Posts Tagged ‘ontolojik tanrı ispatı’

RENE DESCARTES

Çarşamba, Haziran 3rd, 2009

RENE DESCARTES (1596 – 1650 ) :

                                                                                                                             

17.yüzyılın özelliği rasyonalist olması. Yöntem olarak,; matematik ve fizik seçilmiştir. Matematik, çünkü; karmaşık değil, açık seçik. Dolayısıyla matematik, ideal bir bilim haline geliyor.

 Yeniçağda ilk defa felsefe, sistemli bir hale Descartes’ın eserleriyle ortaya çıkıyor. 17. yy da felsefe hep onun ardından geliyor. Bu nedenle 17. yy felsefesinin Descartesçı olduğu söylenir.

 

   Descartes, yeniçağ felsefesinin kurucusu olduğu gibi, analitik felsefenin de kurucusudur. Ona göre matematik, açık seçikliğe ulaşmalıdır. Aritmetiğin ortaya koyduğu hep açık seçik, öyleyse hayal gücüne dayanan geometri de böyle sonuçlara ulaşabilir.

 Descartes’a göre doğruyu bilmek, açık seçikliği bilmektir. Doğrudan kavranan şeyler, açık seçiktir. İşte analitik geometri bunu sağlayan bir yöntem. Doğruluğun yöntemi; açık seçik olmak. Aritmetikde işler böyle yapılıyor. Descartes, bunu felsefede de yapamayız mı? Diye soruyor.

 Dorudan araçsız kavranılacak, kendisinden sağlam bilgiler türetilecek, sağlam bir nokta bulabilir miyiz? Diye soruyor.

 ‘Herkes birbirinin tersini söylüyor. Felsefede güvenilecek bir bilgi yok, hep çelişki. Ben bunların hiçbirine güvenmeyeceğim, yeniden başlayacağım’.

Bu dönemde Descartes her şeyden şüphe ediyor. Örnek olan matematik ve bulgularından bile. Bu şüphe, skeptik bir şüphe; amaçsız, sırf şüphe etmek için şüphe etmek değil. Metodik bir şüphe yani amaçlı bir şüphe.

 Descartes, şüphe ederek şüphe etmeyeceği bir şeye varmak ve tüm bilgileri ondan türetmek için şüphe ediyor.

 İkinci olarak Descartes, dış dünyadan şüphe ediyor. Dış dünyaya güvenemem. Çünkü; duyularım beni bazen hatta çoğu kez yanıltıyor. Düş görüyorum gerçek sanıyorum, belki de hayatın tamamı bir düştür.

 ‘Bu dünyayı tanrı yaratmışsa ben bu dünyaya güvenebilirim’ diye ortaçağdan gelen bir düşünce var. Oysa Descartes, tanrının beni aldatmadığını, sadece onun iyi niteliklere sahip olduğunu nerden bileceğim, İnanamadığıma güvenemem.

 İlk kez Descartes, kendisinden şüphe edilmeyecek bir şey arıyor ve bu amaçla şüphe ediyor. Tanrının varlığına körü körüne inanmama Descartes’le başlıyor.

 

Descartes’in şüphe ettiği şeyleri özetlemek gerekirse:

        

1-Matematiğin bilgilerinden şüphe ediyor.

2-Dış dünyanın varlığından şüphe ediyor.

3-Tanrının ille de iyi niteliklere sahip olacağında şüphe ediyor.

        

Tüm bilgileri ondan türeteceği sağlam bir nokta ararken Descartes, şüphe ettiğinden şüphe edemeyeceğini görüyor. Şüphe ederken bilincinde bir şeyler olduğunu fark ediyor. Ve şu sonuca varıyor:

 ‘‘Şüphe ederken düşünüyoruz. Bu durumda ‘Düşünüyorum o halde varım’ (Cogito ergo sum)’’. Şöyle de dense yine doğru; ‘düşünmüyorum o halde varım’ yine doğrudur. Çünkü, bu söz kendisiyle çelişiktir, dilsel olarak söylenemez. Düşünmüyorum diyorsam yine düşünüyorum ve varım.

 Düşündüğünü bilmesi, varolduğundan emin olmasını sağlıyor yoksa varolmasını sağlamıyor. Bilincimde, bir bilinç içeriği, bir yaşantı duyuyorsam bundan şüphe edemem. Ancak bedenimin hareketinden, her türlü cisimsel hareketten şüphe ederim. Çünkü; duyularım beni yanıltabilir. Bu nedenle ‘geziyorum öyleyse varım’ önermesi zaman zaman doğrudur, zaman zaman da yanlıştır. Oysa ‘Düşünüyorum öyleyse varım’ her zaman doğrudur çünkü; bilinç içeriği var.

 Descartes’e göre,  a)bir nesneyi açık olarak kavramak demek; nesnenin kendisini bize araçsız olarak vermesi demektir.

b) Seçik bilgi ise, nesnenin ögeleri birbirine karışmış olmayan bilgiye denir.

 Descartes, ‘Düşünüyorum o halde varım’ derken, sadece kendisini temellendiriyor. ‘Ben düşünüyorum o halde varım’ ‘ben’ diyorsam ‘ben’ diye bir şeyin olması gerek.

 

 Matematiksel Yöntemin İlkeleri:

 

1-Doğruluğunu apaçık görmeden, bilmeden hiç bir şeyi doğru olarak kabul etmeyeceğim. Bunları bir tarafa bırakıp, açık-seçik olanı arayacağım.

Görüldüğü gibi şüphe onun yöntemi değil, sadece yönteminin ilk adımı. Sözkonusu olan, metodik bir şüphe, Yani şüphe; yöntemi değil, yöntem şüphesi. Yönteminden dolayı şüphe ediyor, bu şüpheyle de ‘cogito’ya ulaşıyor.

2-İceleyeceğim şeyleri daha iyi anlayabilmek için karşıma çıkan güçlükleri mümkün olduğunca küçük parçalara ayıracağım.

3-Anlaşılması en basit ve kolay olan şeyden başlayacağım.

4-Düşüncelerimi bir sıraya/ düzene koyarak basamak basmak çıkacağım ve hiçbir şeyi atlamadığımdan emin olmak için sürekli tekrarlar yapacağım.

 

Yöntemini Gerçekleştirmede Etik İlkeleri:

 

1-Yöntemimi belirlerken, beni rahatsız etmemeleri için kimseyle çatışmamam gerekiyor. Onların kurallarına uyarak çalışacağım.

2-Bir kere karar verdimi bir daha şüphe etmeyeceğim. Elimden geldiğince davranışlarımda kararlı ve sebatlı olacağım.

3-Her zaman talihimden çok kendimi yenmeye, dünyanın düzeninden çok kendimi değiştirmeye ve kendimi tamamıyla gücümüz dahilinde olan tek şeyin düşüncemiz olduğu fikrine inandırmak.

Kendimi aşırı isteklerden, duygulardan arındırmalıyım. Bu 3 ilke kendini eğitmek amacına yönelik.

 

Ahlak ilkesi:

 Akılllıca hareket etmek, erdemli olmayı, tüm iyi şeyleri elde etmeyi de beraberinde getirir.

 ‘‘Ben skeptikler gibi,  şüphe etmek için şüphe etmiyorum. Ben, dayanacağım sağlam bir nokta bulabileceğime inanıyorum, onlar inanmıyor.

 Şüpheli bulduğum her şeyi reddeceğim.

 Ben tüm özü ve doğası düşünmek olan ve varolması bir yere ve maddi bir şeye bağlı olmayan bir tözüm. Öyleki bu ‘ben’ yani kendisi ne ise o olduğum ‘ruh’ benden tamamıyla farklı bir şeydir.

 ‘Düşünüyorum o halde varım’ önermesine açık-seçik olduğu için inanıyorum (açık-seçikliği doğruluğun ölçütü kabul ediyor).’’

 Tanrı kanıtı:

‘Tanrı en yetkin varlıktır. Dış dünyada böyle bir tanım var mı? Yok, öyleyse bu tanımı nerden ediniyorum? Olsa olsa bu tanımı tanrı, benim bilincime koyar ve ben bu bilgiyi doğuştan getiririm.’

 Ontolojik tanrı kanıtı:

 ‘Tanrı en yetkin varlıktır. Biz tanrının varolmadığını düşünürsek, tanrının niteliğinden bir şey eksik oluyor. Onun varolmadığını söylemek onun niteliklerinden birinin eksik olduğunu söylemiş oluruz ki; bu da onun tanımıyla çelişir. Tanrı en yetkin değildir, olur. Bu ise imkansızdır. O halde tanrı vardır.

 Tanrının kendisine nitelik olarak baktığından ontolojik kanıt diyor.

 Dış dünyanın varlığını nasıl bilebilirim?

 Tanrı varsa dış dünya da vardır. Tanrı en yetkin varlıktır. Duyularım beni aldatsa da tanrı beni aldatmaz. Neden aldatsın ki..diyor. O halde dış dünyanın varlığı gerçektir.

 Descartes’a Göre İdeler İki Çeşittir:

1-Dışardan gelen ideler; bunlar duyularla elde edilmeleri nedeniyle açık-seçik olmayan bulanık ve şüphe edilebilir idelerdir. Her türlü cisimsel olan şeylerin kavramı, dışarıdan gelen idelerdir.

2-Doğuştan gelen ideler; bu ideler sonradan kazanılmayan doğuştan getirilen ve açık-seçik olan şüphe edilemeyen hakiki idelerdir. Tanrı idesi ve matematiğin ideleri, doğuştan getirilen idelerdir.

 

 

Descartes’a göre 3 töz vardır:

 

Töz; bir şeyi bütün niteliklerinden soyutladığımızda geriye kalan şeydir.

 Varolmak için kendinden başka, hiçbir şeyin varlığına ihtiyaç duymayan (substans), kendi başına varolan.

a)Sonsuz töz; 1. Töz, Tanrı (kendi başına varolan, en yetkin)

b)Sonlu töz;   2. Töz, Ruh (Ruhsal dünya)

                     3.  Töz, Cisim (cisimsel dünya)

 

 Ruhsal dünyanın en önemli özelliği; düşünme, bilinç. Cisimsel dünyanın ki ise yer kaplamak. Ruh; yer kaplamaz, cisimde düşünmez. Cismin hareket etmesi, kapladığı yeri değiştirmesidir.

 Descartes’a göre ruhsal dünya ile cisimsel dünya tamamen birbirinden ayrıdır. (Oysa insan gerçekliği var;  bilincim istiyor ve kolumu kaldırıyorum)

 Descartes’a göre ruhsal dünya ile cisimsel dünya arasındaki köprü; benim kozalak bezim Plans Pneolis ikisinin ilişki kurduğu yerdir, diyor. (Bu çözüm değil, çünkü; kozalak bezi de yer kaplıyor)

 

 DESCARTES’İN DOĞA ANLAYIŞI:

 

 Doğa anlayışında Galile ve Kopernik’in evren düşüncelerinden etkilenmiştir.  O göre her şeyin bir nedeni  olduğu düşüncesi, doğuştan bir idedir.

 İtici güç (dünyanın dönmesi) olsa olsa tanrıdandır ama bir amacı yoktur, yani doğada erek yoktur.

 

 ‘FELSEFENİN  İLKELERİ’ ADLI ESERİNDEN:

      Bugüne kadar filozof gözüyle bakınca hiçbir şey yapmamışlar. Yaptıkları boş ve yararsız şeyler. Ben de bu yüzden yöntem arıyorum. Yapamayışları; yöntemsizlikten,  yöntemleri farklı olduğundan. Felsefe, bize gevezeliği, cahilleri kolay kandırmayı sağlar hale gelmiş. Her şey tartışmaya açık olmadığı gibi şüphelide, felsefe de bunun içinde. Felsefe sağlam değil ki; ilkelerini felsefeden türeten bilimler sağlam olsun.

  Ben sistemimi bütünüyle kendim kuracağım. Kendi arayıp bulduklarımızla, kafamıza sokulanlar arasında büyük fark vardır. Çoğunluk doğruluğu benimsemez.

Descartes’e göre sağduyu, dünyada en eşit dağıtılmış şeydir. Tanrı bunu herkese eşit paylaştırmıştır. Herkes kendini akıllı sanır ve herkes kendinden memnundur. Sağduyunun en eşit dağıtılmış şey olmasına rağmen herkes her konuda tersi görüşler öne sürüyor. Birinin ‘a’ dediğine diğeri ‘b’ diyor. Felsefeye baktığımızda hep gevezelik ve boş laflarla dolmuş.

 Descartes’e göre tüm bunlar, sağduyunun eşit dağıtılmadığından değil; yöntemsizlikten, hepsinin yönteminin farklı olmasından.

 Descartes’in önerdiği metod, matematiksel düşünme metodu. Sadece bu metot kullanılırsa tüm çelişkiler ortadan kalkar.

        (Sağduyu; iyi hüküm vermek, doğruyu yanlıştan ayırdetme gücü.)

 

   Descartes’ın Özelliği ve Etkileri (Rasyonalizm, yöntem, töz) :

 

1-‘Cogito ergo sum’; Descartes’in akılcılığı rasyonalist felsefenin temelinde bir bilinç tasarımı olan ‘cogito’yu kullanılışından kaynaklanır.

2-Maematiksel yöntemi; 17.yy felsefesini etkileyen bir yöntemdir.

3-Dualizm (ruh ile cisim arasındaki ikicilik); anlayışı kendinden sonrakilere problem olacaktır.

 

SKOLASTİK FELSEFE

Çarşamba, Haziran 3rd, 2009

                  

 

Skolastik, ‘okul bilimi’ anlamındadır. Zira bu dönemin anlayışı, felsefeyi; gerçeği aramak yerine, okullarda öğretilen bir takım belli bilgi ve malumatlardan ibaret kabul etmiştir. Bu felsefe, hristiyan mektebinin felsefesidir. Çünkü; bu felsefe, ortaçağda din adamlarını yetiştiren manastır ve katedrallerde geliştirilmiştir.

 Felsefe tarihinde çok uzun bir dönemi kapsayan bu dönem 3 devreye ayrılır:

1-    Erken skolastik  (yaklaşık 800- 1200)

2-    Yüksek skolastik ( 1200 – 1300 )

3-    Geç skolastik ( yaklaşık 1300 – 1500 )

 

                    ERKEN SKOLASTİK

 

ANSELMUS ( 1033 -1109 ):

 

Hakikat Üzerine’ adlı eserinden:

-Hakikatin başının ve sonunun olmayışı-

 

 Tanrının hakikat olduğuna inandığımıza, başka birçok şeyde hakikat olduğuna göre, hakikatden sözederken, tanrının hakikat olup olmadığını söylemek zorundayız.

 Hakikat olmaksızın gerçek olmazsa, hakikatin bir başının ve sonunun olduğunu düşünmek imkansızdır.

 Hakikat olmaksızın, gerçek varolamaz. O halde hakikat başlamadan önce vardır ve sona erdikten sonra da olacaktır. O halde hakikati, bir başlangıç ve son ile sınırlayamayız.

 

  ‘Anlamın ve İfadenin iki hakikati üzerine:

 

 Önce ‘ifade’ de hakikatin ne olduğunu arayalım. Çünkü; sık sık ifadeye doğru ya da yanlış deriz.Bir ifade ne zaman doğrudur? İfade ettiği şey evetlendiğinde ya da değillendiğinde doğrudur. Varolmayan şeyin varolmadığını değillediği zaman da ifade ettiği şeyin doğru olduğunu söylüyoruz.

 Hakikat; tanrı (başlangıcı ve sonu olmayan)

 Gerçek; şeyler.

İfade edilen şey, ifadenin hakikati midir? Hayır, çünkü; hakikatten şey olmanın dışında, hiçbir şey hakiki değildir. Ve bu şekilde doğrunun hakikati, bizzat doğrunun içindedir. Oysa ifade edilen şey, doğru ifadenin içinde değildir. Bu nedenle onun hakikatinden değil, onun hakikatinin nedeninden sözedilmesi gerekir. Bu nedenle bana göre, ifadenin hakikati söylenen içinde aranmalıdır.

 O halde aradığın şey, bizzat söylenen anlam ya da ifadenin tanımında bulunan şeylerin biri olmasın?

 Sanmam niçin? Çünkü; eğer böyle olsaydı, ifade her zaman doğru olurdu. İfadenin tanımındaki şeylerin tümü, ifade ettiği şey varolduğu zaman hem de olmadığı zaman aynı kalırdı.

 Nitekim söylenen ve anlam aynıdır. Ve ötekiler benzer şekildedir. O halde sence  oradaki hakikat nedir? İfadedeki varolan bir şeyin varolduğunu anlattığı zaman. Hakikatin onun için değil, doğru ve hakiki olduğu dışında başka bir şey bilmiyorum. Peki evetleme niçin yapılmıştır? Varolan şeyin, varolduğunu anlatmak için. O halde buna zorunludur. Anlatmak zorunda olduğu şeyi anlattığı zaman doğru bir şekildedir. Öyle doğru bir şekilde anlattığı zamanda anlam doğrudur.İfade varolan şeyin, varolduğunu anlattığı zaman, ifadenin anlamı doğru oluyor hem de hakikidir. İfade için doğru ve hakiki olmak aynı oluyor bu da varolan şeyin varolduğunu anlatmaktır. Bu nedenle hakikat, doğruluktan başka bir şey değildir. Aynı şekilde ifade, varolmayan şeyin varolmadığını anlattığı zaman da doğru ve hakikidir.

 Akıl yürüterek varolduğunu sandığımız şey, varolduğu zaman düşünce doğru, varolmadığı zaman yanlıştır. Düşüncenin doğru olduğunu söylemek, hakikat olduğunu söylemenin ta kendisidir. Varolan şeyin varolduğunu düşünen, düşünmek zorunda olduğu şeyi düşünür ve bu şekildeki düşünce doğrudur.’

 

 Eylem hakikati:

 Doğru davranmak hakikati eylemektir. Yapıp etmelerimizde, doğruyu, iyiyi, hakikati yapmak. Yapmak zorunda olduğu eylemi yapan doğru.

 

Anselmus’ta tanrı ispatları:

 

 Ontolojik tanrı ispatı; Tanrı tanımı gereği en yetkin varlıktır. Onun varolmadığını düşünmek tanımıyla çelişmektedir. O halde, tanrı vardır.

 

 Kozmolojik tanrı ispatı; her şeyin bir nedeni varsa nedeni kendinden olan ve her şeyin nedeni olan zorunlu bir ilk nedeni de kabul etmek zorundayız. Bu da tanrıdır.

 

 Fiziko-teolojik tanrı ispatı; evrende amaca uygun bir uyumluluk, muhteşem bir düzen var. Bu düzeni de ancak tanrısal bir algı yapabilir.

 

YÜKSEK SKOLASTİK( 1200- 1300):

 

Aristoculuğun İslam filozoflarından yapılan tercümeler yoluyla hristiyan dünyada tanındığı bu dönemin iki büyük temsilci filozofu; Albertus Magnus ve Aqinolu Thomas’tır. Thomas yalnız yükseliş döneminin değil, bütün skolastik dönemin en büyük düşünürüdür.

 

 AQİNOLU THOMAS (1225-1274):

 

-‘Varlık ve Öz üzerine’ eserinden-

Ayrı substanslar/ varlıklar ne şekilde vardır?

Farklı substanslar; ruh, akıllı varlıklar ve ilk neden.

 

Maddeden bağımsız  / İlk neden        / Yalın varlıklar

Olarak sadece form             â

Ve varoluştur.           / Akıllı varlıklar/  Form + Varoluş

                                          â

                                / Ruh               /  maddesiz varoluş

                                          â 

                                / Madde           /

 

 

 

 Madde, akıllılığı engelleyen zararlı bir şey. Madde formun karşısında değerden düşmüştür. İnsan ruhunda ya da akıllı bir yapıda hiçbir şekilde madde ve form bileşimi yoktur.

 Bir substansın varoluşu form ve maddeyi içermektedir. Yani bir bileşiktir. Buna karşılık yakın bir substansın varoluşu sadece formdur. Bileşiğinki ise, maddedir.

 Yalın olanlar bütün olarak tek tek vardırlar. Ne türleri ne de cinsleri sözkonusudur.

 

                        SUBSTANS

     â                                   â

Bileşik                                Yalın

Madde                               Akıllı varlıklar

                                           â                   

                                         Ruh

                                         Tek tek vardır

                                     Sadece formdurlar.

 

 İlk Neden                         

  âá           

 

Akıllı varlıklar    Yukarı doğru çıkıldıkça gerçeklikler

                                            artıyor,                    

  âá                  buna karşılık potensleri azalıyor.

                                            azalıyor.

  Ruh                 Aşağı doğru inildikçe gerçeklikleri

                                            azalıyor,

  âá                  buna karşılık potensleri

                                            artıyor.

Madde                                 

 

 

   İlk neden saf edimdir. Ruh da, akıllı varlıklar da edimini ilk nedenden alıyor. Akıllı varlıkların edimi ruha oranla daha fazla çünkü, ilk nedene daha yakın. Akıllı insan, akıllılığını, akıllı varlıklar doğasından aldığından akıllı insandır.

 İlk neden, her şeyin nedeni, kendisi nedensizdir. Bu nedenle potensten sözedilemez.

   Yukarıya çıkıldıkça gerçekliklerin artması nedir? Thomas’a göre gerçek olanlar, hem  zaman-mekan içinde olanlar hem de olmayanlardır. Tanrı, en gerçek varlık çünkü; zaman ve mekanın dışındadır. O gerçeklik ki, daima kaıcıdır.

 Bir takım şeylere dokunamayız, göremeyiz ama vardır; tanrı gibi.

 Thomas’a göre en gerçek tanrıdır. Peki bunun bilgisini nasıl ediniyoruz? Bunun bilgisini ancak değilleyici yüklemlerle bilebiliriz. Ne olduğunu değil, ne olmadığını söyleyerek bilgisine ulaşabiliriz.