Posts Tagged ‘üst insan’

NAPOLYON

Perşembe, Ağustos 14th, 2014

 – Acı çekmek, ölmekten daha çok cesaret ister.

-Yenile yenile yenmesini de öğreneceğiz.

– Siz istediğim parayı verin, ben her savaşı kazanayım.

– Her ordu, dolu mideyle yol alır.

– Savaşarak ölmek kahramanların, intahar etmekse korkakların imtiyazıdır.

Zafer; savaşta kovalayan, aşk da ise kaçan erkeğindir.

– Zafer geçici, belirsizlik ise ebedidir.

– Bana Türklerden kurulu bir ordu verin, size dünyayı esir alayım.

– “Türkler öldürülebilir” fakat mağlup edilemezler.

– Eğer dünya tek bir devlet olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.

– Kadınlar savaş için, bize gerekli olandan daha fazlasını üretebilirler.

Bana iyi analar verin, size iyi vatandaşlar vereyim.

– Bir toplumun gelişmişliğini görmek için, o toplumdaki kadınlara bakınız.

Güzel kadın göze, iyi kadın kalbe hoş görünür. Birincisi pırlanta, ikincisi hazinedir.

– Budalalar geçmişten, akıllılar şimdiki zamandan, deliler de gelecekten bahseder.

Büyük felaketler, büyük insanların yetiştiği okuldur.

– Diplomat, iyi giyinmiş polis kuvvetidir.

– Dünyada taklit edilemeyen tek şey, cesarettir.

En büyük suç, umutsuzluktur.

– En iyi lider, en iyi umut taciridir.

– En kısa yol, bilinen yoldur.

Fırsat çıkmadıkça, kabiliyetler çok az işe yarar.

– Devlet, yalnız mahmuzlar ve çizmelerle yönetilir.

Güç ortaya çıkınca, kanunlar zayıflar.

Günah çıkarmanın en kestirme yolu, intahar etmektir. Zaten intahar da itirafın ta kendisidir.

– Hafızasız baş, bekçisiz kaleye benzer.

Herşeyi konuşabilen insanlar, herşeyin üstesinden gelebilir.

– Herkesi dinlerim ama kendi doğru bildiğimi yaparım.

İnsanı yaralayan tek şey, gerçektir.

İnsanı yücelten iki şey vardır; korku ve merak.

– İnsanın dostu yoktur, saadetin dostu vardır.

Üstün insan, kimsenin yolu üstünde değildir.

– Sizin asaletiniz, sizinle birlikte toprak olacak ancak benim asaletim, benimle birlikte başlıyor.

En tahammül edilemez zorbalık, küçük adamlarınkidir.

– Devlet adamının kalbi, beynidir.

– Bu kadar şey yaptım ama geriye kala kala, bir medeni kanun kaldı. Bu kadar zaferlerimi, bir Waterloo mahvetti ama geriye kala kala, elimde şeref duyduğum bir “Fransız Medeni Kanunu” kalmıştır.

– Sadece kaba güçle hiçbirşey kurulamaz. İki şey dünyayı egemenliğinde tutar; biri kılıç diğeriyse düşüncedir. Kılıç eninde sonunda düşünceye yenilir.

Şans, detaylara özel dikkat etmekten geçer.

Tarih, herkesin üzerinde anlaştığı yalanlar bütünüdür.

– Aşk kadın için, para sizin için, şeref benim için.

 

İNSAN VE ZAMAN

Salı, Mayıs 20th, 2014

İNSAN VE ZAMAN

– Kuşkusuz en büyük önyargı, etrafımızdaki herkesi insan sanmamızdır. (C. Bukowki)

– İnsanın en temel araştırması, yine insandır. (A. Pope)

– İnsan için araştırılması en ilginç olan; insandır. (Goethe)

Kendini tanı. (Sokrates)

***

İlim, ilim bilmektir

ilim kendini bilmektir

sen kendini bilmezsen

ya nice okumaktır.

YUNUS EMRE

***

– İnsan, sosyal bir hayvandır. (Aristoteles)

– İnsan, her şeyin ölçüsüdür. (Protogoras)

– İnsan, makrokozmosta bir mikrokozmostur. (Scheler)

– İnsan yediği şeydir ve insan, insanın “tanrısıdır”. (Feurbach)

 – İnsan, insanın kurdudur. (T. Hobbes)

– İnsan, doğuştan “antisosyaldir” ve tüm davranışlarının altında, “baskılanmış cinsel dürtü” vardır. Toplum, ihtiyaçlarını karşıladığı oranda sosyalleşir.”(Freud)

– İnsan “simgeleştiren” hayvandır, bu sayede düşünür. (E. Cassirer)

– İnsan olmak istediği, kendisini tasarladığı şeydir. (Sartre)

– Bugünkü insan, “hayvan” ile “üst insan” arasında gerilmiş bir konumdadır. (Nietzsche)

– İnsan ağlar, tanrı güler. (M. Kundera)

– Her şey, bir insanı sevmekle başlar. (Sait Faik)

– Zatına bir hoşça bak! Zira alemin özü, varlıkların gözbebeği olan insansın. (Şeyh Galip)

“Bir insan” hiçbir şeydir ama hiçbir şey de “bir insan” değildir. (Dickens)

– İnsan, “tanrının” taklitçisidir. (Ahmet Ağı)

– İnsan dama taşı, oyunu oynayan da tanrı. (Ömer Hayyam)

***

– İnsan, oyun oynayan varlıktır.

– İnsan, en gelişmiş ilkel yaratıktır.

***

– İnsanların sıkıntılarını yönetme şekli, kendi yapılarını gösterir. (“Bay Mercedes” filminden)

***

– Herkes fıtratına uygun kişilerle, olması gereken yerdedir. (ŞEYH EDEBALİ)

– Karakterin ne ise kaderin odur. (HERAKLEİTOS)

– Coğrafya kaderdir. (İBN-İ HALDUN)

***

– Seni anlatan iki şey vardır, hiç bir şeye sahip değilken gösterdiğin sabır ve her şeye sahipken gösterdiğin tavır.

– İnsanların birbirlerini daha iyi anlayabilmeleri için, aynı dili konuşmaları değil, aynı duyguyu paylaşmaları önemlidir.

– Her şeyin üstüne gelip, seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme, çünkü orası, gidişatın değişeceği yerdir.

– Kusursuz dost arayan, dostsuz kalır.

MEVLANA

– Bugün, dünden iyi sadece yarından daha kötü.

***

– Dün ile bugünü kavga ettirirseniz, yarından da olursunuz. (Churchill)

***

– Bugünü yarının bir provası olarak yaşayanlar, hiçbir zaman bugünü yaşayamazlar.

– Nostaljinin fazlası, gelecekten kopmadır.

***

–  Her güne kendi acısı yeter. (A. Maurois)

– Dün dünde kaldı cancağazım, bugün yeni şeyler söylemek lazım. (Mevlana)

***

Uğraşamam dünümle ve dünümdekilerle.

Ben yarına bakarım yanımdakilerle

(Cemal Süreya)

***

–  Gün doğmadan neler doğar, gün ola harman ola…

– Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner.

***

– Tarih, öğretir. (Latin atasözü)

***

– Tarih, insanın bozduklarıdır.

– Tarih, kazananların kaybedenlere yazdığı menkıbelerdir.

– İnsanlık tarihi, kurallarını tanrının koyduğu medeniyet kurmaca oyunudur.

– Tarih, eserlerini iki defa oynarmış, önce trajedi sonra da komedi olarak.

***

– “İnsanlık tarihi”, bir kavram tarihidir. Öznenin, nesnel gerçekliğini” kavrama” dönüştürme sürecidir… İnsanı yapan, “tarih”tir. (Hegel)

– Tarihte ne olmuşsa, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur. (Marx)

– Tarihi yapan, insandır…(Marx)

–  İnsanlık tarihi, sınıf çelişkisinden ibarettir. (Marx)

– Tarih, herkesin üzerinde anlaştığı yalanlar bütünüdür. (Napolyon)

– Tarih, ebedi döngüsel harekettir…(Nietzsche)

– Zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır. (Peyami Safa)

Dualite; ontolojik değil, epistemolojiktir. (YAŞAR NURİ ÖZTÜRK)

– Tanrı; mutlak zaman, mutlak mekan, mutlak hareket, mutlak beden ve mutlak ruhtur. (E. Er Razi)

– Zamana küfretmeyin, O, “Allah“ın ta kendisidir. (Hz. Muhammed)

– İnsanlık için zafer kazanmadan ölmek, bir utançtır. (Horace Mann) 

—-

– Zaman, herşeyin üzerinde bir sarkaçtır.(Ahmet Ağı)

– İnsanlık tarihi bir eylem olarak; kendini bilme, tanıma ve geliştirme sürecidir.(Ahmet Ağı)

– İnsanlık tarihi; dünya tarihinin, dünya tarihi ise evrensel tarihin bir sonucudur.  (Ahmet Ağı)

ÖZGÜRLÜK FELSEFESİ

Perşembe, Temmuz 30th, 2009

              

 

   İOANNA KUÇURADİ:

 

Özgürlüğü bir bütün olarak ele aldığımızda işin içinden çıkmak hayli zor. Bu nedenle özgürlüğü üçe ayırarak ele alıyoruz:

1-Antropolojik özgürlük (olanak):

   a)Kozmolojik:

      *İsteme

   b)Ontolojik:

      *Olmada

      *Yapmada

2-Etik özgürlük (gerçeklik)

3-Toplumsal özgürlük (gereklilik)

 

 Antropolojik özgürlük; tür olarak insanın özgürlüğü. Burada aranan olanak; insan nerede olursa olsun özgür olma olanağı var mıdır? Yani insanın yapısında özgürlük var mıdır? Varsa nereye kadar ölçüsü ne?

 Din konusundaki özgürlükler, isteme, irade özgürlükleri buraya girer.

 Etik ve toplumsal özgürlük araştırılmadan önce, tür olarak insanda özgürlük olanağının olup olmadığına bakılması gerekir.

 

PLATON (Seçme  Özgürlüğü):

 

 Herkesin kendi yaşam tarzını seçmesi elinde ancak seçtikten sonra o hayat tarzının gerektirdiklerini yapmak zorunda.

 Seçmedeki özgürlükle ondan sonraki zorunluluk arasında bir çelişki yok. Çünkü o zorunluluğu ben kendim seçiyorum. Suçlayacağım hiç kimse yok. Eğer olsaydı özgürlükle çelişirdi. Soğuk suya bile bile atlıyorsam üşüyeceğimi kabul ediyorum demektir. Herkes seçtiği hayatın sonucun a katlanmalıdır. Herkes tek tek eylemlerinden sorumludur.

 

ARİSTOTELES (Seçme Özgürlüğü):

 

Eylemler:

1-İstekli

2-İsteksiz; zor altında ya da bilgisizlik yüzünden yapılan eylemler. Eğer eylemin nedeni yapanın dışında ise yapanın eylem üstünde hiçbir etkisi yoksa o zaman eylem, zor altında yapılmış eylemdir. Zor altında istemeyerek yapılmış eylem, acı verir. Sadece acı, pişmanlık getiren eylemler istemeyerek yapılan eylemlerdir.

 Bilgisizlikten dolayı yapılan eylemler:

 *İstemeyerek yapan pişmanlık duyuyorsa,

 *İsteyerek yapan pişmanlık duymuyorsa.

 

  Hedefi istediğimize ve hedefe götüren yolları düşünüp yeğlediğimize göre bu yollar ile ilgili eylemler tercihe dayanır ve isteyerek yapılır. Bu yüzden de hem erdemli olma hem de kötü olma bizim elimizdedir.

 Tercih, isteyerek yapılır. İnsanın yalnız kendi çabalarıyla elde edeceğini düşündüğü şeyler için sözkonusu.

 İstek; sonuçla, tercihi sonuca götüren yollarla ilgilidir. Tercih, enine boyuna düşünülerek varılan karar. Yapma gücü elimizde olan şeyler üzerine enine boyuna düşünürüz. Kanıda; doğru ya da yanlış tercihte; iyi-kötü sözkonusudur.

 Bilgisizlikten dolayı, enine boyuna düşünemediği için iyiye ulaşmak istese de kötüye ulaşabilir.

 Erdem de erdemsizlik de isteyerek. İyi ya da kötü olmak elimizde. Eylemlerimizden sorumluyuz. Bilgisizlikten dolayı öyle yaptıysan yine bilgisizliğinden sen sorumlusun. Herkes bütün tek tek eylemlerinden sorumludur. Aristo’da  ‘yapmada’ da ‘olmada’ da ontolojik anlamda özgürlük  var.

 

      DESCARTES (Kozmolojik Özgürlük) :

 

 İki tarz düşünme var:

1-Anlama yetisinin algısı.

2-İstemenin işleyişi.

 

 Anlama yetisinin sınırları daha dar. İstememizin ise sonsuza uzanabilecek  kadar geniş.

 Descartes’e göre anlama yetimizin sınırları dar olduğu için istememizi de kullanarak, açık seçik şeyler üzerine yargıda bulunuyoruz.

 Açık seçiklik anlama yetisinin bir özelliği, çünkü sınırları dar.

 Bulanıklık, yanlışlık ise istemenin bir özelliği, çünkü sınırları geniş. Ancak istememiz, anlama yetisinin onayını alırsa açık seçik olana ulaşır. Sadece istememizle hareket ettiğimizde, bilgilerimiz bulanık oluyor ve hata yapıyoruz.

 Her ne kadar tanrı tarafından belirlenmişse de tanrı bize anlama yetimizle hatalarımızı ortadan kaldırmayı da vermiştir. Hata yapıp yapmamakta özgürüz.

 

 Hata yapmak istemediğimiz halde nasıl istememizin elinde oluyor?

 Açık seçik şeyler hakkında yargıda bulunursak hata yapmayız.

 Madem tanrı her şeyi önceden ayarlamış, o halde nasıl oluyor da yine istememiz bizim elimizde oluyor?

 Açık seçik olanları onayladığımızda hata yapmayız. Çünkü tanrı bizi aldatmaz ancak biz gerekeni yaparsak.

 Descartes’da kozmolojik özgürlük var. İsteme ve irade özgürlükleri var. Bu özgürlüklerden etik sonuçlar çıkarabilir.

 

               “Felsefenin İlkeleri” kitabından:

 

“Doğrusu tanrı bizi, yanılmamıza hiçbir zaman olanak vermeyecek ölçüde büyük bir bilgi ile zenginleştirebilirdi Ancak bunu vermedi diye sızlanmaya hakkımız yok. Ona bize verdiği nimetlerden dolayı şükretmeliyiz. Bize vermedikleri için de yakınmamalıyız. Çünkü yanlışın yapısını oluşturan eksiklik; istencin bu kötü kullanılışında bulunur. Evet, yanlışlık benim yaptığım işte bulunur. Yoksa ne tanrıdan aldığım yetide ne de hatta yaptığım işin tanrıdan gelen kısmında bulunur”.

 

                 AUGUSTİNUS:

 

 Bir olanak olarak, antropolojik özgürlük var. İnsanların iyiyi ya da kötüyü seçmeleri ellerindedir.

 Soydan gelen bir günah var fakat herkesin kendi içine dönme yani tanrıya dönme olanağı vardır. Tanrı herkese kendini buldurma çağrımını ve hissini de vermiştir.

 Herkesin kendi içine dönmesiyle yani iyi bir şekilde yaşamasıyla ilk günahtan kurtulup ilk günahtan kurtulup gökyüzü devletine girme olanağı olduğu gibi  tam tersine, insanın dışa dönmesi yani ruhun bedenin arzularına, itilimlerine uyarak yaşama olanağı da elindedir. Dolayısıyla herkes davranışlarından sorumludur. Çünkü, nasıl davranacağını kendisi belirliyor.

 

             SPİNOZA:

 

 İrade özgürlüğü yok. Tanrının kendisi hür fakat eserlerini neden irade özgürlüğü içinde yaratmıyor?

 Bizim yapıp etmelerimizi özgürlük içinde yaptığımız aslında bir sanıdır. Gerektirilmiş nedenlerden dolayı öyle davranıyoruz. Zorunluluk var ama biz görmüyoruz. Önemli olan insanın bu zorunluluğun farkına varması. Bunun fakına varan insan; bilge insandır.

 Etika”dan:

 Tanım-7:

 “Sırf kendi tabiatının zorunluluğu ile varolan ve etkinliği yalnız kendisi ile gerektirilmiş bulunan şeye ‘hür’ diyorum. Kesin ve gerektirilmiş bir şart içinde varolmak ve etki yapmak için kendisinden başka birisiyle gerektirilmiş olan şeye ‘zorlama’ diyorum.

Önerme-32:

 “İradeye hür neden denemez yalnızca zorunlu neden denir”.

 Evren de ruh da zorunlu bağlantılardan çıkıyor bu nedenle irade özgürlüğü yok.

 Herşey zorunlu bir nedensellikle oluyor. Tanrının dışında hiçbir şey kendi tabiatının zorunluluğuyla kendi kendisinin nedeni değil.

 Tek tek nesneler hep başka bir nesneyi gerektirdiklerinden nesneler arasında kesintisiz bir bağlantı vardır. Bu kesintisiz bağlantılar rastlantıyı ortadan kaldırıyor.

 Aynı zincir düşünce atributumunda da olduğundan her olay başka bir olayı gerektiriyor. Dolayısıyla ruhsal dünyada irade özgürlüğü yoktur. Özgürlük bir kuruntudan başka bir şey değildir. Özgürlük ve rastlantı var dememiz asıl nedenleri bilmemizden kaynaklanıyor.

 

           HUME:

 

 Zorunluluk sadece olgu sorunlarında oysa gerçeklikte böyle bir zorunluluk yok. Yarın güneş doğabilir de doğmayabilir de. Güneşin yarın doğacağını söylemek sadece şimdiye kadar hep doğduğunu gördüğümüzden bir alışkanlıkla doğacağına inanıyoruz.

 Neden- etki olgularında; doğada nasıl bir art ardalık varsa aynı şekilde istememiz de ve eylemlerimizde de bir art ardalık var. Bu art ardalığı bizdeki zorunluluk ideasından dolayı, zorunluluk olarak açıklıyoruz. Zorunluluk ideası nesnelerin kendisinden değil bizde var.

 Birşeyin art arda olması her zaman olacağını göstermez. Her zaman böyle olacaktır diye zorunluluk ilişkisi kuran biziz.

 Özgürlük, rastlantısal ya da nedensiz eylemde bulunmak demek değildir.

 Özgürlüğün tanımını yaparken şu iki koşulu anlayacağız:

 1-Olgu sorunlarında tutarlı olması.

 2-Kendisiyle tutarlı olması.

 Bunun böyle olması anlama yetimizin sınırlılığından. Özgürlük, gördüğümüz zorunluluğun ta kendisidir. Özgürlük, zorlamanın değil zorunluluğun karşıtıdır. “Rastlantı” diye bir şey yoktur.

 Hareketsiz durmayı, hareketli olmaya tercih edersek hareketsiz durabiliriz. Zorunluluk, tercih ettiğimizi yapmak.

 Hume göre tartışma tamamen dilseldir. Biz onu açık açık anlatabilirsek bu sorun ortadan kalkar.

 Hume, “özgürlük” var mıdır, yok mudur ona bakmıyor. Sadece şunu anlarsak var, şunu anlamazsak yok. Bu bizim özgürlüğe bakışımızla ilgilidir.

 

  KANT:

 

 Özgürlüğün ne olduğu ile ilgileniyor, olup olmadığıyla değil.

 Kant’a göre, “Özgürlük, ahlak yasasının varlık nedeni. Ahlak yasası ise özgürlüğün bilinme nedenidir”.

 Negatif  özgürlük’; belirlenmeme imkanı. Zorunluluğa bağlı olmadan eylemde bulunma imkanı. Bunu sağlayan saf akıl.

 Aklın kendi kendine yasa koyması ise ‘Pozitif özgürlük’ dür. Aklın kendi kendisini belirlemesi.

 Özgürlük ahlak yasasını isteme. Öznel ilkeleri ahlak yasasına uygun olduğu zaman o insan özgürdür.

 Negatif özgürlük yoksa, pozitif özgürlük de yok.

 Ahlak yasasını isteme; iyiyi isteme olacağından hem kendimizi hem de başkalarını koruyabiliriz.

 

   HEGEL: (Antropolojik özgürlük)

 

 Geçekliğin en temel öğesi ‘ide’dir. Ortaya çıkan her şey idenin bir görünümüdür. Gerçekliğin yapısı ide. Oluşmayı sağlayan ilke ise diyalektiktir. İde, kendisinde ve kendinde hakiki olan. Hem bir kavram hem de gerçek olandır. Her şey onun görünümüdür. Varlık bakımından ilk şey, bilinme bakımından ise son şeydir.

 Hegel’e göre her şey işlerliğini zorunlulukla yapıyor. Önemli olan bu zorunluluğun bilincine varmak. İnsanı özgür kılan bu bilinçtir.

 Hegel, “doğulular bu bilince ulaşmadıkları için özgür değildirler” der.

 Geist kendini, dünya tarihi içinde her şeyin temeli, taşıyıcısı olan ideye doğru yavaş yavaş yayarak ilerlemektedir. İnsanın da her türlü düşünme ve eylemde bulunmasını geistın kendini yayması belirliyor. İnsanın özgürlüğü, geistın kendisini yaymasına bağlıdır. Geist kendisini ne kadar yayarsa, o kadar özgür oluruz.

 Geist, kendisini tam olarak yaydığında yani ideye ulaştığında tamamen özgür olacaktır. İnsan bu diyalektik gidişi bilirse özgür olur.

 

  SCHOPENHAUER :

 

 Hegel’de ide ne ise Schopenhauer’de de onun yerine ‘isteme’ var. İsteme, varolan her şeyi varkılan şey. Görüntü olarak dünya; istemenin nesneleşmiş halidir.

 İstemenin ilkeleri; değişmez, öncesiz ve sonrasızdır, özgürdür. Kendisi obje haline getirilemez. Doğrudan doğruya bilgi konusu yapılamaz. Her şeyin temeli ve bir ve tektir. En önemlisi sonsuz bir çatışmadır. Dünya dediğimiz şey, bu özellikleriyle istemenin nesneleşmesidir.

 İsteme, ideler aracılığı ile nesneleşir. Bu ideler; insanlar, hayvanlar, organik ve anorganiktir.

 Schopenhauer’da insanda iki anlamda özgürlük var:

 1-Negatif özgürlük; insanın dünyaya gelmesini belirleyen hiçbir şey yok, tamamen rastlantısal.

 2-Olanaklar özgürlüğü; bir kişi birdenbire bir tek durumda bilgisel bir aydınlanmayla istemesini yok edebiliyor. İnsan istemesine boyun eğdiğinde, sürekli bir istemeden diğerine gidip geliyor. İsteme onu yönlendiriyor. İki istek arasındaki dönem; bunalım dönemidir. Bu dönemde kişi birdenbire istemenin kendisini yönlendirdiğini anlar, farkına varır. Bu bir kişide bir defa gerçekleşir. Bu kişi, isteklerinden kurtulur, artık o nedensel oluş dünyasından çıkmıştır. Zaman mekan dışıdır. Artık o, özgürdür.

 

 Selahattin Hilav’ın “Felsefe el kitabı”ndan;  Schopenhauer:

 

 Mutlak varlığın bir varolma ya da yaşama isteği olduğunu ileri sürdü. Kör bir istencin bütün varlıkların temelinde bulunduğunu, evreni oluşturduğunu, insanın da bu istencin ürünü olduğunu söyledi. Ona göre yaşam sürekli bir acıdan başka bir şey değildir.

 Varolma isteği bizi sürekli olarak etkisi altında tutar. Sonunda kötülük ve acıdan başka bir şey vermeyen davranışlara sürükler. Aslında önemli olan bizim bireysel varlığımız değildir, insan türünün devamıdır. Bundan ötürü insanoğlu evrensel istencinbir oyuncağıdır. Ve sürekli aldanış içinde bulunur.

 Ne var ki insanoğlu, kavrayış gücü ve zekası ile bu istenci ortadan kaldırıp yok edebilir. Böylece temiz ve ahlaki bir yaşam sürebilir. Acı veren bütün istek ve tutkuların ötesine geçebilir. Bunu başardığında artık özgürdür.

 

   NİETZSCHE :

 

 Özgürlük tüpleri:

 1-Sürü insan; içinde bulunduğu değerleri yüklenerek, onlara uyarak, onların dışına çıkmadan ömür boyu yaşamaya devam eden insandır.

 2-Nihilist tip; bu tip tüm değerlere hayır diyor. Hiçbir değer onun için değerli değildir.

 Nihilist tip kendini iki şekilde gösterir:

 *Aktif nihilist (anarşist); saldırgan, kırıp döken, yerine bir şey koymayan.

 *Pasif nihilist; kendi köşesine çekilir, tüm dış dünya ile ilişkisini keser. Hiçbir değerlendirme yapmaz.

 

 Nietzsche’ye göre nihilist dönem mutlaka aşılması gereken bir dönemdir. Bu dönemde kalmak çok tehlikelidir. Bu dönem aşılmazsa kişiyi yok olmaya, çöküntüye götürür.

 

 3-Yaratıcı tip; bu durumda özgürlük bir kişi tipi olarak karşımıza çıkıyor.

 Özgürlük; değerlere hayır diyebilme durumu. Kişinin kendisini aşmasında zorunlu olarak geçtiği bir ara dönem.

 Özgür insan; ‘üst insan’dır. Tür olarak insanda üst insan olma imkanı vardır. Herkes bu imkanı taşıyor. Sürü insan özgür değil. Çünkü hayır demeyi başaramamıştır. Tür olarak insanda üst insan olma imkanı vardır. Herkes bu imkanı taşıyor. Sürü insan özgür değil. Çünkü hayır demeyi başaramamıştır. Yapıp etmelerinin hiçbir değeri yoktur.

 Nietzsche’ye göre özgürlük; tek tek kişilerde ortaya çıkan bir ara dönemdir.

 

 

       A.CAMUS:

 

 Metafizik anlamdaki özgürlükle ilgilenmiyor. Absürt bilinci, meta özgürlüğü yok ediyor. Bunun yanında sınırsız bir eylemde bulunma özgürlüğü sağlıyor. Bu durumda insanın varlığı tehlikededir. Çünkü kişi, her şeyi saçma-anlamsız olarak görüyor. O halde insanın korunabilmesi için özgürlüğe sınır çizmesi lazım.

 Camus’da özgürlük iki şekilde:

 1-Eylemlerine sınır koyarak eylemde bulunma; insana şu an olanı vererek onu koruma. Örneğin ‘Veba’da Dr. Rieux, yaptıklarının boş olduğunu biliyor ama yine de yardım etmem gerek diyor.

 2-Eylemlerine sınır koymadan davranma; negatif bir özgürlüktür. Tehlikeli hatta insan varlığının ortadan kalkması sözkonusu. Örneğin zalim Kalikula’nın aynaya bakıp “bu özgürlük, iyi bir özgürlük değil” dediği özgürlük.

 

 “Saçma” olan ne dünyada ne de akılda. “Uyumsuzluk” bu ikisinin arasında. Bunlar birbiriyle örtüşmüyor. Uyumsuzu veren aslında, ‘ölüm bilinci’, insanın öleceğini bilmesi.

 “Tür olarak insanın özgür olmadığı apaçıktır. Ancak uyumsuzluğun bilincine varmak, sınırsız bir eylem özgürlüğü sağlıyor. Bu durumdaki insan ya kendi köşesine çekiliyor ya intahar ediyor ya da başkaldırıyor.

 Camus’a göre iki tür “başkaldırma” var:

 1-Metafizik başkaldırma; ölümlü olmaya.

 2-Tarihsel başkaldırma; tarih içinde insana verilen koşullara başkaldırma.

 

 Camus’ye göre iyi özgürlük, absürdün bilincine varan insanın, kendisine sınır çizerek eylemde bulunması. Dr. Rieux gibi, sonuç alamayacağını bile bile hep şimdiyi vermek ve absürt yaşantı içinde olmak.

 

 Camus’ye göre üzerinde durulması gereken soru:

“Yaşamakta olduğumuz hayatın anlamı sorulduğunda ve bunda bir anlam görülmediğinde intahar etmeli miyiz yoksa etmemeli miyiz?”

 Bu soruyu sıradan insan ve ahrete inanan insan sormaz. Bu soruyu sorduğun da ise kendini uyumsuzluğun içinde bulur.

 Camus’de özgürlük; kişi özgürlüğü ve etik özgürlük.

 Ben sadece kendi özgürlüğümü bilebilirim, İnsanın özgürlüğünü bilemem. Bana özgürlüğü tanrı vermişse bile ölümlü olduktan sonra bunun ne önemi var?

 

   J.P.SARTRE:

 

 “Varoluş, özden önce gelir”. Önce insan vardır. Özü, varolmadan önce tasarlanıp belirlenmemiştir. İnsan doğası belirlememiştir. İnsan, olmak istediğidir. Kendisini ne yaparsa odur. Kendisini tasarladığı şeydir.

 İnsan hem kendisi yapar hem de yaptıklarıyla kendisini tanır.

 İnsan, kendi başına bırakılmıştır. Bu nedenle özgür olmaya mahkumdur. Dolayısı ile insan, her tür yapıp etmesinden sorumludur. Kişi hem kendisinden hem de çağdaşlarından sorumludur. Çünkü insan, hangi çağda gelmek istedini kendisi seçer.

 İnsan kendisini seçerken başkalarını da seçer. Bu nedenle başkalarından da sorumludur.

 Sartre, tanrı olsaydı sorumlu olmayabilirdik ama tanrı yok, der.

F. NİETZSCHE

Cumartesi, Haziran 6th, 2009

  FRİEDRİCH NİETZSCHE (1844-1900) :

 

“Evli bir filozof ancak komedilere ait olabilir”.

                                                         Nietzsche

 Nietzsche, ilk evrelerinde kültürel değerlere saygı duyuyor. Bu ilk devrinde Kant’ı, Wagner’i över, Schopenhauer’e “hocam” der.

 “Ben gelecek olanı ve başka türlü olamayacak olanı ortaya koyuyorum” der. Bir evrenin zorunlu olarak geleceğini söyler, bu evre; ‘nihilizm’dir. Zamanın nihilist olduğunu söyleyerek kendisi için “Avrupanın ilk ve en önemli nihilistiyim” der.

 Kendini “özgür ruh” olarak niteleyen Nietzsche, en önemli görevinin kemikleşmiş önyargıları çürütmek olduğunu söyler. Bu da 3 şekilde olur:

1-“Hakikate olan inancın yıkılması”; hakikate inanma ve bilimin ilerlemesinden zevk alınan bir devirdir.

 Nihilizmden anlaşılacak hiçbir hakikat yoktur.

2-“Moralden beklenecek hiçbir şey yoktur”; nihilizm, mutlak anlamsızlığa, değersizliğe inanmaktadır. Moral, koyduğu kuralları uygulatamaz.

3-“Dinden beklenecek hiçbir şey yoktur”; nihilizm, hristiyanlığı da reddeder. Hristiyanlık içinden çökmek zorundadır çünkü bu inanç, ta başında hayattan kopmuştur.

 “Tanrı öldü, Onu biz öldürdük, biz katiller katiliyiz” der.

 Nihilizmde pozitif olan, onun bir geçiş dönemi olmasıdır. O, nihilizmi üstlenerek bu durumu aşmak ister. Bu nedenle nihilizme ümitle bakar, üstünde ne tanrı var ne de insan. Nihilizm, yeni kararların verileceği bir dönemdir. Değerlerin yeniden değerlendirilmesi yapılarak, yeni değerler yaratılmalıdır. Bu değerlendirme ve yaratma, tanrı tarafından değil, insan tarafından yapılacaktır.

 İnsan kendini aşmaya çalışan bir varlıktır. Bu yeni insan şimdiki insandan daha yüksek ama tanrı da olmayan; ‘üst insan’dır. Şimdiki insan; “hayvan’ ile ‘üst insan” arasında gerilmiş bir iptir. İnsan, hayvanı aşmıştır ama şimdi aşılması gereken kendisidir.

 Hayatın temelinde olan; “güç istemi”dir. Nietzsche, varolanın temeline “güç istemi”ni koyar.

 Aslında bu hayatın bir amacı yok, aynı olanın ebedi olarak geri dönüşü sözkonusu. Hayat sadece değişmelerden ibaret. Bu hiçlik, nihilizmin en uç noktasıdır. Aynı olanın ebediyyen geri dönmesi.

 Olan biteni, bütünü, sürekli dönüşü görmek ama yine de bir uyum olduğunu görmek, işte buna evet demek. Tam da nihilizm bu işte. Ancak bunu yine de aşmak mümkün; hiç içindeki oluşu görüp buna evet demek, onu sevmek (burada Nietzsche, Herakleitos’tan etkilenmiştir).

 

 Nietzsche’nin düşünmesini belirleyen 3 faktör:

1-Klasik Yunan kültürünü araştırması.

2-Richart Wagner’in müziğine olan saygısı, onu övmesi ve o müzikten bir takım şeyler beklemesi.

3-A.Schopenhauer’e saygısı, onun pesimizmini bir ölçüde üslenmesi.

 

 Bunlar 1876’lara kadar Nietzsche’nin düşüncesini belirleyen etkenlerdir. Bu dönemde klasik kültüre bağlı ve saygılı.

 Ona göre Yunan kültürünün çıkış noktası; Apollon ve Dionysos’tur. Bu kültürün çöküşünü de Sokrates’e bağlar. Batı kültürünün temel özelliğidir, Sokratik eğilim.

Müzikle, özellikle Wagner’in müziğiyle klasik kültürü yeniden canlandırmak mümkündür, der.

 Sokratik eğilimde, bilinçli olanın erdem olması sözkonusu. Sokrates ile birlikte insan, ‘teorik insan’ olmuştur.

 Apollon ile Dionysos’un birleşmesinden oluşan insan ise ‘trajik insan’dır. Trajik olana, bilincin girmesiyle insan trajik olmaktan çıkıp, teorik insan olmuştur.

 

 Nietzsche’ye göre 3 tip tarih anlayışı vardır:

1-Anıtsal tarih; tarihin, kahramanlar/büyükler tarafından gerçekleştirilmiş ve yazılmış olduğunu söylemek. Büyük olanların tarihi! Peki, büyüklüğün ölçüsü ne?

2-Antik olana yönelen tarih; eskiye olan sevgi. Eskiyi koruma çabası. Tarih içinde olup biten olaylara, sanat eserlerine, yaşama tarzlarına olan sevgi ve onları korumak hatta yeniden kurma, yaşatma çabası.Bu tarih anlayışı, önceden olmuş bitmiş şeylere sorgusuz-sualsiz övgüyle bakmadır.

3-Eleştirel tarih anlayışı; eskiden olup bitenlerle hesaplaşan tarih. Hesaplaşırken bugünü daha iyi anlamak mümkün.

‘Biz geçmişte olmuş en güzel şeylerin olduğu gibi en kötü şeylerin de bir sonucuyuz’ der.

 

1873’te yayımlanan “İnsanca pek insanca” adlı kitabıyla Nietzsche, ‘hocam’ dediği Schopenhauer’den, Wagner’den ve hristiyanlığın dogmalarından koptuğunu söyler.

 “Benim tutkum, bağımsızlıktır” , “Kant’ın sandığı gibi gerçekliğin kendine özgü bir anlamı yoktur” der.

 Elle tutulur, gözle görülür olanı överek “trancendent olan bir öte yoktur”, der. ‘Şeylerin arkasında asıl gerçeklik diye bir şey yoktur. Kendi başına iyi ya da kötü yoktur. İnsan metafizikten koptuktan sonra tek başına bir çölde yürümeye  başlar. Özgür insan işte budur. Bütün tutunacak şeylerden kopan insan, özgürdür’.

 Nietzsche, 1881’de Sils Maria’yı keşfeder. Hastalığına çok iyi gelen güneşli bir havası vardır. Burada çok verimli olmasına rağmen son derece yalnızdır. Ancak çalışmak için bunu kendisi istemektedir. Nietzsche burada karşımıza bir düşünür olarak çıkar.

 “Bundan böyle benim sevgim bu; amor fati (kader sevgisi)” . Kadere ‘evet’ der. Artık çirkinliklerle savaşmak, şikayet etmek istemez.

 “Günün birinde sadece evet diyen biri olmak istiyorum” der. Burada 5. İncil olarak nitelediği “Böyle Buyurdu Zerdüşt”ü yazar. ‘Üst insan’ ve ‘ebedi dönüş’ fikirlerini yeniden ele alır.

 Üst insan; yaşama değeri, anlamı yükleyen tanrı öldükten sonra bu dünyaya yeniden anlam ve değer verebilecek bir insandır. Üst insan, köle gibi normlara, geleneklere uyarak yaşayan insan değil, kendisi değerler ortaya koyan insandır.

 

 “Tanrı ölmüştür” savının kaynağı:

Tanrının ölmesi, hristiyanlığın verdiği ahlakın, değerlerin geçerliliğini yitirmesi, çökmeye başlaması. Yani değerler değerini yitiriyor. Her şey değerini yitirirse geriye ne kalır? Hiç/nihilizm, gelen hiçliktir.

 Nietzsche’nin ümidi; üst insanda. O değerleri yeniden değerlendirerek, yeni değerler ortaya koyacak. O üst insandan, insanın kendini aşması, kendi kendini yükseltmesini anlıyor. Bu insan kendini yükseltmiş, hayat dolu, fizik olarak da güçlü insandır.

 Hayatın asıl amacı; güç, kudret isteği. “Nerede bir canlı gördüysem orada güç isteğini gördüm” der.

 “Ebedi dönüş”:

 Olan-biten yaşayan her şey, çok büyük zaman aralıklarıyla yeniden geri dönmektedir. Bugün olanlar geçmişte olanların geri dönmesidir. Gelecekte olanlar da bugün olanların geri dönmesi olacaktır.

 Nietzsche’nin bu fikrinin arkasında hayatın yükselmesinin imkanı yatıyor. Her geri dönüş, yeni imkanlarla geri dönüyor. Geçmiş, gelecek için yükseltici bir güç oluyor. Geçmiş, gelecek için geçici olarak yok oluyor. Günün birinde, yeni imkanlarla yeniden dönecektir.

 1886’da “İyinin ve Kötünün Ötesinde”,

 1887’de de “Ahlakın Soy Ağacı”nı yayımlar.

 

 KİERKEGAARD VE NİETZSCHE KARŞILAŞTIRMASI:

 Her ikisi de sisteme tamamen karşı, sistemin kapalı hale getirilmesi gerçekliği saklamak içindir. Birbirlerinden habersiz olmalarına rağmen düşünceleri bakımından birbirine akraba.

 Sistemci filozofların dışında her ikisinde de yepyeni bir tavır ve atmosferle karşılaşıyoruz. Her türlü katılıkları eritmeye ve aşmaya büyük çaba sarfediyorlar.

 Kierkegaard’da, özlemi duyulan bir hristiyanlık düşüncesi ve kendisinin istisna olmasından dolayı bir hareketlilik var.

 Nietzsche’de ise bir boşluk; yepyeni bir varlığın kendini göstereceğine inanıyor.

 ‘Ratio’ denen akıl her ikisinde de olağanüstü sorguya çekiliyor. Ancak akla karşı değiller, felsefeleri sanıldığı gibi bir ‘duygu felsefesi’ değil.

 Her ikisinde de belirli bir dünya görüşü yok. Düşüncelerinde sürekli hareket ve refleksiyon var. Bağlanan, tutunan ve orada emniyeti bulmak diye bir şey yok.

 Sürekli hareketlilik olunca, bilimsel bilgiden şüphe ediyorlar. Profösörleri, entelektüelleri, bilimsel bilgi açıklanabilirmiş gibi davrandıklarından eleştiriyorlar.

 Bilimsel bilginin, hakikati verecek tek şey olmasına, bilime dair bu kör inanca karşılar. Onlara göre bu saflıktır.

 Her ikisinde de belirli bir tek düşünce yok. “Hiçbir öğreti en son hakikati ortaya koyamaz”. Herhangi bir hakikati, mutlak hakikat olarak görmezler.

 Her ikisinde de dolaylı bildirim sözkonusu. Çünkü; önemli olan tek tek bireylere seslenebilmektir. Önemli olan tek insanın tavrı.

 Kendi çağları bakımından karşılaştırma:

 Her ikisi de içinde yaşadıkları çağın keskin eleştiricileri. Negatif tutum ve eleştirileriyle bir çağın kapanışı dile getiriliyor. İçinde bulundukları çağı aşmaya çalışıyorlar.

 Her ikisi de kendi kararlılıklarıyla feci bir yalnızlık içindeler.

 Her ikisinin de işi, evliliği, düzenli bir yaşamı yok.

 O çağ, sosyal ve iktisadi bakımdan araştırılırken, bunlar o çağı, insanın özü bakımından anlamaya çalışıyorlar.

 Kierkegaard, kutsal kitaptaki hakikatin arayışı içinde.

 İkisi de gelmekte olan hiçi görmekteler. Bunu ikisi de istemiyor.

 Her ikisi de insanın ne olacağı kaygısında.

 İkisi de “yeni bir insan”ı temsil ediyor.

 İkisi de ruhsal yönden hasta. İkisi de istisna olduklarının farkındalar. Başka insanlara örnek olmak istemiyorlar.

“Beni değil, kendini takip et” Nietzsche.

 Etkileri:

 Çağdaş felsefe, sistemci felsefeyi reddedip, felsefeye yeni bir ufuk açan Kierkegaard’ın etkisindedir.

 Üst insan görüşüyle de, üst insanlar Almanlardır, dedirtecek kadar Nietzsche, Nazileri etkilemiştir.

 Nietzsche, tüm kuruntular dünyasını yıkan filozof. “Morali de yıktık şimdi biz kendi kendimize karanlıklar içinde kaldık. Moral yıkıldı çünkü tanrı öldü, yeni morali kuracak olan üst insan”.

 

Bunların çağrıları tek insana yönelik. İkisi de belirli bir program ve plan vermiyorlar. Sadece dolaylı bildirimleriyle, insanların gözünü açmak istiyorlar.