Archive for the ‘F:SÖREN KİERKEGAARD’ Category

SÖREN KİERKEGAARD

Pazar, Haziran 28th, 2009

 EXİSTANSİYALİZM:

 

 SÖREN KİERKEGAARD (1813-1855) :

 

Danimarkalı olup, varoluşçuluğun babası olarak bilinir. Sürekli olarak kendi varlığına bir anlam verme çabası içindedir. Bunu yaparken, kendi melankolisini de dışa vurmama gayretindedir. Kendisini ne olduğunu kimseye göstermemek için hep rengarenk giyinip, isim değiştirmektedir.

 Son derece keskin düşünceli bir insandır. Kendi kişisel sorununu kağıda dökmekde hem de bunu örtmeye çalışmaktadır. Katı bir hristiyan olmasına karşılık, zamanının kilisesini hep ağır bir şekilde eleştirmiştir.

 Kierkegaard’a göre, melankoliden kurtulmanın yolu; şiir, felsefe ve teolojide eserler vermektir.

 ‘Evlilikte mutlak aşıklık gereklidir ama bazı şeyler vardır ki; başkalarına –eşine dahi- anlatılmaması gerekir’.

 Kim kendi hakkında soru sorarsa, onun için felsefenin konusu; insan olacaktır. Tür olarak insanın bütün özelliklerini ortaya koymak değil. İnsanı tanımak tanımak denince, insanın kendi dışında bir ‘insan’ nesnesi aranılıyor. Oysa soruyu soranı merkeze almak gerekir.

 Her gerçek tanıma varoluşla ilgilidir. İnsanın kendi hakkında soru sorması, insanın kendi varoluşunu tanıma çabası içine girmesidir.

 Soruyu soran insan varoluştur ve kendi varoluşu hakkında soru soruyor demektir. Böylece Kierkegaard, varoluşçu bir filozof haline gelir.

 Kierkegaard’ın etkisi kendi çağında değil, insanın kendi kendisine sorun olduğu 20. yüzyıldadır.

 Etkilediği isimler; biyolojide; Barth, Bultmann.

 Felsefede; Jaspers, Heidegger ve Sartre’dır.

 

 Kierkegaard’ın felsefi inancı; ‘öznellik hakikattir’. Bu her şey özneldir, özneye göredir, nesnel hakikat yoktur demek değildir.

 Bir şeyin özne için hakikat haline gelebilmesi için o insanın kişisel hakikati ele geçirmeyi istemesi gerekir.

 Kierkegaard göre hakikat; o insanın inandığı, o insan için geçerli olan varoluşsal hakikattir.

 İnsan varoluşuna inanmalı, harekete geçmeli, onu değiştirmeye çalışmalıdır.

 Hegel’de insanın hakikati, geistın bakan yanından başka bir şey değildi. Kierkegaard’a göreyse Hegel, insanı unutmuştur.

Hegel’de hakikat bütün olandır. Kierkegaard da ise hakikat sadece benim içindir. Kendisi için yaşanabilecek ve ölünebilecek idedir. Bu da varoluştur. Hakikat=varoluş. Varoluş, insanın özünü kendi kendisiyle olan tecrübesiyle elde etmeye çalışmasıdır. Ona göre kendi kendine edindiği tecrübeler, feci iç karamsarlıkları ve korku.

 Ona göre insanın temel yaşantısı; karamsarlık ve korkudur. Bunlar insanın temel durumlarıdır. İnsan bu durum içinde yaşar.

 İnsan kendisiyle ilgili belirli tecrübeler edinmedikçe, toplum içinde törpülenmiş ortalama insan haline gelmektedir. İnsan temel durumlarını içinde taşımadıkça; kendine yabancılaşır ve insan olmaktan çıkar.

 İnsan kendi tecrübeleri içinde kendini sıkıştırıp; karamsarlıklarının ve korkularının ne olduğunu keşfeder. Yine korku içinde özgürlüğünün imkanını keşfeder. İnsan bu tecrübeye girdiğinde uyanır, kendinin ne olduğunu, kendini bu duruma getiren şeyleri görür ve karar vermek durumunda kalır.

 Karar verebilmek demek, özgürlüğün imkanı demektir. İnsan sınırları çizilmiş, olmuş bitmiş bir varlık değildir. İnsan aynı zamanda bir varolma imkanıdır.

 İnsana verilmiş olağanüstü şey; ‘seçme özgürlüğü’dür. Kierkegaard, kendini araştırır ve bunlara ‘yaşam evreleri’ der.

 Bu evrelerin 1. si Estetik evre (sanat felsefesi değil); bu evrede yaşayan insan, pek çok imkana sahip olmakla beraber onları gerçekleştirmeyi düşünmez. Kimi zamanda imkanın farkında değildir. Bu evrede insan; bakarak, görerek yaşamın tadını çıkarır. Eylemde bulunmaz, kendisi için bir sorumluluk yoktur Kendisi için olanı arar bulur ve tatmin olur. Ancak bu evrede insan kısa sürede boşluğa düşer. Bu evre hep duyularla yaşanan ve bu şekilde tatmin olunan bu evre, varoluşun tek evresi olamaz.

 Bu evrede insan hep nesnel olanlara yönelir ve onlarla tatmin olur. Böyle de yok olup gider.

2-Etik evre; bu hakikat olarak varolmak demektir. İnsanın önündeki imkanlardan birini seçerek kendini gerçekleştirmesi. Özgürlük, karar vermektir. Bu karar, insanın kendi kendisiyle ve kendisi için karar vermesidir. Bu kararı vermek için cesur olmak gerekir. Bu karar, bu cesareti gösteren varlık içinde kalıcı olur ve kendi hakikatine erişir.

 Seçme ve karar Kierkegaard’ın insanda imkan olarak gördüğü iki temel özelliktir.

 Etik evrede yaşayan; bu kararı vermiş, kendi kendini gerçekleştirmiş demektir. Bu evrede insan, nesnel olanı bırakmış ve kendi özgürlüğünü seçmiştir.

3-Dinsel evre; etik evrede Kierkegaard, düşüncesinin derinliğini kavramış değil, hala karamsar.

 İnsan kendi kendinden çıkarak hakikatle yaşayamayacağının bilincine varır. Çünkü ;insan, güçsüzlüğünün sonlu oluşunun farkına varır.

 İnsan en kötü, en derin karamsarlıktan yine de bir çıkış yolu bulabilir, insana yeni bir imkan açılırsa.

 İnsan sonlu olmakla, kendi içinde ebedi olanı görür. İçindeki sonsuz yanı ona bambaşka bir dünyanın kapısını açar. Hayatta atacağı adımlar için ebedi yanından emirler alır. İnsan bu yanını unutmamalılıdır. İnsanın ebedi olanla karşılaşması tanrı iradesi ile karşılaşmasıdır. İnsanın özgür olması, tanrı önünde mümkün. Çünkü, verilen karar tanrı önünde veriliyor. Dinsel evrede yaşayan insan, ebedi yanını gören ve tanrının iradesiyle yaşayan tek varlıktır. İnsanın korkusu melankolisi bu şekilde teselli bulur yoksa sonlu olan diğer insanlarla değil.

 İnsan, kendi tecrübeleriyle tanrının farkına varmalı(hristiyanlığı bu nedenle eleştiriyor).

 Kierkegaard’ın amacı; kendi yaşadıklarıyla bir mesaj vermek, çağrıda bulunmak.

 İnsanların kendileri için karar vermemeleri; insanlar içinde farksızlığı, ortalamalığı ortaya çıkarır. Sivrilenler ise hemen kitle tarafından törpülenmektedir.

 Kierkegaard, tek insan olma çağrısında bulunuyor. Bu tek insan tanrı karşısında sorumlu olan insandır. Kendisi, kendi çağında kitleler karşısında bir istisna olduğunun farkındadır.

 Kendisi tek olmanın ne demek olduğunu, bunu korkunçluğunu herkese gösteriyor ki; diğer insanlar böyle olmasın ama kitle de olmasın Herkes kendi kendini bulsun.

 ‘Tanrı, diğer insanların böyle olmaması için beni böyle yarattı ve bu görevi bana yükledi’ der.

 Hakikat; tek olarak insanın, kendi içinde keşfettiğidir. İnsan onunla birlikte yaşar ve ölür. İnsan kendisinin ne olduğunu, kendi kendisiyle tecrübe edinerek anlar. Yoksa başkasına bakarak ya da Kierkegaard’ okuyarak değil.

 Kierkegaard; insanların eşitlenmesine karşı çıkıyor. İnsan, ortalama, kollektif insan olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

 İnsan; bir sınıfa sokularak, o sınıf tarafından farklı özellikleri/olanakları yontulmaktadır. Ona göre, insanın tek olması, imkanlarını gerçekleştirme durumu kitle tarafından engellenmektedir. Örneğin bir parti ideolojisi tarafından insanlar yontulmakta ve parti ne derse o doğrudur!

 Oysa insan kendi kendini araştırarak tek insan olmalıdır. Bireye tek olma imkanı vermeyen ‘kollektivizm şeytandır’der.

 Kendini gerçekleştirmiş olan insan, nasıl insandır? Bu sorunun cevabı yoktur. Çünkü bu felsefe; tam olarak temellendirilmiş bir felsefe değildir.

 İnsanın kendini gerçekleştirmesi, insanın kendi içindeki hakikati keşfetmesidir. Önemli olan tek olduğunu fark etmesidir. Dolayısı ile tanrıyla ilişkiye girmesi ve sorumlu olması.

 Bu felsefe, ele avuca sığmayan, bulanık bir felsefedir. Sadece insanlara tek olmaya ve kendilerini gerçekleştirmeye çağırır.

 Yabancılaşma; kitle içinde kaybolmadır. Ona göre geist; insanın kendisidir.

 Onun bütün çabası; kitle içinde yabancılaşan insanı kendine getirmek. 

 Kierkegaard; yabancılaşma terimini, korku ve ürkme kavramlarıyla açıklamaya çalışır.

 Ürkme, her zaman nesnesi olan bir hislenme durumudur. Fareden, karanlıktan ürkme gibi.

 Oysa korku; kitle içinde varlığını bilincinde olmayan insanın durumudur. Korkunun nesnesi yoktur. Gelecekle ilgili bir felaketin verdiği huzursuzluk. Neden korktuğunu söyleyememe. Bu korku insanın ne olacağı ile ilgili. Korku insanın kazanamadığı bilinç durumu.

 Karamsarlık; insanın kendiyle ilişkiye girememesi, insanı gittikçe eriten bir hastalık; insanı yaratan kendi içindeki ebedi olandan kopma. Kendiyle girdiği ilişkide kendini bulamama, belirleyememe durumu. Bu hastalığa yakalanan, kendi ebediliği içinde tanrısal olana erişemiyor demektir.

 Karamsarlığın çeşitleri:

1-İnsan kendi varlığını bulamadığının bilincinde değilse, karamsar olduğunun da farkında değildir.

2-İnsan karamsar olduğunun bilincinde ise

 a)İnsan karamsar olsa bile kendi varlığını gerçekleştirmesi mümkün,

 b)İnsan karamsarlığa düşmeden de tanrı karşısında kendisi olabilir.

 İnsan kendine güvenmediği için ve tanrıya inanmadığı için karamsarlığa düşer, işte bu ölüme götüren hastalıktır.

 

 Nesnel düşünme ile varoluşsal düşünmenin ayrımı:

 

1-Nesnel düşünmede, düşünülen bir nesne var. Bu nesne düşünen insanın dışında. İnsan aklı sayesinde bu nesneye yöneliyor. Buna göre nesne, benim bilme etkinliğimin yöneldiği şey.

 Varoluşsal düşünme de ise düşünenin içinde. Yani düşünen insan, kendi kendini nesne haline getiriyor. ‘Ben kendi dışımda olana değil, kendi içimde olana yöneliyorum’.

2-Nesnel düşünmede aranılan hakikat; nesnel bir hakikattir. Benim o nesne üzerine koyduğum bilginin hakikati.

 Varoluşsal düşünme de ise hakikat tamamiyle öznel bir hakikattir. Buradaki hakikat, varoluşun kendisidir. Çoğunlukla, öznellik hakikattir.

3-Nesnel düşünmede önemli olan sonuçtur. Nesneye yönelen düşünce, o nesne hakkında bilgi ortaya koyar.

 Varoluşsal düşünce de ise böyle bir sonuç sözkonusu değil, zaten önemli de değildir. Burada düşünce ile düşünen birbirinden ayrı ama karşısında da değil. Düşünme eylemi, insanın kim olduğunu sorduktan sonra kendi kendisiyle girdiği ilişki. Bu süreç içinde insanın değişikliğe uğraması; varlık bilincinin değişikliğe uğramasıdır.

4-Nesnel düşünmede şu soru sorulur; düşünülen ne?

 Varoluşsal düşünme de ise sorulan, nasıl düşünüldüğüdür. Bu düşünmenin hakikati, o düşünme etkinliğinde bulunan insanın içsel olarak ortaya koyduğu hakikattir. Bir nesne ile ilgili değildir. Hakikat, insanın kendi içindeki imkanı görüp, tanrıya ulaşmasıdır. İnsan bu düşünme içine girebilir, bu bir imkandır ama sorun, bu düşünce iletilebilir mi? İletimi ancak dolaylı bildirimle sözkonusu.

 Kierkegaard’ın mesajı; ben böyleyim, siz nasıl isterseniz öyle yapın!

5-Nesnel düşünmede ’düşünüyorum o halde varım’ böylece mutlak düşünme etkinliğine girilir.

 Varoluşsal düşünme de ise ’varım, varolduğum için düşünebiliyorum’.

 

Kierkegaard, düşüncesinde hep canlı olan 20. yüzyılın temel problemini görmesi. Kitlenin, moralin, siyasal partilerin baskısı ve devletin mekanikleşmesini görüp, insanın bu unutulmuşluğundan kurtulabilmesini; varoluşsal düşüncede yani insanın kendi kendisine yönelmesiyle olabileceğini söylemiştir.

 

Kierkegaard düşüncesinde canlı olmayan; nesnel düşünmeyi tamamen gözardı etmesi. Oysa bilim bu düşünmeyle oluyor. Onun içinde bulunduğu durumu bu denli vurgulaması kendi psikopatolojik durumundan kaynaklanıyor. İnsanların bu durumdan kurtulmaları için tek tek cesaret göstermeleri ve tanrı karşısında özgür eylemde bulunmalarıyla olur.