Posts Tagged ‘Polis’

İSMET ÖZEL / HAKAN ALBAYRAK / ŞEFİK DENİZ

Perşembe, Şubat 18th, 2010

  

İSMET ÖZEL:

 Dirgenler, bakraçlar, tornavidalar

Bende kül, bende kanat, bende gizem bırakmadılar

bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya
taşımamı yasaklayan belgeyi imzaladım
burada bitti artık işim, ocağım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

      …

– Hiçbir şey söylemeyen sözlere ulaşmak için

          her şeyin söylenmesi gerekti…

– Konuşmayı öğrendiğim andan itibaren susmam söylendi bana.

 PROPOGANDA

 Köleler gördüm, karavaşlar
hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı
artık kelimeleri kalmamış fiyatları sormaktan
saçları taranılmaktan usanmışlar
sinemalarda saklanıyor kışın
yaz olunca denizin yalayışlarına
kaldırımlarda demokrat
otobüslerde dindar
geceyi
saatlerine bakarak anlıyorlar
ve sabah
gökyüzünün karnını gerdiği zaman
dağların kokusundan fabrikalar
acıkınca
Köleler!
gözleri camekânlarda.
Silâhlar gördüm
namlusu akla çevrilmiş sahra topları
mürekkebin utandığını gördüm basılı kâğıtlarda
tetiğe basan parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi:
Çare yok, radyoları kapatsam
çare yok, secde etsem anılarıma
bu bozulmuş yeminlerin bayrakları altında
olacak şey mi duymak portakal bahçelerini
mermiler araya girmeden anlayabilir miyiz artık
hangi kızlar hangi serin yerlerimize değdi:
Sanırdık saçlarımız kumrularla kaplanır
bir çocuk, İşte ırmak! diyerek haykırınca
o zaman belki çocuklar zabıtalardan daha çoktu
belki biz daha çok ağlardık bir aşk pıhtılanınca:
Gördüm
gözlerinde zindanlarla bana baktıklarını
düşündüm yaslanarak şehrin kasıklarına
düşündüm kafa kemiklerimi eritinceye kadar
nedir bu kölelerin olanca silâhları
silahların köleleri olmaktan başka.
Bıkmadım
koyu renkler kullanıyorum hayatımda
koyu mavi, acıyı anlatırken
sessizce öperken, koyu beyaz
ve saçlarım hakaretlerle okşanırken
koyu bir itiraf sarıyor beni.
susmak elbette zehirlidir
ve rahatlık getirir yazıklanmak da.
Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!
Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!
gelin ve boğdurun bu köleleri.

 Cellâdıma Gülümserken

Çektirdiğim Resmin Arkasındaki Satırlar

Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında.
Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
ben yaşarken koptu tufan
ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kâinat
her şeyi gördüm içim rahat
gök yarıldı, çamura can verildi
linç edilmem için artık bütün deliller elde
kazandım nefretini fahişelerin
lanet ediyor bana bakireler de.
Sözlerim var köprüleri geçirmez
kimseyi ateşten korumaz kelimelerim
kılıçsızım, saygım kalmadı buğday saplarına
uçtum ama uçuşum
radarlarla izlendi
gayret ettim ve sövdüm
bu da geçti polis kayıtlarına.

Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar
ruhumun peşindedir zaptiyeler ve maliye
kara ruhlu der bana görevini aksatmayan kim varsa
laboratuvarda çalışanlara sorarsanız
ruhum sahte
evi Nepal`de kalmış
Slovakyalı salyangozdur ruhum
sınıfları doğrudan geçip
gerçekleri gören gençlerin gözünde.

Acaba kim bilen doğrusunu? Hatta ben
kıyı bucak kaçıran ben ruhumu
sanki ne anlıyorum?
Ola ki
şeytana satacak kadar bile bende ondan yok.
Telaş içinde kendime bir devlet sırrı beğeniyorum
çünkü bu, ruhum olmasa da saklanacak bir şeydir
devlet sırrıyla birlikte insanın
sinematografik bir hayatı olabilir
o kibar çevrelerden gizli batakhanelere
yolculuklar, lokantalar, kır gezmeleri
ve sonunda estetik bir
idam belki!
Evet, evet ruhu olmak
bütün bunları sağlayamaz insana.
Doğruysa bu yargı
bu sonuç
bu çıkarsama
neden peki her şeyi bulandırıyor
ertelenen bir konferans
geç kalkan bir otobüs?
Milli şefin treni niçin beyaz?
Ruslar neden yürüyorlar Berlin`e?
Ne saçma! Ne budalaca!
Dört İncil`den Yuhanna`yı
tercih edişim niye?
Ben oysa
herkes gibi
herkesin ortasında
burada, bu istasyonda, bu siyah
paltolu casusun eşliğinde
en okunaklı çehremle bekliyorum
oyundan çıkmıyorum
korkuyorum sıram geçer
biletim yanar diye
önümde bir yığın açalya
bir sürü çarkıfelek
gergin çenekli cesetleriyle
önümde binlerce çiçek
korkuyorum sıra sende
sen de başla ve bitir diyecek.
Yo, hayır
yapamaz bunu, yapmasın bana dünya
söyleyin
aynada iskeletini
görmeye kadar varan kaç
kaç kişi var şunun şurasında?

Gelin
bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar!
Bana kötü
bana terkettiğiniz düşünceleri verin
o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız
ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar
onları verin, yakınmalarınızı
artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar
ben aştım onları dediğiniz ne varsa
bunda üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar
boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz
içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı
verin bana
verin taammüden işlediğiniz suçları da.
Bedelinde biliyorum size çek
yazmam yakışık almaz
bunca kaybolmuş talan
parayla ölçülür mü ya?

Bakın ben, birçok tuhaf
marifetimin yanı sıra
ilginç ödeme yolları bulabilen biriyim
üstüme yoktur ödeme hususunda
sözün gelişi
üyesi olduğunuz dernek toplantısında
bir söyleve ne dersiniz?
Bir söylev: Büyük İnsanlık İdeali hakkında!
Yahut adınıza bir çekiliş düzenleyebilirim
kazanana vertigolar, nostaljiler
karasevdalar çıkar.
Yapılsın adil pazarlık
yapılsın yapılacaksa
işte koydum işlemeyi düşündüğüm suçları
sizin geçmiş hatalarınız karşısına.
Ne yapsam
döl saçan her rüzgarın
vebası bende kalacak
varsın bende biriksin
durgun suyun sayhası
yumuşatmayı bilen ateş
öğüt sahibi toprak
nasıl olsa geri verecek
benim kılıcımı.

(1984)

——————-

HAKAN ALBAYRAK :

– Kalmak katlanmaktır, kabuslar ortasında gülümsemek ve iyiyim demek.

– Önemli olan hayatı uzatmak değil, derinleştirmektir.

    PETERSBURG’DA BİR GECE

                                           Ahmet Ağı’ya

 yağmurlu gece nötralize ediyor

 bunun altını kendimi yormadan çiziyorum

 şimdi diyorum ölsem mölsem de olur

 ama trajediyi çağrıştıracak

 hiçbir şey duymuyorum içimde

 nehir akıyor

 ben gelmiş gidiyorum

 geldiğimiz yerden döndüğümüz yere

 ve her şeyi anlamış biri olarak

 ülser olma huyumdan vazgeçiyorum

 nasılsa öylece kabul ediyorum olanı

 cennetten kovuldum

 buradayım

 ve ne kadar çırpınsam boş

 1991

      ————————–   

      ŞEFİK DENİZ :

     

                    DÖNER BELKİ İSA           

        

                 Ahmet Ağı’ya

 Bir geceydi bosforus öpüşüyordu martılarla

Belki dedik bir gül kokusu sıçrar üzerimize

Bekledik bir hisar gibi yıllarca

Belki dedik bu yağmur sahici değildir

Belki şarap saklar geceyi sevgilinin dudaklarından

 

Sen bir mermi kadar sabırsızdın o vakitler

Tuttum kolundan geceyi bak dedim Ahmet

Bunlar martılar bak kanatları ıslak

O vakitler

Başımızda binlerce yağmur serinliği

Bir damlayla açılırdık

Hesapsız soluklarına yaseminlerin

Itır dahi olsun solardı bizden

 

Bak dedim Ahmet

Gecenin bunca serin ıslığı

Çalkalanıyor kalbimin ağrıyan tarafından

Sakın dedim söyleme şarkımızı

Kızlar ölür yoksa

Bir ihtilal dayanır bosforusun yanaklarına

Bırak dedim minareler tutsun tan vaktini

Bak dedim bu martılar ıslak

Bak dedim boğaziçine

Bunca gemiyi aktarıyor koynundan

Haliç çocukluğumu çalıyor uykumdan

 

Yıkma dedim Ahmet Üsküdar’ı

Bırak istavrit kokularını orospuların öfkesine

Söyleme dedim şarkımızı İstanbul kırılır Ahmet

Kırılır göğün beklemekten tunçlaşmış ağrısı

Dinlemedin Ahmet yürüdün gittin

Sirkeci’yi sallamaya

Yürüdün gerilmiş silahlar gibi bosforusu inletmeye

Sakın dedim Ahmet gece vakti

Yoksa çocuklar yakar bu gemiyi

Yürüdün gittin böğründe binlerce dinamit kucakladın İstanbul’u

 

Ben duydum Ahmet odalardan kanıyordu İstanbul

Ben Beyoğlu’nu ölçtüm biçtim kokladım

Galata’ya çıktım martıların üstüne

Kasıklarını dinledim bosforusun

Şarap mıydı kan mıydı taa Sarıyer’den akıyordu

Kulaklarına eğildim fısıldadım

İstanbul muydu sevgili mi orospu muydu

 

Ben öptüm Ahmet

Dinlemedin bir namlu gibi doğrulttun kendini

Avuçlarına dağılmış barut kokusu

Bırak dedim Ahmet söyleme şarkımızı

Serilir yoksa saçlarına

Saçların zencefil kokuyor Ahmet

 

Bak dedim Ahmet

Bütün martıların kanatları ıslak burada

Bu yağmurlar tutmaz bizim şarkımızı

Söyleme dedim öpülmemiş kızlar kadar uzak

Dur dedim utandırma İstanbul’u

Bak dedim ne kadar uzak manastırların gölgesi

Bak dedim…

Belki İsa..

***

**

AN(A)KARA

Dünyası küçük

kaygıları büyük bir babanın oğluydu

annesi karyola demirlerine bağladığında

henüz bir yaşındaydı

üç yaşında donsuz

dört yaşında kısa don giymekten çok utandı

Babasıyla tek coşkusu beş yaşında oldu

Ve bir daha hiç oynamadı

*

Altısında okumayı

Yedisinde yalnızlığı

sekizinde tütün içmesini

dokuzunda zar atmasını öğrendi

*

on yaşında çırak

onbirinde ilk mektep mezun

onikisinde tek arkadaşı “B”ydi

onüçünde zekasını farketti

ondördünde dosyasına “sakıncalı” yazanlara çok kızdı.

*

onbeşinde babasından

onaltısında dünyadan koptuğunda

geri döneceğini hiç düşünmemişti

onsekiz bunalımmm

Ondokuz yaşanmadı…

Yirmisinde “V” ile tanıştı

Anlamak için uykusuz kalmayı öğrendi

*

Yer sarsıldı, yıldızlar uçuştu

kendini bulmaya devam etti

Yirmibir son mektep mezun

Yirmikisinde askere gitti, hasta bile olmadı

Yirmiüçte ortada kaldı

Yirmidörtte memuriyete teslim oldu

Yirmibeş büyük deprem

Önce metafizik bitti sonrası fırtına

*

zamanla duruldu

buz gibi bir yalnızlıkta

artık her şey olduğu gibiydi

sessizliğin içinde öfke duymayabilir

hatta babası için ağlayabilirdi

belki bir kız arkadaşı da olurdu

ama “ne yaşamaktan ne de ihtihar etmekten vazgeçmeyen” bu adam

hiç gerek yokken bir ikindi vakti

sustu ve oracıkta kalakaldı.

AHMET AĞI – 1990

    

F:TOPLUM FELSEFESİ

Çarşamba, Ağustos 12th, 2009

 

 Toplum felsefesinin objesi; sosyal realite, toplumsal gerçekliğin ele alınışı.

 Toplum idesi; toplum konusunda bugüne kadar söylenmiş her şey.

 

 Toplumsal gerçekliğin ele alınışı:

 1-Bilim, soyoloji; oplumsal gerçekliğin araştırılmasında toplum teoerileri kuruyor, modeller ortaya koyuyor.

 2-Felsefe:

   a)Tarih felsefesi

   b)’Toplum’ olgusu ve kavramı:

       * Bireyi konu edinen araştırmalar ve araştırmaların sorunları. ‘Başkasının varlığı’ sorunu buradadır.

       *Toplumsal ilişkiyi konu edinen araştırmalar ve bu araştırmaların sorunları:

Toplumsal ilişki nedir? Niteliği nedir? Dayandığı ilkeler nelerdir?

 

  Latincede toplumla ilgili üç sözcük var:

 

 1-Socius; birey olan ‘bir insan’. Bir insan başka birileriyle belirli bir tür ilişki kurduğunda ya da hazır ilişkilere girdiği zaman ‘birey’ oluyor.

 2-Societas; ‘toplum’. Bireylerin belirli tür ilişki içinde birlikte bulunma dumunun adıdır. Sosyal ilişkilerle ortaya çıkan durumdur.

 Toplumun öğeleri; a)birlikte bulunma, b)belirli tür ilişki içinde olma,

c)toplumsal ilişki, birlikte bılunma.

 3-Socialis; ‘toplumsal’. Societas cinsinden ona uygun olan. İnsanın varlığının özüne ilişkin bir sıfattır. İnsan, sosyal bir varlıktır. Sosyal durum içinde olan herkes ‘birey’ olur.

 

 Toplumsal ilişki, birey olmuş insanların kurduğu ilişkidir. Bir ilişkinin kurulma imkanı, iki birey olmasına bağlıdır. İnsan kendini hep belirli bir durum içinde bulur. Bu nedenle de belirli bir birey olur.

 Durumu bir ilişki belirleyebilir. Ayrıca, zaman-mekan değiştikçe bireylerin içinde bulundukları durum da değişir.

 İnsan her zaman bir durum içine doğar. Böylece de ister istemez birey olur ve ilşkiler kurar. Bu bir zorunluluktur. İnsan en azından ilişkiler kurma potansiyeline sahip veya bu ilişkilere girebiliyor, değiştirebiliyor. Bu yeteneğe sahip bir varlık.

 İnsanlar arasındaki ilişkilerin temelinde bir ya da birden fazla değerler vardır. Farklı ilişkiler, farklı değerleri belirler. Toplumsal bir ilişkinin, belirli bir toplumsal ilişki olmasını sağlayan, toplumsal ilişkiyi kuran, değerlere sahip olan bireylerdir.

 İnsanlar nasıl birlikte bulunuyorlar? Birliktelikteki toplumsal ilişki nasıl? Ve nasıl bir durum ortaya çıkıyor? İlişki nasıl kuruluyor?

 Toplum içi değerleri belirleyenler; örfler, adetler, yasalar…Değerler aynı zamanda ilkelerdir ama ilkeler  daha fazla insanların yer aldığı birlikte bulunma durumlarını belirleyen değerlerdir.

 Örnek; “Türkiye’de evlilik medeni kanuna göre yapılır”.

Medeni kanun yapılmasında ve ortaya konmasında ilkeler vardır. Birlikte bulunacaksın ama şöyle şöyle bulunacaksın diye yön gösterirler.

Birey bulunduğu durum içinde birçok ilişki kurma olanağına sahiptir.

 

 Toplumsal ilişkiler nelere göre kurulmalıdır? Birlikte bulunan kişiler, bu ilişkileri nasıl kurarlarsa mutlu olurlar?

 İşte toplum modellerinin, ütopyaların ortaya çıkmasındaki soru ve sorun budur.

 

   PLATON, ‘DEVLET’

   (Politeia; toplum modeli)

 

 “İnsanların birlikte yaşamalarının en son amacı; mutluluktur”.

 Toplumun oluşumunda ilke; ‘adalet’. İnsanlar arasında adalet sağlanacak ve mutlu olacaklar.

 Yiğitlik, ölçülülük, bilgelik; bu erdemleri bir arada görmemizi sağlayan, ‘adalet’. Erdemlerin erdemi olan adalet, her erdeme sinmiş durumda.

 

  Platon, insanları üç sınıfa ayırıyor:

 1-Besleyenler, 2-Koruyucular, 3-Yöneticiler.

 

 Erdemler:

 

Bigelik; doğru karar verme. Beslenme, koruma ve yönetme bilgisine sahip olma. Yöneticilerin baş erdemidir.

 

Yiğitlik; korkulacak ve korkulmayacak şeyler üstüne, kanunlara uygun olarak beslediğimiz inancın sarsılmazlığıdır. Yiğitlik bir çeşit koruma. Eğitim yoluyla kanunların verdiği inancı korumak. Doğru eylemde bulunup, bulunmadığını bilmek için kanunları bilmek gerek.

 Platon’da koruyucular sadece askerler değil, politeayı yani toplum düzenini koruyan herkes. Aydınlar, yöneticiler de bir yerde koruyuculardır. Dolayısıyla bu erdem de koruyucuların baş erdemidir.

 

 Ölçülülük; arzularımıza, isteklerimize vurduğumuz bir çeşit dizgindir. Toplum bakımından ise yuttaşlar arasında belirli bir uyumdur. Bu da besleyenlerin baş erdemidir.

 

 Adalet; bu uyumu yanına alarak üç sınıf insanı bilmektir. Adalet; herkesin kendi işine bakması, başkasının işine karışmamasıdır.

 

 Sınıf değiştirme imkanı her zaman vardır. Besleyenler sınıfında doğan bir çocuk, belirli bir eğitimden geçtikten sonra yöneticiler sınıfına geçebilir.

 

 Platon’un amacı; politeiada düşünülen birlik ve bütünlüğün korunması, bozulmaması. İşte mutluluk, bu bozulmama durumudur.

 

 Platon’a göre bozuk devlet şekilleri:

 1-Oligarşi, 2-Timokrasi, 3-Demokrasi, 4-Tiranlık.

 

 Bozuk olmayan devlet düzeni ise kendisinin kurmaya çalıştığı; ‘politeia’dır.

Bu devlet monarşiyle de, aristokrasiyle de yönetilebilir. Yeter ki, yönetenler yönetilenlere adil davransın.

 

 Platon, sahip olduğu değerler açısından da insanları üçe ayırıyor:

 1-Paraseverler, 2-Şerefseverler, 3-Bilgiseverler.

 

 Platon’un ‘Devlet’i yazmasının sebebi; Atina’nın ‘polis’ olmaktan çıkıp yavaş yavaş bozulmaya başlaması. İşte bu kitabı, bozulan düzeni yeniden kurmak için yazıyor.

 

 Platon’un devlete getirdiği iki önemli öge var:

 1-İnsan – toplum ilişkisi; toplumda düzen sağlanacaksa, önce insan düzeni sağlanacak. Yani ne insanı ne de toplumu değiştiremezsiniz.

 2-Adalet ilişkisi; kişi önce adaleti önce kendi ruhunda sağlayacak. Böylece akılla duygular birbirine karışmayacak, gerektiğinde nasıl davranılacağı bilinecektir.

 Her birey kendi içinde uyumlu olmalı ki, politeia uyumlu olsun.

 Platon, bireylere büyük bir sorumluluk yüklüyor.

 

 Platon, otaya bir toplum modeli koyuyor. Toplumda istenmeyen ilişkilerin, istenen ilişkiler olması için bir model ortaya koyuyor. Model tasarımlanıyor ve buna paralel olarak hep kuruluyor.

 

 Modeller işlevseldir. Düzenlemeye yöneliktir. Mevcut bir bozulmaya karşı modeller, bu durum şöyle şöyle düzeltilebilir diyerek, devamlı tasarlanıp, öneriler ileri sürülüyor ve onda sonra da uygulanıyorlar.

 

 Platon’un hareket noktası; belirli bir ilişkinin, yönetim ilişkilerinin bozulması. Buna karşı da bir model oluştururyor.

                                               ———-

Modeller toplumsal ilişkileri açıklamaz, değiştirir. Model bir toplumsal yapının nasıl işlediğini ya da diğer toplumsal ilişkilerle olan ilişkisine bakılarak açıklanır.

 

 MODEL :

 

 a) Bilimlerdeki bağlamı; “açıklama modeli”. Örnek, ‘evrimci model’, ‘organizmacı model’.

 Bu modeller hangi alana aitseler, o olana ait bilginin gelişmesine yardımcı olurlar.

 Açıklama modeli, olan biten ilişkileri veya açıklaması gerekeni açıklamıyorsa geçerli bir model değildir.

 Açıklama modelinde iki şey var:

 1-modelin kendisi, 2-açıklanacak şey.

 

 b) ‘Model olma’ bağlamı; ‘ilk örnek’.

  Yapılmış bir modelin, başka koşullara uygulanmak istenmesi. Örneğin bir ekonomi modelinin toplumsal ilişkiler de uygulanmak istenmesi. Ayrıca taklit kavramıyla da ilgili. Model neyse, her konuda o örnek alınıyor.

 

c) ‘Model kurma’ bağlamı; Platon’un modeli bu bağlamdadır. Gerçekleşmesi istenen gerekliler bütünü. Açıklama yapılmaz, betimleme yapılır. Kurma vardır, olması gereken sözkonusu. Gerçekleşse daha iyi olur deniyor. Burda gerçekliğin bilgisi yok, imkan halinde bilgisi var. Belirli koşullar yerine belli imkanlar bütünü olabilir.

 

 Açıklama modelinde, açıklanan şey genellikle, toplumsal değişme olgusudur.

 Açıklama modeli bilimde, sosyolojide hep belirli bir zaman ve mekan boyutunda düşünülmek zorunluluğu vardır. Aksi halde bu modelin gerçeklikle ilişkisi kurulmamış olur. Dolayısı ile bilimsel olamazlar. Bunun en güzel örneği, toplumbilimdir. Toplumbilimin tarihine baktığımızda, nasıl bilim olarak ortaya çıkıyor, ona bakmak gerekir.

 

 19.yüzyılın bilimin altın çağı olmasının nedeni; metottur. Bilime büyük bir değer verilmesi, onun her şeyde ölçü kabul edilmesi metodu nedeniyladir.

 

 “19.yy bilimin zaferi değil, bilimsel metodun bilime karşı zaferidir”, Nietzsche.

 

 Bu metot ise, olan biten hakkında genel geçer açıklamalar yapmaktadır. Böyle bir zamanda sosyoloji bilim olma iddaasıyla ortaya çıkıyor ancak objesini bilmiyor. Yani ne toplumsal gerçeklerle bağlantı kurabiliyor ne de açıklayabiliyor.

 

 Comte ve Spencer’in açıklamalarından vazgeçilmesinin nedeni; olan biteni açıklamamalarıdır. Hatta gereklililikleri, olması gerekenleri bile açıklamıyorlar. Yaptıkları bir tür spekülasyon. Bu nedenle Hegel’in devamı gibiler.

 

 Sosyoloji bilimse açıklama modeli nasıl olmalıdır?

 

 Sosyoloji, bu soruyu sormamıştır. Bu yüzden ortaya pek çok model çıkmıştır. Hep, ‘toplum’ kavramından yeni bir şey anlayarak hareket etme sonucu, farklı toplum tanımları ve farklı modeller ortaya çıkmıştır.

 

 Toplumbilimin bilinçlendirmesi gereken, toplumsal gerçekliktir. Toplumsal gerçeklik bir insan fenomenine dayanır. Bu fenomen, insanların birlikte olmalarıdır. Birlikte olma durumunu da ele alan, sosyolojidir.

  

  Toplumsal ilişkinin yapı özellikleri:

 

 *Toplumsal ilişkinin en önemli yapı özelliği; ‘değişme’ olgusudur.

 Toplumsal ilişkiler; aile, eğitim, sanat, din, çevre… ilişkileridir.

 *Toplumsal ilişkinin bir diğer yapı özelliği; ‘tarihsellik’tir. İnsanlar tarafından kurulan, bozulan, yeniden kurulan her toplumsal ilişkinin bir tarihi vardır. Her toplumsal ilişki belirli bir zaman ve mekanda kurulur.

 *Toplumsal ilişkinin bir diğer yapı özelliği; ‘fonksiyonel’liğidir. Belirli bir sosyal ilişkinin, belirli bir yer ve zamanda gördüğü işin farklı olmasıdır.

 *Diğer bir yapı özelliği; ‘kavram ilişkisi’ olmasıdır. Yani toplumsal ilişkinin kendisi değer dışı bir özellik taşır. Örneğin alışveriş ilişkisinde bireyler yoktur; satıcı ve alıcı vardır.

 Toplumsal ilişkinin yapısını araştırmak için uygun hale getirmek gerekiyor. Çünkü, araştırmaya uygun değildir.

 

 Açıklama; toplumsal gerçekliği veya toplumsal düzeni veya toplumsal olguyu ya da toplumsal yapıyı açıklama olabilir.

 Tek tek toplumsal olaylar, karşımıza toplumsal olgular olarak çıkarlar. Toplumsal olay dizileri, toplumsal olguyu beslerler o olgunun hayatta kalmasını sağlarlar. Dolayısı ile toplumsal ilişkinin gerçekliğinin olgusal olduğu ortaya çıkar.

 Bunu iki yerden hareket ederek söylüyoruz:

 1-Kişi bakımından hazır bulduğumuz ilişkiler içine girerek. Bu da toplumsal gerçekliğin olgusal olduğunu gösterir.

 2-Grup bakımından; toplumsal kurum içine girmesi. İnsanlar bir araya gelip kurum kurarlar. Kurum kurma, insanlardaki ilişki kurma isteği ve ortaya koymadır.

 Örneğin, eğitim olgusu içindeki toplumsal ilişkiler. Buna göre insanlar bir araya gelip isteyerek okul kurumunu, YÖK kurumunu… kurmaları.

 

 Toplumsal ilişkinin toplumsal ilişkilerle bağlantısında bir özelliği de, toplumsal ilişkinin, hukuk ilişkileri bakımından değiştirilinceye kadar değişmeden kalmasıdır. Bu yüzden de toplumsal ilşkiler, insanların davranışlarını sınırlarlar.

 

 Toplumsal değişme, ilişkinin değişmesi. Tarih ise, bu değişmenin tarihidir. Değişme aynı ilişkinin farklı kurulması. Bu hukuğun bir özelliğidir.

 

 Herbir toplumsal olgu ve toplumsal kurum bakımından olan değişikliğe; yapı değişikliği denir. Aynı zaman da yapı değişikliğinin tarihi sözkonusu. Bir toplum tipinden başka bir toplum tipine geçiş.

 

 Toplumsal yapı; belirli bir zaman ve yerde oluşan toplum düzeni.

 Toplumsal değişme; toplumsal ilişkilerin fonksiyonlarının işleyişindeki değişmedir. Değişen toplumun kendisi değil, onu oluşturan kurumların kuruluş tarzlarıdır.

 Açıklanacak olan, belirli bir yer ve zamanda kurulan düzeni açıklamadır.

İşte modelden kastedilen, belirli kavramlar bütünüyle oluşmuş düzeni açıklamadır.

 

 Her toplumsal araştırma, bir problemden, toplumdan belirli bir şey anlayarak hareket eder.

 

 Açıklama modeli, olan bitene uygun bir şekilde açıklıyorsa uygun bir ilişki sözkonusudur.

 Toplumbilim, bilim olmak istiyorsa kavram ilişkisi ile olup biten Arasında bir ilişki kurarak açıklamalıdır. Aslında olup bitenle kavramlar arasında bir ilişki yok ama biz ilişki kurmazsak bilemeyiz, toplumsal ilişkileri açıklayamayız.

 Fonksiyonel bütün içinde bazı ilişkilerin değişip bazılarınınsa değişmemesi halinde bütünün devam etmesini sağlayan ‘tampon mekanizma’dır.

 Tampon mekanizma, kendiliğinden ortaya çıkıyor, yoksa insanlar bilinçli olarak kurmuyorlar. Bu mekanizma sürekli bütünü dengede tutmaya çalışır. Tampon mekanizmanın dayandığı bir takım kabuller, ilkeler var.

 

 Model kurma; ne yapmalı, nasıl yapmalı sorusuna cevap verir. Örneğin, köylü-tüccar ilişkisini olması gerektiği gibi değiştirmek. Bu modelin dayanağı, bu model uygulanırsa bu problem ortadan kalkar. Gerçekliğin, gereklilikler bütünü olarak değiştirilmesi.

 Bunalım, savaş dönemlerinde bir modelin uygulanma olasılığı daha fazladır.

 

 Model kurma, tasarımlara, düşüncelere dayalı olarak kurulabilir. Bunlara ‘ütopya’lar örnek olarak verilebilir.

 Ütopyalar, toplumbilimin ortaya koyduğu bilimsel araştırma bilgilerine dayanmazlar.

 

 Açıklama modeliØØKurulan modelØØÜtopyalar

 

   

 Açıklama modeli àToplumbilim(teoriler kuruyor)àAraştırma bulgularıàBu bulgulara dayanarak ortaya konan model.    

 

 Kurulan model; değiştirme modeli. Bu modeller toplumbilimin araştırmalarına dayanarak ortaya konan modeller değil. Bilgiler değil, tasarımlara, ilkelere dayanılarak oluşturulmuş modellerdir. Böyle kurulan modellerin bir kısmına ütopyalar da girer.

 

 Ütopyalar; belli koşullar gerçekleştiğinde, istenen bir şeyin gerçekleşmesinin tasarımlarıdır.

 

 Ütopyaların önemi; o güne kadar düşünülmemiş konular hakkında yeni fikirler, ipuçları vermesidir.

 İster değiştirme modelleri olsun ister ütopyalar hepsinde de gerçekliğin dile getirilmesi sözkonusu.

 Önemli olan gerçekliğin bilgiye mi yoksa tasarıma mı dayandığıdır.

 Değiştirme modelleri sözkonusu olduğunda gerçeklikle doğrudan bir ilişki kuruluyor. Oysa ütopyalarda gerçeklikle ilişki tamamen rastlantısaldır.

                                        ——————–

 

   Bireyin varlığı, toplumsal ilşkinin varlığına, toplumsal ilikinin varlığı da bireye bağlıdır. Bu bir bütündür. (AóB)

  Biz burada toplumsal ilişkiyi konu edinerek, toplumsal ilişkinin yapısına baktık. Bütün bu bilgiler, toplum kavramının tarihinden çıkıyor. Toplumbilim bu bilgilere dayanmak zorundadır.

 

 

 Hobbes’in ‘Leviathan’da yazdığına göre; toplumsal ilişkide birlikte olmayı sağlayan şeyler, hukuk ve devlettir.

 Rousseau da ise ‘toplumsal sözleşme’dir.

 

 Oysa bunlar insanın dışında olan şeylerdir. İnsanların nasıl birlikte oldukarını insan dışı güçlerle açıklıyorlar.

 17.yy da bunlar hukuk, devlet, sözleşme…gibi adeta insandan bağımsız olarak varolan, nerede, nasıl varoldukları bilinmeyen varlıklar olarak düşünülüyor. Oysa bunların olgusal gerçeklikleri var; insana bağlı olgusal gerçekliklerdir.

 

 Toplum felsefesi; toplumsal gerçekliğin toplum idesi kaybedilmeden, toplumsal gerçekliğin, toplum kavramı ile sorunlarını araştıran bir felsefenin dalıdır.

 

 Toplumsal ilişkinin üç ayağı var:

 

Birey à Karşılıklı ilişki à Birey   

 

 “İnsanlara oldukları gibi muamele edersek, onları daha kötü kılarız. Eğer onları olması gerektiği gibi ele alırsak, olabilecekleri kadar iyi yaparız”. GOETHE