Posts Tagged ‘Solculuk’

MEHMET ALTAN “MARKSİST LİBERAL”

Pazar, Kasım 25th, 2012

MEHMET ALTAN

– Neyi yapamıyorsan, onun esirisindir.

– Eleştiremediğin şeyi övme!

‘Siyasetçi’, övünmek ve övülmek istiyor, eleştiriye tahammülü yok. Oysa eleştiri ona karşı olan düşmanca bir tutum değil, ona dünyanın gelişmişliği açısından geldiği yeri göstermek, oraya taşımaktır.

– ‘Vicdan’; yerel değil küreseldir, empati yapmaktır. Vicdanın, kendine başka ötekine başka çifte standardı olmaz. Dindarım diyen insan, herkese karşı vicdanlı olacağı için saygıyı hakeder, aksi halde o da etmez.

‘Din’ sadece başkasına ‘ayar verme’ değil, çok önemli manevi bir tarafı vardır; bir iç yolculuktur, derinliktir, hakikati aramak, varlığına bir mana katmaktır.

– Bilimadamıyla, entellektüellerle, siyasetçi arasında çıkar çatışması vardır. Bilimadamı, olana bakarak olacak olanı okur ve geleceğe bakar. Siyasetçi ise seçildiği süreyle sınırlı olarak, olandan nasıl nemalanacağına bakar.

– Biz padişahlık kültüründen geldiğimiz için, hep “padişah kim olacak” diye bakıyoruz. Dünyanın gelişmişlik açısından gelmiş olduğu insani parametrelerle hiç ilgilenmiyoruz. Oysa önemli olan; işsizlikte, gelir dağılımında, insan haklarında, kadın-erkek eşitliğinde… dünyada nerede olduğumuzdur.

– Siyasetçiler iktidarı kaybetmekten korktukları için, kendilerini dünyanın gelişmiş insani parametreleriyle değil, iç siyasetteki başarılarla mukayese ederler.

– Mukayese olmadan, toplumların gelişmişliği anlaşılamaz. Toplumlar, devletler kendilerini kendisiyle değil, dış dinamiklerle yani gelişmişlik açısından dünya nerelere gelmiş onunla kıyaslarsa gelişir. Ülkenin gelişmişliğini görmek için, yedi milyonun yetmiş milyon içindeki yerine değil, yetmiş milyonun yedi milyar içindeki yerine bakmak gerekir.

– Farklı olana karşı olmak, onu yoketmeye çalışmak, kişinin değişen dünya koşullarına uyum sağlayamayıp, rekabet edememesinden kaynaklanır.

– Kişiler, işini koruyabilmek adına, “tükenmekte olan milliyetçi” söylemlere sığınırlar.

– İnsanlar; bilmediğine, anlamadığına karşı her zaman hamasi bir siyasetle karşı durup savunmaya geçerler.

Ordu; milletin değil, diğer kurumlar gibi devletin bir parçasıdır. “Milletin bir parçasıdır” dediğinizde, milletin her yapılanı meşru kabul edip, sahip çıkmasını sağlarsınız. “Devletin bir parçasıdır” dediğiniz de ise ‘vatan haini’ olmadan her yapılanın hesabını sorabilir, herşeyiyle eleştirebilirsiniz.

Her türlü vesayetten, hem ordu hem de sivil/siyasi vesayetten kurtulmak lazım. Hiçbir vesayet altında olmayan Avrupa Birliği standardında bir demokrasi istiyorum. Bunun için, AB görüşmelerinin devamını çok önemsiyorum. Böyle tam bir demokrasi için de mecburi askerliğin kalkması lazım.

“MARKSİST LİBERAL” ADLI ESERİNDEN:

– 1980 darbesi islamcılığı, sola karşı örgütledi ve kışkırttı.

– Devletçilik, toplumların zenginleşmesini sağlayamıyor aksine bürokrasinin ve devletin bir soygun batağına düşmesine yol açıyordu.

Anglo-Sakson firmaları ‘kâr artışı’ gözetir. Japon firmaları ‘stratejik yarış’ diye bilinen oyunu oynarlar. Amerikalılar ‘tüketim ekonomisine’ inanır, Japonlar ‘üretim ekonomisine’…

– Sermaye sınıfının boy atmadığı, proleteryanın güldür güldür çağlamadığı yerde de ister istemez ‘solculuk’ adına binbir türlü sahtekarlık yaşanabiliyor…

– Bizde hiçbir zaman ‘üretim ilişkileri’ sözkonusu edilmedi. Demokrasiyi bir yana koyarak halkı ordu sopası ile modernleştirmeye kalkmak, ‘ilericilik’ olarak yutturuldu.

Solculuk, en ileri üretim biçimlerine sahip çıkmaktır. En ileri üretim biçimi, insanın refahını ve özgürlüğünü pekiştirir.

– Fransız faşist lider; J.Marie Lepen, ‘evrenselliği’ en büyük düşman ilan ediyor, küçülen dünyayı tehlikeli buluyordu. Bildirgelerinde; sınırları kaldırıp, ulusal farklılıkları azaltacak her türlü girişime karşı çıkılıyordu.

Fransa’da yabancılara tanınan hakların geri alınacağı kanbağı ile oluşmayan ‘vatandaşlığın’ kaldırılacağı, kürtaja son verileceği ilan edilmekteydi…İktidar olunması halinde, Avrupa Birliği’nin temel antlaşması Maastrich’e son verileceği de haber verilmekteydi.

– Sol, ırka değil bizatihi insana, ulus-devlet anlayışına değil, ‘evrenselleşmeye’, kültürlerin zıtlaşmasına değil küreselleşmeye sahip çıkan bir kimliğe bürünüyor. Ayrıca ‘içe kapalı anlayış’; ekonomide dünyaya kapalılık, bölgesel ekonomik ittifaklara karşı çıkmak da ‘faşizmin yeni yüzü’ olarak görülüyor.

Sol, serbest değişimi, ekonomik ittifakları, dünyaya açılmayı savunuyor.

Leninizm ölürken,  Marksizm kendi anlayışını yeniden gözden geçiriyor.

Liberalizm, bireyin özgürlüğünü, devlet karşısında bireyin korunmasını amaçlayan bir düşünce biçimidir. Odağı bireydir, birey ve onun özgürlüğü için vardır.

Marksizm de evrenin değişimini araştıran, toplumsal dinamiklerin kaynaklarını irdeleyen bir felsefedir. Değişim bilimidir.

Osmanlı iktisadi düzenini saray ve özgür köylü ikilisi oluşturuyordu. Özgür köylü üretiyor, saray da buna el koyuyordu. Bu sistemin bozulmaması için özgür köylünün ‘küçük üretici’ olarak kalması bir zorunluluktu.

Saray, Cumhuriyet dönemiyle birlikte ruhunu daha kalabalık padişahlardan oluşan bir devlet örgütüne devretti…Köylü, birey ve vatandaş olmadı…Bireyin iktisadi ve siyasal özgürlüğünün üzerine, saray yönetiminin çağdaş yorumu olan devletçilik abandı…Saray geleneklerini devralan devletti.

– Osmanlı’da ‘yeniçeri’ ile ‘ulema’ birlikte hareket ederdi. Bu birlik ilk kez 1826’da bozuldu. Din adamlarından oluşan ‘ulema’, yeniçeri ocağının feshedilmesi için fetva verdi. Çünkü Batı kendine bağlı ‘laik bir ordu’ kurmak istiyordu. Bu başarıldı.

Modernist ordu da, hilafet kurumunu kaldırdı. Hilafetin kaldırılması, Müslüman dünyanın liderliği vasfını yok ettiği gibi, içerdeki Osmanlıdan kalma İslam geleneğini de abartılı ve demokratik olmayan bir laiklik anlayışıyla bastırdı.

Ulema camiye, yeniçeri mirasçıları kışlaya yaslandı…Aydınlar cami ile kışla arasındaki tercihlere göre düşünce ufkunu belirlediler…Cami muhafazakar gericilerin kalesi, kışla Batılı laik ilericilerin odağı sayıldı.

Bugün de liberal ve Marksist paradigma, Türk düşünce hayatını beslemiyor. O nedenle ortalıkta zavallı bir seviyesizlik var.

Cami, kendi inanç diktasını yıkacak olanlara ‘kafir’ diyor. Kışla üç asırlık liberal düşünceye ‘liboş’, Marksizme de ‘Rus uşağı’diyerek durumu idareye çalıştı. Ancak bu ucuz yaklaşımlara rağmen cami ve kışla paradigmasının da çürüdüğü ve hiçbir toplumsal talebe cevap vermediği inkar edilmeyecek kadar belirginleşiyor.

– Profesör Peter Drucker’ “Kapitalizm Sonrası Toplum” adlı eserinde “ulus-devlet” kavramını hırpalayan ve gittikçe güçsüzleştiren olguları şöyle sıralar:

İlki, “paranın kontrolü”, bugün hiçbir merkez bankasının tek başına kontrol edemeyeceği bir para akımı sözkonusu…paranın vatanı yok. İkincisi, para gibi denetim dışı dolaşan “enformasyon”. O da sınırları aştı vatansız hale geldi. Üçüncüsü çevre, o da ulus-devlet sınırlarını aşarak, uluslararası bir örgütlenmeyi dayatır oldu. Çünkü insanlığın serası olarak bilinen atmosferin, gene insanların ciğeri olarak bilinen ormanların, okyanusların, su ve havanın kirlenmesi, herkesin sorunu. Dördüncüsü, terör de uluslararasılaştı. Çok küçük bir grubun, koca bir ülkeyi altüst edebileceği anlaşıldı. Beşinci olguysa silah. Silahların kontrolüyle egemenlik kavramı çelişir hale geldi. Silahlanma (nükleer silahlar) tüm dünyayı tehdit ediyor. Altıncı olgu, “bölgecilik”; yüksek teknolojili sektör klasik, neoklasik ya da Keynesyen iktisadını arz-talep dengelerini izlemez. Bu teorilerde üretim maliyeti üretim hacmiyle doğru orantılı olarak artar. Buna karşılık yüksek teknolojilerde, üretim hacmi arttıkça üretim maliyeti hızla düşer.

Ulus-devlet zayıfladıkça, ‘ulus’ kavramının yerini daha küçük birimlerin alma ihtimali artıyor. Drucker buna ‘kabilecilik’ adını veriyor.

– Lenin, “kapitalizmin ilerici tarihi rolünün” ikinci aşaması olan “emeğin toplumsallaşma” sürecini ise şöyle tanımlar:

…Kapitalizm gelişmesi ne kadar büyük olursa, üretimin kollektif niteliği ile mal edinmenin bireysel niteliği arasındaki çelişki o kadar güçlenir.

– 1870’lerde Narodnik siyasal hareketi sosyalizmin kaynağını köylülükte arıyordu. Rusya’da Batı’yı yozlaştıran kapitalizmin kötü etkilerinden böylece kurtulacağını düşünüyordu. Narodnik hareketinin muhalifi ise G.Plekhanov idi. Lenin’in de aralarında yer aldığı bir grup marksisti o yetiştirdi.

Nitekim 1890’larda Plekhanov’un öngörüleri gerçekleşti. Kapitalizm Rusya’da hızla gelişti. 1914 yılında henüz 3 milyon sanayi işçisi olmakla birlikte, devrim proletarya öncülüğünde gerçekleşti.

Joseph Schumpeter,…büyük firmaların gelişmenin en büyük motoru olduğunu belirtip, toplam üretimi uzun vadede artırıcı güç olarak tanımlamaktadır. Ona göre, bu nitelikleriyle kapitalizm insanlığın hiç tanımadığı bir biçimde ekonomik kalkınmanın en önemli ve güçlü aleti olarak kabul edilmelidir.

– Üretim biçimi değiştikçe toplum ve insan da değişir…Bilimsel bilgi, çok daha az kol gücüyle çok daha fazla üretim yapar hale geldi.

1989 yılından sonra sosyalist dünyadaki “merkezi bürokratik planlama” iflas etti. İnsan iradesiyle, ekonominin daha verimli çalıştırılabileceği iddiası sona erdi. Piyasa ekonomisi, ekonomik kaynakların en bereketli şekilde kullanıldığı mekanizma olarak ortaya çıktı.

Gorbaçov’un sözünü ettiği marksizmle liberalizm sentezini ilk yakalayan parti eski İtalyan Komünist Partisi oldu. Adını “Demokratik Sol Parti”ye dönüştürerek, “Marksistliberal” bir kimlik edindi.

– Marx, Hegel’in düşüncesinin dış dünyayı rastgele kendi istediği gibi algılayabileceği iddiasına karşı çıkıyor. Bilincin, doğanın bir parçası olduğu için, kendi dışındaki dünyayı doğru algıladığını vurguluyor.

Marksist değer teorisine göre, emeğin sömürüsü sermayenin birikimine imkan veriyordu.

Engels, mezarı başında yaptığı konuşmada Marx’ın iki büyük keşifte bulunduğunu söylemiştir. Bunlardan biri, “insanlık tarihinin gelişme yasası”, diğeri ise “kapitalist üretim tarzının yarattığı burjuva toplumunun işleyiş yasasıdır”.

Mustafa Suphi, Türkiye Komünist Parti Genel Sekreteri idi. Ankara kendisini Türkiye’ye davet etti ve tuzağa düşürerek 15 arkadaşıyla birlikte Trabzon’da boğdurttu…Marksist bakış açısı, kısaca yeryüzündeki değişimi izleme rehberi yok edildi.

Bilgisayar devrimine bağlı olarak hayatımıza giren “iletişim devrimi” de “otoriter ve totaliter” yasakçı devlet anlayışını ve “yerel ölçüleri” tuz buz ediyor.

Çoktan aşılmış bir Kemalist ulus-devlet anlayışında direnmeye çalışıyor. Halbuki bilgisayar devrimiyle başlayan dönemin, üç altın ilkesi var; piyasa ekonomisi, insan hakları ve demokrasi…

– Yeryüzünün çağdaş toplumlarında, teknolojik devrim sayesinde, emek-sermaye çelişkisi sona ermekte…Üretim ilişkileri hızla değişmekte…Türkiye ise hala köylü…Hala köylülükten işçiliğe bile geçemedik. Halbuki, dünya işçilik dönemini bile geride bırakıyor.

…Solculuğu, çarpık bir laikliğe indirgiyorlar. Sanki bütün laikler değişimden yanaymış gibi. Ordunun resmi ideolojisini de sosyal demokrasiye yamamaya kalkıyorlar.

– Dünyayı değiştirmek isteyen Marksistlerin hedefleriyle, bu liberal değişim çelişmiyor çakışıyor.

– Batı’da demokrasi, gelişmiş sosyal sınıflarla çok çeşitli sosyal grupların “ortak çıkarları” üzerine kuruludur. Biz de ise Batı’daki çoksesliliğin yerini resmi görüş almıştır.

Padişahlık geçimini savaşarak elde ettiği ganimetlerle sağlıyor. O nedenle üretim pek yok…Üretim olmayınca ülkede iş de yok sendika da…8 saatlik çalışma için talep de yok…

– Liberalizm ilk başta, devlete karşı bireyi koruyan bir özgürlük anlayışı olarak doğdu.

Liberalizm, bütün girişimcilere sonsuz özgürlük demek…

– …Eski bir eğitimcinin dediği gibi “bizde lise eğitiminin bilgisi altı ayda öğretilebilir. Ancak lise öğretiminin amacı eğitim değil, demokrasiden mahrum edilmiş cumhuriyete militan yetiştirmektir”.

Memur öğretmen yaratıcılıktan uzak, bürokratik zihniyeti sürdürür. ‘Büyüklerine’ karşı hal ve tavrı önemser ama patent sayısını artıracak çocuklar yetiştirmeyi amaçlamaz. Çocuk oyunlarına bile yenilerini ekleyemez. Türkiye hızla silkinecekse, memur öğretmen kitlemizi nasıl entellektüel öğretmene dönüştürebileceğimizin formülünü bulmalı.

– Türkiye, federasyon kurabilecek gelişmişlik düzeyinden çok uzak. Bizde gelinen en üst aşama; ‘laik devlet’ kavramı…Üstelik, demokrasiyi kendine tehdit olarak gören bir ‘laik devlet’ algısı bu.

Robert King Merton, bir inceleme sırasında Rovere (New Jersey) sakinlerinin belirgin bir şekilde ikiye ayrıldığını tespit etmiş. Birinci grup, “dünyaya dönük yaşayanlar” İkinci grupsa “yaşadıkları çevreye endeksli olanlar”. Birincileri, “kozmopolitler” ikincileri ise “yerliler” olarak nitelemiş.

Kozmopolitler, tüm tartışma konularını yerküre ölçeğinde ele alırken, yerliler tartışmayı kendi yaşadıkları yerle kısıtlıyormuş.

Kozmopolitler, başarılarını genel kültüre bağlarken, yerliler yakınlarına, akrabalarına bağlıyormuş.

Kozmopolitler, kendi kentlerinde herkesi tanımaya, olup bitenden haberdar olmaya yatkın değilken, yerliler tam tersi herkesi tanımak istiyormuş. Kozmopolitler, bilgi sahibi olanlarla ilgilenirken, yerliler inandıkları kişileri dinlemeye yatkın oluyormuş.

– Modern bir ekonomide, bir değişim ve yenilenme ekonomisinde kâr diye bir şey olmadığını artık biliyoruz. Yalnızca maliyetler vardır; geçmişin maliyetleri ve belirsiz bir geleceğin maliyetleri.

ÖZLÜ SÖZLER – SOLDAN

Salı, Ekim 26th, 2010

– Faşizme karşı birleşmeyenler, faşizmin zindanlarında buluşurlar.

BERTOLT BRECHT

– Kitleleri harekete geçirmek için, mitlere ihtiyaç vardır.

G. SOREL

– Tek temel ve mümkün olan “sosyalizm”, seçkin insan türünün sosyalleşmesidir.

– Yirmisinde solcu olmayan eşektir, kırkında solcu kalan şeddeli eşektir.

– Doğruları biliyorsan, yalanları dinlemek eğlencelidir.

-Altın kural şudur; herhangi bir altın kural yoktur. 

– Özür dileyerek, yakınlık göstererek ve son arzularında cömert davranarak, suçluları ve soysuzları idam edip ortadan kaldırmalıyız.

BERNARD SHAW 

– Devlete ihtiyaç yoktur…Devlet tarafından yapılan sömürü daima yöneticiler ve ücretli köleler anlamına gelir. Bizler insanın insana hükümet etmesini, insanın insanı sömürmesinden daha fazla arzulamıyoruz. Sosyalizm, hükümetçiliğin karşıtıdır….bizler bu birliklerin…demokratik ve toplumsal cumhuriyetin ortak bağında birleşecek engin bir birlikler ve gruplar federasyonunun ilk bileşenleri olmasını arzuluyoruz.

PROUDHON

– Ben toplumsal refahın ve özellikle de toprağın, toplumsal tasfiye anlamında kollektifleştirilmesi için oy kullanacağım. Toplumsal tasfiyeden, bugün olduğu üzere mülkiyetin yaptırımcısı ve yegane garantörü olan kanuni ve siyasi “devlet”in lağvedilmesiyle, şu anda mülk sahipleri olanların tamamen mülksüzleştirilmesini anlıyorum… tüm daha büyük hoşnutluklarıyla birlikte, komünlerin solidarasyonunu destekliyorum…çünkü böylesi solidarasyon aşağıdan yukarıya bir toplum örgütlenmesini içermektedir.

BAKUNİN

– Anarşinin kaynağı, devlettir.

PASCAL

– Herkes aynı fikirde olursa, toplumda gelişme olmaz.

– Bütün insanlar eşit yaratılmışlardır. Onları yaratan tanrı, kendilerine vazgeçilmez bazı haklar vermiştir. Bu haklar arasında; yaşama, özgürlük ve refahını arama hakları yer alır. Bu hakları korumak için, insanlar arasında meşru iktidar, hak ve yetkilerini yönetilenin rızasından alan hükümetler kurulmuştur. herhangi bir hükümet şekli, bu amaçları tahrip eder bir nitelik kazanırsa, onu değiştirmek veya kaldırmak ve temelleri kendi güvenlik ve refahlarını sağlamaya en uygun görünecek ilkeler üzerine dayanan, güç ve yetkiyi aynı amaçla örgütleyen yeni bir hükümet kurmak, o halkın hakkıdır.

THOMAS JEFFERSON

– Esas olan, kuvvetler ayrılığıdır (yasama, yürütme, yargı).

MONTESQUİEU

– İnsan, özgür doğar ama hayatın her anında zincire mahkum edilir.

 – Bütün kavgaların, felaketlerin, tüm kötülüklerin anası;özel mülkiyet”tir. Özel mülkiyetin olmadığı yerde haksızlık da yoktur.

– Esas olan, kuvvetler birliğidir yani yasama, yürütme ve yargının aynı erkte olmasıdır.

J.J. ROUSSEAU

MARX:

Tarihi yapan, insandır…

– Alt yapı, üst yapıyı belirler…

İnsanlık tarihi, sınıf çelişkisinden ibarettir.

Komünizmin önündeki engel, burjuvazinin eksikliğidir.

– “Din”, toplumun afyonudur.

– İnsan, ne üretirse ona yabancılaşır.

– Toplumsal reformlar, güçlünün zayıflığından ötürü değil, zayıfın gücünden ötürü gerçekleşir.

Kapitalist, kendisinin kapitalist olmasından sorumlu değildir ama ilişkilerin kurulmasına yardımcı olduğu için sorumludur

– Bir memleket iki şekilde talan edilir; “düşmanlar” ve bizzat o ülkenin kendi “maliyesi” tarafından.

– Fatih ülkeler, fethettikleri ülkelerin etkisi altına girerler. 

– Zorun güzelliği, doğallığındadır.

– İşçilerin vatanı yoktur.

– Gelecek için bir program geliştiren insan, devrimcidir.

– Mülkiyet, hırsızlıktır.

– Marx 1850’de “din; ruhsuz bir dünyanın ruhu, ezilenlerin haykırışı, kalpsiz bir dünyanın kalbidir. Din, kitlelerin afyonudur” der. O zamanlar insanların acılarını azaltsın diye “afyon” yutturuyorlar. Bunu Marx, “din uyuşturucudur” demiş gibi lanse etmeye çalışıyorlar, bu sözü bu manada yorumluyorlar. Aslında o bu sözü ile dini övmektedir. Din için, “ruhsuz bir dünyanın ruhu”, insanlar için dinden başka teselli edici bir çözüm kalmamıştır diyor.

ÖMER LAÇİNER

  Devlet, tanrının dünya üzerindeki yürüyüşüdür.

– Sanat, bir fikir hareketidir.

– Bir insanın  sana neler verebileceği değil, senin için nelerden vazgeçeceği önemlidir. 

 HEGEL

Faşizm, bir dindir.

MUSSOLİNİ

– Şüphelendiğini öldür. Devrim, her şeyden önce gelir.

– İktidarın, olgun bir meyve gibi ellerine düşmesini bekleyenlerin bekleyişi, hep sürecektir.

– “Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakabileceğin en iyi miras dürüstlüktür.”
– Ne kadar farklı olursa olsun, sana ait olmayana tenezzül etme ve ne kadar basit olursa olsun, senin olmayandan asla vazgeçme.
– Arkamdan konuşmaya devam et. Çünkü, karşıma çıkacak kadar büyük değilsin!
CHE GUEVERA
– Sırtından vurana kızma, ona güvenip arkanı dönen sensin ve arkandan konuşana da darılma, onu adam yerine koyan sensin.

GORKİ

Muhafazakarlık, tedavi edilebilir bir hastalıktır.

M. LERNER

Beyaz ırk, insanlık tarihinin kanseridir.

S. SONTAG

Avrupa projesi, bir medeniyet projesidir.

W. MARTENS

Kemalizm, laik bir dindir.

Prof. Dr. ALTAN GÖKALP

Solculuk, en ileri üretim biçimlerine sahip çıkmaktır. En ileri üretim biçimi, insanın refahını ve özgürlüğünü pekiştirir.

– Devletin herkese eşit mesafede hizmet verebilmesi için, “devletin ideolojisiz olması” gerekir. Birileri “din devleti” peşinde koşarsa, birileri de “askeri devlet” peşinde koşar.

 – Devletçilik, toplumların zenginleşmesini sağlayamıyor aksine bürokrasinin ve devletin bir soygun batağına düşmesine yol açıyor…

 – Sol; ırka değil bizatihi insana, ulus-devlet anlayışına değil; ‘evrenselleşmeye’, kültürlerin zıtlaşmasına değil; küreselleşmeye sahip çıkan bir kimliğe bürünüyor.

 ‘İçe kapalı anlayış’; ekonomide dünyaya kapalılık, bölgesel ekonomik ittifaklara karşı çıkmak da ‘faşizmin yeni yüzü’ olarak görülüyor.

 Sol, serbest değişimi, ekonomik ittifakları, dünyaya açılmayı savunuyor.

 Liberalizm, bireyin özgürlüğünü, devlet karşısında bireyin korunmasını amaçlayan bir düşünce biçimidir. Odağı bireydir, birey ve onun özgürlüğü için vardır.

 Marksizm de evrenin değişimini araştıran, toplumsal dinamiklerin kaynaklarını irdeleyen bir felsefedir, değişim bilimidir.

 – Dünyayı değiştirmek isteyen Marksistlerin hedefleriyle, bu liberal değişim çelişmiyor çakışıyor.

 – Sanayileşme dönemi bitiyor…Ulus-devlet dönüşüyor…Sosyolojik yapı değişiyor…Daha önce Marksizm ile liberalizm çatışırken şimdi benzerlikleri ön plana çıkmakta…

 Marksizm de hümanizma var…Liberalizmde de bireyin üstünlüğü…İkisi de mümkün olduğunca “az devlet” peşinde. Bu yeniçağ aynı zamanda yeni bir sentez çağı, marksizmle liberalizmi evlendirecek bir çağ.

 …Yaşamın akışındaki değişim ve dönüşümü marksist bir yöntemle ele alan ve piyasa ekonomisini de zenginleşmenin tek gerçek reçetesi olarak kabul eden bir anlayış…Hayata bakarken Marksist…Ekonomiye bakarken liberal…Yaşamı kavramaya çabalarken de “marksist-liberal”…

 MEHMET ALTAN

– Kuran’dan asla kapitalizm çıkmaz, “abdestli kapitalizm” hiç çıkmaz. Müslüman antikapitalisttir, çünkü “mülk Allah’ındır”. Bütün kötülüklerin başı özel mülkiyettir. Kuran-ı Kerim‘den illa bir ekonomik düzen çıkarılacaksa, çağımızdaki kavramları kullanarak söylersek, sosyalizme eğilimlidir. Ahlaki ve dini bir sosyalizm çıkar. İslamın siyasi, politik duruşu sol bir duruştur, sağcı değil.

İHSAN ELİAÇIK

– Batı dışı dünya hakkında Marx ve Engels‘in düşünceleri bütünüyle emperyalisttir…ABD‘nin, Meksika‘nın epeyce toprağını ilhak etmesiyle sonuçlanan savaşı Marx kendi cümleleriyle, “tembel ve çaresiz Meksikalılara karşı uygarlaşmanın lehine bir netice” olarak nitelemiş ve desteklemiştir.

Fransa‘nın Cezayir‘i işgali de “ilerleme ve uygarlık için önemli ve talihli bir olay”dı. Çünkü, “Bedeviler bir haydutlar ulusu” idi.

Marx, İngilizlerin Hindistan‘ı işgalini de aynı mantıkla desteklemiştir. Çünkü Hint toplumsal hayatı, Marx’ın tabiriyle “değersiz, durağan ve bitkisel” idi.

 RASİM OZAN KÜTAHYALI

      – İhtiyaç, icadın anasıdır.

                   Felsefe, mantık ve diyalektikten oluşur.

 – Erkek burjuvazidir, karısıysa proleteryayı temsil eder.

– Ne mutlu o yoksullara ki, öteki dünya onlarındır ve er ya da geç bu dünyada onların olacaktır.  

ENGELS

  – Az gelişmiş toplumlarda “ordu”, kendi halkına karşı kullanılmak için vardır. 

 – Her devrimin temel sorunu, “iktidar” olmak içindir.

– Yumurtalar kırılmadan, omlet” (devrim) olmaz.

– Ne kadar kötü olursa, o kadar iyidir.

LENİN

– Filozofun gerçek işlevi; dünyayı değiştirmek değil, onu anlamaktır.

Sosyalizmin bana göre arzu edilir bir tarafı yok. Çünkü, hiçbir özgürlük vermiyor, bir bilginin engelsizce edinilmesine izin vermiyor. Dogmacılığı teşvik ediyor. Bir düşünceyi yaymak için baskı kullanılmasını öneriyor. Ben ki eski liberalim, onun yapıp ettikleri çoğu kez pek az hoşuma gidiyor.

– Orta halli bir Rus, Stalin zamanında çarlık zamanına göre daha az mutluydu.

– Lenin kendisi için değil de bir inancı cisimlendirmek için ortaya çıkmıştı. Fakat inancı çok dar göründü bana. Marxçı yörüngenin dışında hiç mi hiç düşünemeyen bir “bağnaz” gördüm ben onda.

– Lenin’in bir “proleter” sayıldığı fakat dilenciler, yiyecek bir lokması olmayan zavallılar için “burjuvazinin uşakları” deniyordu.

B. RUSSELL

   G.V.PLEKHANOV:

 Formel mantık, realitede geçer değildir. Hareket, ayniyet ve çelişmezlik prensibine tabi değildir. Çünkü; madde hareketsiz, hareketsiz de madde olmaz. Bütün alemin esası bu hareketli maddedir. Hareket halindeki bir cisim, aynı zamanda hem burada hem de başka yerdedir..Hem vardır hem de yoktur. Bizzat bu değişmenin varlığı, gerçekte çelişmezlik mantığı yerine, çelişme mantığı veya diyalektiğin cari olduğunu gösterir.

 Ya formel mantık doğrudur, o zaman realiteyi inkar etmeli ya da realite doğrudur, o zaman da formel mantık ilkelerinin geçerliliği yoktur.

 Eğer mantığımız doğruysa, Zenon gibi “hareketi” inkar etmemiz gerekir.

…/…

– İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır.

LORD ACTON

– “Minnettarlık”, köpeklerin alışkanlığıdır.

– İki şeyden taviz verilmez; vatan ve ordu.

– En büyük hatalarımdan birisi; imzaladığımız “Güvenlik İşbirliği Antlaşması”na Hitler’in sadık kalacağını düşünmemdir. 

– Bir insanın ölümü trajik, binlercesininki dramatik, bir milyonun ölümü ise istatistiktir.

– “Benim kör, küçük kediciklerim bensiz ne yapacaksınız?”

– Hedefini belirle, kovala, yakala ve yoket. Dünyada bundan daha güzel birşey yoktur.

– Dişini ne kadar gösterirsen o kadar iyidir.

STALİN

– Bir köle olarak yaşamaktansa, bir “özgürlük savaşçısı” olarak ölmek daha iyidir.

  YILMAZ GÜNEY

– Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz.

– Haklıdan yana değil, güçlüden yana olanlar korkak ve kaypak olurlar. Güç merkezi değiştikçe dönerler; fırıldak olurlar.

UĞUR MUMCU

– En tehlikeli yönetim, hem cahil hem cesaretli olanların yönetimidir.

ERTUĞRUL GÜNAY

– Düşündüğünü söylemeye korkmaya başladı mı kişi, düşünmekten de korkmaya başlar.

VEDAT TÜRKALİ

– Bilinç, baskıdan doğar.

– Sömürü düzenine karşı çıkmak için; sosyalist/ marksist olmak, ulusunu, halkını sevmek için; ırkçı/milliyetçi olmak, adil bir insan olmak için de ahlakçı/dinci olmak zorunluluğu yoktur. Dahası bu türden yaklaşımlar; sınıfsal, etnik ve dogmatik bir tutum içinde sorunları çözen değil, derinleştiren bir anlayıştır.

– Eşitlik, “eşitler” arasındadır. Eşit olmayanları eşitlemeye çalışmak, eşit olmayanların sömürüsüne dönüşür.

– Din ve ideoloji; bilim öncesi, “ahlakçı” öğretilerdir.

AHMET AĞI

    Marxizm, toplumumuzun gerçeklerine uydurulacak yerde, toplumumuzu kafamızdaki yarım yırtık yani aptallığımızın marxizmine uydurmak istemişizdir…Memleketimizde, 50 yıllık marxizm çabalamalarının içine düşürüldüğü durum, marxizmi tersine çevirdiğimizden ileri gelir…Değişen şartlara göre değişen tedbirler gerekir. Dogmatizm, değişen durumların karşısına eski gerçeklere göre alınmış tedbirlerle çıkmaktır. Dünyada değişmez gerçek yoktur…Batılı toplumlara benzemeyen doğulu toplumlarda durum daha da çapraşık sayılmalı, kesinliklerden, genellemelerden büsbütün kaçınılmalıdır. Bir durumun değiştirilebilmesi için onun genel gerçeklerini bilmek hiçbir işe yaramaz, özelliklerinden yola çıkılmadıkça hiçbir durum işe yaramaz.

Her ülkenin sosyalistleri, kendi yollarını kendileri bulmak daha açıkçası, kendi sosyalizmlerini kendileri yaratmak zorundadırlar.

  KEMAL TAHİR

– “…Şartlar ne kadar elverişsiz olursa olsun, günün birinde devrimin gerçekleşeceğine inanıyorum da. İş, devrimden sonraki hayatın, insana gereksindiği mutluluğu verip veremeyeceğine geldi mi aklım karışıyor. Neden dersen, toplumun ve doğanın çelişkileri üstüne tutmuş koskoca bir sistem ve felsefe koymuşuz da birey olarak insanın iç çelişkilerini hiç hesaba katmamışız. Senin insan dediğin, kendini doğru ve haklı bir davaya adamış, kalıptan çıkma bir yaratık değil ki! Baştan ayağa karşıtlıklarla dolu bir varlık. Aynı zamanda iğrenç ve saygıdeğer, aşağılık ve yüce, ödlek ve cesur! Bunu demekle zannetme ki, insanı soyut ve değişmez bir kavram olarak alıp, şartlar ne kadar değişirse değişsin, o aynı kalacaktır demek istiyorum. Hayır o da değişiyor, değişiyor ama değişmesi kötüden iyiye, bilgisizden bilgiliye, vahşiden medeniye sürekli yükselen bir eğri çizmiyor. Çizdiği daha çok; iyiyle kötü, günahlarıyla sevap arasında aralıksız bir zikzak. Ayrıca, iyilik ve kötülük kavramları, koşullara göre değişen kavramlar”.

ATİLLA İLHAN “BIÇAĞIN UCU”

 – Türkiye’de “sağ” soldur, “sol” da sağdır.

– Türk Kurtuluş Savaşı, “anti-emperyalist” bir savaş değildir. 

        İDRİS KÜÇÜKÖMER

Herşey değişebilir, herşey tartışmaya açıktır. Ancak dinler, marxistler, Stalin, Hitler bunu kabul etmiyor. Bir tek bilim herşeyi tartışmaya açar. Üstelik onda da amaç, tartışmanın sonunda doğruyu bulmak değil, ona yaklaşmaktır. Bunu da yanlışları eleyerek yapar.

– At çok fazla çalışıp, yarışı kazanıyor. Atın sahibine 3 milyon lira, ata binen jokeye 250 bin lira, ata ise kazandı diye havuç veriyorlar. Hah işte o at biziz…

CELAL ŞENGÖR

– Eşitlik yok, yalnızca farklı olanlar var. Biraz ondan biraz bundan biraz da ötekinden…

WİTTEGENSTEİN

 İdeoloji, kendine göre bir mantığı ve tutarlılığı olan, belli bir toplum içinde tarihi bir görevi bulunan, bir tasavvurlar (imajlar, mitler, ve fikirler) bütünüdür.

  – Ayrıca ideoloji; maddi yaşamı din, ahlak ve bir anlamda da felsefe düşüncesiyle açıklayan tasarımlara ilişkindir. Kısaca ideoloji, bilim öncesi düşüncedir. Bilim düşüncesi ise tarihi ve toplumu, maddi yaşamın temel koşullarına göre açıklamaktır.

ALTHUSSER (Hilmi Yavuz, “Kültür Üzerine”)

 – Bir ülkeye diktayı yapanlar değil, “boyun eğenler” getirir.

– Sizin yüksekliğiniz, bizim eğilmişliğimizdendir.

BÜLENT ECEVİT

 – Önemli olan kedinin ak ya da kara olması değil, fareyi yakalamasıdır.

– İnsanların sosyal varlığı, düşüncelerini tayin eder. Öncü sınıfı temsil eden doğru düşünceler, yığınların içine girer girmez, toplumu ve dünyayı değiştiren maddi bir kuvvet haline gelir.

– Herşeyi değiştirecek, acıdan ve ölümden korkmayan bir nesil yetişecek.

 MAO

– İnsan, yediği şeydir ve insan insanın tanrısıdır. Tanrı, insanın idealleştirilmiş olarak dışavurumudur.

L. FEURBACH

 

 İnsanın gelişimi, tanrının yerine kendisini koyabilme çizgisindedir.

*

“Tanrı”, sıradan insan entellektüelizminin göğe yansımasıdır.

– “Tanrı”, insan yaratılarının en kutsal olanıdır.

         YALÇIN KÜÇÜK

Sol, ezilen ve dışlananların sözcüsü olan düşünce akımının adıdır…Ezilen ve dışlananlar 1960’larda işçiler ve köylülerdi. Sol bunların sözcüsü oldu. 70’lerde Kürtleri farkettik ama temelde Kemalist olduğumuz için onlara uzak durduk. 80’lerde bu kategori tüm dünyada fevkalade çeşitlendi; çingeneler, kadınlar, sakatlar, eşcinseller, vicdani redçiler vb. Ama biz bu yıllarda canımızla uğraştığımız için farkında bile olmadık. 90’larda kendimize gelmeye başlayınca baktık ki, bunların yanısıra Türkiye’de Aleviler, üniversiteye sokulmayan başörtülü kızlar, ateistler, gayrimüslimler…hepsi de ezilmişler ve dışlanmışlar kategorisinin has elemanları. Şimdi sol demek, işte bütün bunların sözcüsü demek”.

BASKIN ORAN

“Ancak bir noktada Marx yanıldı. Proleterya ve burjuvaziden oluşan iki kutuplu dünya oluşacak diye beklenirken orta sınıf büyüdü. Bugün dünyayı değiştirecek olan işte bu orta sınıftır, küçük üreticiler ve girişimcilerdir.”

NABİ YAĞCI

 – Burjuva kültürünün demokratlaşmasıyla, niteliği değişmeden çok sayıda insana ulaşıp yaygınlaşmasıyla, “mutlu azınlık kültürü” olmaktan çıkıp, “mutlu çoğunluk’ “kültürüne dönüşebilir.

Eğer bir “tanrınız” yoksa, saygılarınızı Hitler veya Stalin‘e sunarsınız.

T.S. ELİOT

Komiserin manivelası; “devrim”. Dava, alt yapıyı değiştirmek, üst yapı kendiliğinden değişir. Yogi içinse kurtuluş, içimizde. Aksiyon, bir tuzak. 

Zıt yaklaşımlara sahip oldukları için, komiserle yogi uzlaşamaz.

ARTUR KOESTLER

 Marxizm, aşılamaz tek toplum felsefesidir. Benim yaptığım ise, onun unuttuğu bireyi yerine koymaya çalışmaktır.

-Tanrı olmadığı için, bütün yaptıklarımızdan sorumluyuz.

-İnsan temelde, tanrı olmak isteğindedir.

– Düşünce özgürlüğünün olmaması, düşüncenin ifade edilememesi değil, insanın düşünmemesidir.

– İnsan olmak istediği, kendini tasarladığı şeydir…Başkalarını seçerken kendimizi seçeriz.

SARTRE

– Coğrafya kaderdir.

İBN-İ HALDUN

– İnsanlar, sınırlardan önemlidir.

 V. HAVEL

– Sol her şeyden önce, hümanizmdir. İnsan, “insan” olduğu için değerlidir.

ZÜLFÜ LİVANELİ

Sol; ilericidir, enternasyonaldir, devrimcidir, hümanisttir. Bizde ise kendisi gibi düşünmeyene, yaşamayana tahammül edemeyen, “faşist solcular” var.

 SİNAN ÇETİN

– Aç insanların karnını doyurduğum zaman bana, “kahraman” diyorlar. Bunların neden aç olduğunu sorduğum zaman ise bana, “komünist” diyorlar.

Cardinal HELDER PESSOA CAMARA

– Bireye tek olma imkanı vermeyen, “kollektivizm şeytandır”. “Tek insan”, tanrı karşısında sorumlu olan insandır.

 KİERKEGAARD