Posts Tagged ‘ABD’

SİYASİ

Pazar, Ağustos 31st, 2014

LENİN VE İSLAM:

Rusya’da komünist ihtilâli yapıldıktan bir süre sonra Lenin, devlete yön verecek kişilerle özel bir toplantı düzenler. Onlara şu meâlde bir konuşma yapar ve son derece önemli bir teklifte bulunur:

“Yoldaşlar, komünizmin kökleşmesi ve yaşaması için ne yapmak gerektiğini uzun zamandan beri hep düşünegelmişimdir. Benim şimdi size söyleyeceğim şu sözleri sizlere bugün, bu saatte aktarmadan önce defalarca düşündüm, hayli zaman kafa yordum. Sonunda şu kanaate vardım: Bizim komünizm rejmimiz ancak halka iyi bir dini kabul ettirmekle varlığını devam ettirebilir. Din olmazsa, çok geçmeden bu rejim çöker. Marks ‘Din afyondur!’ derken dinin kötü niyetle kullanılmasını kasteder. İyi niyetle kullanılan din, afyonluktan çıkıp eylemciliğe dönüşür, halka beklenmedik bir dinamizm kazandırır. Öte yandan, halk için öbür dünya inancı son derece önemlidir. Bu inanç, insanların daha dürüst ve gayretli olmasına katkıda bulunur.

Yoldaşlar, bizim rejimimiz için en uygun dinin hangisi olabileceği konusunda çok uzun araştırmalar yaptım. Yaptığım inceleme ve araştırmam sonunda İslâm dininin, komünizmle bağdaşabilecek tek din olduğunu gördüm.

 Çünkü bu dinde insanın kardeşine yardım ve paylaşma konusunda başka hiçbir dinde olmayan çok önemli ve son derece dikkat çekici buyruklar var. Meselâ her sene servetten mutlaka ödenmesi gereken ve zorunlu olan bir zekât var. Ayrıca sadaka adı altında zenginlerin yoksullara yardımını ön gören ısrarlı öğütler ve teşvikler var. Yoldaşlar, ben İslâm dininin devletimizin resmî dini olarak kabul edilmesinin bu rejimin devamı ve toplum açısından çok faydalı ve gerekli olduğunu düşünüyorum. Fakat size bunu hemen kabul edelim demiyorum. Teklifim şu: Sizler altı ay süreyle dünya dinlerini ve özellikle de İslâm’ı iyice araştırın! Altı ay sonra tekrar toplanalım, siz de benim vardığım kanaati edinirseniz, İslâm’ı devletimizin resmi dini olarak ilân edelim ve halkın da bu dine yönelmesini sağlayalım.”

Lenin’in bu hamlesi karşısında batılı devletler ve oryantalistler harekete geçer. Önerileri, konuyla ilgili bir soru metni hazırlanacak ve İslâm makamlarından fetva istenecektir. Ancak bu fetva İstanbul’daki hilâfet makamından değil de, Mısır’daki Ezher Ulemasından alınacaktır. Soru şöyledir: “Yöneticileri Allah’a inanmayan bir devletin, sırf kendi yönetim şeklini sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmek ve halkın ekonomiye katkısını artırabilmek için İslâm’ı devletin resmî dini olarak kabul etmesi caiz midir?” İngiliz devlet adamlarının da heyecanla ve ellerini oğuşturarak beklediği fetva çok gecikmeden verilir: “Elcevab: Hak din olduğu için değil de, sırf maddî menfaat için halka kabul ettirilecek böyle bir uygulama şer’an asla ve kat’a caiz değildir!” Bu fetvayı haber alan Lenin, derhal yoldaşlarını toplar ve “Ezher tarafından verilen böyle bir fetvadan sonra bizler geniş halk kesimlerine bu dini artık istesek de kabul ettiremeyiz. O yüzden ben teklifimden vazgeçiyorum!” der.

 “France-Islam” adlı dergiden tercüme eden; CEMAL AYDIN

***

– Türkler ve Araplar en zararlı ırklardır, yok edilmeleri gerekir.

ERASMUS (“Deliliğe Methiye”)

– Gerçekliğin olmadığı yerde, her şey mübahtır.

HASAN SABBAH

– Bir memleket küfür ile abad olur ama zulüm ile olmaz.

MAVERDİ

– Devletin dini, adalettir.

Hz. ALİ

– Adalet ancak gerçeklerden, mutluluk ancak adaletten doğabilir.

EMİLE ZOLA

– Dünyadaki adaletsizlik, eşitsizliktir.

DALAİ LAMA

– Yumurtalar kırılmadan, omlet olmaz.

LENİN

– Ateşe saygı duyana kadar, kaç kere yanmanız gerekiyor.

NİKİTA KRUŞÇEV

– Sevilmekten çok, korkulmak (hükümdar için) daha güvenlidir. Çünkü, insanların çoğu nankör, ikiyüzlü, korkak ve açgözlüdür. Siz başarılı oldukça, sizin yanınızda  olurlar.

– Aralarında bir kaç akıllı çıksa bile halkın büyük çoğunluğu ahmak, yarı cahil ve korkaktır. Ahmakları ve korkakları yönetmekse kolaydır. Bu ahmaklık, korkaklık ve çıkarcılık, insanların çoğunluğunun iktidardan yana olmasını sağlar. Çoğunluk için güçlü olan, haklıdır. İktidar sahiplerine yanaşmak, dalkavukluk etmek yaygın bir eğilimdir. İktidarın dürüstlük ve erdem söylemi ardındaki haksızlıklarını, dile getirebilecek bir kaç kişi çıksa bile böyle bir azınlığın, iktidarı koruyan asker ve polisler karşısında bir gücü ve ağırlığı olmayacaktır. İnsanların çoğu barış içinde yaşamayı, kendi ilgi ve çıkarları için harekete geçmeyi yeğleyecekleri için, iktidara genel bir muhalefet ve karşı çıkış kolay bir şekilde ortaya çıkmayacaktır. İnsanların çoğunluğunu manipüle etmek ve iktidarın istemleri doğrultusunda harekete geçirmek kolaydır. Verilen sözleri yerine getirmemek, yapılamayan işler için gerekçe bulmak kolaydır. Çoğunluğu ahmak ve unutkan olan halk, kendi küçük çıkarları için her şeye inanmaya hazırdır.

 MACHİAVELLİ

– İnsanlar sizi sadece, aynı yerden canı yandıkları zaman anlarlar.

MARCUS AERELİUS

– İnsanoğlunun hiçbir icadı, “para” kadar fesat olmamıştır.

SOFOKLES

– Zafer için acele edenin, yenileceği garantidir.

XIV. LUİ

– Türkiye, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkanını vermiyor.

– Kendimizi bilmediğimiz için, dünyayı da anlamıyoruz.

AHMET HAMDİ TANPINAR

– Siyasetçi gelecek seçimleri, devlet adamı ise gelecek nesilleri düşünür. (ANONİM)

– Temsilde ve itibarda israf olmaz. (ANONİM)

– Bazı doğrular vardır, kişinin yanlışlarını yok sayar, bazı yanlışlar da vardır, o kişinin hiç bir doğrusunu görmezsin. (ANONİM)

      ****

– Petrolü kontrol ederseniz ülkeleri, gıdayı  kontrol ederseniz insanları yönetirsiniz.

– Stratejik bir operasyonun başarısı, nasıl  başladığı ile değil, nasıl  sonuçlandığı ile  ölçülür.

-Biz Amerika olarak neden güçlüyüz, biliyor musunuz? Bizler içimizdeki hainleri hemen öldürürüz. Dünyanın birçok ülkesindeki hainleri ise önce kahraman yapar sonra da önemli yerlere getiririz.

HENRY KİSSİNGER

– Daha azını alabilmek için, daha fazlasını istemek gerekir.

KIZIL TUGAYLAR

– Denizlere hakim olan, dünyaya hakim olur. Suyu yöneten, karayı da yönetir.

BARBAROS HAYRETTİN PAŞA (HIZIR REİS)

– Yaşama hakkın, mücadele gücün kadardır.

“BARBOROS” ORUÇ REİS (Barbaros = Barba Rossa; kızıl sakal)

– Beylik makamı, ihtiras makamı değil, yüce Rabbimin ademoğluna verdiği ağır bir yüktür.

ARTUK BEY(“Diriliş” filminden)

– Hayali olmayanın, istikbali de yoktur.

– Cenk, ölmekle değil, düşmanlarımıza benzediğimiz gün kaybedilir.

ERTUĞRUL (“Diriliş” filminden)

– Aklı öldürürsen, ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde, millet bölünür. Kadıyı satın aldığın gün, adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün, devlet  de ölür.

FATİH SULTAN MEHMET

– En büyük suçlar, zorunlu olanı değil de fazlasını elde etmek için işlenir.

ARİSTOTELES

– Geleceğe güven, geçmişten kopmayı gerektirir.

– İnsanın gelişimi, tanrının yerine kendisini koyabilme çizgisindedir.

– Tanrı, sıradan insan entellektüelizminin göğe yansımasıdır.

– Tanrı, insan yaratılarının en kutsal olanıdır.

YALÇIN KÜÇÜK

 – Kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama çok basit bir şeyi, kardeşçesine yaşamayı unuttuk.

– Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse, Michalengelo’nun resim yaptığı, Bethoven’ın beste yaptığı veya Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürülsün ki, gökteki ve yerdeki herkes durup, “burada dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş” desin.

MARTİN LUTHER KİNG

 – Bizler önemli işler yapmak için uğraşırken, şimdikiler sadece önemli olmak için çalışıyorlar.

MARGARET THATCHER

– Mutlu ülkelerde hükümet halktan korkar, mutsuz ülkeler de ise halk hükümetten korkar.

POPOVİC (“CANVAS” Lideri)

Minnettarlık, köpeklerin alışkanlığıdır.

– İki şeyden taviz verilmez; Moskova ve ordu.

– En büyük hatalarımdan birisi; imzaladığımız “Güvenlik İşbirliği Antlaşması”na Hitler’in sadık kalacağını düşünmemdir.

– Bir insanın ölümü dramatik, binlercesinin ki trajik, bir milyonun ölümü ise istatistiktir.

– Sovyet ordusunda geri çekilmek, ileri gitmekten daha çok yürek ister.

STALİN

– Düşmanını tamamen yok edersen, gün gelir kendi ellerinle yeniden yaratmak zorunda kalırsın.

– Kibir ve aptallık, aynı ağacın meyvesidir.

Atatürk, bir ulusun bütün araçlarından yoksun bırakılsa bile kendini kurtaracak araçları yaratabileceğini öğreten bir liderdir. Onun ilk talebesi Mussolini‘dir, ikinci talebesi de benim.

– İnsafsız olabiliriz ama Almanya’yı kurtardığımızda, dünya insaflı bir yer olacak.

Adaletsiz olabiliriz ama Almanya’yı kurtardığımızda, dünyaya adalet gelecek.

Ahlaksız olabiliriz ama Alman vatandaşlarını kurtardığımızda, dünya daha ahlaklı bir yer olacak.

HİTLER

– Yalan olduğu ortaya çıksa bile her seferinde daha büyüğünü söyleyin. Bir yalanı ne kadar çok söylerseniz, gerçeğe dönüşür.

JOSPEH GOEBBELS (Nazi Propaganda bakanı)

– Kriz anında “politik doğruculuk” yapılmaz, ya bizdensin ya onlardan. Bu kadar basit.

ABDURRAHİM BOYNUKALIN (AKP M.V.)

Gerçek bir taş kadar sert, bir gonca kadar yumuşaktır.

– Uğrunda ölebileceğim pek çok dava var ama uğrunda insan öldürebileceğim tek bir dava bile yok.

– Önce seni görmezden gelirler, sonra alay ederler sonra seninle savaşırlar, sonunda sen kazanırsın.

– Zayıf insanlar affedemezler. Bağışlamak, güçlü olanların erdemidir.

GANDİ

– Hiçbir şey, gerçeğin ötesine geçemez.

GENERAL MacARTUR

– Dünyayı büyüsünden kurtarmak gerekir.

MAX WEBER

Kurtlarla beraber parçalayıp, kuzuyla ağlıyorlar.

ASLI KAZAN

İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır.

LORD ACTON

– Din ile devlet (siyaset) kardeştir.

FARS ATASÖZÜ

-Demokrasi, iki kurtla bir kuzunun öğle yemeğinde ne yeneceğini oylamasıdır. Özgürlük ise tam teçhizatlı bir kuzunun oylamaya karşı çıkmasıdır.

– Bütün insanlar üç sınıfa ayrılmıştır; hareket ettirilemeyenler, hareket ettirilebilenler ve hareket edenler.

– Küçük işlerle uğraşanlar, çoğu zaman büyük işleri göremeyecek hale gelirler.

BENJAMİN FRANKLİN

– Unut ki, bağışlamak zorunda kalmayasın.

EBNER

Affetmek ve unutmak, iyi kişilerin intikamıdır.

SCHİLLER

Merhamet, acımak değildir. Acıyı hissetmek ve anlamaktır.

– Suçludan öç almak adalet, onu bağışlamak fazilettir.

ANONİM

-Adalet, kıskançlıktan doğar, kendinde olmayanı olandan daha güçlüden almayı istemektir.

– Düzen, tereddüt ve kararsızlığın bir tür tekrarlanma takıntısıdır.

FREUD

– Hukuk, iktidarın fahişesidir.

M.A.BAKUNİN

– Bu kadar cehalet, ancak tahsille mümkün olur.

– Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir.

Türkiye’de aydın geçinenler, “doğuya doğru” seyreden bir geminin güvertesinde, “batı yönünde” koşturarak batılılaştıklarını sanırlar.

CELAL YALINIZ (SAKALLI CELAL)

– Demokrasilerde halk, bütün yanlışları denedikten sonra doğruyu bulur.

-Bir damla petrol, bir damla kandan daha değerlidir.

– Ne kadar geriye bakabilirseniz, ileriyi o kadar iyi görürseniz.

– Dün ile bugün arasında bir kavga çıkarsa, yarını kaybederiz.

-Türkiye, bir güç tespit edilerek hristiyan batının emrinde kullanılmalıdır. Ortadoğuda ve İslam dünyasında, Osmanlının boşluğunu doldurmasına asla izin verilmemelidir. Güçlenince ekonomik krizler, iç siyasi kavgalar hatta iç savaşlarla, bütün çareler tükenirse komşularıyla savaşa iterek güçlenmesi önlenmelidir.

– Dehalar yüzyılda bir gelir, o da (M. Kemal) maalesef Türklere nasip olmuştur.

– Bugün size kan, gözyaşı ve alın terinden başka bir şey vaat edemem ancak bunları göze alırsak sonunda zafer bizim olacaktır.

– Yangınla itfaiyeci karşı karşıya geldiğinde, ben her zaman itfaiyecinin yanında taraf olurum.

W. CHURCHİLL

– Yeni bir dünya düzeni kurulur, Türkiye orada yerini alır.

– Savaşın galibi yoktur, meydanı en son kim terk ederse o galiptir…

– Büyük devletlerle ilişki içinde olmak, ayıyla yatağa girmeye benzer. Uyurken bile gözünün biri açık olacak.

– Küçükler “emir aldık” der, büyükler “disiplin kalmadı” der.

– Devlet meseleleri, rakı masasında konuşulmaz.

– Eğer bir memlekette namuslular, namussuzlar kadar cesaret sahibi değiller ise o memleketin kurtulma ümidi yoktur.

– Biri kızınca diğeri susuyorsa, o evlilik devam eder.

– Ben, sizi belki aç bıraktım ama babasız bırakmadım.

– Yaşlanınca hafıza yavaşlar ama kavrayış da artar.

– Sizin için “istikbal” olan şeyler, benim için “mazi”dir.

İSMET İNÖNÜ

– Ölümlü bir kader paylaşan insanların, birbirlerine fazla kızmalarının bir anlamı yoktur.

– Negatif konularda demokratik hak olmaz, oylama da yapılmaz.

ERDAL İNÖNÜ

– Siyaset, hayattır.

– Şark, oturup beklemenin yeridir.

PEYAMİ SAFA

– En çok istediğinden vazgeçersen uzlaşmak istiyorsun, vazgeçemezsen uzlaşmak istemiyorsun demektir.

MUHARREM İNCE

– Bizdeki muhalefet, hükümeti düşürmek için, “vatan”ı bile düşürür.

NECİP FAZIL

– Parayı kontrol eden “din”i, her ikisini de kontrol eden “siyaset”i belirler.

RAMAZAN KURTOĞLU

– Sıkıp içinizi boşaltacağız, sonra da kendimizle dolduracağız.

– Medyayı kontrol eden, beyni de kontrol eder.

GEORGE ORWELL

– Zihinleri kontrol eden, dünyayı kontrol eder.

JİM KEİTH

– Vatanseverlik, alçakların son kalesidir.

SAMUEL JOHNSON

– Savaş, generallere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir.

GEORGES CLEMENCEAU

– Bir ülkeye diktayı yapanlar değil, “boyun eğenler” getirir.

– Sizin yüksekliğiniz, bizim eğilmişliğimizdendir.

BÜLENT ECEVİT

– İşinize dans ederek gitmiyorsanız, o işte başarılı olmanız mümkün değildir.

– İtibar; yirmi yılda kazanılır, beş dakikada kaybedilir.

WARREN BUFFET

– Önemli olan kedinin rengi yani ak ya da kara olması değil, fareyi yakalamasıdır.

– İnsanların sosyal varlığı, düşüncelerini tayin eder. Öncü sınıfı temsil eden doğru düşünceler, yığınların içine girer girmez toplumu ve dünyayı değiştiren maddi bir kuvvet olabilirler.

– Herşeyi değiştiren, acıdan ve ölümden korkmayan bir nesil yetişecek.

– İktidar, silahların gölgesinde yeşerir.

MAO

– Dünya, iki hükümdar için küçüktür. Gökte nasıl bir tek tanrı varsa yerde de tek bir hükümdar olmalıdır.

TİMUR

– Herkes güçlüklere karşı göğüs gerebilir ancak, eline güç geçirdiğinde ne yapacağı o insanın karakterini gösterir.

– Bazı insanları her zaman kandırabilirsiniz. Herkesi bazen kandırabilirsiniz ama herkesi, her zaman kandıramazsınız.

ABRAHAM LİNCOLN

 – Bilmek, karşılaştırmak (mukayese etmek) demektir.

-…Kötülüklerin asıl kaynağı, yenileşme ve ilerlemenin yabancı yasa ve kurumları kabul ve ithal etmeye bağlı olduğuna inanmaktır.

– Bizde yeniden kurmak için yıkmaya, Batı da ise yıkılmaktan korumak için onarmaya çalışılır.

– Dinsizlik denilen şey, Latin dünyasının bir sapkınlığıdır.

– Başka ulusların egemenliği altına giren bir toplum toprağını değil, yasa ve geleneklerini yitirdiği için tutsaktır.

– Batı ülkelerinin toplumsal rahatsızlığı eşitsizlikten, Doğu İslam ülkelerininki ise eşitlikten kaynaklanmaktadır.

– İslam toplumunda yüksek tabakalar demokrasiye, alt tabakalar ise aristokrasiye eğilim göstermektedirler.

Prens SAİD HALİM PAŞA (“Toplumsal Çözülme”)

– Bir köle olarak yaşamaktansa, bir özgürlük savaşçısı olarak ölmek daha iyidir.

YILMAZ GÜNEY

– Burjuva kültürünün demokratlaşmasıyla, niteliği değişmeden çok sayıda insana ulaşıp yaygınlaşmasıyla, “mutlu azınlık kültürü” olmaktan çıkıp, “mutlu çoğunluk” kültürüne dönüşebilir.

T.S. ELİOT

– Dünyadaki bütün kötülükler, birilerinin başkalarının iyiliği için hareket etme hakkını kendilerinde görmesiyle başlar.

– Başarılı bir liderin en önemli işlerinden biri, taraftarlarında muhteşem bir görev yaptıkları hayalini yaratmak suretiyle ölmenin ve öldürmenin acı gerçeğini perdelemektir.

ERİC HOFFER

Okyanuslar tanrısı, Neptündür. Onun peygamberi, Alfred Mahan‘dır ve yeryüzündeki gerçek tek kilise ise Amerikan Donanması’dır.

HANRY L. STİMSON

– Beşikten mezara niçin gittiğimizi bilseydik, mektepten azad olmuş çocuklar gibi mutlu olurduk.

METTERLİNCH

– Başkalarını yargılamaya başlamadan önce, bazılarının hayata başlarken senin kadar talihli olmadığını unutma

SCOTT FİTZGERALD

– Daha önce hiç olmadığı kadar birinden etkilenmiş olabilirim. Bunu ilk ben söylerim, ilk de senden duymak isterim.

– Türkiye’nin geleceği “Avrupa Birliği” değil, Rusya, Çin ve Hindistan’ın üye olduğu “Şangay İşbirliği Örgütü” yani “Avrasya Topluluğu”dur.

– Kalkınmış ülkeler arasına girmek için, zaman kaybetmeden nükleer enerjiye de geçmeliyiz. Kalkınmış bütün ülkeler, nükleer enerjiye sahiptir.

Türkiye’nin haini boldur… yüzde on, hain kontenjanı vardır.

ATİLLA İLHAN

Marxizm, toplumumuzun gerçeklerine uydurulacak yerde, toplumumuzu kafamızdaki yarım yırtık yani aptallığımızın marxizmine uydurmak istemişizdir…Memleketimizde, 50 yıllık Marxizm çabalamalarının içine düşürüldüğü durum, marxizmi tersine çevirdiğimizden ileri gelir…Değişen şartlara göre değişen tedbirler gerekir. Dogmatizm, değişen durumların karşısına eski gerçeklere göre alınmış tedbirlerle çıkmaktır. Dünyada değişmez gerçek yoktur…Batılı toplumlara benzemeyen doğulu toplumlarda durum daha da çapraşık sayılmalı, kesinliklerden, genellemelerden büsbütün kaçınılmalıdır. Bir durumun değiştirilebilmesi için onun genel gerçeklerini bilmek hiçbir işe yaramaz, özelliklerinden yola çıkılmadıkça hiçbir durum işe yaramaz.

Her ülkenin sosyalistleri, kendi yollarını kendileri bulmak daha açıkçası, kendi sosyalizmlerini kendileri yaratmak zorundadırlar.

KEMAL TAHİR

– Türkiye’de sağ soldur, sol da sağdır.

Kurtuluş savaşı, emperyalizme karşı kazanılmış bir savaş değildir.

İDRİS KÜÇÜKÖMER

Sol; ilericidir, enternasyonaldir, devrimcidir, hümanisttir. Bizde ise kendisi gibi düşünmeyene, yaşamayana tahammül edemeyen, “faşist solcular” var.

– Türkiye’nin koskoca bir tarihten, Osmanlıdan koparılarak sadece 80 yıllık bir Cumhuriyet tarihine mahkum edilmesi, herşeyden önce bu ülke insanına haksızlıktır.

– İnsanın istemediği birşeyi yapmaya zorlanmaması, kimseden birşey istiyor durumda olmaması, insana huzur veren, dünyadaki en güzel duygu.

SİNAN ÇETİN

İhtiyaçlar sınırlı, kaynaklar ise sınırsızdır. İhtiraslar, ihtiyaç değildir.

HAYDAR BAŞ (YTP BAŞKANI)

– İnsanları; ekmek, hürriyet ve emniyet arasında tercih yapmak zorunda bırakmamalı.

RIFAT HİSARCIKLIOĞLU

– Batı, ‘monobilok’ bir yapı değildir, birçok katmanlardan oluşmaktadır.

Uluslarüstü olarak, Batıdan daha iyi bir model yok. Her şeye rağmen demokratik, özgür ve örgütlü yapıların en çok geliştiği yapılar, Batıda bulunmaktadır.

AYŞE HÜR

Diktatörlük, günahı yasaklasa bile ahlaksızlıktır. Demokrasi, günaha izin verse bile ahlaklıdır. Ancak özgürce yapılan eylem, ahlaklıdır.

– “İyi insan olmak için, müslüman olmak gerekir” değil, “müslüman olabilmek için iyi insan olmak gerekir”.

– Geleceğimizi, geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız.

– Savaşa, büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip etmemekte serbestsiniz ama soykırımı unutmayın. Çünkü, unutulan soykırım, tekrarlanır.

Kuran, “edebiyat” değil “hayat”tır. Ona bir “düşünme tarzı” değil, “yaşama tarzı” olarak bakılır.

– Öyle hareket et ki, davranışların herkes için geçerli olsun, ne sana göre ne de başkasına göre.

– Düşmana benzediğin an, savaşmanın anlamı kalmaz.

– Anlayış eksikliğinden, saldırganlığa sadece bir adım vardır.

– Kuran ve İslam, sadece hocalara bırakılamayacak kadar önemlidir.

– Her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey, düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.

– “Sırpların yaptığı katliam ve tecavüzlere sessiz kalmamalıyız” diyenlere; ” onlar bizim öğretmenlerimiz değiller” demiştir.

ALİYA İZZETBEGOVİÇ

– Kiminle savaşıyorsanız, onunla barışırsınız

ALEV ER

– İnsanların çoğunluğu, kendi yeteneklerini abartarak böbürlenirler…Her insan, kazanma şansını olduğundan büyük, kaybetme şansını ise olduğundan küçük görür.

ADAM SMİTH

Tam bağımsızlık, tam barbarlıktır. Çünkü; güçler dengesi gözetilmez.

– Bireysel özgürlük yoksa tam bağımsızlık da yoktur.

– Hem milliyetçi olacaksınız hem de antiemperyalist bu mümkün değil.

– Batı dışı dünya hakkında Marx ve Engels’in düşünceleri bütünüyle emperyalisttir…ABD’nin, Meksika’nın epeyce toprağını ilhak etmesiyle sonuçlanan savaşı Marx kendi cümleleriyle, “tembel ve çaresiz Meksikalılara karşı uygarlaşmanın lehine bir netice” olarak nitelemiş ve desteklemiştir.

Fransa’nın Cezayir’i işgali de “ilerleme ve uygarlık için önemli ve talihli bir olaydı. Çünkü, Bedeviler bir haydutlar ulusu” idi.

Marx, İngilizlerin Hindistan’ı işgalini de aynı mantıkla desteklemiştir. Çünkü Hint toplumsal hayatı, Marx’ın tabiriyle “değersiz, durağan ve bitkisel” idi.

RASİM OZAN KÜTAHYALI

ÖZLÜ SÖZLER – SOLDAN

Salı, Ekim 26th, 2010

– Faşizme karşı birleşmeyenler, faşizmin zindanlarında buluşurlar.

BERTOLT BRECHT

– Kitleleri harekete geçirmek için, mitlere ihtiyaç vardır.

G. SOREL

– Tek temel ve mümkün olan “sosyalizm”, seçkin insan türünün sosyalleşmesidir.

– Yirmisinde solcu olmayan eşektir, kırkında solcu kalan şeddeli eşektir.

– Doğruları biliyorsan, yalanları dinlemek eğlencelidir.

-Altın kural şudur; herhangi bir altın kural yoktur. 

– Özür dileyerek, yakınlık göstererek ve son arzularında cömert davranarak, suçluları ve soysuzları idam edip ortadan kaldırmalıyız.

BERNARD SHAW 

– Devlete ihtiyaç yoktur…Devlet tarafından yapılan sömürü daima yöneticiler ve ücretli köleler anlamına gelir. Bizler insanın insana hükümet etmesini, insanın insanı sömürmesinden daha fazla arzulamıyoruz. Sosyalizm, hükümetçiliğin karşıtıdır….bizler bu birliklerin…demokratik ve toplumsal cumhuriyetin ortak bağında birleşecek engin bir birlikler ve gruplar federasyonunun ilk bileşenleri olmasını arzuluyoruz.

PROUDHON

– Ben toplumsal refahın ve özellikle de toprağın, toplumsal tasfiye anlamında kollektifleştirilmesi için oy kullanacağım. Toplumsal tasfiyeden, bugün olduğu üzere mülkiyetin yaptırımcısı ve yegane garantörü olan kanuni ve siyasi “devlet”in lağvedilmesiyle, şu anda mülk sahipleri olanların tamamen mülksüzleştirilmesini anlıyorum… tüm daha büyük hoşnutluklarıyla birlikte, komünlerin solidarasyonunu destekliyorum…çünkü böylesi solidarasyon aşağıdan yukarıya bir toplum örgütlenmesini içermektedir.

BAKUNİN

– Anarşinin kaynağı, devlettir.

PASCAL

– Herkes aynı fikirde olursa, toplumda gelişme olmaz.

– Bütün insanlar eşit yaratılmışlardır. Onları yaratan tanrı, kendilerine vazgeçilmez bazı haklar vermiştir. Bu haklar arasında; yaşama, özgürlük ve refahını arama hakları yer alır. Bu hakları korumak için, insanlar arasında meşru iktidar, hak ve yetkilerini yönetilenin rızasından alan hükümetler kurulmuştur. herhangi bir hükümet şekli, bu amaçları tahrip eder bir nitelik kazanırsa, onu değiştirmek veya kaldırmak ve temelleri kendi güvenlik ve refahlarını sağlamaya en uygun görünecek ilkeler üzerine dayanan, güç ve yetkiyi aynı amaçla örgütleyen yeni bir hükümet kurmak, o halkın hakkıdır.

THOMAS JEFFERSON

– Esas olan, kuvvetler ayrılığıdır (yasama, yürütme, yargı).

MONTESQUİEU

– İnsan, özgür doğar ama hayatın her anında zincire mahkum edilir.

 – Bütün kavgaların, felaketlerin, tüm kötülüklerin anası;özel mülkiyet”tir. Özel mülkiyetin olmadığı yerde haksızlık da yoktur.

– Esas olan, kuvvetler birliğidir yani yasama, yürütme ve yargının aynı erkte olmasıdır.

J.J. ROUSSEAU

MARX:

Tarihi yapan, insandır…

– Alt yapı, üst yapıyı belirler…

İnsanlık tarihi, sınıf çelişkisinden ibarettir.

Komünizmin önündeki engel, burjuvazinin eksikliğidir.

– “Din”, toplumun afyonudur.

– İnsan, ne üretirse ona yabancılaşır.

– Toplumsal reformlar, güçlünün zayıflığından ötürü değil, zayıfın gücünden ötürü gerçekleşir.

Kapitalist, kendisinin kapitalist olmasından sorumlu değildir ama ilişkilerin kurulmasına yardımcı olduğu için sorumludur

– Bir memleket iki şekilde talan edilir; “düşmanlar” ve bizzat o ülkenin kendi “maliyesi” tarafından.

– Fatih ülkeler, fethettikleri ülkelerin etkisi altına girerler. 

– Zorun güzelliği, doğallığındadır.

– İşçilerin vatanı yoktur.

– Gelecek için bir program geliştiren insan, devrimcidir.

– Mülkiyet, hırsızlıktır.

– Marx 1850’de “din; ruhsuz bir dünyanın ruhu, ezilenlerin haykırışı, kalpsiz bir dünyanın kalbidir. Din, kitlelerin afyonudur” der. O zamanlar insanların acılarını azaltsın diye “afyon” yutturuyorlar. Bunu Marx, “din uyuşturucudur” demiş gibi lanse etmeye çalışıyorlar, bu sözü bu manada yorumluyorlar. Aslında o bu sözü ile dini övmektedir. Din için, “ruhsuz bir dünyanın ruhu”, insanlar için dinden başka teselli edici bir çözüm kalmamıştır diyor.

ÖMER LAÇİNER

  Devlet, tanrının dünya üzerindeki yürüyüşüdür.

– Sanat, bir fikir hareketidir.

– Bir insanın  sana neler verebileceği değil, senin için nelerden vazgeçeceği önemlidir. 

 HEGEL

Faşizm, bir dindir.

MUSSOLİNİ

– Şüphelendiğini öldür. Devrim, her şeyden önce gelir.

– İktidarın, olgun bir meyve gibi ellerine düşmesini bekleyenlerin bekleyişi, hep sürecektir.

– “Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakabileceğin en iyi miras dürüstlüktür.”
– Ne kadar farklı olursa olsun, sana ait olmayana tenezzül etme ve ne kadar basit olursa olsun, senin olmayandan asla vazgeçme.
– Arkamdan konuşmaya devam et. Çünkü, karşıma çıkacak kadar büyük değilsin!
CHE GUEVERA
– Sırtından vurana kızma, ona güvenip arkanı dönen sensin ve arkandan konuşana da darılma, onu adam yerine koyan sensin.

GORKİ

Muhafazakarlık, tedavi edilebilir bir hastalıktır.

M. LERNER

Beyaz ırk, insanlık tarihinin kanseridir.

S. SONTAG

Avrupa projesi, bir medeniyet projesidir.

W. MARTENS

Kemalizm, laik bir dindir.

Prof. Dr. ALTAN GÖKALP

Solculuk, en ileri üretim biçimlerine sahip çıkmaktır. En ileri üretim biçimi, insanın refahını ve özgürlüğünü pekiştirir.

– Devletin herkese eşit mesafede hizmet verebilmesi için, “devletin ideolojisiz olması” gerekir. Birileri “din devleti” peşinde koşarsa, birileri de “askeri devlet” peşinde koşar.

 – Devletçilik, toplumların zenginleşmesini sağlayamıyor aksine bürokrasinin ve devletin bir soygun batağına düşmesine yol açıyor…

 – Sol; ırka değil bizatihi insana, ulus-devlet anlayışına değil; ‘evrenselleşmeye’, kültürlerin zıtlaşmasına değil; küreselleşmeye sahip çıkan bir kimliğe bürünüyor.

 ‘İçe kapalı anlayış’; ekonomide dünyaya kapalılık, bölgesel ekonomik ittifaklara karşı çıkmak da ‘faşizmin yeni yüzü’ olarak görülüyor.

 Sol, serbest değişimi, ekonomik ittifakları, dünyaya açılmayı savunuyor.

 Liberalizm, bireyin özgürlüğünü, devlet karşısında bireyin korunmasını amaçlayan bir düşünce biçimidir. Odağı bireydir, birey ve onun özgürlüğü için vardır.

 Marksizm de evrenin değişimini araştıran, toplumsal dinamiklerin kaynaklarını irdeleyen bir felsefedir, değişim bilimidir.

 – Dünyayı değiştirmek isteyen Marksistlerin hedefleriyle, bu liberal değişim çelişmiyor çakışıyor.

 – Sanayileşme dönemi bitiyor…Ulus-devlet dönüşüyor…Sosyolojik yapı değişiyor…Daha önce Marksizm ile liberalizm çatışırken şimdi benzerlikleri ön plana çıkmakta…

 Marksizm de hümanizma var…Liberalizmde de bireyin üstünlüğü…İkisi de mümkün olduğunca “az devlet” peşinde. Bu yeniçağ aynı zamanda yeni bir sentez çağı, marksizmle liberalizmi evlendirecek bir çağ.

 …Yaşamın akışındaki değişim ve dönüşümü marksist bir yöntemle ele alan ve piyasa ekonomisini de zenginleşmenin tek gerçek reçetesi olarak kabul eden bir anlayış…Hayata bakarken Marksist…Ekonomiye bakarken liberal…Yaşamı kavramaya çabalarken de “marksist-liberal”…

 MEHMET ALTAN

– Kuran’dan asla kapitalizm çıkmaz, “abdestli kapitalizm” hiç çıkmaz. Müslüman antikapitalisttir, çünkü “mülk Allah’ındır”. Bütün kötülüklerin başı özel mülkiyettir. Kuran-ı Kerim‘den illa bir ekonomik düzen çıkarılacaksa, çağımızdaki kavramları kullanarak söylersek, sosyalizme eğilimlidir. Ahlaki ve dini bir sosyalizm çıkar. İslamın siyasi, politik duruşu sol bir duruştur, sağcı değil.

İHSAN ELİAÇIK

– Batı dışı dünya hakkında Marx ve Engels‘in düşünceleri bütünüyle emperyalisttir…ABD‘nin, Meksika‘nın epeyce toprağını ilhak etmesiyle sonuçlanan savaşı Marx kendi cümleleriyle, “tembel ve çaresiz Meksikalılara karşı uygarlaşmanın lehine bir netice” olarak nitelemiş ve desteklemiştir.

Fransa‘nın Cezayir‘i işgali de “ilerleme ve uygarlık için önemli ve talihli bir olay”dı. Çünkü, “Bedeviler bir haydutlar ulusu” idi.

Marx, İngilizlerin Hindistan‘ı işgalini de aynı mantıkla desteklemiştir. Çünkü Hint toplumsal hayatı, Marx’ın tabiriyle “değersiz, durağan ve bitkisel” idi.

 RASİM OZAN KÜTAHYALI

      – İhtiyaç, icadın anasıdır.

                   Felsefe, mantık ve diyalektikten oluşur.

 – Erkek burjuvazidir, karısıysa proleteryayı temsil eder.

– Ne mutlu o yoksullara ki, öteki dünya onlarındır ve er ya da geç bu dünyada onların olacaktır.  

ENGELS

  – Az gelişmiş toplumlarda “ordu”, kendi halkına karşı kullanılmak için vardır. 

 – Her devrimin temel sorunu, “iktidar” olmak içindir.

– Yumurtalar kırılmadan, omlet” (devrim) olmaz.

– Ne kadar kötü olursa, o kadar iyidir.

LENİN

– Filozofun gerçek işlevi; dünyayı değiştirmek değil, onu anlamaktır.

Sosyalizmin bana göre arzu edilir bir tarafı yok. Çünkü, hiçbir özgürlük vermiyor, bir bilginin engelsizce edinilmesine izin vermiyor. Dogmacılığı teşvik ediyor. Bir düşünceyi yaymak için baskı kullanılmasını öneriyor. Ben ki eski liberalim, onun yapıp ettikleri çoğu kez pek az hoşuma gidiyor.

– Orta halli bir Rus, Stalin zamanında çarlık zamanına göre daha az mutluydu.

– Lenin kendisi için değil de bir inancı cisimlendirmek için ortaya çıkmıştı. Fakat inancı çok dar göründü bana. Marxçı yörüngenin dışında hiç mi hiç düşünemeyen bir “bağnaz” gördüm ben onda.

– Lenin’in bir “proleter” sayıldığı fakat dilenciler, yiyecek bir lokması olmayan zavallılar için “burjuvazinin uşakları” deniyordu.

B. RUSSELL

   G.V.PLEKHANOV:

 Formel mantık, realitede geçer değildir. Hareket, ayniyet ve çelişmezlik prensibine tabi değildir. Çünkü; madde hareketsiz, hareketsiz de madde olmaz. Bütün alemin esası bu hareketli maddedir. Hareket halindeki bir cisim, aynı zamanda hem burada hem de başka yerdedir..Hem vardır hem de yoktur. Bizzat bu değişmenin varlığı, gerçekte çelişmezlik mantığı yerine, çelişme mantığı veya diyalektiğin cari olduğunu gösterir.

 Ya formel mantık doğrudur, o zaman realiteyi inkar etmeli ya da realite doğrudur, o zaman da formel mantık ilkelerinin geçerliliği yoktur.

 Eğer mantığımız doğruysa, Zenon gibi “hareketi” inkar etmemiz gerekir.

…/…

– İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır.

LORD ACTON

– “Minnettarlık”, köpeklerin alışkanlığıdır.

– İki şeyden taviz verilmez; vatan ve ordu.

– En büyük hatalarımdan birisi; imzaladığımız “Güvenlik İşbirliği Antlaşması”na Hitler’in sadık kalacağını düşünmemdir. 

– Bir insanın ölümü trajik, binlercesininki dramatik, bir milyonun ölümü ise istatistiktir.

– “Benim kör, küçük kediciklerim bensiz ne yapacaksınız?”

– Hedefini belirle, kovala, yakala ve yoket. Dünyada bundan daha güzel birşey yoktur.

– Dişini ne kadar gösterirsen o kadar iyidir.

STALİN

– Bir köle olarak yaşamaktansa, bir “özgürlük savaşçısı” olarak ölmek daha iyidir.

  YILMAZ GÜNEY

– Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz.

– Haklıdan yana değil, güçlüden yana olanlar korkak ve kaypak olurlar. Güç merkezi değiştikçe dönerler; fırıldak olurlar.

UĞUR MUMCU

– En tehlikeli yönetim, hem cahil hem cesaretli olanların yönetimidir.

ERTUĞRUL GÜNAY

– Düşündüğünü söylemeye korkmaya başladı mı kişi, düşünmekten de korkmaya başlar.

VEDAT TÜRKALİ

– Bilinç, baskıdan doğar.

– Sömürü düzenine karşı çıkmak için; sosyalist/ marksist olmak, ulusunu, halkını sevmek için; ırkçı/milliyetçi olmak, adil bir insan olmak için de ahlakçı/dinci olmak zorunluluğu yoktur. Dahası bu türden yaklaşımlar; sınıfsal, etnik ve dogmatik bir tutum içinde sorunları çözen değil, derinleştiren bir anlayıştır.

– Eşitlik, “eşitler” arasındadır. Eşit olmayanları eşitlemeye çalışmak, eşit olmayanların sömürüsüne dönüşür.

– Din ve ideoloji; bilim öncesi, “ahlakçı” öğretilerdir.

AHMET AĞI

    Marxizm, toplumumuzun gerçeklerine uydurulacak yerde, toplumumuzu kafamızdaki yarım yırtık yani aptallığımızın marxizmine uydurmak istemişizdir…Memleketimizde, 50 yıllık marxizm çabalamalarının içine düşürüldüğü durum, marxizmi tersine çevirdiğimizden ileri gelir…Değişen şartlara göre değişen tedbirler gerekir. Dogmatizm, değişen durumların karşısına eski gerçeklere göre alınmış tedbirlerle çıkmaktır. Dünyada değişmez gerçek yoktur…Batılı toplumlara benzemeyen doğulu toplumlarda durum daha da çapraşık sayılmalı, kesinliklerden, genellemelerden büsbütün kaçınılmalıdır. Bir durumun değiştirilebilmesi için onun genel gerçeklerini bilmek hiçbir işe yaramaz, özelliklerinden yola çıkılmadıkça hiçbir durum işe yaramaz.

Her ülkenin sosyalistleri, kendi yollarını kendileri bulmak daha açıkçası, kendi sosyalizmlerini kendileri yaratmak zorundadırlar.

  KEMAL TAHİR

– “…Şartlar ne kadar elverişsiz olursa olsun, günün birinde devrimin gerçekleşeceğine inanıyorum da. İş, devrimden sonraki hayatın, insana gereksindiği mutluluğu verip veremeyeceğine geldi mi aklım karışıyor. Neden dersen, toplumun ve doğanın çelişkileri üstüne tutmuş koskoca bir sistem ve felsefe koymuşuz da birey olarak insanın iç çelişkilerini hiç hesaba katmamışız. Senin insan dediğin, kendini doğru ve haklı bir davaya adamış, kalıptan çıkma bir yaratık değil ki! Baştan ayağa karşıtlıklarla dolu bir varlık. Aynı zamanda iğrenç ve saygıdeğer, aşağılık ve yüce, ödlek ve cesur! Bunu demekle zannetme ki, insanı soyut ve değişmez bir kavram olarak alıp, şartlar ne kadar değişirse değişsin, o aynı kalacaktır demek istiyorum. Hayır o da değişiyor, değişiyor ama değişmesi kötüden iyiye, bilgisizden bilgiliye, vahşiden medeniye sürekli yükselen bir eğri çizmiyor. Çizdiği daha çok; iyiyle kötü, günahlarıyla sevap arasında aralıksız bir zikzak. Ayrıca, iyilik ve kötülük kavramları, koşullara göre değişen kavramlar”.

ATİLLA İLHAN “BIÇAĞIN UCU”

 – Türkiye’de “sağ” soldur, “sol” da sağdır.

– Türk Kurtuluş Savaşı, “anti-emperyalist” bir savaş değildir. 

        İDRİS KÜÇÜKÖMER

Herşey değişebilir, herşey tartışmaya açıktır. Ancak dinler, marxistler, Stalin, Hitler bunu kabul etmiyor. Bir tek bilim herşeyi tartışmaya açar. Üstelik onda da amaç, tartışmanın sonunda doğruyu bulmak değil, ona yaklaşmaktır. Bunu da yanlışları eleyerek yapar.

– At çok fazla çalışıp, yarışı kazanıyor. Atın sahibine 3 milyon lira, ata binen jokeye 250 bin lira, ata ise kazandı diye havuç veriyorlar. Hah işte o at biziz…

CELAL ŞENGÖR

– Eşitlik yok, yalnızca farklı olanlar var. Biraz ondan biraz bundan biraz da ötekinden…

WİTTEGENSTEİN

 İdeoloji, kendine göre bir mantığı ve tutarlılığı olan, belli bir toplum içinde tarihi bir görevi bulunan, bir tasavvurlar (imajlar, mitler, ve fikirler) bütünüdür.

  – Ayrıca ideoloji; maddi yaşamı din, ahlak ve bir anlamda da felsefe düşüncesiyle açıklayan tasarımlara ilişkindir. Kısaca ideoloji, bilim öncesi düşüncedir. Bilim düşüncesi ise tarihi ve toplumu, maddi yaşamın temel koşullarına göre açıklamaktır.

ALTHUSSER (Hilmi Yavuz, “Kültür Üzerine”)

 – Bir ülkeye diktayı yapanlar değil, “boyun eğenler” getirir.

– Sizin yüksekliğiniz, bizim eğilmişliğimizdendir.

BÜLENT ECEVİT

 – Önemli olan kedinin ak ya da kara olması değil, fareyi yakalamasıdır.

– İnsanların sosyal varlığı, düşüncelerini tayin eder. Öncü sınıfı temsil eden doğru düşünceler, yığınların içine girer girmez, toplumu ve dünyayı değiştiren maddi bir kuvvet haline gelir.

– Herşeyi değiştirecek, acıdan ve ölümden korkmayan bir nesil yetişecek.

 MAO

– İnsan, yediği şeydir ve insan insanın tanrısıdır. Tanrı, insanın idealleştirilmiş olarak dışavurumudur.

L. FEURBACH

 

 İnsanın gelişimi, tanrının yerine kendisini koyabilme çizgisindedir.

*

“Tanrı”, sıradan insan entellektüelizminin göğe yansımasıdır.

– “Tanrı”, insan yaratılarının en kutsal olanıdır.

         YALÇIN KÜÇÜK

Sol, ezilen ve dışlananların sözcüsü olan düşünce akımının adıdır…Ezilen ve dışlananlar 1960’larda işçiler ve köylülerdi. Sol bunların sözcüsü oldu. 70’lerde Kürtleri farkettik ama temelde Kemalist olduğumuz için onlara uzak durduk. 80’lerde bu kategori tüm dünyada fevkalade çeşitlendi; çingeneler, kadınlar, sakatlar, eşcinseller, vicdani redçiler vb. Ama biz bu yıllarda canımızla uğraştığımız için farkında bile olmadık. 90’larda kendimize gelmeye başlayınca baktık ki, bunların yanısıra Türkiye’de Aleviler, üniversiteye sokulmayan başörtülü kızlar, ateistler, gayrimüslimler…hepsi de ezilmişler ve dışlanmışlar kategorisinin has elemanları. Şimdi sol demek, işte bütün bunların sözcüsü demek”.

BASKIN ORAN

“Ancak bir noktada Marx yanıldı. Proleterya ve burjuvaziden oluşan iki kutuplu dünya oluşacak diye beklenirken orta sınıf büyüdü. Bugün dünyayı değiştirecek olan işte bu orta sınıftır, küçük üreticiler ve girişimcilerdir.”

NABİ YAĞCI

 – Burjuva kültürünün demokratlaşmasıyla, niteliği değişmeden çok sayıda insana ulaşıp yaygınlaşmasıyla, “mutlu azınlık kültürü” olmaktan çıkıp, “mutlu çoğunluk’ “kültürüne dönüşebilir.

Eğer bir “tanrınız” yoksa, saygılarınızı Hitler veya Stalin‘e sunarsınız.

T.S. ELİOT

Komiserin manivelası; “devrim”. Dava, alt yapıyı değiştirmek, üst yapı kendiliğinden değişir. Yogi içinse kurtuluş, içimizde. Aksiyon, bir tuzak. 

Zıt yaklaşımlara sahip oldukları için, komiserle yogi uzlaşamaz.

ARTUR KOESTLER

 Marxizm, aşılamaz tek toplum felsefesidir. Benim yaptığım ise, onun unuttuğu bireyi yerine koymaya çalışmaktır.

-Tanrı olmadığı için, bütün yaptıklarımızdan sorumluyuz.

-İnsan temelde, tanrı olmak isteğindedir.

– Düşünce özgürlüğünün olmaması, düşüncenin ifade edilememesi değil, insanın düşünmemesidir.

– İnsan olmak istediği, kendini tasarladığı şeydir…Başkalarını seçerken kendimizi seçeriz.

SARTRE

– Coğrafya kaderdir.

İBN-İ HALDUN

– İnsanlar, sınırlardan önemlidir.

 V. HAVEL

– Sol her şeyden önce, hümanizmdir. İnsan, “insan” olduğu için değerlidir.

ZÜLFÜ LİVANELİ

Sol; ilericidir, enternasyonaldir, devrimcidir, hümanisttir. Bizde ise kendisi gibi düşünmeyene, yaşamayana tahammül edemeyen, “faşist solcular” var.

 SİNAN ÇETİN

– Aç insanların karnını doyurduğum zaman bana, “kahraman” diyorlar. Bunların neden aç olduğunu sorduğum zaman ise bana, “komünist” diyorlar.

Cardinal HELDER PESSOA CAMARA

– Bireye tek olma imkanı vermeyen, “kollektivizm şeytandır”. “Tek insan”, tanrı karşısında sorumlu olan insandır.

 KİERKEGAARD

ÖZLÜ SÖZLER – KISSADAN HİSSE / 1

Çarşamba, Eylül 29th, 2010

   EINSTEIN

  Güzel bir kadın evlenmek için Einsten’a bir mektup yazar ve resmiyle birlikte gönderir. Mektupta şöyle yazmaktadır:

 “Sevgili Einstein, sizinle evlensek ve bir çocuğumuz olsa aklını sizden güzelliğini de benden alsa sizce de bu muhteşem olmaz mı?” Einstein’ın buna verdiği cevap:

 “Hanımefendi teklifiniz için teşekkür ederim ama ya aklı size güzelliği de bana benzerse?” 

  Einstein, Tevrattaki tanrı düşüncesini reddeder fakat nazilerin, yaptıkları karşısında siyonizmin en büyük savunucularından biri haline gelir. Politik görüşlerinden dolayı “Einstein’a karşı 100 yazar” adlı bir kitap yayınlandığı zaman, “eğer haksız olsaydım, bir tanesi bile yeterdi” der.

 Nazi tehlikesi karşısında Einstein, barışseverlik düşüncesini terketti ve en sonunda Alman bilimadamlarının atom bombası yapmasından korkarak ABD’nin de kendi bombasını geliştirmesini önerdi.

 

 Siyonizme verdiği açık destek nedeniyle 1952 yılında kendisine İsrail’in cumhurbaşkanlığı önerildi. Ancak politika için çok toy olduğunu söyleyip, “denklemler benim için çok daha önemlidir, çünkü politika bugün içindir, oysa ki bir denklem sonsuzluk içindir” der.

  EİNSTEİN’IN ANNESİ PAULİNE

Einstein daha ilkokuldayken, öğretmeni annesine iletmesi için bir mektup verir. Einstein mektubu verir ve henüz okumayı öğrenemediğinden kendisine de okumasını ister.

Annesi gözyaşları içinde mektubu okur:

“Oğlunuz çok zeki olduğundan ve okulumuzdaki öğretmenlerin de yetersiz olması nedeniyle kaydının ya başka bir okula alınması ya da özel eğitim aldırılması çok daha uygun olacaktır…”

Annesi Pauline, Einsten’e dönerek; “sen dünyayı değiştirebilecek kadar zeki ve çok farklısın” der.

Yıllar geçer annesi ölür, kendisi de 20. yüzyılın en büyük fizikçisi olur. Bir gün annesinden kalan eşyaları karıştırırken, bir kitabın arasında kendisine okuduğu o mektubu bulur. Mektupta yazılanlar hiç de annesinin okuduğu gibi değildir hatta “aptal ve anlama problemleri olduğu için, kaydının okuldan alınması” tavsiye edilmektedir.

Gerçeği öğrenen Einstein, gözyaşlarına hakim olamaz ancak asıl üzüntüsü, öğretmeninin yazdıkları değil annesinin kendisinden vazgeçmemesi ve kendisine duyduğu büyük sevgidir.

  İLM-İ SİYASA

   Uzunca yıllar bir şeyhin rahle-i tedrisatından geçen bir derviş:

“Efendim eğer izniniz olursa, artık halka karışıp insanları irşad etmek (Allah yoluna çağırmak) istiyorum” der. Bunun üzerine şeyh:

 “Münasiptir ancak ilm-i siyasayı da öğrenip öyle git” der.

 Derviş, “efendim bunca yıldır öğrendiklerimin yeterli olacağını düşünüyorum, siz de uygun görürseniz…”

 Şeyh, dervişin ısrarı karşısında “peki öyleyse Allah yardımcın olsun” der.

 Derviş cuma namazı için bir köye gelir ve hocanın verdiği vaazı dinlemeye başlar. Hoca, çok celalli bir şekilde cemaate yüklenmektedir. “Şöyle dinden çıkıyorsunuz böyle günaha giriyorsunuz, hepiniz cehenneme odun olacaksınız” diye esip gürlemektedir. Bunun üzerine bizim derviş söz ister:

 “Yapmayın hocaefendi insanları böyle konuşarak dinden edeceksiniz…” derdemez iyice celallenen hoca:

 “Allah rızası için şu münafığa haddini bildirecek yok mu?” diye gürlemesiyle, cemaatin üzerine çullanması bir olur.

 Derviş perişan bir halde, şeyhinin yanına gelir ve olanları anlatır. Şeyh, ilm-i siyasanın zamanı gelmiş diyerek dervişi bir süre daha eğitime alır ve sonrasında:

 “Şimdi artık piştin var git yoluna” der. Derviş, bir süre sonra yine aynı köye cuma namazına gelir. Hocaefendi yine bütün celalliğiyle esip gürlemektedir. Bizim derviş söz isteyip bu kez cemaate dönerek:

 “Ey cemaati müslimin! Böylesine güzel vaazeden hocaefendiden her kim bir kıl kopara, Allah için doğrudan cennetliktir…” derdemez cemaat hocaya çullanır.

  ŞAHİT MAHİT YAZARLAR

  Kendi yolunda giden bir yayaya, aracın biri şiddetli bir şekilde arkadan çarpar. Adamcağız dört takla atar ve yere düşer. Toparlanır toparlanmaz da kaçmaya başlar. Olayı gören birisi arkasında seslenir:

 “Yahu sen niye kaçıyorsun, suçlu çarpan…” demesi üzerine kazaya uğrayan adam:

“Ya neme lazım, şimdi şahit mahit yazarlar” der ve kaçmaya devam eder.

   FUZULİ İLE BAĞDATLI RUHİ

 Fuzuli ile Bağdatlı Ruhi, Bağdat’ın arka sokaklarında birlikte dolaşırken köşebaşında bir köpek görürler. Bunun üzerine Bağdadlı Ruhi:

 “Bu it, burda fuzuli” diyerek Fuzuli’ye alaycı bir gönderme yapar. Fuzuli de buna karşılık:

 “Vur kıçına çıksın ruhi” diye Ruhi’ye okkalı bir cevap verir.

   İKİ FARE

  Zafer sonuna kadar mücadele edenlerindir:

   İki fare aynı anda bir süt kovasının içine düşerler, farelerden biri nasıl olsa öleceğim diyerek mücadeleyi bırakır ve boğulur. Diğer fare mücadeleden vazgeçmez, çırpına çırpına önce sütü kaymağa dönüştürür, sonra da kaymağın üzerine çıkarak kurtulur.

  NAKŞİ İLE BEKTAŞİ ŞEYHLERİ

   İki şeyh bir araya geldiklerinde Bektaşi, Nakşibendiye sorar:

  “Üstad, sizin bu cübbelerinizin kolları niye bu kadar uzun?” O da “insanların ayıp ve kusurlarını örtmek için” der.

  Bektaşinin kollarını kısa görünce bu kez Nakşi olan sorar:

 “Peki ya sizin cübbenizin kolları niye kısa?”

 Bektaşi hiç düşünmeden:

 “Biz insanlar da ayıp, kusur görmeyiz de onun için” der.

   İNSAN DEDİĞİN KUŞ MİSALİ

  İki miskin derviş, yıllardır biri bir köşede diğeri öbür köşede uzlete çekilmişler. Daha mülayim olanı “muhterem gel şu köşeleri değişelim” demiş. Diğeri hemen “başka işin yok mu, otur oturduğun yerde” diye terslenmiş

 Aradan yıllar geçmiş yine mülayim olan, “üstad gel şu yerleri bir değişelim” demiş. Aksi olan yine “yahu senin hiç başka işin yok mu?” diyerek reddetmiş.

 Gel zaman git zaman yine yıllar geçmiş, mülayim olan son bir kez daha şansını denemek için sormuş, “ üstad gel şu köşeleri değişelim, tebdil-i mekanda ferahlık vardır derler” demiş. Aksi olan “amma ısrar ettin, iyi hadi değişelim bari” demiş.

 Sallana sallana biri bir köşeye diğeri öbür köşeye geçmiş, aksi olan bundan bir ders çıkararak:

 “Gördün mü bak! İnsan dediğin kuş misali, nerdeydik nereye geldik” demiş.

   SİNOPLU DİYOJEN

 Diyojen, gündüz vakti Sinop’un sokaklarında el lambasıyla dolaşıyormuş. Görenler, ne yaptığını sorduğunda “adam arıyorum adam” diye cevap verirmiş.

***

 Diyojen’in dünya nimetlerinden elini eteğini çekmiş, bir fıçının içinde yaşayan bir kinik olduğu bilinir. Onun ününü duyan Büyük İskender, ziyarete gelir. Ancak, Diyojen’in pejmürde ve meczup görüntüsü onu hayal kırıklığına uğratır. Alaycı bir şekilde, “benim kim olduğumu biliyor musun?” diye sorar.

Diyojen, “sen benim kölemin kölesisin, çünkü dünya benim kölemdir” der. Büyük İskender, bu beklenmedik bilgece cevap karşısında “dile benden ne dilersen” der.

 Diyojen, güneşinin önünde duran bu büyük komutana, “gölge etme başka ihsan/iyilik istemem” der.

****

 Yine birgün Büyük İskender, Diyojen’i birbiri üstüne yığılmış insan kemikleri içinden bir şey ararken görür ve “ne arıyorsun?” diye sorar. 

 Diyojen, “babanızın kemiklerini arıyorum ama hangisinin kölelere, hangisinin babanıza ait olduğunu kestiremiyorum” der.

   MİCHELANGELO

  Ustaya sormuşlar, “nasıl böylesine güzel heykeller yapabiliyorsunuz?” diye. O da “o güzellikler zaten taşın içinde var, ben sadece fazlalıkları atıyorum” demiş.

 ***

  Michelangelo, ünlü “Musa Heykeli”ni yaptıktan sonra, karşına geçip saatlerce seyredermiş. Hatta bir gün dayanamayıp “konuş ya Musa!” diyerek elindeki çekici fırlattığı söylenir.

***

 Ustanın, bir kiliseyi resimlerken, “terlik giymiş” birkaç melek çizdiği söylenir. Bunu gören kardinal:

 “Kim bugüne kadar, terlik giymiş melek görmüş? diye sorar. Usta da “kim bugüne kadar çıplak ayaklı melek görmüş?” der.

 ***

 İNCİL VE TOPRAKLAR (DESMOND TUTU)

 Misyonerlerin Afrika’ya geldiklerinde, onların sadece incili, yerlilerin ise toprakları vardı. Bize “hadi dua edelim” dediler. Boynumuzu eğip, gözlerimizi kapadık. Gözlerimizi açtığımızda ise artık incil bizim, topraklar da onların olmuştu.

  İKİ FİNCAN KAHVE

 Bir felsefe profösörü, önüne büyükçe bir kavanoz alır ve ağzına kadar tenis topları ile doldurur ve öğrencilere dolu olup olmadığını sorar. Öğrenciler hep beraber ‘dolu’ olduğunu söyler.

 Bu sefer profösör, çakıl taşlarını tenis toplarının arasından kavanoza doldurur. Tekrar öğrencilere kavanozun dolu olup olmadığını sorar. Onlar da “evet, artık doldu” derler.

 Profösör bu defa bir torba kumu alır ve çakıl taşları arasından kavanoza döker. Öğrencilere yine dolu olup olmadığını sorar. Öğrenciler hep beraber “evet” der.

 Bu kez profösör masadaki iki fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır. Tekrar öğrencilere sorar, “doldu mu?” diye. Öğrenciler güler!

 Profösör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek, “evet, bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım” der.

 “Şöyle ki; bu tenis topları hayatınızdaki en önemli şeylerdir; aileniz,   çocuklarınız, sağlığınız, dostlarınız ve sizin için en önemli şeylerdir. Diğer şeyleri kaybetseniz de bu önemli şeyler hep kalır ve hayatınızı doldurur. Çakıl taşları ise daha az önemli olanlardır; işiniz, eviniz, arabanız vs. Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir. Şayet, kavanoza önce kum doldurursanız çakıl taşlarına daha önemlisi tenis toplarına yer kalmaz. Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcarsanız önemli şeyler için zaman kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arzeden şeylere verin. Çocuklarınızla oynayın, sağlığınıza dikkat edin, eşinizle yemeğe çıkın…Öncelikleri sıralamayı iyi bilin gerisi hep kumdur”.

 Öğrencilerden birisi, “peki ya o iki fincan kahve nedir?”

 Profösör gülerek, “hayatınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır” der.

  İKİ SUFİ

 İki sufi karşılaşır ve biri diğerine sorar, “ne yapıyorsunuz?” diye. O da “bulunca yiyoruz bulamayınca da sabrediyoruz” demiş. Suali soran “Horasan’ın itleri de öyle yapıyor” demiş. Diğeri, “peki siz ne yapıyorsunuz” diye sormuş, o da “biz bulunca dağıtıyoruz, bulamayınca şükrediyoruz” demiş.

  İSTANBUL’DA BİR FRANSIZ

 1950’lerde İstanbul’a gelen bir Fransız, insanların bir aşağı bir yukarı birşeyler taşıdığını görür. Yanındaki Türk arkadaşına sorar:

 “Azizim, siz İstanbul’u ne zaman aldınız?” o da “1453’te” der. Fransız, “hayret! o kadar zaman olmuş ama hâlâ yerleşememişsiz” der.

  SOKRATES

 Sokrates arkadaşıyla pazarda dolaşırken, biri arkasından gelip, kıçına bir tekme atar. Sokrates oralı olmaz ama yanındaki arkadaşı, onun hiç tepki vermemesine şaşırarak sorar; “ya üstadım, biri size tekme atıyor ama siz oralı bile değilsiniz”. Bunun üzerine Sokrates; “eşşek çifte attı diye ne yapıyım, mahkemeye mi vereyim?” der.

 Evlilik hakkında sorduklarında da; “her halükarda evlenin, karınız iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunuz” der.

 “Atinalılar, beni suçlayanların sizi nasıl etkilediğini bilmiyorum ama öyle ikna edici konuşuyorlardı ki, ben bile kim olduğumu unutacaktım. Buna karşın tek bir doğru söz etmediklerini söylemem gerekir.

 Yargıçlara yalvararak beraat etmeye çalışmak bana adil gelmiyor. Yargıç, adaleti lütuf gibi dağıtmak için değil, yasalara göre hüküm vermek için o mevkiye getirilir. Hatta hoşuna gidenlere lütufkar davranacağına değil, yasalara göre karar vereceğine yemin eder.

 Ölümden sakınmak o kadar zor değildir. Zor olan, kötülükten sakınmaktır…İnsanları öldürerek, sizi doğru yaşamamakla suçlayacak birilerinin ortaya çıkmasını engelleyeceğinizi sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Başkalarının sizi eleştirmesini engellemek yerine, mümkün olduğunca daha iyi olmaya çalışmalısınız.

 Ben, tanrı tarafından bu devlete gönderilmiş bir at sineğiyim. Ve bu devlet, koca cüssesiyle hareket etmesi ve canlanması gereken bir attır. Ben de tanrının bu devlete musallat ettiği, bir at sineği gibi bütün gün boyunca her yerde sizi uyandırıyorum, hareketlendiriyorum, azarlıyorum, ikna ediyorum. Ve eğer tanrı sizi düşünerek, bir at sineği daha göndermezse, hayatınızın geri kalan kısmını uyuyarak geçireceksiniz.

 Ayrılma vakti geldi çattı. Ben ölmeye sizler de yaşamlarınızı sürdürmeye gidiyosunuz. Hangisinin doğru olduğunu sadece tanrı bilir.”

 Tutuklu bulunduğu süre içinde kendisini ziyarete gelenler, onu teselli edecekleri yerde onun herkesi teselli edip gönderdiği söylenir. Birgün karısı Sokrates’e, “seni haksız yere öldürecekler” der, o da karısına; “ haklı yere öldürseler daha mı iyi” der. 

İdamından önce araya kutsal ay girer, infazı da bu ayın sonuna ertelenir. Bu ay içinde kaçması için adeta ortam yaratılır. Onu kaçırmaya gelen öğrencilerine:

 “Kaçarsam savunduklarımı inkar etmiş olurum. Suçlu olduğumu kabullenmiş olurum. Yasalara uymak lazım. Hem gittiğim yerdeki yasalar burdan (Atina’dan) daha mı iyi olacak?” diyerek kaçmayı reddeder. Kutsal ayın sonunda da baldıran zehrini içerek ölüm cezası gerçekleşir. Kendisi tek satır yazmamış olan bu büyük bilge, öldüğünde 70 yaşındadır ve tüm öğretilerini öğrencisi Platon’dan öğreniyoruz.

  GALİLE (1564 – 1642)

 Galile, yaptığı deneylerle dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü ispat eder. Ancak kilise tersini kabul etmektedir. Sonunda engizisyon mahkemesine verilir ve sözlerinden vazgeçmezse ölüme mahkum edilecektir.

 Galile de dünyanın dönmediğini söylese bile dönmeye devam edeceğini bildiğinden sözlerinden vazgeçer. Böylece ölüm cezasından kurtulur ama yaptığı deneyler nedeniyle ömür boyu ev hapsine mahkum olur. Ancak İtalyan Giordano Bruno onun kadar şanşlı değildir. Evrenin sonsuz ve dünya dışında pekçok gezegen olduğunu söylediği ve engizisyon mahkemesinde de bu söylediklerinden vazgeçmediği için, 1600’de Roma meydanında diri diri yakılarak cezalandırılır.

  Engizisyon Galile’yi ömür boyu ev hapsine ve Copernicusculuğu da halk önünde reddetmeye mahkum etmesine karşılık o ölünceye kadar katolikliğe bağlı kaldı. O zamanki Papa da eski bir arkadaşıydı.

 1642’de ölümünden dört yıl önce ev hapsindeyken, ikinci büyük kitabının el yazmaları Hollanda’da bir yayıncıya kaçırıldı. İşte “İki Yeni Bilim” diye bilinen bu eseri Copernicus’a olan desteğinin de ötesinde, modern fiziğin doğuşu olacaktı.

  NEWTON

 

 Leibniz ve Newton, her ikisi de birbirinden habersiz olarak modern fiziğin büyük ölçüde temeli olan, “calculus” denen matematik dalını geliştirmişlerdi. Newton’un bunu Leibniz’den yıllar önce bulduğunu şimdi biliyorsak da bu çalışmasını Newton çok daha sonra bastırmıştı.

 Leibniz anlaşmazlığın çözümlenmesi için Kraliyet Derneğine başvurma gafletinde bulundu. Zira bu derneğin başkanı Newton’du. O da araştırma için tamamen tarafsız bir komite oluşturdu! Tesadüfe bakın ki bu komite tamamen arkadaşlarından oluşuyordu. Bununla da kalmayıp, Leibniz’i “eser hırsızlığıyla” suçladığı yazıyı kendisi yazıp yayınladı.

 Leibniz’in ölümünden sonra Newton’un “Leibniz’in kalbini kırmaktan büyük zevk aldım” dediği söylenir.

 HACI BEKTAŞİ VELİ

 Moğol istilası döneminde Hacı Bektaşi Veli, “elinize, dilinize, belinize sahip çıkın” diyerek herkese birlik beraberlik telkininde bulunmaktadır. Aslında onun bunlarla kastettiği:

 Elinize; yurdunuza, dilinize; Türkçenize, belinize derken de soyunuza sopunuza sahip çıkın anlamındadır.

 HAYATIN SIRRI

 Hayatın sırrını merak eden bir adam, çok uzak bir diyarda yaşayan bir bilgenin bu sırrı bildiğini duyar ve yola koyulur. Günlerce yol gittikten sonra bilge kişiyi bulur ve sorar, “bunca yolu hayatın sırrını sizden öğrenmek için geldim” der. Bilge kişi, “hoş gelmişsiniz ama boşuna zahmet etmişsiniz” der, “sır da hakikat de sizde, herkes hakikati kendi içinde bulacaktır. Büyük kainatta ne varsa küçük kainat olan insanda da o vardır” der.

 Hayatın sırrını arayan adam, hakikatin nerde olduğunu öğrenerek aslında bu kadar yolu boş yere gelmediğini anlar ve yaşadığı yere geri döner.

 KOYUNUN KÜÇÜĞÜ

  Köyün zenginlerinden birisi, oğluna kırk gün kırk gece düğün yapacağını ve düğüne gelen herkesi de memnun edeceğini söyler. Köyün ileri gelenlerinden yaşlı adamsa:

 “Her zaman, huzursuzluk çıkaran memnuniyetsiz birileri çıkar” der.

 Zengin adamsa, “ben memnun edeceğim” demiş ve düğün başlamış. Düğüne gelen herkese hergün birer koyun veriliyormuş. Birinci gün, ikinci gün, üçüncü gün derken ufak tefek çelimsiz bir adam, herkesin duyacağı bir şekilde:

 “Ne bu ya! Hergün koyunun küçüğü bana geliyor” diyerek memnuniyetsizlğini dile getirmiş.

 YAHYA KEMAL / SÜLEYMAN NAZİF / A.Ş. HİSAR

 İstanbul aşığı olan Yahya Kemal’e, bir gün Ankara’dayken en çok neyi sevdiğini sormuşlar. O da “İstanbul’a geri dönüşünü” demiş.

 Yine bir gün Yahya Kemal, Süleyman Nazif ve Abdülhak Şinasi Hisar , Ankara’da zamanın ünlü Karpiç pastanesinde oturmuş sohbet ediyorlarmış. Çay söylemişler. Abdülhak Şinasi’nin ciddi şekilde “mikrop takıntısı” olduğundan sık sık ellerini yıkar, çay istediklerinde de bardakları ayrıca kendisi yıkamak için sıcak su istermiş. Nüktedanlığıyla meşhur Süleyman Nazif, “üstad bardakları suyla yıkadın temizlendi, peki suyu neyle yıkayacaksın?” diye takıldığında A.Şinasi gülerek, “haklısın bunu hiç düşünmemiştim” der.

 Ünlü “Fahim Bey ve Biz” romanının yazarı A.Şinasi Hisar çok kibar bir beyefendi olarak herkese ‘siz’ diye hitap eder samimi bile olsa ‘sen’ diyemezmiş. Bu durum S.Nazif’in gözünden kaçmamış ve “üstad merak ediyorum acaba Fransa’daki Seine (Sen) nehrine de mi ‘siz’ diyorsunuz?”

 Süleyman Nazif bir gün kitaplarını basan Ahmet beyle münakaşa edip hiddetle dışarı çıkmış, merdivenlerde de bir arkadaşına rastlar ve nereye gittiğini sorar, o da “Ahmet beyin yanına çıkacağım” der. S.Nazif sinirli bir şekilde “Ahmet beyin yanına çıkılmaz, inilir!” der.

  ENVER PAŞANIN BABASI VE UÇKUR

 Birinci Cihan Harbinden sonra esir tutulan İttihat ve Terakki ileri gelenleri, kendi aralarında sohbet ederken, Enver Paşanın babası, “harama hiç uçkur çözmedim” der. Bunun üzerine Fuat Paşa da kendisine, “aman efendi hazretleri, keşke helale de çözmeseydiniz de şu Enver belasına, milletçe hiç bulaşmasaydık” der. 

   NECİP FAZIL

 Necip Fazıl bir konferansta konuşmaktadır. Dinleyicilerden biri ayağa kalkıp onu bir başkasıyla kıyaslayarak, “onun yanında siz sıfırsınız” der. N.Fazıl sakin bir şekilde, “olabilir ama siz de benim yanımda çift sıfırsınız” der.

 İstanbul üniversitesindeyken bir grup öğrenci Necip Fazıl’ı ziyarete gider. Kapıyı çalarlar, ses gelmez ama kapı yarı aralıktır. N.Fazıl içerde koltuğuna  oturmuş dışarıyı seyretmektedir. Onlar da içeri girip otururlar. N.Fazıl onların geldiğinden habersiz dakikalarca hareketsiz bir şekilde dışarıyı seyretmektedir ve neden sonra odadaki gençleri fark edip “evet niye geldiniz” diye sorar. Onlar da “sizi görmeye geldik efendim” derler. Necip Fazıl yavaşça ayağa kalkıp kendi etrafında bir tur atar ve “işte gördünüz” der. Onlarda üstadın keyfinin yerinde olmadığını anlayıp çıkarlar.

  NAZIM HİKMET

Çok az kişinin bildiği Galina Grigoryevna Kolesnikova, Nazım Hikmet’in sevgilisiydi. Nazım’ı en çok seven Galina’ydı. Nazım Hikmet hayatı boyunca 5 kadınla sevgili oldu. 4 sevdiği kadına şiirler yazmıştı fakat Galina için kalemini hiçbir zaman oynatmadı. 1953-1960 yılları arasında sevgili olsalar da Nazım Hikmet hiçbir zaman Galina’yı sevemedi. Duygularını dosttan öteye taşıyamadı. Ayrıca Nazım Hikmet Galina’ya “Galya” kısaltmasını kullanırdı.

Nazım Hikmet geçirdiği bir kalp krizi sonrası kaldırıldığı hastanede Galina ile tanıştı. Galina tanışmalarını şöyle anlatmaktadır; “Koridorda birden karşıma güzel, çok yakışıklı zarif bir insan çıktı. Ona doğru yürüdüm ve “Siz Nazım Hikmet misiniz?” diye sordum. O da “evet sevgili dostum” diyerek elini omzuma koydu. “Lanet olsun, hastalandım” dedi.

Hastanede 3 aylık tedavisinden sonra Galina’nın evinde birlikte yaşamaya başladılar. Galina sadece doktoru ve sevgilisi olmadı, aynı zamanda mektuplarını yazdı, şiirlerini daktilo etti, onun tercümanı ve kameramanı oldu. Nazım’ın evinde arkadaşlarıyla, ünlü şairlerle, köpeğiyle oynarken, daktilosunun başındayken, hasta yatağındayken, yurt dışı gezilerindeyken kısaca her anını Galina kamera ile kayda almıştı.

Kamera’nın son görüntüleri bir sahil kenarında çekilmişti. Oraya 1958 yazında Nazım’ın ısrarıyla gitmişlerdi. Nazım gönlünü yeni kaptırdığı Vera’ya yakın olmak istiyordu. Vera’nın eşiyle beraber tatil yaptığı sahil kasabasına Galina’yla beraber gitmişti. Hep birlikte tatil yaptılar. Galina Nazım’ı Vera’ya fal bakarken, çakıl taşları atarken ve yan yana yürürken kayda almıştı. Daha sonra Nazım Hikmet kamerayı eline alıp, Galina ve Vera’yı yan yana çekmişti. Galina Nazım’daki değişiklikleri fark etmiş ve o zamanı şöyle anlatmaktaydı; “Şiir yazamaz olmuştu. Oyun yazıyordu, yazı yazıyordu ama benimle beraberken şiiri bırakmıştı. Ama Vera’ya aşık olunca, hemen şiir yazmaya başladı. Ben onu çok iyi anlıyordum. Onu çok sevmeme rağmen, sevdiği kadınla beraber olması gerektiğini anlıyordum. Öyle aşıktı, öyle güzel yazıyordu ki, bir kez bile kıskanmadım onu. Tekrar yazmaya başlamıştı. Önemli olan da buydu. ”

Galina Nazım’ı o kadar çok seviyordu ki, terk edildikten sonra “Bu trajediye çok zor dayandım. Sancılıydı. Kısaydı ama zordu. Her şey olabilirdi. Nazım’ın kalbi kötüydü. O haliyle Vera’yla kaçmıştı. Kaçtıkları yerdeki tanıdığım doktoru aradım. Nazım’a göz kulak olmasını istedim. Nazım’a arabasıyla, şoförünü gönderdim. Bol bol portakal yolladım. Bir de aldığım kazağı gönderdim” diyerek, terk edilmesine rağmen Nazım’ı ne kadar çok sevdiğini belli ediyordu.

Nazım Galina’ya yazdığı ayrılık mektubu ise şöyleydi;

“Canım, kızım, anam, yoldaşım, bacım Memet’im, Münevver’im, Galyam! bunu yapıyorsam başka bir şey yapamadığım içindir ve eğer ben senin yüreğinde ve kafanda her şeyden önce senin yoldaşın, arkadaşın, seninle ortak dertleri paylaşan ağabeyinsem, sen, kadınlık gururunu çiğneyen bu acı karşısında ayakta durabilir ve büyük dostluğumuzu çiğnemezsin. (…)

Senden son bir ricam var, beni affet! Yüzyüze konuşup konuşmamaya karar veremedim. (…) Senden bir erkek olarak ayrılıyorum ama bir dost olarak sen istesen de istemesen de yanındayım. (…) Hiç kimseye kızma. Kimse aklımı çelmedi. bir kez daha tekrarlıyorum, yapabileceğim başka bir şey yoktu. İki aylığına Ortaasya’ya gideceğim. İki ay sonra öfken yatışmış olur da beni görmek istersen gelirim. (…) Dedikodular olacak, bu duruma sevinecek insanlar çıkacaktır. Sana soru soran herkese, “nazım benim yakın dostumdur ve öyle kalacak” de. Biricik anam, bacım, memo’m, güllü hanım, adil giray, ölene kadar senin baban, yoldaşın, ağbeyin, dostun, en yakının olarak kalacağım. Mübarek ellerinden öperim.

Senin, Nazım Hikmet”

Galina hiç evlenmedi. Hayatı boyunca Nazım’ı sevdi. Türkiye ile tek bağlantısı olan Dursun Özden, Galina’nın 17 Şubat 2014’te “Beni Nazım çağırdı. Ben gidiyorum…” diyerek Votkinsk’de yaşama veda ettiğini bildirdi.

****

 Nazım, doktora sorar, “aşık olursam ne kadar yaşarım?” Doktor da “en fazla iki bilemedin üç yıl, sakin bir yaşam sürmen halinde de on yıl yaşarsın” der. Nitekim Vera’ya aşık olur ve üç yıl sonra da kalbine yenik düşer.

****

  Yahya Kemal, Heybeliada’daki Bahriye okulundan öğrencisi olan N.Hikmet’e “Türkçe ve şiir” öğretmek amacıyla, Nişantaşı’ndaki evlerine gidip gelmektedir. Yahya Kemal, Nazım’ın kuzeni Oktay Rifat ve arkadaşları Necip Fazıl’a da şiir dersleri vermektedir. Bu gidip gelmeler sonucunda, Nazım’ın annesi ressam Celile hanımla, Yahya Kemal arasında büyük bir aşk filizlenir. Bu aşktan N.Hikmet’in de haberi olur ve çok rahatsızdır. Yahya Kemal birgün evlerine geldiğinde, paltosunun cebine şöyle bir not yazıp koyar:

 “Hocam olarak girdiğiniz bu eve, babam olarak giremezsiniz…”

 Belki Nazım’ın tepkisindendir bilinmez, bu aşk evlilikle sonuçlanmaz. Hatta rivayet odur ki, Nazım’ın Yahya Kemal’i Galataray Lisesi önünde, elinde silahla kovaladığı söylenir.   Yıllar sonra Yahya Kemal, yaşlanmış ve gözlerini kaybetmiş Celile hanımı, Galata Köprüsü üzerinde, hapiste olan Nazım için açlık grevi yaparken görür fakat yanına gitmez ve Nazım’ın özgürlüğü için de imza vermez.

 Yahya Kemal o ünlü şiiri, “Sessiz Gemi”yi ise sevgilisi Celile hanım için yazmıştır.

   AĞRI DAĞI VE AY YILDIZ

 Batılı bir diplomat, Ermeni meslektaşına sorar, “Ağrı dağı sizin olmadığı halde neden bayrağınızda kullanıyorsunuz?”

 O da “ayla yıldız da Türklerin değil ama onlarda kendi bayraklarında kullanıyor” der.

   YAŞLI ADAM VE PADİŞAH

  Osmanlının sürekli savaşa girmesi nedeniyle son oğlunu da şehit veren baba:

  “Padişaha söyleyin son çocuk da gitti, ben de yaşlandım, artık bana güvenerek sağa sola savaş açmasın” der.

  HARİCİYE NAZIRI VE KRALİÇE

  Osmanlı sürekli gerilemekte, sahip olduğu toprakları bir bir kaybetmektedir. İngiltere’de kraliçe ile görüşen hariciye nazırı sorar:

 “Birliğinizi siz nasıl sağlıyorsunuz” diye, o da:

 “Biz, hiçbir yere sizin gibi merkezden atama yapmıyoruz. Her yere kendi halkının taktirini kazanmış, ehliyet ve liyakat sahibi olanları atıyoruz. Böylece isyanların da önüne geçmiş oluyoruz” der.

  MEHMET AKİF, PALTO ve SAİD-İ NURSİ

 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgalinden hemen sonra Mustafa Kemal’in çağrısıyla Ankara’ya geçer ve 1920 Mayıs’ında da Burdur milletvekili olarak Büyük Millet Meclisi’ne girer. Meclisin görevlendirmesiyle, Kastamonu başta olmak üzere Anadolu’nun birçok yerinde camilerde vaaz ederek, halkı bağımsızlık için direnişe davet etmiştir. Vaazları, “Sebilürreşad” ve “Hakimiyeti Milliye” gibi yayın organlarında basılıp elden ele dolaştırılmıştır.

 Kurtuluş Savaşı’nın en zor günlerinde yazdığı “İstiklal Marşı”, 12 Mart 1921’de TBMM’de büyük bir coşkuyla okunarak, milli marş olarak kabul edilmiştir. “O benim değil, milletimindir” diyerek “Safahat”a almadığı İstiklal Marşı için kendisine verilen 500 Lirayı da Darül Mesa’i adlı bir hayır kurumuna bağışlamıştır. Oysa ki, Dr. Şefik Kolaylı‘nın anlatımına göre, Akif tam da o günlerde paltosunu üşüyen birine verdiği için, ince bir pardösü giymektedir.

 Mehmet Akif, Atatürk’ün yanında milli harekete katılarak Ankara’da Taceddin Dergahı‘nda mütevazı bir evde paltosuz yaşarken, Said-i Nursi İstanbul’daki refahını, rahatını bırakmayarak Dar-ül Hikmet-il İslamiyye’deki “maaşlı” görevine devam etmiş, Çamlıca’da Yusuf İzzettin Paşa Köşkü’nde oturarak hayatını sürdürmüştür.

 M.Akif, yeni Türk devletinde devrimler başladığı zaman, Mısır’a gitmiş ve 11 yıl kalmıştır. Hastalanıp (siroz olmuştur) Türkiye’ye döndüğünde, “Mısır’da 11 yıl kaldım fakat 11 saat daha kalsaydım artık çıldırırdım. Sana halisane bir fikrimi söyleyeyim mi? İnsanlık da Türkiye’de, milliyetçilik de Türkiye’de, müslümanlık da Türkiye’de, hürriyetçilik de Türkiye’de. Eğer varsa, Allah benim ömrümden alıp Mustafa Kemal’e versin” der.

   MEHMET AKİF’İN OĞLU

 Çetin Altan’ın anlatımıyla bir gün gazeteye, Mehmet Akif’in oğlu olduğunu ve şu anda maddi olarak çok sıkıntıda olduğunu söyleyen biri gelir. Bunun üzerine bir miktar para verirler ve biraz sohbetten sonra da çıkıp gider. Bu olaydan bir müddet sonra gazetenin birinde bir haber çıkar:

“Milli marşımızın yazarı merhum Mehmet Akif’in oğlu Beşiktaş’ta bir çöplüğün kenarında ölü bulundu”.

   NEBBAŞ VE OĞLU

 Falanca yerin insanları, yakınlarına ait mezarların soyulup talan edilmesinin önüne, ne yaptılarsa geçememişler.

 Nihayet günün birinde, bizim nebbaş (mezar soyguncusu) ölmüş. Soygunlar tekrar etmeyince, millet de beddualar ederek rahat bir nefes almış.

 Gün gelmiş bizim nebbaşın oğlu büyümüş ve babasına lanet okuyanlara rahmet okutacağını söylemiş. Annesi de “bir nebbaşın ardından rahmet okunduğu nerde görülmüş ey oğul” demiş. Oğlu da “günü gelince görürsün” diyerek, başlamış babası gibi mezarları soymaya ancak soymakla kalmıyor bir de münasip yerlerine bir kazık çakıyormuş.

 Bunun üzerine yöre halkı, “eski nebbaştan Allah razı olsun, o hiç değilse böyle münasebetsizlik yapmıyordu” diyerek başlamış rahmet okumaya.

   TANRININ ADALET EVİ (OSCAR WILDE)

 Hayattayken her türlü günahı işlemiş olan birisi, tanrının huzuruna çıkar. Tanrı, “madem ki tüm günahları işledin, seni cehenneme gönderiyorum” der.

 Günahkar, “beni cehenneme gönderemezsin, ben zaten bütün ömrümü orada geçirdim” der. Tanrının adalet evinde büyük bir sessizlik sonrası, “peki o zaman seni cennete gönderiyorum” der.

 Günahkar, “beni cennete de gönderemezsin, çünkü onu hiçbir zaman gözümün önüne getiremedim” der.

   SENECA’NIN ÖLÜMÜ

  Seneca, Germanicus’un kızıyla zina yaptığı iftirasıyla, imparator Clodius tarafından Korsika’ya sürgüne gönderilir. İmparatorun bağışlaması için dalkavukça ve yalvaran pek çok mektup yazar. Nihayet beş yıl sonra (M.S.47)  imparotoriçe Agripine tarafından affedilerek, Roma’ya çağrılır ve oğlu Neron’un eğitimi için görevlendirilir.

 Neron imparator olduğunda, kendisi de başbakan olur. Neron’un önce babasını öldürmesinin önüne geçemediği daha sonra da annesi Agripine’i öldürmesinin haklılığını, senatoya karşı savunan bir söylevi nedeniyle, bir zamanlar kendisini koruyan Agripine’i öldürtmekle suçlanarak, halkın da kin ve nefretini üzerine çeker.

 Bu arada bir filozof olarak kendisi de çok zengin olan Seneca, Büyük Britanya’nın bir bölgesinde kraliçe olan Boadicca’ya yüksek faizle yüklü miktarda borç verir. Kraliçe borcunu ödeyemeyince Roma’ya başkaldırır. Sonuçta yenilir ve kendi canına kıyar.

 Bu olay neticesinde Neron, hocası Senaca’nın kendi damarlarını keserek canına  kıymasına hükmeder. Vasiyetini yazmasına bile izin verilmez. Seneca’nın tüm çabalarına karşın, karısı da aynı şekilde kendini öldürmeye kalkar. Kendisi yaşlı ve zayıf olduğundan, kanının yavaş akması nedeniyle zehir de içer ancak yine ölmeyince, kendi isteğiyle sıcak banyoya götürülür ve orada sıcak buharla boğularak ölür. Karısı, Neron’un emriyle tedavi edilerek kurtarılır fakat çok sürmez iki yıl sonra ölür. Seneca öldüğünde 64 yaşındadır.

  BU AKŞAM GÜN BATARKEN GEL

 Ahmet Rasim, bazen bir yerlere takılıp eve ya çok geç gelir ya da bir kaç gün gelmediği olurmuş. Eşi de munis bir hanımefendidir. Olumsuz hiç birşey söylemediği gibi aynı ilgiyle karşılarmış.

 A.Rasim, akşam olunca tekrar sıkılır ve “ben çıkıyorum hanım” dermiş. Her zamankinden farklı olarak, bu kez eşi alçak sesle, “bu akşam geç kalma erken gel” der. Bu sözler içine işler ve meyhaneye gidene kadar da mırıldanıp durur. Meyhanede bestekar Tatyos Efendi ile karşılaşır, durumu anlatırken de “bu akşam gün batarken gel, sakın geç kalma erken gel” şarkısının güftesini yazar. Tatyos efendi de hemen orada besteler.

  MAZHAR OSMAN VE DELİLİK

 Birgün Mazhar Osman’a, “hocam sizin için ‘deli’ diyorlar, ne diyorsunuz?” diye sormuşlar. O da, “onların benim için ne dediği hiç önemli değil, yeter ki, aynı şeyi onlar için ben söylemeyeyim” demiş.

 DENİZ YILDIZI VE GENÇ ADAM

  Okyanusun çekilmesiyle, sahile vuran deniz yıldızlarını teker teker denize atan genç adama, yaşlı adam sorar; “sahil tamamen deniz yıldızı dolu, hepsini kurtaramayacağına göre neyi değiştireceksin ki?”

 Genç adam, bir deniz yıldızı daha alıp denize atarak; “bak, onun için değişti” der.

***

..