Posts Tagged ‘F:NİETZSCHE’

ATEİZM

Çarşamba, Nisan 5th, 2017

– Din kitaplarını okuyup anlayana “ateist”, okuyup anlamayana “dindar”, hem okumayıp hem de anlamayana “yobaz” denir.

Nicola Tesla

– Din, sıradan insanları sessiz tutmak için mükemmel bir araçtır.

Napolyon

 – Dünyada iki çeşit insan var: Aklı olan ve dini olmayanlar, dini olan ve aklı olmayanlar.

– Abu’l-AlaAl-Ma’arri

****

Kılavuz, öğrencisine bütün izleri göstermeli ama gideceği yolu seçmemelidir.

– Bana yalan söylemiş olman değil, artık sana inanmamam sarsıyor beni.

Tanrı olamaz, eğer tanrı varsa, ben tanrı olmamayı kabul edemem.

Şimşeklerle düşündüm, fırtınayla yazdım, kendi ateşimde yandım.

– Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumda seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama, hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir!”

Kimine göre yalnızlık, hasta kişinin kaçışıdır; kimine göre de, hasta kişilerden kaçıştır.

– İnsan en acımasız hayvandır. Trajedilerde, boğa güreşlerinde ve haça germelerde şu güne kadar kendisini en iyi hisseden oydu ve kendisi için cehennemi icat ettiğinde, sıkı durun, bu aslında en iyi cennetiydi.

Tanrı var olamaz çünkü, var olsaydı onun ben olmadığıma inanamazdım.

Ruhunda sukunete kavuşmak ve mutlu olmak isteyen insanlar inanmalı ve iman etmelidirler. Ama hakikatın peşindeki insanlar iç huzurundan feragat etmeli ve yaşamlarını bu sorgulamaya adamak; kendisi ve hayatla yüz yüze gelmekten korkmamak zorundadır.

İman, gerçeği bilmek istememektir.

– “İnsanı yaratmak mı” tanrının büyük hatası; “tanrıyı yaratmak mı” insanın büyük hatası?

– Her dakika övülmek isteyen bir Tanrıya inanamam.

Gerçeğin düşmanı, tabular ve inançlardır.
Friedrich Nietzsche

 ******

 – Din, insanın alt üst olmuş, kendi hayal gücüyle yarattığı var olmayan yaratıkların korkusuyla, insanın yargılama yeteneğini yok ederek, bütün akli yeteneklerini kaybettirdi ve insanı en sefil, acınası köle haline getirdi.

 — Robert Owen

 – Bilim adamlarının kesinliği yok ama delilleri var. Yaratılışçıların delilleri yok ama kesinliği var!

 – Ashley Montagu

 – Tarihte hiçbir din, hiçbir dönemde rasyonel bir temele sahip olmadı. Din, yardım olmadan bilinmeyenle başa çıkamayacak kadar zayıf insanların koltuk değneğidir.

  -Robert Heinlein

 ***

– En başta, ilâhiyatın ilâhî zorbalığına, Tanrı’nın hayaline, başkaldırmak gerekir. Gökyüzünde bir efendimiz bulunduğu sürece, yeryüzünde kölelikten kurtulamayız.

Eğer Tanrı gerçekten varsa, onu yok etmemiz gerekir.

– Şeytan, ilk özgür düşünürdür.

– Mikhail Bakhunin

 ***

– Dindar insanlar, tanrılarının sevgisi veya dinlerinin emirlerinin güzelliği hakkında ne söylerse söylesin, eğer davranışları başkalarına karşı yıkıcıysa ve şiddet doluysa, eğer başkalarına acı çektiriyorsa, biliniz ki o din yozlaşmıştır ve reform ciddi bir şekilde gereklidir.

– Charles Kimball

– Dini inançlar, insanlık tarihi boyuncu güçlü bir negatif güç oldu. Çok acı çektirip, sorun çıkardılar ve ilerlemek, gelişmek, özgürleşmek isteyen insanların yoluna çıktılar.

– A. C. Grayling

 *****

– Din . . . temel olarak korkuya dayanır … bilinmeye karşı duyulan korku, yenilgi korkusu, ölüm korkusu. Korku her acımasızlığın anasıdır ve o yüzden acımasızlık ve dinin el ele gitmesine şaşılmamalı. Benim din hakkındaki görüşüm Lucretius’la aynı. Onu korkudan doğan bir hastalık ve insan ırkına büyük bir mutsuzluk kaynağı olarak görüyorum.

– Vatanseverlik, boş sebepler için ölmeye ve öldürmeye gönüllü olmaktır.

– “Günümüzde, dünyadaki temel sorun, aptalların kendilerinden son derece emin, akıllıların ise devamlı şüphe içinde olmalarıdır.”

– “İnsan kolay inanan bir canlıdır. Bir şeylere inanmak zorundadır. İnanmak için iyi bir sebep bulamadığında, elindeki kötü sebeplerle yetinir.”

– Bilim bize öğretebilir ve sanırım kendi kalplerimiz de bize artık etrafta hayali destekler aramamamızı, göklerde müttefikler yaratmamamızı ama bunun yerine bu dünyayı, kilisenin yüzlerce yıldır yaptığı yer yerine, yaşamak için uygun bir yer haline getirmek amacıyla kendi çabalarımızı kullanmamız gerektiğini artık öğretebilir.

– Kollektif korku, “sürü psikolojisini” arttırır ve bu sürüye ait olmadığı düşünülenlere karşı şiddet yaratır.
Bertrand Russell

 *****

– Din ve milliyetçilik, bunların yanında gelenekler ve ne kadar saçma olursa olsun herhangi bir inanç, sadece bireyi diğer insanlara bağlar ve bütün insanların en çok korktuğu şeyden kaçıştır: yalnızlıktan.

– Erich Fromm

– Evrenin sırlarının kabul edilebilir bir açıklamasının olmaması, bir tane yaratmamızı gerektirmez.

– J. Benbasset

 “Din, sıradan basit insanlar için gerçek, aydınlar için saçma, iktidarlar içinse kullanışlıdır.”
  – Seneca

– İnanmak, düşünmekten kolay. Bu yüzden, düşünenden çok inanan var.

– Bruce Calvert

– Eğer Tanrı konuştuysa, niye herkes ikna olmadı?

 Percy Bysshe Shelley

– Bilginin kısa yolu olduğu iddia edilen iman, sadece aklı yok etmenin kısa yoludur.

Ayn Rand

 – Din, kendilerinin de zarar görebileceği kötü eylemleri yapan insanlara rasyonel bir taban ve teşvik sağlar. Din basitleştirir, din insanı şeytanlaştırır. Din insanlık dışı davranışları teşvik eder. Din gerçeğin ötesinde umutlar vadeder. Yüksek oranda dine maruz kalmış iyi bir insan, iyi niyetle, kendisinin öteki dünyadaki kurtuluşu ve tanrısının büyük zaferi için başka insanları öldürebilir.

– Kenneth Humphreys

 *****

– Bir insanın ahlaki davranışları, anlayışa, eğitime ve sosyal bağlara dayanmalıdır. Hiçbir dini temel gerekmez. İnsan, eğer ölümden sonra ceza korkusuyla ve ödül umuduyla kontrol altına alınmak zorundaysa, şüphesiz kötü bir yoldadır.

  Ben Spinoza’nın Tanrısına inanıyorum. Kendisini tüm varlıkların uyumluluğunda gösteren tanrıya inanıyorum; insanın yazgısı ve eylemleri ile ilgilenen tanrıya değil.

– Eğer insanlar sadece cezalandırılmaktan korktukları ya da ödüllendirileceğini umut ettikleri için iyi kalplilerse, o halde gerçekten çok acınacak haldeyiz

– Yarattıklarını cezalandıran ve ödüllendiren ya da bizim yaşayacağımız bir irade türüne sahip bir tanrı düşünemiyorum. Bedensel ölümden sonra kişinin yaşamını sürdürdüğüne ne inanırım, ne de inanacağım…

Bedenden bağımsız bir ruh fikri, anlamsız ve boştur.
Albert Einstein–

 *******

– Korku beyni felce uğratır. İlerleme cesaretten doğar. Korku inanır, cesaret şüphe eder. Korku yere düşer ve dua eder. Cesaret ayakta durur ve düşünür. Korku kaçar, cesaret ilerler.

Korku barbarlıktır, cesaret uygarlık. Korku tanrılara, şeytanlara, ruhlara inanır. Korku dindir, cesaret bilim.

İncilin etkisi, okuyan kişinin cahilliği ile doğru orantılıdır.

– İnsanlar gökte bir diktatöre taparken dünyada çok az özgürlük olabilir.

– Büyük Angelo’nun, bir kiliseyi dekore ederken, terlik giymiş birkaç melek çizdiği söylenir. Bir kardinal, resme bakıp sanatçıya sormuş: “Kim şu güne kadar terlikli melek görmüş?” Angelo, başka bir soruyla cevap vermiş: “Kim şu güne kadar çıplak ayaklı melek görmüş?”

Robert ingersoll

 *******

 – Ahlak, size ne söylenirse söylensin doğru olanı; din, doğru ne olursa olsun, size söyleneni yapmaktır.

– İnsanın, laneti ve neredeyse yaşadığı tüm trajedilerin sebebi, onun muazzam, inanılmaza inanabilme kapasitesidir.

Bana öyle görünüyor ki herkesin bilinen tüm dinlerden ayrılma görevlerini yerine getirmenin zamanı geldi.
John Stuart Mill

 ******

– Tanrı ve kul arasına neden peygamber ve kitap girsin ki, kul Tanrısını kendi bulmalı…
Martin Luther

Ben bir ateistim ve eğer bir gün tanrıya inandığımı söylediğimi duyarsanız ciddiye almayın. Bunamışımdır.
Aziz Nesin

Hiç bir şey bilmiyorlar, bilmek istemiyorlar. Şu cahillere bak, dünyaya egemen onlar. Onlardan değilsen eğer, sana kâfir derler. Onlara aldırma Hayyam, yoluna devam et.
Ömer Hayyam

– Dünya, 15 yaşından küçük çocuklara din dersi vermeyecek kadar dürüst olursa, belki o zaman ona umut besleyebiliriz.

– Dinler ateşböcekleri gibidir: Parlayabilmek için karanlığa gereksinim duyarlar. Tüm dinlerin koşulu yaygın olan belirli bir derecede cehalettir ki sadece bu havada yaşayabilirler ancak.
Arthur Schopenhauer

 ***

Yaşamanın tadını çıkarmaktan korkana, “aptal” derim.

– Hayat bir şey değildir. İtinayla yaşayınız.
Albert Camus

 ***

Milliyetçilik, vatanseverlik ve din osuruk gibidirler. Herkes kendisininkinin iyi, kendisinden başka herkesinkinin kötü koktuğunu sanır.
Piotr Alekseyeviç Kropotkin

– Bir adam bir nehirin öteki tarafında yaşıyor ve onun lideri, benim liderimle kavga etti diye, biz aramızda kavga etmediğimiz halde, kalkıp birbirimizi öldürmeye kalkışmamızdan daha aptalca bir şey olabilir mi?
Blaise Pascal

Siperlerde, ateist olmaz.
Peder William Thomas Cummings

“Tanrı, zalim olan; Tanrı, intikamcı olan; Tanrı, kıskanç olan; Tanrı, soykırımcı olan onun tek özrü var olmaması, olabilir.”
Stendhal

***

– Sana göre ben bir ateistim; Tanrıya göre, soylu muhalif.

– Var olmayan yalnızca Tanrı da değil, bir de hafta sonları tesisatçı bulmaya çalışın bakalım.
Woody Allen

****

Din kemoterapi gibidir, bir sorunu çözebilir, ama arkasından bir milyon tane daha yaratabilir.
John Bledsoe

***

– Daha dün iman esasları olarak kabul ettiğimiz birçok şeyi bugün fabl diye anlatıyoruz.

– Ey Aptal insan! Daha bir solucan bile yapamayan ama Tanrıları düzinelerce yapan!
Michel Montaigne

***

İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri din tarafından vicdanlarının yoldan çıkarılmasıdır.
Arthur C. Clarke

Din, yaygın görülen, bir tür ruh hastalığıdır.
Sigmund Freud

– Kuzey İrlandalılara ateist olduğum söylendiği zaman dinleyicilerden yaşlı bir kadın ayağa kalkıp sordu: Tamam ama inanmadığınız Katoliklerin Tanrısı mı yoksa Protestanların Tanrısı mı?
Quentin Crisp

 ****

– Herhangi bir hükümet için en tehlikeli insan, olayları, egemen tabuları ve yanlış inançları umursamadan düşünebilen insandır. Neredeyse kaçınılmaz olarak hükümetin sahtekar, manyak ve tahammül edilemez olduğu sonucuna varır.

– Peki iyi bir vatandaş kimdir? Sadece sıra dışı, hiçbir şey yapmayan, düşünmeyen ve söylemeyen kişidir. Okullar bu tek tipliliği olabilecek en yüksek noktaya çıkarmaları için korunur. Okul çocukların hala genç ve toyken atıldıkları baskı makineleri gibidir; çocuklar orada belirli standartlara preslenirler ve kafalarından topuklarına kadar damga pullarıyla kaplanırlar.

– Din adamları ne yapar? Ortalıktaki beyinsizleri hayali bir cehennemden kurtarabileceğine inandırarak hayatını kazanır. Bu romatizma için yılan-yağı satan bir satıcının yaptığı işten neredeyse farksız bir iş.

– Emirle gelen kahramanlıktan, bilinçli ve bilinçsiz şiddetten, aptalca yurtseverlikten, tüm bunlardan nefret ediyorum. Ben savaşı öylesine tiksindirici ve aşağılayıcı buluyorum ki böyle iğrenç bir eyleme katılmaktansa kendimi yok ederim daha iyi… Benim anlayışıma göre sıradan bir cinayet, savaşta adam öldürmekten daha kötü değildir.

– İman dolu bir insan, basitçe net ve gerçekçi düşünme yeteneğine kaybetmiş (veya hiç sahip olmamış) kişidir. Sadece aptal değildir; aslında hastadır. Daha da kötüsü tedavi edilemez.

– Henry Mencken

 ****

Kanıt gösterilmeden yapılmış bir iddiayı çürütmek için, kanıta ihtiyaç yoktur.
Christopher Hitchens

İsa’nın masalları bizim için çok kârlı oldu.
Papa 5. Leo

“Oy vermek”, bir şeyleri değiştirseydi yasaklanırdı.
Emma Goldman

Sizi tanımıyorum! Sizin yasalarınızı, nizamınızı, kuvvete dayanan yetkinizi tanımıyorum! Bu yüzden asın beni! (1870-1887)
Louis Lingg

****

– Ne zaman kendinizi çoğunlukla aynı tarafta bulursanız, durup düşünmenin zamanıdır.

– Benim inanmadığım bir dine, inananları kafir saymanın rahatlığı, beni de kendi dinimi sorgulamaya götürdü.

“Gelişmiş toplumlar dindar oldukları için değil, dine rağmen gelişmiştir.”
Mark Twain

*****

– Önce sizi umursamazlar, sonra size gülerler, sonra sizinle kavga ederler, sonra siz kazanırsınız.

– Bu dünyada öylesi aç yaşayan insanlar var ki, Tanrı onlara ancak bir somun ekmek suretinde görünebilir.
Mahatma Gandhi

****

 – Komik olan şudur ki; bir kişi çıkıp, “öldükten sonra cennette gideceksiniz” dediğinde bunu duyanlar, hayatları pahasına bu hayali kovalar. Fakat benim gibi birisi gelip, “neden kendi dünyamızı cennete çevirmiyoruz” dediğinde, ona deli muamelesi yaparlar.
Ersun Seyhan 

Düşmanlarınızı sevin çünkü, kusurlarınızı yalnız onlar açıkça söyleyebilir.
Benjamin Franklin

Dünyada bilinen tüm tanrısal inançları inceledim, hepsi masallara ve mitolojilere dayanıyor.
Thomas Jefferson

Böyle bir tanrı varken, şeytana ne gerek var?
Robert M. Price

Herşeye gücü yeten Tanrı’nın neden Şeytan’ı yaratmasına ve daha sonra da onunla mücadele edilmesine gerek var ki? Bana göre dinler çelişkilerle dolu ve benim mantığıma aykırı.
Gene Roddenberry

   *****

Din ve mantık kadar birbiriyle çelişen başka iki şey yoktur.
– Her köyde bir meşale olur, o öğretmendir ve her köyde bir söndürücü olur, o papazdır.
– İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır.

Eğer Tanrı gerçekten yoksa, onu yaratmamız gerekir.

– Cennet, olduğum yerdir.

Sizi saçmalıklara inandırabilenler, size katliam yaptırabilirler.
Voltaire

 ****

Din alışkanlığı, düşünmekten kaçmanın kolay yoludur.
Peter Ustinov

Bilinmeyen bir şeyi, bilinenlerle açıklamak mantıksal yordamadır. Bilinen bir şeyi, bilinmeyenlerle açıklamak ise teolojik tuhaflıktır.
David Brooks

Din insanın ciddiyetine ve saygınlığına bir hakarettir. Onunla veya onsuz, iyi insanlar iyi işler, kötü insanlar kötü işler yapabilirler. Ama iyi insanlara kötü işler yaptırmak dinin işidir.
Steven Weinberg

 *****

– Din, saçmalıktır.

– Amerika’da, devlet okullarında hiçbir dinin öğretilmesi gerektiğine inanmıyorum.
Thomas Edison

 *****

 – Din, gerçek sefaletin ifadesi, gerçek sefalete karşı protesto, ezilen yaratıkların iç geçirmesi, kalpsiz bir dünyanın duygusu, ruhsuz koşulların ruhu… İnsanların afyonudur.

– “Her kim için dünya, nedensiz olarak görünüyorsa ve bu yüzden, onun kendisi de nedensiz olarak var oluyorsa, işte onun için Tanrı mevcuttur.”
Karl Marx

******

“Eğer Tanrı konuştuysa, niye herkes ikna olmadı?”
Percy Bysshe Shelley

Kişi incelerse imanın her savunuluşunda mantığa bir saldırı bulur. İmanı kucaklamak, aklı terk etmektir.
George Smith

Hatalı insanları yaratıp, sonra onları kendi hataları yüzünden suçlayan her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir Tanrı hikayesinin mantığını sorgulamamız gerekir.
Gene Roddenberry

– Dünyadaki bütün dinler içinde, esrarengiz bir rastlantıyı görüyoruz: ezici bir çoğunluk sadece ailesinin ait olduğu dini seçiyor. En iyi delile, en iyi mucizelere, en iyi ahlaki yapıya, en iyi ibadethaneye, en iyi müziğe sahip olanı değil: iş tezgahdaki dinlerden bir tanesini seçmeye gelince, dinlerin potansiyel erdemleri, aile etkisinin yanında hiçbir şey ifade etmiyor. Bu açık bir gerçek ve kimse de inkar edemez. Ama bunun nedensiz doğasını çok iyi bilen biri, bir şekilde dinine sıkıca bağlanıyor, hem de öyle bir fanatiklikle ki, başka bir dine inananı öldürmeye hazır olarak.
Richard Dawkins

Bilimde sıklıkla bir bilim adamı “Evet, bu gerçekten güzel bir argüman, ben hatalıyım” deyip sonra kendi fikrini değiştirir ve eski fikrini ondan bir daha asla duyamazsınız. Bilim adamları bunu gerçekten yapar. Olması gerektiği kadar sık olmaz, çünkü bilim adamları da insan ve değişim bazen acı çektiricidir. Ama her gün olur. Bunun gibi bir şeyin siyasette veya dinde en son ne zaman gerçekleştiğini hatırlamıyorum.
Carl Sagan

Ahlak, size ne söylenirse söylensin doğru olanı; din, doğru ne olursa olsun, size söyleneni yapmaktır.
Anonim

Bir zamanlar dünyayı din yönetiyordu. Şimdi o zamanlara “Karanlık Çağlar” deniyor.
Ruth Hurmence Green

Irkımızın en uygar kesiminde din inancının kaybolması, çocukluktan olgunluğa doğru atılan bir adım.
Charles Eliot Norton

İnsanlar gerçek olmasını diledikleri şeylere inanırlar.
Jül Sezar

   ****

 – “Tanrı kötülüğü durdurmak istiyor da gücü mü yetmiyor, o zaman her şeye gücü yeten değil.
Gücü yetiyor da durdurmak mı istemiyor, o zaman kötü niyetli.
Hem gücü yetiyor hem de durdurmak mı istiyor, o zaman kötülük nerden çıktı?
Hem gücü yetmiyor hem de durdurmak istemiyor mu, o zaman ona neden Tanrı diyoruz?”

Gerçek kafir, kitlelerin tapındıkları tanrıları inkar eden değil; asıl, kitlelerin inandıkları tanrıları doğrulayan kişidir.
Epikuros

********

– Bir şeye anlam veremiyor olmak, tanrının kanıtı değildir. Anlayış eksikliğinin kanıtıdır.

   Lawrence Krauss

Düzgün okunduğunda İncil, ateizm için en büyük güçtür.
Isaac Asimov

Aydınlatan tek kilise, yanan bir kilisedir.
Buenaventura Durruti

Bilim tanrıyı yok saymıyor daha iyisini yapıyor; onu gereksiz kılıyor.
P.Lafargue

Eğer Tanrının yokluğunda, “hırsızlık, tecavüz ve cinayet suçlarını işleyeceğinizi” onaylıyorsanız, ahlaksız bir insan olduğunuzu ifşa etmiş olursunuz ‘ ve sizi gördüğümüzde yönümüzü değiştirmemiz konusunda oldukça tedbirli davranırız. Diğer yandan, eğer ilahi gözetim altında değilken dahi iyi bir insan olmayı sürdüreceğinizi söylerseniz, Tanrının varlığının iyi bireyler olmamız için zorunlu olduğu iddianızı kaçınılmazca sarsmış olursunuz.
Michael Shermer ( İyi ve Kötünün Bilimselliği)

Tanrı her şeydir ve her şey Tanrıdır.
Spinoza

 “Başkalarının zavallılığına bakıp kendi haline şükredenlerden tiksiniyorum.”
Dostoyevski

– Tanrı’ya itaat ettiğimizi sanırken aslında insanlara itaat ediyoruz
Albert Caroco (Kaos’ın Kutsal Kitabı)

– “Aptal bir şeyi 50 milyon kişi de söylese, o hala aptal bir şeydir.”
Anatole France

 “Kesin bilgi ancak çok az bildiğimiz zaman mümkündür. Bilgi miktarımız arttığında şüphemiz de artar.”
Goethe

“Eğer bir insan kesin bilgiden yola çıkarsa, şüphelere ulaşır. Şüpheden başlamayı becerebildiğinde ise, kesin bilgiye ulaşır.”
Sir Francis Bacon

  ***

“İnançlı bir insanın şüpheci bir insandan daha mutlu olması, sarhoş bir insanın ayık birinden daha mutlu olmasından farklı değildir.”

“Toplum için tehlikeli olan, inançsızlık değil, inançtır.”
George Bernard Shaw

  ****

 “Epiküros’ un sorduğu sorular hala cevaplanmamıştır: Tanrılık kötülüğü ortadan kaldırmayı istiyor mu, yoksa buna gücü mü yok? Gücü var da niyeti mi yok? O zaman kötü niyetli midir? Tanrı kötülüğü kaldırmak için hem güce sahiptir hem de istekli midir? O zaman kötülük niye vardır?”
David Hume

“Tanrı dünyamızdan kötülükleri ya atmak istiyor da atamıyor, ya atabilir ama atmak istemiyor, ya ne atabiliyor ve atmak istiyor.”
Papaz Lactantius

“ATEİST CANAVAR” adlı siteden alınmıştır.

***********

***********

 DEİZM  (SÖZCÜ GAZETESİNDEN)

 Diğer bir adı “Yaradancılık” olan deizm, temelde tüm dinleri reddeder ve tek tanrıya inanır. Dinsel bilgiye akıl yoluyla ulaşılabileceğini savunur. Vahiy gibi konular reddeder. Tanrı dünya hayatına ve evrene müdahale etmez.

  DEİZM: AKIL YOLUYLA KAVRANAN TANRI

İnanışın tanımlanmasında kullanılan doğal din ya da doğal inanç kavramları, hiçbir aracı olmaksızın sadece akıl yoluyla kavranabilecek yalın bir Tanrı inancını belirtir. Bu inancı benimseyen kişiye “Deist” denir. Terim Lâtince Tanrı anlamındaki “Déus” sözcüğünden türetilmiş ve özgür düşüncelilerin Tanrı inancını belirtmede kullanılmıştır.

 “İNSANLARA AKIL VEREN TANRI”

 Evreni yaratan, işleyişi için doğa kanunlarını koyan, ayrıca insanlığa ve evrene müdahalede bulunmayan; doğruları keşfetmeleri için insanlara akıl veren bir Tanrıya duyulan inanç, deizmi ifade etmektedir. Deistler genellikle bu doğrultuda evreni Tanrı tarafından tasarlanan, hareketi başlatılan; dışarıdan müdahale olmadan, doğa kanunlarına uygun şekilde işleyen bir bütünlük olarak görme eğilimindedir.

 Kehanetlerin, mucizelerin, dinsel dogmaların, demagojilerin ve kaynağı ilahi ilan edilen dinlerin reddinden dolayı peygamberler, kutsal kitaplar, sevap, günâh, ibâdet, dua, vahiy, melek, cin, şeytan, cennet, cehennem, ahiret ve kader gibi kavramların bu inanışta yeri yoktur. Belirli bir öncüsü, merkezi bulunmaması sebebiyle deizmde ihtiyaç duyulan tek şey, sağduyulu olmak ve her şeyi akıl süzgecinden geçirmektir.

 EVRİM OLABİLİR DE OLMAYABİLİR DE…

 Deizmin temel inançları dışında bazı deistler. ölümden sonra yaşama veya reenkarnasyona inanabilir. Bununla birlikte deistlerin ruhun ölümsüzlüğüne dair inançları hayli çeşitlidir. Ruhların, Tanrı tarafından ölümden önceki hayatlarındaki davranışlarına göre ödüllendirileceğine ya da cezalandırılacağına veya sadece ruhun ölümsüzlüğüne inanan, ruhun ölümsüzlüğü konusunda agnostik yaklaşım sergileyen ve ruhun ölümsüz olmadığını düşünen deistler vardır.

 Deist yazarlar Yüce Varlık, İlahi Saatçi, Evrenin Büyük Mimarı ve Doğanın Tanrısı gibi ifadeler kullanarak çeşitli şekillerde Tanrıya atıfta bulunmuştur.

 Deizm, evrim teorisine karşı değildir. Deizme göre insan, Tanrı’nın oluşturduğu kurallar çerçevesinde, daha ilkel canlıların evrimleşmesi sonucu oluşmuş olabilir. Bir Yaratıcıya inanmak, o Yaratıcının, insanı aşama geçirmeksizin bir anda yarattığı fikrine inanmayı gerektirmez.

 Evrim teorisine karşı ortaya atılan “akıllı tasarım” görüşü, deizmde bulunmak zorunda değildir.

FELSEFİ

Pazar, Ağustos 31st, 2014

– Ne kadar az bilirsen, o kadar rahat uyursun.

GORKİ

– Uyursan gece biter, uyuyamazsan sen!

SARTRE

– Çok uyumak kaçmaktır, uyuyamaksa yakalanmak.

FREUD

– Aydınları korkak olan ülkenin, zalimleri cüretkar olur.

GRİGORY PETROV

– Sonuçlarında ortaya çıkanın, nedenlerinde olmaması düşünülemez.

– Her şey kurguysa, kurgulayan gerçektir.

– Bir neden yokken, hiçbir şeyin de “varolmaması” gerekirdi. Ancak “varolmak” var, bu da her şeyin mümkün olduğunu gösteriyor. Bilinmeyen hakkında her şey söylenebilir.

AHMET AĞI

Felsefe, soru sormakla başlar.

NUSRET HIZIR

– Metafizik, bir varlık anlayışıdır.

– Her din bir tanrı anlayışı, her tanrı anlayışı da bir varlık anlayışıdır…

– ‘İyi’ ve ‘kötü’ kavramları, indüksiyon (tümevarım) yoluyla yapılmış birer çıkarımdır.

– Bilim  “nesne”, felsefe ise “anlam” araştırmasıdır.

– Başlangıç soruları felsefeyi ilgilendirmez. Başlangıç sorularına verilen cevaplar, bilgisel olmadığı için bir teoridir. Ancak bunu teorinin bilgisel olan yanıyla karıştırmamak gerekir. “Adem ile Havva” bir teori değil, bir mitostur. Darwin’in ki ise kaynaklara dayalı bir teoridir.

– Filozoflarla çocuklar birbirine benzer, her ikisi de sorularını direkt olarak “bu nedir?” diye sorarlar.

– Çocuklara sadece kendi çıkarlarını korumayı öğrettiğimizden, büyüdüklerinde de kendi çıkarlarını, “insan hakları” zannediyorlar.

    IOANNA KUÇURADİ

——

– Her yeni şey öğrendiğimde, bilmediklerimin ne kadar çok olduğunu anlıyorum.

EİNSTEİN

– Hakikati araştırmak, ona sahip olmaktan daha değerlidir.

GOTTFRİED LESSİNG

-Dünyada, bir filozofun lafını etmeyeceği kadar, saçma bir şey yoktur.

DESCARTES

– Görmek istemeyen kadar, kimse “kör” değildir.

İBN-İ SİNA

– Sahiplenmeden üretmek, kendini empoze etmeden hareket etmek, egemen olmadan gelişmek esastır. (Çin toplumuna dair çıkardığı sonuç)

– Bilim felsefenin başarılarından, felsefeyse bilimin başarısızlıklarından örülmüştür.

– İnsanlar hakikati yalnızca kendilerinin bildiğini sandıkları için, birbirlerine zulmediyorlar.

– Güçlü olma tutkusu, erdemli kişilerde kendini iyilik yapma tutkusu şeklinde gizler.

BETRAND RUSSELL

 – Az bilmek için, çok okumak gerekir.

C. MONTESQUİEU

 – Gerçek ancak yalnızlıkta bulunur.

– Kaplan, kaplanlıktan çıkamaz ama insan, sürekli insanlıktan çıkma tehlikesiyle yaşar.

GASSET Y. ORTEGA

 – İlerleme, bir fikirdir.

– Disiplinli hayvan, insana benzer. (Disiplinsiz insan da hayvana benzer.)

 Kant’ın, hem amprizmi hem de rasyonalizmi eleştiren ünlü sözü:

“Görüsüz (deneysel olmayan) kavramlar(akıl) boş, kavramsız görüler kördür”.

Bilgi, deneysel duyu verilerinin aklın formlarında işlenmesiyle oluşur.

Özgürlük; ahlak yasasının varlık nedeni, ahlak yasası ise özgürlüğün bilinme nedenidir.

Pozitif özgürlük; istemenin, saf aklın bir yasası (ahlak yasası) tarafından belirlenmesi.

Negatif özgürlük; hiç bir şey tarafından belirlenmeme, bir şeyi gerçekleştirirken engellenmemeyi talep ediyor.

– Bende sonsuz hayranlık uyandıran iki şey vardır; üstümüzdeki yıldızlarla dolu “gök” ve içimizdeki şaşmaz “vicdan yasası”.

KANT

———-

– Felsefe tarihçisi için tarihte, yeni birşey yoktur.

– Değerli olan hiçbir şey, başka bir şeyle ölçülemez.

– Gazali gereğinden fazla  zekidir… Tanrıyı korumak adına önemli bulduğu açıklamayı bulup getirir koyar…Gazali onemlidir ama değerli değildir, bugün de çok fazla önemli insan var ama…Gazali, tanrıyı korumak adına nedenselliği ortadan kaldırır…Olayların arasında hiçbir düzen  olmaksızın sırf kendi iradesiyle, herşeyin arkasından herşeyi getiren “tanrı ” mı daha yücedir yoksa herseyi bir düzen, intizam ve sıra içinde vareden tanrı mı?

Prof. AHMET ARSLAN

 – Akılsız insanın durumu ve karakter; iyiliğini ve kötülüğünü kendisinden beklemez, hep başkalarından bekler.

– Bilge insanın durumu ve karakteri; başına gelecek bütün iyiliği ve kötülüğü kendisinden bekler.

– Karşılaşılan zorluklar ne kadar büyükse, bunların üstesinden gelmek de o kadar gurur vericidir.

EPİKTETOS

 – “Boş zaman” yoktur, “boşa geçen zaman” vardır.

TAGORE

 – İyi bir bilim insanı, kendisini kavramlardan kurtarır ve varolanı görmek için zihnini açık tutar.

LAO TZU

– Hayatın temelinde, “acı” vardır.

İbadetler, nafile tekrarlardan ibarettir. Sadece “gerçek” var.

– “Sonsuz” olan, “sonlu olana” indirgenemez.

– İnsanların acıları, maddeye ve fikirlere olan bağlılıklarından kaynaklanır.

– “En basiti başarmaktır”, en zor olan.

BUDHA

– Karanlığa küfredeceğine, kalk bir mum yak.

KONFÜCYUS

– Bana en uzak birine de yapsanız, bana yapmış olursunuz.

Hz. İSA

Hayatımızdaki en önemli iki gün; doğduğumuz gün ve neden doğduğumuzu anladığımız gündür.

– Cahil insanla tartışmayın, önce sizi kendi seviyesine çeker, sonra da tecrübesiyle yener.

MARK TWAİN

– Ne kadar okursan oku, bilgine, yakışır şekilde davranmıyorsan cahilsin demektir.

SADİ ŞİRAZİ

– Bir tapınağın olması, kendine tapınmaktan daha iyidir.

– Cahillerle tartışmayın, ben hiç galip gelemedim.

– Keşif yoluyla bize gelen bilgilerle, peygambere gelen bilgiler aynıdır.

– İmanın yarısı, şüphedir.

Musiki; aşığın aşkını, fasığın fıskını artırır.

GAZALİ

– Ey  Gazali, hem aklın bilgi için yetersizliğini söylüyorsun hem de mantığa basvuruyorsun.

İBN RÜŞD

– Bir sözü dinleten; (1) hikmettir, (2) kudrettir.

HİLMİ OFLAZ

– Bügün öleceksin diye “niye korkuyorsun”, bu dünyanın yasasıdır. Senden önce yaşamış o kadar değerli insan hiç seslerini çıkarmadan öldüler. Sana ne oluyor? Sen kim oluyorsun da ölüme karşı çıkıyorsun?

LUCRETİUS

Her belirleme, bir yadsımadır.

– Her şey kendi varlığı içinde, sürekliliğini korumaya çalışır.

Özgürlük, zorunluluğun bilincine varmaktır.

– İnsan varlığını sürdürmek isteğindedir. İyi ve kötü bu istemden kaynaklanır.

– İnsan bir şeyi istiyorsa “iyi” diyor, istemiyorsa “kötü” diyor.

– İnsanın gerçekleştirebileceği en yüksek eylem, anlamak için öğrenmektir. Çünkü anlamak, özgür olmaktır.

– Yeni fikirlerden şaşmayın, şunu bilin ki hiçbir şey, bir çok kişi tarafından kabul görmüyor diye doğru olma vasfını yitirmez.

– Yerleşik dinin rahatını kaçırmadan, nasıl felsefe öğretilir bilmiyorum.

– Şimdinin geçmişten daha iyi olmasını istiyorsanız, geçmişi inceleyin.

– Ne korku umuttan yoksundur ne de umut korkudan.

– Bir şeyi istediğiniz kadar ince dilimleyin, daima iki yüzü olacaktır.

– İnsanlar konuşmak kadar susmak yeteneğine de sahip olsalar, dünya daha mutlu bir yer olurdu.

SPİNOZA

– Bütün bilgilerimiz tecrübe ile başlar ama tecrübe ile bitmez.

Tümevarım bir mitostur.

D. HUME

İnsan özgür doğar ama hayatın her anında zincire mahkum edilir.

– Bütün kavgaların, felaketlerin, tüm kötülüklerin anası; “özel mülkiyet”tir. Özel mülkiyetin olmadığı yerde haksızlık da yoktur.

J.J.ROUSSEAU

Bilgi, kuvvettir.

– Mutlu olmak için, doğayla uyum içerinde olmak gerekir.

F.BACON

MARX:

– Tarihi yapan insandır…

– Alt yapı, üst yapıyı belirler…

İnsanlık tarihi, sınıf çelişkisinden ibarettir.

– Tarihte ne olmuşsa, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur.

– Komünizmin önündeki engel, burjuvazinin eksikliğidir.

Din, ruhsuz bir dünyanın ruhu, ezilenlerin haykırışı,, kalpsiz bir dünyanın kalbidir. Din, kitlelerin afyonudur.

– İnsan bilincini içinde bulunduğu yaşama  koşulları belirler.

– İnsan, ne üretirse ona yabancılaşır.

Kapitalist, kendisinin kapitalist olmasından sorumlu değildir ama ilişkilerin kurulmasına yardımcı olduğu için sorumludur.

– Toplumsal reformlar, güçlünün zayıflığından ötürü değil, zayıfın gücünden ötürü gerçekleşir.

– Bir memleket iki şekilde talan edilir; düşmanlar ve bizzat o ülkenin kendi maliyesi tarafından.

– Zorun güzelliği, doğallığındadır.

Mülkiyet, hırsızlıktır.

———-

– İhtiyaç, icadın anasıdır.

Felsefe, mantık ve diyalektikten oluşur.

– Erkek burjuvazidir, karısıysa proleteryayı temsil eder.

– Ne mutlu o yoksullara ki, öteki dünya onlarındır ve er ya da geç bu dünyada onların olacaktır.

ENGELS

– Az gelişmiş toplumlarda ordu, kendi halkına karşı kullanılmak için vardır.

– Her devrimin temel sorunu, iktidar olmak içindir.

– Yumurtalar kırılmadan, “omlet” (devrim) olmaz.

LENİN

Ölüm, başkalarının işidir.

Varlık dediğimiz, “hiçin hiçmesidir”. Aslında her şeyle hiçbir şey, aynı şeydir.

Hüzün, en büyük muhalefettir.

– İnsan, zamanın merhametsiz ve karşı durulmaz ırmağına atılmış olduğundan, mahvından başka hiçbir şey bekleyemez. Bu yüzden hayal kırıklığına da uğratılamaz. Aksine insan, varlığının sonluluğunu görerek; üstün, soğuk bir zafer duygusu yaratabilir.

HEIDEGGER

– Biz varken “ölüm” yok, ölüm varken de “biz” yokuz.

EPIKUROS

İnsan, her şeyin ölçüsüdür.

PROTOGORAS


– Herşeyin ölçüsü, tanrıdır.

Bilginin kaynağı, akıldır. Duyular aldatıcıdır.

– Doğru olan, bilgidir.

– Herşey ideasına ne kadar yakınsa, ne kadar pay almışsa o kadar idealdir.

-Matematik bilmeyen, içeri girmesin.

Haz, kötüdür…akla ve onun bilgisine uygun davranmak gerekir.

Aşk, acı veren zihinsel bir hastalıktır.

– Savaşın sonunu, sadece “ölüler” görür.

Cesaret, tehlike karşısında akıl ve zekanın kullanılmasıdır.

– İki kişinin bildiği, “sır” değildir.

Demokrasilerde güzel sözlü demogoglar, kötü de olsa başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir.

Adil birey = adil toplum = adil devlet.

– Adalet, herkesin kendi işini yapması, başkasının işine karışmamasıdır.

PLATON

– Bilmek, olguyu tasvir etmek değil, olguyu nedeni ile birlikte bilmektir.

Haz, kötü değildir sadece hayatın son ereği değildir. Haz duymak için eylemde bulunmayız. Haz, yapılan işin beğenilmesi sonucunda, bir sonuç olarak ortaya çıkar.

Bir duyusunu kaybeden, bir dünyayı kaybeder. Bilgi, duyulara dayalıdır ancak duyuların kendisi bilgi değildir.

– En üst ve en alt sınıflar için demokrasi, uygun değildir. Demokrasi, orta sınıfa hitap eder.

– Kadın, doğanın bir garabeti, evcilleştirilmiş bir hayvandan biraz daha iyi durumda olan… yarım bırakılmış bir erkektir…erkek yönetiminin özneleri olmaya uygundur, doğası gereği egemen değillerdir. Erkekler tarafından yönetilmek için doğarlar. Doğa, kadın bedenini tek bir iş için, üremek ve yetiştirmek için tasarlamıştır.

Köle, canlı alettir. Kölelik, dokuma tezgahları kendi kendine bez dokudukları zaman kalkacaktır.

– Tümüyle acılarla geçen bir hayat, pek mutlu sayılmaz.

ARİSTOTELES

– İnsan, insanın kurdudur. (Homo, homini lupus)

T. HOBBES

– Karekterin ne ise kaderin odur.

– Aynı ırmağa, iki defa girilmez.

Savaş, her şeyin babasıdır.

HERAKLEİTOS

Varoluş, özden önce gelir.

Cehennem, başkalarıdır.

– İnsan olmak istediği, kendini tasarladığı şeydir.

Tanrı olsaydı, yaptıklarımızın hiçbirinden sorumlu olmazdık ama tanrı yok ve biz, tüm yaptıklarımızdan sorumluyuz.

SARTRE

– Bazı değerler ve bazı yaşam biçimleri birbirinden ne daha iyi ne daha kötüdür. Olsa olsa farklı şekillerde her biri yine kendi içinde değerli ve kendi içinde anlamlı yaşam biçimleridir.

– Farklılık ve çeşitliliklerin, hoş görüldüğü bir toplum olmak yeterli değildir. Aynı zamanda, bu çeşitliliklerin onaylandığı ve özendirildiği toplumlarda insanlar dolu dolu yaşayabilsin.

İSAİAH BERLİN

– Komiserin manivelası, “devrim”. Dava, “alt yapıyı” değiştirmek, “üst yapı” kendiliğinden değişir.

– “Yogi” içinse kurtuluş, içimizde. “Aksiyon” bir tuzak, komiserle yogi uzlaşamaz.

ARTUR KOESTLER

HİLMİ ZİYA ÜLKEN:

“Kendini başka varlıklara irca ederek açıklamak, insanı mahiyetine aykırı bir tarz da düşünmek demektir…Varolanı kendisinin dışında, totolojiye bağlı bir şarta/töze bağladığımızda, onu bütünüyle bu töze indirgeyebilmek için zorunlu olarak bir kozalite ilişkisi geliştirmek durumunda kalıyoruz..

Mikro düzeyde ise cisim, parçacıklar bütünü olarak görüldüğünden parça-bütün ilişkisi kurulmaya çalışılmaktadır.

Yeni diyalektik materyalistlerden bazıları, bu esrarlı ve kör maddeden hür insan kişiliğine kadar yükselmenin güçlüklerini fark ettikleri için, elemanter ilk maddede dahi bir ruh ve bilinç unsurunun bulunduğunu ve bu kuvvenin gelişmesinden yüksek realitelerin doğduğunu kabule mecbur kalmışlardır”.

…/…

– Doğanın dili, matematiktir.

PİTAGORAS

Tarih, ebedi döngüsel harekettir..

– Bugünkü insan, hayvanla “üstinsan” arasında gerilmiş bir konumdadır.

– Yaşadığın güçlükler seni öldürmüyorsa daha güçlü kılar.

– Kendi başına “iyi” ve “kötü” yoktur. Hayatın temeli “güç istemi”dir.

– Ben, eserim için yaşıyorum.

Sanat, yaşamın en büyük uyaranıdır.

– Herkes aynı şeyi ister, herkes aynıdır; farklı hisseden insanlar, tımarhaneye gönüllü olarak gider.

– Az şeye sahip olanın köleliği de az olur, yaşasın asil yoksulluğum…

– Hiçbir şey, diyalektik bir etkiden daha kolay silinmez.

– Dünyanın varoluşunun sadece estetik bir olgu olarak doğrulanması, yaşamın devamı için baştan çıkarıcıdır.

– İnsan mümkün olan en büyük gücü ve ihtişamı, gerçekte hiç elde etmemiş olsaydı; ahlak suçlanacak mıydı? Böylece ahlakın kendisi, tehlikelerin en tehlikelisidir.

– Eğer, her insanın eşit değerde olduğunu gören ya da seven ve ölümsüz bir ruha sahip olduğunu düşünen bir tanrı yoksa, neden hepimizin eşit ahlaki düşünmeyi hakettiğini düşünüyoruz.

Hiçbir öğreti, en son hakikati ortaya koyamaz.

– Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen.

– Kimse öfkeli insan kadar, yalan söyleyemez.

– Bana yalan söylemiş olman değil, artık sana inanmamam sarsıyor beni.

Unutan, iyileşir.

NİETZSCHE

– Sıradan insanların huzurlu olmalarının nedeni, düşüncelerinin olmamasıdır.

ROMAİN ROLAND

– Kendini bulmak, başkalarının seninle ilgili ne düşündüklerinden kurtulmaktır.

– İyi insanların kurallara ihtiyacı yoktur. Çünkü onlar, empatiyle yaşarlar.

ZATA

– Varolmak, algılanmış olmaktır. Varolan her şey bir tanrı düşüncesidir, madde diye bir şey yoktur. Bizim şeyler hakkındaki bilgilerimiz de sadece birer duyum ve algıdan ibarettir.

GEORGE BERKELEY

– “İnsanlık tarihi”, bir kavram tarihidir. Öznenin, nesnel gerçekliği kavrama dönüştürme sürecidir.

– İnsanı yapan, “tarih”tir.

– Özgürlük, sorumluluk gerektirir.

– Ya Spinoza’nın felsefesine inanırsınız ya da hiçbir surette filozof olamazsınız.

HEGEL

– Hiç doğmamış olmak, belki de en büyük nimettir.

SOFOKLES

– Kesin olan bir şey varsa o da “varolma”nın olduğu, “hiçliğin” ise olmadığı.

PARMENİDES

– Hiç bir kitap, ruhumuzu “Upanişadlar” kadar yüceltemez. Hayatımın acılarını onlarla avuttum, ölürken de onlar beni teselli edecek.

Dünyanın en yoksul insanı, “paradan” başka hiçbir şeyi olmayandır.

– Birbirlerini en çok büyüleyenler, birbirlerini en çok tamamlayanlardır.

– Herkes kendinde eksik olanı sever.

ARTUR SCHOPENHAUER

– İnsan, “simgeleştiren” bir hayvandır, bu sayede düşünür.

E. CASSIRER

– İnsan, korku içinde özgürlüğün imkanını keşfeder. “Özgürlük imkanı” ise karar vermektir.

– Öznellik hakikattir.

Bireye tek olma imkanı vermeyen,kollektivizm” şeytandır.

– Tek insan, tanrı karşısında sorumlu olan insandır.

Yabancılaşma, kitle içinde kaybolmaktır.

S. KİERKEGAARD

İnsan, makrokozmosda bir mikrokozmosdur.

M. SCHELER

– İnsan, büyüklüğünü bir uca giderek değil, her iki uca dokunarak gösterir.

– İnsan doğa karşısında, incecik “saz dalı” gibi güçsüzdür ama düşünme yeteneği sayesinde, bu düşünen saz dalı doğaya üstündür.

– Şu sonsuz uzayın, ezeli sessizliği beni korkutuyor!

– Güce dayanmayan adalet; aciz, adalete dayanmayan güç; zalimdir.

– Anarşinin kaynağı, devlettir.

PASCAL

Okumak; yaymaktır, anlam üretimidir.

Filozof, kendi kendine soru soran kişidir.

NERMİ UYGUR

İdeoloji, kendine göre bir mantığı ve tutarlılığı olan, belli bir toplum içinde tarihi bir görevi bulunan, bir tasavvurlar (imajlar, mitler, ve fikirler) bütünüdür.

– Ayrıca ideoloji; maddi yaşamı din, ahlak ve bir anlamda da felsefe düşüncesiyle açıklayan tasarımlara ilişkindir. Kısaca ideoloji, bilim öncesi düşüncedir. Bilim düşüncesi ise tarihi ve toplumu, maddi yaşamın temel koşullarına göre açıklamaktır.

ALTHUSSER

Tarihsel ve entellektüel atıklar, sanayi atıklarından daha büyük ve ciddi bir sorun yaratır. Yüzyıllar sürmüş olan saçmalıkların çökeltisinden bizi kim kurtaracak?

JEAN BAUDRİLLARD

Gerçek göçebeler, bir yerden başka bir yere gidenler değil, aksine oldukları yerden kıpırdayamayanlardır. Belli kodlardan kaçarak, aynı yerde kalmak için göçebeleşenlerdir.

GİLLES DELEUZE

– İki ayrı sonsuz olamaz. Bir noktada ikisi de birbiriyle kesişir.

ZENON

– Dışarıdan bakıldığında bir kozmos, içeriden bakıldığında ise bir kaos gördüm.

– Aza sahip olan değil, çok isteyen fakirdir.

Hayatı komedi sayanlar, son espiriyi iyi düşünsünler.

– Konuşmayı çok erken öğrendim, susmayı öğrenmem içinse yaşlanmam gerekti.

– Her dahi, bir parça delidir.

– Konuşma, insanın aklını diliyle kullanma sanatıdır.

– Yüreği yılmadan düşen, dizleri üzerinde savaşmayı sürdürür.

SENECA

– Hiçbir şey, gerçeğin kendisinden daha şaşırtıcı değildir.

ERWİN KİRC

Felsefe, ruhsal bir ihtiyaçtır. Filozof, gerçekten felsefe yapabilmek için ölmesini öğrenmelidir. Fakat yeni felsefe bizden, bunun tam aksini istiyor; filozof eğer gerçekten felsefe yapmak istiyorsa, yaşamayı öğrenmelidir.

– Ufak tefek şeyler mükemmelliği yaratır, mükemmellik ise ufak tefek bir şey değildir.

MİCHELANGELO

ÖZLÜ SÖZLER – FELSEFE / SİYASET / GENİŞ AÇI

Cumartesi, Temmuz 5th, 2014

FELSEFE TÜRLERİ

 “Sıraya geç kardeşim!”
KLASİK TEPKİ

“Şeker kardeşim sıraya geçiver!”
NEOKLASİK

“Sıra var!”
REALİST

“Sallandıracaksın bunlardan ikisini Kızılay’da, bak bir daha yapabiliyorlar mı?”
SÜRREALİST

“Beyefendi galiba sırayı görmediniz!”
ROMANTİK

“Sırana geç!”
NATURALİST

“Efendim insanımız eğitimsiz. Oysa Avrupa’da…”
MODERN

“Sırana geç lan ayı!”
POSTMODERN

“Acelesi olmasa öne geçmezdi; üzmeyin garibi…”
UZLAŞIMCI

“Alt yapı sorunları çözülmeden halkımız sıraya geçmez. Devrim olunca herkes hizaya gelecek…”
DEVRİMCİ

“İki dakika fazla beklesek kıyamet mi kopar? Kısmetse hepimizin işi görülür.”
KADERCİ

“Ön ve arka kavramları görecelidir. O tarafın ön taraf olduğuna kim karar verdi? Öne geçtiğini zanneden, aslında arkaya geçmiş olabilir!”
FELSEFECİ (Kuşkucu)

“Efendim, algılanmayan şeyler yok demektir. Bakmayın o tarafa, adam yok olur!”
KANTÇI

“Herkes bir gün ölecek. Onurlu bir şekilde bekleyin. Bir gün o adamda ölecek!”
KÖTÜMSER VAROLUŞÇU

“Sıkmayın canınızı, su anın tadını çıkarmaya çalışın. Bakın ne güzel hayattasınız ve birileri önünüze geçebiliyor…”
İYİMSER VAROLUŞÇU

“İnsanlık bir bütündür. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için. Dolayısıyla birimiz öne geçince, aslında hepimiz öne geçmiş oluyoruz.”

HÜMANİST

————

——————

GENİŞ AÇI:

“Tanrı öldü!”

NİETZSCHE

“Yaşasın, Nietzsche öldü!”

TANRI

“Tanrı bile yanlış yapsa, itiraz et!”

İBLİS

“Herkese yer var, sadece tanrıya yok!”

ATEİST

“Tanrı yoksa, herşey mübahtır.”

DOSTOYEVSKİ

“Tanrı varsa, tek sorumlu odur.”

SARTRE

“Aşkın gözü kör, Havva’yı sevindireyim derken, bir elmaya bir cennet!

ADEM

“Haydan gelen,  huya gider.”

HAVVA

“Namusum için yaptım.”

KABİL

“Bağırsak namımız gidiyor, sussak kendimiz!”

BİR KADIN

“Bir at, bir at verene bir krallık veriyorum!”

OTHELLO

“Dünya delikanlı olsaydı, zaten yuvarlak olmazdı!”

BİR ADAM

Susmayı öğrenmem için yaşlanmam gerekti.”

SENECA

“Hiçbir şey söylemeyen sözlere ulaşmak için her şeyin söylenmesi gerekti…”

“İnsan, hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır.”

“Konuşmayı öğrendiğim andan itibaren, susmam söylendi bana”

İSMET ÖZEL

“Çok uzun anlatmak gerekti ve biz sadece ima ile geçtik…”

HİLMİ YAVUZ

“Hergüne kendi acısı yeter.”

A. MAUROİS

“Saçları ağarana dek yaşadı ama dünyaya gelmedi.”

DAĞISTANLI

“Ne olursan ol, yine gel.”

MEVLANA

“Eşşeğin hatırı yoksa, sahibinin de mi yok?”

BİR GARİP

“Kendi kusurlarını affetmeyenin, her kusuru bağışlanır.”

KONFÜÇYUS

————–

——————

SİYASET / POLİTİKA :

 Kuzulaştırma siyaseti:

“Dur yavrum, dur çocuğum bir de şu açıdan bak…”

Zeytinyağ siyaseti:

“Suçüstü bile yapsalar asla itiraf yok, hepsi iftira, asıl suçlu bunu çıkaranlar!”

Zombi siyaseti:

“Önce uyut, sonra unut!”

Nuhçu siyaseti:

“Yanlış olduğunu bilsen bile, kesinlikle karardan dönmek yok!”

Paça bağlama siyaseti:

“Paçalarını iyi bağla, altından kaçırmasın sonra da giydir gitsin!”

Alçıya alma siyaseti:

“Dönebileceği yerleri sıkıca doldur, dik dursun sağa sola kaymasın!”

Kıvırma siyaseti:

“Kıvırma payını her zaman biraz fazla tut, ne olacağı belli olmaz!”

Yukardan kesme siyaseti:

“Ne söylüyorsa, sen daha fazlasını söyle!”

Tereyağından kıl çekme siyaseti:

“İş yaparken, gacırtıya gucurtuya getirmeyeceksin!”

Karda yürüme siyaseti:

“Geride delil bırakma, işler aleyhine dönebilir!”

EY OĞUL:

– İhtiyacın yoksa alma.

– Aldığını yerine koy.

-Bozduğunu düzelt.

-Dağıttığını topla.

– Sorumluluklarını hatırlatma.

– Her işini zamanında yap.

– Kitap oku, sanatla ilgilen, spor yap.

– Gürültü yapma.

– Nazik ve kibar ol.

– Her iyilik için “teşekkür” et.

– Her yanlış için de “özür” dile.

– Başarıyı taktir et.

– Güleryüzlü, saygılı ve adil ol.

– Anlamadan önyargılı davranma.

– Affedici ve merhametli ol.

– İnsan ayrımı yapma,

– Mazlumun yanında, zalimin karşısında ol.

– Tabiatı koru, zarar vereni uyar.

ÖZLÜ SÖZLER – KISSADAN / 2

Pazartesi, Haziran 2nd, 2014

  İNÖNÜ ve II. DÜNYA SAVAŞI

Hitler, Türkiye’nin savaşta ya tarafsız kalmasını ya da Almanya ile birlikte olmasını ister. Churchill ise Türkiye’nin tarafsız kalamayacağını müttefiklerle birlikte olmasının zorunlu olduğunu söyler ve “aksi halde sonuçlarına katlanırsınız” diye de tehdit eder. Bunun üzerine İnönü de “yeni bir dünya kurulur ve biz de bu dünya içinde yerimizi alırız” der.

Savaşa girme konusundaki baskılar nedeniyle, her an savaşa girecekmiş gibi hazırlıklar yapılır. Halk yoksuldur, kıtlık vardır fakat vergi memurları jandarmalarla birlikte, halkın elinde kalan son şeyleri de vergi karşılığı almaktadır.

Devletin bu acımasızlığı karşısında, serzenişte bulunan halka, “milli şef İnönü”; “evet belki sizi aç bıraktım ama babasız bırakmadım” diyerek ünlü veciz sözünü söyler. Baskılar sonucu, müttefikler safında savaşa girme kararı alınır ve Almanya’ya savaş ilan edilir. Fakat iki hafta bile geçmeden Almanya teslim olur.

  CAN YÜCEL ve GAZİ YAŞARGİL

Can Yücel ile Gazi Yaşargil çok yakın iki arkadaştır. Bir gün Can Yücel’in aklına parlak bir fikir gelir. O sırada Milli Eğitim Bakanı olan babası Hasan Ali Yücel’den burs isteyerek, yüksek öğrenimlerini Avrupa’da tamamlamak. Birlikte babasına müracaat ederler.

Hasan Ali Yücel, Gazi Yaşargil’e burs verilmesi konusunda yardımcı olur. Ancak oğlu Can için, nüfuzunu kullanmayı ahlaki bulmadığından, yardımcı olmaz.

Nitekim burslu olarak Avrupa’da tıp eğitimini tamamlayan Gazi Yaşargil, dünyaca ünlü “beyin cerrahı”mız olurken, Can Yücel ise belki tahsil için Avrupa’ya gidemez ama ünü Avrupa’ya da ulaşan ünlü bir şairimiz olur.

  NİETZSCHE ve KADINLAR

Nietzsche’nin kadınlarla ilişkileri hep sorunlu olmuş. Filozofu tanıyanlar, kadınlar hakkındaki olumsuz düşüncelerinin sebebinin de kadınlardan beklediği ilgiyi görememesine bağlarlar. Buna bir örnek, “zamanın en büyük bestecisi” dediği Richart Wagner‘in karısı Cosima Wagner‘e duyduğu aşkın karşılıksız kalması…

Batakhanelerin birinden kaptığı frengi mikrobu, tüm hayatını etkilemiştir. O yıllarda frenginin tedavi edilememesi ve mikrobun giderek vücuda yayılması sonucu şiddetli baş ağrıları içinde uzun nöbetler geçirmesine yol açmıştır.

Bir gün yolda gördüğü faytoncunun, çamura saplanan atları sürekli kırbaçlaması üzerine, koşarak atlara sarılır ve “ ne olur, onlara vurma bana vur” der.

Bu olaydan sonra Nietzsche, ömrünün son on yılını ablasının yanında, onun himayesinde geçirir. Artık hiçbir şey yazamaz. Zira frengi, beynine de zarar vermektedir, aklı gelip gitmektedir.

Zaman zaman ablası, Nietzsche’ye bakıp ağladığında, “niye ağlıyorsun, mutlu değil miyiz?” diye sorduğu rivayet edilir.

Nietzsche artık hiçbir şeye müdahale edebilecek durumda olmadığından ablası ve yayıncısı fırsattan istifade, onun “hristiyanlık” ve “Almanlar” hakkındaki sert ve olumsuz yazılarını değiştirip daha yumuşak hale getirerek yeniden yazdıkları bilinen bir gerçektir. Kaderin bir cilvesi, Nietzsche’nin Almanlar hakkındaki onca olumsuz düşüncesine rağmen Hitler, onun “üst insan” teorisini, “üst insan Almanlardır” şeklinde uyarlaması olmuştur.

  KANT ve HALK

Kant’ın, hayatı boyunca yaşadığı yer olan Könnisberg’den, hiç dışarı çıkmadığı söylenir. Ayrıca, son derece disiplinli ve dakik olduğu da rivayet edilir.

Her gün aynı saatte dışarı çıkarmış. çevredekiler buna o kadar alışmış ki, saatlerini de Kant’ın evden çıkış saatine göre ayarlamaya başlamışlar. Kant’ın bir gün evden geç çıkmasıyla, tüm mahallenin o gün saati şaşırdığı söylenir.

   SCHOPENHAUER ve HEGEL

Schopenhauer, Berlin Üniversitesinde Hegel ile aynı dönemde, felsefe dersleri vermektedir.

Öğrencilerin, Hegel’in derslerine daha fazla ilgi göstermesi nedeniyle o da derslerini Hegel ile aynı saate alır. Fakat yine değişen bir şey olmaz, kendi sınıfının büyük kısmı boş kalırken, Hegel’in sınıfı hınca hınç dolmaktadır. Üstelik Hegel, oldukça sakin ve yavaş bir tonda “geist fenomenolojisi”ni anlatırken, kendisinin “istenç felsefesi”, heyecanlı sunumuna rağmen ilgi görmez. Hatta bu durum canını çok sıktığı için, üniversiteyi terk ettiği söylenir ta ki, yıllar sonra dönmek zorunda kalacağı zamana kadar.

Schopenhauer’u şaşaalı eğlence ve yemeklerde görenler, “üstat, dünya acı ve sefaletle dolu bir yer daha kötüsü olamaz diyorsunuz ama kendiniz zevk ve sefa içinde yaşıyorsunuz. Bu felsefenizle çelişmiyor mu?” diye soranlara, “evet doğru, ben sadece acıyı azaltmaya çalışıyorum…” dermiş.

  NE TÜTÜN NE BADE

Hayatını keyif içinde geçiren bir Kürt ozan, hasta olup doktora gider. Doktor muayenesini yapar ve şöyle der:

  “Eğer daha sağlıklı ve uzun yaşamak istiyorsanız içkiyi, tütünü, eğlence hayatını bırakacaksanız” der. Bunun üzerine zevkinden taviz vermeyen Kürt ozan şöyle kayıt düşer:

Tabib der ki, ne tütün ne bade/lakin hazzetmem hayatı sadeden/eğer ki, heç biri yok/vazgeçerim tüm alemden.

  MELANKOLİK KİERKEGAARD

Varoluşçuluğun babası olarak bilinen Kierkegaard, sürekli olarak kendi varlığına bir anlam verme çabası içindedir. Bunu yaparken, kendi melankolisini de dışa vurmama gayretindedir. Kendisinin nasıl biri olduğunu anlamamaları ve model almamaları için ismini değiştirdiği, hep rengarenk giyinip, saçlarını boyadığı, farklı tiplere girdiği söylenir.

Son derece keskin düşünceli bir insandır. Hem kendi kişisel sorununu kağıda dökmekte hem de bunu örtmeye çalışmaktadır. Katı bir hristiyan olmasına karşılık, zamanının kilisesini hep ağır bir şekilde eleştirmiştir.

Kierkegaard’a göre, melankoliden kurtulmanın yolu; şiir, felsefe ve teolojide eserler vermektir.

  “Evlilikte mutlak aşıklık gereklidir ama bazı şeyler vardır ki; başkalarına – eşine dahi- anlatılmaması gerekir” der.

  İSMAİL DÜMBÜLLÜ VE KARTVİZİT

Dümbüllü, her zamanki gibi sahnede oyununu oynamaktadır. Fakat seyircilerden birisi, performansını beğenmemiş olacak ki, elindeki “hıyar”ı sahneye fırlatır.

Dümbüllü, gayet sakin bir şekilde “hıyar”ı eline alır ve atılan tarafa dönerek, “biri kartvizitini düşürdü, oyundan sonra gelip kulisten alsın” der.

  KURTSA DA KURT DEĞİLDİR

Eşek  çok sevdiği otları yemek için kurtların bölgesine girer. Çok geçmez bir kurt sesi duyar.

“Kurt sesine benziyor ama çok uzaktan” diyerek otlamaya devam eder. Biraz zaman geçince, kurtun sesini bu kez daha yakından duyar: “Evet, bu kurt ama nasılsa beni hemen bulamaz” diyerek otlamaya devam eder. Sesler kesilmez, üstelik giderek de yaklaşmaktadır. “Evet bu kesin kurt ve çok yakında, bir dakika sonra gidiyorum” der. Kurtun sesi iyice yaklaşmıştır.

“Kurtsa da kurt değildir inşallah” der demez kurt üstüne atlar: “Aaa kurtmuş, ne ara geldi hayret!” demesi son sözleri olur.

   SULTAN KÜREKÇİSİ

Daha önce sultan kürekçilerinden olan Pala, Haliç’te karşıya geçirmek için güzel bir hatunu kayığına almış. Kadının güzelliğinden öylesine etkilenmiş ki; bıyıklarını burarak, “derler” deyip başlamış küreklere asılmaya. Bir, iki, üç derken güzel hatun merakla sormuş:

“Ne derler efendi” demiş.

Pala, kadını iyice bir süzüp; “yapsan da derler, yapmasan da!” demiş.

Bunun üzerine güzel hatun, “madem farketmiyor, yapın öyle desinler” demiş.

  NELER OLACAK NELER

Bir gün değirmene, mısırlarını öğütmek için hoş bir kadın gelir. Değirmenci kadını gözüne kestirerek başlamış, “ah ah… neler olacak neler!” diyerek iç geçirmeye.

Kadın merakla sormuş; “ne olacak efendi?” demiş. Değirmenci, “ben şimdi nefsime hakim olamayıp, seni öpecem. Sen bunu gidip seninkilere söyleyeceksin, onlarda gelip bizimkileri vuracak, sonra benimkiler seninkileri… derken kan gövdeyi götürecek” demiş.

Kadın düşünmüş taşınmış, “doğru söylersin, ben de o zaman kimseye söylemem” demiş.

  EŞŞEĞİ DE KURBANA SAYMAZSAM

Havanın çok sıcak ve herkesin oruçlu olduğu Ramazan ayıdır. Köyün birinde yaşlı adam, karısı ve eşeği kendileri ekip biçerek hayatlarını sürdürmektedir.

Sıcak Ramazan ayının ortası yaklaşırken adamın eşeği ansızın ölür. Aradan üç beş gün geçer geçmez, karısı da aniden ölür. Yaşlı adam, mübarek Ramazan ayında yapayalnız kalır. Elinden hiçbir şey gelmez, üzgün ve öfkelidir. Oruçlu olduğu halde bir sigara yakar ve derin bir nefes alıp havaya üfleyerek şöyle der:

“Nasıl, acıtıyor değil mi? O ölmüş eşşeği de kurbana saymazsam.”

  BEN PEYGAMBER GÖNDERMEDİM

İki kafadar, kafayı iyice bulunca biri kalkıp:

“Ben peygamberim” der.

Öteki de altta kalmayacak ya:

“Otur lan yerine, ben kimseyi göndermedim” der.

 FATİH SULTAN MEHMET ve KADI

 Fatih Sultan Mehmet, bir cami yaptıracaktır ama arazi bir Rum’undur. Değerinin iki katını teklif ettiği halde Rum vatandaş kabul etmez. Fatih, “şahsi değil, hayır için” diyerek camiyi rıza olmamasına rağmen yapar. Padişah tarafından, kendisine haksızlık yapıldığını düşünen vatandaş, üzgün ve sıkıntılıdır.

 Bunu fark eden müslüman bir vatandaş, “ne endişe ediyorsun, kadıya git, memlekette adil kadılar da var” der. Padişaha karşı, mahkemeden bir sonuç çıkmayacağını düşünürse de davacı da olur.

 Mahkeme günü geldiğinde, Fatih’in ayakta, kadının ise oturduğunu görünce bizim Rum vatandaş çok şaşırır. Ve Kadı sarı Hızır, vatandaşın arazisine zorla cami yaptırmaktan Fatih’i suçlu bulur. Cezası ise elinin kesilmesi karşılığı 80 sopadır.

 Fatih’in bu cezadan kurtulabilmesinin tek yolu, arazinin değeri ödenerek davadan vazgeçilmesidir. Rum vatandaş karar karşısında çok şaşırır ve davadan vazgeçtiğini söyler. Fatih de arsa değeri, 200 altını 2000’e çıkarır. Bununla da kalmaz, bu zata yaşadığı her gün için, bir altın vereceğini söyler.

 Mahkeme bitip, kadıyla baş başa kalan Fatih, kuşağından bir hançer çıkararak şöyle der:

 “Kadı efendi, benden çekinerek yanlış karar verseydin seni bu hançerle deşecektim”. Kadı sarı Hızır da gülerek, minderinin altından bir topuz çıkarır ve şöyle der:

 “Siz de padişahlığınıza güvenerek kararıma itiraz etseydiniz, ben de başınızı bu topuzla ezecektim.”

  MEZARA KAZIK ÇAKMA

İki arkadaş iddiaya girer, kim gece yarısı mezarlığa gidip, falanın mezarına bir kazık çakıp gelirse, diğeri onun istediğini yapacaktır. Biri demiş ki ben giderim.

Gece olur, bir kazık alıp mezarlığa gelir. Arada baykuşların sesinden başka adeta “in cin top oynamaktadır.” Korkmaya başlar, hızla mezarı arayıp bulur.

“Hemen şu kazığı çakıp, gideyim” der. Telaş içinde kazığı çakıp kaçmaya çalışır ama gidemez. Arkasından biri, güçlü bir şekilde çekmektedir. Kimin çektiğine bile bakamaz, mezardan çıkan bir hayaletin cübbesini tuttuğunu zannederek, korkudan ödü patlar ve ölür.

Arkadaşının gelmemesi üzerine, sabah erkenden mezarlığa gelip baktıklarında, kazığı kendi cübbesine çaktığını, kurtulmak için de çekiştirdiğini görürler.

  BAZEN KABIZ BAZEN İSHAL

Yaşlı bir teyze, bağırsak sorunları nedeniyle doktora gider. Doktor, “neyin var?” diye sorduğunda:

“Doktor bey, bazen öyle oluyor ki, içtiğiniz kahvenin telvesi gibi doldur bardağa iç, bazen de inan dişinle bile kıramazsın” der.

  TANRI BENİ KURTARIR

Bardaktan boşanırcasına yağmurun yağmasıyla her yer göle döner. Evi sular altında kalan adam, çatıya çıkıp beklemeye başlar. Sular da giderek yükselmektedir.

Kurtarma ekibi kayıkla gelip, “binin” der. Bizimkisi “hayır, tanrı beni kurtarır” der. Sular iyice yükselmiştir. Yukarıdan helikopterle, yardım sepeti indirirler. Yine “hayır, tanrı beni kurtarır” der.

Sular kendisini yutmak üzereyken “tanrım beni niye kurtarmadın?” diye sorar. Gökyüzünden gelen bir ses:

“Sana kayık gönderdim binmedin, helikopter gönderdim yine reddettin” der.

  BAĞSUR

 Doğu ekspresiyle, doğudan batıya giden köylü bir ailenin kompartımanında, üniversiteli genç bir çocuk da yolculuk etmektedir.

  Öğlen olunca bizim köylüler, çıkınlarından soğan– ekmek ne varsa çıkarırlar. Yaşlı amca, “buyur evladım” der. Genç çocuk, “çok teşekkür ederim” der ama ısrar ederler. O da “çok sağ olun, benim bağsurum var” der.

 Yaşlı amca, “olsun evladım, bizimkilerle doymazsak, sonra senin bağsuru da yeriz” der.

  BOKYEDİ BAŞI

Bok yeme yarışında, iki kişi finale kalır. Bunlardan biri favoridir. Nitekim, yarış başlar başlamaz da öne geçer. Tam son kaşığı alıp bitirecekken durur. Diğeri bu durumdan yararlanarak, birinci olur.

Sonra, o favori olana sorarlar; “niye o son kaşıkta durdun?” diye, o da:

“Kıl çıktı” der.

  SOĞANIN CÜCÜĞÜ

Dünyadan bir haber, ömrü fukaralıkla geçmiş birine sormuşlar, “zengin olursan ne yersin?” diye, o da hemen, “soğanın cücüğünü” demiş. Yanındakine sormuşlar, “sen ne yersin?” diye, o da düşünmüş taşınmış, “yahu arkadaşım bana bir şey bırakmadı ki!” demiş.

  BU BİR

 Kız evindeki düğün biter ve adam, gelini atının terkine bindirerek, kendi evine doğru yola çıkarlar. Çok sürmez at tökezler, adam; “bir” der. Biraz daha giderler, at yine tökezler, adam; “iki” der. Bir müddet daha gittikten sonra, at son kez tökezler. Adam, bu da “üç” diyerek attan iner, geline “sen de in” der ve silahını çekip, atı vurur.

Yeni gelin dehşete kapılmış bir şekilde, “ne yapıyorsun efendi, at tökezledi diye vurulur mu?” der.

Adam, geline bakıp; “bu bir” der. Gelin bir daha ağzını açmaz.

 BUGÜN DE ZARARDAYIZ

Aynı sokakta esnafın çoğundan daha fazla iş yaptığı halde, Yahudi kökenli esnaf, her akşam “bugün de zarardayız” dermiş.

Bir gün esnafın biri dayanamayıp, “bazen siftah bile yapmadan kapattığımız oluyor yine de şükrediyoruz, sen ise sürekli bu sözü tekrarlıyorsun, bunun sebebi hikmeti nedir?” diye sormuş.

Yahudi, müslim olana dönmüş, “azizim ben bu sözü, ömürden bir gün daha gittiği için söylüyorum” demiş.

  HER DAĞIN KENDİNE GÖRE KARI VAR

Bilindiği üzere rahmetli Sakıp Sabancı, ülkemizin önde gelen sanayicilerinden biriydi. Oğlu, Metin ise engellidir.

Kendisiyle yapılan bir röportajda, gözleri dolarak şöyle demiştir:

“Belki pek çok genç, benim çocuğum olmak istiyor ama benim oğlum, bana baba bile diyemiyor. Araba fabrikam var, bir tanesini alıp süremiyor.”

  TAŞLI TARLA ZAMANLARI VE AZRAİL

 Bütün ömrü hayvanlarının peşinde, dağda bayırda geçmiş olan adamcağız için, Azrail gelir ve “vakit doldu” der.

 Adam, Azrail’e dönüp, “ne ara doldu yahu, sen benim taşlı tarlada dolaştığım zamanları da mı saydın, hele bir onları düş, ondan sonra gel” der.

 Azrail adamın söylediklerini düşünüp, “haklısın” der ve geldiği gibi kaybolur.

 YALANCI ŞAHİTLER KAHVEHANESİ

 Adamın biri, devam etmekte olan davası için, bir şahit bulmak umuduyla “yalancı şahitler kahvehanesine” gelir.

 Mekanın ortasında ayağa kalkıp, “arkadaşlar bir alacak verecek davam var…” derdemez köşede oturan hırpani kılıklı biri, dava sahibine dönüp, “ya abi, o şerefsiz hâlâ borcunu ödemedi mi?” diye sorar.

 Davacı, “borçlu olan benim” der.

 Bu kez yalancı şahit, “kaç kere ödeyeceksin be abi” der.

TEMEL’İN BULDUĞU SENET

Temel, yolda bir senet bulur, senedin de son günüdür, koşup hemen yatırır. Ertesi gün yine bir senet bulur ve yine son günüdür ancak üzerindeki meblağ çok yüksektir. Bunu ödeyemem diyerek, kimseye söylemeden yurt dışına kaçar.

  BORCUN YOK

 Arkadaşlardan uyanık olanı, “Mehmetçiğim yüz lira borç verir misin, hafta sonu ödeyeceğim” der. Mehmet, “tamam” der ve yüz lira verir. Hafta sonu olunca yine uyanık arkadaşı, “Mehmetçiğim bir yüz lira daha ver, aybaşında topluca ödeyeyim” der. Mehmet, bir yüz lira daha verir. Aybaşı olunca uyanık olan, “Mehmetçiğim bir yüz lira daha verirsen, ikramiyeyi alınca tüm borcumu ödeyeyim” der.

 Mehmet, “ya ne borcu, bir lira bile borcun yok, keyfine bak demiş” demiş.

  HOCANIN HANIMI

 Hocaya, “senin hanım çok geziyor” demişler.

 Hoca da “yok canım, çok gezse arada bir eve de uğrardı” demiş.

 ONLARIN ÇOCUKLARI BÜYÜK

 Adamın iki metre kumaşı varmış, terzinin birine gitmiş, “bundan bana, bir takım elbise çıkar mı?” diye sormuş. Terzi hemen, “çıkmaz” demiş. Başka bir terziye gitmiş, “Bundan bana, bir takım elbise çıkar mı?” diye sormuş, terzi de bir önceki gibi hemen, “çıkmaz” demiş. Bizimki yılmamış, başka bir terziye gitmiş, “bundan bana, bir takım elbise çıkar mı?” diye sormuş.

 Bu kez terzi, “çıkar” demiş. Bizimkisi, “karşıdaki iki terziye gittim, onlar çıkmaz demişti” der.

 Terzi, “doğru söylemişler, çünkü onların çocukları büyük” der.

  KOMŞUNA İKİ KATI

  Adamın şişeyi ovalaması ile cin şişeden çıkar ve sorar, “dile benden ne dilersen ancak dilediğinin iki katını komşuna vereceğim” der.

  Adam, düşünüp taşınır ve “bir gözümü kör et”  der.

 ODUN DESENE

 Temel, Dursun ile şakalaşmak için elindeki odunu gösterip, “Dursun bu ne?” diye sorar. Dursun hemen “odun” der. Temel de “ben sana kodum” der. Dursun, çok bozulur ve intikam için fırsat kollamaya başlar. Biraz zaman geçince, eline bir tahta parçası alıp, “temel bu ne?” diye sorar.

 Temel, “odun” derse başına ne geleceğini bildiğinden, “tahta” der.

 Dursun hemen, “ben sana kodum” der.

 Temel, “ama uymadı ki..” der.

 Dursun, “olsun uysa da kodum uymasa da kodum” der.

 MÜDÜR KİM?

 Bir gün organlar bir araya gelmiş, “müdür kim olacak?” diye tartışmaya başlamışlar.

 Beyin, “müdür benim olmam lazım çünkü, hepinizi ben yönetiyorum” demiş. Kalp, “ben kanı pompalamasam, kimse bir şey yapamaz, o yüzden müdürlük benim hakkım” demiş. Akciğer, “hayır benim hakkım, oksijen olmazsa nefes alamazsınız” demiş.

 Organların hepsi, sırayla yaptığı işi söyleyerek, müdürlüğün kendi hakları olduğunu savunmaya başlamış. En son “göt” söz almış ve “ ben de müdür olmak istiyorum” demiş. Bunu duyan herkes, “götün müdür olduğu nerde görülmüş” diyerek, gülme krizine girmişler.

 Göt, “peki siz bilirsiniz” diyerek, bütün boşaltım sistemini kitler. Bir gün iki gün derken, her geçen dakika içerde basınç artmaya başlar, nerdeyse patlayacak hale gelirler.

 Diğer organlar, bakmışlar olacak gibi değil, acilen toplanıp, “götü” müdür yaparlar. Bunun üzerine  göt de inadından vazgeçip sistemi açar. Böylece hepsi rahat bir nefes alır.

  KARAMANOĞLU MEHMED BEY ve ÇELEBİ MEHMED

1402 yılında, Yıldırım Bayezid’in Timur’a yenilmesiyle Osmanlı dağılıp, “fetret dönemi”ne girmiş, oğulları Çelebi Mehmed ile Musa Çelebi de taht için, Rumeli’de birbiriyle savaşa tutuşmuştur.

Karamanoğlu Mehmed Bey de bu durumu fırsat bilerek,  Bursa’yı kuşatır. Ancak, kuşatmanın uzun sürmesi ve Musa Çelebi’nin ölmesi, planlarını bozar. Çelebi Sultan Mehmed’e karşı koyamayacağını anlayarak, geri çekilmeye karar verir. Geri çekilirken de şehri ateşe verir. Bununla da yetinmeyip, kendisinin de dayısı olan, Yıldırım Bayezid’in mezarını açtırıp kemiklerini yaktırır.

Karaman’a doğru kaçarken, yorgun düşen şişman nedimi, “hânım, Osmanlının ölüsünden böyle kaçarsın ya dirisi olsaydı ne yapacaktın?” diye söylenmesi üzerine, nedimini orada ağaca astırır.

Bayezid Paşa ani bir baskınla, kendisini Konya önlerinde yakalayarak, Çelebi Sultan Mehmed’e teslim eder.

Çelebi Mehmed, bütün yaptığı mezalimliğe, hiçbir sözünde durmamasına ve üstelik babasının mezarına karşı yapmış olduğu saygısızlığa rağmen, aralarında akrabalık bağına hürmeten ve bundan sonra savaş halindeyken, Osmanlıya asker yardımında bulunması karşılığı, kendisini affeder. Bunun üzerine Karamanoğlu Mehmed Bey:

“Madem ki, bu can bu tendedir, bundan sonra memleket-i Osman’a kat’a kötü nazarla bakmayacağım. Eğer bakacak olursam, Kur’an benden davacı olsun” diyerek yemin eder.

Ancak, daha ordugahtan çıkar çıkmaz sözünü bozar ve ovalardaki Osmanlı atlarını askerlerine yağmalatır. “Kuran üzerine yemini” sorulduğunda da “bu can bu tende” derken, “kendi canını” değil, göğsünde sakladığı “güvercini” kastettiğini, dışarı çıkınca da güvercini salıverdiğini söyler.

Yine kendi ifadesiyle şöyle demiştir:
 “Bizim, Osmanoğlu ile düşmanlığımız, beşikten mezara kadardır, bunun gereği de ahdi bozmaktır.”

   “KOMET” ALACAK KADAR ZENGİN DEĞİLİM

 Ressam Gürkan Coşkun, nam-ı diğer “Komet”, “masrafım çok, bir tarafta da bir kuruşum yok” dediği ve resimlerini satarak geçindiği dönemlerde, bir mülakat için sormuşlar, “satmamak için ayırdığınız resimleriniz var mı?” diye, onun da “Komet alacak kadar, zengin değilim” demesi, o vakitler sanat camiasında oldukça ses getirmiştir.

 “Neden hiç birikim yapmadınız?” diye sorulduğun da ise “Haydan gelen Huya gider, huyum kurusun…” demiştir.

   YENİ CAMİ NEREDE?

 İstanbul’un yabancısı olan bir kişi “Yeni Cami”yi aramaktadır. Sora sora caminin yakınına kadar gelir ve bir esnafa sorar, “Yeni Cami’nin nerede olduğunu biliyor musunuz?” diye, esnaf da “hayır bilmiyorum” der ve yabancı da bu cevap üzerine uzaklaşır.

  Bu duruma şahit olan komşu esnaf , “niye karşındaki cami demedin de, bilmiyorum dedin?” diye sorar. Bizimki, “şimdi biliyorum desem, bu camiyi kim yapmış, ne zaman yapmış, imamı kim, müezzini kim…künyesini isteyecek, benim de bunlara cevap verecek ne vaktim ne de mecalim var” demiş.

  BİR DE İÇERİ SOR

  Yolcu, belediye otobüsüne biner ama bileti yoktur. Şöföre, “son durakta alıp atsam olur mu?” diye sorar. Şöför de “önce bir içeri sorun” der.

 Yolcu, otobüsün içine doğru yönelip sesini yükselterek; “arkadaşlar biletim yok, son duraktan alıp atsam olur mu?” diye sorar.

HAZIRCEVAP PİCASSO

Picasso, Paris’te bir restorana gider. Yemek esnasında Picasso bir şeyler karalar. Garson hesabı getirdiğinde çizimi uzatır garsona. Garson “imzanızı atmamışsınız efendim” der. Picasso yanıtlar: “Sadece akşam yemeği yedik, restoranı satın almayacağız.”

                                                                ****

 Bir yolculuğu esnasında adamın biri, Picasso’ya, ”neden resimlerinizi gerçekte olduğu gibi yapmıyorsunuz?” diye bir sorar. Picasso, ”gerçekte olduğu gibi kısmını açıklayabilir misiniz” diyerek cevap verir. Adam, cüzdanından eşinin fotoğrafını çıkarıp gösterir.

Picasso, ”eşiniz sizce de çok küçük ve biraz yassı görünmüyor mu?” der.

                                                                 ***

 Picasso’nun, Alman ordusunun bombaladığı, “Guernica”yı anlatan eserine bakan Alman general sorar:

“Bu resmi siz mi yaptınız?”

Picasso’nun cevabı ise oldukça manidardır:

“Hayır siz yaptınız.”

***

Picasso bir gün bir restorana gider. Restoranda çalışan bir garson “efendim bana bir şeyler çizip verebilir misiniz anı olarak? Çocuklarıma, torunlarıma göstereyim.” der. Picasso hemen bir şeyler çizer, imzalar ve garsona uzatır.

Garson: ”Bu benim için öylesine değerli ki”, diye sözüne başlamışken, Picasso lafını keser ve  ”evet, gerçekten öyle, o elindeki çizim tam 100 bin dolar” der.

Garson, dehşete kapılmış bir halde, ”aman efendim, iki dakika bile sürmedi çiziminiz. Nasıl bu kadar pahalı olabilir?” diye sorar.

Picasso hemen o unutulmaz cevabını verir:

” 2 dakika değil. 60 yıl artı 2 dakika…” der.

 100 EUROYA TÜM BORÇLAR ÖDENİR

Alman turist, Yunanistan’da bir otele gider ve odaları görmek istediğini, beğenirse tutacağını söyler. Güvence olarak da 100 euro verir.

Turist yukarı çıkıp odaları gezerken, otelci koşarak kasaba gider  ve geçen haftadan kalan 100 euro borcunu öder. Kasap, koşa koşa köylüye gidip, hayvan alımından kalma 100 euro borcunu öder. Köylü hemen en son birlikte olduğu, hayat kadınına olan 100 euro borcunu öder. Hayat kadını da geçen haftadan kalma, iki gecelik konaklama ücretini bizim otelciye öder.

Bu sırada Alman turist odaları gezmiş fakat hiçbir odayı beğenmemiştir. Güvence bedeli olarak bıraktığı, 100 euroyu alıp gider.

Sonuç, bütün borçlar ödenmiş fakat kimsede para yoktur.

İNSAN VE ZAMAN

Salı, Mayıs 20th, 2014

İNSAN VE ZAMAN

– Kuşkusuz en büyük önyargı, etrafımızdaki herkesi insan sanmamızdır. (C. Bukowki)

– İnsanın en temel araştırması, yine insandır. (A. Pope)

– İnsan için araştırılması en ilginç olan; insandır. (Goethe)

Kendini tanı. (Sokrates)

***

İlim, ilim bilmektir

ilim kendini bilmektir

sen kendini bilmezsen

ya nice okumaktır.

YUNUS EMRE

***

– İnsan, sosyal bir hayvandır. (Aristoteles)

– İnsan, her şeyin ölçüsüdür. (Protogoras)

– İnsan, makrokozmosta bir mikrokozmostur. (Scheler)

– İnsan yediği şeydir ve insan, insanın “tanrısıdır”. (Feurbach)

 – İnsan, insanın kurdudur. (T. Hobbes)

– İnsan, doğuştan “antisosyaldir” ve tüm davranışlarının altında, “baskılanmış cinsel dürtü” vardır. Toplum, ihtiyaçlarını karşıladığı oranda sosyalleşir.”(Freud)

– İnsan “simgeleştiren” hayvandır, bu sayede düşünür. (E. Cassirer)

– İnsan olmak istediği, kendisini tasarladığı şeydir. (Sartre)

– Bugünkü insan, “hayvan” ile “üst insan” arasında gerilmiş bir konumdadır. (Nietzsche)

– İnsan ağlar, tanrı güler. (M. Kundera)

– Her şey, bir insanı sevmekle başlar. (Sait Faik)

– Zatına bir hoşça bak! Zira alemin özü, varlıkların gözbebeği olan insansın. (Şeyh Galip)

“Bir insan” hiçbir şeydir ama hiçbir şey de “bir insan” değildir. (Dickens)

– İnsan, “tanrının” taklitçisidir. (Ahmet Ağı)

– İnsan dama taşı, oyunu oynayan da tanrı. (Ömer Hayyam)

***

– İnsan, oyun oynayan varlıktır.

– İnsan, en gelişmiş ilkel yaratıktır.

***

– İnsanların sıkıntılarını yönetme şekli, kendi yapılarını gösterir. (“Bay Mercedes” filminden)

***

– Herkes fıtratına uygun kişilerle, olması gereken yerdedir. (ŞEYH EDEBALİ)

– Karakterin ne ise kaderin odur. (HERAKLEİTOS)

– Coğrafya kaderdir. (İBN-İ HALDUN)

***

– Seni anlatan iki şey vardır, hiç bir şeye sahip değilken gösterdiğin sabır ve her şeye sahipken gösterdiğin tavır.

– İnsanların birbirlerini daha iyi anlayabilmeleri için, aynı dili konuşmaları değil, aynı duyguyu paylaşmaları önemlidir.

– Her şeyin üstüne gelip, seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme, çünkü orası, gidişatın değişeceği yerdir.

– Kusursuz dost arayan, dostsuz kalır.

MEVLANA

– Bugün, dünden iyi sadece yarından daha kötü.

***

– Dün ile bugünü kavga ettirirseniz, yarından da olursunuz. (Churchill)

***

– Bugünü yarının bir provası olarak yaşayanlar, hiçbir zaman bugünü yaşayamazlar.

– Nostaljinin fazlası, gelecekten kopmadır.

***

–  Her güne kendi acısı yeter. (A. Maurois)

– Dün dünde kaldı cancağazım, bugün yeni şeyler söylemek lazım. (Mevlana)

***

Uğraşamam dünümle ve dünümdekilerle.

Ben yarına bakarım yanımdakilerle

(Cemal Süreya)

***

–  Gün doğmadan neler doğar, gün ola harman ola…

– Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner.

***

– Tarih, öğretir. (Latin atasözü)

***

– Tarih, insanın bozduklarıdır.

– Tarih, kazananların kaybedenlere yazdığı menkıbelerdir.

– İnsanlık tarihi, kurallarını tanrının koyduğu medeniyet kurmaca oyunudur.

– Tarih, eserlerini iki defa oynarmış, önce trajedi sonra da komedi olarak.

***

– “İnsanlık tarihi”, bir kavram tarihidir. Öznenin, nesnel gerçekliğini” kavrama” dönüştürme sürecidir… İnsanı yapan, “tarih”tir. (Hegel)

– Tarihte ne olmuşsa, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur. (Marx)

– Tarihi yapan, insandır…(Marx)

–  İnsanlık tarihi, sınıf çelişkisinden ibarettir. (Marx)

– Tarih, herkesin üzerinde anlaştığı yalanlar bütünüdür. (Napolyon)

– Tarih, ebedi döngüsel harekettir…(Nietzsche)

– Zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır. (Peyami Safa)

Dualite; ontolojik değil, epistemolojiktir. (YAŞAR NURİ ÖZTÜRK)

– Tanrı; mutlak zaman, mutlak mekan, mutlak hareket, mutlak beden ve mutlak ruhtur. (E. Er Razi)

– Zamana küfretmeyin, O, “Allah“ın ta kendisidir. (Hz. Muhammed)

– İnsanlık için zafer kazanmadan ölmek, bir utançtır. (Horace Mann) 

—-

– Zaman, herşeyin üzerinde bir sarkaçtır.(Ahmet Ağı)

– İnsanlık tarihi bir eylem olarak; kendini bilme, tanıma ve geliştirme sürecidir.(Ahmet Ağı)

– İnsanlık tarihi; dünya tarihinin, dünya tarihi ise evrensel tarihin bir sonucudur.  (Ahmet Ağı)

ARNOLD GEHLEN

Cumartesi, Haziran 6th, 2009

 

 M.Scheler’in öğrencisi. Birincisi evresi; Scheler ve Alman idealizminin etkisinde olduğu dönem; doçentliğine kadar sürüyor.

 İkinci evre; ‘İnsan, onun doğası ve dünya içindeki yeri’ adlı kitabıyla Scheler’in etkisinden kurtulduğu görülür.

 Üçüncü evre; eylem kavramını genişlettiği dönem.

 Dördüncü evre; sosyolojiye özellikle kurumlar üzerine yöneldiği evre.

 Beşinci evre; kültür antropolojisiyle uğraştığı dönem.

 Altıncı evre; toplumla dair eleştirilerle uğraştığı dönem.

 Yedinci evre; devlet felsefesiyle ilgilendiği dönem.

 

 Anropoloji tarihi üzerine düşünceleri:

 

 Gehlen’e göre anropolojide iki gelenek var:

1-Bilim geleneği:

 a)Biyoloji geleneği

 b)Kültür geleneği

2-Felsefe geleneği

 

 Gehlen’e göre, 17.yy’a kadar felsefi antropoloji disiplini yok. İnsan tanrının yarattığı bir varlık; maddi bir yapı ile ruhu birleştiren bir tanrı yaratığı. Ona göre Descartes’de hristiyanlığı parantez içine alarak; ‘insan ruhu olan bir makinedir’. Böylece Descartes’le beraber insan dualizmi ortaya çıkıyor.

 Gehlen’e göre Schelerise, önce insan ile hayvan arasındaki ayırıcı özellikleri ortaya koyuyor, insan ve tanrı ilişkisi değil. Scheler, dualizmi keskinleştirerek geistı yaşamın karşısına koyuyor. Bu geist kökenini hayatta bulamayacağına göre dünyanın metafizik temelinde bulur.

 Gehlen’e göre; ruh, tanrı, geist, isteme vs. bunları kabul eden her antropoloji metafizik yapıyor demektir. Oysa antropoloji, metafizik olmamalılıdır. Her türlü metafizik belirlenimleri reddetmeli ve dualizmleri aşmalı. Bu dualizmleri aşacak olan felsefedir. Felsefe, insanı parçalamadan bir bütün içinde ele almalı bunun içinde anahtar bir tema bulmak gerekir. Bu nedenle de felsefe, amprik bir bilim olmalı, bilimlerin verilerinden yararlanmalı.

 Felsefe nasıl amprik bir bilim olacak?

 Şu iki hipotezin kabul edilmesiyle dualizm aşılabilir:

1-İnsan bir bütün olarak tek bir bilimin nesnesi olabilir.

2-İnsan kendi içinde bir bütündür. İnsan ikili bir varlık olarak görülmemelidir. Bunun içinde bütün dualizmleri, en başta da Scheler’i reddetmek.

 Gehlen’in amacı; felsefi olarak amprik bir antropoloji. Bu tezlerini doğrulamak için bir anahtar tema buluyor; eylem. Eylemden yola çıkarak, genel bir antropoloji kurmak. İnsan yapısının eylemle anlaşılabileceğini açıklamak ve antropolojiyi kurmak.

 Gerçekliği önceden görerek ve planlayarak değiştirmek. Kültür, gerçekliği bu şekilde değiştirmenin tamamı, gerçekliğin planlanarak değiştirilmesi kültürle.

 Kültür ancak bir insan topluluğunda ortaya çıkar, o halde eylem, kültür ve insan topluluğu. Ve merkeze eylemi oturtunca, kendisinin kullanacağı amprik yöntem; biyolojik yöntemle olacaktır.

 İnsanı bir bütün içinde ele alacak tek bilim; biyolojik amprik bilim. Bir bütün içinde ele alacak tek bilim; biyolojik amprik bilim. Bir bütün içinde ele alınması nedeniyle de; felsefi antropoloji.

 Gehlen’in felsefi antropolojisi; biyolojik yöntemi kullanan amprik bir bilim.

 

 Gehlen’in Scheler’den aldığı iki şey:

1-İnsan – hayvan karşılaştırması,

2-İnsanın dünyaya açık oluşu.

 Eylem; bilerek ve önceden tasarlayarak gerçekliği değiştirmek. Her şeyin temelinde olan, insan eylemi. Artık insan ruhu ve bedeni birbirinden ayrılmıştır.

 İnsan eylemde bulunan ve terbiye edilen bir varlıktır. Terbiye = moral. Gehlen’in burada yararlandığı, Nietzsche’dir.

 İnsan; 1- henüz tamamlanmamış, mükemmelleşmekte olan bir varlık.

2-İnsan, belirlenmemiş bir varlık.

 Oysa hayvan tamamlanmıştır artık terbiyesi mümkün değil. Çünkü hayvanda, içgüdü var. İnsan, zeki bir varlık olduğu için hem olağanüstü bir varlık hem de bu yüzden tehlikede olan bir varlık.

 Gehlen, neden-sonuç ilişkisi üzerinde durmuyor. Çünkü bu ilişki, insanı metafiziğe götürür. Önemli olan, bir yumak içindeki koşulları irdelemek.

 İnsan eylemi sayesinde her yerde yaşayabilir. Hayvan bunu yapamıyor. Çünkü hayvanın çevresi, insanın dünyası var.

 Kültür, zaten bulunan bir gerçeği önceden planlayarak, yaşam için kulanılır hale getirmek.

 Her türlü eğitim, terbiye, otorite, aile vs. hepsi kültür içinde. Kültür insanın fiziki varoluş koşullarındandır. Oysa hayvan çevresi içinde bilinçsiz olarak yaşıyor. Çünkü kültürü yok. (Gehlen’de eylem; zekaya dayanan eylem. Bu nedenle hayvanın çevresi, insanın ise kültür çevresi var.) İnsanı insan yapan, zekası sayesinde eylemde bulunmak. Bu sayede de dünyaya açık bir varlık.

 İnsanın kendisini doğaya karşı koruyabilecek özel organları yok. Oysa her hayvanın var. Morfolojik açıdan insan, hayvana oranla ilkel bir varlık. Üstelik insan erken doğmuştur. Fetal hatta fetüs evresinde kalmış bir varlık. Eğer insan 19-20 aylık iken doğmuş olsaydı kendini koruyabilecekti. İşte aile kurumu, insanın biyolojik yapısının korunmasızlığından dolayı ortaya çıkıyor.

 Buna karşılık insanda çok önemli bir şey var o da; beyin, çok özelleşmemişse de çok gelişmiş bir beyin. Beyinde her şey var ama geista bağlılık yok. İnsan beynine göre öyle eylemde bulunuyor.

 İnsan algı selinden hayatına yararlı olanları çekip çıkarıyor. Böylece dünya hakkında genel bir görmeye sahip oluyor. İnsan kendisini bu merkezden çıkarıp, kendisinde bir takım potansiyel işlevleri işin içine sokabiliyor ve bu işlevler ileriye dönük aktlar oluyor.

   İnsan, dünyaya açık bir varlık olması nedeniyle, algı seliyle karşı karşıya geliyor. Burada en önemli faktörlerden biri; dil. Dil, algı seli içinde işe en yarayacak olanları çekip çıkarıyor ve onları dile getiriyor.  Dil, en önemli yük azaltıcı.

 İnsanın güdüleri; ihtiyaçları aslında onun içinden gelen şeyler. Bu güdüler bir takım fantazmalar içinde saklıdırlar.

 Eylem, insanın bir ilişkisi bir arzusu ile ilgilidir.  Eylemin oluşumunda ise bu eylemin hiçbir ilgisi yok gibidir, sadece eylem görülür. Oysa bunlar uyku durumundadırlar. Bazen bunlar eyleme kadar ulaşamazlar, saklanırlar. İnsan bu kopma denilen (hiatus) şeyi yaşar. Gerçekleşmeyen bu istem insanın iç dünyasını oluşturur.

 İşte Gehlen, insanın kopmayla oluşan bu dünyasına ‘ruh’ der. Yani gerçekleşmemiş arzular, istekler… ruh denilen şeyi oluştururlar yoksa ruh, metafizik bir varlık değildir. Ruh, insanın iç dünyasındaki her şeydir, onun içselliğidir. Bu nedenle ruh ancak biyolojik olarak ele alınabilir.

 Gehlen, insanı bir bütün içinde ele alarak iki hipotezini gerçekleştirmiştir. Bunu yaparken dualizme kaçmamıştır. Yani insanı, biyolojik yapısından yola çıkarak bir bütün olarak açıklıyor ve böylece de amacına ulaşıyor.

 İnsanı bir bütün olarak ele aldığı bilim; amprik antropoloji.

F. NİETZSCHE

Cumartesi, Haziran 6th, 2009

  FRİEDRİCH NİETZSCHE (1844-1900) :

 

“Evli bir filozof ancak komedilere ait olabilir”.

                                                         Nietzsche

 Nietzsche, ilk evrelerinde kültürel değerlere saygı duyuyor. Bu ilk devrinde Kant’ı, Wagner’i över, Schopenhauer’e “hocam” der.

 “Ben gelecek olanı ve başka türlü olamayacak olanı ortaya koyuyorum” der. Bir evrenin zorunlu olarak geleceğini söyler, bu evre; ‘nihilizm’dir. Zamanın nihilist olduğunu söyleyerek kendisi için “Avrupanın ilk ve en önemli nihilistiyim” der.

 Kendini “özgür ruh” olarak niteleyen Nietzsche, en önemli görevinin kemikleşmiş önyargıları çürütmek olduğunu söyler. Bu da 3 şekilde olur:

1-“Hakikate olan inancın yıkılması”; hakikate inanma ve bilimin ilerlemesinden zevk alınan bir devirdir.

 Nihilizmden anlaşılacak hiçbir hakikat yoktur.

2-“Moralden beklenecek hiçbir şey yoktur”; nihilizm, mutlak anlamsızlığa, değersizliğe inanmaktadır. Moral, koyduğu kuralları uygulatamaz.

3-“Dinden beklenecek hiçbir şey yoktur”; nihilizm, hristiyanlığı da reddeder. Hristiyanlık içinden çökmek zorundadır çünkü bu inanç, ta başında hayattan kopmuştur.

 “Tanrı öldü, Onu biz öldürdük, biz katiller katiliyiz” der.

 Nihilizmde pozitif olan, onun bir geçiş dönemi olmasıdır. O, nihilizmi üstlenerek bu durumu aşmak ister. Bu nedenle nihilizme ümitle bakar, üstünde ne tanrı var ne de insan. Nihilizm, yeni kararların verileceği bir dönemdir. Değerlerin yeniden değerlendirilmesi yapılarak, yeni değerler yaratılmalıdır. Bu değerlendirme ve yaratma, tanrı tarafından değil, insan tarafından yapılacaktır.

 İnsan kendini aşmaya çalışan bir varlıktır. Bu yeni insan şimdiki insandan daha yüksek ama tanrı da olmayan; ‘üst insan’dır. Şimdiki insan; “hayvan’ ile ‘üst insan” arasında gerilmiş bir iptir. İnsan, hayvanı aşmıştır ama şimdi aşılması gereken kendisidir.

 Hayatın temelinde olan; “güç istemi”dir. Nietzsche, varolanın temeline “güç istemi”ni koyar.

 Aslında bu hayatın bir amacı yok, aynı olanın ebedi olarak geri dönüşü sözkonusu. Hayat sadece değişmelerden ibaret. Bu hiçlik, nihilizmin en uç noktasıdır. Aynı olanın ebediyyen geri dönmesi.

 Olan biteni, bütünü, sürekli dönüşü görmek ama yine de bir uyum olduğunu görmek, işte buna evet demek. Tam da nihilizm bu işte. Ancak bunu yine de aşmak mümkün; hiç içindeki oluşu görüp buna evet demek, onu sevmek (burada Nietzsche, Herakleitos’tan etkilenmiştir).

 

 Nietzsche’nin düşünmesini belirleyen 3 faktör:

1-Klasik Yunan kültürünü araştırması.

2-Richart Wagner’in müziğine olan saygısı, onu övmesi ve o müzikten bir takım şeyler beklemesi.

3-A.Schopenhauer’e saygısı, onun pesimizmini bir ölçüde üslenmesi.

 

 Bunlar 1876’lara kadar Nietzsche’nin düşüncesini belirleyen etkenlerdir. Bu dönemde klasik kültüre bağlı ve saygılı.

 Ona göre Yunan kültürünün çıkış noktası; Apollon ve Dionysos’tur. Bu kültürün çöküşünü de Sokrates’e bağlar. Batı kültürünün temel özelliğidir, Sokratik eğilim.

Müzikle, özellikle Wagner’in müziğiyle klasik kültürü yeniden canlandırmak mümkündür, der.

 Sokratik eğilimde, bilinçli olanın erdem olması sözkonusu. Sokrates ile birlikte insan, ‘teorik insan’ olmuştur.

 Apollon ile Dionysos’un birleşmesinden oluşan insan ise ‘trajik insan’dır. Trajik olana, bilincin girmesiyle insan trajik olmaktan çıkıp, teorik insan olmuştur.

 

 Nietzsche’ye göre 3 tip tarih anlayışı vardır:

1-Anıtsal tarih; tarihin, kahramanlar/büyükler tarafından gerçekleştirilmiş ve yazılmış olduğunu söylemek. Büyük olanların tarihi! Peki, büyüklüğün ölçüsü ne?

2-Antik olana yönelen tarih; eskiye olan sevgi. Eskiyi koruma çabası. Tarih içinde olup biten olaylara, sanat eserlerine, yaşama tarzlarına olan sevgi ve onları korumak hatta yeniden kurma, yaşatma çabası.Bu tarih anlayışı, önceden olmuş bitmiş şeylere sorgusuz-sualsiz övgüyle bakmadır.

3-Eleştirel tarih anlayışı; eskiden olup bitenlerle hesaplaşan tarih. Hesaplaşırken bugünü daha iyi anlamak mümkün.

‘Biz geçmişte olmuş en güzel şeylerin olduğu gibi en kötü şeylerin de bir sonucuyuz’ der.

 

1873’te yayımlanan “İnsanca pek insanca” adlı kitabıyla Nietzsche, ‘hocam’ dediği Schopenhauer’den, Wagner’den ve hristiyanlığın dogmalarından koptuğunu söyler.

 “Benim tutkum, bağımsızlıktır” , “Kant’ın sandığı gibi gerçekliğin kendine özgü bir anlamı yoktur” der.

 Elle tutulur, gözle görülür olanı överek “trancendent olan bir öte yoktur”, der. ‘Şeylerin arkasında asıl gerçeklik diye bir şey yoktur. Kendi başına iyi ya da kötü yoktur. İnsan metafizikten koptuktan sonra tek başına bir çölde yürümeye  başlar. Özgür insan işte budur. Bütün tutunacak şeylerden kopan insan, özgürdür’.

 Nietzsche, 1881’de Sils Maria’yı keşfeder. Hastalığına çok iyi gelen güneşli bir havası vardır. Burada çok verimli olmasına rağmen son derece yalnızdır. Ancak çalışmak için bunu kendisi istemektedir. Nietzsche burada karşımıza bir düşünür olarak çıkar.

 “Bundan böyle benim sevgim bu; amor fati (kader sevgisi)” . Kadere ‘evet’ der. Artık çirkinliklerle savaşmak, şikayet etmek istemez.

 “Günün birinde sadece evet diyen biri olmak istiyorum” der. Burada 5. İncil olarak nitelediği “Böyle Buyurdu Zerdüşt”ü yazar. ‘Üst insan’ ve ‘ebedi dönüş’ fikirlerini yeniden ele alır.

 Üst insan; yaşama değeri, anlamı yükleyen tanrı öldükten sonra bu dünyaya yeniden anlam ve değer verebilecek bir insandır. Üst insan, köle gibi normlara, geleneklere uyarak yaşayan insan değil, kendisi değerler ortaya koyan insandır.

 

 “Tanrı ölmüştür” savının kaynağı:

Tanrının ölmesi, hristiyanlığın verdiği ahlakın, değerlerin geçerliliğini yitirmesi, çökmeye başlaması. Yani değerler değerini yitiriyor. Her şey değerini yitirirse geriye ne kalır? Hiç/nihilizm, gelen hiçliktir.

 Nietzsche’nin ümidi; üst insanda. O değerleri yeniden değerlendirerek, yeni değerler ortaya koyacak. O üst insandan, insanın kendini aşması, kendi kendini yükseltmesini anlıyor. Bu insan kendini yükseltmiş, hayat dolu, fizik olarak da güçlü insandır.

 Hayatın asıl amacı; güç, kudret isteği. “Nerede bir canlı gördüysem orada güç isteğini gördüm” der.

 “Ebedi dönüş”:

 Olan-biten yaşayan her şey, çok büyük zaman aralıklarıyla yeniden geri dönmektedir. Bugün olanlar geçmişte olanların geri dönmesidir. Gelecekte olanlar da bugün olanların geri dönmesi olacaktır.

 Nietzsche’nin bu fikrinin arkasında hayatın yükselmesinin imkanı yatıyor. Her geri dönüş, yeni imkanlarla geri dönüyor. Geçmiş, gelecek için yükseltici bir güç oluyor. Geçmiş, gelecek için geçici olarak yok oluyor. Günün birinde, yeni imkanlarla yeniden dönecektir.

 1886’da “İyinin ve Kötünün Ötesinde”,

 1887’de de “Ahlakın Soy Ağacı”nı yayımlar.

 

 KİERKEGAARD VE NİETZSCHE KARŞILAŞTIRMASI:

 Her ikisi de sisteme tamamen karşı, sistemin kapalı hale getirilmesi gerçekliği saklamak içindir. Birbirlerinden habersiz olmalarına rağmen düşünceleri bakımından birbirine akraba.

 Sistemci filozofların dışında her ikisinde de yepyeni bir tavır ve atmosferle karşılaşıyoruz. Her türlü katılıkları eritmeye ve aşmaya büyük çaba sarfediyorlar.

 Kierkegaard’da, özlemi duyulan bir hristiyanlık düşüncesi ve kendisinin istisna olmasından dolayı bir hareketlilik var.

 Nietzsche’de ise bir boşluk; yepyeni bir varlığın kendini göstereceğine inanıyor.

 ‘Ratio’ denen akıl her ikisinde de olağanüstü sorguya çekiliyor. Ancak akla karşı değiller, felsefeleri sanıldığı gibi bir ‘duygu felsefesi’ değil.

 Her ikisinde de belirli bir dünya görüşü yok. Düşüncelerinde sürekli hareket ve refleksiyon var. Bağlanan, tutunan ve orada emniyeti bulmak diye bir şey yok.

 Sürekli hareketlilik olunca, bilimsel bilgiden şüphe ediyorlar. Profösörleri, entelektüelleri, bilimsel bilgi açıklanabilirmiş gibi davrandıklarından eleştiriyorlar.

 Bilimsel bilginin, hakikati verecek tek şey olmasına, bilime dair bu kör inanca karşılar. Onlara göre bu saflıktır.

 Her ikisinde de belirli bir tek düşünce yok. “Hiçbir öğreti en son hakikati ortaya koyamaz”. Herhangi bir hakikati, mutlak hakikat olarak görmezler.

 Her ikisinde de dolaylı bildirim sözkonusu. Çünkü; önemli olan tek tek bireylere seslenebilmektir. Önemli olan tek insanın tavrı.

 Kendi çağları bakımından karşılaştırma:

 Her ikisi de içinde yaşadıkları çağın keskin eleştiricileri. Negatif tutum ve eleştirileriyle bir çağın kapanışı dile getiriliyor. İçinde bulundukları çağı aşmaya çalışıyorlar.

 Her ikisi de kendi kararlılıklarıyla feci bir yalnızlık içindeler.

 Her ikisinin de işi, evliliği, düzenli bir yaşamı yok.

 O çağ, sosyal ve iktisadi bakımdan araştırılırken, bunlar o çağı, insanın özü bakımından anlamaya çalışıyorlar.

 Kierkegaard, kutsal kitaptaki hakikatin arayışı içinde.

 İkisi de gelmekte olan hiçi görmekteler. Bunu ikisi de istemiyor.

 Her ikisi de insanın ne olacağı kaygısında.

 İkisi de “yeni bir insan”ı temsil ediyor.

 İkisi de ruhsal yönden hasta. İkisi de istisna olduklarının farkındalar. Başka insanlara örnek olmak istemiyorlar.

“Beni değil, kendini takip et” Nietzsche.

 Etkileri:

 Çağdaş felsefe, sistemci felsefeyi reddedip, felsefeye yeni bir ufuk açan Kierkegaard’ın etkisindedir.

 Üst insan görüşüyle de, üst insanlar Almanlardır, dedirtecek kadar Nietzsche, Nazileri etkilemiştir.

 Nietzsche, tüm kuruntular dünyasını yıkan filozof. “Morali de yıktık şimdi biz kendi kendimize karanlıklar içinde kaldık. Moral yıkıldı çünkü tanrı öldü, yeni morali kuracak olan üst insan”.

 

Bunların çağrıları tek insana yönelik. İkisi de belirli bir program ve plan vermiyorlar. Sadece dolaylı bildirimleriyle, insanların gözünü açmak istiyorlar.

SCHOPENHAUER’UN PESİMİZMİ

Perşembe, Haziran 4th, 2009

    

 ARTHUR SCHOPENHAUER (1788-1869):

 

  Felsefesinin temelinde, derin bir pesimizm/kötümserlik var. Kötümserliği her şeyine yansır. Asıl kötümserliği, insan varlığı ile.

 İnsanın pek çok ihtiyacı vardır ve bu ihtiyaçların pek çoğu tatmin edilmez. İnsanın her zaman yeni ihtiyaçları, yeni arzuları ortaya çıkar. Hayat dediğimiz sürekli bir aldatmaca. İnsan sürekli bir tatminsizlik ve sıkıntı içinde. Bu da acıyı doğurur. Acı, insan yaşamının temel özelliğidir. Ona göre her yaşam öyküsü, bir acı öyküsüdür.

 İnsanın yaşamı bir yanıyla dram diğer yanıyla komedidir. Bu yetmezmiş gibi bir de insanlar birbirine yaşamı çekilmez hale getirirler. Ona göre insanların dünyası, bir cehennemdir.

 Kısaca, yaşam acı doludur. Hiç de arzulanacak bir yanı yoktur. Sefalet ve acı sadece insanlara özgü değil bütün canlılara hakim.

 Doğa bütün canlıların yaşam mücadelesi verdiği, acı çekenlerin toplandığı yerdir. Doğa olması gerektiği gibi değildir. Tüm dünyanın gerçekliği; acıdan başka bir şey değildir. İşte burası onun çıkış noktasıdır. Onun felsefesi, acının temellendirilmesidir ve bunu da metafizik bir şekilde yapar.

 Temel eseri; ‘İsteme ve Tasarım Olarak Dünya’nın ilk cümlesi, ‘dünya benim tasarımımdır.‘ Bütün gerçeklik; öncelikle dünya, insanın tasarladığı gibi vardır. İnsan, bütün gerçekliğin kendine dolaysız olarak verilen tasarımını bilir. Herşey görünüşten ibarettir. (Burada Kantçı) Nesnelerin kendisi dünya değildir. Onun öyle olduğunu bize veren bizim ona bakışımız, tasarlayışımızdır’. Ona göre bu görünüşün ardında kendini göstermeyen bir şey olmalı diye düşünür.

 Schopenhauer, önce insanın kendini nasıl tanıdığına bakar. Ona göre insan, bedenini iki şekilde tanır:

1-Bedeni, diğer bütün nesneler gibi tasarım nesnesi olan şeydir. Fakat bir de işin iç yanı var:

2-Beden kendini insanın istemesi ile gösterir. Tüm gerçekliğin temelinde ‘isteme’ vardır. Organlar da istemenin ürünüdür. İnsan bedeni, istemenin nesneleşmesidir. İsteme, insanın en iç özüdür. Nesnelere, kendilerini o şekilde gösterttiren arkalarındaki istemedir. Ona göre isteme, sadece insanın özü değil; dünyanın, doğanın her şeyin özüdür.

1-Dünya tasarımdır.

2-Dünyanın kendi başınalığı; istemedir.

Acaba isteme ne?

Birlik, teklik içinde bir ilk güç. Schopenhauer, istemeyi; temel isteme veye asli isteme olarak anlar.

 Bu asli isteme kendini birçok şekilde böler. Başından beri kendisini insanda gösteren isteme, bilinçli bir isteme değildir. Aslında bu isteme, başta bütündür, birlik içindedir. Kendi içindedir, bölünmesi daha sonradır. Bu isteme hem organik dünyada hem de inorganik dünyada var. Bu isteme başından beri bilinçsizdir.  Dünya, istemenin kendini bilmesi, bilinçlenmesinden başka bir şey değil. Tüm dünya tarihi; istemenin kendilik bilincine ulaşması sürecidir. Dünya tarihindeki oluşu başlatan, istemenin bölünmesidir.

 Asli isteme, kendi içinde karışıklık ve mücadeleden başka bir şey değildir. İstemenin kendini dünyada göstermesi de böyledir. İnsanlar arasında çatışmanın nedeni; bu temel istemedir. Acıyı yaratan da yine istemedir.

 Onda isteme gerçekliği/dünyayı açıklamak için metafizik bir ilke haline gelir. Bu metafizik ilkenin çağındaki diğer ilkelerden farkı; dünyevi/immanent oluşudur. Yani istemenin temelinde bir geist varlığı yoktur. İnsan varolmak için böylesi metafizik bir ilkeye bağlı olmak zorundadır. İnsanın özü; isteme ve tepkidir. İnsan istemeye muhtaçtır ama ondan kurtulmak zorundadır.

 İnsan bu acıdan; isteme ile sıkıştırılmış , acı ile belirlenmiş bu durumdan nasıl kurtulacak?

İnsan, tek tek nesnelerin bilgisinden ya da onlara bağlı olmaktan kurtulduğunda veya dünyanın saf görüsüne sahip olduğunda, kendi sınırlı ve acılı bilme biçimini aşar. Bundan sonra hiçbir çıkar gütmeden bir gözleme başlar sonra comptemplasyona girer. İnsan bu evreye geldiğinde, açık ve ebedi bir dünya gözü durumuna gelir.

 İnsanın bu basamakta gördüğü ya da baktığı, dünyanın biçimini oluşturan isteme değil,nesnelerin ideasıdır. Schopenhauer, şeylerin ideasını görebileceğimizi iddaa eder. İdealar hep varolan nesnelerin özleridir. Comptemplasyon aşamasında olan; nesnelerin, dünyanın özünü görür.

 Şeylerden bağımsız olarak idealar nedir?

 İdealar; şeylerden önce gelip, şeylerin saf halleridir. İdealara bakış, her şeyden önce sanatın işidir. Sanatsa her şeyden önce nesnelerin özüne bakar.

 Sanatta önce, mimarlık sanatı; sertlik ya da katılık idealarını verir. Sonra plastik sanatlar; insanın saf ideasını ortaya koyar. Daha resim; gerçekliğin idealarının çeşitliliğini ortaya koyar ve üst düzeyde de müzik sanatı, istemeyi ve dünyanın  saf özünü ifade eder.

 Ona göre sanat, yine de sürekli bir çözüm değil. Sanat, belirli anlarda acıdan ve ‘isteme’den kurtarır. İnsanı kurtaracak olan nihai çözüm; istemeyi, tamamen reddetmekle olur.

 İstemeden çıkan insan, istemeyi nasıl reddedecek? İnsan pek çok zorlukla sıkıştırılmıştır. Ancak insan, tek bir noktada özgürdür. Bu nokta; her şeyi belirleyen istemeye karşı çıkmadadır. İnsan, amprik varlığında belirlenmiş ve bağımlıdır. Fakat kendi özünde özgürdür. İstemeyi reddetmek, insan kendi özündeki özgürlükle olur.

 Bu isteme nasıl reddedilecek? Bunun iki yolu var:

1-Teorik yol; tüm gerçekliğin temelinde hüküm süren asıl istemedir. Bu parçalanarak dünyada acıyı oluşturur. Bunu kavrayan insan görür ki; dünyadaki acılı oluş, sadece gerçekliğin görünüşüdür.

 Madem ki; acılı oluş sadece görünüşten ibaret o halde bu insanı rahatsız edemez. Bu görünüşte acı-özünde acılı değil- insanı sıkmasına gerek yoktur.

 İnsan asketik yaşam ile istemesini susturursa, bu acının yerini huzur ve dinginlik alır. Böylece insan, acıyı yaratan istemeden kurtulur.

 2-Eylemli yol; eylemle istemeyi reddetme yolu, bu başkasının acısını merhamet yoluyla azaltmakla olur. Eğer bütün canlılar, temeldeki birliğin asli istemedekibütünlüğün farkına/bilincine varırlarsa, bütün canlılar da birbirine bağlı olurlar. Herşey temelde bir bütünse canlılar individual olmaktan kurtulurlar.

 Başkasının acısı, benim de acım. Bunun yolu da merhamet. Merhametle egoizm aşılır. Kötü olan egoizmden, iyi olan merhamet çıkar (bu etiği). Merhametle, isteme reddedilmiş olur.

 Schopenhauer’un pesimizmi; bu varlık böyle olacağına hiç olmasa daha iyi olurdu. Dünyanın özü; isteme, her şey istemeden zorunlu olarak çıkıyor.

 Schopenhauer; Kant, Platon ve Schellig’den etkilenir, Nietzsche’yi etkiler.