Posts Tagged ‘SEZGİ’

FENOMENOLOJİ – EDMUND HUSSERL

Pazar, Haziran 7th, 2009

  

Bu terim ilk kez 1764’te Lambert’in  ‘Yeni Organon’ adlı eserinde geçiyor.

1786 yılında da Kant, ‘Doğa biliminin metafizik başlangıç temelleri’ adlı eserinde kullanıyor.

Daha sonra Hegel, Hamilton, Edward Hartmann kullanıyorlar.

 

                                   EDMUND HUSSERL

 

Fenomenolojinin babası.

İkinci dünya savaşından önce ölmüş bir Yahudi.

Heidegger’le çok sıkı ilişkileri var. Heidegger, Husserl’in fenomenolojisinden çok fazla yararlanıyor.

Husserl’in etkilediği fenomenologlar:

Heidegger, Scheler, Ingarden, Pfönder, Geıger, Eugen Fink, Sartre, Marleu Ponty, A.Koyre.

Bu felsefe disiplini bugün bilim olma yolunda.

Husserl, hiçbir zaman sistematik olarak fenomenoloji şudur demiyor.

Fenomenolojinin en temel özelliği; indirgeme (reduction).

Husserl, iki tip indirgemeden sözediyor:

1-Eidetik(eidos) indirgeme.

2-Fenomenolojik indirgeme; daha çok içerik analizleriyle ilgili bir yöntem olma yolunda.

Fenomenolojinin temel özellikleri:

Fenomenoloji karşımıza özel bir bilgi edinme yolu olarak çıkıyor. Daha çok sezgi denilen etkinlikte yatıyor.

Sezginin ilişki kurduğu; ‘verilen, verilen nesne’.

Fenomenolojinin temel parolası; ‘nesnelerin kendisine doğru’.

Fenomen, verilen nasıl görünüyorsa, nasıl veriliyorsa onu görebilmek.

Verilenin kendisini görebilmek için fenomenolog indirgeme yapmak zorunda yani üçlü bir paranteze almak zorunda buna ‘epoche’ deniliyor.

1-Her türlü öznel olan her öge paranteze alınır. Amaç, nesneye bakan kendisini tamamen nesneye bıraksın. İşte bu tam nesnel tavır.

2-Nesnenin kendisini görebilmek için her türlü teorik olan (ispat, hipotez…) paranteze alınır. Bunda amaç, nesne kendi kendini ifade edebilmeli.

3-Her gelenek paranteze alınır. Amaç, başkaları tarafından o nesne hakkında söylenilenlerin hepsini safdışı bırakmak, nesne nasılsa bize kendini öylece göstersin.

 

Fenomenolojide fenomene ikili bir bakış sözkonusu:

 

1-Nesnede bakılan ne, nesnenin neliği.

2-Nesnenin özüne ait olmayan her şeyi safdışı bırakmak.

Bu paranteze alınanlar tamamen reddedilmiyor. Bunlar daha sonra materyal olarak kullanılıyor.

Fenomenolojik yöntem neden gerekli:

 

1-İnsan kendi yapısı gereği; ilk bakışta nesneyi göremez. Sübjektif ögeler nesneyi görmemizi engeller. Başka zamanda sahip olunan bilgiler, nesnenin açıklığını engeller. Önemli olan sadece verileni görmek.

2-Hiçbir nesne yalın/sade değil, kompleks. Birçok ögeden oluşuyor. İnsan bunların hepsini aynı anda göremez.

İşte bu iki nedenden dolayı fenomenolojik yöntem gerekli.

Nesnenin kendisine doğru parolası; nesneye sade ve tinsel bir bakışın ifadesi.

‘Bilginin tek haklı kaynağı bilinçtir’ der Husserl.

Bu bilinç, her zaman nesneye yönelen şeyin bilinci.

Husserl; duygu, yaşantı, his…gibi şeyler hoş ama bunlarla bilgi edinilemez der.

Bilginin tek haklı kaynağının bilinç olması, fenomenolojiyi ‘bilinç felsefesi’ haline getirir.

Bakmak, sadece verilene bakmak. Önümüzde açık-seçik duran nesneye bakmak. Sadece verilene baktığımızda, nesne kendini dile getirir. ‘Görünenin dile gelmesi’.

Sezgi, doğrudan doğruya nesneyi örtenleri açmak ve nesneyi görmek. Araştırmada araştırıcı sadece nesneye yönelir. Öznel olan her şeyi paranteze alıp, nesneye saf bir bakışla kendini vermek. Bu insan kendini unutan, sadece bilme etkinliğinde bulunan insandır.

Yine bu araştırıcı, her türlü pratik olanı dışta bırakır. Yapmakta olduğu işin, pratik faydasını düşünmez; sadece nesnenin  bilgisini elde etmeye çalışır.

Bu düşünür tipi, varoluş felsefesindeki sübjektif düşünür tipine karşı olan bir düşünür tipidir.

Merkezde olan araştırıcı değil, nesne. Sübjektif düşünmede ise düşünen merkezde.

Görev bilinci, fenomen hakkındaki bütün sübjektif olanları parantez içine alıp, sadece bu fenomeni kendinde bulunan özellikleriyle betimlemek.

Örneğin, din fenomenini Descartes gibi en küçük parçalarına ayırma ve sonra bütünü yeniden kurmak.

İSLAM FELSEFESİ

Çarşamba, Haziran 3rd, 2009

İSLAM FELSEFESİ

 

 

 FARABİ (870- 950):

 

Aristoteles çizgisinde felsefeyle ilgilenmiş, ayrıca Platon ve Platinos’tan da etkilenmiştir.

 

Varlık Görüşü:

Zorunlu varlık

        

     İlk akıl:

                                                               

1-Zorunsuz (akıl):                                  

Kendi özü bakımından kendini                 

mümkün olarak bilmesi                        

(Olmasa da olur)                                    

        

Kendini zorunsuz olarak

Bilen 2. Akıl

        

Yüksek felek (galaksiler, 7 gökler)

        

Soyut akıllar

 

 

2- Zorunlu (akıl):

   Tanrıyı zorunlu olarak bilmesi ve tanrının

   bir parçası olduğunun bilgisi (olmaması imkansız)

 

Herşey, zorunlu varlıktan sudur etmesiyle çıkmıştır. Bizler mümkün varlıklarız, olmasak da olur. Dünya olmasa da olur, olup olmaması bir şey değiştirmiyor. Çünkü; zorunlu varlıktan ayrılmış artık. Zorunsuz akıldan aşağı inildikçe, varlıklar daha rastlantısal olarak varoluyorlar.

                                     

RUH

  

AKIL   (Aristoteles’de tanrı, faal akıldır)

                                                                                              

a) Güç, imkan halinde akıl:                                     

Soyutlamalar yapmasının imkan halindeolması                 

 

b)Fiil halinde akıl:

Güç halinde olanın ortaya çıkması, etkin olması

Saf imkanın kullanılabilir hale getirilmesi.

                                        

c) Kazanılmış akıl:                    

akleden temaşa edebilen           

akıl. Düşünülebilir şeyleri         

düşünen akıl. 

 

d) Faal akıl:

İnsanla tanrı arasında köprü kurabilen akıl.                          

 

 

İBN-İ SİNA (980- 1037):

 

    İnsan Ruhu (Akıl):

                                                             

1- Yapan (pratik akıl)

 İrade:

 – İyi huylar

 – Serbestlik

 – kötü huylar

              

 2- Bilen (teorik akıl)

 

  -Mutlak güç:

  Hiçbir şeyin fiil haline çıkmadığı durum

  Örneğin; çocuğun yazı yazma gücü var,

  fakat daha açığa çıkmamıştır.

                                                           

 -Mümkün güç:

  Güç halinde olanın bir aletle fiil haline                        

  geçebilmesinin  mümkün olması.

  Örneğin;  yazıyı kalemle yazabilme.

  

-Yeti kazanma:

  Mümkün gücün fiil haline geçmesi.

  Birşeyin aletle fiile geçebilmesidir.

                                                            

-Mutlak fiil (kazanılmış akıl)

 Saf aklın mutlak fiil haline geçmesi.

 İnsandaki akıl bu düzeyde

 – Kutsal akıl (sezgi):

  Faal aklı görebilen akıldır.

  Bazı kişilerde bulunur.

                         

 Varlık

    

 İlk akıl

     

 Etkin akıl:

– Cisimlerin maddesi

– Cisimlerin formu

– İnsanların ruhu

                                                 

  VARLIK: 

                                                                                               

1-Zorunsuz Varlık     2- Zorunlu Varlık (Tanrı)         

Zaman – mekan      Varoluşunu kendinden alan.          

 içinde varolan ve   Özgürlükle, zorunluluk birleşir. 

yokolanlar.

 

3-Zorunsuz zorunlular :

Tümeller ve yasalar

Tümeller 3 şekilde:

  

Tümeller:                                                        

 1-Tanrının düşündüğü idelerdir. Örneğin tanrı, insan idesini düşünüyor ve ona göre yaratıyor.

2-Tümeller, tek tek şeylerin içinde o şeylerin aslı esası olarak vardır. Her tek nasıl kendi teklik özelliklerine sahipse, bir yandan da içine girdiği cismin özelliğini taşır. Örneğin; O hem insan hem de Ahmet’tir.

3-Soyut kavramlar olarak vardır. Bizim oluşturduğumuz kavramlar.

 

 GAZZALİ (1058 – 1111):

 

Gazzali’ye göre, Platon, Aristoteles ve bunların peşinden giden Farabi ve İbn-i Sina yanılmıştır.

 

 FİLOZOFLARIN TUTARSIZLIĞI’ ADLI ESERİNDEN:

 

1-Filozoflar, evrenin yoktan varolduğunu inkar etmişlerdir.

2-Allah’ın yalnız tümelleri bildiğini, tikelleri bilmediğini ileri sürmüşlerdir.

3-Ruhun, ölümden sonra tekrar bedenle birleşeceğini inkar etmişler, ölümden sonra dirilme yok demişlerdir.

 Gazzali’ye göre bunlar, akılla inancı birbirine karıştırmışlardır. Bunları birbiriyle uzlaştırmaya çalışmışlardır. Oysa uzlaşmaz, birine ‘evet’ diyorsan diğerini feda edeceksin.

  Filozoflar, “madde ezelidir” diyorlar ve bunu inançla uzlaştırmaya çalışıyorlar. Olmayacak şeye kalkışıyorlar.

  Allah’ın tikelleri bilmediğini söylemek, Allah’ın ilmini inkar etmektir ki; bu da Allah’ı inkara varır.

  Gök kürelerin, ruhun, bazı şeyleri bildiğini söylüyorlar. Tanrısal yetkinin bu aleme verilmiş olması da doğru değildir. Tanrısal bir şey mesela, güneşe nasıl veriliyor. Tanrısal bir etki olmadan, bir etkinin güneş sisteminde kendiliğinden olduğunu söylemek, tanrı niteliğini güneş sistemine vermektir.

 Ruhların, bir ruh olarak bedensiz birleşmelerinde de çelişki var. Çünkü; ruhların bireyleşmesi, bedenlerle birleşmesiyle olur. Öldükten sonra ruh, bedeniyle dirilecektir.

 Sebeblilik ilişkisi doğruysa, Allah yoktur, lüzumsuzdur. Allah’ın iradesi doğruysa, sebeblilik ilişkisi lüzumsuzdur. Sebeb – sonuç ilişkisinin doğada olduğunu söylersek yine Allah’ın iradesinden sözetmek lüzumsuzdur. Bunlara göre, her sebebin bir sonucu vardır. Gazzali’ye göreyse, sebebsiz sonuç olur. “Güneş yarın doğmayabilir”, “kafası kesik halde düşünebilir”.

 Sürekli olan şeyin zorunlu olduğunu nasıl düşünebiliyorum ve bir çelişki de duymuyorum. Akıl, mantık ve matematikde geçerlidir. Metafizik konularda bilmek değil, inanmak sözkonusudur.

  İnsanın kendi varlığı, tanrının varlığına kanıttır. İnsan biran düşünse, kendi varlığını anlar. Kendi varlığını anlayan insan varsa, onu yaratan tanrı da vardır. Allah’a inanan için sayısız hayatı kazanma ihtimali vardır, inanmayanlar içinse yoktur.