Archive for the ‘F:18.YY’DA FELSEFE’ Category

18.YY-JOHN LOCKE

Çarşamba, Haziran 3rd, 2009

 

        18. YÜZYILDA FELSEFE

      18. YÜZYILIN GENEL KARAKTERİ :

 Elektrik, balon, pervane, buharlı gemi bulunmuş, modern kimya kurulmuş,        Newton’un ‘Optik’i yayınlanmış, Manş denizi ilk kez balonla geçilmiştir. Bu yüzyılın en önemli özelliği; insan aklına verilen önemdir.

 İnsan aklına sınırsız bir güven var. Aklın her şeyi bilebileceğine inanılıyor. Her şeyin aklın eleştirisinden geçirilerek düşünülmesi var.

 Akla olan bu inanç; dini, ahlaki, ekonomik, siyasal (1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi, 1789 Fransız Devrimi…) ve toplumsal düzeni büyük ölçüde etkilemiştir.

 Artık vahye değil, insan aklına dayanılıyor. Öyleki dinin, akla dayanan bir din olmasını isteyenler bile var.

 

       JONH LOCKE (1632-1704) :

 

Siyasal liberalizmin kurucusu Locke, önce insan aklı neleri bilebilir, neleri bilemez onu düşünüyor. ‘Belki bilemiyeceği şeyler üzerinde düşünüyoruz’ der.

 Locke’a göre ‘bilgi’; idealarımızın herhangi bir ilişkisinin ve uyuşmasının veya uyuşmamasının ve ters düşmesinin algılanmasından başka bir şey değildir.

 ‘İnsanın doğuştan getirdiği hiçbir şey yoktur. İnsan idealarını dünyaya geldiğinde, ilk algılamalarıyla kendisi oluşturur… İdealar doğuştandır diyenler aldanıyor. Bunlar, terimlerin  anlamlarının çok açık olduğundan doğuştan zannediyorlar. Eğer bazı hakikatler doğuştan olsaydı, bunları öğrenmek neden zorunlu olsun? Madem doğuştan, dile getirilmeleri niye gereksin? Bunlar doğuştan değil, öğrenilir…Bütün  idealarımızın, bilgilerimizin kaynağı; ‘tecrübe’dir. Zihnimizdeki bütün idealar ya duyumlar (Dış Deney) aracılığıyla ya da düşünme (İç Deney) yoluyla gelirler. Bunlardan başka bir bilgi kaynağı yoktur.’

 Locke’a göre bütün bilgilerimiz, ideaların bir ya da bir kaçının uyuşması ya da uyuşmaması sonucudur.

 İdealar arasında uyuşma ya da uyuşmama 4 türde olabiliyor, dolayısıyla 4 tür bilgi sözkonusu:

1-Aynılık veya başkalık; bu ilke, bir ideanın diğer bir ideayla aynı ya da

öğrenmesini sağlamıyor.

2-İlişki

3-Birlikte varoluş veya zorunlu bağlantı

4-Gerçek varoluş.

 

Bilgimizin Dereceleri :

 

1-Actuel (o andalık); tekrarlanmıyor, edindiğimiz anda bizde oluşan.

2-Habituel (alışkısal); tekrarlana tekrarlana alışkanlık haline gelmesi ve bizde bu alışkanlık sonucu oluşan.

 

‘Deneyden gelmeyen hiçbir idea yoktur’

 

            Zihnimizdeki tüm idealar sadece iki yolla gelir:

 

            İdeaların Kaynağı:

              

a)Sensation (Dış Deney-Duyum)

b)Reflection (İçDeney-Düşünme)                                                         

 

  İdeaların Yapısı:

 

a)Basit idealar

b)Kompleks idealar

 

Tüm bilgilerimizin temeli basit idealardır. Basit idealar; duyu verileriyle elde edilirken, kompleks/karmaşık idealar; düşünme yoluyla gelirler.

 Çocuğun bütün ideaları, duyumlardan/dış deneyden gelir. Yani basit idealardır. Ancak kendi üzerinde düşünmeye başlayınca (iç deney) kompleks idealar oluşmaya başlar.

 

Basit İdeaların Elde Ediliş Yolları:

 

1-Bir tek duyu ile elde edilen basit idealar. Örneğin, görme ile elde edilen basit idealar; ışık, renk. Dokunma ile elde edilenler; sertlik, yumuşaklık, soğukluk ideası gibi.

2-Birkaç duyu ile elde edilen basit idealar. Örneğin; dokunma ve görme duyularıyla birlikte elde edilen idealar; şekil, hareket, durgunluk, yer kaplama gibi.

3-Sadece reflectionla/düşünmeyle elde edilen basit idealar. Örneğin; düşünme ve istenç/irade ideaları.

4-Hem reflection hem de sensation/dış deney yoluyla elde edilen basit  idealar. Örneğin; haz, acı, birlik, süre ideaları gibi.

 

    Basit idealar olmadan, anlaşılmadan kompleks idealara geçilemez.

 

Basit idealardan, Kompleks idealar yapma aktı 3 çeşittir:

 

1-Bağlayan edim

2-Biraraya getiren, yan yana koyan edim.

3-Soyutlatan edim

         

          Bunların her biriyle farklı türden bileşik edinimler elde ediliyor.

         

          Kompleks/bileşik idea türleri:

 

1-Moduslar

2-Bağlantı ideaları

3-Soyutlama ile elde edilen idealar

 

          Moduslar:

 

 Bileşik ideaların bu türü, kendi başlarına bir varlıkları olmayan, tözlerin     nitelikleri olarak düşünülen bileşik idealardır.

 Uzay, sayı, zaman, algılama, düşünme dikkat bu türden bileşik idealardır.

Örneğin; uzay ya da sayı gibi bileşik idealara küçük zaman aralıklarını yanyana koyarak varıyoruz.

Bağlantı İdeaları:

 

Neden – etki tasarımını veriyor. Locke, bir takım niteliklerle ve hatta ahlaki ideleri de burada görüyor. Kendi eylemlerimizle, ilgili yasa arasında bir ilişki kurunca, bir ahlak ilkesi oluşturuyoruz.

 

Soyutlama İle Elde Edilen İdealar:

 

Diğer idealardan soyutlamayla elde edilen idealardır. Örneğin  beyaz ideasını; kar, süt gibi şeylerin özelliklerinden soyutlayarak elde ediyoruz. Aslında ‘beyaz’ diye başlıbaşına bir şey yoktur. ‘Beyaz’, nesnelerin belli niteliklerine taktığımız bir addır.

 

‘Duyumlarımızı nesnelerin yansısı ya da aynısı sayma hakkımız yok, yalnızca nesnelerin bizde etkisi var.’

 Yani Locke, nesneler yoktur demiyor. Sadece bizde onların etkilerinin olduğunu; yansılarının ya da aynılarının olmadığını söylüyor. Duyumların gerçekle ilintili olduğunu söylüyor. Örneğin; körlerde ‘renk’ ideası yoktur. Çünkü renk, görme ile elde edilen bir ideadır. Eğer idealar doğuştan olsaydı, körlerde de ‘renk’ ideasının olması gerekirdi. Locke, bu örneğiyle doğuştan ideacılara karşı çıkıyor.

 

Duyular nesneleri yansıtmak bakımından ikiye ayrılır:

 

Birinci Nitelikler; gerçeğin/nesnenin yansılarıdır. Bu nitelikler biz duyumlamasamak da vardırlar. Bu nitelikler aslolan niteliklerdir. Örneğin; büyüklük, şekil birinci niteliklerdir.

İkinci Nitelikler; bu nitelikler nesneyi yansıtmıyorlar da bizde öyle bir duyumlama oluşuyor. Bu nitelikler biz duyulmadığımız, algıladığımız zaman vardırlar. Örneğin; renk, koku, sıcaklık ikinci tür niteliklerdir. Beyazı, beyaz diye algılayan biziz. Yoksa kendi başına beyaz diye bir şey yok.

 

Bilgileri değeri bakımından ayırıyor:

 

 Eğer bilgiden, objesine uygun bilgi anlaşılıyorsa, bu tür bilgiyi ancak dış deneyde bulabiliriz.

 İç deneyler bakımından işe bakılırsa, bilginin objesine uygun olması sözkonusu değil. Burada ideaların birbirine uygun olup olmamaları sözkonusudur.

 

UYGAR DÜŞÜNCE ÜZERİNE İKİ İNCELEME :

 

‘‘Tanrıdan Adem’e Adem’den krallara yönetme hakkı geçmiştir.’’ Diyenler, kralların verdiği kararların doğru ve haklı olduğunu söylerler.

 Locke, hepimiz Ademoğluyuz, tanrının kuluyuz o halde yönetme hakkı neden sadece kralların? Hem sadece onların yönetmeye hakkı olduğunu nerden biliyoruz? Böyle bir şey yok, hepimizin yönetmeye hakkı vardır.

  Locke’a göre Adem’in baba olarak çocukları üzerinde yönetme erki başkadır, devleti yönetmeye çalışanların erki başkadır.

 ‘Bizim üzerinde durduğumuz siyasal erktir. Bunu anlamak için insanların doğada nasıl bulunduklarına bakmamız gerekir. Doğa durumunda insanları yöneten, doğa yasaları vardır. Bu doğa yasalarının en önemlisi akıldır.

 Aklın/doğa yasalarının, danışanlara öğrettikleri; kimsenin başkasının hayatına ve mülkiyetine karışmamayı öğretir.

 Locke göre yaşamın kendisi mülkiyettir. Tanrı hepimizi benzer şekilde donatmıştır. Bu nedenle birinin diğerinden üstün olması düşünülemez. Herkes kendi yerini düşündüğü gibi başkalarının da yerini düşünmeli, başkalarının mülkiyetine karışmamalı, almamalı.

 Doğa yasasına göre yürütme hakkı herkese aittir. Örneğin doğal durumda, bir sana kötü bir şey yaptığında, mahkeme, yargıç falan arama, yönetimi değiştirmeye çalışma, sen kendi davanın kendi yargıcı olacaksın fakat bu istediğini yapacaksın anlamında değil. Adil olacaksın, bir tokat attıysa bir tokat atacaksın, iki değil. Hiçbir şey yapmadığın halde biri gelip sana vuruyorsa, bu adam doğa yasasına(akla) saldırdığını, uymadığını söylüyor demektir. Bu yüzden onu cezalandırmak normaldir.

 Doğa durumunda herkesin yürütmeye hakkı olduğundan, herkesin o kişiye ceza verme hakkı vardır. Bütün yasaların temelinde, doğa yasası/akıl vardır. Diğer yasalar, doğa yasasına dayanıyorsa doğrudur yoksa yanlıştır.

 Doğa durumunda herkes doğa yasasının/aklın yürütücüsüydü ancak herkesin kendi davasının yargıcı olması akla/doğa yasasına aykırıdır. Çünkü insanda benlik duygusu vardır. İnsan kendi yakınlarına karşı koruyucu başkalarına karşı ise insafsız davranabilir. O zaman da karışıklık ve düzensizlik ortaya çıkar. Bu durumda, herkesin kendi davasının yargıcı olması halinde dava ortadan kalkar.

 Kral yanlıları, Locke’un kendi söylediğini yine kendisinin çürütmesine ‘tamam şimdi doğru söylüyorsun, insan kendi davasının yargıcı olamaz bu yüzden tanrı kralları gönderdi’ diyecekler,

 Locke, ‘bunların da böyle diyeceğini biliyorum’ der ve onlara ‘kralların da insan olduğunu, onlar da bütün insanlar gibi davranabilirler’ der.

 Kral ne derse o doğru, astığı astık, kestiği kestik, o zaman doğa durumu sürsün daha iyi. Çünkü; insan kendi davasının yargıcı olduğunda sadece karşısındaki insana karşı, oysa kral bu durumda, bütün insanlığa karşı.

 İnsan toplumun üyesi olmadığında da doğru ve adil olmalı. Kötülük ve şiddet, insanın doğa durumundan da öte bir durum.

 Kimsenin rızasını, onayını almadan insanları yönetmeye kalkan mutlakçı kral, doğa durumunda olduğu gibi insanlarla savaş durumundadır.

 Savaş durumundan ancak ve ancak insanların yönetimini onayladıkları ortak bir yargıcı kabul etmekle siyasal bir toplum yapısına geçerek kurtulmuşlardır.

 Doğa durumu; ortak yargıcın olmadığı durum. Bu durumda uygar toplum doğa durumuna dönüşüyor ve topluma, savaş durumu hakim oluyor.

 Siyasal toplum; ortak yargıcın oluşması aşaması.

 Uygar toplum; ortak yargıcın olduğu toplum.

 Cezalandırma, savaş barış gibi yasa yapmak erki, o toplumun mülkiyetini korumak için. Yasalar doğa durumundaki gibi suç işleyenler için.

 Yasama organı; teklerin, doğa yasalarına karşı işlenen suçlara karşı oluşturduğu bir organ. Bu durumda kralın tebaası krala, bu krallık sana yukardan verilmiş değil, onu biz sana veriyoruz, diyebiliyor. Locke’un karşı olduğu mutlak krallık, meşruti krallık değil.

 Locke’da mülkiyet; can, mal ve özgürlüktür.

‘İnsanların devletlerde birleşmelerinin ve kendilerini yönetimlerinin altına sokmalarının asıl sebebi; mülkiyetlerinin korunmasıdır. Doğa durumunda bundan pek çok şey eksiktir.’

 

YÖNETİMİN ÇÖZÜLMESİ ÜSTÜNE:

 

 Locke’a göre, toplumun çözülmesi ile yönetimin çözülmesi birbirinden farklıdır. Aralarında ilişki asimetriktir.

 Toplum çözülmüş ise yönetimde çözüldü diyebiliriz ama yönetim çözülmüşse toplumda çözülmüştür diyemeyiz.

 Yönetimler, dışarıdan olduğu gibi içerden de çözülebilir. Yasama organı değişince, yönetimin çözülmesi de meydana gelir.

 Yasma organını, karar verme gücünü zorla değiştirmeye çalışmak isyandır.

 Bir kimse –kim olursa olsun- yasasız bir toplumda herkesin yaptığı gibi, hakkı olmadan kuvvet kullanırsa, kuvvet kullandığı o kişilerle savaş durumuna girer. Bu durumda önceki tüm bağlar ortadan kalkar, bütün haklar sona erer ve herkesin kendini korumaya, saldırana karşı direnmeye hakkı olur.

 Toplum, doğa durumunda da sözkonusu ama siyasal ya da uygar toplum olması sözkonusu değildir.