Posts Tagged ‘Locke’

BİLGİ FELSEFESİ (Epistemoloji)

Cumartesi, Haziran 27th, 2009

 

 

 

 Kant’ta metafizik, bitmez tükenmez karşıtlıkların savaş alanıdır. Bilgi, bilgi olduğunu ispatlamak zorundadır. İnsan aklının bir eleştirisini yapmalıyız. Neyi bilebiliriz, neyi bilemeyiz?

 

 Descartes, bilgi konusunda rasyonalisttir. Felsefedeki bilgiler de ona göre akla dayanmalıdır. Matematik, kesin bilgilere ulaşmak için nasıl bir yol izliyorsa, biz de aynı yolu izleyip, kesin açık-seçik bilgilere ulaşmalıyız. Bir bütünü parçalayıp, parçalardan bütünü yeniden kurmalıyız. Descartes’in yöntemi doğa bilimlerine dayanıyor. Çünkü doğa, tek tek unsurlardan oluşmuştur.

 

Rasyonalizm; aklı özneye bağlı düşünce ile nesne arasında mantıksal bağlantı kurmak. Duyu verileri ve deneycilikle, bilgi edinilemeyeceğini savunmak.

 Bunlara karşılık da duyumcu sensualistler / amprikler ortaya çıkıyor.

 Rasyonalistlerde insan aklının malzemesi, doğuştan getirdiği bir takım kavramlardır. Hakikate, bunlar arasında sağlam mantıksal bağlantılar kurarak varılır.

 

 Locke’a göre ise, duyulardan geçmemiş hiçbir şey yoktur. İnsan beyni doğduğunda boş bir levha ( tabula rase) gibidir. Zamanla bu levha üst üste dolmaya başlar.

 

Hume, Locke’dan da radikaldir. Olgu sorunları hep nedenselliğe dayalıdır der. ‘Tebeşiri bırakırsam düşer’. Çünkü, bıraktığımızda hep düşüyor. Düşmediğini hiç görmedik. Hume, nedenselliği, izlenimlerde aramış ama bulamamış ve kaynağını inanç olarak açıklamıştır. Biz alışkanlıkla bu nedenselliği kuruyoruz. Gerçekte böyle bir nedensellik yok. ‘Hiçbir şey yok ki, bize duyumlarımızla gelmesin’.

 

 Kant; hem rasyonalizmi hem de amprizmi şu ünlü sözüyle eleştirmiştir:

 

‘Görüsüz kavramlar boş, kavramsız görüler kördür’.

 

 Kant’a göre duyu verilerine dayanmayan akıl, boştur. Ancak gerçeği sadece duyularla anlamaya çalışan akılsa kördür.

 Kant, görüyor ki, felsefe aklı aşan metafizik bilgilerin savaş alanı haline gelmiş, bu nedenle aklı, mahkemeye çıkarıyor.

 Ona göre her şeyi zaman ve mekan içinde görürüz. Bu formlar dışarıda değil, bizdedir. Duyu verileri ilk önce, aklın bu formlarından geçer. Anlama yetisi, görüden geçen bu verileri, kategorileri içinde yoğurur, düzene sokar. Nedensellik, anlama yetisinin bir kategorisidir. Bu nedenle onu bilemeyiz.

Aklın formlarının temelinde ideler var. Bunlar; ruh, tanrı, özgürlük ve ölümsüzlük. Her bilgi bu formlardan da geçer.

Kant; rasyonalizmden apriori yargıları, amprizmden ise deneye dayanmayı alıp, her ikisini de bağdaştırmaya çalışır.

Kant’ta bilgi, deneyden gelen verilerin, aklın formlarında işlenmesiyle ortaya çıkmaktadır. Deney dünyası, bilginin malzemesidir.

 

 

 

  Kant’a göre aklın üç bilme yetisi vardır, bilgi bunlar sayesinde ortaya çıkıyor:

 

  1-Dolaysız görme; insan aklının dış dünya ile ilk kurulduğu yer (zaman-mekan)

  2-Anlama yetisi; bir takım kategorileri var. Deneyden gelene form veriyor.

  3-Akıl; çıkarım yapan yeti. Bunun formları ise ideler.(Ruh, tanrı, özgürlük ve ölümsüzlük)

 Kant, bilimlerin bilgisinin rastlantısal ve temelinde inanç olan bilgiler olduğunu görüyor. Bu bilgilerin kesinliği her zaman 0,999…dur, hiçbir zaman tam 1 değildir.

 

 Bilgi edinmek için yöneldiğimiz şeyler, nesneler bizim yönelmemizle bir kavram haline gelir. Bilgide, anlama ile kavrama arasındaki fark; nesnellik.

 Bilimsel bilginin nesnesi; bilim adamı incelediği nesneyi önce şeyler sonra bağlamsal açıdan inceler. Bu bakış açıları, birbirine karışmış, iç içedir.

 ‘F=m.a’ da kuvvet, kütle ve ivmenin bağlantısıdır. Kuvvet diye bir şey yoktur. Kuvvet, kendi başına bir şey değil, bir bağlantıdan ibarettir.

 Bilimsel bilginin en temel dayanağı; nedensellik ilkesidir. Bu ilkeye dayanarak bilim, nasıl sorusunu neden sorusuna çevirerek işe başlıyor. Cevap verdiği hep neden sorusu. Nasıl oluyor? Sorusuna cevap veremiyor.

 Doğada, ‘yasa, kavram, bilgi’ yoktur. Sadece nesneler vardır. Doğada ‘5 adet elma’ vardır ama 5 yoktur. Doğada metre yoktur ama ölçülecek nesnelerin kendisi vardır.  İnsan olmadan bilgi olamaz. İnsan doğadaki nesnelerden edindiği imgeleri, bilincindeki bir takım kalıplardan geçirerek, soyutlar, kavramlaştırır. Ve tekrar edindiği bilgileri, doğada uygular. Pratikte uygulanmadıkça, dile getirilip doğrulanmadıkça bilgi olamaz.

 Bilimsel bilgi, neden – sonuç ilişkisiyle birleştirilmiş bilgidir. Felsefi bilgi ise daha tam birleştirilmiş bilgidir. Bu bilgi insanın daha çok anlama ihtiyacından doğmaktadır.

 Bilimsel bilgi bize gerçeğin kendisini değil, gerçeklerin değiştirilmesini, sayılara indirgenmesini sağlar. Bilimin yaptığı iş, betimleme. Ancak bilim H2O’ nun birleşip su olduğunu söylüyor ama nasıl olduğunu açıklayamıyor, nasılı kavrayamıyoruz.

 Elektronların yörünge değiştirmesi ile enerji açığa çıkıyor ve ışık haline geliyor. Ancak nasıl yörünge değiştirdiğini bilim açıklayamıyor.

 Her anlamda önerme doğru değildir ama her doğru önerme anlamlıdır. Doğruluk, anlamlılığı gerektirir ama anlamlılık, doğruluğu gerektirmez. Olmayanı olmuş gibi göstermek yanlıştır.

Bir şeyin doğru olması için düşünsel olması, bilgi olması ve önerme olması gerekir.

 Gerçekte doğruluk ya da yanlışlık yoktur. Düşüncemizi gerçekle karşılaştırdığımızda uyuşursa doğrudur.

 

 Metafizik; evreni tümüyle bilmek. Evrenin tamamını konu edinir. (Bilim ise bir sadece bir yönünü konu edinir.) Varlığın özünü bilmektir. Varlıkta evrenin tümü gibi tek tek varolanlardan başka bir şeydir. Varlık, metafizikçe bir gerçekliktir.

Fizikötesini anlama, varlığın özü fizikötesindedir. Bunu bilen, varlığın tümünü bilir.

 

Metafizikten çıkan sorular:

1-Evren tümüyle nasıl kurulmuştur?

2-Varlığın ne gibi bir özü vardır?

3-Fizikötesinin yapısı nasıldır?

4-Bir şey dolayısıyla her şey derinlemesine ele alındığında nasıldır?

 Bu soruların amacı, evreni en ayrıntılı ve kesin bir şekilde açıklamak. İlkçağ filozoflarına metafizikçi diyebiliriz. Evrenin ana maddesi, hep metafiziki olarak açıklanıyordu.

 Metafizikte açıklama bilgi ötesidir. Doğruluk yada yanlışlığı sözkonusu değildir.

IMMANUEL KANT

Çarşamba, Haziran 3rd, 2009

  IMMANUEL KANT (1724 – 1804) :

 

  F. Bacon’un açtığı çığır; Ampirizm, sürdürenler; Locke, Berkeley, Hume.

 

  R.Descartes’in açtığı çığır; Rasyonalizm, sürdürenler; Voltaire, Diderot, Cicero.

 

  Kant, bu iki çığırı yanıtlamaya çalışıyor. Bu konudaki ünlü sözü “görüsüz kavramlar boş, kavramsız görüler kördür”.

  

SAF  AKLIN ELEŞTİRİSİ” adlı eserinden :

 

 Kant’a göre neden – etki; anlama yetisinin şeyleri apriori olarak bilmesini sağlayan tek yol değil. Biz neden –etki bağlantısındaki alışkanlığı deneyden edinmiyoruz. Biz bunu doğuştan apriori olarak getiriyoruz. Bu bilmemizi sağlayan yetiler; deneyden gelen değil, bunlar saf aklın kavramıdırlar. Oysa Hume’a göre bunlar apriori değil, biz bunları deneyden ediniyoruz.

 Hume’un tecrübesi; duyusallıkta, Kant’ın ki ise anlama yetisindedir.

 Kant’a göre, “bütün bilgilerimiz deneyle başlar ama bütün bilgilerimiz deneyden çıkmaz”.

 

 Bilginin Kaynağı Bakımından Yargılar :

 

 1- Aposteriori; deneyden gelen deneyle edindiğimiz yargılar. Buradaki bilgiler, apriori bilgilerin aksine ‘raslantısal’dır.

 

 2- Apriori; deneyden önce gelen. Terminolojisi; tümel, genelgeçer ve zorunlu olması.

 

     a) Saf apriori (saf bilgi); tümel, genelgeçer ve zorunlu olmak, daha çok bilgeler için sözkonusu. Örneğin; ‘her değişmenin bir nedeni olmalıdır’  bu bilgide tamamen bizden gelen kesin bir tümellik var.

 

     b) Saf olmayan apriori; apriori bilgi ama saf değil. Örneğin; “her değişmenin bir nedeni vardır”.

 Saf apriori ile saf olmayan aprioriyi birbirinden ayırma da ölçüt; tümel, genelgeçer ve zorunlu olup olmamalarıdır.

 

 Akıl; anlama yetisinin kavramlarını ilkeler altında birleştirme yetisi.

 

 Saf akıl; bir şeye hiç deney karıştırmadan ilkeler, apriori olarak bilmeye çalışan akıl.

 

Özne-Yüklem Bakımından Yargıların sınıflandırılması:

 

  1- Analitik yargılar (aynı zamanda apriori):

 

      Örnek; “bütün cisimler (özne), yer kaplar (yüklem)”.

      Belli bir kavram daha küçük parçalara ayrılarak analizi yapılıyor. Cismin tanımında zaten yer kaplama vardır. Bu nedenle yukardaki yargı bize yeni bir şey söylemiyor. Bu yargılar; zorunlu, tümel, genelgeçer, deney ve izlenimlere dayanmazlar. Çelişme ilkesine dayanırlar.

 

  2- Syntetik Yargılar (sadece aposteriori olduğu sanılıyor oysa sentetik olduğu halde bazı yargılar aprioridir); burada birbirinin içinde olmayan iki kavram birleştiriliyor.

     Örnek; “bazı cisimler (özne)+ ağırdır (yüklem)”.

      “ 7+5 = 12″

      Bu yargılar bilgimizi artırırlar. Burada yeni bir bilgi sözkonusu. Özneye tanımında olmayan yeni bir şey yükleyerek, yeni bir bilgi elde etme sözkonusu.

 

    a) Syntetik Aposteriori Yargılar; deneye dayanan sentetik yargılar. Örnek; “bazı cisimler ağırdır”.

 

    b) Syntetik Apriori Yargılar (asıl sorun burada); deney öncesi deneye dayanmayan yargılar. Matematiğin bütün önermeleri sentetik aprioridir. ‘7 +5 = 12’ gibi. Bilimin ve geometrinin yargıları da sentetik aprioridir. Bu yargılar bilgimizi hem genişletirler hem de analitik apriori yargıları içerirler. Sentetik deneyle ilişkili yargılar olduğu gibi tümel, genelgeçer ve zorunlu olan apriori yargılardır. Sentetik aprioriyi mümkün kılan; görülerdir.

 

  Bilgilerimizin Oluşumu (Kant bazen bunun tümüne “akıl” diyor) :

 

  1- Duyusallık; duyuları verileri buradan geliyor. Gelen duyu verilerini saf görülere yerleştiriyor. (Trancendental estetik)

 

  2- Saf görüler; kendileri deneyden gelmiyor. İki saf kategorisi var:

 

       a) Zaman (arimetik/artardalık),

       b) Mekan (geometri/ yanyanalık)

           Duyusallık pasiftir. Duyuların verdiğini alır ve saf görülere (saf zaman ve saf mekan) yerleştirir. Bilgilerimiz ancak böyle oluşuyor. Zaman ve mekana yerleştirilmeyen hiçbir bilgi mümkün değil. Sentetik apriori yargılar bunlar sayesinde mümkün. (Trancendental Estetik)

 

  3- Anlama yetisi; aktif olup duyusallığın verdiği üzerine 4 küme halinde 12 kategorisiyle düşünür bağlar kurar, sentez yapar. Deney burada oluyor. Sentetik apriorilerin sentezi yapılınca bilimsel yargılar oluşuyor. (T. Analitik)

 

  4- Akıl; ideleri var. (T. Diyalektik)

 

  Trancendental; nesnelerle değil de, genel olarak nesneleri apriori bilişimizle uğraşan bilgiye diyor.

 

  Trancendental felsefe; bu felsefenin konusu nesnelerin yapısı değil, nesnelerin yapısı üzerine yargıda bulunan anlama yetisi. Oniki çeşit yargıda bulunma var. Bu felsefe nesnelere ait apriori bilginin sistemiyle uğraşan felsefedir, direkt olarak nesnelerle ilgilenmiyor. Nesneleri apriori olarak bilişimizle ilgili bilgilerle ilgileniyor.

 

  Tancendental estetik; duyusallığın apriori ilkeleri.

 

   Trancendental analitik; saf düşünmenin ilkelerini içine alan bilim. Deneyden gelmeyen düşünmenin saf formları.

 

   Trancendental Dialektik; saf aklın idelerinin nasıl ortaya çıktığıyla ilgilenen bilim. Deneyden gelmeyen düşünmenin saf formları ile ilgilenen bilim.

 

   Kant’ın amacı, insan aklının bir eleştirisini yapmak. Neyi bilebiliriz neyi bilemeyiz; kritisizm. Aklın bilimi olan metafizik ile duyusal dünya arasında sınır çizmek. 

 

   Anlama yetisinin yaptığı iş; 1. İdeler üretir, 2. Anlama yetisinin kategorilerini ilkeler altında toplar.

   İde; duyuların kendisine karşılık olarak bir şey sağlamadıkları apriori olan bir saf akıl kavramı. İdeler trancendenttir (aşkındır). İlkeler deneyle ne doğrulanabilir ne de çürütülebilir. İdeler, bilgi değildir.

  

           Saf Aklın İdeleri

             /                  \  

Pratik ideler              Teorik ideler

(bunları duyular sağlamaz, saf akıl kavramlarıdır)

                                                         

   Teorik ideler:

 

 1-Ruh idesi

 

2- Evren idesi; kozmosun nesne olabileceği hiçbir deney olanaklı değildir. Kozmos idesi bütünü içine alır. İnsan aklının ayrılamayan, algılanamayan bir kavramıdır. Bu ide mutlak olarak koşulsuz olanı anlatır. Olanaklı deneyin dünyasında karşılığı yoktur. Bu yüzden deneyin üstünde yükselmeye çalışan düşünce, antinomilere (çelişkilere) düşer. Dört kozmolojik idesi vardır:

a) “Evrenin zaman ve mekan bakımından bir başlangıcı vardır”. Karşıtı; “evren, zaman ve mekan bakımından sonsuzdur”. Zaman ve mekanın bizde olması nedeniyle kesin bir şey söyleyemiyoruz.

b) “Dünyada her şey yalın olandan oluşur”. Karşıtı, “yalın olan hiçbir şey yoktur”. Herşey karmaşıktır.

c) “Dünyada özgürlükten gelen nedenler vardır”. Karşıtı, “özgürlük yoktur”. Herşey doğa yasalarına göredir.

    Çelişkinin olması doğal çünkü bunlar; sentetik apriori değil

d) “Nedenler dizisi sonunda zorunlu bir varlık vardır (ilk neden)”. Karşıtı, “zorunlu olan hiçbir şey yoktur, bu dizide her şey rastlantısaldır”.

 

3- Tanrı idesi; aklın hiçbir koşula bağlı olmayan yanından çıkar.

 

ETİK GÖRÜŞÜ:

 

                         EVREN İDESİ

                                   |

                         ÖZGÜRLÜK :

 

a)Fenomen dünyası (bu dünyayı teorik akıl biliyor); duyulan, algılanan deney dünyası, ‘doğa’.

-Evrende her şey doğa yasalarına göre olup biter.

-Özgürlük yok.

-Doğa yasaları var.

-Zorunluluk var.

-Özgürlük ancak, nedenler zincirini tahrip ederek, varılacak ilk nedende (tanrı) olabilir.

-Bedeni eğilimler nedeniyle insanın beden yanı da bu dünyaya girer.

-Koşullu buyruklar.

-İstekler,  arzular, eğilimler.

-Öznel ilkeler ya da maksimler.

 

b)Numen dünyası (pratik akıl biliyor); düşünülen dünya. Burada özgürlükten gelen nedenler var. Gereklilik yasaları var. Burada özgürlüğü görüyoruz, yaşıyoruz. İnsan kendini özgür olarak biliyor. Eğer zorunlu bir nedensellik olsaydı, insan yasa gereği öyle yaptım derdi.

 “Ben buldum o parayı cebime atarım” değil, bana o paranın sahibini bulmam gerek dedirten ahlak yasaları (gereklilik yasası) var. Oysa doğada zorunluluk var. ‘Bugün yağmur yağması gerekir’ diyemeyiz.

 İnsana “şunu yapmam gerekir, şu gerekmez” dedirten gereklilik yasaları var. Bu ses dışarıdan değil, yine insanın aklından gelen bir ses.

-Koşulsuz buyruklar,

-İsteme,

-Nesnel ilkeler, maksimler.

 

İnsan her iki dünyanın da yurttaşı.

 

YASALAR:

 

 Yalnızca yasa koşulsuz ve gerçekten nesnel. Dolayısıyla; tümel, genelgeçer, zorunlu kavramlarını birlikte getirir. Ve emirler (eğilimler karşı olsa bile) uyulması gereken yasalardır.

 Aslında Kant, yeni bir şey söylemiyor. “Ben varolanı, bilimsel olarak formüle etmeye çalışıyorum” diyor. Ona göre yasa, hem apriori hem de syntetik olmalı. Yani yasa; genelgeçer, tümel ve zorunlu olmalı. Mutlu olmak için yasalar, syntetik apriori olmalı.

 Koşulsuz olarak -yararlı olduğu için değil- iyiyi isteme. Kant, devamlı olarak bunu arıyor. Koşullu olursa apriori olmaz. “Şöyle yapmam gerekir” diyen ahlak yasasının koşulsuz olması lazım. Eğilimleri idare edecek bir yasa değil. Akıldan gelen öyle bir yasa olmalı ki; biz o yasaya uyarız ya da uymayız ama o yasaya uymamız gerektiğini bileceğiz. Önemli olan yasanın, yapılması gerekenin bilinmesi; uyulup, uyulmaması değil. “Hile yapabilirsin ama yapmaman gerektiğini bil”.

 Aslında yapılmaması gerekeni en adi adam bile biliyor. En azından kendisine yapıldığında, yapılmaması gerektiğini biliyor. Kant, eylem ilkesi aramıyor. İnsanın-kendi aklından gelen, koşulsuz olan- eylemlerini yönetecek bir yasa.

 Etiğin bilim olması; etiğin tümel, genelgeçer ve zorunlu olması demek.

 Kant, herkesin yasaya gerekene uymasını beklemiyor. Herkesin, “bu gerekir” diyen yasayı bilmesini istiyor. Burdaki yasa, akıldan gelen koşulsuz buyruk şeklindedir.

 Kant, bilimi bilim yapan syntetik apriorileri görüyor ve etiğin önermelerini de syntetik apriori haline getirerek, etiği bilim yapmaya çalışıyor.

 

 BUYRUKLAR:

 

 Her durumda genel bir yasa olabilecek şekilde olmalı.

a)Koşullu buyruklar(hipotetik); zorunlu, tümel ve genelgeçer değildirler. Koşullara göre eylemde bulunma sözkonusu. İyiyi iyi olduğu için isteme değil, koşullu. Deneye dayalı. “Eğer saygınlık istiyorsan yalan söyleme”.

b)Koşulsuz buyruklar; içeriği yok, biçimi var. Koşulsuz buyruk, koşulsuz olarak iyiyi istemedir. Bu buyruk hem syntetik hem de apriori olmalı. Ancak bu şekilde tümel, zorunlu ve genelgeçer olur. Etik ancak bu şekilde bilim olabilir. Kant. Yasayı buyruk olarak arıyor.

 

  İSTEME :

 

 Kayıtsız şartsız dünyanın dışında bile olsa koşulsuz iyiyi isteme. İyiyi, iyi olduğu için isteme. İnsan iki dünyanın da vatandaşı olduğundan istemeyi, sadece deneysel koşullar belirlemez.

 Yasa hem genel hem de öznel olacak, nesnel değil. Sübjektif ilkelerimize ölçü olacak. Yasa olunca isteme oluyor. İsteme olunca da -yasaya saygıdan dolayı- eylemde bulunuyoruz.

 

 ÖDEV :

 Yasaya saygıdan dolayı yapılan eylemin zorunluluğu ödev, iyiyi istemeyi de içeriyor.

 

 ÖDEVDEN DOLAYI EYLEMDE BULUNMA:

 

        Yasaya saygıdan dolayı yapılan eylemdir.

  Doğanın kendi yasalarına (doğal yasa) uymaması sözkonusu değil ama insan özgür olduğundan ahlak yasalarına uymaması sözkonusu.

  Kişi hiçbir zaman yasaya uymuyor ama yine de yasaya uymam gerekir diyebiliyorsa, kendini aşağılamaya, hor görmeye mahkum etmiş demektir.

  İnsan duyulur dünyada doğa yasalarının altında, düşünülür/numen dünyasında ise ahlak yasalarının altındadır.

  “Gerekir“i deney dünyasından aldığımızdan bir nedensellikle değil, sadece saf akıldan gelen bir nedensellikle diyoruz.

  Düşünülür dünya ile duyulur dünya arasında sentez sözkonusu. Sentetik apriori yargılar, bu iki dünya arasında bizden gelen bağlantı kurmada sözkonusu.

  İnsan, bedeni eğilimleri ile zorunluluk/fenomen dünyasının, dingansich yanıyla da gereklilik/ numen dünyasının üyesidir/yurttaşıdır.

 

      DİNGANSİCH; kendinde şey, şeyin kendisi. Fenomen değil, fenomenin arkasında olan. Bilinç onu bilse de bilmese de olan. Düşüncenin objesi. Duyulur, görülür verisi olmayan. Anlama yetisinin, amprik objenin karşısına koyduğu trancendental bir obje. Böyle bir objeyi düşünebiliriz ama görülemeyi gerçekleştiremeyiz. Ancak ancak teorik akılla bu kavrama belli bir açıdan içerik kazandırabiliriz.

  Özgürlük ahlak yasasının varlık nedeni, ahlak yasası da özgürlüğün bilinme nedenidir.

  Gerekir diyen insan özgür insandır. İnsan diyebildiğine göre özgürdür.

 

DENEY; duyusallık yoluyla elde edilen kavramların bir kategoriye oturtulması

MEKAN; dış nesnelerin saf biçimidir. Her dış nesne zorunlu olarak başka nesnelerle yan yana algılanır. Tek başına bir nesne algı nesnesi olamaz.

 

 Kant, nesnelerle değil, nesneleri apriori olarak bilişimizle ilgili bilgiye bakıyor.Bu nedenle de yatığı işe Trancendental Felsefe diyor.  

   

 Locke, Hume, Berkeley (amprikler), duyusallığı düşünüyor ama anlama yetisini düşünmüyor. Rasyonalistler ise anlama yetisini düşünüyor ama duyusallığı görmüyorlar. Kant, her ikisini de uzlaştırmak için şöyle söylüyor:

 “ Görüsüz/ algısız kavramlar boş, kavramsız görüler kördür”.

 

 ÖZGÜRLÜK; ahlak yasasını isteme.

 

 NEGATİF ÖZGÜRLÜK; zorunluluğa/ doğa yasalarına bağlı olmadan eylemde bulunmak. Belirlenmeme imkanı istiyor. Aklın kendi yasasını, kendisinin koymadan eylemde bulunması.        

POZİTİF ÖZGÜRLÜK; aklın kendi yasasını kendisinin koyarak eylemde bulunması. İnsanı yüce kılan bu özgürlüktür.

 Negatif özgürlük olmadan pozitif özgürlüğe geçemiyoruz.

 Kant’a göre, duyusallığın verdiği, bilgi değildir.

 

Deneysel yargılar:

a)Deney yargıları(nesnel yargılar)

b)Algı yargıları

 

Elmanın ‘tatlı’ olması benim için geçerlidir, ‘elma’ için değil. Algı yargısı, anlama yetisinin kavramlarından birine verilmediğinde mümkündür.

Bir algı yargısının, deney yargısına dönüşmesi:

“Güneş var ve taş ısınıyor” bu bir algı yargısıdır. Bu işi anlama yetisi yapıyor ama anlama yetisinin kavramları verilmiyor. Biz sadece karşılaştırma yaparak nedene de, nedenselliğe de ulaşamayız.

 “Güneş taşı ısıtır”. Algı yargısı+ anlama yetisinin ‘neden’ kavramı.

(Kant, insanın yargılarına bakarak bir ayrım yapıyor)Dar anlamda akıl, duyusallığın verdiği üzerine bir şey katmıyor. Saf aklın ortaya koyduğu yargılar aprioridir ama syntetik değildir. Deneysel bilginin olanaklılığı anlama yetisinin kavramlarıyla olur. Deneyin olanaksızlığının yasaları, doğanın da yasalarıdır.

 

18.YY-JOHN LOCKE

Çarşamba, Haziran 3rd, 2009

 

        18. YÜZYILDA FELSEFE

      18. YÜZYILIN GENEL KARAKTERİ :

 Elektrik, balon, pervane, buharlı gemi bulunmuş, modern kimya kurulmuş,        Newton’un ‘Optik’i yayınlanmış, Manş denizi ilk kez balonla geçilmiştir. Bu yüzyılın en önemli özelliği; insan aklına verilen önemdir.

 İnsan aklına sınırsız bir güven var. Aklın her şeyi bilebileceğine inanılıyor. Her şeyin aklın eleştirisinden geçirilerek düşünülmesi var.

 Akla olan bu inanç; dini, ahlaki, ekonomik, siyasal (1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi, 1789 Fransız Devrimi…) ve toplumsal düzeni büyük ölçüde etkilemiştir.

 Artık vahye değil, insan aklına dayanılıyor. Öyleki dinin, akla dayanan bir din olmasını isteyenler bile var.

 

       JONH LOCKE (1632-1704) :

 

Siyasal liberalizmin kurucusu Locke, önce insan aklı neleri bilebilir, neleri bilemez onu düşünüyor. ‘Belki bilemiyeceği şeyler üzerinde düşünüyoruz’ der.

 Locke’a göre ‘bilgi’; idealarımızın herhangi bir ilişkisinin ve uyuşmasının veya uyuşmamasının ve ters düşmesinin algılanmasından başka bir şey değildir.

 ‘İnsanın doğuştan getirdiği hiçbir şey yoktur. İnsan idealarını dünyaya geldiğinde, ilk algılamalarıyla kendisi oluşturur… İdealar doğuştandır diyenler aldanıyor. Bunlar, terimlerin  anlamlarının çok açık olduğundan doğuştan zannediyorlar. Eğer bazı hakikatler doğuştan olsaydı, bunları öğrenmek neden zorunlu olsun? Madem doğuştan, dile getirilmeleri niye gereksin? Bunlar doğuştan değil, öğrenilir…Bütün  idealarımızın, bilgilerimizin kaynağı; ‘tecrübe’dir. Zihnimizdeki bütün idealar ya duyumlar (Dış Deney) aracılığıyla ya da düşünme (İç Deney) yoluyla gelirler. Bunlardan başka bir bilgi kaynağı yoktur.’

 Locke’a göre bütün bilgilerimiz, ideaların bir ya da bir kaçının uyuşması ya da uyuşmaması sonucudur.

 İdealar arasında uyuşma ya da uyuşmama 4 türde olabiliyor, dolayısıyla 4 tür bilgi sözkonusu:

1-Aynılık veya başkalık; bu ilke, bir ideanın diğer bir ideayla aynı ya da

öğrenmesini sağlamıyor.

2-İlişki

3-Birlikte varoluş veya zorunlu bağlantı

4-Gerçek varoluş.

 

Bilgimizin Dereceleri :

 

1-Actuel (o andalık); tekrarlanmıyor, edindiğimiz anda bizde oluşan.

2-Habituel (alışkısal); tekrarlana tekrarlana alışkanlık haline gelmesi ve bizde bu alışkanlık sonucu oluşan.

 

‘Deneyden gelmeyen hiçbir idea yoktur’

 

            Zihnimizdeki tüm idealar sadece iki yolla gelir:

 

            İdeaların Kaynağı:

              

a)Sensation (Dış Deney-Duyum)

b)Reflection (İçDeney-Düşünme)                                                         

 

  İdeaların Yapısı:

 

a)Basit idealar

b)Kompleks idealar

 

Tüm bilgilerimizin temeli basit idealardır. Basit idealar; duyu verileriyle elde edilirken, kompleks/karmaşık idealar; düşünme yoluyla gelirler.

 Çocuğun bütün ideaları, duyumlardan/dış deneyden gelir. Yani basit idealardır. Ancak kendi üzerinde düşünmeye başlayınca (iç deney) kompleks idealar oluşmaya başlar.

 

Basit İdeaların Elde Ediliş Yolları:

 

1-Bir tek duyu ile elde edilen basit idealar. Örneğin, görme ile elde edilen basit idealar; ışık, renk. Dokunma ile elde edilenler; sertlik, yumuşaklık, soğukluk ideası gibi.

2-Birkaç duyu ile elde edilen basit idealar. Örneğin; dokunma ve görme duyularıyla birlikte elde edilen idealar; şekil, hareket, durgunluk, yer kaplama gibi.

3-Sadece reflectionla/düşünmeyle elde edilen basit idealar. Örneğin; düşünme ve istenç/irade ideaları.

4-Hem reflection hem de sensation/dış deney yoluyla elde edilen basit  idealar. Örneğin; haz, acı, birlik, süre ideaları gibi.

 

    Basit idealar olmadan, anlaşılmadan kompleks idealara geçilemez.

 

Basit idealardan, Kompleks idealar yapma aktı 3 çeşittir:

 

1-Bağlayan edim

2-Biraraya getiren, yan yana koyan edim.

3-Soyutlatan edim

         

          Bunların her biriyle farklı türden bileşik edinimler elde ediliyor.

         

          Kompleks/bileşik idea türleri:

 

1-Moduslar

2-Bağlantı ideaları

3-Soyutlama ile elde edilen idealar

 

          Moduslar:

 

 Bileşik ideaların bu türü, kendi başlarına bir varlıkları olmayan, tözlerin     nitelikleri olarak düşünülen bileşik idealardır.

 Uzay, sayı, zaman, algılama, düşünme dikkat bu türden bileşik idealardır.

Örneğin; uzay ya da sayı gibi bileşik idealara küçük zaman aralıklarını yanyana koyarak varıyoruz.

Bağlantı İdeaları:

 

Neden – etki tasarımını veriyor. Locke, bir takım niteliklerle ve hatta ahlaki ideleri de burada görüyor. Kendi eylemlerimizle, ilgili yasa arasında bir ilişki kurunca, bir ahlak ilkesi oluşturuyoruz.

 

Soyutlama İle Elde Edilen İdealar:

 

Diğer idealardan soyutlamayla elde edilen idealardır. Örneğin  beyaz ideasını; kar, süt gibi şeylerin özelliklerinden soyutlayarak elde ediyoruz. Aslında ‘beyaz’ diye başlıbaşına bir şey yoktur. ‘Beyaz’, nesnelerin belli niteliklerine taktığımız bir addır.

 

‘Duyumlarımızı nesnelerin yansısı ya da aynısı sayma hakkımız yok, yalnızca nesnelerin bizde etkisi var.’

 Yani Locke, nesneler yoktur demiyor. Sadece bizde onların etkilerinin olduğunu; yansılarının ya da aynılarının olmadığını söylüyor. Duyumların gerçekle ilintili olduğunu söylüyor. Örneğin; körlerde ‘renk’ ideası yoktur. Çünkü renk, görme ile elde edilen bir ideadır. Eğer idealar doğuştan olsaydı, körlerde de ‘renk’ ideasının olması gerekirdi. Locke, bu örneğiyle doğuştan ideacılara karşı çıkıyor.

 

Duyular nesneleri yansıtmak bakımından ikiye ayrılır:

 

Birinci Nitelikler; gerçeğin/nesnenin yansılarıdır. Bu nitelikler biz duyumlamasamak da vardırlar. Bu nitelikler aslolan niteliklerdir. Örneğin; büyüklük, şekil birinci niteliklerdir.

İkinci Nitelikler; bu nitelikler nesneyi yansıtmıyorlar da bizde öyle bir duyumlama oluşuyor. Bu nitelikler biz duyulmadığımız, algıladığımız zaman vardırlar. Örneğin; renk, koku, sıcaklık ikinci tür niteliklerdir. Beyazı, beyaz diye algılayan biziz. Yoksa kendi başına beyaz diye bir şey yok.

 

Bilgileri değeri bakımından ayırıyor:

 

 Eğer bilgiden, objesine uygun bilgi anlaşılıyorsa, bu tür bilgiyi ancak dış deneyde bulabiliriz.

 İç deneyler bakımından işe bakılırsa, bilginin objesine uygun olması sözkonusu değil. Burada ideaların birbirine uygun olup olmamaları sözkonusudur.

 

UYGAR DÜŞÜNCE ÜZERİNE İKİ İNCELEME :

 

‘‘Tanrıdan Adem’e Adem’den krallara yönetme hakkı geçmiştir.’’ Diyenler, kralların verdiği kararların doğru ve haklı olduğunu söylerler.

 Locke, hepimiz Ademoğluyuz, tanrının kuluyuz o halde yönetme hakkı neden sadece kralların? Hem sadece onların yönetmeye hakkı olduğunu nerden biliyoruz? Böyle bir şey yok, hepimizin yönetmeye hakkı vardır.

  Locke’a göre Adem’in baba olarak çocukları üzerinde yönetme erki başkadır, devleti yönetmeye çalışanların erki başkadır.

 ‘Bizim üzerinde durduğumuz siyasal erktir. Bunu anlamak için insanların doğada nasıl bulunduklarına bakmamız gerekir. Doğa durumunda insanları yöneten, doğa yasaları vardır. Bu doğa yasalarının en önemlisi akıldır.

 Aklın/doğa yasalarının, danışanlara öğrettikleri; kimsenin başkasının hayatına ve mülkiyetine karışmamayı öğretir.

 Locke göre yaşamın kendisi mülkiyettir. Tanrı hepimizi benzer şekilde donatmıştır. Bu nedenle birinin diğerinden üstün olması düşünülemez. Herkes kendi yerini düşündüğü gibi başkalarının da yerini düşünmeli, başkalarının mülkiyetine karışmamalı, almamalı.

 Doğa yasasına göre yürütme hakkı herkese aittir. Örneğin doğal durumda, bir sana kötü bir şey yaptığında, mahkeme, yargıç falan arama, yönetimi değiştirmeye çalışma, sen kendi davanın kendi yargıcı olacaksın fakat bu istediğini yapacaksın anlamında değil. Adil olacaksın, bir tokat attıysa bir tokat atacaksın, iki değil. Hiçbir şey yapmadığın halde biri gelip sana vuruyorsa, bu adam doğa yasasına(akla) saldırdığını, uymadığını söylüyor demektir. Bu yüzden onu cezalandırmak normaldir.

 Doğa durumunda herkesin yürütmeye hakkı olduğundan, herkesin o kişiye ceza verme hakkı vardır. Bütün yasaların temelinde, doğa yasası/akıl vardır. Diğer yasalar, doğa yasasına dayanıyorsa doğrudur yoksa yanlıştır.

 Doğa durumunda herkes doğa yasasının/aklın yürütücüsüydü ancak herkesin kendi davasının yargıcı olması akla/doğa yasasına aykırıdır. Çünkü insanda benlik duygusu vardır. İnsan kendi yakınlarına karşı koruyucu başkalarına karşı ise insafsız davranabilir. O zaman da karışıklık ve düzensizlik ortaya çıkar. Bu durumda, herkesin kendi davasının yargıcı olması halinde dava ortadan kalkar.

 Kral yanlıları, Locke’un kendi söylediğini yine kendisinin çürütmesine ‘tamam şimdi doğru söylüyorsun, insan kendi davasının yargıcı olamaz bu yüzden tanrı kralları gönderdi’ diyecekler,

 Locke, ‘bunların da böyle diyeceğini biliyorum’ der ve onlara ‘kralların da insan olduğunu, onlar da bütün insanlar gibi davranabilirler’ der.

 Kral ne derse o doğru, astığı astık, kestiği kestik, o zaman doğa durumu sürsün daha iyi. Çünkü; insan kendi davasının yargıcı olduğunda sadece karşısındaki insana karşı, oysa kral bu durumda, bütün insanlığa karşı.

 İnsan toplumun üyesi olmadığında da doğru ve adil olmalı. Kötülük ve şiddet, insanın doğa durumundan da öte bir durum.

 Kimsenin rızasını, onayını almadan insanları yönetmeye kalkan mutlakçı kral, doğa durumunda olduğu gibi insanlarla savaş durumundadır.

 Savaş durumundan ancak ve ancak insanların yönetimini onayladıkları ortak bir yargıcı kabul etmekle siyasal bir toplum yapısına geçerek kurtulmuşlardır.

 Doğa durumu; ortak yargıcın olmadığı durum. Bu durumda uygar toplum doğa durumuna dönüşüyor ve topluma, savaş durumu hakim oluyor.

 Siyasal toplum; ortak yargıcın oluşması aşaması.

 Uygar toplum; ortak yargıcın olduğu toplum.

 Cezalandırma, savaş barış gibi yasa yapmak erki, o toplumun mülkiyetini korumak için. Yasalar doğa durumundaki gibi suç işleyenler için.

 Yasama organı; teklerin, doğa yasalarına karşı işlenen suçlara karşı oluşturduğu bir organ. Bu durumda kralın tebaası krala, bu krallık sana yukardan verilmiş değil, onu biz sana veriyoruz, diyebiliyor. Locke’un karşı olduğu mutlak krallık, meşruti krallık değil.

 Locke’da mülkiyet; can, mal ve özgürlüktür.

‘İnsanların devletlerde birleşmelerinin ve kendilerini yönetimlerinin altına sokmalarının asıl sebebi; mülkiyetlerinin korunmasıdır. Doğa durumunda bundan pek çok şey eksiktir.’

 

YÖNETİMİN ÇÖZÜLMESİ ÜSTÜNE:

 

 Locke’a göre, toplumun çözülmesi ile yönetimin çözülmesi birbirinden farklıdır. Aralarında ilişki asimetriktir.

 Toplum çözülmüş ise yönetimde çözüldü diyebiliriz ama yönetim çözülmüşse toplumda çözülmüştür diyemeyiz.

 Yönetimler, dışarıdan olduğu gibi içerden de çözülebilir. Yasama organı değişince, yönetimin çözülmesi de meydana gelir.

 Yasma organını, karar verme gücünü zorla değiştirmeye çalışmak isyandır.

 Bir kimse –kim olursa olsun- yasasız bir toplumda herkesin yaptığı gibi, hakkı olmadan kuvvet kullanırsa, kuvvet kullandığı o kişilerle savaş durumuna girer. Bu durumda önceki tüm bağlar ortadan kalkar, bütün haklar sona erer ve herkesin kendini korumaya, saldırana karşı direnmeye hakkı olur.

 Toplum, doğa durumunda da sözkonusu ama siyasal ya da uygar toplum olması sözkonusu değildir.