Posts Tagged ‘Devrim’

ÖZLÜ SÖZLER – SOLDAN

Salı, Ekim 26th, 2010

– Faşizme karşı birleşmeyenler, faşizmin zindanlarında buluşurlar.

BERTOLT BRECHT

– Kitleleri harekete geçirmek için, mitlere ihtiyaç vardır.

G. SOREL

– Tek temel ve mümkün olan “sosyalizm”, seçkin insan türünün sosyalleşmesidir.

– Yirmisinde solcu olmayan eşektir, kırkında solcu kalan şeddeli eşektir.

– Doğruları biliyorsan, yalanları dinlemek eğlencelidir.

-Altın kural şudur; herhangi bir altın kural yoktur. 

– Özür dileyerek, yakınlık göstererek ve son arzularında cömert davranarak, suçluları ve soysuzları idam edip ortadan kaldırmalıyız.

BERNARD SHAW 

– Devlete ihtiyaç yoktur…Devlet tarafından yapılan sömürü daima yöneticiler ve ücretli köleler anlamına gelir. Bizler insanın insana hükümet etmesini, insanın insanı sömürmesinden daha fazla arzulamıyoruz. Sosyalizm, hükümetçiliğin karşıtıdır….bizler bu birliklerin…demokratik ve toplumsal cumhuriyetin ortak bağında birleşecek engin bir birlikler ve gruplar federasyonunun ilk bileşenleri olmasını arzuluyoruz.

PROUDHON

– Ben toplumsal refahın ve özellikle de toprağın, toplumsal tasfiye anlamında kollektifleştirilmesi için oy kullanacağım. Toplumsal tasfiyeden, bugün olduğu üzere mülkiyetin yaptırımcısı ve yegane garantörü olan kanuni ve siyasi “devlet”in lağvedilmesiyle, şu anda mülk sahipleri olanların tamamen mülksüzleştirilmesini anlıyorum… tüm daha büyük hoşnutluklarıyla birlikte, komünlerin solidarasyonunu destekliyorum…çünkü böylesi solidarasyon aşağıdan yukarıya bir toplum örgütlenmesini içermektedir.

BAKUNİN

– Anarşinin kaynağı, devlettir.

PASCAL

– Herkes aynı fikirde olursa, toplumda gelişme olmaz.

– Bütün insanlar eşit yaratılmışlardır. Onları yaratan tanrı, kendilerine vazgeçilmez bazı haklar vermiştir. Bu haklar arasında; yaşama, özgürlük ve refahını arama hakları yer alır. Bu hakları korumak için, insanlar arasında meşru iktidar, hak ve yetkilerini yönetilenin rızasından alan hükümetler kurulmuştur. herhangi bir hükümet şekli, bu amaçları tahrip eder bir nitelik kazanırsa, onu değiştirmek veya kaldırmak ve temelleri kendi güvenlik ve refahlarını sağlamaya en uygun görünecek ilkeler üzerine dayanan, güç ve yetkiyi aynı amaçla örgütleyen yeni bir hükümet kurmak, o halkın hakkıdır.

THOMAS JEFFERSON

– Esas olan, kuvvetler ayrılığıdır (yasama, yürütme, yargı).

MONTESQUİEU

– İnsan, özgür doğar ama hayatın her anında zincire mahkum edilir.

 – Bütün kavgaların, felaketlerin, tüm kötülüklerin anası;özel mülkiyet”tir. Özel mülkiyetin olmadığı yerde haksızlık da yoktur.

– Esas olan, kuvvetler birliğidir yani yasama, yürütme ve yargının aynı erkte olmasıdır.

J.J. ROUSSEAU

MARX:

Tarihi yapan, insandır…

– Alt yapı, üst yapıyı belirler…

İnsanlık tarihi, sınıf çelişkisinden ibarettir.

Komünizmin önündeki engel, burjuvazinin eksikliğidir.

– “Din”, toplumun afyonudur.

– İnsan, ne üretirse ona yabancılaşır.

– Toplumsal reformlar, güçlünün zayıflığından ötürü değil, zayıfın gücünden ötürü gerçekleşir.

Kapitalist, kendisinin kapitalist olmasından sorumlu değildir ama ilişkilerin kurulmasına yardımcı olduğu için sorumludur

– Bir memleket iki şekilde talan edilir; “düşmanlar” ve bizzat o ülkenin kendi “maliyesi” tarafından.

– Fatih ülkeler, fethettikleri ülkelerin etkisi altına girerler. 

– Zorun güzelliği, doğallığındadır.

– İşçilerin vatanı yoktur.

– Gelecek için bir program geliştiren insan, devrimcidir.

– Mülkiyet, hırsızlıktır.

– Marx 1850’de “din; ruhsuz bir dünyanın ruhu, ezilenlerin haykırışı, kalpsiz bir dünyanın kalbidir. Din, kitlelerin afyonudur” der. O zamanlar insanların acılarını azaltsın diye “afyon” yutturuyorlar. Bunu Marx, “din uyuşturucudur” demiş gibi lanse etmeye çalışıyorlar, bu sözü bu manada yorumluyorlar. Aslında o bu sözü ile dini övmektedir. Din için, “ruhsuz bir dünyanın ruhu”, insanlar için dinden başka teselli edici bir çözüm kalmamıştır diyor.

ÖMER LAÇİNER

  Devlet, tanrının dünya üzerindeki yürüyüşüdür.

– Sanat, bir fikir hareketidir.

– Bir insanın  sana neler verebileceği değil, senin için nelerden vazgeçeceği önemlidir. 

 HEGEL

Faşizm, bir dindir.

MUSSOLİNİ

– Şüphelendiğini öldür. Devrim, her şeyden önce gelir.

– İktidarın, olgun bir meyve gibi ellerine düşmesini bekleyenlerin bekleyişi, hep sürecektir.

– “Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakabileceğin en iyi miras dürüstlüktür.”
– Ne kadar farklı olursa olsun, sana ait olmayana tenezzül etme ve ne kadar basit olursa olsun, senin olmayandan asla vazgeçme.
– Arkamdan konuşmaya devam et. Çünkü, karşıma çıkacak kadar büyük değilsin!
CHE GUEVERA
– Sırtından vurana kızma, ona güvenip arkanı dönen sensin ve arkandan konuşana da darılma, onu adam yerine koyan sensin.

GORKİ

Muhafazakarlık, tedavi edilebilir bir hastalıktır.

M. LERNER

Beyaz ırk, insanlık tarihinin kanseridir.

S. SONTAG

Avrupa projesi, bir medeniyet projesidir.

W. MARTENS

Kemalizm, laik bir dindir.

Prof. Dr. ALTAN GÖKALP

Solculuk, en ileri üretim biçimlerine sahip çıkmaktır. En ileri üretim biçimi, insanın refahını ve özgürlüğünü pekiştirir.

– Devletin herkese eşit mesafede hizmet verebilmesi için, “devletin ideolojisiz olması” gerekir. Birileri “din devleti” peşinde koşarsa, birileri de “askeri devlet” peşinde koşar.

 – Devletçilik, toplumların zenginleşmesini sağlayamıyor aksine bürokrasinin ve devletin bir soygun batağına düşmesine yol açıyor…

 – Sol; ırka değil bizatihi insana, ulus-devlet anlayışına değil; ‘evrenselleşmeye’, kültürlerin zıtlaşmasına değil; küreselleşmeye sahip çıkan bir kimliğe bürünüyor.

 ‘İçe kapalı anlayış’; ekonomide dünyaya kapalılık, bölgesel ekonomik ittifaklara karşı çıkmak da ‘faşizmin yeni yüzü’ olarak görülüyor.

 Sol, serbest değişimi, ekonomik ittifakları, dünyaya açılmayı savunuyor.

 Liberalizm, bireyin özgürlüğünü, devlet karşısında bireyin korunmasını amaçlayan bir düşünce biçimidir. Odağı bireydir, birey ve onun özgürlüğü için vardır.

 Marksizm de evrenin değişimini araştıran, toplumsal dinamiklerin kaynaklarını irdeleyen bir felsefedir, değişim bilimidir.

 – Dünyayı değiştirmek isteyen Marksistlerin hedefleriyle, bu liberal değişim çelişmiyor çakışıyor.

 – Sanayileşme dönemi bitiyor…Ulus-devlet dönüşüyor…Sosyolojik yapı değişiyor…Daha önce Marksizm ile liberalizm çatışırken şimdi benzerlikleri ön plana çıkmakta…

 Marksizm de hümanizma var…Liberalizmde de bireyin üstünlüğü…İkisi de mümkün olduğunca “az devlet” peşinde. Bu yeniçağ aynı zamanda yeni bir sentez çağı, marksizmle liberalizmi evlendirecek bir çağ.

 …Yaşamın akışındaki değişim ve dönüşümü marksist bir yöntemle ele alan ve piyasa ekonomisini de zenginleşmenin tek gerçek reçetesi olarak kabul eden bir anlayış…Hayata bakarken Marksist…Ekonomiye bakarken liberal…Yaşamı kavramaya çabalarken de “marksist-liberal”…

 MEHMET ALTAN

– Kuran’dan asla kapitalizm çıkmaz, “abdestli kapitalizm” hiç çıkmaz. Müslüman antikapitalisttir, çünkü “mülk Allah’ındır”. Bütün kötülüklerin başı özel mülkiyettir. Kuran-ı Kerim‘den illa bir ekonomik düzen çıkarılacaksa, çağımızdaki kavramları kullanarak söylersek, sosyalizme eğilimlidir. Ahlaki ve dini bir sosyalizm çıkar. İslamın siyasi, politik duruşu sol bir duruştur, sağcı değil.

İHSAN ELİAÇIK

– Batı dışı dünya hakkında Marx ve Engels‘in düşünceleri bütünüyle emperyalisttir…ABD‘nin, Meksika‘nın epeyce toprağını ilhak etmesiyle sonuçlanan savaşı Marx kendi cümleleriyle, “tembel ve çaresiz Meksikalılara karşı uygarlaşmanın lehine bir netice” olarak nitelemiş ve desteklemiştir.

Fransa‘nın Cezayir‘i işgali de “ilerleme ve uygarlık için önemli ve talihli bir olay”dı. Çünkü, “Bedeviler bir haydutlar ulusu” idi.

Marx, İngilizlerin Hindistan‘ı işgalini de aynı mantıkla desteklemiştir. Çünkü Hint toplumsal hayatı, Marx’ın tabiriyle “değersiz, durağan ve bitkisel” idi.

 RASİM OZAN KÜTAHYALI

      – İhtiyaç, icadın anasıdır.

                   Felsefe, mantık ve diyalektikten oluşur.

 – Erkek burjuvazidir, karısıysa proleteryayı temsil eder.

– Ne mutlu o yoksullara ki, öteki dünya onlarındır ve er ya da geç bu dünyada onların olacaktır.  

ENGELS

  – Az gelişmiş toplumlarda “ordu”, kendi halkına karşı kullanılmak için vardır. 

 – Her devrimin temel sorunu, “iktidar” olmak içindir.

– Yumurtalar kırılmadan, omlet” (devrim) olmaz.

– Ne kadar kötü olursa, o kadar iyidir.

LENİN

– Filozofun gerçek işlevi; dünyayı değiştirmek değil, onu anlamaktır.

Sosyalizmin bana göre arzu edilir bir tarafı yok. Çünkü, hiçbir özgürlük vermiyor, bir bilginin engelsizce edinilmesine izin vermiyor. Dogmacılığı teşvik ediyor. Bir düşünceyi yaymak için baskı kullanılmasını öneriyor. Ben ki eski liberalim, onun yapıp ettikleri çoğu kez pek az hoşuma gidiyor.

– Orta halli bir Rus, Stalin zamanında çarlık zamanına göre daha az mutluydu.

– Lenin kendisi için değil de bir inancı cisimlendirmek için ortaya çıkmıştı. Fakat inancı çok dar göründü bana. Marxçı yörüngenin dışında hiç mi hiç düşünemeyen bir “bağnaz” gördüm ben onda.

– Lenin’in bir “proleter” sayıldığı fakat dilenciler, yiyecek bir lokması olmayan zavallılar için “burjuvazinin uşakları” deniyordu.

B. RUSSELL

   G.V.PLEKHANOV:

 Formel mantık, realitede geçer değildir. Hareket, ayniyet ve çelişmezlik prensibine tabi değildir. Çünkü; madde hareketsiz, hareketsiz de madde olmaz. Bütün alemin esası bu hareketli maddedir. Hareket halindeki bir cisim, aynı zamanda hem burada hem de başka yerdedir..Hem vardır hem de yoktur. Bizzat bu değişmenin varlığı, gerçekte çelişmezlik mantığı yerine, çelişme mantığı veya diyalektiğin cari olduğunu gösterir.

 Ya formel mantık doğrudur, o zaman realiteyi inkar etmeli ya da realite doğrudur, o zaman da formel mantık ilkelerinin geçerliliği yoktur.

 Eğer mantığımız doğruysa, Zenon gibi “hareketi” inkar etmemiz gerekir.

…/…

– İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır.

LORD ACTON

– “Minnettarlık”, köpeklerin alışkanlığıdır.

– İki şeyden taviz verilmez; vatan ve ordu.

– En büyük hatalarımdan birisi; imzaladığımız “Güvenlik İşbirliği Antlaşması”na Hitler’in sadık kalacağını düşünmemdir. 

– Bir insanın ölümü trajik, binlercesininki dramatik, bir milyonun ölümü ise istatistiktir.

– “Benim kör, küçük kediciklerim bensiz ne yapacaksınız?”

– Hedefini belirle, kovala, yakala ve yoket. Dünyada bundan daha güzel birşey yoktur.

– Dişini ne kadar gösterirsen o kadar iyidir.

STALİN

– Bir köle olarak yaşamaktansa, bir “özgürlük savaşçısı” olarak ölmek daha iyidir.

  YILMAZ GÜNEY

– Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz.

– Haklıdan yana değil, güçlüden yana olanlar korkak ve kaypak olurlar. Güç merkezi değiştikçe dönerler; fırıldak olurlar.

UĞUR MUMCU

– En tehlikeli yönetim, hem cahil hem cesaretli olanların yönetimidir.

ERTUĞRUL GÜNAY

– Düşündüğünü söylemeye korkmaya başladı mı kişi, düşünmekten de korkmaya başlar.

VEDAT TÜRKALİ

– Bilinç, baskıdan doğar.

– Sömürü düzenine karşı çıkmak için; sosyalist/ marksist olmak, ulusunu, halkını sevmek için; ırkçı/milliyetçi olmak, adil bir insan olmak için de ahlakçı/dinci olmak zorunluluğu yoktur. Dahası bu türden yaklaşımlar; sınıfsal, etnik ve dogmatik bir tutum içinde sorunları çözen değil, derinleştiren bir anlayıştır.

– Eşitlik, “eşitler” arasındadır. Eşit olmayanları eşitlemeye çalışmak, eşit olmayanların sömürüsüne dönüşür.

– Din ve ideoloji; bilim öncesi, “ahlakçı” öğretilerdir.

AHMET AĞI

    Marxizm, toplumumuzun gerçeklerine uydurulacak yerde, toplumumuzu kafamızdaki yarım yırtık yani aptallığımızın marxizmine uydurmak istemişizdir…Memleketimizde, 50 yıllık marxizm çabalamalarının içine düşürüldüğü durum, marxizmi tersine çevirdiğimizden ileri gelir…Değişen şartlara göre değişen tedbirler gerekir. Dogmatizm, değişen durumların karşısına eski gerçeklere göre alınmış tedbirlerle çıkmaktır. Dünyada değişmez gerçek yoktur…Batılı toplumlara benzemeyen doğulu toplumlarda durum daha da çapraşık sayılmalı, kesinliklerden, genellemelerden büsbütün kaçınılmalıdır. Bir durumun değiştirilebilmesi için onun genel gerçeklerini bilmek hiçbir işe yaramaz, özelliklerinden yola çıkılmadıkça hiçbir durum işe yaramaz.

Her ülkenin sosyalistleri, kendi yollarını kendileri bulmak daha açıkçası, kendi sosyalizmlerini kendileri yaratmak zorundadırlar.

  KEMAL TAHİR

– “…Şartlar ne kadar elverişsiz olursa olsun, günün birinde devrimin gerçekleşeceğine inanıyorum da. İş, devrimden sonraki hayatın, insana gereksindiği mutluluğu verip veremeyeceğine geldi mi aklım karışıyor. Neden dersen, toplumun ve doğanın çelişkileri üstüne tutmuş koskoca bir sistem ve felsefe koymuşuz da birey olarak insanın iç çelişkilerini hiç hesaba katmamışız. Senin insan dediğin, kendini doğru ve haklı bir davaya adamış, kalıptan çıkma bir yaratık değil ki! Baştan ayağa karşıtlıklarla dolu bir varlık. Aynı zamanda iğrenç ve saygıdeğer, aşağılık ve yüce, ödlek ve cesur! Bunu demekle zannetme ki, insanı soyut ve değişmez bir kavram olarak alıp, şartlar ne kadar değişirse değişsin, o aynı kalacaktır demek istiyorum. Hayır o da değişiyor, değişiyor ama değişmesi kötüden iyiye, bilgisizden bilgiliye, vahşiden medeniye sürekli yükselen bir eğri çizmiyor. Çizdiği daha çok; iyiyle kötü, günahlarıyla sevap arasında aralıksız bir zikzak. Ayrıca, iyilik ve kötülük kavramları, koşullara göre değişen kavramlar”.

ATİLLA İLHAN “BIÇAĞIN UCU”

 – Türkiye’de “sağ” soldur, “sol” da sağdır.

– Türk Kurtuluş Savaşı, “anti-emperyalist” bir savaş değildir. 

        İDRİS KÜÇÜKÖMER

Herşey değişebilir, herşey tartışmaya açıktır. Ancak dinler, marxistler, Stalin, Hitler bunu kabul etmiyor. Bir tek bilim herşeyi tartışmaya açar. Üstelik onda da amaç, tartışmanın sonunda doğruyu bulmak değil, ona yaklaşmaktır. Bunu da yanlışları eleyerek yapar.

– At çok fazla çalışıp, yarışı kazanıyor. Atın sahibine 3 milyon lira, ata binen jokeye 250 bin lira, ata ise kazandı diye havuç veriyorlar. Hah işte o at biziz…

CELAL ŞENGÖR

– Eşitlik yok, yalnızca farklı olanlar var. Biraz ondan biraz bundan biraz da ötekinden…

WİTTEGENSTEİN

 İdeoloji, kendine göre bir mantığı ve tutarlılığı olan, belli bir toplum içinde tarihi bir görevi bulunan, bir tasavvurlar (imajlar, mitler, ve fikirler) bütünüdür.

  – Ayrıca ideoloji; maddi yaşamı din, ahlak ve bir anlamda da felsefe düşüncesiyle açıklayan tasarımlara ilişkindir. Kısaca ideoloji, bilim öncesi düşüncedir. Bilim düşüncesi ise tarihi ve toplumu, maddi yaşamın temel koşullarına göre açıklamaktır.

ALTHUSSER (Hilmi Yavuz, “Kültür Üzerine”)

 – Bir ülkeye diktayı yapanlar değil, “boyun eğenler” getirir.

– Sizin yüksekliğiniz, bizim eğilmişliğimizdendir.

BÜLENT ECEVİT

 – Önemli olan kedinin ak ya da kara olması değil, fareyi yakalamasıdır.

– İnsanların sosyal varlığı, düşüncelerini tayin eder. Öncü sınıfı temsil eden doğru düşünceler, yığınların içine girer girmez, toplumu ve dünyayı değiştiren maddi bir kuvvet haline gelir.

– Herşeyi değiştirecek, acıdan ve ölümden korkmayan bir nesil yetişecek.

 MAO

– İnsan, yediği şeydir ve insan insanın tanrısıdır. Tanrı, insanın idealleştirilmiş olarak dışavurumudur.

L. FEURBACH

 

 İnsanın gelişimi, tanrının yerine kendisini koyabilme çizgisindedir.

*

“Tanrı”, sıradan insan entellektüelizminin göğe yansımasıdır.

– “Tanrı”, insan yaratılarının en kutsal olanıdır.

         YALÇIN KÜÇÜK

Sol, ezilen ve dışlananların sözcüsü olan düşünce akımının adıdır…Ezilen ve dışlananlar 1960’larda işçiler ve köylülerdi. Sol bunların sözcüsü oldu. 70’lerde Kürtleri farkettik ama temelde Kemalist olduğumuz için onlara uzak durduk. 80’lerde bu kategori tüm dünyada fevkalade çeşitlendi; çingeneler, kadınlar, sakatlar, eşcinseller, vicdani redçiler vb. Ama biz bu yıllarda canımızla uğraştığımız için farkında bile olmadık. 90’larda kendimize gelmeye başlayınca baktık ki, bunların yanısıra Türkiye’de Aleviler, üniversiteye sokulmayan başörtülü kızlar, ateistler, gayrimüslimler…hepsi de ezilmişler ve dışlanmışlar kategorisinin has elemanları. Şimdi sol demek, işte bütün bunların sözcüsü demek”.

BASKIN ORAN

“Ancak bir noktada Marx yanıldı. Proleterya ve burjuvaziden oluşan iki kutuplu dünya oluşacak diye beklenirken orta sınıf büyüdü. Bugün dünyayı değiştirecek olan işte bu orta sınıftır, küçük üreticiler ve girişimcilerdir.”

NABİ YAĞCI

 – Burjuva kültürünün demokratlaşmasıyla, niteliği değişmeden çok sayıda insana ulaşıp yaygınlaşmasıyla, “mutlu azınlık kültürü” olmaktan çıkıp, “mutlu çoğunluk’ “kültürüne dönüşebilir.

Eğer bir “tanrınız” yoksa, saygılarınızı Hitler veya Stalin‘e sunarsınız.

T.S. ELİOT

Komiserin manivelası; “devrim”. Dava, alt yapıyı değiştirmek, üst yapı kendiliğinden değişir. Yogi içinse kurtuluş, içimizde. Aksiyon, bir tuzak. 

Zıt yaklaşımlara sahip oldukları için, komiserle yogi uzlaşamaz.

ARTUR KOESTLER

 Marxizm, aşılamaz tek toplum felsefesidir. Benim yaptığım ise, onun unuttuğu bireyi yerine koymaya çalışmaktır.

-Tanrı olmadığı için, bütün yaptıklarımızdan sorumluyuz.

-İnsan temelde, tanrı olmak isteğindedir.

– Düşünce özgürlüğünün olmaması, düşüncenin ifade edilememesi değil, insanın düşünmemesidir.

– İnsan olmak istediği, kendini tasarladığı şeydir…Başkalarını seçerken kendimizi seçeriz.

SARTRE

– Coğrafya kaderdir.

İBN-İ HALDUN

– İnsanlar, sınırlardan önemlidir.

 V. HAVEL

– Sol her şeyden önce, hümanizmdir. İnsan, “insan” olduğu için değerlidir.

ZÜLFÜ LİVANELİ

Sol; ilericidir, enternasyonaldir, devrimcidir, hümanisttir. Bizde ise kendisi gibi düşünmeyene, yaşamayana tahammül edemeyen, “faşist solcular” var.

 SİNAN ÇETİN

– Aç insanların karnını doyurduğum zaman bana, “kahraman” diyorlar. Bunların neden aç olduğunu sorduğum zaman ise bana, “komünist” diyorlar.

Cardinal HELDER PESSOA CAMARA

– Bireye tek olma imkanı vermeyen, “kollektivizm şeytandır”. “Tek insan”, tanrı karşısında sorumlu olan insandır.

 KİERKEGAARD

SOSYOLOJİ TARİHİ-5

Salı, Ekim 20th, 2009

 MAX WEBER :

 

 Çağdaş toplumsal düşüncede özellikle Amerika’da, toplumbilimlerin gelişimi üzerinde derin etkiler bırakmıştır.

 Ekonomi ve Toplum’ adlı eserinde toplumbilimin konusunu, yöntemini, işlevini incelemiştir.

 Weber’e göre, sosyolojinin nesnel olabilmesi için her şeyden önce değer yargılarından arınmış olması gerekir. Toplumbilimcinin, toplumsal ve siyasi amaçlar güdebileceğini kabul eder. Ancak araştırma sırasında bunlardan sıyrılması gerektiğini vurgular.

 Bu yaklaşımla Weber, gerçekte varolanla, olması gereken arasında yeterince ayrım gözetmeyen; Comte ve Marx’ı değer yargılı bulmuştur.

 Yine Weber’e göre, toplumbilim aynı zamanda genelleştirici bilimdir. Buradan hareketle toplumbilim ile onun önemli bir veri kaynağı olan tarih arasında kesin bir ayrım gözetmiştir.

 Ona göre, bireylerin toplumsal eylemi, toplumbilimin konusunu oluşturur.            Toplumbilimin amacı; toplumsal davranışları açıkça anlamak ve bunların oluşumu ve sonuçlarını nedensel olarak açıklamaktır.

 Bu toplumsal eylem, güdülerle açıklanabileceğine göre bu güdüler niteliğini ve işleyişini araştırmak toplumbilimin görevidir. Öte yandan bireyin eylem güdülerini başkalarının güdü ve eylemleriyle karşılarak etkileşir. Böylece toplumsal ilişkiler düzeyi başlar.

 Bu ilişkilerin tekrarlanarak düzenlilik kazanmasıyla, kurumlaşmasıyla, toplumsal oluşumlara ve toplumsal düzene ulaşılır. Toplumbilim, bu düzenlilikler temeli üzerinde yasalarını geliştirir. O halde bir toplumbilim yasası, toplumsal düzenlilikleri dile getiren genelliklerdir.

 Buna göre toplumbilimin son görevi; toplumsal oluşumların genel tiplerine dayanarak, toplumsal yaşamda yinelenen düzenlilikleri bulmak ve toplumsal oluşumların karşılıklı etkileşimini yöneten yasalara varmaktır.

 Weber’de ‘ideal tip’ kavramı vardır. Bu olması gerekenle ilişkili bir kavram değildir. Tersine, mantıksal bir anlamı olan zihinsel bir kuruluşu dile getirir.

 İdeal tip, toplumsal oluşun ana ögelerini soyutlayıp vurgulayarak gerçeğe bir düzen vermek amacındadır. Kısaca, ideal tipler bir toplumsal oluşumun en belirgin ve genel niteliklerine dayanarak varılan soylu biçimlerdir. Hemen her somut tarihsel ve toplumsal olay, çeşitli ideal tiplerden pay almış karmaşık bir yapıdır.

 Örneğin belli bir tarihsel olay taşıdığı özellikler itibariyle aynı zamanda feodal düzen, bürokrasi ve karizma gibi ayrı ideal tiplerin bir karışımı olabilir.

 Toplumbilimin görevi, karmaşık toplumsal olaylarda neyin hangi tipe ait olduğunu ayırt ederek bu soyut tipleri kurmaktır.

 Örneğin, insanlar arasında kurumlaşmış ilişki olan ve tarih boyunca çeşitlilikler gösteren egemenlik ilişkisi, ari biçimiyle çözümlendiğinde üç ideal tip içinde ele alınabilir:

1-Dayanağını süregelen düzen ve geleneklerde bulan gelenekçi egemenler.

2-Kaynağını egemenin varsayılan üstün veya kutsal niteliklerinden alan karizmatik egemenlik.

3-Nesnel kurallar sistemine dayanan yasal egemenlik tipleridir.

 

 Şimdi Weber, olgular arasındaki ilişkiyi nasıl ele alıyor ona bakalım:

 Toplumsal yapıyı eşdeğer ögeler arasındaki ilişkilerin bir işlevi sayan Weber, örneğin “Protestan ahlakı ve Kapitalist Anlayış” adlı eserinde, din ile ekonomik sistem gibi iki toplumsal olgu arasındaki işlevsel ilişkiyi şöyle incelemiştir:

 Weber’e göre özgür emeğin rasyonel örgütlenmesi biçiminde tanımlanabilecek olan kapitalizmin doğuşunu rasyonel anlayışta aramak gerekir.

 İşte bu rasyonel anlayışı yaratan protestanlık olmuştur. Weber’e göre, her ekonomik sistem gibi çağdaş kapitalizm de belli insan niteliklerinden, belli ilişki biçimlerinden kaynaklanır. Kapitalizmin dayandığı nitelikse rasyonel anlayıştır. Ancak bu anlayış yaygınlaştıktan sonradır ki, kapitalist sistem geçerlik kazanır.

 Bu anlayışın başlıca ögeleri, günlük meslek uğraşılarının değerli bir yaşam içeriği sayılması, dünya başarısının özellikle ekonomik başarının onurlandırılması, öte yandan rasyonel iş yöntemlerinin geliştirilmesidir.

 Her din, ekonomik ve toplumsal ahlak geliştirir. İşte kapitalizmin önkoşulu olan rasyonel anlayış Batı ve orta Avrupa’da protestanlıkla birlikte doğmuş ve başlangıçta, ekonomik kurallarla ilişkisiz bir kaynaktan gelmiştir.

 İnsanın bu dünyadaki başarısını küçümseyen katolik teologların ahlak ilkelerine karşı çıkan Luter ve Calvin gibi protestan reformcular, insanın dünyaya karşı durumunu değiştiren yeni bir öğreti geliştirmişlerdir.

 Her şeyden önce insanın çalışma ve iş ilişkileri konusunda yeni bir ahlak anlayışı getiren protestanlık mesleki uğraşıları kutsayarak bu dünyadaki başarıyı tanrısal değerlendirmenin temel ölçüsü saymıştır.

 İşte dinsel çerçeve içinde beliren bu ahlak değerlerinin yaygınlaşmasıyla kapitalist ekonominin önkoşulu olan rasyonel anlayış doğmuştur.

 Görüldüğü gibi toplumsal yapıyı eşdeğer ögelerin bir işlevi sayan Weber, belirleyici ögenin bağlamdan bağlama değişebileceği kanısındadır.

 

 Sınıf görüşü; Weber, sınıfları karakterlerine göre üç gruba ayırmaktadır:

 1-Toplumsal sınıflar

 2-Sosyal sınıflar hiyerarşisi

 3-Siyasal iktidar hiyerarşisi

 

 Toplumsal sınıflar:

 Weber, sosyal sınıfların temelde ekonomiye bağlı olarak meydana geldiklerini kabul etmektedir. Ona göre, herkesin sıfını sermaye gibi sahip olduğu bireysel imkanlar tayin eder. Bu değişkenlerin bileşkesi durumunda ekonomik ürünlerden faydalanmak bakımından kişiler arası farklılıklar vardır.

 Bir sosyal sınıf aynı durumda olan bireylerden meydana gelir. Ancak bireylerin aynı durumda olduklarının bilincine varmaları gerekir.

 Sermaye, bir yerde sınıfları yapan unsurdur. Sosyal eşitsizliklerin doğmasını, bir yerde bu unsur sağlar.

 Sınıflar arasında farklılıkları doğuran şey, mülkiyetin şekline ve piyasaya sürülen mala bağlıdır. Weber, sınıfların varlığını kabul etmekle birlikte hangi sınıfların bulunduğunu açık bir şekilde belirtmemiştir. Yine işçi sınıfını kabul etmekle birlikte bunların yapmış oldukları iş ve almış oldukları ücret itibariyle büyük farklılıklar gösterdiğini kabul etmiştir.

 Mülkiyet ve eğitim nedeniyle imtiyazlı durumda olanları yönetici sınıfları olarak kabul etmiştir. Aydınları da bir sınıf olarak görmekte ve özel mülkiyet araçlarına sahip olmamalarına rağmen “aydınlar bağımsızdır” demektedir.

 Weber’e göre, sınıflar arasında çatışma da vardır. Ancak bu çatışma, çoğul durumdadır. Yani tüm sınıfların birbiriyle çatışması sözkonusudur.

 Burjuvazi, bürokrasi ve işçi sınıfı birbiriyle çatışmaktadır. Weber’e göre asıl çatışma sermayeyi elinde bulunduran burjuvazi ile işçi sınıfı arasında değil, bürokratlarla işçi sınıfı arasındadır.

 Weber’e göre bilinç yoksa sınıf teşekkül etmemiştir. Çünkü, bilinç yoksa kadercilik vardır. Kaderciliğin ortadan kalkması sınıf bilincinin doğmasına bağlıdır.

 

 Sosyal sınıflar hiyerarşisi:

 

 Weber’e göre sosyal statü, toplumsal itibar hiyerarşisinde önemli bir yeri ifade eder. Ona göre, statüyü belirleyen en geniş anlamıyla, insanların eğitim ve yaşama biçimleridir.

 Statü grubu ile gelir grubu aynı şey değildir. İnsanların fazla gelir sahibi olmaları onların statülerini yukarıda gösterir.

 Weber’e göre modayı belirleyenler belli bir statü grubudur. Ancak aynı modayı taklit edenler aynı sosyal statü grubuna girmezler.

 Ona göre herkes kendi statüsünde olanla evlenebilir ve belli yerlerde çalışabilmek için de belli bir statü grubundan olmak gerekir.

 Bazı sosyal statüler, etnik özellikler gösterir. Mesela, ABD’de en yüksek statüye sahip olanlar sırasıyla; Anglo-Saksonlar sonra İtalyanlar, Portekizliler, Meksikalılar ve en altta zenciler bulunmaktadır. Weber, bu durumu göç olayına bağlıyor.

 Sosyal statü ve sınıflar arasında herhangi bir ilişki var mıdır?

 Sorusuna aynı sınıftan olan kişiler aynı aynı statüden sayılabilirler. Ancak sosyal statü zaman zaman sınıftan daha önemli olabilir. Mesela, bir zenci işadamı ile bir İngiliz işadamı, aynı gelire sahip olsalar bile İngiliz işadamı statü itibariyle daha itibarlıdır.

 Sosyal sınıflar hiyerarşisi her yerde aynı mıdır?

 Sorusuna Weber, “aynı değil” diye cevap verir. Mesela Batı toplumlarında el emeğine dayanan işçiler sosyal sınıf statüsünde alt sıraları işgal ederken, kafa işçiliği ise dah üst sıraları teşekkül eder.

 Rusya’da ise el emeği Batıya göre daha önemli kabul edilir. Osmanlılarda da ticaretle uğraşanlar alt statüde kabul edilirlerdi.

 Weber’e göre üç tür sosyal sınıf vardır:

 1-Sermayeyi elinde bulunduran; ‘burjuvazi’.

 2-Yönetimi elinde bulunduran; ‘bürokratlar’.

 3-Ürün ortaya koyan; ‘işçiler’.

    Her sınıf içinde statü farkları da vardır.

 Sosyal iktidar hiyerarşisi:

 Weber’e göre siyasal iktidarlar, isteklerini zorla da olsa kabul ettirebilme gücüne sahiptirler. İktidarın kaynağında ekonominin büyülü rolü vardır. Ancak siyasal iktidarın kaynağı sadece para değildir.

 Siyasal iktidarlar; üyelerine maddi avantaj ve sosyal prestij sağlamak amacıyla bir yöneticiler grubunu iktidara getirmek için kurulmuş siyasi derneklerdir. Weber’e göre partiler sınıf partisi olabileceği gibi olmayabilir de.

 

 KARL MARX ( 1818 – 1883 ) :

 

 Sonradan Protestanlığı kabul etmiş, Yahudi kökenli Alman bir avukatın oğludur. Çok iyi öğrenim görmüş; tarih, felsefe ve hukuk eğitimi almıştır.

 Hegel’in tesiri altında kalmış, ilk tezini Epiküros üzerine vermiş daha sonra da gazeteciliğe başlamıştır.

 1844 de Engels ile tanışmış ve öğretilerini de bu tarihten sonra daha fazla geliştirmiştir.

 Yetişmesi, yolculukları, dostlukları onu üç düşünce akımının kavşağına getirmiştir:

 Bunlar; Alman felsefesi, Fransız sosyolojisi ve İngiliz ekonomi bilimidir. Bunların etkisi ve sentez çabası ile Marx, kendi öğretisiyle ‘bilimsel sosyalizm’in başladığı görüşündedir.

 Ona göre insan, sadece düşünen varlık değil aynı zamanda eylemde bulunan (praxis) bir varlıktır. Çalışmalarının başlangıcında, insanın faaliyet alanının ekonomi olduğunu, bunun aynı zamanda filozofların da faaliyet alanı olduğunu söyler.

 Diyalektik sayesinde ekonomiyi somut bir felsefe olarak ele aldı. Marxsizm hem bir ideoloji hem de bir analiz metodu kurdu.

 Marxist öğretinin birbirine derinden bağlı üç ana yönü vardır:

 1-Felsefe, 2-Tarih felsefesi, 3-İktisat kuramı.

 

 Marxizmin Felsefesi:

 

 Felsefesi, “diyalektik materyalizm”dir. Marx, her gerçeği maddi sayan ve ruhun, zihnin, kutsal varlıkların ayrı gerçekler olduğunu reddeder.

 Bu konuda klasik maddecilikten (Demokritos, Epiküros vs.) hareket eder. Ancak klasik maddeciliğin durağan olmasına karşılık, Marx’ın ki, dinamiktir. Marx, evreni sürekli bir oluşum halinde görür. Bu görüşünü açıklamak için, Hegel’in; tez, antitez, sentez diyalektiğini kullanır.

 Dünyanın gelişmesini, kimi anlarda zamanla birikmiş belli belirsiz nicel değişmelerin ortaya koyduğu gerilimle ve denge bozukluklarıyla kaçınılmaz biçimde meydana gelen nitel sıçramalarla yani devrimlerle açıklar. Her devrimi yeni ve geçici bir denge izler. Ancak bu denge zamanla, kendi iç çatışmalarını doğurur ve sonuçta yeni bir nitel sıçramaya sebep olur.

 Hegel diyalektiği, idenin tabiatta kendini gerçekleştirmesini göstermek için kullandığı halde Marx, diyalektikten sadece maddi bir evreni otrtaya koymak için yararlanmıştır.

 Marx’a göre, “Hegel’in diyalektiği, başı üzerinde yürümektedir. Bu diyalektiğin akla uygun olabilmesi için, onun ayaklarını yere bastırmak gerekir”, der.

 

 Marx’ın Tarih Felsefesi:

 

 Kendi diyalektik materyalist felsefesinden türemiştir. Ona göre, her tarihi olay, bütün iktisadi üst yapı etkenlerinin tesiri ve tepkisinin bir sonucudur. Toplum bu etkenlerin zoruyla sonunda kendi yolunu bulur.

 Marx’a göre tarih; yani insanların geçmişini ve bugününü belirleyen, sömüren sınıflar ile sömürülen sınıflar arasındaki mücadeledir.

 Bu mücadele sonunda bitecektir. Çünkü, proleterya kendini sömüren sınıftan yani burjuvaziden kurtulabilmek için aynı zamanda toplumu, insanın insanı sömürmesinden ve sınıf mücadelesinden kesinlikle kurtarabilmek için, kendi iktidarını kuracaktır.

 Marx’a göre bu yine sınıf mücadelesinden doğan bir sınıf mücadelesidir. Proleterya, kapitalizmi yıkarak hakkını gaspedenlerden, gaspederek alacaktır.

 Toplumların gelişme yönünü, olayları gözlemleyerek bilimsel yoldan belirlemek isteyen Marx, proleteryanın zaferiyle kurulacak olan sınıfsız toplumun (komünizm) yapısı hakkında berrak açıklamalarda bulunmaktan kaçınmıştır. Sadece sömürülmekten kurtulan insanın, kendi faaliyetine düşen gerçek paya hak kazanacağını ve kendi üretiminin tam karşılığını alabileceğini dolayısıyla da toplumun, insanın insanı sömürmesinden büsbütün kurtulacağını ileri sürer.

 

 Marx’ın ekonomi kuramı:

 

 Kapitalist ekonomiyi eleştirmek bir yerde Marx’a, bir ekonomi teorisi geliştirmek fırsatı vermiştir. Bu kuram, işçi sınıfını kurtaracak mücadelenin sürecini bilimsel yoldan açıklamak içindir.

 Marx’ın, iktisat teorisinin temellerini; “sermaye, değer, emek ve artı değer” kavramlarına verdiği anlamlar oluşturur.

 Sermaye; yalnız sahiplerinin dışında başkaları tarafından işletilen üretim ve mübadele araçlarıdır.

 Bu araçların sahibince, işçilere emekleri karşılığında ödenen ücret toplamı, o malın değerini oluşturmaktadır. Bu fiyata bir de ‘kâr’ eklenmektedir.

 İşte bu kâr, ‘artı değer’i oluşturmaktadır.

 Marx’a göre kapitalist üretim biçimi, üretim araçlarını elinde bulunduran kapitalistlerle, emeğini kapitalistler için kullanan proleteryayı karşı karşıya getirmiştir. Bütün çelişki bu durumdan kaynaklanmaktadır. Müteşebbis, artı değerin büyük bir kısmını, yeni bir artı değer alabilmek için kullanır.

 Ona göre, artı değerin yeniden sermaye haline dönüştürülmesi, sermaye birikimini ve eşitsizliği meydana getiren en önemli olaydır.

 Başlangıçta, çok sayıda yeni el emeğine iş alanı sağlayan kapitalist birikim daha sonra işsizlerin, yoksulların, sınıf dışı kalmış işçilerin meydana gelmesiyle nispi bir nüfus farklılığına yol açmıştır. Bu da sınıflar arası farklılıkları daha da fazlalaştırmaktadır.

 Marx’a göre iktisadi krizler, sermaye birikiminin bir sonucu olmaktadır. Bu krizler üretici kesiminin yeni olanaklarıyla tüketicilerin azalan satın alma gücü arasındaki oransızlıktan meydana gelir ve küçük üreticileri iflasa sürükleyerek onların da proleterleşmesine yol açar.

 Kapitalizmin başka bir iç çelişkisi de üretim ve mübadele araçlarının özel mülkiyette toplanması, üretim sürecinin toplumsal niteliğine aykırı olacaktır. Diğer kuruluşlarda onbinlerce işçiyi bir araya getirmekle kapitalist rejim, üretim sürecine toplumsal bir nitelik verecektir. Bu da üretim ve mübadele araçlarının ister istemez kolektif mülkiyet konusu haline getirecektir.

 Şiddetli bir ekonomik kriz anındaki, genel grev ve eylemler işçi sınıfının devlet yönetimini ele geçirmesine olanak sağlayacaktır.

 Marx’a göre devrimle birlikte proleterya sermayeyi tümüyle burjuvazinin elinden alacak, bütün üretim araçlarını devletin elinde toplayacaktır.

 Tek hakim sınıf olarak örgütlenmiş olan proleterya, devlete de hakim olacaktır.

 Marxist teoeriye göre, bu çeşit bir kolektifleşme hemen hemen bütün ekonomik faaliyetler birkaç büyük anonim şirketin elinde olduğundan dolayı kolayca gerçekleşecektir.

 

 Marx’ın sosyal sınıflara dair görüşleri:

 

 İlk bilimsel sınıf görüşü Marxist görüşle kurulmuştur. Ancak Marx, sanıldığının aksine sınıf konusunda çok açık değildir. Üstelik sınıf görüşünde zaman zaman çelişkiler de görülmektedir. Bu görüşler çerçevesinde İki Marx’tan sözetmek mümkündür; ‘tarihçi Marx’ ve ‘teorici Marx’.

 Tarihçi Marx, toplumları incelerken, pek çok sınıfın varlığından sözeder.

 Teorisyen Marx ise iki sınıf üzerinde durur; kapitalist sınıf ve proleterya.

 Marx’a göre insanın sınıfını, mesleği, geliri veya sınıf bilinci değil bu durumu tayin eden düşüncenin olmasıdır.(Bu görüş materyalizmle çelişmektedir) Belirli durumda olan kişiler yavaş yavaş içinde bulundukları durumda ortam nedeniyle belirli tarzda düşünmeye başlarlar. Eğer bir sınıfta, sınıf bilinci doğuyorsa, bu da o sınıfa bağlı kişilerin belirli koşulların etkisinde kalmalarındandır.

 

Marx, yapmış olduğu tarih incelemeleri neticesinde, toplumların genellikle beş açşamalı bir gelişme gösterdiğini belirtmiştir. Bunlar sırasıyla:

 “İlkel-komünal toplum, antik-köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum ve gerçekleşecek olan, komünist toplum”.

 

 Fiyat = ücret + masraf + kâr (artı değer)

 

 Marx, “fiyat, ücret ve masrafın toplamına eşit olsaydı, sınıf olmazdı”, der. Bir şeyin fiyatını belirlerken, o şey için yapmış olduğumuz masrafa ve işçiye emeği karşısında ödenen ücrete bir de kâr eklenmektedir. Bu kârı yani artı değeri, işçi emeğiyle yaratır ama cebine indiren patron olur.

 İşte bu durum, sınıfların meydan gelmesinde en önemli etkendir.

 

 Marx’a göre devrimin gerçekleşmesi:

 

 Kapitalizm ilerledikçe ve güçlendikçe rekabet piyasası da büyümektedir. Bu piyasa içinde büyük ve küçük işletmeler vardır. Ancak rekabet piyasasında, serbest rekabet şartları olmadığı için küçük işletmeler zor durumda kalırlar. Rekabetin daha da artmasıyla küçük işletmeler, işyerlerini kapatarak başka bir sermayedarın hizmetinde çalışmaya başlarlar. Yani proleterleşirler.

 Sermaye birikiminin hızlanması sonucu, işçi sınıfı genişlerken, sermayedar sınıfı daralmaya başlar.

 Marx, ihtilalin sebebleri üzerinde dururken, en önemli nedenlerden birinin, sermayedar sınıfının zenginleşmesi, işçi sınıfının ise fakirleşmesi olduğunu söyler.

 Arz ve talep kanunlarından dolayı, işçiler çoğalır ve bu yüzden de ücretler düşer. Sonunda devamlı fakirleşen işçi sınıfında patlama olur ve devrim gerçekleşir.

 

 Marx, ideolojilerle sınıflar arasında ilişkiler görmüştür:

 

 Ona göre her sınıfın bir ideolojisi vardır. Örneğin, feodal düzenin hakim sınıfı; ‘toprak burjuvazisi’nin ideolojisi; ‘muhafazakarlık’tır.

 Kapitalist sınıfın ideolojisi; ‘liberalizm’, işçi sınıfının ki ise ‘sosyalizm’dir.

 Bir ülkede hakim sınıf hangisi ise onun ideolojisi hakimdir.

 

  İdeolojik oluşum (alt yapı ve üst yapı):

 

 Ortam (toplumsal çevre) à Kişi (belli bir nedenle incelemeler, araştırmalar, buluşlar) à İdeoloji àPropaganda àToplum / sınıf  àEylem à Ortam (toplumsal çevre) àKişi à Geliştirilmiş ideoloji…

 

 Bir ideoloji toplumun ihtiyaçlarına cevap verebiliyorsa, toplum tarafından benimsenir. Bu benimsenme bir bilinçlenmeye yol açar. Toplumun bilinçlenmesiyle de eylem meydana gelir. Eylemle sosyal ortam değiştirilmeye başlanır. İkinci safhada toplumsal sınıfın kişiyi etkileyen faktörleri, belirli nedenler sonucunda, toplumsal bir çözüm bir ideoloji meydana getirmesine yol açar. Bu durum propaganda yoluyla topluma aktarılır ve bilinçlenmenin sonucunda eylem meydana gelir.

 Şartlar değiştiğinde, ideolojide de değişiklik yapmak gerekir. Aksi halde ideolojiler yok olup giderler. İdeolojide yapılan değişiklikler bir helezon şeklinde devam eder gider.

 

 Marxizmin eleştirisi:

 

 Marx, işçi sınıfı ile burjuva arasında kalan sınıfı ihmal etmiştir. ‘Orta sınıf’ olarak nitelendirilen sınıf, Marx’da gereği gibi incelenmemiştir.

 Örneğin, doktorlar kendi artı değerini kendileri yaratmakta ve kendileri almaktadır.

 Yine çağdaş marxistlerin, küçük burjuva olarak niteledikleri memurlar ve bürokratların sermayedar sınıfa mı yoksa işçi sınıfına mı sokulacakları belli değildir.

 

 Marx’ın sınıf görüşünün sistemleştirilmesi:

 

 Sınıf ayrımının temeli, üretim araçlarının mülkiyet biçimidir. Yani özel mülkiyet sınıf ayrımının temelini oluşturmaktadır. Aynı zamanda özel mülkiyet işbölümüne neden olmaktadır. Kısaca:

 İşbölümü + özel mülkiyet = sınıf ayrımı.

 

 İlkel komünal toplumlarda, işbölümü ve özel mülkiyet olmadığı için, ilkel komünist / sınıfsız toplumlardır.

 Toplumsal işbölümünün başlaması ve yaygınlaşması ile özel mülkiyet ortaya çıkmıştır. Özel mülkiyet de sınıflara yol açmıştır.

 Toplumsal evrim çelişenlerin çatışmasıyla olmaktadır. Örneğin, antik- köleci toplumda; köle ve efendisi, feodal toplumda; derebeyi ve serfler, kapitalist toplumda; işçi ve sermayedar sürekli çatışmaktadır. Toplumların tarihi, bu çatışmaların tarihidir.

 Yeni bir sınıf oluştuğu zaman bir önceki sınıf ortadan kalkmaz, gitgide önemini kaybederek devam eder.

 

 Marx’a göre sosyal tabakalar:

 

 Marx, çok açık olmamakla beraber sınıfların içinde bir takım tabakaların da bulunabileceğini söylemiştir. Ana çatışma sınıflar arası olmakla birlikte ikinci dereceden sınıf içi çeşitli tabakaların birbiriyle çatışan menfaatleri olabilir.

 Örneğin, burjuvazi içinde; endüstriyel burjuvazi, ticari burjuvazi, toprak burjuvazisi gibi tabakalar vardır. Zaman zaman bunların menfaatleri birbiriyle çatışır. Yine işçi sınıfı içinde; kafa işçisi, kol işçisi. Kol işçileri içinde teknisyenler, ustabaşılar gibi sınıf içi tabaka mücadeleleri görülebilir.

   Her sınıf, diğer sınıfla yapmış olduğu mücadele de sınıfın kendi içindeki tabakalar arasındaki çatışmadan yararlanmaya çalışır.

 

 Weber ve Marx’ın karşılaştırması:

 

 1-Marx konulara makrososyoloji, Weber ise mikrososyoloji açıdan bakar.

 2-Marx; topluma, toplumlara önem verir, Weber ise birey ve gruplara.

 3-Marx’a göre ekonomik koşullar üretim araçlarının mülkiyetine bağlıdır. Weber ise ekonomik koşullara önem verir. Ancak mülkiyet konusunda bir açıklık getirmemiştir.

 4-Marx’a sosyal sınıfları doğuran bilinç değil kişilerin içinde bulundukları ortamdır. Yani üretim araçlarına sahip olup olmadıklarıdır.

 Weber’e göre ise sosyal sınıfları doğuran bilinçtir.

 5-Marx, sosyal farklılaşmada sınıflaşmayı ele alır. Hiyerarşik farklılıkları sosyal sınıflara bağlar.

 Weber ise hiyerarşiyi sınıflandırır.

 6-Marx, sınıf farkının ortadan kalkması için devrimi gerekli görür.

 Weber ise piyasa ekonomisinin olmadığı yerlerde sınıf farkının olmayacağını, piyasa ekonomisi süreceğine göre de sınıf farklılığının da olacağını ileri sürer.

 7-Marx’a göre, sınıflar arasında bir çatışma vardır. Ve bu çatışmada uzlaşma sözkonusu değildir.

 Weber’e göre ise sınıf çatışmasında uzlaşmalar olmaktadır. Bürokrasi işini iyi yaptığı sürece çatışmalar en aza inecektir.

 8-Marx devlete, Weber ise iktidara önem verir.

DUVAR YAZILARI – 1

Pazar, Mayıs 31st, 2009

DUVAR YAZILARI :

– Birini öldürürsen, katil.

Binlercesini öldürürsen, kahraman.

Hepsini öldürürsen, tanrı olursun!

***

– İnsan ağlar, tanrı güler. (Milan Kundera)

– Tanrı birini cezalandırmak isterse, onun duasını kabul edermiş.

– İki kafadar biraz kafayı bulunca, biri kalkıp ben “peygamberim” demiş. Diğeri de altta kalmayacak ya, “otur yerine ben hiç kimseyi göndermedim!” demiş.

– İlginç olan, “tanrı vardır” diyenlerin çoğunun, “yokmuş gibi” davranması.

– Hayat, kurallarını tanrının koyduğu bir oyundur.

***

Kainatın canı; tanrıdır, gelin canlar bir olalım ( Alevi Felsefesi)

– Oyunu oynayan “tanrı”, bizlerse “dama taşı! (Hayyam)

***

– Tanrı, akıllıları kendine “dost”, aptalları ise “kul” olarak yaratmıştır.

– İnsanlığa bir faydaları varsa Allah bizden alsın onlara versin. Yoksa, bizden uzak Allaha yakın olsunlar.

– Yağmur için dua edersen, çamurla da uğraşırsın.

– Allah zalime “uyuz” versin, “tırnak” vermesin!

– İnsanın bir tek borcu vardır, o da Allaha “can borcu”!

– Huzur istiyorsan üç şeyle kavga etme; “Allahla, devletle, karıyla!”

***

– Upanişad “tanrısın”, Freud ise “itsin” diyor, kim haklı? (Cemil Meriç)

-Tanrı, insan yaratılarının en kutsal olanıdır. (Yalçın Küçük)

-Herşeyin ölçüsü, insandır. (Protogoras)

-Herşeyin ölçüsü, tanrıdır. (Platon)

– Tanrı yoksa, herşey mübahtır. (Dostoyevski)

– Tanrı olsaydı, hiçbir şeyden sorumlu olmazdık. (Sartre)

Şeytan, tanrının taklitçisidir. (R. Guenon)

İnsan, tanrının taklitçisidir. (Ahmet Ağı)

– İnsan, insanın tanrısıdır. (Feurbach)

***

Madem Allahtan başka kimse yok, bu gürültü de neyin nesi?

– Yalnızlık Allaha mahsustur. O da boş durmuyor.

– Tanrı bile insanlarla yazıyla, kitapla konuşuyor.

– Uçağa binerken ateist, düşerken dindar!

– Cenneti, peşin mi alırsınız yoksa veresiye mi?

– “Tanrı”yı sen oynarsan, “günahkar” başkaları olur.

– Marifet; binlerce “sahte tanrı” arasından, doğru olan, o tek tanrıyı bulmaktır.

– Seni mutluluğa götürüyorsa “doğru tanrı”dır, onu bulduysan da “akıllı adamsın.”

– Korkmaya gerek yok! “Aşk” da “seks” de tanrının fikri, sevişen kazanır!

***

– Tanrı, “barbut” atmaz. (Einstein)

– Eğer öküzler “insan” olsaydı, tanrıları da “öküz biçimi”nde olurdu. (Ksenofanes)

 – Eğer tanrınız yoksa, saygılarınızı Hitler ya da Stalin’e sunmak zorunda kalırsınız. (T. S. Eliot)

Bir tapınağın olması, “kendine tapınmaktan” iyidir. (Gazzali)

***

– Allahım ya bana bu aklı vermeseydin ya da bunları böyle yaratmasaydın!

*

– Bir lira çalarsan hırsız,

bir trilyon çalarsan beyefendisin!

–  Para varsa, o iş mantıklıdır.

*

– Hepimiz eşitiz ama ben, biraz daha eşitim!

– En iyisini iste, en kötüsüne hazır ol!

*

 Küçük beyinler, kişileri,

 Orta beyinler, olayları,

Büyük beyinler, fikirleri tartışır.

*

– İnsan beyni çok basit olsaydı, bizim de onu anlamayacak kadar aptal olmamız gerekirdi.

*

– Kazanmak insanın gardrobunu, kaybetmekse kişiliğini geliştirir.

– Hiçbir “başarı”, cezasız kalmaz.

– Kadın olmak zor şey!

 Erkek gibi düşüneceksin,

Genç kız gibi davranacaksın,

Eşşek gibi çalışacaksın.

***

– Kadın mutfakta iyi bir ahçı,

Sokakta tam bir hanımefendi,

Yatakta bir fahişe gibi olmalı.

***

– Bir kadın “hayır” diyorsa “belki”dir,

“belki” diyorsa “evet” demektir.

***

– Bir kadına bulaştıysan, “sen haklısın” de!

Olmadı, “sus”

O da olmadı, gidinceye kadar “ölü taklidi” yap,

Sonrası bize karanlık, Allah’a ayan!

***

Dört  tip kadın vardır:

– Ne aş yapar ne yaş! (arızalı)

– Aş yapar, yaş yapmaz! (ahçı)

– Yaş yapar, aş yapmaz! (keyifçi)

– Hem aş yapar hem de yaş! (makbul)

                                                                                              ***

 – Karın iyi ise eğlencede işin ne?

“Düğün” kendi evinde,

gir oyna, çık oyna!

– Karın kötü ise cenazede işin ne?

 “Ölü” kendi evinde,

gir ağla, çık ağla!

***

– Göz uydur, vurmaz tüfek yoktur

Söz uydur, sevmez kadın yoktur.

***

– Kadın bilmeyene “nefis”, bilene “nefestir”.

– Bir kadının en güzel çağı, 38 ile 40 arasındaki yirmi yıldır.

– Kadının, araya kattı mı yakışanı, duvara attı mı yapışanı makbuldür!

***

Hem zeki hem çalışkan, taktir et.

Zeki ama tembel, ikaz et.

Çalışkan ama aptal, dikkat et.

Hem aptal hem de tembel, imha et.

***

 Aciz insan, şikayet eder.

Cahil insan, kavga eder.

Basit insan, iftira eder.

Akıllı insan, idare eder.

***

Zayıf insanlar, intikam alır.

Güçlü insanlar, affeder.

Zeki insanlar, umursamazlar.

***

Mutluyken söz verme.

Üzgünken karar verme.

Öfkeliyken cevap verme

***

– Duyduğunun hiçbirine,

gördüğünün yarısına,

yaptığının tamamına inan!

***

Eğer bir çocuk;

sevgisiz büyümüşse kindar

eşya ile sevilmişse kıskanç

kıyaslanmışsa haset

eleştirilmişse iki yüzlü

korkutulmuşsa yalancı

engellenmişse hırslı

şiddet görmüşse nefret içinde

koşulsuz sevilmişse kendi gibi olur.

***

 Taş var, köpek yok

taş yok, köpek var

taş var, köpek var

ama kralın köpek

sıkıysa at taşı!

(Saskritçe bir şiir)

***

– Ehli keyfe keyif verir, kahvenin kaynaması,

Eşşeği yoldan çıkarır, sıpanın oynaması.

***

– Gönül ne kahve ister ne kahvehane,

Gönül eğlence ister, kahve bahane.

***

Durum elverişsiz fakat ciddi değil.

Durum ciddi fakat vahim değil.

Durum vahim fakat umutsuz değil.

Durum umutsuz, teslim oluyoruz.

***

Gıdaya sahip olanlar, insanları

Paraya sahip olanlar, ülkeleri

Enerjiye sahip olanlar ise dünyayı yönetir.

***

– Gelme, gelme Mevlana değilim, beni germe!

– Ya olduğun gibi görün ya da gözüme görünme!

– En akıllımız Mevlana’ydı, o da “döne döne” gitti!

Geç geldi desinler, “geçmiş olsun” demesinler!

– Gel bağrıma bostan ek, sen de ye ben de yiyim!

– Kimi yürekten çağırırsan, o gelir!

– Yüreğinde hisserdersen, mesafe yoktur.

“Kalp” bir kez kırıldı mı, bir daha eskisi gibi olmaz!

-İtibarını bir kez kaybedince, bir daha “ağzınla kuş tutsan” yaranamazsın!

Canlar kırılacağına, “camlar” kırılsın”!

– Neye nasip, neye kısmet!

– Gelin ata binmiş, “ya nasip” demiş!

– Arayan belasını da bulur, mevlasını da.

– Sen “doğru ol”, “eğri” bulur belasını.

– Zaman; hesaplaşma değil, helalleşme zamanıdır.

– Dünya hayatı “darılma” değil, “dayanma” yeridir.

“Doğrucu Davut” gibi, her doğru her yerde söylenmez.

– Doğru söyleyeni, dokuz köyden kovarlar.

– Dediğim dedik, öttürdüğüm düdük.

– Adın çıkacağına, canın çıksın daha iyi!

– Adım çıkmış dokuza, inmez sekize!

– Vakitsiz öten horozu keserler.

Dik dur, “dikleşme”!

Bitaraf olan, “bertaraf” olur.

“Ayaklar” “baş”, “başlar” “ayak” olmuş.

Aslanı kediye boğduruyorlar!

“Baht” yıkmadan “taht” sahibi olunmaz.

– Bal tutan parmağını yalar.

– İş bilenin, kılıç kuşananın.

– İmam “salarsa“, cemaat “orta yere” yapar!

– Ben “hadımım” diyorum, sen “kaç çocuğun var?” diyorsun!

– Ben diyorum “Çanakkale Boğazı”, sen diyorsun yandı “İstanbul Boğazı“!

– Ben diyorum “Gümüşhane” sen diyorsun “memişhane”!

– Deliye dert anlatıncaya kadar, akıllıya “ne verirsen ver!”

– Cahille etme sohbet sonra çekersin zahmet!

– Külliyen cahilin cesur!

– Uyandırma kerizi, bulandırır denizi!

– Senin derdin ne kardeşim? Üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi?

– İşi gücü; “o ne dedi”, “bu ne dedi”, “gramofonun teki!”

– Hükümetten aylık, Allahtan sağlık, daha belanı mı istiyorsun?

– Ne yapıyorsun? Hiç, bir şey oluncaya kadar bekliyorum!

Leyleğin ömrü “lak lakla”, dervişin ömrü “beklemekle” geçermiş!

– Düğünde zurnada, hamamda kurnada!

– Bizim kız bizden kaçar, başını kapar götünü açar!

– Elin işte, gözü oynaşta olsun!

– İpimle kuşağım, pipimle taşağım, azıcık aşım, ağrısız başım!

– Taksim’den aşşağı Kasımpaşa!

– Bahtsız bedeviyi, çölde kutup ayısı kovalarmış!

– Canım cennette, elim Cevriye’de! Hayat sana güzel, cennet sana var hacı abi.

– Size gelince hak, bize gelince müstehak! (Allah utandırmasın!)

– Bura bura ayar versen, osura osura geri atıyorlar!

– Acıma düşküne, döner vurur keline!

– Milyonlarca sperm arasından gel sen birinci ol, ama şu yaşadığımız hayata bak!

– Akıl veren çok olur da para veren olmaz.

– Akıl fukara olunca, fikir ukala olur.

– Kafasında kırk tilki dolaşır, kırkının da kuyruğu birbirine değmez!

– Sakınan göze çöp batar, sakındıkça da duyan gelir, gelen de gitmez!

Kırmadan yarmadan, kestirmeden küstürmeden, geldi geçti Genç Osman!

– Boşa koysam dolmuyor, doluya koysam almıyor!

– Hayat kısaysa, hiçbir şeyi uzatmanın manası yok!

– Bazı insanların altı, bazılarının da üstü çizilir!

– İçindeki çocuğu öldürmeyen yaşlanmaz.

*

– Sizin bildiğiniz kadar, benim unuttuğum vardır!

– Bizim yaptıklarımıza sizin hayaliniz yetmez!

– Yürüdüğünüz yolların asfaltını biz döktük.

– Siz giderken, biz geliyorduk.

*

– Doğmamış çocuğa don biçilmez.

– Alışmamış götte, don durmaz.

– Alışmış kudurmuştan beterdir.

***

– Maydonoza gelince kırt kırt,

sapına gelince meee! (Allah günah yazmasın!)

***

– İnsan hımbıllaşmaya görsün;

oturma imkanı varsa, ayakta durmaz,

yatma imkanı varsa da oturmaz!

– Minumum gayret, maksimum fayda!

***

İstatistik, yanlış rakamların doğru hesaplanmasıdır.

İstatistikler yalan söylemez,

– İstatistikçiler, doğruyu söylemez.

– İstatistik, cehaletin matematiksel teorisidir. (Moris Kline)

***

– Küçük işlerin “büyük adamı” değil,

büyük işlerin, “küçük adamı” ol!

***

– Kötü olan kör olmak değil, “nankör” olmaktır.

– Sağır duymaz, uydurur!

– Şeytan da kariyerine bir melek” olarak başlamıştı ama şimdi sadece bir  “iblis”.

– Birşey kısmetten çıkmaya görsün, “uçkur” bile doksandokuz yerinden kopar, bağlamaya yetişemezsin!

– Dövüşmesinler de sevişsinler!…

– Horozumu saldım çayıra, tavuğu olan düşünsün!

– Maşallah “danazorlar”, dinozorların yokluğunu aratmıyor!

Demirden korksaydık, trene binmezdik!

– İnsana benziyor diye sanma ki, herkes “insan!”

– Hayatta “duruşuyla” etkili olamayanlar, vuruşuyla” olmaya çalışır.

– Bir şeyin doğrusunu mu istiyorsun, kendin yap!

– Herkesin yaptığını yaparsan herkes gibi olursun, başkasının yapmadığını başarırsan, herkesten büyük olursun.

– Aptal düğünden, çocuk oyundan usanmaz.

İşini doğru yap, çoluk çocuğu kendine nasihat eder hale getirme!

– Sözün tamamı, deliye anlatılır.

***

– Hayatım lazım olursa, ben buradayım, “gel ve al.”

– Herkes niye geldi bilmem, ben neler olduğunu anlamaya geldim!

– Emanetin canı, tez olur.

– Emanete, ihanet olmaz. En çok da diyenden kork!

– Çıkmadık candan, ümit kesilmez.

– Can çıkar, huy çıkmaz. Ufacık boyu var, türlü türlü huyu var!

– Olmadan koparırsan, sormazlar mı, “olmamış şeyi niye getirdin?” diye.

***

– Salla başını al maaşını,

– İşi bilecen, işe gitmiyecen,

– Böyle saça, böyle tarak,

– Ne kadar köfte, o kadar iş!