Posts Tagged ‘Materyalizm’

LUDWİG FEURBACH

Pazar, Haziran 28th, 2009

MATERYALİZM:

 

LUDWİG FEURBACH (1804-1872)

 

Temel eseri; ‘Hristiyanlığın Özü’.

 Başından beri ataeist bir tutum içindedir. Din ve tanrı konusu temel uğraşı alanıdır. Bir ara Hegel’in etkisindedir ancak felsefi spekülasyonu çok çabuk bırakır.

 Onun için önemli olan; insandır. Mutlak geist ise insanla alakası olmayan, insana yabancı bir şeydir. Ona göre mutlak geist fikri, dine paralel olarak ortaya çıkmıştır. Hegel’in mutlak felsefesi; spekülatif bir teolojiden başka bir şey değildir. Hatta daha iler giderek; ‘mutlak felsefe’ hakkında ‘mutlak ahmaklığın felsefesi’ der.

 Ona göre felsefe, bu sarhoşluktan ayılmalıdır. Artık spekülatif felsefe kapanmalıdır. Çünkü bu, teolojiden başka bir şey değildir.

 Feurbach, felsefesinin temelinde; tanrısal bir hareket etmeme kararlılığı vardır. Felsefe bir tek şeyden yola çıkabilir; o da insandır; insanın doğa içindeki somut varlığından. Ona göre insan için ilk nesne yine insandır. İnsan kendisi için tüm gerçekliğin ölçüsüdür.

 Felsefenin konusu; tanrı değil, insan olmalıdır. Asıl gerçeklik; şimdi ve burada olan insandır.

  İnsanı insan yapan ise duyusallığıdır. İnsanı diğer canlılardan ayıran aklı değildir. Bu akıl, her zaman spekülatif eğilimleri olan akıldır. İnsan aklı yüzünden bu çıkmaz sokağa girebilir. Bu nedenle insanı insan yapan akıl değil, duyusallıktır. Duyusallık; hakikatin ve gerçekliğin yeridir. O hiçbir zaman spekülasyona girmez. Feurbach, duyular üstü olanı reddeder, duyuların ötesine geçmez. Bu da onu ateist yapar. Ona göre Hegel’in yaptığı, insanın dışında varolduğu sanılan hayalet/mutlak geist, zorlamayla yapılmış bir soyutlamadan başka bir şey değildir.

 Felsefe, gerçek olmak istiyorsa kendini sonlu insanla sınırlandıran, ateist bir felsefe olmalıdır. Ona göre, hristiyanlık çöküş içinde olan bir dindir. Hristiyan olmayan bir felsefe zorunludur.

 Feurbach, insanın neden inandığını antropolojik olarak açıklamaya çalışır. Bunun içinde dini tanrıya değil, insana indirgeyerek açıklar.

 Ona göre tanrı, insanın tasarımlarında, hayal gücünde vardır. Yoksa trancendent bir tanrı yoktur. İnsan özüyle ilgili tasarımlarını dışa vurup tanrılaştırır.

 ‘Tanrı insanın dışa vurulmuş kendiliğidir’. İnsanın kendinin idealleştirilmiş halidir. O tanrıyı, insandan yola çıkarak açıklamaya çalışır. İnsan, kendindeki tanrı idesini idealleştirerek ortaya koyuyor. İnsan her şeyi bilmediğinden bunu idealleştirip tanrıya atfediyor. İnsan kendini nasıl görmek istiyorsa bunu tanrıya atfediyor.

 İnsan neden kendisine trancendent bir alan yaratıyor?

 Feurbach, bunun nedenini insanın biyopsişik varlığında bulur. Ona göre insan, kendinden üstün her şeye bağımlı olmak, saygı duymak ve emin olmak ihtiyacındadır. Aslında insan, kendinden üstün bir şeyi yaratıyor ve saygı duyuyor.

 Oysa insanın asıl bağımlı olduğu tanrı değil, doğadır. Doğa:

1-İnsanın kendi içindeki doğa, 2-Kendi dışındaki doğa.

İnsanın kendi dışındaki doğa bir gerçeklik. Oysa insanın kendi içindeki doğa, arzuları, istekleri olan bir doğa. İnsan doğayı kavradığında sahte bağımlılıklardan da kurtulacaktır.

 İnsan, mutlu olmak ihtiyacında ve bu ihtiyacına erişmek içinde aşkın bir varlık arayışında. İnsan bu yüzden bencil bir varlık; kendisiyle hesaplaşmasında aşkın bir varlığa ihtiyaç duyuyor.

 Feurbach; Hegel’in söylediği ‘ruhun bedeni bilinçli olarak belirlediği’ni kabul eder ancak ‘ruh da bilinçsiz olarak beden tarafından belirlenir’ der. Ona göre, din ve felsefedeki sonsuzluk, sonlu ve duyusal olarak belirlenmiş bir şeyin mistisize edilmiş halidir.

 Felsefenin başlangıcı ne tanrı ne de varlık olabilir; başlangıç sonlu ve duyusal olandır.

 Tanrı, insanın en yüksek yere konmasıdır. Devleti kuran ve tarihi yapan sadece insandır. ‘İnsan insanın tanrısıdır’. Feurbach, ilk tutarlı tanrı tanımaz filozoftur. Antropolojik çıkış noktası; insandır. Teoloji dediğimiz alanın sırrı, insandan çıkmadır yani antropolojiktir.

KARL MARX

Pazar, Haziran 28th, 2009

 

                      KARL MARX (1818-1888):

 

 Almanya’nın Krien kentinde doğmuştur. Başta zamanın felsefesi olan, Hegel idealizmine karşı çıkar. Ona göre, tüm gerçekliğin ‘mutlak geist’ tarafından kavranması mistisizmden başka bir şey değildir. Marx’a göre her düşüncenin çıkış noktası; somut gerçeklik olmalıdır. Felsefede, mutlak olandan hareket edilemez.

 Hegel’in felsefesi öte ile ilgili, bu öte yok edilmelidir. Ve somut olanın hakikatini kurmak tarihin bir görevidir. Hegel’de gerçeklik kuramsaldır, Marx da ise, gerçek gerçekliktir.

 Marx’a göre felsefe, insanın varoluşunun felsefesidir. İnsan için insanın kökeni; yine insanın kendisidir. Felsefenin çıkış noktası; somut gerçeklik olan birey. Bu nedenle Marx, kendi felsefesine ‘hümanizma’ der. Ona göre her türlü düşünme; insan varoluşunun somut gerçekliğinden yola çıkmalıdır.

 Marx’a göre insanın asıl kökeni; -Alman idealistlerinin sandığı gibi- sadece bilen bir varlık olması değil, yapan/eden, eyleyen yanıdır. İnsanı insan yapan; eyleyen/praxis yanıdır.

 “İnsan, düşünmesinin aşkın yanını idealizmde yeteri kadar kanıtlamıştır. Şimdi düşünmesinin aşkın olmayan yanını göstermelidir”.

 İnsan eyleminin en önemli yanı; diğer insanlarla bir toplulukta gerçekleştirmesidir. İnsan kendini taşıyan bir toplum içinde yaşar. İnsan doğa/ çevre olmadan yaşayamaz. Birey toplumsal bir varlıktır. Toplum ve devlet ise insanın doğasıdır. İnsanın bilincini belirleyen bilinç değil, toplumsal bilinçtir. Yani bilinç toplum tarafından belirlenir. Marx’ın bu insan görüşü, tüm felsefesi için çıkış noktasıdır.

 

 O halde, insanın içinden geçtiği toplumsal varlık nedir?

 Toplumu oluşturan ortak bir bilinç değil; çalışmadır, emektir. Çünkü insan çalışan bir varlık. Toplumu oluşturan da insanın emeği, çalışması. Emek sadece insana özgüdür ve sadece insanı özgür kılar.

 Üretim ve mülkiyet ilişkileri insanın temelini oluştururlar. Marx bunlara alt yapı der. Alt yapı değiştikçe bilinçler de değişir, der. Devlet, yasalar, ideler, ahlak, din moral, sanat…hepsi alt yapının değişmesine bağlı olarak değişirler.

 Tarih; toplum içinde çatışan güçlerin yani sınıfların çatışmasıyla oluşur. Yoksa geistın kavram diyalektiği değildir.

  “Alt yapı, üst yapıyı belirler”.

(M.Weber ise üst yapıyı belirleyen alt yapı değil, Protestan ahlakıdır diyerek karşı çıkar)

 Marx’a göre bilinci belirleyen; maddedir. Onda yeni olan, sadece düşüncede kalmayıp büyük bir kararlılıkla gerçekliğin değiştirilmesine gider. Yani düşüncesini eylem haline getirmiştir, yeni olan bu. Reddettiği düşüncenin karşısına yeni bir düşünce ortaya koyan ve bu düşüncesini uygulayan ilk düşünür.

 “Filozoflar dünyayı değişik şekillerde yorumladılar oysa önemli olan onu değiştirmektir”.

 Marx’a göre madde tarafından belirlenen bilgi, tekrar maddeye dönüp onu değiştirebilir.

 

 Marx’a göre yabancılaşma :

O, insanın yabacılaşmasını, çalışan insanın ortaya koyduğu ürününe yabancılaşmasında görür. Çalışan insan bir ürün ortaya koymakta, bu ürünün de bir karşılığı olmalı; para kazanmalı. Marx görüyor ki, çalışanın emeğiyle ürettiği ürünün karşılığı başka birisine ait; işverene. Emekçinin ortaya koyduğu ürünün tadını çıkaran emekçi değil, kapitali elinde bulunduran işveren.

 Böylece çalışanın emeği ve ürünü, artık o insanın çalışma arzusunun bir iradesi olmaktan çıkıp, o insanın yaşaması için bir zorunluluk haline geliyor.

 Böyle köle gibi yaşayan insan insanlığını yitirmiş ve sadece işverene değil, diğer insanlara da yabancı hale gelir. Bütün insan ilişkileri; paraya, eşyaya dayandığından tamamen iyiliğini kaybetmiştir. Bu şekilde yaşayan proleterya kendisi eşya haline gelir. Pazarda gücü alınır ve satılır. İnsandır alınıp satılan ve ne kadar ucuz o kadar kar demektir. Proleterya kendini yitirmiş, insan olmaktan çıkmıştır. Bugünkü çağdaş insan bu şekildedir.

 

 Zorunlu gelecek:

 İnsanı insan olmaktan çıkaran bu durum günün birinde tamamen değişecektir. Marx, bunu zorunlu bir gidişin zorunlu bir sonucu olarak görür. Proleterya yabancılaştığının farkına bir gün varacaktır. İnsanlıktan çıktığını bir gün görecek ve insanlıktan çıkmayı ortadan kaldıracak.

 Giderek sermayenin artmasına rağmen rekabet gereği, sermaye her geçen gün daha az sayıda sermayedarın/kapitalistin elinde toplanmaktadır. Bu durum, kapitalizmin kendi mezarını kendisinin kazmasıdır.

 Sermayenin artması oranında semayedarların da sayısı giderek azalmakta. Bu azalma oranın da da sefalet ve işsizlerin nüfusu giderek artmakta. Ve öyle bir an gelecek ki; bu düzen tam tersine dönecektir. Proleterya bir devrimle, kapitalizmin kendisini sömürerek oluşturduğu sermayesini elinden alacak ve kendi iktidarını başa geçirecektir.

 Marx’a göre bu diyalektiğin zorunlu gidişi bunu gösterecektir. İnsanı köle yapan, kendisine yabancılaştıran her şey ortadan kaldırılacaktır. Bu Marx’ın başını çektiği komünist anlayışın da amacıdır.

 Bu komünist anlayış, özel mülkiyeti ortadan kaldırarak, sınıfsız bir toplum kurup insanı insan yapacaktır. Mülkiyet, kapitalistten tekrar topluma dönecek.

 Böylece toplumun, tarih öncesi dönemi biter ve hümanist dönemi başlar.

 

    MARX’IN MATERYALİZMİ

 

 Hegel her şeye geisttan bakarak dünyayı baş aşağı çevirmiştir. Marx’a göre dünyayı yeniden ayakları üzerine bastırmak gerekiyordu. Bu nedenle Marx, geist terine materie olarak maddeyi koyar.

 Marx’a göre materyalizm öncelikle, pratikte olmalıdır; Feurbach, materyalizmin içindeki bu aktifliği görmüyordu. Ona göre Yeni Hegelciler, dünyayı şöyle ya da böyle yorumladılar ama insanın-dünyanın özünde praxis olduğunu anlayamadılar.

 

Marx’ın Hegel’den aldıkları:

-Sürekli bir oluş.

-Sürekli yeni olana gidiş.

-Zıtlıkların ortadan kalkması.

Marx’daki diyalektik:

Hegel’deki geist ortadan kaldırıldığında geriye kalan. Onu Hegel’deki bir çok adımdan sadece birisi ilgilendiriyor. Tezin kendinden antitezi ortaya çıkarması ve ikisinin yeniden sentezde birleşmesi. Siyasal amaca ulaşıldığında, felsefi süreçte sona erecek.

 Felsefe, Marx’ın politik amacı için sadece bir araçtır. Aslında felsefe, felsefe olmak için değil devrimi yapmak içindir.

 Bizi çevreleyen dünyanın temelinin geist, idea.. değil madde olduğu felsefede çığır açan bir devirdir.

 Marx’daki madde, ölü bir hüle değil, sürekli düşünce ve eylemini, tarih görüşünü etkileyen, değiştirendir.

 Tarihsel materyalizm; madde ile insanın tarih içinde birbirlerine uyum sağladıkları bir süreç.

 Marx’ın materyalizmi ontolojik değildir.

 

 Marx’ın ateist materyalizmi:

 Burada Feurbach’ın etkisi büyük. İnsan kendinden başka hiç kimseye inanmadığı taktirde bakışlarını kendine çevirebilir.

 Marx; dini reddeder. Ona göre din, insanın sefalet bilincini yok eder. Bakışlarını kendisine çevirmesine engel olur. Bu bakımdan din, toplumun afyonudur. İnsanları hep ahretle teselli ederek, her şeye boyun eğmeye, katlanmaya yöneltir. Din, insanın yarattığı bir şeydir. Din, proleteryanın kendi bilincine ulaşmasını engellemekten başka bir şey yapmamaktadır. Proleterya din tarafından uyutulmamalı.

 Aslında Marx’ın açtığı savaş her türlü metafiziğe karşı sadece dinlere değil. Bunun içine Hegel dahil bütün felsefe sistemleri giriyor.

 

 Artı değer kuramı:

 Kapitalist, proleter işgücüyle ortaya koyduğu ürünün pazardaki değerinin çok altında bir ücret veriyor. Kârı bütünüyle işçi kendi emeğiyle yaratmasına karşılık, onu cebine indiren, sermayesine katan işveren olmakta. İşveren, işçinin hakkını gaspetmektedir. Onu sömürmektedir.

 

 FEURBACH – MARX KARŞILAŞTIRMASI:

 

Her ikisinde de çıkış noktası; insan.

Feurbach, “insan için ilk nesne, insanın kendisidir”.

Marx, “insan için insanın kökeni, insanın kendisidir”.

Her ikisi de duyular ötesini reddederek, insanın somut gerçekliğinden yola çıkıyorlar.

 Feurbach’da somut gerçeklik; şimdi ve burada olan gerçeklik, Marx’da ise insan gerçekliğidir.

 Marx’ı, Feurbach’tan ayıran en önemli özellik; Marx, insanı  eylemde bulunan bir varlık olarak görüyor. İnsan; çalışan, emek ortaya koyan bir varlıktır.

 Oysa Feurbach; “geleceğin felsefesi, duyular ötesini reddederek insandan yola çıkan ateist felsefedir” deyip bırakıyor.

 Yine Marx, Feurbach’tan ayrı olarak yabancılaşma kavramını ortaya atıyor ve açıklıyor.

 Feurbach’ın materyalizminin pasif olmasına karşılık, Marx’ın ki, aktiftir. Marx, maddenin özündeki hareketliliği görüyor. Onda madde ölü değil; sürekli düşünme ve eylemi etkileyen, değiştirendir.

 Marx’a göre Feurbach, idealizmin sınırlarını henüz aşmamıştır.

 

 Diyalektik:

 Hegel’de diyalektik hem bilincin hem de nesnenin birlikteki hareketliliğiydi. Hegel buna, kavramın diyalektiği diyordu. Geistın kendini bölüp ortaya koyması ve yeniden insan geistı ile kendilik bilincine dönmesi idi. Bu da tamamen metafizik bir süreçtir.

 Marx’ın diyalektik anlayışına göre ise tüm dünya tarihi, bir tek üç adımdan oluşur:

 Tez olan kapitalizmin, antitez olarak proleteryayı ortaya çıkarması ve sentezde, sınıfsız toplumun ortaya çıkması. Diyalektik sadece toplumsal gelişme açısından ele alınıyor. Feurbach da ise diyalektik yok.

FELSEFEYE GİRİŞ

Perşembe, Haziran 18th, 2009

                          

 

Philosophia; bilgelik sevgisi.

 Philo; dostluk, sevgi.

 Sophia; bilge, bilgelik.

 

 Felsefe Derslerinin Amaçları:

 

1-Biyolojik, fizik ve toplumsal olaylar üzerinde tutarlı, etraflı ve sistemli düşünme yeteneğini geliştirmek.

2-Hayat ve dünya görüşlerini geliştirirken karşılarına çıkacak felsefe problemlerine zemin hazırlamak.

3-İnsan ürünü olan bilgiler karşısında eleştirici düşünmeyi sağlamak ve bu doğrultuda davranmak.

 

       BİLİM VE FELSEFE

“Felsefenin, sağlam bilgiler edinmeyi amaç edindiğini, doğruyu bulup ortaya çıkarmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Ancak bütün bilimlerin de ortak amacının da bu olduğunu biliyoruz. Demek ki, amaç bakımından felsefe ile bilimler arasında fark yoktur.

 Fark, bilimlerin ele aldıkları olaylar arasındaki ilişki ve bağlantıları belirtmekle yetinmeleri, felsefenin ise; bu ilişkilerin daha derinine, incelenen alanın köküne, temel ilkelerine yönelmesindedir.

 Bilim; duyularımızın ve deneylerimizin bize tanıttığı olayların, birbirini nasıl izlediğini, hangi yasalar uyarınca ortaya çıktığını belirtmekle ve açıklamakla yetiniyor. Oysa felsefe bu olayların, ne olduğunu, kökünü temelini bulmaya çalışıyor.

 Dikkat edilecek olursa, burada felsefeyi amaç açısından değil, elde etmeye çalıştığı bilginin özelliği ve onu bir başka bilgi çeşidinden yani bilimden ayırt eden yanlar açısından tanımladık.

 Felsefeyi bir bilgi olarak ayırt eden bir başka özellik de onun, evreni bir bütün olarak görmeye, bütünsel bir senteze yönelmesi, parçasal değil, tüm bir açıklama sağlamaya çalışmasıdır. Başka değişle felsefe; sınırlı ve birbirinden kopuk bilgileri birleştirmek, bir bütün içinde ilintili hale getirmektir.

 Felsefi bilgi, en genel bilgidir. Ve bilginin en yüksek aşamasını dile getirir.

 Felsefi bilgi, her bilimin sağladığı bilgiden farklıdır. Tek tek bilimler, nesnel gerçekliğin sadece özel bir bölümünün bilgisini sağlarlar. Felsefeyse, bütünsel bilgi sağlayan tek bilgi dalıdır. Bu bilgi, bütün bilimlerin toplamı bir bilgi değildir. Bütün bilimlerin bir araya gelmekle de asla çözümleyemeyecekleri, genel ve evrensel bir bilgidir.

 Örneğin hiçbir bilimde, özelle- genelin, içerikle- biçimin, nedenle- sonucun vs. bağıntısal açıklamasını bulamayız. Bunlar ve bunlarla ilgili tüm bilgiler felsefi bilgidir”.

         Selahattin Hilav (100 Soruda Felsefe)

 

 “Gerek felsefi bilgi gerekse bilimsel bilgi varolan bir şeyin bilgisidir. Bu bakımdan felsefeyle bilim birleşmektedir. Yalnız her ikisinin de varolan şeyler hakkında soru soruş tarzları farklıdır.

 Bir kere bilimler, varolan şeyleri çeşitli alanlara bölerek ve kendi alanlarında bir işbölümü yaparak araştırmalarına başlarlar. Bilimleri buna sürükleyen, araştırmalarının hedef ve yönüdür.

 Fakat böylece, varlık dünyası parçalanmış, onun bütünü hakkındaki bilgi de ortadan kalkmış oluyor. İşte ancak felsefe, varolan şeylerin bütünü üstünde durur. Ve varolan şeylerin, ortak olan, birleştirici olan niteliğini ortaya koymaya çalışır. Böylece felsefe, bütün varolan şeyleri tek bir bilginin işi olarak ele alır. Bilimlerin sırf araştırma, metot ve hedefleri bakımından felsefe, bilimle kendisi arasındaki içten ilişkiyi göstermekle kalmaz, bilimlerin halis araştırma yönlerinden ayrılmamalarına yardım eder.

 

 Varlık alanının bütününü, niteliğini ele alan tek bir bilim olmadığı gibi bu varlık alanını yöneten ilkelere de yönelen herhangi bir bilim yoktur.

 İşte geniş bir varlık alanı oluşturan insan olaylarıyla, başarılarını tek bir varlık alanı halinde ele alan, genellikle insanlık tarihini yöneten ilkelerin ne olduğunu sadece felsefe konu alır”.

                Takıyeddin Mengüşoğlu (Felsefeye Giriş)

 

 Bilim, kozaldir yani neden- sonuç ilişkisi verir. Bilimde değişebilirlik yani yanlışlanabilirlik ve doğrulanabilirlik vardır. Yapı bilgisi ortaya koyan felsefe de ise, böyle bir şey yoktur.

“Varoluş, özden önce gelir”.

“Varolmak, algılanmış olmaktır”.

“Bütün bilgilerimiz tecrübe ile başlar ama tecrübe ile bitmez”.

“Herşeyin ana ilkesi; sudur”.

 Yukardaki felsefi bilgilerin yanlışlanması mümkün değildir. Çünkü bu bilgilerin nesnel hayatta objeleri yoktur. Felsefi bilgi üzerinde yorum yapılamaz. Yaptığı açıklamaları temellendirerek yapıyor.

 “Papatyalar güzeldir” önermesi de bir bilgi değildir, çünkü objesi yok. Sadece bunu söyleyenin papatyalardan hoşlanması sözkonusu.

 Bir önermeyi, bir ifadeyi bilgi yapan; bilgi objesi, bilgi nesnesidir. Örneğin; ‘Ahmet, kızamık hastalığına yakalanmış’, bir bilgidir. Çünkü, nesnesi var. Eğer Ahmet gerçekten kızamıksa, bu doğru bilgidir, değilse de yanlış bilgidir.

 Bütün bilimlerde ortak olan, bilgi türüdür. Bağıntılara (neden-sonuç) dayalı, doğru ya da yanlış olma özelliği.

 Bilgi ile bilgi olmayanı objesine bakarak ayırıyoruz. Bilim, nesnelere doğal bir tavırla bakıyor, felsefeyse refleksiyonlu bir tavırla.

 Refleksiyonlu tavır; bir şeye doğrudan doğruya bakış. Örneğin, direkt ‘bilgi nedir?’ diye sormak. Yani geriye dönüp önce o şeyin ne olduğuna bakmak.

 Doğal tavır ise, neden-sonuç ilişkisi kurmak.

 Bilgi çeşitlerinden sözeden yine felsefedir. Bilgi çeşitleri, objelere göre yapılan bir ayrımdır.

 1-Tek tek olanı saptayan bilgiler, bir defalık olanlardır. Örneğin, ‘Fatih İstanbul’u 1453 te aldı’. ‘Tahtaya x yazdım’ gibi.

 2-Varolan değişmez bağlantıları, yapıyı, yapı özelliklerini ve ilişkilerini saptayan bilgi.

Örneğin, ‘Bütün bilgilerimiz tecrübe ile başlar ama tecrübe ile bitmez’.

‘2+2=4’, ‘Çocuğun cinsiyetini baba tayin eder’ gibi.

 3-İhtimalli bilgi; doğruluğu kesinlik kazanmamış bilgi. Örneğin, ‘Kalbi değiştirilen hasta 10 yıl yaşar’.

 Yine bir takım istatiksel bilgiler de bu bilgi türüne girer.

 4-Perspektifli bilgi; bir tarihi ya da olayı ya da güncel bir olayı yorumlamakla ilgilidir.

 Bir olay yorumlanırken bir kesitini alarak bakmak.

 Bu objelere göre bir ayrımdır. A, bir kesitini B, başka bir kesitini alır.

 

Genel olarak bilgileri 3’e ayırabiliriz:

 

1- Gündelik hayat bilgisi, 2-Felsefi bilgi, 3-Bilimsel bilgi.

 

 Hayat felsefesi, Kalkınma felsefesi(politikası), Eğitim felsefesi(politikası); eğitimde nasıl bir yol izleyeceğiz..

 Bu bağlamlarda genellikle felsefe, olumsuz ve yanlış olarak kullanılmaktadır. Bunlar felsefenin bir alanı değil, felsefe bunlarla ilgilenmez. Çünkü bunlar, bilgisel sorunlar değil. Oysa felsefe bir bilme etkinliği, bir bilgi dalı.

‘Hayat felsefesi’, kişi nasıl yaşayacak, kişinin yaşam biçimini yönlendirmede ilkeler sağlar. Kişinin yaşamını bir ilkeye göre ayarlaması.

 

 İlke – Bilgi farkı:

 

Bilginin doğruluğu ya da yanlışlığı sözkonusudur. İlkeler ise bir durum için sözkonusudur. İlkelerin doğruluğu ya da yanlışlığından bahsedilmez. İlkeler, bilgi değildir. İlkeler her durumda geçerli de olmayabilir.

 Ben dürüstlüğü tüm davranışlarımda ilke olarak alırım ama bir başkası almaz.

 İlkeler, teorik ve pratik olmak üzere ikiye ayrılır.

 Pratik ilkeler; kişinin yapıp etmelerinde, teorik ilkeler ise sorunların cevaplarında sözkonusudur.

‘Her olayın bir nedeni vardır’ bir teorik ilkedir.

 

 İdealizm ve materyalizm:

 Bu izmler; süjenin ya da objenin birine ağırlık verildiğinde ortaya çıkıyor.

İdealizm: süje olmadan obje olamaz. Bilinen şey, bilincin bir ürünüdür.

Materyalizm de ise, objenin varlığı süjeye bağlı değildir. Varolan, kendiliğinden vardır. Zira varolanı algılayan beyin de en nihayetinde maddeseldir. Süje, objenin bir üst, bir ek fenomenidir. Çünkü, bilen de maddi bir varlıktır. Bilgi, beynin bir ürünü, bir fonksiyonu ancak beyin de maddi bir varlıktır.

 Sorun, hangisi hangisinin kaynağı yani bilginin kaynağı sorunu

 “Varolmak, algılanmış olmaktır”, bu bir idealizmdir. Şeylerin varlığı, algılayan süjeye bağlanıyor.

 

 Değerlendirme:

 

 Nerde insan varsa orda değerlendirme var. Değerlendirme bir insan etkinliği.

 Değerlendirmenin değerlendirilmesi yapıldığında karşımıza bir felsefe olarak çıkıyor.

 Aynı objeyi farklı kişilerin farklı değerlendirmeleri karşımıza bir sorun olarak çıkıyor. Bu sorunu da felsefe üzerine alınca da bir felsefe problemi oluyor.

  

 Değerlendirme neden bir felsefe problemi?

                                                 

 “Aynı durumları, aynı insanları, aynı olayları, aynı eserleri hatta aynı fenomenleri farklı kişiler farklı farklı değerlendiriyor. Bu sözle de kalmayıp, her farklı değerlendirme, tek doğru değerlendirme olduğunu söyleyerek ortaya çıkıyor. Çıkınca da insanlar arasında çatışma başlıyor. İnsanlar yan yana yaşayamaz hale geliyor. Hatta insanların harcanması sözkonusu. Bunun için bir felsefe problemi.

 Üç tür değerlendirme vardır:

 

1-Doğru değerlendirme; değerlendirilenin kendisinden hareketle yapılan ve gerçek değerini bulma.

2-Değer biçme; içinde bulunduğumuz moralin ya da grubun değer yargılarına göre yapılan değerlendirme.

3-Değer atfetme; kişinin değerlendirdiği şeyle kendisine sağlanan yarar ya da zarar açısından değerlendirmesi. Ona göre o şeyi, iyi ya da kötü görmesi. Kişinin psikolojik yanı rol oynuyor”.

             İoanna Kuçuradi

 

 

İdeoloji; her bir dünya görüşüne dayanır.

Dünya görüşü; çevre, yaşama ortamını yorumlama ve adlandırmaya dayanan açıklamalar bütünü. İnsanın bütün düşünce ve davranışları arasında tutarlılık sağlayan genel bilimsel kanı.

 

“Filozof, kendi kendine soru soran kişidir”.

                                                     Nermi Uygur