Posts Tagged ‘pozitif özgürlük’

ÖZGÜRLÜK FELSEFESİ

Perşembe, Temmuz 30th, 2009

              

 

   İOANNA KUÇURADİ:

 

Özgürlüğü bir bütün olarak ele aldığımızda işin içinden çıkmak hayli zor. Bu nedenle özgürlüğü üçe ayırarak ele alıyoruz:

1-Antropolojik özgürlük (olanak):

   a)Kozmolojik:

      *İsteme

   b)Ontolojik:

      *Olmada

      *Yapmada

2-Etik özgürlük (gerçeklik)

3-Toplumsal özgürlük (gereklilik)

 

 Antropolojik özgürlük; tür olarak insanın özgürlüğü. Burada aranan olanak; insan nerede olursa olsun özgür olma olanağı var mıdır? Yani insanın yapısında özgürlük var mıdır? Varsa nereye kadar ölçüsü ne?

 Din konusundaki özgürlükler, isteme, irade özgürlükleri buraya girer.

 Etik ve toplumsal özgürlük araştırılmadan önce, tür olarak insanda özgürlük olanağının olup olmadığına bakılması gerekir.

 

PLATON (Seçme  Özgürlüğü):

 

 Herkesin kendi yaşam tarzını seçmesi elinde ancak seçtikten sonra o hayat tarzının gerektirdiklerini yapmak zorunda.

 Seçmedeki özgürlükle ondan sonraki zorunluluk arasında bir çelişki yok. Çünkü o zorunluluğu ben kendim seçiyorum. Suçlayacağım hiç kimse yok. Eğer olsaydı özgürlükle çelişirdi. Soğuk suya bile bile atlıyorsam üşüyeceğimi kabul ediyorum demektir. Herkes seçtiği hayatın sonucun a katlanmalıdır. Herkes tek tek eylemlerinden sorumludur.

 

ARİSTOTELES (Seçme Özgürlüğü):

 

Eylemler:

1-İstekli

2-İsteksiz; zor altında ya da bilgisizlik yüzünden yapılan eylemler. Eğer eylemin nedeni yapanın dışında ise yapanın eylem üstünde hiçbir etkisi yoksa o zaman eylem, zor altında yapılmış eylemdir. Zor altında istemeyerek yapılmış eylem, acı verir. Sadece acı, pişmanlık getiren eylemler istemeyerek yapılan eylemlerdir.

 Bilgisizlikten dolayı yapılan eylemler:

 *İstemeyerek yapan pişmanlık duyuyorsa,

 *İsteyerek yapan pişmanlık duymuyorsa.

 

  Hedefi istediğimize ve hedefe götüren yolları düşünüp yeğlediğimize göre bu yollar ile ilgili eylemler tercihe dayanır ve isteyerek yapılır. Bu yüzden de hem erdemli olma hem de kötü olma bizim elimizdedir.

 Tercih, isteyerek yapılır. İnsanın yalnız kendi çabalarıyla elde edeceğini düşündüğü şeyler için sözkonusu.

 İstek; sonuçla, tercihi sonuca götüren yollarla ilgilidir. Tercih, enine boyuna düşünülerek varılan karar. Yapma gücü elimizde olan şeyler üzerine enine boyuna düşünürüz. Kanıda; doğru ya da yanlış tercihte; iyi-kötü sözkonusudur.

 Bilgisizlikten dolayı, enine boyuna düşünemediği için iyiye ulaşmak istese de kötüye ulaşabilir.

 Erdem de erdemsizlik de isteyerek. İyi ya da kötü olmak elimizde. Eylemlerimizden sorumluyuz. Bilgisizlikten dolayı öyle yaptıysan yine bilgisizliğinden sen sorumlusun. Herkes bütün tek tek eylemlerinden sorumludur. Aristo’da  ‘yapmada’ da ‘olmada’ da ontolojik anlamda özgürlük  var.

 

      DESCARTES (Kozmolojik Özgürlük) :

 

 İki tarz düşünme var:

1-Anlama yetisinin algısı.

2-İstemenin işleyişi.

 

 Anlama yetisinin sınırları daha dar. İstememizin ise sonsuza uzanabilecek  kadar geniş.

 Descartes’e göre anlama yetimizin sınırları dar olduğu için istememizi de kullanarak, açık seçik şeyler üzerine yargıda bulunuyoruz.

 Açık seçiklik anlama yetisinin bir özelliği, çünkü sınırları dar.

 Bulanıklık, yanlışlık ise istemenin bir özelliği, çünkü sınırları geniş. Ancak istememiz, anlama yetisinin onayını alırsa açık seçik olana ulaşır. Sadece istememizle hareket ettiğimizde, bilgilerimiz bulanık oluyor ve hata yapıyoruz.

 Her ne kadar tanrı tarafından belirlenmişse de tanrı bize anlama yetimizle hatalarımızı ortadan kaldırmayı da vermiştir. Hata yapıp yapmamakta özgürüz.

 

 Hata yapmak istemediğimiz halde nasıl istememizin elinde oluyor?

 Açık seçik şeyler hakkında yargıda bulunursak hata yapmayız.

 Madem tanrı her şeyi önceden ayarlamış, o halde nasıl oluyor da yine istememiz bizim elimizde oluyor?

 Açık seçik olanları onayladığımızda hata yapmayız. Çünkü tanrı bizi aldatmaz ancak biz gerekeni yaparsak.

 Descartes’da kozmolojik özgürlük var. İsteme ve irade özgürlükleri var. Bu özgürlüklerden etik sonuçlar çıkarabilir.

 

               “Felsefenin İlkeleri” kitabından:

 

“Doğrusu tanrı bizi, yanılmamıza hiçbir zaman olanak vermeyecek ölçüde büyük bir bilgi ile zenginleştirebilirdi Ancak bunu vermedi diye sızlanmaya hakkımız yok. Ona bize verdiği nimetlerden dolayı şükretmeliyiz. Bize vermedikleri için de yakınmamalıyız. Çünkü yanlışın yapısını oluşturan eksiklik; istencin bu kötü kullanılışında bulunur. Evet, yanlışlık benim yaptığım işte bulunur. Yoksa ne tanrıdan aldığım yetide ne de hatta yaptığım işin tanrıdan gelen kısmında bulunur”.

 

                 AUGUSTİNUS:

 

 Bir olanak olarak, antropolojik özgürlük var. İnsanların iyiyi ya da kötüyü seçmeleri ellerindedir.

 Soydan gelen bir günah var fakat herkesin kendi içine dönme yani tanrıya dönme olanağı vardır. Tanrı herkese kendini buldurma çağrımını ve hissini de vermiştir.

 Herkesin kendi içine dönmesiyle yani iyi bir şekilde yaşamasıyla ilk günahtan kurtulup ilk günahtan kurtulup gökyüzü devletine girme olanağı olduğu gibi  tam tersine, insanın dışa dönmesi yani ruhun bedenin arzularına, itilimlerine uyarak yaşama olanağı da elindedir. Dolayısıyla herkes davranışlarından sorumludur. Çünkü, nasıl davranacağını kendisi belirliyor.

 

             SPİNOZA:

 

 İrade özgürlüğü yok. Tanrının kendisi hür fakat eserlerini neden irade özgürlüğü içinde yaratmıyor?

 Bizim yapıp etmelerimizi özgürlük içinde yaptığımız aslında bir sanıdır. Gerektirilmiş nedenlerden dolayı öyle davranıyoruz. Zorunluluk var ama biz görmüyoruz. Önemli olan insanın bu zorunluluğun farkına varması. Bunun fakına varan insan; bilge insandır.

 Etika”dan:

 Tanım-7:

 “Sırf kendi tabiatının zorunluluğu ile varolan ve etkinliği yalnız kendisi ile gerektirilmiş bulunan şeye ‘hür’ diyorum. Kesin ve gerektirilmiş bir şart içinde varolmak ve etki yapmak için kendisinden başka birisiyle gerektirilmiş olan şeye ‘zorlama’ diyorum.

Önerme-32:

 “İradeye hür neden denemez yalnızca zorunlu neden denir”.

 Evren de ruh da zorunlu bağlantılardan çıkıyor bu nedenle irade özgürlüğü yok.

 Herşey zorunlu bir nedensellikle oluyor. Tanrının dışında hiçbir şey kendi tabiatının zorunluluğuyla kendi kendisinin nedeni değil.

 Tek tek nesneler hep başka bir nesneyi gerektirdiklerinden nesneler arasında kesintisiz bir bağlantı vardır. Bu kesintisiz bağlantılar rastlantıyı ortadan kaldırıyor.

 Aynı zincir düşünce atributumunda da olduğundan her olay başka bir olayı gerektiriyor. Dolayısıyla ruhsal dünyada irade özgürlüğü yoktur. Özgürlük bir kuruntudan başka bir şey değildir. Özgürlük ve rastlantı var dememiz asıl nedenleri bilmemizden kaynaklanıyor.

 

           HUME:

 

 Zorunluluk sadece olgu sorunlarında oysa gerçeklikte böyle bir zorunluluk yok. Yarın güneş doğabilir de doğmayabilir de. Güneşin yarın doğacağını söylemek sadece şimdiye kadar hep doğduğunu gördüğümüzden bir alışkanlıkla doğacağına inanıyoruz.

 Neden- etki olgularında; doğada nasıl bir art ardalık varsa aynı şekilde istememiz de ve eylemlerimizde de bir art ardalık var. Bu art ardalığı bizdeki zorunluluk ideasından dolayı, zorunluluk olarak açıklıyoruz. Zorunluluk ideası nesnelerin kendisinden değil bizde var.

 Birşeyin art arda olması her zaman olacağını göstermez. Her zaman böyle olacaktır diye zorunluluk ilişkisi kuran biziz.

 Özgürlük, rastlantısal ya da nedensiz eylemde bulunmak demek değildir.

 Özgürlüğün tanımını yaparken şu iki koşulu anlayacağız:

 1-Olgu sorunlarında tutarlı olması.

 2-Kendisiyle tutarlı olması.

 Bunun böyle olması anlama yetimizin sınırlılığından. Özgürlük, gördüğümüz zorunluluğun ta kendisidir. Özgürlük, zorlamanın değil zorunluluğun karşıtıdır. “Rastlantı” diye bir şey yoktur.

 Hareketsiz durmayı, hareketli olmaya tercih edersek hareketsiz durabiliriz. Zorunluluk, tercih ettiğimizi yapmak.

 Hume göre tartışma tamamen dilseldir. Biz onu açık açık anlatabilirsek bu sorun ortadan kalkar.

 Hume, “özgürlük” var mıdır, yok mudur ona bakmıyor. Sadece şunu anlarsak var, şunu anlamazsak yok. Bu bizim özgürlüğe bakışımızla ilgilidir.

 

  KANT:

 

 Özgürlüğün ne olduğu ile ilgileniyor, olup olmadığıyla değil.

 Kant’a göre, “Özgürlük, ahlak yasasının varlık nedeni. Ahlak yasası ise özgürlüğün bilinme nedenidir”.

 Negatif  özgürlük’; belirlenmeme imkanı. Zorunluluğa bağlı olmadan eylemde bulunma imkanı. Bunu sağlayan saf akıl.

 Aklın kendi kendine yasa koyması ise ‘Pozitif özgürlük’ dür. Aklın kendi kendisini belirlemesi.

 Özgürlük ahlak yasasını isteme. Öznel ilkeleri ahlak yasasına uygun olduğu zaman o insan özgürdür.

 Negatif özgürlük yoksa, pozitif özgürlük de yok.

 Ahlak yasasını isteme; iyiyi isteme olacağından hem kendimizi hem de başkalarını koruyabiliriz.

 

   HEGEL: (Antropolojik özgürlük)

 

 Geçekliğin en temel öğesi ‘ide’dir. Ortaya çıkan her şey idenin bir görünümüdür. Gerçekliğin yapısı ide. Oluşmayı sağlayan ilke ise diyalektiktir. İde, kendisinde ve kendinde hakiki olan. Hem bir kavram hem de gerçek olandır. Her şey onun görünümüdür. Varlık bakımından ilk şey, bilinme bakımından ise son şeydir.

 Hegel’e göre her şey işlerliğini zorunlulukla yapıyor. Önemli olan bu zorunluluğun bilincine varmak. İnsanı özgür kılan bu bilinçtir.

 Hegel, “doğulular bu bilince ulaşmadıkları için özgür değildirler” der.

 Geist kendini, dünya tarihi içinde her şeyin temeli, taşıyıcısı olan ideye doğru yavaş yavaş yayarak ilerlemektedir. İnsanın da her türlü düşünme ve eylemde bulunmasını geistın kendini yayması belirliyor. İnsanın özgürlüğü, geistın kendisini yaymasına bağlıdır. Geist kendisini ne kadar yayarsa, o kadar özgür oluruz.

 Geist, kendisini tam olarak yaydığında yani ideye ulaştığında tamamen özgür olacaktır. İnsan bu diyalektik gidişi bilirse özgür olur.

 

  SCHOPENHAUER :

 

 Hegel’de ide ne ise Schopenhauer’de de onun yerine ‘isteme’ var. İsteme, varolan her şeyi varkılan şey. Görüntü olarak dünya; istemenin nesneleşmiş halidir.

 İstemenin ilkeleri; değişmez, öncesiz ve sonrasızdır, özgürdür. Kendisi obje haline getirilemez. Doğrudan doğruya bilgi konusu yapılamaz. Her şeyin temeli ve bir ve tektir. En önemlisi sonsuz bir çatışmadır. Dünya dediğimiz şey, bu özellikleriyle istemenin nesneleşmesidir.

 İsteme, ideler aracılığı ile nesneleşir. Bu ideler; insanlar, hayvanlar, organik ve anorganiktir.

 Schopenhauer’da insanda iki anlamda özgürlük var:

 1-Negatif özgürlük; insanın dünyaya gelmesini belirleyen hiçbir şey yok, tamamen rastlantısal.

 2-Olanaklar özgürlüğü; bir kişi birdenbire bir tek durumda bilgisel bir aydınlanmayla istemesini yok edebiliyor. İnsan istemesine boyun eğdiğinde, sürekli bir istemeden diğerine gidip geliyor. İsteme onu yönlendiriyor. İki istek arasındaki dönem; bunalım dönemidir. Bu dönemde kişi birdenbire istemenin kendisini yönlendirdiğini anlar, farkına varır. Bu bir kişide bir defa gerçekleşir. Bu kişi, isteklerinden kurtulur, artık o nedensel oluş dünyasından çıkmıştır. Zaman mekan dışıdır. Artık o, özgürdür.

 

 Selahattin Hilav’ın “Felsefe el kitabı”ndan;  Schopenhauer:

 

 Mutlak varlığın bir varolma ya da yaşama isteği olduğunu ileri sürdü. Kör bir istencin bütün varlıkların temelinde bulunduğunu, evreni oluşturduğunu, insanın da bu istencin ürünü olduğunu söyledi. Ona göre yaşam sürekli bir acıdan başka bir şey değildir.

 Varolma isteği bizi sürekli olarak etkisi altında tutar. Sonunda kötülük ve acıdan başka bir şey vermeyen davranışlara sürükler. Aslında önemli olan bizim bireysel varlığımız değildir, insan türünün devamıdır. Bundan ötürü insanoğlu evrensel istencinbir oyuncağıdır. Ve sürekli aldanış içinde bulunur.

 Ne var ki insanoğlu, kavrayış gücü ve zekası ile bu istenci ortadan kaldırıp yok edebilir. Böylece temiz ve ahlaki bir yaşam sürebilir. Acı veren bütün istek ve tutkuların ötesine geçebilir. Bunu başardığında artık özgürdür.

 

   NİETZSCHE :

 

 Özgürlük tüpleri:

 1-Sürü insan; içinde bulunduğu değerleri yüklenerek, onlara uyarak, onların dışına çıkmadan ömür boyu yaşamaya devam eden insandır.

 2-Nihilist tip; bu tip tüm değerlere hayır diyor. Hiçbir değer onun için değerli değildir.

 Nihilist tip kendini iki şekilde gösterir:

 *Aktif nihilist (anarşist); saldırgan, kırıp döken, yerine bir şey koymayan.

 *Pasif nihilist; kendi köşesine çekilir, tüm dış dünya ile ilişkisini keser. Hiçbir değerlendirme yapmaz.

 

 Nietzsche’ye göre nihilist dönem mutlaka aşılması gereken bir dönemdir. Bu dönemde kalmak çok tehlikelidir. Bu dönem aşılmazsa kişiyi yok olmaya, çöküntüye götürür.

 

 3-Yaratıcı tip; bu durumda özgürlük bir kişi tipi olarak karşımıza çıkıyor.

 Özgürlük; değerlere hayır diyebilme durumu. Kişinin kendisini aşmasında zorunlu olarak geçtiği bir ara dönem.

 Özgür insan; ‘üst insan’dır. Tür olarak insanda üst insan olma imkanı vardır. Herkes bu imkanı taşıyor. Sürü insan özgür değil. Çünkü hayır demeyi başaramamıştır. Tür olarak insanda üst insan olma imkanı vardır. Herkes bu imkanı taşıyor. Sürü insan özgür değil. Çünkü hayır demeyi başaramamıştır. Yapıp etmelerinin hiçbir değeri yoktur.

 Nietzsche’ye göre özgürlük; tek tek kişilerde ortaya çıkan bir ara dönemdir.

 

 

       A.CAMUS:

 

 Metafizik anlamdaki özgürlükle ilgilenmiyor. Absürt bilinci, meta özgürlüğü yok ediyor. Bunun yanında sınırsız bir eylemde bulunma özgürlüğü sağlıyor. Bu durumda insanın varlığı tehlikededir. Çünkü kişi, her şeyi saçma-anlamsız olarak görüyor. O halde insanın korunabilmesi için özgürlüğe sınır çizmesi lazım.

 Camus’da özgürlük iki şekilde:

 1-Eylemlerine sınır koyarak eylemde bulunma; insana şu an olanı vererek onu koruma. Örneğin ‘Veba’da Dr. Rieux, yaptıklarının boş olduğunu biliyor ama yine de yardım etmem gerek diyor.

 2-Eylemlerine sınır koymadan davranma; negatif bir özgürlüktür. Tehlikeli hatta insan varlığının ortadan kalkması sözkonusu. Örneğin zalim Kalikula’nın aynaya bakıp “bu özgürlük, iyi bir özgürlük değil” dediği özgürlük.

 

 “Saçma” olan ne dünyada ne de akılda. “Uyumsuzluk” bu ikisinin arasında. Bunlar birbiriyle örtüşmüyor. Uyumsuzu veren aslında, ‘ölüm bilinci’, insanın öleceğini bilmesi.

 “Tür olarak insanın özgür olmadığı apaçıktır. Ancak uyumsuzluğun bilincine varmak, sınırsız bir eylem özgürlüğü sağlıyor. Bu durumdaki insan ya kendi köşesine çekiliyor ya intahar ediyor ya da başkaldırıyor.

 Camus’a göre iki tür “başkaldırma” var:

 1-Metafizik başkaldırma; ölümlü olmaya.

 2-Tarihsel başkaldırma; tarih içinde insana verilen koşullara başkaldırma.

 

 Camus’ye göre iyi özgürlük, absürdün bilincine varan insanın, kendisine sınır çizerek eylemde bulunması. Dr. Rieux gibi, sonuç alamayacağını bile bile hep şimdiyi vermek ve absürt yaşantı içinde olmak.

 

 Camus’ye göre üzerinde durulması gereken soru:

“Yaşamakta olduğumuz hayatın anlamı sorulduğunda ve bunda bir anlam görülmediğinde intahar etmeli miyiz yoksa etmemeli miyiz?”

 Bu soruyu sıradan insan ve ahrete inanan insan sormaz. Bu soruyu sorduğun da ise kendini uyumsuzluğun içinde bulur.

 Camus’de özgürlük; kişi özgürlüğü ve etik özgürlük.

 Ben sadece kendi özgürlüğümü bilebilirim, İnsanın özgürlüğünü bilemem. Bana özgürlüğü tanrı vermişse bile ölümlü olduktan sonra bunun ne önemi var?

 

   J.P.SARTRE:

 

 “Varoluş, özden önce gelir”. Önce insan vardır. Özü, varolmadan önce tasarlanıp belirlenmemiştir. İnsan doğası belirlememiştir. İnsan, olmak istediğidir. Kendisini ne yaparsa odur. Kendisini tasarladığı şeydir.

 İnsan hem kendisi yapar hem de yaptıklarıyla kendisini tanır.

 İnsan, kendi başına bırakılmıştır. Bu nedenle özgür olmaya mahkumdur. Dolayısı ile insan, her tür yapıp etmesinden sorumludur. Kişi hem kendisinden hem de çağdaşlarından sorumludur. Çünkü insan, hangi çağda gelmek istedini kendisi seçer.

 İnsan kendisini seçerken başkalarını da seçer. Bu nedenle başkalarından da sorumludur.

 Sartre, tanrı olsaydı sorumlu olmayabilirdik ama tanrı yok, der.

IMMANUEL KANT

Çarşamba, Haziran 3rd, 2009

  IMMANUEL KANT (1724 – 1804) :

 

  F. Bacon’un açtığı çığır; Ampirizm, sürdürenler; Locke, Berkeley, Hume.

 

  R.Descartes’in açtığı çığır; Rasyonalizm, sürdürenler; Voltaire, Diderot, Cicero.

 

  Kant, bu iki çığırı yanıtlamaya çalışıyor. Bu konudaki ünlü sözü “görüsüz kavramlar boş, kavramsız görüler kördür”.

  

SAF  AKLIN ELEŞTİRİSİ” adlı eserinden :

 

 Kant’a göre neden – etki; anlama yetisinin şeyleri apriori olarak bilmesini sağlayan tek yol değil. Biz neden –etki bağlantısındaki alışkanlığı deneyden edinmiyoruz. Biz bunu doğuştan apriori olarak getiriyoruz. Bu bilmemizi sağlayan yetiler; deneyden gelen değil, bunlar saf aklın kavramıdırlar. Oysa Hume’a göre bunlar apriori değil, biz bunları deneyden ediniyoruz.

 Hume’un tecrübesi; duyusallıkta, Kant’ın ki ise anlama yetisindedir.

 Kant’a göre, “bütün bilgilerimiz deneyle başlar ama bütün bilgilerimiz deneyden çıkmaz”.

 

 Bilginin Kaynağı Bakımından Yargılar :

 

 1- Aposteriori; deneyden gelen deneyle edindiğimiz yargılar. Buradaki bilgiler, apriori bilgilerin aksine ‘raslantısal’dır.

 

 2- Apriori; deneyden önce gelen. Terminolojisi; tümel, genelgeçer ve zorunlu olması.

 

     a) Saf apriori (saf bilgi); tümel, genelgeçer ve zorunlu olmak, daha çok bilgeler için sözkonusu. Örneğin; ‘her değişmenin bir nedeni olmalıdır’  bu bilgide tamamen bizden gelen kesin bir tümellik var.

 

     b) Saf olmayan apriori; apriori bilgi ama saf değil. Örneğin; “her değişmenin bir nedeni vardır”.

 Saf apriori ile saf olmayan aprioriyi birbirinden ayırma da ölçüt; tümel, genelgeçer ve zorunlu olup olmamalarıdır.

 

 Akıl; anlama yetisinin kavramlarını ilkeler altında birleştirme yetisi.

 

 Saf akıl; bir şeye hiç deney karıştırmadan ilkeler, apriori olarak bilmeye çalışan akıl.

 

Özne-Yüklem Bakımından Yargıların sınıflandırılması:

 

  1- Analitik yargılar (aynı zamanda apriori):

 

      Örnek; “bütün cisimler (özne), yer kaplar (yüklem)”.

      Belli bir kavram daha küçük parçalara ayrılarak analizi yapılıyor. Cismin tanımında zaten yer kaplama vardır. Bu nedenle yukardaki yargı bize yeni bir şey söylemiyor. Bu yargılar; zorunlu, tümel, genelgeçer, deney ve izlenimlere dayanmazlar. Çelişme ilkesine dayanırlar.

 

  2- Syntetik Yargılar (sadece aposteriori olduğu sanılıyor oysa sentetik olduğu halde bazı yargılar aprioridir); burada birbirinin içinde olmayan iki kavram birleştiriliyor.

     Örnek; “bazı cisimler (özne)+ ağırdır (yüklem)”.

      “ 7+5 = 12″

      Bu yargılar bilgimizi artırırlar. Burada yeni bir bilgi sözkonusu. Özneye tanımında olmayan yeni bir şey yükleyerek, yeni bir bilgi elde etme sözkonusu.

 

    a) Syntetik Aposteriori Yargılar; deneye dayanan sentetik yargılar. Örnek; “bazı cisimler ağırdır”.

 

    b) Syntetik Apriori Yargılar (asıl sorun burada); deney öncesi deneye dayanmayan yargılar. Matematiğin bütün önermeleri sentetik aprioridir. ‘7 +5 = 12’ gibi. Bilimin ve geometrinin yargıları da sentetik aprioridir. Bu yargılar bilgimizi hem genişletirler hem de analitik apriori yargıları içerirler. Sentetik deneyle ilişkili yargılar olduğu gibi tümel, genelgeçer ve zorunlu olan apriori yargılardır. Sentetik aprioriyi mümkün kılan; görülerdir.

 

  Bilgilerimizin Oluşumu (Kant bazen bunun tümüne “akıl” diyor) :

 

  1- Duyusallık; duyuları verileri buradan geliyor. Gelen duyu verilerini saf görülere yerleştiriyor. (Trancendental estetik)

 

  2- Saf görüler; kendileri deneyden gelmiyor. İki saf kategorisi var:

 

       a) Zaman (arimetik/artardalık),

       b) Mekan (geometri/ yanyanalık)

           Duyusallık pasiftir. Duyuların verdiğini alır ve saf görülere (saf zaman ve saf mekan) yerleştirir. Bilgilerimiz ancak böyle oluşuyor. Zaman ve mekana yerleştirilmeyen hiçbir bilgi mümkün değil. Sentetik apriori yargılar bunlar sayesinde mümkün. (Trancendental Estetik)

 

  3- Anlama yetisi; aktif olup duyusallığın verdiği üzerine 4 küme halinde 12 kategorisiyle düşünür bağlar kurar, sentez yapar. Deney burada oluyor. Sentetik apriorilerin sentezi yapılınca bilimsel yargılar oluşuyor. (T. Analitik)

 

  4- Akıl; ideleri var. (T. Diyalektik)

 

  Trancendental; nesnelerle değil de, genel olarak nesneleri apriori bilişimizle uğraşan bilgiye diyor.

 

  Trancendental felsefe; bu felsefenin konusu nesnelerin yapısı değil, nesnelerin yapısı üzerine yargıda bulunan anlama yetisi. Oniki çeşit yargıda bulunma var. Bu felsefe nesnelere ait apriori bilginin sistemiyle uğraşan felsefedir, direkt olarak nesnelerle ilgilenmiyor. Nesneleri apriori olarak bilişimizle ilgili bilgilerle ilgileniyor.

 

  Tancendental estetik; duyusallığın apriori ilkeleri.

 

   Trancendental analitik; saf düşünmenin ilkelerini içine alan bilim. Deneyden gelmeyen düşünmenin saf formları.

 

   Trancendental Dialektik; saf aklın idelerinin nasıl ortaya çıktığıyla ilgilenen bilim. Deneyden gelmeyen düşünmenin saf formları ile ilgilenen bilim.

 

   Kant’ın amacı, insan aklının bir eleştirisini yapmak. Neyi bilebiliriz neyi bilemeyiz; kritisizm. Aklın bilimi olan metafizik ile duyusal dünya arasında sınır çizmek. 

 

   Anlama yetisinin yaptığı iş; 1. İdeler üretir, 2. Anlama yetisinin kategorilerini ilkeler altında toplar.

   İde; duyuların kendisine karşılık olarak bir şey sağlamadıkları apriori olan bir saf akıl kavramı. İdeler trancendenttir (aşkındır). İlkeler deneyle ne doğrulanabilir ne de çürütülebilir. İdeler, bilgi değildir.

  

           Saf Aklın İdeleri

             /                  \  

Pratik ideler              Teorik ideler

(bunları duyular sağlamaz, saf akıl kavramlarıdır)

                                                         

   Teorik ideler:

 

 1-Ruh idesi

 

2- Evren idesi; kozmosun nesne olabileceği hiçbir deney olanaklı değildir. Kozmos idesi bütünü içine alır. İnsan aklının ayrılamayan, algılanamayan bir kavramıdır. Bu ide mutlak olarak koşulsuz olanı anlatır. Olanaklı deneyin dünyasında karşılığı yoktur. Bu yüzden deneyin üstünde yükselmeye çalışan düşünce, antinomilere (çelişkilere) düşer. Dört kozmolojik idesi vardır:

a) “Evrenin zaman ve mekan bakımından bir başlangıcı vardır”. Karşıtı; “evren, zaman ve mekan bakımından sonsuzdur”. Zaman ve mekanın bizde olması nedeniyle kesin bir şey söyleyemiyoruz.

b) “Dünyada her şey yalın olandan oluşur”. Karşıtı, “yalın olan hiçbir şey yoktur”. Herşey karmaşıktır.

c) “Dünyada özgürlükten gelen nedenler vardır”. Karşıtı, “özgürlük yoktur”. Herşey doğa yasalarına göredir.

    Çelişkinin olması doğal çünkü bunlar; sentetik apriori değil

d) “Nedenler dizisi sonunda zorunlu bir varlık vardır (ilk neden)”. Karşıtı, “zorunlu olan hiçbir şey yoktur, bu dizide her şey rastlantısaldır”.

 

3- Tanrı idesi; aklın hiçbir koşula bağlı olmayan yanından çıkar.

 

ETİK GÖRÜŞÜ:

 

                         EVREN İDESİ

                                   |

                         ÖZGÜRLÜK :

 

a)Fenomen dünyası (bu dünyayı teorik akıl biliyor); duyulan, algılanan deney dünyası, ‘doğa’.

-Evrende her şey doğa yasalarına göre olup biter.

-Özgürlük yok.

-Doğa yasaları var.

-Zorunluluk var.

-Özgürlük ancak, nedenler zincirini tahrip ederek, varılacak ilk nedende (tanrı) olabilir.

-Bedeni eğilimler nedeniyle insanın beden yanı da bu dünyaya girer.

-Koşullu buyruklar.

-İstekler,  arzular, eğilimler.

-Öznel ilkeler ya da maksimler.

 

b)Numen dünyası (pratik akıl biliyor); düşünülen dünya. Burada özgürlükten gelen nedenler var. Gereklilik yasaları var. Burada özgürlüğü görüyoruz, yaşıyoruz. İnsan kendini özgür olarak biliyor. Eğer zorunlu bir nedensellik olsaydı, insan yasa gereği öyle yaptım derdi.

 “Ben buldum o parayı cebime atarım” değil, bana o paranın sahibini bulmam gerek dedirten ahlak yasaları (gereklilik yasası) var. Oysa doğada zorunluluk var. ‘Bugün yağmur yağması gerekir’ diyemeyiz.

 İnsana “şunu yapmam gerekir, şu gerekmez” dedirten gereklilik yasaları var. Bu ses dışarıdan değil, yine insanın aklından gelen bir ses.

-Koşulsuz buyruklar,

-İsteme,

-Nesnel ilkeler, maksimler.

 

İnsan her iki dünyanın da yurttaşı.

 

YASALAR:

 

 Yalnızca yasa koşulsuz ve gerçekten nesnel. Dolayısıyla; tümel, genelgeçer, zorunlu kavramlarını birlikte getirir. Ve emirler (eğilimler karşı olsa bile) uyulması gereken yasalardır.

 Aslında Kant, yeni bir şey söylemiyor. “Ben varolanı, bilimsel olarak formüle etmeye çalışıyorum” diyor. Ona göre yasa, hem apriori hem de syntetik olmalı. Yani yasa; genelgeçer, tümel ve zorunlu olmalı. Mutlu olmak için yasalar, syntetik apriori olmalı.

 Koşulsuz olarak -yararlı olduğu için değil- iyiyi isteme. Kant, devamlı olarak bunu arıyor. Koşullu olursa apriori olmaz. “Şöyle yapmam gerekir” diyen ahlak yasasının koşulsuz olması lazım. Eğilimleri idare edecek bir yasa değil. Akıldan gelen öyle bir yasa olmalı ki; biz o yasaya uyarız ya da uymayız ama o yasaya uymamız gerektiğini bileceğiz. Önemli olan yasanın, yapılması gerekenin bilinmesi; uyulup, uyulmaması değil. “Hile yapabilirsin ama yapmaman gerektiğini bil”.

 Aslında yapılmaması gerekeni en adi adam bile biliyor. En azından kendisine yapıldığında, yapılmaması gerektiğini biliyor. Kant, eylem ilkesi aramıyor. İnsanın-kendi aklından gelen, koşulsuz olan- eylemlerini yönetecek bir yasa.

 Etiğin bilim olması; etiğin tümel, genelgeçer ve zorunlu olması demek.

 Kant, herkesin yasaya gerekene uymasını beklemiyor. Herkesin, “bu gerekir” diyen yasayı bilmesini istiyor. Burdaki yasa, akıldan gelen koşulsuz buyruk şeklindedir.

 Kant, bilimi bilim yapan syntetik apriorileri görüyor ve etiğin önermelerini de syntetik apriori haline getirerek, etiği bilim yapmaya çalışıyor.

 

 BUYRUKLAR:

 

 Her durumda genel bir yasa olabilecek şekilde olmalı.

a)Koşullu buyruklar(hipotetik); zorunlu, tümel ve genelgeçer değildirler. Koşullara göre eylemde bulunma sözkonusu. İyiyi iyi olduğu için isteme değil, koşullu. Deneye dayalı. “Eğer saygınlık istiyorsan yalan söyleme”.

b)Koşulsuz buyruklar; içeriği yok, biçimi var. Koşulsuz buyruk, koşulsuz olarak iyiyi istemedir. Bu buyruk hem syntetik hem de apriori olmalı. Ancak bu şekilde tümel, zorunlu ve genelgeçer olur. Etik ancak bu şekilde bilim olabilir. Kant. Yasayı buyruk olarak arıyor.

 

  İSTEME :

 

 Kayıtsız şartsız dünyanın dışında bile olsa koşulsuz iyiyi isteme. İyiyi, iyi olduğu için isteme. İnsan iki dünyanın da vatandaşı olduğundan istemeyi, sadece deneysel koşullar belirlemez.

 Yasa hem genel hem de öznel olacak, nesnel değil. Sübjektif ilkelerimize ölçü olacak. Yasa olunca isteme oluyor. İsteme olunca da -yasaya saygıdan dolayı- eylemde bulunuyoruz.

 

 ÖDEV :

 Yasaya saygıdan dolayı yapılan eylemin zorunluluğu ödev, iyiyi istemeyi de içeriyor.

 

 ÖDEVDEN DOLAYI EYLEMDE BULUNMA:

 

        Yasaya saygıdan dolayı yapılan eylemdir.

  Doğanın kendi yasalarına (doğal yasa) uymaması sözkonusu değil ama insan özgür olduğundan ahlak yasalarına uymaması sözkonusu.

  Kişi hiçbir zaman yasaya uymuyor ama yine de yasaya uymam gerekir diyebiliyorsa, kendini aşağılamaya, hor görmeye mahkum etmiş demektir.

  İnsan duyulur dünyada doğa yasalarının altında, düşünülür/numen dünyasında ise ahlak yasalarının altındadır.

  “Gerekir“i deney dünyasından aldığımızdan bir nedensellikle değil, sadece saf akıldan gelen bir nedensellikle diyoruz.

  Düşünülür dünya ile duyulur dünya arasında sentez sözkonusu. Sentetik apriori yargılar, bu iki dünya arasında bizden gelen bağlantı kurmada sözkonusu.

  İnsan, bedeni eğilimleri ile zorunluluk/fenomen dünyasının, dingansich yanıyla da gereklilik/ numen dünyasının üyesidir/yurttaşıdır.

 

      DİNGANSİCH; kendinde şey, şeyin kendisi. Fenomen değil, fenomenin arkasında olan. Bilinç onu bilse de bilmese de olan. Düşüncenin objesi. Duyulur, görülür verisi olmayan. Anlama yetisinin, amprik objenin karşısına koyduğu trancendental bir obje. Böyle bir objeyi düşünebiliriz ama görülemeyi gerçekleştiremeyiz. Ancak ancak teorik akılla bu kavrama belli bir açıdan içerik kazandırabiliriz.

  Özgürlük ahlak yasasının varlık nedeni, ahlak yasası da özgürlüğün bilinme nedenidir.

  Gerekir diyen insan özgür insandır. İnsan diyebildiğine göre özgürdür.

 

DENEY; duyusallık yoluyla elde edilen kavramların bir kategoriye oturtulması

MEKAN; dış nesnelerin saf biçimidir. Her dış nesne zorunlu olarak başka nesnelerle yan yana algılanır. Tek başına bir nesne algı nesnesi olamaz.

 

 Kant, nesnelerle değil, nesneleri apriori olarak bilişimizle ilgili bilgiye bakıyor.Bu nedenle de yatığı işe Trancendental Felsefe diyor.  

   

 Locke, Hume, Berkeley (amprikler), duyusallığı düşünüyor ama anlama yetisini düşünmüyor. Rasyonalistler ise anlama yetisini düşünüyor ama duyusallığı görmüyorlar. Kant, her ikisini de uzlaştırmak için şöyle söylüyor:

 “ Görüsüz/ algısız kavramlar boş, kavramsız görüler kördür”.

 

 ÖZGÜRLÜK; ahlak yasasını isteme.

 

 NEGATİF ÖZGÜRLÜK; zorunluluğa/ doğa yasalarına bağlı olmadan eylemde bulunmak. Belirlenmeme imkanı istiyor. Aklın kendi yasasını, kendisinin koymadan eylemde bulunması.        

POZİTİF ÖZGÜRLÜK; aklın kendi yasasını kendisinin koyarak eylemde bulunması. İnsanı yüce kılan bu özgürlüktür.

 Negatif özgürlük olmadan pozitif özgürlüğe geçemiyoruz.

 Kant’a göre, duyusallığın verdiği, bilgi değildir.

 

Deneysel yargılar:

a)Deney yargıları(nesnel yargılar)

b)Algı yargıları

 

Elmanın ‘tatlı’ olması benim için geçerlidir, ‘elma’ için değil. Algı yargısı, anlama yetisinin kavramlarından birine verilmediğinde mümkündür.

Bir algı yargısının, deney yargısına dönüşmesi:

“Güneş var ve taş ısınıyor” bu bir algı yargısıdır. Bu işi anlama yetisi yapıyor ama anlama yetisinin kavramları verilmiyor. Biz sadece karşılaştırma yaparak nedene de, nedenselliğe de ulaşamayız.

 “Güneş taşı ısıtır”. Algı yargısı+ anlama yetisinin ‘neden’ kavramı.

(Kant, insanın yargılarına bakarak bir ayrım yapıyor)Dar anlamda akıl, duyusallığın verdiği üzerine bir şey katmıyor. Saf aklın ortaya koyduğu yargılar aprioridir ama syntetik değildir. Deneysel bilginin olanaklılığı anlama yetisinin kavramlarıyla olur. Deneyin olanaksızlığının yasaları, doğanın da yasalarıdır.