Posts Tagged ‘evrensel bilim’

LEİBNİZ

Çarşamba, Haziran 3rd, 2009

  LEIBNIZ (1646-1716 )

 

 Her şeyi tek bir tözle açıklamaya çalışan Spinoza felsefesine karşılık, Leibniz’in felsefesi bir çokluk felsefesidir.

 En küçüğü dahil her bir parçada sistemin kendisini görmek mümkün. Bu nedenle yaratıcı Leibniz yaratıcı bir filozof.

 Yöntemi tipik 17. yy yöntemi; matematiksel yöntem. Bu yöntemin Leibniz’de daha geliştirilmiş olarak kullanıldığını görüyoruz.

 ‘Biz matematikte sayılarla yapılan işi, felsefede; önermelerle, kavramlarla yapabiliriz’ diyor.

 Leibniz’e göre felsefedeki anlaşmazlığın bir tek sebebi vardır; kavramların kaypak oluşu. Hepsinin birden çok anlamının olmasıdır. Ona göre kavramlara bir tek anlam yükleyerek bu kaypaklıktan kurtulunabilir.

 ‘Matematikte olduğu gibi ( 5+2=7 ), biz de kavramları simgeleştirerek birbirine bağlayabiliriz’, der.

 Leibniz, dili, matematiğin diline benzetmeye çalışır.

 ‘ Bu dil bir zümreye ait değil, evrensel olacak, herkes anlayabilecek, herkes kullanabilecek. Bilim bu dilin üzerine kurulacak’. Leibniz buna ‘evrensel bilim’ ya da ‘matematik’ der. Bu dil yardımıyla tıpkı matematikteki gibi kavrayacağız.

 Leibniz’de de açık- seçiklik önemli bu da sadece matematikle olur. Şimdiye kadar herkes matematiğin yöntemini alırken Leibniz, dilini de alır. Onun önemi de buradan geliyor.

 

       Leibniz’e göre 4 bilgi basamağı vardır:

 

1-Duyuların verdiği bilgi; bu hiçbir zaman tam, eksiksiz bir bilgi değildir. Bu bilginin öğeleri başka bir şeyin öğeleri ile karışmış durumdadır. Biz bu bilgiye ‘Karışık bilgi’ (cognito confusa/seçik olmayan) diyoruz. Madde bu basamaktadır.

2-Bu da duyuların verdiği bilgiye dayanır. Leibniz, buradaki duyusal bilginin iki basamağı olduğunu söyler; a) bulanık bilgi, b) açık bilgi

Bulanık bilgi; bir cismi algılayıp ikinci kez gördüğümüzde algımızın tanımamıza yetmemesi.

Açık bilgi; cismi kinci kez gördüğümüzde tanıyoruz. Burada açık karışık bilgi (cognito clara confusa) sözkonusu. Bilgi açıktır ama seçik değil. Çünkü; eninde sonunda duyu bilgisidir. Hayvan bu basamaktadır.

                    3-Açık ve seçik bilgi; öğeler çözümleniyor, çözümlenince de açık-             

             seçik bilgi oluyor (cognito clara et distincta).

           Genellikle insanın bilgisi bu basamakta, insanın bilgisi açık-seçik

            olabilir.

4-Tam, upuygun eksiksiz bilgi (cognito adaequate); bu bilgide bütün       öğeler ayrılmıştır, bütün öğeler seçiktir. Örneğin matematiğin verdiği bilgi böyledir. Bütün öğeler ayrılmıştır ve seçik olarak kavranabilir.Artık nesnesi tüketilmiştir.

  Leibniz’e göre felsefe de matematik gibi eksiksiz, upuygun bilgi ortaya koyabilir.

  Leibniz’e göre duyuların dışında da bilgi edinilebileceği için 3. ve 4. basamakları açar:

           1- Evrensel bilim ne yapacak? Evrensel bilim bizim ulaştığımız bilgileri temellendirecek.

           2- Evrensel bilimle yeni bilgiler ortaya koyacağız. Dedüksiyon yeni bilgiler sağlayacak.

          Leibniz, Descartes’in ‘cogito’dan diğer bilgileri türettiği gibi ilk hakikatler ya da ilk olanaklar dediği önermelerden diğer önermeleri türetir.

Yeni önermeleri, ilk hakikatlerle temellendireceğiz. Eğer temellendirebilirsek o da hakikat olacak aksi halde yanlış olacak. İlk hakikatler bütün önermelerin temeli olacak ama diğer önermeler bunları temellendiremiyecek. Bu türetmelerin kurallarını da evrensel bilim ortaya koyacak. Ancak bu ilk hakikatlerin neler olduğunu Leibniz temellendirememiştir.

  Leibniz, anlama yetisinin dışında doğuştan gelen hiçbir şey olmadığı konusunda Locke’a katılır. Leibniz’e göre anlama yetisiyle birlikte bir takım örtük kavramlar da doğuştan gelir. Bu örtük kavramlar örneğin, geometrinin kavramları, özdeşlik, çelişmezlik kavramları sonradan açığa çıkar. İşte bunlar öncesiz sonrasız ebedi hakikatlerdir.

  Leibniz’e göre iki tür hakikat var:

1. Akıl hakikatleri; zorunlu, başka türlü olmaları mümkün değil.  

2. Olgu hakikatleri; zorunsuz, olumsal başka türlü olabilirler. Bu hakikatler yeter sebep ilkesine dayanırlar. Gerçekleşebilmesi için bir nedeninin olması yeter.

  Akıl hakikatleri, çelişmezlik ilkesine dayanır, yeter sebep ilkesi yeterli değil. A# ┐A, A; A’dır. A; ךA değildir. Bir şey neyse odur başka bir şey değildir. Matematiğin hakikatleri, akıl tarafından çözümlenmiş akıl hakikatleridir.

 

     LEIBNIZ’İN METAFİZİĞİ (Monadoloji’sinden) :

 

 Descartes’de birbirlerinden bağımsız ama birbirlerini etkileyebilen 3 töz vardı. Spinoza da ise, diğer iki töz yani sonlu tözler, tek tözün/sonsuz tözün, tanrının niteliği olup aslında bir töz vardı.

 Descartes’de tözün yer kaplaması Leibniz’e göre tözün kendi kendisini göstermesinden başka bir şey değil.

 Leibniz, Spinoza’nın tek töz anlayışına şöyle karşı çıkar:

 ‘Tek bir töz olsaydı, yalnız o etkin olurdu. Diğer şeyler; insanlar, ruhlar…etkin olamazdı. Evrende ne kadar şey varsa o kadar da etkin, etkiyen güç vardır’. Onun ‘Monad’ kavramı da buradan çıkıyor.

 Ne kadar şey varsa bir o kadar da yalın, tek olan, bir birlik içinde olan, bölünmez güç vardır. Leibniz işte buna Monad diyor.

 Monad, maddi değildir, kendi içine kapanık bir birlik ve çokluk. Monadlar kendi içine kapalı olduklarından, birbirlerini etkiyemezler. Yani başka monadlardan etkilenmezler. Ne olup bitiyorsa kendisinde olup bitiyor. Her bir monad bütün monadlardan farklıdır.

 Monadlar kendi içine kapalı bir birlik olmasına rağmen aralarında bir bağlantı vardır. Bu bağlantı kendi özündeki bağlantı. Çünkü; her monad bulunduğu yerden, evrenin tümünü algılayabilen, tasarlayabilen tek bir dünya. Bütün evrende ne varsa tek bir monadın içinde de o var. Her bir monad tek başına bir dünya. Bir monadın kendi özünde olması bu demektir.

  Birlik içinde çokluk olması, evrende ne varsa, tek bir monadın içinde de aynının olması. Bu monad parçalanamaz olan en küçük birim. Bir monad başlı başına küçük bir dünya. Her monad evreni eksiksiz olarak temsil edebilir.

  Monadlar, evrende tasarımlarına göre belli bir hiyerarşiye göre diziliyorlar. Aralarındaki ayrılık tasarımlarındaki farklılık. Hepsi evreni algılıyor ama hepsi farklı yerlerden tasarımlıyorlar.

 Kimi monadlar; karışık, kimi açık-karışık, kimiaçık-seçik, kimi monadlarda eksiksiz upuygun tasarımlıyorlar.

 Evrende bilgi basamaklarının hangisine yönelik olarak tasarımlıyorlarsa ona göre diziliyorlar.

 Duyu algılarından öteye geçemeyen monadlar, ancak ikinci basamakta kalırlar ki, onlar da hayvanlardır.

 Madde ise birinci basamaktadır. Algılarının hepsi bilinçsizdir.

 Tasarımları açık-seçik ise etkindir. İnsan bu basamaktadır.

 Tasarımları sadece duyulara dayanıyorsa edilgindir.

  Bütün algıların tam, eksiksiz, bilinçli olması mümkün değil. Olsa olsa bu      basamakta sadece tanrı olabilir. Sadece O, eksiksiz upuygun tasarımlayabilir.

Tanrı da monaddır. Tanrıyı tanrı yapan evreni tam ve bilinçli algılamasıdır.

  Hiyerarşik bakımdan yan yana iki monad olamaz. Tasarımları bilinçli olan iki monad yoktur. Hiçbir monad birbirine benzemez. Çünkü; evrende birbirine benzeyen iki şey yoktur.

 Monadların birbirlerini etkilemeleri aslında kendi içlerindedir. Çünkü her bir monad büyük dünyanın küçüğü.

 Bir monadın kendi içinde çokluk olması, evrenin tümünü içinde taşıması demek. İçinde sonsuz sayıda monad olması demektir. Monadlar birbirlerini etkileyemezler. Her monad kendi içinde yaşar. Monadlar bölünemez ve birbirlerine açılan pencereleri de yoktur.

 Monadlar arasındaki ilişkiyi Leibniz şöyle açıklıyor:

 Bağlantı, egemen monad olan tanrı tarafından önceden kurulmuş olan düzendir.

 ‘Birbirlerine göre önceden ayarlanmış sonsuz sayıda saat, hepsi de üçü gösteriyor.’

 Tanrı da bir monaddır ve monadlar birbirlerini etkileyemezler. Ancak tanrı egemen monaddır. Tanrının egemenliği, ideal bir egemenliktir. Diğer monadlar hiçbir zorlama olmadan kendi rızalarıyla tanrıya boyun eğiyorlar. Kendi yapıları itaate mecbur ettiği için tanrıya boyun eğiyorlar. İşte tanrının evreni düzenleyebilmesi, ayarlayabilmesi egemen olmasıyladır.

 Monadların hepsinin etkinlik ve edilginlikleri hiyerarşik düzene göredir. Madde etkindir ama algısı bilinçsiz olduğu için edilgindir.

 Leibniz’e göre cisimler de canlıdır. Bir bedeni ve ruhu vardır. Bilinçsiz de olsa evreni algılıyorlar. Bu yanıyla Leibniz, Descartes’den ayrılıyor.

 Descartes’e göre, ruhun özelliği; bilinçli düşünmesi, cisminki ise yer kaplaması idi. Ruhun öğeleri arsında bilinçsiz algılama yoktur. Oysa Leibniz’e göre madde evreni bilinçsiz de olsa algılar. (Bilinçsiz algılama!)

 Monadların birbiriyle  etkileşimi varmış gibi görünmesinin sebebi, her monadın diğer monadlarla aynı şeyi yaşaması sebebiyledir.

 Tözü ortadan kaldıracak hiçbir doğal sebep yoktur. Çünkü; başlangıçta doğal değil.

 Leibniz’e göre yalın tözler bileşikleri oluşturur. Yalın tözler tanrının yaratması ile bir anda varolup, bir anda yok oluyorlar. Bileşik monadlar tanrının yaratması değil. Onun için yavaş yavaş olup, yavaş yavaş da yok oluyorlar.

 Monadların içine hiçbir şey giremediği gibi hiçbir şey de çıkamaz. Çünkü; penceresi yok. Kendi içine kapalı bir dizge. Monadları birbirinden ayıran her birinin kendine özgü olan nitelikleridir. Aksi halde hepsi aynı olur ve birbirinden ayıramazdık. Monadların yer değiştirmelerinin de farkına varamazdık. Evrende aynı olan iki şey yoktur. Monadlardaki değişme içsel değişmedir. Birbirlerini etkilemeleri de bu içsel değişmeleriyle olmaktadır.

 Monadların hep daha tam algılama iştahları vardır, hep daha tam algılamak isterler. Algılama işi mekanik sebeblerle açıklanamaz. Dolayısıyla, algılamayı bileşik tözlerle değil, yalın tözlerle açıklayabiliriz. Leibniz, bileşik tözlere ‘ruh’ diyor.

 Descartes’de dünya nasıl boşluk kalmamış noktalardan oluşuyorduysa, Leibniz’de de monadlardan oluşuyor.

 Doğanın  makinesinin en küçük parçası yine makine. Oysa insan yapısı makinenin en küçük parçası makine değil; canlıdır/monaddır. İlahi olanla, bizim yaptığımız arasındaki fark burada.

 

  EVRENSEL DİL ÜZERİNE :

 

 Şeyleri dile getiren isimler her dilde farklıdır ve bu isimler keyfidir. Bıçağa, bıçak dememizin hiçbir nedeni yoktur. Başka bir isim de koyabilirdik ve yine bir şey değişmezdi yine aynı şeyi ifade ederdik.

 Ancak isimlerin dile getirdiği şeyler keyfi değil, aynı kalan şeylerdir. Hakikat; bizde değil, şeylerdedir.

 Hakikat, bilginin objesine uygunluk değil, şeyleri dile getiren, adlarla şeyler arasındaki bağlantıdadır. Bu bağlantılar keyfi değildir.