Archive for the ‘KÖRLÜK VE GÖRME ÖZÜRLÜLER’ Category

ATİPİK ÇOCUKLAR -3 (SEDAT TOPÇU)

Cumartesi, Aralık 12th, 2009

  

SARA – EPİLEPSİ :

 

 İnsanlık tarihi kadar eski bir hastalık olan saranın, Yunanca karşılığı; ‘sürpriz’dir. Nöbetler, sürpriz bir şekilde ortaya çıktığı için

 Sara; bilinç kaybı, bayılmalar ve sarsılmalarla kendini gösterir.

 En önemli özellik; şuur kaybıdır. Ancak bütün sara türlerinde görülmez. Dereceler arzeder. Sarsılmalar da kiminde az kiminde de çoktur.

 Sarayı, standart olarak tanımlamak mümkün değildir. Ancak nörofizyolojik yaklaşımlarla anlaşılmıştır.

 Sara; beyindeki elektrik deşarjıdır ( boşalmasıdır). Bu tanım, herkes tarafından kabul edilebilir bir tanımdır.

 

 Sara sınıflaması:

 1-İdiopathic, 2-Symtomatic.

 

 İdiopathic; nedeni belli değil ve hayatın bilinmeyen bir anında ortaya çıkar.

 Symtomatic; nedeni belli olan, dışsal faktörler yol açmaktadır.

 

 Klasik olarak sara 4 kısımda inceleniyor:

 1-Grand mal epilepsi,  2-Petil mal epilepsi

 3-Focal epilepsi,         4-Ekivalar epilepsi

 

 Kritik sınıflama:

 Focal, Centracephalic ve Cerebral epilepsi.

 

 Epilepsi; kendini nöbetlerle göstermektedir. Anormal davranışlar, anormal elektriklenmeler sonucu görülür. Bu durum EEG testleriyle saptanmıştır.

 

 Nöbet türlerine göre üç sarayı biribirinden ayırabiliriz:

 1-Grand mal, 2-Petil mal, 3-Focal epilepsi.

 

 Bunlar yine kendi aralarında ayrılır:

 

 Petil mal epilepsi :

 a)Petil mal nöbet, b)Miyoclonic nöbet, c)Akinatic nöbet

 

 Focal epilepsi:

 Focal-duyusal nöbet. b)Focal hareket nöb. c)Psikomotor nöb.

 

 GRAND MAL EPİLEPSİ :

 

 Büyük nöbettir. Bilinç ve hareketleri düzenleyen bölgede yaygın bir hasar vardır. Nöbet esnasında kişi kendini kaybeder, düşer. Ateşe düşerse yanar. Bu nedenle vücutları hep yaralıdır.

 Nöbette görülen özellikler:

 *Bilinç kaybı.

 *Nefes alma yavaşlıyor.

 *Göz bebekleri kayboluyor.

 *Kaslar gerilir, vücut aşrı derecede kasılır. Dilini ısırdığında koparır.

 *Nöbet geçince parmak uçlarından başlayıp, bütün vücudu bir titreme alır. Titreme, kafaya da yayılır. Kaslar gevşemeye başlar.

 *Nöbet, bir dakika kadar sürer. Kişi uyandığında şaşkındır. Ne olduğunun farkında değildir.

 

  PETİL MAL EPİLEPSİ :

 

 a)Petil mal nöbet; küçük bir nöbet. Çocuklarda çok görülür.  Organizma kuvvet kazandıkça kaybolur. Saniyelik, anlık bir nöbettir. Gözleri bir noktaya kayar, yüzde titreme, ellerde ayaklarda ço küçük ritmik sıçramalar olur ve donar kalır. Kısa süreli bilinç kaybı olur, nöbet geçirdiğini kimse anlamaz.

 b)Miyoclanic nöbet; bilinç kaybı yok. Tik şeklinde ellerde ve gözlerde sıçramalar görülür.

 c)Akinatic nöbet; kaslar gevşer daha sonra dizleri çözülmüş gibi yere yıkılır.

 

 FOCAL EPİLEPSİ :

 

 Beynin sınırlı bir bölgesinde elektrik deşarjı vardır. Bu deşarj, o beyin bölgesine ait bölgelerde bozukluk olarak ortaya çıkar.

 

 a)Focal psikomotor nöbet; kişi kısa bir süre hafızasını kaybeder. Hasta otomatik davranır. Adeta otomat hale gelir. Anti-sosyal davranışlar görülür. Durduk yerde birini öldürürler ama hatırlamazlar. Bu nöbete; ‘otomatizm’ de denir.

 Bunlarda ‘füg’ görülür. Füg; yeni bir bölgede yeni bir hayata başlama. Patronsa işçi olabilir. Bu füg bazen histerk olabilir.

 b)Focal hareket nöbet; şuur kaybı yoktur. Aniden vücudun herhangi bir yerinde sıçrama görülür. Bazen bütün vücuda yayılır.

 c)Focal duyusal nöbet; duyu organlarında bozukluk görülür. Halisinasyon vardır; üşür, yanar, uyuşur, olmayan şeyleri algılarlar.

 Halisinasyon çeşitli ruhsal bozukluklarda da örneğin, şizofrenide de görülür. Örneğin; beni tiksindirmek için kötü koku yayıyorsun vs. Oysa gerçekte böyle bir koku yoktur.

 

 Saranın hem bireye hem de çevresindekilere büyük etkisi vardır. Buna tepki; sempati, acıma duygusudur, yardıma muhtaç olarak görülürler.

 

  AURA – STATUSEPİLEPTİCUS :

 

 Aura, Yunanca hafif rüzgar veya esinti anlamındadır. Özellikle, grand mal ve psikomotor nöbette görülür.

 Aura; nöbetin geleceğini haber veren geçici bir fırsattır. Bu durum hastanın gözünde yıldızlar, baş ağrıları, sinirlilik, hırçınlık olarak ortaya çıkar.

 Bu durumdaki kişiler nöbet geleceğini bilirler ve tedbir alırlar. Aura her türlü sarada görülmez. Özellikle çocuklarda görülen epilepsilerin hiçbirinde görülmez.

 Statusepilepticus; bu da az görülen epilepsi nöbetlerinin art arda gelmesidir. Hasta bir nöbetten çıkmadan ikinci, üçüncü, dördüncü… nöbete girebilir. Bu nöbette orta yaşlılar, kalp sektesinden ölebilirler.

 

 EPİLEPSİNİN NEDENLERİ:

 

 *Kalıtımsal olabilir.

 *Beyindeki hasarlardan kaynaklanabilir.

 *Fizyolojik dengedeki bozukluklardan kaynaklanabilir.

 *Heyecansal faktörler etkili olabilir.

 

 1-Kalıtım; idiopathic epilepsilerde etkili olur. Kalıtımda geçen özellik, sinir hücrelerinin dengesizliğidir. Bu dengesizlik bireyi epilepsiye yatkın yapar.

 Kalıtım faktörü özellikle petil mal epilepside etkindir.

 İdentiklerde (özdeşlerde), concordans oranı % 80-85’tir. Yani tek yumurta ikizlerinden birinde görülen saranın diğerinde görülme olasılığı; % 80-85’tir. Psikomotor epilepside bu oran; % 75’tir.

 

2-Beyindeki hasarlar ki; bunlar da doğum öncesi, esnası ve sonrasında olmaktadır. Beyindeki hasarların epilepsiye yol açması çok büyük bir olasılıktır. Beyindeki tümörlerin, odaklaştığı yere göre epilepsiye yol açtığı tespit edilmiştir.

 

3-Fizyolojik faktör; kan kimyasındaki bozukluklar epilepsiye yol açabilir. Hastalıklar, zehirlenmeler özellikle de kinin zehirlenmesi, kan şekerindeki düşmeler, bağırsak enfeksiyonları, alkol ve uyuşturucu maddeler kişinin saralı olmasına zemin hazırlamaktadır. Daha başka iç salgı bezlerinin hormon bozuklukları, dışarıdan gelen uyarıcılar, özellikle T.V.den ve bazı kaynaklardan göze alışık olunmayan ışıklara maruz kalmanın saraya yol açtığı tespit edilmiştir.

 Beynin anormal fonksiyonda bulunması sara kriterlerine yol açıyor.

 

4-Heyecan faktörü; öfke, stres, emmanuanslar, hayattaki zorluklar saranın ortaya çıkmasına zemin hazırlarlar.

 Saranın en büyük nedeni; bireyin kalıtsal olarak getirdiği sinir hücrelerinin saraya yatkınlığıdır.

 

 Bireyin temaruz mu (sara numarası yapma) yoksa gerçekten saralı mı bunu EEG aletiyle kafadaki elektrik oranı ölçülerek % 80 bilmek mümkündür. Ancak bu veriler, 18-20 yaşlarından sonra güvenilir olmaktadır. Bu yaşlardan önce beyin gelişmesi tam olmadığından elde edilen sonuçlarda güvenilir değildir. Özellikle psikopatlar, bu numarayı yaparlar.

 Saralı, geri zekalı değildir. Örneğin; Sezar, Molier, Flaubert, Dostoyevski ve Newton da saralıydılar.

 Sara ile zeka arasında doğrudan bir ilişki bulunamamıştır. Ancak çocukluktan başlayan grand mal epilepsinin zekayı yıkıma uğratması kaçınılmazdır. Özellikle semtomatik saralarda zekanın yıkılması, idiopatiklere göre daha fazladır.

 Yine yuvalarda, yurtlarda yaşayan çocuklarda, ailesiyle yaşayan çocuklara oranla daha fazla görülmektedir. Kurumsallaşmanın zekaya, saraya olumsuz etkileri vardır.

 Saralılarda özellikle uyum ve davranış bozuklukları görülmektedir. Bu saralının nöbete karşı gösterdiği korku ve kaygıdan kaynaklanmaktadır. Hastalıklarından sözetmekten özellikle kaçınırlar. Kişinin kendisini saklaması da onu uyumsuz yapar.

 Bagley, 118 saralı incelemiş ve bunlarda egemen özelliğin; nörotik davranışların hakim olduğunu görmüştür. Ayrıca bu nörotikliğin; kaygı, depresyon ve inhibisyon (ketleme) şeklinde olduğunu tespit etmiştir.

 Herşeyi içlerine attıklarından, dışa vuramadıklarından (ketleme) süper egoları güçlüdür. Anti-sosyal davranışlar gösterirler, aşırı hareketlilik, yerlerinde duramama özelliklerini de tespit etmiştir.

 Ayrıca Bagley, sarayı şu nedenlere de bağlıyor:

 Aşırı kalabalık evde yaşama, yoksulluk, ana-babanın evi terk etmesi vs.

 Terk, ana-babanın ölmesinden daha büyük etki yapmaktadır.

 

 Saralıların kendilerine özgü kişilik yapıları var mıdır?

 

 Evet, epileptik kişilik yapısı vardır. Egosantrik (kendi üzerine yoğunlaşma), egoist, kuşkucu, şuç işlemeye eğilimli olurlar. Ayrıca bu kişiliğe sahip olanların; dindar ve aşırı cinsel eğilimli oldukları gözlenmiştir.

 Ancak unutmamalı ki, bunlar normal insanlarda da görülmektedir.

 Epileptiklerin, kendilerine de tepkileri vardır. Özellikle çocuk ilk nöbetini yaşadığında, muazzam bir heyecan yaşar ne olduğunu anlayamaz, açıklayamaz. Bunun sonucu, öleceği korkusuna kapılır. Ailelerin kendi nöbetlerine tepkilerini merak ederler. Bu tepkiler genellikle, sempati ve aşırı koruma gibidir. Bunlar kendileriyle ilgilenilmesini istemezler, hemen öfkelenirler. Bugün de epilepsinin kesin tedavisi yok sadece nöbetlerin arası çeşitli yöntemlerle uzatılabiliyor.

 

 1-Tıbbi tedavi; ospolot, eptetoin, luminal gibi ilaçlarla tedavisi yapılmaktadır. Beyindeki odağın kaldırılması için cerrahi müdahale yapılıyorsa da bunlar her zaman başarılı değil.

 Diyet tedavisi de uygulanmaktadır. Ayrıca güneş ışınlarının beyne doğrudan gelmesinin de epilepsi nöbetlerini tetiklediği gözlemlenmiştir. Bu nedenle bu kişilerin her zaman gölgede gezmeleri tavsiye olunur.

 

 2-Psikolojik tedavi; özellikle uyum bozukluğu gösteren çocuklarda etkili olmuştur. Nöbetlerin sıklığı azaltılabilmiştir.

 

 3-Epileptik çocuklara baskı yapan unsurların azaltılmasıdır. Bu da sosyal hizmet uzmanlarının işidir. Ailenin içine girerek olumsuz sosyal etkenleri azaltırlar. Aile, nöbet konusunda bilimsel olarak aydınlatılır. Böylece çocuğun nöbetleri sakin geçirmesi sağlanır.

 Epilepsi nöbetlerinde bazı çocuklarda dil tutulması görülür ve bazen yıllarca konuşamadıkları olur. Bu da konuşma terapistlerince düzeltilmeye çalışılır.

 Epileptik çocuklar, normal okullara gidebilirler. Ancak nöbet esnasında diğer çocukların ona ilgisi olumsuz bir şekilde tezahür eder. Rehber öğretmenler bunlara dikkat etmelidir.

 Toplumdan soyutlanmamaları için zeka geriliği yoksa ya da azsa normal okula gönderilmelidirler.

 

 SAĞIRLIK VE İŞİTME ÖZÜRLÜLER:

 

 Bunları ikiye ayırıyoruz:

 1-Sağırlık; a) Doğuştan, b) Sonradan olan sağırlık.

 2-İşitme güçlüğü; a) İletişim sağırlığı, b) Merkezi sağırlık,

                           c) Duyusal sağırlık, d) Sinirsel sağırlık.

 

  Sağırlar, işitme yeteneklerini kaybetmiş günlük yaşamın gereklerini yerine getiremeyen kişilerdir.

 İşitme güçlüğü ise işitme duyumunun çeşitli aletlerle gerçekleştirilmesidir.

 

 İşitme özrüne göre yapılmış bir sınıflama:

 

 1-Hafif işitme kaybı olanlar: 20-30 desibel (sesin şiddeti),

 2-Sınırda olanlar:                30-40 desibel,

 3-Orta derecede olanlar:      40-60 desibel,

 4-İleri derecede olanlar  :     60-75 desibel,

 5-Ağır derecede olanlar:      75 ve üstü.

 

 0-20 desibel arasındaki sesleri normal kimseler işitilebilir, 20 desibelden daha aşağıdaki sesleri işitemeyenler, işitme kaybına uğramış olarak değerlendirilirler.

 

1-Hafif derecede işitme kaybı olanlar; özel eğitimden geçmelerine gerek yoktur. Biraz yardımcı olunursa konuşabilirler. İşitme aygıtları kullanmaları faydalıdır. 20 desibelin altına düşmediği sürece normal konuşmaları duyabilirler.

2-Sınırda işitme olanlar; derslerde, grup konuşmalarında, normal uzaklıktaki sesleri işitemezler. Konuşmayı öğrenmeleri için iyi bir eğitimden geçmeleri gerekiyor. İşitme aygıtı kullanmaları gerekiyor.

3-Orta derecede işitme kaybı olanlar; konuşmayı görme duyusundan yararlanarak öğrenebilirler. Bunlara konuşarak değil, göstererek anlatılır. Bu yüzden özel okula gitmeleri ve işitme aygıtı kullanmaları şarttır.

4-İleri derecede işitme kaybı olanlar; parça parça işitirler hatta çoğu zaman hiç işitmezler. İşitme aygıtı kullanmaları şarttır. Bunlar da konuşmayı öğrenebilir.

5-Ağır derecede işitme kaybı olanlar; işitme aygıtından yararlanamazlar, konuşmayı da öğrenemezler.

 

 İşitme kaybının niteliğine göre, işitme kaybı tipleri:

 

a)İletişim sağırlığı; orta kulak iltihabı, kulak kiri gibi nedenlerle kulakta bir tıkanıklık vardır. Bu yüzden ağır işitme sözkonusudur. Sesler sinir ucuna gidemiyor, gitse de şiddeti az olmaktadır. Bu tıkanıklık kaldırılmadığı sürece 50-60 desibele kadar işitme kaybına uğrarlar.

b)Duyusal, sinirsel, algısal sağırlık; ses uyaranlarını beyne ulaştıran sinirlerdeki bozukluğun neden olduğu sağırlıktır. Tam sağırlığa veya kısmi sağırlığa yol açarlar.

c)Merkezi sağırlık; beyindeki işitme merkezinin hasarından kaynaklanmaktadır. Bunlar işitirler, uyarıcılar merkeze gelir ancak merkez hasarlı olduğu için orada kalır.

 Hiçbir hasar olmadığı halde tamamen psikolojik olan ‘histerik sağırlık’ da vardır. Örneğin; hassas çocuklar hakareti, kötüyü bilmemek için görmeyebilir veya duymayabilirler. Tedavi edilmezlerse gerçek körlük ya da sağırlığa dönüşebilir.

 

   Sağırlığın nedenleri:

 

 

1-Doğum öncesi nedenler; bunların başında kalıtım gelmektedir. Ebeveynin sağır olması, yakın akraba evlilikleri sağırlığa yol açmaktadır.

 Bir diğer neden çocuğun anne karnındayken maruz kaldığı durumlar. Örneğin; annenin kızamıkçık olması, yerli yersiz ilaç alması, annenin frengi mikrobu taşıması, kürtaj teşebbüsü, çeşitli hormonlar alması gibi nedenler sağırlığa yol açabilir.

2-Doğum sırasındaki nedenler; doğumun erken veya geç olması, normal doğum olmaması, doğum sırasında müdahaleler beyinde sinir uçlarında hasara yol açabilir. Yine çocuğun oksijensiz kalması, tersten gelmesi gibi nedenler de etkilidir.

3-Doğum sonrası nedenler; iç ve orta kulaktaki iltihaplanmalar eğer tedavi edilmezlerse ağır hasarlara yol açarlar. Kulağa yanbancı bir madde kaçması, dikkatsizce karıştırmak kulak zarında hasarlara yol açabilir.

 Çocuğa gelişi güzel antibiyotik verilmesi, enfeksiyon hastalıkları özellikle 2-7 yaş arası menenjit ve ansefalitler sağırlığa yol açabilmektedirler. Erken teşhis, olumlu sonuçlar verir. Üstelik sağırlığın tespit edilmesi kolaydır. Ancak işitme kaybı derece derece olduğundan özellikle orta derecelileri tespit etmek zordur. Bu yüzden çeşitli araçlar geliştirilmiştir. Örneğin; odyometre, sesin şiddeti ve frekansı hakkında bilgi verir. Bu alet -10 ila 100 desibel arasındaki sesleri ölçme imkanı verir. Ayrıca 125 ile 8000 arasındaki frekansları değerlendirebilir. Bu değerlendirme odyogramlarla olmaktadır.

 

 Odyometre olmadan da çocuğun sağır olup olmadığını bazı ipuçlarıyla anlayabiliriz. Bunlar:

 1-Bu çocuklar konuşurken ya da dinlerken karşıdaki kişinin devamlı yüzüne bakarlar. Özellikle de konuşanları dinlerken.

 2-Sınıftaki normal sesleri işitemezler

 3-İstedikleri zaman işitiyor istemedikleri zaman işitmiyor izlenimi verirler.

 4-Sesin nerden geldiğini anlayamazlar, bir suskunluk emaresi gösterirler.

 5-Ya hafif ya da bağırarak konuşurlar.

 6-Özellikle iç kulak hasarları nedeniyle denge bozukluğu görülür.

 7-Kulakta devamlı akıntı vardır.

 8-Artükülasyon bozukluğu vardır. Genetik olarak bazı sesleri çıkaramazlar.

 9-Mümkün olduğunca sessizlik isterler.

10-Sık sık kulaklarını karıştırırlar.

 

 6-7 aylık bebekler seslere tepki gösterdiğinden onları gözleyerek sağır olup olmadıklarını anlayabiliriz. Ancak tepki vermeleri işitme özründen de olabilir, gelişimsel bir arazdan da kaynaklanabilir.

 1,5-3 yaş arası çocuklar ise konuşmaya çağrıldıklarında kaçarlar, utangaç ve şımarıktırlar. Ancak bu ipuçları sağır oldukları anlamına gelmez. Muayene edilmelerinde fayda vardır.

 3-6 yaş arasındaki çocuklar iletişim kurma düzeyinde olduklarından, odyometre ile ölçümleri yapılabilir.

 Ayrıca davuldan da yararlanılabilir. En ağır işitme özürlüler dahi davulun sesini duyduklarını söylerler.

 Odyometre yoksa uygulanabilecek testler: (Bu testler 6 yaş sonrası çocuklar içindir)

 

 1-Adım ya da metre testi; 6-7 metre mesafede normal konuşma anlaşılır. Buna göre adımlayarak ya da ölçerek işitme derecesi bulunur.

 2-Fısıltı testi; yine 6-7 metreden fısıltıyla bir sayı söylenir ve tekrar etmesi istenir. Yaklaşarak derecesi bulunabilir.

 3-Saat testi; saat sesinin frekansı normal konuşma sesinden yüksektir. Tik tak sesinin normal mesafeden duyulması gerekir. Bu mesafeden saat yaklaştırılarak, işitme kaybı derecesi bulunabilir. Bu ideal bir testtir.

 

 Sağırlık, zekaya ve sosyal uyuma etki eder mi?

 Yapılan araştırmalar tutarsız sonuçlar vermiştir. Kimi sağırları zeka düzeyi düşüktür diyor kimi de normaldir diyor.

 Bir başka faktör; sağırların eğitim düzeyidir. Eğitim seviyesi düşük ailedeki sağırların, eğitim seviyesi yüksek ailelerde yaşayanlara oranla zeka düzeylerinin düşük olduğu görülmüştür. Ancak bu durum normal insanlar için de sözkonusudur.

 Meyerson, sağırların normal işitenlere oranla sözel zekalarının biraz düşük olduğunu, performans zekalarının ise normal olduğunu tespit etmiştir.

 

 Sağırların uyumu:

 Sağırlık insanı engellediğinden sosyal-psikolojik uyumsuzluklar görülür. Sağırlık, mutsuzluğa yol açan bir hasardır. Düş kırıklığı ve engellenme duygusu içinde yaşanır.

 Doğuştan ya da küçük yaşta sağır olmuşlarsa bunun yarattığı tahribata insan alışır. Eğer ileriki yaşlarda sağır olmuşsa kişi buna uyum sağlamakta güçlükler çekebiliyor. Bunlarda nevrotik bozukluklar görülebilmektedir.

 

 Sağır çocukların eğitimi:

 Sağırlarla, işitme kaybı olanların eğitimleri farklı olmaktadır. Bunların niteliklerini belirleyen faktörler devardır:

 1-İşitme özrünün başladığı yer.

 2-İşitme özrünün nasıl başladığı, örneğin doğumla başladıysa konuşma güçlüğü var.

 3-İşitme kaybının derecesine göre.

 4-Daha önce tedavi görüp görmediği.

 

 Dil eğitimi:

 

1-İşitme eğitimi; amaç, özründen sonra geriye kalan işitme potansiyelini kullanabilir olmaktır. Çocuğa sesleri birbirinden ayırt etmesi öğretilir. Bu çok önemlidir. Okumayı öğrenemeyenlere de işitme eğitimi verilmesi gerekir.

 2-Yardımcı işitme araçları kullanarak yapılan eğitim; sesin şiddetini artıran elektronik aletlerdir.

 3-Dudak okuma ve yüz hareketlerine bakarak söyleneleri anlama eğitimi; küçük yaştan itibaren bu eğitim verilmelidir. Erken başlanarak kelime haznesi artırılır.

 

 Konuşma yeteneği kazandırma metotları:

 

 1-Fonetik metot; kelimelerin seslerinden hareket ederek öğretilmeleri amaçlanır.

 2-Cümle okuma metodu; çocuğun kalıp halinde cümle okuması sağlanır.

 3-Birleştirme metodu; ilk aşamada sesler, ikinci aşamada heceler, üçüncü aşama da ise kelimeler ve cümleler öğretilir.

 

 KÖRLÜK VE GÖRME ÖZÜRLÜLER:

 

İşitmedeki gibi körlüğün de dereceleri vardır. Işığı tamamen göremeyenler, çok azdır.

 Görme açısından sınıflama:

 1-Tam körler; her iki gözü de görmeyenler.

 2-Işık, renk ve buna bağlı uyarıcıları görebilen körler.

 3-En fazla 5 metreden parmakları sayacak kadar gören körler.

 

 Körlüğün ortaya çıkış nedenine göre yapılan sınıflama:

 1-Doğal körler; doğuştan ya da 5 yaşından önce olan körlük.

 2-Avantajlı körler; 5 yaşından sonra olan körlük.

 

 Körlüğün nedenlerine göre yapılan sınıflama:

 1-Kalıtımsal olarak ortaya çıkan körlük

 2-Göz hastalıklarıyla ortaya çıkan körlük.

 3-Kan uyuşmazlığı, beyin tümörü gibi durumlardan kaynaklanan körlük.

 

 Hemen hemen işitme özrü için sayılan nedenler, görme kaybı içinde geçerlidir. (Doğum öncesi, esnası ve sonrası)

 Amerikalı Curby adlı araştırmacı, 4248 kör çocuğu ele alarak, körlüğe yol açan faktörleri araştırmıştır. Bu araştırmaya göre körlüğe yol açan hastalıkların oranları:

 % 13.8  Enfeksiyon hastalıkları, gözün rahim ağzında mikrop kapması.

 % 2.8    Frengi,

 % 0.8    Menenjit,

 % 2       Kızamıkçık,

 %004.2  Zehirlenmeler ve diğer belirlenemeyen nedenler körlüğe yol açmaktadır.

 Curby’nin 4248 kör çocukla yaptığı araştırmaya göre çıkan oranlar ise:

 % 1      Zehirlenmeler,

 % 14    Enfeksiyon hastalıkları

 % 4.6   Beyin tümörleri

 % 15.6 Kalıtımsal faktörler,

 % 64.1 Annenin hamileliği sırasında geçirdiği hastalıklar, maruz kaldığı olumsuzluklar,

 % 8.6   Nedeni belirlenemeyenler.

 

 Cinsiyet ayrımına göre körlük:

 Özellikle retina bozukluklarında erkekler dezavantajlıdır.

 Glocoma-göz merceği hastalığı ise kadınlarda daha çok görülmektedir.

 Kadın hastalıkları da körlüğe neden olabilmektedir.

 Kızıl, kızamık, menenjit, çeşitli gripal enfeksiyonlar, cilt hastalıkları, tüberküloz, şeker, böbrek bozuklukları körlüğe yol açan başlıca faktörlerdir.

 Körlüğün meslekler ve kazalarla da ilişkisi vardır. Bu tür körlükler, erkeklerde 5 misli daha fazladır.

 Kapalı, dar, havasız, karanlık yerde çalışanların açık, aydınlık, havadar yerlerde çalışanlara oranla kör olma olasılıkları daha fazladır.

 Kırsal alandakilerin ‘trohoma’ denilen göz hastalığına yakalandıkları tespit edilmiştir.

 

 UYUMLARI :

 

  Körlük kişinin, kişiliğini ve sosyal-psikolojik uyumunu olumsuz yönde etkiler ve kişiyi uyumsuz yapar.

 Toplumda bunlar aciz, başkalarına bağımlı olarak yaşayan kişiler şeklinde görülür. Toplumda daha çok onlara karşı, bir acıma duygusu vardır.

 Yine bu özürlüler hafızalarının çok güçlü olduğu, aynı şekilde dokunma duyularının da aşırı hassas olduğu inancı vardır.

 Körlerde, engellenmişlik sonucu kişilik bozuklukları ve uyumsuzluklar ortaya çıkmaktadır. Hareket sınırlılığından dolayı, başkalarına bağımlı olduklarını hissederler. Bu, her kör böyledir demek değildir.

 Özellikle uyumsuzluk, fazla aşırı koruma altında olan körlerde görülür. Bu aileler, çocuklarını bir yere düşersin, çarparsın, başına bir şey gelir diye serbest bırakmazlar. Bu da çocuğun yeteneklerinin gelişmesini engeller ve çocukta uyumsuzluklara yol açar.

 Körler, kendilerinin sürekli gözetlendiğini sanırlar. Gözetlendiklerini kontrol etme imkanı olmadığı için kapalı yerlerde bile bu hissi, korkuyu duyarlar. Güvensizdirler, hemen hemen hepsinde bir yere düşme, çarpma korkusu vardır. Geç kalma, zamana yetişememe korkuları vardır. Bütün bunlar onları uyumsuz yapar. Toplumun bu kişilere karşı daha duyarlı ve gerçekçi olması, bu uyumsuzluğu bir ölçüde azaltabilir.