Posts Tagged ‘Dört incil’

İSMET ÖZEL / HAKAN ALBAYRAK / ŞEFİK DENİZ

Perşembe, Şubat 18th, 2010

  

İSMET ÖZEL:

 Dirgenler, bakraçlar, tornavidalar

Bende kül, bende kanat, bende gizem bırakmadılar

bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya
taşımamı yasaklayan belgeyi imzaladım
burada bitti artık işim, ocağım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

      …

– Hiçbir şey söylemeyen sözlere ulaşmak için

          her şeyin söylenmesi gerekti…

– Konuşmayı öğrendiğim andan itibaren susmam söylendi bana.

 PROPOGANDA

 Köleler gördüm, karavaşlar
hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı
artık kelimeleri kalmamış fiyatları sormaktan
saçları taranılmaktan usanmışlar
sinemalarda saklanıyor kışın
yaz olunca denizin yalayışlarına
kaldırımlarda demokrat
otobüslerde dindar
geceyi
saatlerine bakarak anlıyorlar
ve sabah
gökyüzünün karnını gerdiği zaman
dağların kokusundan fabrikalar
acıkınca
Köleler!
gözleri camekânlarda.
Silâhlar gördüm
namlusu akla çevrilmiş sahra topları
mürekkebin utandığını gördüm basılı kâğıtlarda
tetiğe basan parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi:
Çare yok, radyoları kapatsam
çare yok, secde etsem anılarıma
bu bozulmuş yeminlerin bayrakları altında
olacak şey mi duymak portakal bahçelerini
mermiler araya girmeden anlayabilir miyiz artık
hangi kızlar hangi serin yerlerimize değdi:
Sanırdık saçlarımız kumrularla kaplanır
bir çocuk, İşte ırmak! diyerek haykırınca
o zaman belki çocuklar zabıtalardan daha çoktu
belki biz daha çok ağlardık bir aşk pıhtılanınca:
Gördüm
gözlerinde zindanlarla bana baktıklarını
düşündüm yaslanarak şehrin kasıklarına
düşündüm kafa kemiklerimi eritinceye kadar
nedir bu kölelerin olanca silâhları
silahların köleleri olmaktan başka.
Bıkmadım
koyu renkler kullanıyorum hayatımda
koyu mavi, acıyı anlatırken
sessizce öperken, koyu beyaz
ve saçlarım hakaretlerle okşanırken
koyu bir itiraf sarıyor beni.
susmak elbette zehirlidir
ve rahatlık getirir yazıklanmak da.
Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!
Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!
gelin ve boğdurun bu köleleri.

 Cellâdıma Gülümserken

Çektirdiğim Resmin Arkasındaki Satırlar

Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında.
Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
ben yaşarken koptu tufan
ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kâinat
her şeyi gördüm içim rahat
gök yarıldı, çamura can verildi
linç edilmem için artık bütün deliller elde
kazandım nefretini fahişelerin
lanet ediyor bana bakireler de.
Sözlerim var köprüleri geçirmez
kimseyi ateşten korumaz kelimelerim
kılıçsızım, saygım kalmadı buğday saplarına
uçtum ama uçuşum
radarlarla izlendi
gayret ettim ve sövdüm
bu da geçti polis kayıtlarına.

Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar
ruhumun peşindedir zaptiyeler ve maliye
kara ruhlu der bana görevini aksatmayan kim varsa
laboratuvarda çalışanlara sorarsanız
ruhum sahte
evi Nepal`de kalmış
Slovakyalı salyangozdur ruhum
sınıfları doğrudan geçip
gerçekleri gören gençlerin gözünde.

Acaba kim bilen doğrusunu? Hatta ben
kıyı bucak kaçıran ben ruhumu
sanki ne anlıyorum?
Ola ki
şeytana satacak kadar bile bende ondan yok.
Telaş içinde kendime bir devlet sırrı beğeniyorum
çünkü bu, ruhum olmasa da saklanacak bir şeydir
devlet sırrıyla birlikte insanın
sinematografik bir hayatı olabilir
o kibar çevrelerden gizli batakhanelere
yolculuklar, lokantalar, kır gezmeleri
ve sonunda estetik bir
idam belki!
Evet, evet ruhu olmak
bütün bunları sağlayamaz insana.
Doğruysa bu yargı
bu sonuç
bu çıkarsama
neden peki her şeyi bulandırıyor
ertelenen bir konferans
geç kalkan bir otobüs?
Milli şefin treni niçin beyaz?
Ruslar neden yürüyorlar Berlin`e?
Ne saçma! Ne budalaca!
Dört İncil`den Yuhanna`yı
tercih edişim niye?
Ben oysa
herkes gibi
herkesin ortasında
burada, bu istasyonda, bu siyah
paltolu casusun eşliğinde
en okunaklı çehremle bekliyorum
oyundan çıkmıyorum
korkuyorum sıram geçer
biletim yanar diye
önümde bir yığın açalya
bir sürü çarkıfelek
gergin çenekli cesetleriyle
önümde binlerce çiçek
korkuyorum sıra sende
sen de başla ve bitir diyecek.
Yo, hayır
yapamaz bunu, yapmasın bana dünya
söyleyin
aynada iskeletini
görmeye kadar varan kaç
kaç kişi var şunun şurasında?

Gelin
bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar!
Bana kötü
bana terkettiğiniz düşünceleri verin
o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız
ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar
onları verin, yakınmalarınızı
artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar
ben aştım onları dediğiniz ne varsa
bunda üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar
boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz
içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı
verin bana
verin taammüden işlediğiniz suçları da.
Bedelinde biliyorum size çek
yazmam yakışık almaz
bunca kaybolmuş talan
parayla ölçülür mü ya?

Bakın ben, birçok tuhaf
marifetimin yanı sıra
ilginç ödeme yolları bulabilen biriyim
üstüme yoktur ödeme hususunda
sözün gelişi
üyesi olduğunuz dernek toplantısında
bir söyleve ne dersiniz?
Bir söylev: Büyük İnsanlık İdeali hakkında!
Yahut adınıza bir çekiliş düzenleyebilirim
kazanana vertigolar, nostaljiler
karasevdalar çıkar.
Yapılsın adil pazarlık
yapılsın yapılacaksa
işte koydum işlemeyi düşündüğüm suçları
sizin geçmiş hatalarınız karşısına.
Ne yapsam
döl saçan her rüzgarın
vebası bende kalacak
varsın bende biriksin
durgun suyun sayhası
yumuşatmayı bilen ateş
öğüt sahibi toprak
nasıl olsa geri verecek
benim kılıcımı.

(1984)

——————-

HAKAN ALBAYRAK :

– Kalmak katlanmaktır, kabuslar ortasında gülümsemek ve iyiyim demek.

– Önemli olan hayatı uzatmak değil, derinleştirmektir.

    PETERSBURG’DA BİR GECE

                                           Ahmet Ağı’ya

 yağmurlu gece nötralize ediyor

 bunun altını kendimi yormadan çiziyorum

 şimdi diyorum ölsem mölsem de olur

 ama trajediyi çağrıştıracak

 hiçbir şey duymuyorum içimde

 nehir akıyor

 ben gelmiş gidiyorum

 geldiğimiz yerden döndüğümüz yere

 ve her şeyi anlamış biri olarak

 ülser olma huyumdan vazgeçiyorum

 nasılsa öylece kabul ediyorum olanı

 cennetten kovuldum

 buradayım

 ve ne kadar çırpınsam boş

 1991

      ————————–   

      ŞEFİK DENİZ :

     

                    DÖNER BELKİ İSA           

        

                 Ahmet Ağı’ya

 Bir geceydi bosforus öpüşüyordu martılarla

Belki dedik bir gül kokusu sıçrar üzerimize

Bekledik bir hisar gibi yıllarca

Belki dedik bu yağmur sahici değildir

Belki şarap saklar geceyi sevgilinin dudaklarından

 

Sen bir mermi kadar sabırsızdın o vakitler

Tuttum kolundan geceyi bak dedim Ahmet

Bunlar martılar bak kanatları ıslak

O vakitler

Başımızda binlerce yağmur serinliği

Bir damlayla açılırdık

Hesapsız soluklarına yaseminlerin

Itır dahi olsun solardı bizden

 

Bak dedim Ahmet

Gecenin bunca serin ıslığı

Çalkalanıyor kalbimin ağrıyan tarafından

Sakın dedim söyleme şarkımızı

Kızlar ölür yoksa

Bir ihtilal dayanır bosforusun yanaklarına

Bırak dedim minareler tutsun tan vaktini

Bak dedim bu martılar ıslak

Bak dedim boğaziçine

Bunca gemiyi aktarıyor koynundan

Haliç çocukluğumu çalıyor uykumdan

 

Yıkma dedim Ahmet Üsküdar’ı

Bırak istavrit kokularını orospuların öfkesine

Söyleme dedim şarkımızı İstanbul kırılır Ahmet

Kırılır göğün beklemekten tunçlaşmış ağrısı

Dinlemedin Ahmet yürüdün gittin

Sirkeci’yi sallamaya

Yürüdün gerilmiş silahlar gibi bosforusu inletmeye

Sakın dedim Ahmet gece vakti

Yoksa çocuklar yakar bu gemiyi

Yürüdün gittin böğründe binlerce dinamit kucakladın İstanbul’u

 

Ben duydum Ahmet odalardan kanıyordu İstanbul

Ben Beyoğlu’nu ölçtüm biçtim kokladım

Galata’ya çıktım martıların üstüne

Kasıklarını dinledim bosforusun

Şarap mıydı kan mıydı taa Sarıyer’den akıyordu

Kulaklarına eğildim fısıldadım

İstanbul muydu sevgili mi orospu muydu

 

Ben öptüm Ahmet

Dinlemedin bir namlu gibi doğrulttun kendini

Avuçlarına dağılmış barut kokusu

Bırak dedim Ahmet söyleme şarkımızı

Serilir yoksa saçlarına

Saçların zencefil kokuyor Ahmet

 

Bak dedim Ahmet

Bütün martıların kanatları ıslak burada

Bu yağmurlar tutmaz bizim şarkımızı

Söyleme dedim öpülmemiş kızlar kadar uzak

Dur dedim utandırma İstanbul’u

Bak dedim ne kadar uzak manastırların gölgesi

Bak dedim…

Belki İsa..

***

**

AN(A)KARA

Dünyası küçük

kaygıları büyük bir babanın oğluydu

annesi karyola demirlerine bağladığında

henüz bir yaşındaydı

üç yaşında donsuz

dört yaşında kısa don giymekten çok utandı

Babasıyla tek coşkusu beş yaşında oldu

Ve bir daha hiç oynamadı

*

Altısında okumayı

Yedisinde yalnızlığı

sekizinde tütün içmesini

dokuzunda zar atmasını öğrendi

*

on yaşında çırak

onbirinde ilk mektep mezun

onikisinde tek arkadaşı “B”ydi

onüçünde zekasını farketti

ondördünde dosyasına “sakıncalı” yazanlara çok kızdı.

*

onbeşinde babasından

onaltısında dünyadan koptuğunda

geri döneceğini hiç düşünmemişti

onsekiz bunalımmm

Ondokuz yaşanmadı…

Yirmisinde “V” ile tanıştı

Anlamak için uykusuz kalmayı öğrendi

*

Yer sarsıldı, yıldızlar uçuştu

kendini bulmaya devam etti

Yirmibir son mektep mezun

Yirmikisinde askere gitti, hasta bile olmadı

Yirmiüçte ortada kaldı

Yirmidörtte memuriyete teslim oldu

Yirmibeş büyük deprem

Önce metafizik bitti sonrası fırtına

*

zamanla duruldu

buz gibi bir yalnızlıkta

artık her şey olduğu gibiydi

sessizliğin içinde öfke duymayabilir

hatta babası için ağlayabilirdi

belki bir kız arkadaşı da olurdu

ama “ne yaşamaktan ne de ihtihar etmekten vazgeçmeyen” bu adam

hiç gerek yokken bir ikindi vakti

sustu ve oracıkta kalakaldı.

AHMET AĞI – 1990