmazlığı denilen Rh faktörü de çocuğun zihinsel ve fiziksel gelişimine etkileri olduğu anlaşılmıştır. Örneğin; annenin Rh(-), babanın da Rh(+) olması kan uyuşmazlığını gösterir.

 

 Bazı kuramlar, örneğin öğrenme kuramları ve Freudiyen kuramlar, çocuğun kendi gelişmesinde pasif bir rol oynadığını ileri sürerler.

 Piaget’ye göre çocuğun zihinsel gelişmesi onun çevre içindeki faaliyetlerinin ve çevreyi anlama çabalarının bir ürünüdür.

 Fikirbirliği olmayan ikinci bir konu ise gelişmenin devamlı bir süreçmi yoksa devreler halinde gerçekleşen bir olay mı? Bazılarına göre gelişim devamlı bir süreçtir. Bazılarına göre gelişim birbirinden ayırt edilebilen devreler halindedir. Her devre kendine özgü düşünce, tepki ve davranışlarla birbirinden ayırt edilebilir. Bu devrelerde kazanılan yetenekler bir önceki devrede kazanılan yetenekler üzerine kurulur. Dolayısıyla hiçbir birey, gelişme devrelerinden birini atlayarak diğerine geçemez.

 Jean Piaget’nin, ‘bilişsel gelişim’ kavramı isminden de anlaşılacağı gibi gelişenin bilişsel yönüyle ilgilenir. Düşünme, hatırlama, problem çözme, akıl yürütme, mantık, algılama, zekâ gibi fonksiyonlarında yaşla birlikte ortaya çıkan değişmeleri açıklamaya çalışır. Çocuk kendi gelişimine aktif olarak katılır.

 Çocuk çevresini araştırdıkça yeni yeni insan ve nesnelerle karşılaştıkça, yaşantıları artacak ve buna bağlı olarak da zihinsel gelişimi de olgunluğa doğru yavaş yavaş gelişecektir.

 

 İşlem; Piaget’ye göre işlemin en önemli özelliği belirli kurallar çerçevesinde geriye dönebilme olan özel bir tür zihin faaliyetidir.

 Örneğin; beşin karesini almak bir işlemdir. İşlemin iki özelliği daha var. Bunlardan ilki, zihinsel olarak kişiye başladığı noktaya dönme olanağı tanıma, ikincisi ise herhangi bir bedensel faaliyet gerektirmeden zihinsel olarak yapılmasıdır. Ancak belirli kuralı olan her şey işlem değildir. Piaget’ye göre çocuk, çeşitli güçlük düzeylerinden geçerek, zihinsel düzeyi en üst düzeye ulaşır.

 Çocuğun bir devreden diğerine geçişini iki mekanizma temin eder; ‘özümleme’ ve ‘akadamasyon’ (uyumsama).

 

 Özümleme; Piaget’ye göre her çocukta kendi yaşına uygun bir fikir ve faaliyetler vardır. İşte özümleme, çocuğun yeni karşılaştığı bir durum veya meseleye kendinden mevcut olan fikir ve faaliyetler sistemi çerçevesinde faaliyette bulunmasıdır. Örneğin; iki yaşındaki bir çocukta, sert nesnelerin ses çıkarması fikri vs.

 Akadamasyon; çocuğun kendinde mevcut olan fikir ve faaliyetler sistemini yeni karşılaştığı nesne ve durumlara göre değiştirmesidir.

 Piaget’ye göre zihinsel gelişim özümleme ile akadamasyon arasındaki bir çatışmanın çözümünü içerir.

 Çocuk başlangıçta yeni karşılaştığı durumlarda özümleme yapar. Yaşı ilerledikçe özümleme yerine akadamasyon yaptığında zihinsel gelişimi olgunluğa doğru bir adım daha atar. Çünkü, her akadamasyon çocuğun çevresine adaptasyonunu kolaylaştırarak yeni bir yetenek kazandırır. Çocuk, kazandığı her yeni fikirde, çevresindeki eski olaylara değişik bakış açılarından bakmayı öğrenir. İşte çocuk bu noktaya geldiği zaman, zihinsel gelişmenin bir devresi tamamlanmış ondan sonra gelen devre başlamıştır.

 

 Piaget’ye göre çocuğun zihinsel gelişimi 4 devrede tamamlanır:

 

1-Duygusal motor dönem; bu dönem yaklaşık 0-2 yaş arasını kapsar. Bu dönemde zihinsel faaliyetler tamamen motor faaliyetlerden ibarettir. Bu dönemde çocuk hareketleri ile nesneleri kontrol edebileceğini öğrenmekle birlikte hareketlerinin anlamını henüz kavrayamaz. Dokuzuncu aya kadar olan en önemli özellik, bir nesne onun görüş sahasından çıktığı an artık o nesne onun için yoktur.

2-İşlem öncesi dönem; bu dönem 2 – 7 yaş arası süreyi kapsar. Bu dönemde çocuk, basit semboller geliştirme yeteneği kaznır. Nesneler mevcut olmasa bile onların şeklini zihninde canlandırabilir. Nesnelerde olaylar arası ilişkiyi görebilir. En öneml özellik, ‘egosantrik düşünme’ biçimidir.

 Çocuk bu dönemde kendisini her şeyin merkezinde görmektedir. Herşey kendine göre ayarlansın istiyor ve kendisininkinin dışında düşünceler olabileceğini kabul etmiyor.

3-Somut işlemler dönemi; bu dönem 7 – 11 yaşları arası süreyi kapsar. Çocuk bu dönemde mantık kuralları çerçevesinde düşünebilme ve nesnelerle ilgili somut problemleri çözebilme yeteneğine sahiptir. En önemli yetenek, konum ilkesidir. Nesneler yer ve şekil değiştirseler bile aynı kalmaya devam ederler.

4-Formel işlemler dönemi; 11 yaşından sonra başlayan, mantıksal düşünme yeteneğinin yetişkin düzeyine eriştiği bu dönemde, çocuk yavaş yavaş yetişkinlere benzer biçimde, soyut kavramlarla düşünebilme, genellemeler yapabilme ve zihinsel olarak bir durumdan diğerine geçebilme yeteneğini kazanır.

 

 FREUD’UN PSİKO-ANALİTİK KURAMI:

 

 Freud’a göre, insanların tüm davranışlarının temelinde yatan şey; insanın bir miktar biyolojik enerjiyle doğmuş olmasıdır. Bu enerji, tüm davranışlara şekil veren enerjidir. Bu enerjinin miktarı zaman zaman yükselir. Ve bu yükseliş bireyde bir rahatsızlık meydana getirir. Bu rahatsızlıktan kurtulmanın tek yolu yükselen enerjinin bir kısmının boşaltılmasıyla olur.

 Freud’a göre bu boşalım, değişik yaşlarda vücudun değişik yerlerinde olmaktadır.

 Freud, biyolojik enerjinin boşaldığı bölgesine göre gelişim devrelerini şöyle sınıflandırmaktadır:

1-Oral dönem; 0 – 2 yaş arasını kapsar. Bu dönemde biyolojik enerjinin boşaldığı yer ağız ve çevresidir. Çocuk, ağız ile ilgili faaliyetlerden haz duyar.

2-Anal dönem; 2 – 3 yaşları arasını kapsar. Bu dönemde, biyolojik enerjinin boşaldığı yer makat bölgesidir. Çocuk, dışkı ve benzeri faaliyetlerden haz duyar.

3-Fallik dönem; 3 – 6 yaş arasını kapsar. Boşalım noktası cinsel organlardır.

4-Latemi dönem; fallik dönemden sonra biyolojik enerji bir durgunluk dönemine giriyor. Bu durgunluk, gelişimin son dönemi olan genital döneme kadar devam ediyor. Bu dönemde boşalım noktası, karşı cinsten birinde son buluyor.

 Her dönemde duyulan haz ne çok fazla ne de çok az olmaktadır. Eğer herhangi bir gelişim devresinde, o devreyle ilgili duyulan haz, çok fazla veya çok az olursa ‘fixotion’ (sallantı) meydana gelir.

                                                     —–

 

 ÖĞRENME KURAMLARI:

 

 Gelişmekte olan çocuk, 2 şekilde öğrenir:

 1-Taklit yoluyla öğrenme.

 2-Koşullanma yoluyla öğrenme.

 

 Taklit edilen kişiye ‘model’ denir. Sosyal öğrenme kuramlarına göre modelleri gözleme yoluyla öğrenme iki evrede gerçekleşir:

 1-Modeli algılayış şekli yani modelin zihinsel olarak şematize edilmesi.

 2-Birey, modelin zihninde şematize ettiği davranışlarını bizzat yapar.

 Eğer modelin davranışı sonucunda, bireyin kendisi açısından olumlu bir sonuç çıkıyorsa birey taklit edecektir. Olumsuz çıkıyorsa taklit etmeyecektir.

 Öğrenme, psikolojinin en önemli konularından biridir. Çünkü, davranışların çoğu öğrenme olmadan gerçekleşemez.

 Öğrenme; davranışlarda ortaya çıkan bir yaşantı ya da tekrar sonucu gerçekleşen devamlı değişikliklerdir. Yani öğrenme, iyi veya kötü bir davranış değişikliğidir. Bu davranış değişikliğinin de göreli olarak sürekli olmasıdır.

 

 Psikolojide öğrenme türleri:

 

 1-Koşullanma yoluyla öğrenme.

 2-Kavrama yoluyla öğrenme.

 3-Deneme-yanılma yoluyla öğrenme.

 4-Bilişsel öğrenme.

 5-Gizil öğrenme.

 

 Koşullanma yoluyla öğrenme:

 Temel olarak, aralarında bir bağlantı bulunmayan bir uyarıcıyla, tepki arasındaki bağlantıdır. Daha önce herhangi bir tepki çıkarmayan uyarıcıya, tepki verilmesidir.

 Koşullanma iki şekildedir:

 1-Klasik koşullanma.

 2-Edimsel koşullanma.

 

 Klasik koşullanma; bu tür koşullanma konusunda İvan Pavlov’un yaptığı deneyin buğün klasik sayılmasındandır.

 Klasik koşul çoğu kez refleksel veya etkisel bir davranış içerir. Örneğin; dizimize vurulduğunda dizimizin kalkması vs.

 Klasik koşullanmada, başlangıçta daima iki tür uyarıcı vardır:

 1-Koşulsuz uyarıcı,      2-Nötr uyarıcı.

 Koşulsuz uyarıcı; doğal olarak sözkonusu tepkiyi ortaya çıkaran uyarıcıdır.

 Nötr uyarıcı ise sözkonusu tepki ile ilişkisi bulunmayan, tepkiyi meydana çıkarmayan herhangi bir uyarıcıdır.

 Koşulsuz uyarıcının açığa çıkardığı davranışa ‘koşulsuz tepki’ denir. Nedeni, koşulsuz uyarıcının verilmesi sonucunda herhangi bir koşula bağlı olarak ortaya çıkmasındandır. Koşullanma olayı bu nötr olayın birlikte verilmesi sonucunda gerçekleşir.

 Koşullu uyarıcı; başlangıçta nört olan uyarıcının daha sonra koşul olarak verilmesi sonucunda bu uyarıcı koşullu uyarıcı adını alır.

 Pavlov’un deneyinde, başlangıçta nötr uyarıcı olan zil sesine karşılık köpek, hiçbir salgı salgılamamakta sadece yemeği gördüğünde salgı salgılamaktadır. Yiyecek, öğrenmeye gerek duyulmadan doğal olduğundan koşulsuz uyarıcıdır.

Daha sonra devamlı her yemekten önce zil çalınması sonucunda artık köpek her zil sesini duyduğunda daha yemeği görmeden iç salgı salgılamaktadır. İşte burada nötr olan zil sesi koşullu uyarıcı haline gelmektedir.

 Koşullu uyarıcı tarafından açığa çıkarılan tepki ise ‘koşullu tepki’ adını alır.

 Aslında koşullu ve koşulsuz tepkiler aynıdır. Ancak koşulsuz tepki, koşulsuz doğal uyarıcılarla, koşullu tepki ise koşullanma sonucunda ortaya çıkmaktadır.

 

 İkincil koşullanmalar: koşullanma sonucunda, koşullu uyarıcıya tepki verilmesi öğrenildikten sonra bu koşullu uyarıcı, bir başka koşullanma için koşulsuz uyarıcı olarak kullanılabilir. İşte bu olaya ‘ikincil koşullanma’ adı verilir.

 

 Uyarıcı genellemesi; koşullama gerçekleştikten sonra koşullu tepki sadece sözkonusu koşullu uyarıcıya değil diğer uyarıcılara gösterilmesi olayına ‘uyarıcı genellemesi’ denir.

 

 Edimsel koşullanma:

 

 1930’lu yıllarda Skinner ve Polonyalı iki psikolog tarafından klasik koşullanma dışında gerçekleştirilen bir koşullanmadır.

 Klasik koşullanma istemsiz, irade dışı bir koşullanmadır. Edimsel koşullanma da ise istemli davranış için geçerli refleksif bir koşullanmanın olması için dışarıdan bir uyarıcıya gereksinim vardır.

 B.F.Skinner, yalnız tepkilerin değil edimlerin de şartlanabileceğini ileri sürmüştür. Skinner, yalnız bir uyarıcıya karşılık yapılan davranışların değil, bireyin kendiliğinden yaptığı hareketlerin de şartlanmakta olduğuna dikkati çekmiş ve buna ‘edimsel’ ya da ‘operant şartlanma’ denilmiştir.

 Edimsel davranışlar, herhangi bir dış uyarıcı olmaksızın kendiliğinden yapılan istemli, irade içi davranışlardır. Örneğin; çocuğun çevresini araştırması, istemli edimsel bir davranıştır.

 Bir dış uyarıcıya gerek olmayan, edimsel davranışlarımızın ortaya çıkış sıklığı ve şiddetleri çevremizde olan olaylardan etkilenmektedir. Genel olarak, hoşumuza giden sonuçlar doğuran davranışları daha sık, hoşumuza gitmeyen sonuçlar doğuran davranışlarımızı ise daha az veya hiç tekrarlamama olasılığı vardır. İşte, istemli bir davranışın doğurduğu sonuçlara bağlı olarak, ortaya çıkış sıklığı ve şiddetinin azalması ya da çoğalması olayına ‘edimsel koşullanma’ adı verilir.

 Bir davranışın ortaya çıkardığı sonuçlar ve bu sonuçların davranış üzerindeki etkilerine göre sınıflandırılırlar.

 Kendisini ortaya çıkaran davranışın, tekrarlanma olasılığını artıran bir sonuç ‘pekiştireç’ olarak adlandırılır.

 Kendisini ortaya çıkaran davranışın tekrarlanma olasılığını azaltan sonuca ise ‘ceza’ ya da ‘itici uyarıcı’ adı verilir.

 Örneğin; para birçok kişi için bir pekiştireçtir. Buna karşılık bir arkadaş kaybetme ya da acı, bir ceza veya itici uyarıcıdır. Zira, birçok kişiye acı veren bir olay daha az ya da hiç tekrar etmeyecektir.

 Pekiştirilen davranışın tekrar edilmesi artacak, cezaya maruz kalan davranış ise ya daha az ya da hiç tekrar edilmeyecektir.

 Pekiştireç; bir davranışın ortaya çıkış sıklığını artıran herhangi bir uyarıcıdır.

 

 Pekiştireçler iki türdür:

 1-Olumlu pekiştireç; eğer bir davranışın sonunda ortaya çıkan sonuç veya uyarıcının o davranışın ilerde tekrarlanma olasılığını artırırsa bu sonuca, uyarıcıya ‘olumlu pekiştireç’ adı verilir.

 2-Olumsuz pekiştireç; bir davranışın sonucunda ortamda bulunan itici bir uyarıcının ortadan kalkması sözkonusu davranışın görünüm sıklığını artırırsa bu uyarıcıya ‘olumsuz pekiştireç’ denir.

 Pekiştireç, davranışı pekiştirme yanında, bu pekiştirme esnasında ortamda bulunan uyarıcıları da konrolü altına alır. Yani davranış, pekiştirme esnasında, ortamda bulunan uyarıcı görüldüğü zaman ortaya çıkar.

 Davranışın sadece pekiştireçle birlikte görülen uyarıcıya bağlı olarak ortaya çıkması olayına edimsel koşullanmada ‘uyarıcı kontrolü’ denmektedir.

 Davranışı kontrol eden ise ‘ayırdedici uyarıcı’ denir. Örneğin; çocuk belli bir durumda kendisini başarıya götüren bir davranışın, başka benzer bir durumda başarıya götürmediğini görürse, bu iki durum arasında bir ayırma yapar. Bir edimin ya da tepkinin ancak belli durumlarda etkili olduğunu kavrar ve bu belli durumun ayrıntılarına dikkat eder.

 Gerek klasik koşullanmada gerekse edimsel koşullanmada davranışın tekrar etmemesine ‘sönme’ denir. Örneğin; zil sesine şartlandırılmış olan köpeğe birçok kez zil çalındığı halde yemek verilmemesi halinde köpek bir süre sonra zil sesiyle birlikte iç salgı salgılamamaya başlıyor. İşte bu olaya sönme ya da deneysel çözülme, silinme denir.