Posts Tagged ‘NUSRET HIZIR’

TÜRK KAMU HAYATINDA FELSEFE -3

Pazartesi, Eylül 7th, 2009

   TÜRK FELSEFE CEMİYETİ ve FELSEFİ İDEALİZM:

 Bu dönem II.Meşrutiyetten, 1940’lara kadar sürer. 1927’de kurulan felsefe cemiyeti, ilk felsefe cemiyetidir.

 Kurucular; Orhan Saadettin, Mehmet Servet, Mehmet İzzet, Mustafa Şekip, H.Ziya Ülken’dir.

 Bunlar metafiziği bir araç olarak görürler. Bu dönemde, sosyal yaklaşımlarla Marxizm, kaynaştırılarak uygulanmaya çalışılmıştır. Dini bir araç olarak görürler. İnsanların toplum menfaatini korumaları amaçlanır.

 Felsefe cemiyetinin en önemli katkılarından biri; öğrenmenin pratik alana uygulanmasıdır.

 Mehmet İzzet, beden ve ruhun uygun bir şekilde birleşmesiyle sağlıklı bir millet olunacağını iddaa eder.

 Mehmet Servet, Durkheim sosyolojisi ile Marxist sosyolojiyi birleştirerek yeni bir senteze gitmeye çalışmaktadır.

 Felsefe cemiyetini kuranlar, kendi görüşlerini oluşturmamışlar sadece Batının felsefesini kendi toplumumuza adapte etmeye çalışmışlardır. Batının felsefesini de ikinci elden almaktadırlar. Çoğunlukla da rastgele değerlendirmeler yapılmaktadır.

 

 İSMİAL HAKKI BALTACIOĞLU:

 

 Ona göre toplumsal bütünlüğü yaratan üç kurum vardır; din, dil ve sanat.

 Bütün bu kurumların değişmesine karşılık, toplumda değişmeyen bir bakış açısı vardır.

 Baltacıoğlu, felsefe, dünya görüşü ve yaşam felsefesini bir bütün olarak görür.

 

Düşünce:

Dil – Mitos,

Sanat – Bilim:

Din  – Töre/gelenek:

GeleneklerTürk felsefesi

 

 Gelenekler, toplumun iyiliği, mutluluğu içindir. Onun için de hep iyidir, olumludur.

 Baltacıoğlu’na göre, din de kültür yumağı içindedir. Din de, düşünceden çıkmıştır. Bu kültür yumağı içinde her şey değişir. Örneğin 10. yüzyıldaki İslam ile bugünkü İslam aynı değildir.

 Onun eğitim görüşüne göre ise eğitimin amacı; gerçek kişilikler kazandırmaktır. Eğitim, iş başında, uygulamalı olmalıdır. Burada J. Dewey’den etkilenmiştir.

   Ünlü sözü:

 “Filozofsuz millet olur ama felsefesiz millet olmaz” der.

 

 MEMLEKETÇİLİK VE FELSEFİ AKIMLARLA İLİŞKİSİ:

 

 Memleketçilik; Turancılık, Osmanlıcılık ve İslamcılığa tepki olarak doğmuştur.

 Milliyetçilik ise halkın istiklaline kavuşmak için verdiği mücadele döneminde doğmuştur.

 “Bizim milliyetçiliğimiz, insanın yurdunu, vatanını sevmesidir. Bizim kimsenin toprağında gözümüz yok, kimseye de bir karış toprak vermeyiz”, şeklinde ifadesini bulmuştur.

*Milliyetçilik, dinin yerini tutmaktadır.

*Milliyetçilikte esas vasıf; demokrasidir. Tek tek fertlere şahsiyet kazandırılmasıdır.

*Milliyetçiliği belirleyen, statik ve dinamik ilkelerdir.

*Artık; Turancılık, İslamcılık, Osmanlıcılık etkisini yitirmeye başlamış, sınırları belli olan bir vatan parçası; memleketçilik önem kazanmıştır.

*Memleketçilikde belirleyici olan, maddi ve manevi olandır. Maddi olan, manevi olana bağlıdır. Manevi olan kültür yumağıdır. Maddi olan, manevi olanın bir ürünüdür.

*Milliyetçilik de uluslar arası olan teknolojidir. Ulusal olan onun içindeki duygudur.

*Milliyetçilik önce Türk ırkı olarak algılanmış, sonra Türkiye’de oturanlar olarak algılanmıştır.

 

 GÜNÜMÜZ DÜŞÜNCESİNDE FELSEFEYE GENEL BAKIŞ:

 

  NUSRET HIZIR:

 

  Onu etkileyen en onemli isim Hans Reichenbach’tır. Reichenbach’a göre bilim ve felsefe birlikte bir bütün oluşturur. Ona göre bilgi edinmede yöntem, tümevarımdır. Tek dayanağımız bilimsel yöntem olmalıdır. Reichenbach, metafiziğe karşıdır.

 Reichenbach, Türkiyede felsefenin gelişmediğini görünce dışarıdan büyük kişileri çağırarak yetkin bir kadro kurmaya çalışmıştır. Tanınmayan, Kant, Descartes, Einstein, Newton gibi düşünürler hakkında konferanslar vermiştir. Ancak amacına tam olarak ulaşamamıştır.

 Nusret Hızır onun amacını anlayan ve onun devamı gibidir.

 Hızır’a göre mistik yan felsefeden atılmalıdır. Ona göre felsefe bir etkinliktir. Felsefe, gerçekliğin üstünde bir üst dil’dir. Nerede bir dil varsa orada felsefe olabilir.

 Felsefe ile bilim arasında yardımlaşma ve etkileşim olmalıdır. Hızır, Reichenbach’ı bile eleştirmekten kaçınmamıştır.

 Türkiye’de üniversitelerin oluşmasında önce İngiliz sonra Amerikan düşüncesinin etkisi olmuştur. Türkiye’de yerleşen felsefe ekolü ise Alman ekolüdür.

 

 TAKIYEDDİN MENGÜŞOĞLU:

 

 Felsefi antropolojisi; hiçbir bilim, insanın kendisi ile ilgilenmez. İnsanın kendisini inceleyen felsefedir. Ontolojik olmayan insan felsefeleri de insanı parçalayarak ele almaktadır.

 Oysa ona göre insan felsefesi, insanın somut varlığını parçalamadan bir bütün içinde ele almalıdır.

 

 NERMİ UYGUR:

 

 Felsefenin, gündelik yaşamda gerekli olduğunu yayma çabasındadır. Ona göre her şeyin temelinde dil vardır. Düşünce dili, dil de düşünceyi belirler. Dil, insanın varoluşunda büyük bir güce sahiptir. Dilde bozukluk, düşüncede bozukluktur.

 Kültür, dili olan her toplumda üretilmediği, tüketilebileceği görüşünü de benimser.

 Kültürde herhangi bir boşluk olduğunda, bu boşluk başka alanlara da yansır.

 Uygur’a göre kültür; ekonomi, bilim, felsefe, sanattır.

 Kültürün tüketilmesi, kültür yumağının bir alanında boşluk olduğunda ya alan tarafından o boşluk doldurulur ya da doldurulamadığında en yakın olanlar tarafından doldurulur. Ancak o alan, eskisi gibi sağlam değildir.

 O boşluk giderek genişler. Aslında boşluk kapatılmaz, kamufle edilir. Bastığın an çöker. Birey için de toplum için de bu böyledir.

 Nermi Uygur’daki çelişki; kültür hem milli olacak hem de diğer kültürlerle ilişkili olacak. Bu durumda kültürün milliliği kalmaz. Örneğin, milli bir felsefe olabilir mi?

 

 TÜRK HÜMANİSTLERİ:

 

 NURULLAH ATAÇ:

 Ona göre, eğitimimiz nedeniyle bizim kafamız, Batılı bir kafaya oranla işlenmemiş bir kafadır.

 

 SUAT SİNANOĞLU:

 Türk hümanizminin temel ilkelerini soruşturmuştur.

 Ona göre zihinsel gelişime ulaşılmadan hiçbir verim beklenemez. Bu gelişim, eğitimle o da dille olur.

 Ona göre Batıda eğitim görenlerin geri döndüğünde fikir akımlarının başına geçmeleri beklenirken böyle bir şey olmamıştır.

 Sinanoğlu’na göre bu bozuk düzenden kurtulmanın yolu eğitim sistemini değiştirmektir. Eğitim, zihnin gelişmesine, oluşmasına dönük olmalıdır. Kendi dilinle kendi kendini benimseyeceksin.

 

 HALİKARNAS BALIKÇISI (CEVAT ŞAKİR):

 

 Amacı; eserleriyle Anadolu’ya kendi kültürünü benimsetmek. Ona göre biz, kendi kültürümüze Batılılar tarafından yabancılaştırılmışız.

 Biz bu durumdan, kendi öz kültürümüzü benimsemekle kurtulabiliriz.

 Ona göre, Anadoluda bir Yunan kültürü yoktur.

 Azra Erhat’a göre de “Anadolu Anadolularındır”.