Posts Tagged ‘Model’

PSİKOLOJİYE GİRİŞ -1

Pazar, Kasım 22nd, 2009

 

 Psikoloji; insan ve hayvan davranışlarını inceleyen bir bilim dalıdır.

 Amacı; davranışları anlamak, açıklamak ve davranışlara ilişkin genel ilkeleri saptamaktır.

 Psikolojide davranış; bir organizmanın gözle ya da herhangi bir alet yardımıyla gözlenebilen her türlü hareketlerdir. Örneğin; kalp atışı, sindirim de birer davranıştır.

 

 Davranışlar:

 1-Doğrudan doğruya gözlenebilen davranışlar, herhangi bir alet yardımı olmaksızın.

 2-Dolaylı olarak gözle görülen davranışlardır. Birincil hareketlerin, dışsal hareketlere bakılarak anlaşılan davranışlar. Örneğin; zekâ, kişilik, akıl yürütme dışsal hareketlre bakılarak anlaşılabilir.

 3-İlk iki grubun temelinde yatan sinir sistemi faaliyeti ile olan davranışlardır. Bunlara ‘nörofizyolojik davranışlar’ da denir. Örneğin; yürüme, düşünme vs.

 Psikoloji hem gözlenebilir hem de doğrudan gözlenemeyen davranışları incelemektedir. Psikoloji bu doğrudan gözlenemeyen davranışları, kişinin gözlenebilir davranışlarına dayanarak açıklamaktadır.

 

 1875’te W. Wundt ve bazı davranış bilimciler, içebakış yöntemiyle insan zihnini incelemekteydiler.

 Bu içebakışçılara ilk sistematik tepki, Watson’dan geldi. Watson’a göre bilimin özelliği; somut, herkes tarafından gözlenebilir olanı konu edinmesidir.

 İçebakış; davranış ve tutumların temelinde yatan güdüleri, eğilimleri açığa çıkarmak üzere başvurulan ve bireyin kendisini derinliğine gözlemesini öngören tekniktir.

 

 Bilimsel yöntemin özellikleri:

 1-Objektiflik; olaylar incelenirken kişisel görüş ve inançların bir yana bırakılması.

 2-Determinizm; evrende bir düzenin olduğuna inançtır. Her olayın bir nedeni vardır. Aynı nedenler, aynı sonuçları oluşturur.

 3-Evrensellik; bulunan sonuçların tüm evren için geçerli olduğudur.

 

 Bilim; (1) belirli metotlarla toplanıp organize edilmiş bilgilerin tümü.

            (2) Evrendeki düzeni anlama çabası.

 Bilimsel yöntem, bilgi toplama yöntemlerinden sadece birisidi.

 

Tecrübeyle yaşantıyla elde edilmiş biligilerle, bilimsel bilgi arasındaki fark, 5 ana noktada toplanabilir:

 1-Belirli bir olayı açıklarken kullanılan kavramların ve kullanılan hipotezlerin farklılığından kaynaklanır.

 Tecrübi bilgi de “ona göre, buna göre” gibi bir rölativizm vardır. Oysa bilimde kişiye göre değişmezlik vardır. Örneğin; zekâ kavramı bilimde açık-seçik bir şekilde tanımlanmıştır. Bilimde çelişki yoktur.

 2-Kurulan hipotezlerin test edilişindedir.

 (Hipotez; bir olayı açıklamak üzere öne sürülen, doğruluğu ya da yanlışlığı test edilebilen önerme ya da önerme kümesidir.)

 Sokaktaki adam, seçici algıyla kendi hipotezini doğrulayanları görür, yanlışları görmez. Böylece kendi hipotezini doğrular. Bilimadamı ise seçici algının etkisinde kalmaz.

 3-Bilimadamı bir olayı incelerken, spekülatif olanı test edilebilir şekle dönüştürür.

 (Spekülatif; sadece düşünme ve akıl yürütmeye dayanan)

 Bilimadamı, olayları açıklamada deney ve gözlem metodunu kullanır.

 4-Kontrol kavramıdır. Bilimadamı belirli olayı incelerken bu olayın nedeni hakkında kesin bir sonuca ulaşmak için o olaya etki edeceğini düşündüğü değişken dışındaki tüm değişkenlerin etkisini kontrol ederek inceler.

 Örneğin; bilim adamı, bir grup kız ve bir grup da erkek alıp zekâ derecelerini ölçmek için, önce onların ekonomik, cinsiyet yaş gibi ortamlarını eşitler, ondan sonra zekâ seviyelerini ölçer.

 5-Bilimadamı metafizik açıklamalardan kaçınır. Çünkü, metafiziksel olan test edilemez. Bilimadamları bir olguyu açıklarken test edilebilirliğine önem verir.

 

 Her bilimin bir temel bir de uygulamalı yönü vardır:

 Temel bilimde bilgi; bir merakı gidermek için toplanır.

 Uygulamalı bilim de ise temel bilimin metod ve teknikleri kullanılarak pratik bir takım konuların çözümü için bilgi toplanıyor.

 

 Psikolojide araştırma yöntem ve teknikleri:

 

 Bir bilginin elde edilmesinde genellikle iki adım vardır:

 1-Delil toplama,  2-Bu delillerin analiz edilmesi.

 Psikolojide veriler belli yöntem ve tekniklerle toplanır:

 Yöntem; bilimsel bilgi üretmek üzere izlenen genel yol ve bu yolda başvurulan tekniklerin, işlemlerin tümü.

 Teknik; bilimsel bilgiye ulaşmak üzere yapılan gözlem ve çözümlemelerde başvurulan kurallı işlemler dizgesi.

 

 Psikolojide araştırma yöntemleri başlıca 3 tanedir:

 1-Deneysel yöntemler.

 2-Korelatif yöntemler.

 3-Metinsel yöntemler.

 

 Deneysel yöntem; amaç iki ya da daha fazla değişken arasındaki neden-sonuç bağlantısını ortaya çıkarmaktır. Başka bir değişle, kendiliğinden gerçekleşemeyen elverişsiz koşullarda beliren, karmaşık ve değişken biçimlerde ya da denenmesi yararlı görülen olayların gözlenmesi amacıyla, başvurulan ‘denetimli gözlemleme’ ya da deneyi gerçekleştirmek üzere başvurulan işlemlerin tümü.

 Değişken; bir olaya, davranışa etki edebilecek her türlü etken. Örneğin; çevre, zekâ, program, çalışma ortamı vs. hepsi birer değişkendir.

 Psikolojide değişkenlerin genellikle ölçülebilir ve sayılabilir olması amaçlanır.

 Bağımsız değişkenlerin uygulandığı gruba, ‘deney grubu’, bağımsız değişkenin etkisini karşılaştırdığımız ikinci gruba ise ‘kontrol grubu’ diyoruz.

 Bağımsız değişken; etkisini incelemek istediğimiz değişkendir.

 Bağımlı değişken; bağımsız değişkenin değişmesiyle, değişen değişkendir. Psikolojide bağımlı değişken davranışlardır.

 Deneysel yöntemin en önemli özelliği; kontroldür. Kontrol; bağımsız değişken dışında incelemekte olduğumuz olaya etki edebilecek, diğer tüm değişkenlerin olay hakkında kontrol altında bulundurulmasıdır.

 

 Korelatif yöntem; psikolojide bazı davranışların deneysel yolla incelenmesi mümkün olmadığından korelatif metoda başvurulur.

 Korelatif yöntemde, iki değişken arasında bir ilişkinin olup olmadığı araştırılır. Ancak korelatif yöntemde neden-sonuç ilişkisi değil sadece değişkenler arasında  bir bağlantının olup olmadığı araştırılır.

 Buna göre ‘pozitif bağlantı’; bir değişkendeki ölçüm yükseldikçe ona bağlı olarak diğer değişkenlerin ölçümü de değişir. Örneğin; sıcaklığın artmasıyla beraber meşrubat satışlarının da artması vs.

 Negatif bağlantı; bir değişkendeki ölçüm düştükçe buna bağlı olarak diğer değişkenlerin ölçümü de düşecektir. Örneğin; sıcaklığın düşmesiyle birlikte dondurma satışlarının da düşmesi vs.

 

 GELİŞİM PSİKOLOJİSİ :

 

 Gelişim psikolojisi doğumdan ölüme kadar davranışlarda meydana gelen değişiklikleri inceler.

 

 Gelişimin incelenme nedenleri başlıca 3 tanedir:

 1-Yetişkin davranışlarının daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmak. Aynı zamanda bı bir organizmanın yetişkinliğe kadar hangi süreçlerden geçtiğini anlamamızı da sağlayacaktır.

 2-Kişilerin korkularında, kaygılarında, yeteneklerinde, güdülerinde kısacası temel psikolojik süreçlerinde, yaşa bağlı olarak ne tür değişikliklerin ortaya çıktığını anlamaktır.

 Temel psikolojik gelişim, fiziksel gelişimden farklıdır.

 3-Pratik bir takım sorunlara yanıt bulmaktır.

 Örneğin; çocukluktaki olumsuz yaşantılar yetişkinlikte etkili olur mu? Zihinsel gelişim hangi yaşlarda ne kadar olmaktadır? Gelişime göre belli programlar yapılması daha iyi sonuçlar verir mi?

 

 Gelişim psikolojisindeki araştırma yöntemleri:

 

 Gelişim psikolojisinde kullanılan araştırma yöntemleri, psikolojinin diğer alt dallarında kullanılan yöntemlerle aynıdır. Yani incelenen konunun türüne göre ya deneysel ya korelatif ya da metinsel yöntemle araştırılır.

 Metinsel yöntemde veya araştırmalarda değişkenler arasında herhangi bir bağlantı aranmaz sadece fikir edinilmeye çalışılır.

 

  Gelişimin incelenmesinde yaklaşım olarak da iki genel yaklaşım vardır:

 1-Uzunlamasına,  2-Kesitlemesine.

 

 Uzunlamasına yaklaşımda, bir tek veya grupta belirli bir psikolojik özelliğin nasıl geliştiğini anlamak üzere uzunca bir süre çoğu kez 10 yıl ya da daha fazla süreyle incelenir. Zekâ, kişilik özellikleri, davranış bozuklukları gibi özelliklerin gelişme süreci içinde sabit kalıp kalmadıklarını, ilk çocukluk yaşantılarının veya ailenin çocuk yetiştirme tarzının yetişkinlikte oluşan kişilik yapısını etkileyip etkilemediği gibi konularda önemli bilgiler sağlar.

 Örneğin bazı kuramcılar, hayatın ilk birkaç yılında anneleri tarafından reddedilen çocukların, yetişkinlikte sosyal ilişkilerinde uyumsuzluklara rastlanacağını savunurlar.

 Uzunlamasına yaklaşım, kolayca taklit edilmesine ve önemli bilgiler sağlamasına rağmen uzun zaman alan ve oldukça zahmetli bir yaklaşım şeklidir.

 

 Kesitlemesine yaklaşım; araştırmacının belirli yaştaki bir grubu alarak, onların belirli bir psikolojik özellik açısından incelemesi ya da değişik yaştaki bireylerin oluşturduğu bir grubu ele alarak belirli bir psikolojik özelliğin yaşa bağlı olarak ne tür değişiklikler gösterdiğini araştırır.

 

 Bu iki yaklaşımı birleştiren üçüncü bir yaklaşım ise:

 Hızlandırılmış uzunlamasına yaklaşım veya kısa süreli uzunlamasına yaklaşımdır.

 Diyelim ki, araştırıcı bireylerin 4 yaşından 9 yaşına kadar olan psikolojik gelişimlerini inceliyor. Bu yaklaşımla araştırıcı; 4, 5, ve 6 yaşlarından oluşan bir grup ve 7, 8, 9 yaşlarından oluşan ikinci bir grubu alarak inceler. Böylece üç yıllık bir çaba ile altı yıllık veri toplamış olur.

 

 Gelişimin değişik yönleri:

 

 Gelişmekte olan çocuğun davranışlarını inceleyebilmemiz için birçok etkeni incelememiz gerekir. Gelişmekte olan bir bireyin herhangi bir anda davranışının alacağı şekli 5 grupta toplayabiliriz:

 

 1-Genetik olarak tayin edilen biyolojik faktör.

 2-Genetik olmayan biyolojik faktörler.

 3-Çocuğun geçmiş yaşantılarında öğrendikleri.

 4-Çocuğun yakın sosyal çevresi (aile, akraba, okul vs.)

 5-Çocuğun içinde yaşadığı toplumun kültürel yapısı.

 

 İlk iki etkene ‘biyolojik etkenler’ diğer üçüne ise ‘sosyal etkenler’ denir. İlk etken; ‘genetik etken’dir diğerleri ise ‘çevresel etkenler’dir.

 

 Gelişme devreleri genellikle ikiye ayrılır:

 1-Doğum öncesi,  2-Doğum sonrası.

 

 Doğum öncesi safha, üç safhadan oluşur; ‘ovum’, ‘embriyo’ ve ‘fetus’.

 

 a)Ovum; döllenmeden sonraki ilk 10-14 günlük süreyi kapsar.

 b)Embriyo; hamileliğin 10-14. gününden 2. ayın sonuna kadar olan dönemi kapsar. Gelişmöe son derece süratlidir. Üç aşaması vardır:

    1-Ektoderm; bu aşamada saçlar, sinir sistemi, dişlerin bir kısmı ve duyum hücreleri oluşur.

    2-Mezoderm; kas ve iskelet sistemi oluşur.

    3-Endoderm; iç organlar, salgı bezleri, ve derinin bir kısmı oluşmaya başlar.

c)Fetus; hamileliğin 2. ayının sonundan hamileliğin bitimine kadar sürer. Bu devrede sistemler son şeklini alır.

 En kritik zaman hamileliğin 28. haftasıdır. Çünkü; bu haftadan sonra çocuk, anne karnı dışında yaşama yeteneği kazanır. Bu haftadan sonra doğan çocukların (7 aylık) yaşama ihtimalleri vardır.

 Çocuğun davranışlarını tayin eden nedenler döllenme ile başlar.

 

 Doğum öncesi davranışları etkileyen faktörler:

 

 1-Yirmi yaşın altında ve 35 yaşın üstünde olan annelerden doğan bebekler arasında ölüm ve zihinsel gerilik gibi durumların daha yüksek olduğu görülmüştür.

2-Annenin hamileliği esnasındaki dengesiz beslenmesi, çocuğun gelişmesinde olumsuz rol oynadığı saptanmıştır.

3-Hamilelik esnasında alınan bazı ilaçların, röntgen gibi X ışınlarına maruz kalmanın çocuğun gelişimine etkileri olduğu saptanmıştır.

4-Kan uyuşmazlığı denilen Rh faktörü de çocuğun zihinsel ve fiziksel gelişimine etkileri olduğu anlaşılmıştır. Örneğin; annenin Rh(-), babanın da Rh(+) olması kan uyuşmazlığını gösterir.

 

 Bazı kuramlar, örneğin öğrenme kuramları ve Freudiyen kuramlar, çocuğun kendi gelişmesinde pasif bir rol oynadığını ileri sürerler.

 Piaget’ye göre çocuğun zihinsel gelişmesi onun çevre içindeki faaliyetlerinin ve çevreyi anlama çabalarının bir ürünüdür.

 Fikirbirliği olmayan ikinci bir konu ise gelişmenin devamlı bir süreçmi yoksa devreler halinde gerçekleşen bir olay mı? Bazılarına göre gelişim devamlı bir süreçtir. Bazılarına göre gelişim birbirinden ayırt edilebilen devreler halindedir. Her devre kendine özgü düşünce, tepki ve davranışlarla birbirinden ayırt edilebilir. Bu devrelerde kazanılan yetenekler bir önceki devrede kazanılan yetenekler üzerine kurulur. Dolayısıyla hiçbir birey, gelişme devrelerinden birini atlayarak diğerine geçemez.

 Jean Piaget’nin, ‘bilişsel gelişim’ kavramı isminden de anlaşılacağı gibi gelişenin bilişsel yönüyle ilgilenir. Düşünme, hatırlama, problem çözme, akıl yürütme, mantık, algılama, zekâ gibi fonksiyonlarında yaşla birlikte ortaya çıkan değişmeleri açıklamaya çalışır. Çocuk kendi gelişimine aktif olarak katılır.

 Çocuk çevresini araştırdıkça yeni yeni insan ve nesnelerle karşılaştıkça, yaşantıları artacak ve buna bağlı olarak da zihinsel gelişimi de olgunluğa doğru yavaş yavaş gelişecektir.

 

 İşlem; Piaget’ye göre işlemin en önemli özelliği belirli kurallar çerçevesinde geriye dönebilme olan özel bir tür zihin faaliyetidir.

 Örneğin; beşin karesini almak bir işlemdir. İşlemin iki özelliği daha var. Bunlardan ilki, zihinsel olarak kişiye başladığı noktaya dönme olanağı tanıma, ikincisi ise herhangi bir bedensel faaliyet gerektirmeden zihinsel olarak yapılmasıdır. Ancak belirli kuralı olan her şey işlem değildir. Piaget’ye göre çocuk, çeşitli güçlük düzeylerinden geçerek, zihinsel düzeyi en üst düzeye ulaşır.

 Çocuğun bir devreden diğerine geçişini iki mekanizma temin eder; ‘özümleme’ ve ‘akadamasyon’ (uyumsama).

 

 Özümleme; Piaget’ye göre her çocukta kendi yaşına uygun bir fikir ve faaliyetler vardır. İşte özümleme, çocuğun yeni karşılaştığı bir durum veya meseleye kendinden mevcut olan fikir ve faaliyetler sistemi çerçevesinde faaliyette bulunmasıdır. Örneğin; iki yaşındaki bir çocukta, sert nesnelerin ses çıkarması fikri vs.

 Akadamasyon; çocuğun kendinde mevcut olan fikir ve faaliyetler sistemini yeni karşılaştığı nesne ve durumlara göre değiştirmesidir.

 Piaget’ye göre zihinsel gelişim özümleme ile akadamasyon arasındaki bir çatışmanın çözümünü içerir.

 Çocuk başlangıçta yeni karşılaştığı durumlarda özümleme yapar. Yaşı ilerledikçe özümleme yerine akadamasyon yaptığında zihinsel gelişimi olgunluğa doğru bir adım daha atar. Çünkü, her akadamasyon çocuğun çevresine adaptasyonunu kolaylaştırarak yeni bir yetenek kazandırır. Çocuk, kazandığı her yeni fikirde, çevresindeki eski olaylara değişik bakış açılarından bakmayı öğrenir. İşte çocuk bu noktaya geldiği zaman, zihinsel gelişmenin bir devresi tamamlanmış ondan sonra gelen devre başlamıştır.

 

 Piaget’ye göre çocuğun zihinsel gelişimi 4 devrede tamamlanır:

 

1-Duygusal motor dönem; bu dönem yaklaşık 0-2 yaş arasını kapsar. Bu dönemde zihinsel faaliyetler tamamen motor faaliyetlerden ibarettir. Bu dönemde çocuk hareketleri ile nesneleri kontrol edebileceğini öğrenmekle birlikte hareketlerinin anlamını henüz kavrayamaz. Dokuzuncu aya kadar olan en önemli özellik, bir nesne onun görüş sahasından çıktığı an artık o nesne onun için yoktur.

2-İşlem öncesi dönem; bu dönem 2 – 7 yaş arası süreyi kapsar. Bu dönemde çocuk, basit semboller geliştirme yeteneği kaznır. Nesneler mevcut olmasa bile onların şeklini zihninde canlandırabilir. Nesnelerde olaylar arası ilişkiyi görebilir. En öneml özellik, ‘egosantrik düşünme’ biçimidir.

 Çocuk bu dönemde kendisini her şeyin merkezinde görmektedir. Herşey kendine göre ayarlansın istiyor ve kendisininkinin dışında düşünceler olabileceğini kabul etmiyor.

3-Somut işlemler dönemi; bu dönem 7 – 11 yaşları arası süreyi kapsar. Çocuk bu dönemde mantık kuralları çerçevesinde düşünebilme ve nesnelerle ilgili somut problemleri çözebilme yeteneğine sahiptir. En önemli yetenek, konum ilkesidir. Nesneler yer ve şekil değiştirseler bile aynı kalmaya devam ederler.

4-Formel işlemler dönemi; 11 yaşından sonra başlayan, mantıksal düşünme yeteneğinin yetişkin düzeyine eriştiği bu dönemde, çocuk yavaş yavaş yetişkinlere benzer biçimde, soyut kavramlarla düşünebilme, genellemeler yapabilme ve zihinsel olarak bir durumdan diğerine geçebilme yeteneğini kazanır.

 

 FREUD’UN PSİKO-ANALİTİK KURAMI:

 

 Freud’a göre, insanların tüm davranışlarının temelinde yatan şey; insanın bir miktar biyolojik enerjiyle doğmuş olmasıdır. Bu enerji, tüm davranışlara şekil veren enerjidir. Bu enerjinin miktarı zaman zaman yükselir. Ve bu yükseliş bireyde bir rahatsızlık meydana getirir. Bu rahatsızlıktan kurtulmanın tek yolu yükselen enerjinin bir kısmının boşaltılmasıyla olur.

 Freud’a göre bu boşalım, değişik yaşlarda vücudun değişik yerlerinde olmaktadır.

 Freud, biyolojik enerjinin boşaldığı bölgesine göre gelişim devrelerini şöyle sınıflandırmaktadır:

1-Oral dönem; 0 – 2 yaş arasını kapsar. Bu dönemde biyolojik enerjinin boşaldığı yer ağız ve çevresidir. Çocuk, ağız ile ilgili faaliyetlerden haz duyar.

2-Anal dönem; 2 – 3 yaşları arasını kapsar. Bu dönemde, biyolojik enerjinin boşaldığı yer makat bölgesidir. Çocuk, dışkı ve benzeri faaliyetlerden haz duyar.

3-Fallik dönem; 3 – 6 yaş arasını kapsar. Boşalım noktası cinsel organlardır.

4-Latemi dönem; fallik dönemden sonra biyolojik enerji bir durgunluk dönemine giriyor. Bu durgunluk, gelişimin son dönemi olan genital döneme kadar devam ediyor. Bu dönemde boşalım noktası, karşı cinsten birinde son buluyor.

 Her dönemde duyulan haz ne çok fazla ne de çok az olmaktadır. Eğer herhangi bir gelişim devresinde, o devreyle ilgili duyulan haz, çok fazla veya çok az olursa ‘fixotion’ (sallantı) meydana gelir.

                                                     —–

 

 ÖĞRENME KURAMLARI:

 

 Gelişmekte olan çocuk, 2 şekilde öğrenir:

 1-Taklit yoluyla öğrenme.

 2-Koşullanma yoluyla öğrenme.

 

 Taklit edilen kişiye ‘model’ denir. Sosyal öğrenme kuramlarına göre modelleri gözleme yoluyla öğrenme iki evrede gerçekleşir:

 1-Modeli algılayış şekli yani modelin zihinsel olarak şematize edilmesi.

 2-Birey, modelin zihninde şematize ettiği davranışlarını bizzat yapar.

 Eğer modelin davranışı sonucunda, bireyin kendisi açısından olumlu bir sonuç çıkıyorsa birey taklit edecektir. Olumsuz çıkıyorsa taklit etmeyecektir.

 Öğrenme, psikolojinin en önemli konularından biridir. Çünkü, davranışların çoğu öğrenme olmadan gerçekleşemez.

 Öğrenme; davranışlarda ortaya çıkan bir yaşantı ya da tekrar sonucu gerçekleşen devamlı değişikliklerdir. Yani öğrenme, iyi veya kötü bir davranış değişikliğidir. Bu davranış değişikliğinin de göreli olarak sürekli olmasıdır.

 

 Psikolojide öğrenme türleri:

 

 1-Koşullanma yoluyla öğrenme.

 2-Kavrama yoluyla öğrenme.

 3-Deneme-yanılma yoluyla öğrenme.

 4-Bilişsel öğrenme.

 5-Gizil öğrenme.

 

 Koşullanma yoluyla öğrenme:

 Temel olarak, aralarında bir bağlantı bulunmayan bir uyarıcıyla, tepki arasındaki bağlantıdır. Daha önce herhangi bir tepki çıkarmayan uyarıcıya, tepki verilmesidir.

 Koşullanma iki şekildedir:

 1-Klasik koşullanma.

 2-Edimsel koşullanma.

 

 Klasik koşullanma; bu tür koşullanma konusunda İvan Pavlov’un yaptığı deneyin buğün klasik sayılmasındandır.

 Klasik koşul çoğu kez refleksel veya etkisel bir davranış içerir. Örneğin; dizimize vurulduğunda dizimizin kalkması vs.

 Klasik koşullanmada, başlangıçta daima iki tür uyarıcı vardır:

 1-Koşulsuz uyarıcı,      2-Nötr uyarıcı.

 Koşulsuz uyarıcı; doğal olarak sözkonusu tepkiyi ortaya çıkaran uyarıcıdır.

 Nötr uyarıcı ise sözkonusu tepki ile ilişkisi bulunmayan, tepkiyi meydana çıkarmayan herhangi bir uyarıcıdır.

 Koşulsuz uyarıcının açığa çıkardığı davranışa ‘koşulsuz tepki’ denir. Nedeni, koşulsuz uyarıcının verilmesi sonucunda herhangi bir koşula bağlı olarak ortaya çıkmasındandır. Koşullanma olayı bu nötr olayın birlikte verilmesi sonucunda gerçekleşir.

 Koşullu uyarıcı; başlangıçta nört olan uyarıcının daha sonra koşul olarak verilmesi sonucunda bu uyarıcı koşullu uyarıcı adını alır.

 Pavlov’un deneyinde, başlangıçta nötr uyarıcı olan zil sesine karşılık köpek, hiçbir salgı salgılamamakta sadece yemeği gördüğünde salgı salgılamaktadır. Yiyecek, öğrenmeye gerek duyulmadan doğal olduğundan koşulsuz uyarıcıdır.

Daha sonra devamlı her yemekten önce zil çalınması sonucunda artık köpek her zil sesini duyduğunda daha yemeği görmeden iç salgı salgılamaktadır. İşte burada nötr olan zil sesi koşullu uyarıcı haline gelmektedir.

 Koşullu uyarıcı tarafından açığa çıkarılan tepki ise ‘koşullu tepki’ adını alır.

 Aslında koşullu ve koşulsuz tepkiler aynıdır. Ancak koşulsuz tepki, koşulsuz doğal uyarıcılarla, koşullu tepki ise koşullanma sonucunda ortaya çıkmaktadır.

 

 İkincil koşullanmalar: koşullanma sonucunda, koşullu uyarıcıya tepki verilmesi öğrenildikten sonra bu koşullu uyarıcı, bir başka koşullanma için koşulsuz uyarıcı olarak kullanılabilir. İşte bu olaya ‘ikincil koşullanma’ adı verilir.

 

 Uyarıcı genellemesi; koşullama gerçekleştikten sonra koşullu tepki sadece sözkonusu koşullu uyarıcıya değil diğer uyarıcılara gösterilmesi olayına ‘uyarıcı genellemesi’ denir.

 

 Edimsel koşullanma:

 

 1930’lu yıllarda Skinner ve Polonyalı iki psikolog tarafından klasik koşullanma dışında gerçekleştirilen bir koşullanmadır.

 Klasik koşullanma istemsiz, irade dışı bir koşullanmadır. Edimsel koşullanma da ise istemli davranış için geçerli refleksif bir koşullanmanın olması için dışarıdan bir uyarıcıya gereksinim vardır.

 B.F.Skinner, yalnız tepkilerin değil edimlerin de şartlanabileceğini ileri sürmüştür. Skinner, yalnız bir uyarıcıya karşılık yapılan davranışların değil, bireyin kendiliğinden yaptığı hareketlerin de şartlanmakta olduğuna dikkati çekmiş ve buna ‘edimsel’ ya da ‘operant şartlanma’ denilmiştir.

 Edimsel davranışlar, herhangi bir dış uyarıcı olmaksızın kendiliğinden yapılan istemli, irade içi davranışlardır. Örneğin; çocuğun çevresini araştırması, istemli edimsel bir davranıştır.

 Bir dış uyarıcıya gerek olmayan, edimsel davranışlarımızın ortaya çıkış sıklığı ve şiddetleri çevremizde olan olaylardan etkilenmektedir. Genel olarak, hoşumuza giden sonuçlar doğuran davranışları daha sık, hoşumuza gitmeyen sonuçlar doğuran davranışlarımızı ise daha az veya hiç tekrarlamama olasılığı vardır. İşte, istemli bir davranışın doğurduğu sonuçlara bağlı olarak, ortaya çıkış sıklığı ve şiddetinin azalması ya da çoğalması olayına ‘edimsel koşullanma’ adı verilir.

 Bir davranışın ortaya çıkardığı sonuçlar ve bu sonuçların davranış üzerindeki etkilerine göre sınıflandırılırlar.

 Kendisini ortaya çıkaran davranışın, tekrarlanma olasılığını artıran bir sonuç ‘pekiştireç’ olarak adlandırılır.

 Kendisini ortaya çıkaran davranışın tekrarlanma olasılığını azaltan sonuca ise ‘ceza’ ya da ‘itici uyarıcı’ adı verilir.

 Örneğin; para birçok kişi için bir pekiştireçtir. Buna karşılık bir arkadaş kaybetme ya da acı, bir ceza veya itici uyarıcıdır. Zira, birçok kişiye acı veren bir olay daha az ya da hiç tekrar etmeyecektir.

 Pekiştirilen davranışın tekrar edilmesi artacak, cezaya maruz kalan davranış ise ya daha az ya da hiç tekrar edilmeyecektir.

 Pekiştireç; bir davranışın ortaya çıkış sıklığını artıran herhangi bir uyarıcıdır.

 

 Pekiştireçler iki türdür:

 1-Olumlu pekiştireç; eğer bir davranışın sonunda ortaya çıkan sonuç veya uyarıcının o davranışın ilerde tekrarlanma olasılığını artırırsa bu sonuca, uyarıcıya ‘olumlu pekiştireç’ adı verilir.

 2-Olumsuz pekiştireç; bir davranışın sonucunda ortamda bulunan itici bir uyarıcının ortadan kalkması sözkonusu davranışın görünüm sıklığını artırırsa bu uyarıcıya ‘olumsuz pekiştireç’ denir.

 Pekiştireç, davranışı pekiştirme yanında, bu pekiştirme esnasında ortamda bulunan uyarıcıları da konrolü altına alır. Yani davranış, pekiştirme esnasında, ortamda bulunan uyarıcı görüldüğü zaman ortaya çıkar.

 Davranışın sadece pekiştireçle birlikte görülen uyarıcıya bağlı olarak ortaya çıkması olayına edimsel koşullanmada ‘uyarıcı kontrolü’ denmektedir.

 Davranışı kontrol eden ise ‘ayırdedici uyarıcı’ denir. Örneğin; çocuk belli bir durumda kendisini başarıya götüren bir davranışın, başka benzer bir durumda başarıya götürmediğini görürse, bu iki durum arasında bir ayırma yapar. Bir edimin ya da tepkinin ancak belli durumlarda etkili olduğunu kavrar ve bu belli durumun ayrıntılarına dikkat eder.

 Gerek klasik koşullanmada gerekse edimsel koşullanmada davranışın tekrar etmemesine ‘sönme’ denir. Örneğin; zil sesine şartlandırılmış olan köpeğe birçok kez zil çalındığı halde yemek verilmemesi halinde köpek bir süre sonra zil sesiyle birlikte iç salgı salgılamamaya başlıyor. İşte bu olaya sönme ya da deneysel çözülme, silinme denir.

F:TOPLUM FELSEFESİ

Çarşamba, Ağustos 12th, 2009

 

 Toplum felsefesinin objesi; sosyal realite, toplumsal gerçekliğin ele alınışı.

 Toplum idesi; toplum konusunda bugüne kadar söylenmiş her şey.

 

 Toplumsal gerçekliğin ele alınışı:

 1-Bilim, soyoloji; oplumsal gerçekliğin araştırılmasında toplum teoerileri kuruyor, modeller ortaya koyuyor.

 2-Felsefe:

   a)Tarih felsefesi

   b)’Toplum’ olgusu ve kavramı:

       * Bireyi konu edinen araştırmalar ve araştırmaların sorunları. ‘Başkasının varlığı’ sorunu buradadır.

       *Toplumsal ilişkiyi konu edinen araştırmalar ve bu araştırmaların sorunları:

Toplumsal ilişki nedir? Niteliği nedir? Dayandığı ilkeler nelerdir?

 

  Latincede toplumla ilgili üç sözcük var:

 

 1-Socius; birey olan ‘bir insan’. Bir insan başka birileriyle belirli bir tür ilişki kurduğunda ya da hazır ilişkilere girdiği zaman ‘birey’ oluyor.

 2-Societas; ‘toplum’. Bireylerin belirli tür ilişki içinde birlikte bulunma dumunun adıdır. Sosyal ilişkilerle ortaya çıkan durumdur.

 Toplumun öğeleri; a)birlikte bulunma, b)belirli tür ilişki içinde olma,

c)toplumsal ilişki, birlikte bılunma.

 3-Socialis; ‘toplumsal’. Societas cinsinden ona uygun olan. İnsanın varlığının özüne ilişkin bir sıfattır. İnsan, sosyal bir varlıktır. Sosyal durum içinde olan herkes ‘birey’ olur.

 

 Toplumsal ilişki, birey olmuş insanların kurduğu ilişkidir. Bir ilişkinin kurulma imkanı, iki birey olmasına bağlıdır. İnsan kendini hep belirli bir durum içinde bulur. Bu nedenle de belirli bir birey olur.

 Durumu bir ilişki belirleyebilir. Ayrıca, zaman-mekan değiştikçe bireylerin içinde bulundukları durum da değişir.

 İnsan her zaman bir durum içine doğar. Böylece de ister istemez birey olur ve ilşkiler kurar. Bu bir zorunluluktur. İnsan en azından ilişkiler kurma potansiyeline sahip veya bu ilişkilere girebiliyor, değiştirebiliyor. Bu yeteneğe sahip bir varlık.

 İnsanlar arasındaki ilişkilerin temelinde bir ya da birden fazla değerler vardır. Farklı ilişkiler, farklı değerleri belirler. Toplumsal bir ilişkinin, belirli bir toplumsal ilişki olmasını sağlayan, toplumsal ilişkiyi kuran, değerlere sahip olan bireylerdir.

 İnsanlar nasıl birlikte bulunuyorlar? Birliktelikteki toplumsal ilişki nasıl? Ve nasıl bir durum ortaya çıkıyor? İlişki nasıl kuruluyor?

 Toplum içi değerleri belirleyenler; örfler, adetler, yasalar…Değerler aynı zamanda ilkelerdir ama ilkeler  daha fazla insanların yer aldığı birlikte bulunma durumlarını belirleyen değerlerdir.

 Örnek; “Türkiye’de evlilik medeni kanuna göre yapılır”.

Medeni kanun yapılmasında ve ortaya konmasında ilkeler vardır. Birlikte bulunacaksın ama şöyle şöyle bulunacaksın diye yön gösterirler.

Birey bulunduğu durum içinde birçok ilişki kurma olanağına sahiptir.

 

 Toplumsal ilişkiler nelere göre kurulmalıdır? Birlikte bulunan kişiler, bu ilişkileri nasıl kurarlarsa mutlu olurlar?

 İşte toplum modellerinin, ütopyaların ortaya çıkmasındaki soru ve sorun budur.

 

   PLATON, ‘DEVLET’

   (Politeia; toplum modeli)

 

 “İnsanların birlikte yaşamalarının en son amacı; mutluluktur”.

 Toplumun oluşumunda ilke; ‘adalet’. İnsanlar arasında adalet sağlanacak ve mutlu olacaklar.

 Yiğitlik, ölçülülük, bilgelik; bu erdemleri bir arada görmemizi sağlayan, ‘adalet’. Erdemlerin erdemi olan adalet, her erdeme sinmiş durumda.

 

  Platon, insanları üç sınıfa ayırıyor:

 1-Besleyenler, 2-Koruyucular, 3-Yöneticiler.

 

 Erdemler:

 

Bigelik; doğru karar verme. Beslenme, koruma ve yönetme bilgisine sahip olma. Yöneticilerin baş erdemidir.

 

Yiğitlik; korkulacak ve korkulmayacak şeyler üstüne, kanunlara uygun olarak beslediğimiz inancın sarsılmazlığıdır. Yiğitlik bir çeşit koruma. Eğitim yoluyla kanunların verdiği inancı korumak. Doğru eylemde bulunup, bulunmadığını bilmek için kanunları bilmek gerek.

 Platon’da koruyucular sadece askerler değil, politeayı yani toplum düzenini koruyan herkes. Aydınlar, yöneticiler de bir yerde koruyuculardır. Dolayısıyla bu erdem de koruyucuların baş erdemidir.

 

 Ölçülülük; arzularımıza, isteklerimize vurduğumuz bir çeşit dizgindir. Toplum bakımından ise yuttaşlar arasında belirli bir uyumdur. Bu da besleyenlerin baş erdemidir.

 

 Adalet; bu uyumu yanına alarak üç sınıf insanı bilmektir. Adalet; herkesin kendi işine bakması, başkasının işine karışmamasıdır.

 

 Sınıf değiştirme imkanı her zaman vardır. Besleyenler sınıfında doğan bir çocuk, belirli bir eğitimden geçtikten sonra yöneticiler sınıfına geçebilir.

 

 Platon’un amacı; politeiada düşünülen birlik ve bütünlüğün korunması, bozulmaması. İşte mutluluk, bu bozulmama durumudur.

 

 Platon’a göre bozuk devlet şekilleri:

 1-Oligarşi, 2-Timokrasi, 3-Demokrasi, 4-Tiranlık.

 

 Bozuk olmayan devlet düzeni ise kendisinin kurmaya çalıştığı; ‘politeia’dır.

Bu devlet monarşiyle de, aristokrasiyle de yönetilebilir. Yeter ki, yönetenler yönetilenlere adil davransın.

 

 Platon, sahip olduğu değerler açısından da insanları üçe ayırıyor:

 1-Paraseverler, 2-Şerefseverler, 3-Bilgiseverler.

 

 Platon’un ‘Devlet’i yazmasının sebebi; Atina’nın ‘polis’ olmaktan çıkıp yavaş yavaş bozulmaya başlaması. İşte bu kitabı, bozulan düzeni yeniden kurmak için yazıyor.

 

 Platon’un devlete getirdiği iki önemli öge var:

 1-İnsan – toplum ilişkisi; toplumda düzen sağlanacaksa, önce insan düzeni sağlanacak. Yani ne insanı ne de toplumu değiştiremezsiniz.

 2-Adalet ilişkisi; kişi önce adaleti önce kendi ruhunda sağlayacak. Böylece akılla duygular birbirine karışmayacak, gerektiğinde nasıl davranılacağı bilinecektir.

 Her birey kendi içinde uyumlu olmalı ki, politeia uyumlu olsun.

 Platon, bireylere büyük bir sorumluluk yüklüyor.

 

 Platon, otaya bir toplum modeli koyuyor. Toplumda istenmeyen ilişkilerin, istenen ilişkiler olması için bir model ortaya koyuyor. Model tasarımlanıyor ve buna paralel olarak hep kuruluyor.

 

 Modeller işlevseldir. Düzenlemeye yöneliktir. Mevcut bir bozulmaya karşı modeller, bu durum şöyle şöyle düzeltilebilir diyerek, devamlı tasarlanıp, öneriler ileri sürülüyor ve onda sonra da uygulanıyorlar.

 

 Platon’un hareket noktası; belirli bir ilişkinin, yönetim ilişkilerinin bozulması. Buna karşı da bir model oluştururyor.

                                               ———-

Modeller toplumsal ilişkileri açıklamaz, değiştirir. Model bir toplumsal yapının nasıl işlediğini ya da diğer toplumsal ilişkilerle olan ilişkisine bakılarak açıklanır.

 

 MODEL :

 

 a) Bilimlerdeki bağlamı; “açıklama modeli”. Örnek, ‘evrimci model’, ‘organizmacı model’.

 Bu modeller hangi alana aitseler, o olana ait bilginin gelişmesine yardımcı olurlar.

 Açıklama modeli, olan biten ilişkileri veya açıklaması gerekeni açıklamıyorsa geçerli bir model değildir.

 Açıklama modelinde iki şey var:

 1-modelin kendisi, 2-açıklanacak şey.

 

 b) ‘Model olma’ bağlamı; ‘ilk örnek’.

  Yapılmış bir modelin, başka koşullara uygulanmak istenmesi. Örneğin bir ekonomi modelinin toplumsal ilişkiler de uygulanmak istenmesi. Ayrıca taklit kavramıyla da ilgili. Model neyse, her konuda o örnek alınıyor.

 

c) ‘Model kurma’ bağlamı; Platon’un modeli bu bağlamdadır. Gerçekleşmesi istenen gerekliler bütünü. Açıklama yapılmaz, betimleme yapılır. Kurma vardır, olması gereken sözkonusu. Gerçekleşse daha iyi olur deniyor. Burda gerçekliğin bilgisi yok, imkan halinde bilgisi var. Belirli koşullar yerine belli imkanlar bütünü olabilir.

 

 Açıklama modelinde, açıklanan şey genellikle, toplumsal değişme olgusudur.

 Açıklama modeli bilimde, sosyolojide hep belirli bir zaman ve mekan boyutunda düşünülmek zorunluluğu vardır. Aksi halde bu modelin gerçeklikle ilişkisi kurulmamış olur. Dolayısı ile bilimsel olamazlar. Bunun en güzel örneği, toplumbilimdir. Toplumbilimin tarihine baktığımızda, nasıl bilim olarak ortaya çıkıyor, ona bakmak gerekir.

 

 19.yüzyılın bilimin altın çağı olmasının nedeni; metottur. Bilime büyük bir değer verilmesi, onun her şeyde ölçü kabul edilmesi metodu nedeniyladir.

 

 “19.yy bilimin zaferi değil, bilimsel metodun bilime karşı zaferidir”, Nietzsche.

 

 Bu metot ise, olan biten hakkında genel geçer açıklamalar yapmaktadır. Böyle bir zamanda sosyoloji bilim olma iddaasıyla ortaya çıkıyor ancak objesini bilmiyor. Yani ne toplumsal gerçeklerle bağlantı kurabiliyor ne de açıklayabiliyor.

 

 Comte ve Spencer’in açıklamalarından vazgeçilmesinin nedeni; olan biteni açıklamamalarıdır. Hatta gereklililikleri, olması gerekenleri bile açıklamıyorlar. Yaptıkları bir tür spekülasyon. Bu nedenle Hegel’in devamı gibiler.

 

 Sosyoloji bilimse açıklama modeli nasıl olmalıdır?

 

 Sosyoloji, bu soruyu sormamıştır. Bu yüzden ortaya pek çok model çıkmıştır. Hep, ‘toplum’ kavramından yeni bir şey anlayarak hareket etme sonucu, farklı toplum tanımları ve farklı modeller ortaya çıkmıştır.

 

 Toplumbilimin bilinçlendirmesi gereken, toplumsal gerçekliktir. Toplumsal gerçeklik bir insan fenomenine dayanır. Bu fenomen, insanların birlikte olmalarıdır. Birlikte olma durumunu da ele alan, sosyolojidir.

  

  Toplumsal ilişkinin yapı özellikleri:

 

 *Toplumsal ilişkinin en önemli yapı özelliği; ‘değişme’ olgusudur.

 Toplumsal ilişkiler; aile, eğitim, sanat, din, çevre… ilişkileridir.

 *Toplumsal ilişkinin bir diğer yapı özelliği; ‘tarihsellik’tir. İnsanlar tarafından kurulan, bozulan, yeniden kurulan her toplumsal ilişkinin bir tarihi vardır. Her toplumsal ilişki belirli bir zaman ve mekanda kurulur.

 *Toplumsal ilişkinin bir diğer yapı özelliği; ‘fonksiyonel’liğidir. Belirli bir sosyal ilişkinin, belirli bir yer ve zamanda gördüğü işin farklı olmasıdır.

 *Diğer bir yapı özelliği; ‘kavram ilişkisi’ olmasıdır. Yani toplumsal ilişkinin kendisi değer dışı bir özellik taşır. Örneğin alışveriş ilişkisinde bireyler yoktur; satıcı ve alıcı vardır.

 Toplumsal ilişkinin yapısını araştırmak için uygun hale getirmek gerekiyor. Çünkü, araştırmaya uygun değildir.

 

 Açıklama; toplumsal gerçekliği veya toplumsal düzeni veya toplumsal olguyu ya da toplumsal yapıyı açıklama olabilir.

 Tek tek toplumsal olaylar, karşımıza toplumsal olgular olarak çıkarlar. Toplumsal olay dizileri, toplumsal olguyu beslerler o olgunun hayatta kalmasını sağlarlar. Dolayısı ile toplumsal ilişkinin gerçekliğinin olgusal olduğu ortaya çıkar.

 Bunu iki yerden hareket ederek söylüyoruz:

 1-Kişi bakımından hazır bulduğumuz ilişkiler içine girerek. Bu da toplumsal gerçekliğin olgusal olduğunu gösterir.

 2-Grup bakımından; toplumsal kurum içine girmesi. İnsanlar bir araya gelip kurum kurarlar. Kurum kurma, insanlardaki ilişki kurma isteği ve ortaya koymadır.

 Örneğin, eğitim olgusu içindeki toplumsal ilişkiler. Buna göre insanlar bir araya gelip isteyerek okul kurumunu, YÖK kurumunu… kurmaları.

 

 Toplumsal ilişkinin toplumsal ilişkilerle bağlantısında bir özelliği de, toplumsal ilişkinin, hukuk ilişkileri bakımından değiştirilinceye kadar değişmeden kalmasıdır. Bu yüzden de toplumsal ilşkiler, insanların davranışlarını sınırlarlar.

 

 Toplumsal değişme, ilişkinin değişmesi. Tarih ise, bu değişmenin tarihidir. Değişme aynı ilişkinin farklı kurulması. Bu hukuğun bir özelliğidir.

 

 Herbir toplumsal olgu ve toplumsal kurum bakımından olan değişikliğe; yapı değişikliği denir. Aynı zaman da yapı değişikliğinin tarihi sözkonusu. Bir toplum tipinden başka bir toplum tipine geçiş.

 

 Toplumsal yapı; belirli bir zaman ve yerde oluşan toplum düzeni.

 Toplumsal değişme; toplumsal ilişkilerin fonksiyonlarının işleyişindeki değişmedir. Değişen toplumun kendisi değil, onu oluşturan kurumların kuruluş tarzlarıdır.

 Açıklanacak olan, belirli bir yer ve zamanda kurulan düzeni açıklamadır.

İşte modelden kastedilen, belirli kavramlar bütünüyle oluşmuş düzeni açıklamadır.

 

 Her toplumsal araştırma, bir problemden, toplumdan belirli bir şey anlayarak hareket eder.

 

 Açıklama modeli, olan bitene uygun bir şekilde açıklıyorsa uygun bir ilişki sözkonusudur.

 Toplumbilim, bilim olmak istiyorsa kavram ilişkisi ile olup biten Arasında bir ilişki kurarak açıklamalıdır. Aslında olup bitenle kavramlar arasında bir ilişki yok ama biz ilişki kurmazsak bilemeyiz, toplumsal ilişkileri açıklayamayız.

 Fonksiyonel bütün içinde bazı ilişkilerin değişip bazılarınınsa değişmemesi halinde bütünün devam etmesini sağlayan ‘tampon mekanizma’dır.

 Tampon mekanizma, kendiliğinden ortaya çıkıyor, yoksa insanlar bilinçli olarak kurmuyorlar. Bu mekanizma sürekli bütünü dengede tutmaya çalışır. Tampon mekanizmanın dayandığı bir takım kabuller, ilkeler var.

 

 Model kurma; ne yapmalı, nasıl yapmalı sorusuna cevap verir. Örneğin, köylü-tüccar ilişkisini olması gerektiği gibi değiştirmek. Bu modelin dayanağı, bu model uygulanırsa bu problem ortadan kalkar. Gerçekliğin, gereklilikler bütünü olarak değiştirilmesi.

 Bunalım, savaş dönemlerinde bir modelin uygulanma olasılığı daha fazladır.

 

 Model kurma, tasarımlara, düşüncelere dayalı olarak kurulabilir. Bunlara ‘ütopya’lar örnek olarak verilebilir.

 Ütopyalar, toplumbilimin ortaya koyduğu bilimsel araştırma bilgilerine dayanmazlar.

 

 Açıklama modeliØØKurulan modelØØÜtopyalar

 

   

 Açıklama modeli àToplumbilim(teoriler kuruyor)àAraştırma bulgularıàBu bulgulara dayanarak ortaya konan model.    

 

 Kurulan model; değiştirme modeli. Bu modeller toplumbilimin araştırmalarına dayanarak ortaya konan modeller değil. Bilgiler değil, tasarımlara, ilkelere dayanılarak oluşturulmuş modellerdir. Böyle kurulan modellerin bir kısmına ütopyalar da girer.

 

 Ütopyalar; belli koşullar gerçekleştiğinde, istenen bir şeyin gerçekleşmesinin tasarımlarıdır.

 

 Ütopyaların önemi; o güne kadar düşünülmemiş konular hakkında yeni fikirler, ipuçları vermesidir.

 İster değiştirme modelleri olsun ister ütopyalar hepsinde de gerçekliğin dile getirilmesi sözkonusu.

 Önemli olan gerçekliğin bilgiye mi yoksa tasarıma mı dayandığıdır.

 Değiştirme modelleri sözkonusu olduğunda gerçeklikle doğrudan bir ilişki kuruluyor. Oysa ütopyalarda gerçeklikle ilişki tamamen rastlantısaldır.

                                        ——————–

 

   Bireyin varlığı, toplumsal ilşkinin varlığına, toplumsal ilikinin varlığı da bireye bağlıdır. Bu bir bütündür. (AóB)

  Biz burada toplumsal ilişkiyi konu edinerek, toplumsal ilişkinin yapısına baktık. Bütün bu bilgiler, toplum kavramının tarihinden çıkıyor. Toplumbilim bu bilgilere dayanmak zorundadır.

 

 

 Hobbes’in ‘Leviathan’da yazdığına göre; toplumsal ilişkide birlikte olmayı sağlayan şeyler, hukuk ve devlettir.

 Rousseau da ise ‘toplumsal sözleşme’dir.

 

 Oysa bunlar insanın dışında olan şeylerdir. İnsanların nasıl birlikte oldukarını insan dışı güçlerle açıklıyorlar.

 17.yy da bunlar hukuk, devlet, sözleşme…gibi adeta insandan bağımsız olarak varolan, nerede, nasıl varoldukları bilinmeyen varlıklar olarak düşünülüyor. Oysa bunların olgusal gerçeklikleri var; insana bağlı olgusal gerçekliklerdir.

 

 Toplum felsefesi; toplumsal gerçekliğin toplum idesi kaybedilmeden, toplumsal gerçekliğin, toplum kavramı ile sorunlarını araştıran bir felsefenin dalıdır.

 

 Toplumsal ilişkinin üç ayağı var:

 

Birey à Karşılıklı ilişki à Birey   

 

 “İnsanlara oldukları gibi muamele edersek, onları daha kötü kılarız. Eğer onları olması gerektiği gibi ele alırsak, olabilecekleri kadar iyi yaparız”. GOETHE