Posts Tagged ‘töz’

SPİNOZA

Çarşamba, Haziran 3rd, 2009

 

   SPİNOZA (1632-1677):

 

 Spinoza felsefesine, panteist felsefe de denir. Her yerde her şeyde tanrı var. Her şey tanrıda olmasından tanrıdan geliyor. Felsefenin temel amacı, tanrının bilgisine ulaşmaktır.

 Descartes, tanrının varlığını kanıtlamaya çalışıyordu. Spinoza’da ise tanrı vardır ve şüphe edilemez. Ona göre tanrıyı bilirsek her şeyi biliriz. Çünkü; her şey ondadır.

 Varolan her şey onun özünden zorunlulukla türemiştir. Varolanlarının tümünün ideaları, kökleri tanrıdadır. Tanrıyı bilince, ‘tanrı’ kavramı içine ne giriyorsa bağlantıları ile bilebiliriz.

 Tanrıda bulunan ideaları onu bilmemizle, ondan zorunlu olarak çıkan gerçek dünyayı da biliriz.

 Spinoza felsefesinde, idea ile gerçeklik tam bir uygunluk içindedir. Bunlar birbirine paraleldir. Düşünce dünyasının düzeni ile gerçekliğin/dünyanın düzeni arasında tam bir paralellik vardır. Bir şeyin ideasını, ideasının içindeki bağlantıları bilirsek, gerçekliğini de biliriz. Biz tanrıyı bilirsek, ideal dünyayı da ve buna paralel gerçek dünyayı da biliriz. Çünkü; idealar tanrının içinde.

 Spinoza, Descartes’in matematiksel yöntemini aynen alıyor ve sistemini buna göre kuruyor.

Descartes’den ayrıldığı nokta, hareket noktasıdır. Descartes kendi varlığından hareket ediyor, her şeyi kendisiyle temellendiriyordu. Oysa Spinoza’da hareket noktası, tanrıdır. Varlığının kanıtlanması gerekmez. Çünkü; O zaten vardır.

 Bir başka fark; Descartes matematiksel yöntemi, aritmetikten çıkarıyor. Spinoza ise geometriyi kullanıyor. Öğretisini, 8 tanım 7 aksiyomla kuruyor. Euklides geometrisini örnek alıyor.

 Descartes’de iki töz vardır, Spinoza’da ise bir töz vardır, o da tanrıdır. Diğer iki töz, tanrının nitelikleri ve görünüşüdür.

Tek töz anlayışı, Spinoza felsefesinin en temel noktasıdır. Sistemi tek töz üzerine kuruludur.

 Töz nedir?

 Töz, kendi kendine varolan, kendi kendisiyle kavranan, kavramı bir başka şeyin kavramına bağlı olmayan. Meydana gelmemiştir, yokolmaz, bölünmez ve ebedidir.

 Tanrının sıfatları sonsuzdur onun sıfatlarını saymak onu sınırlamak demektir. Onun sıfatlarını sayamayız. Çünkü:

“Her belirleme bir yadsımadır.”

 Neden (tanrı) ve etki (idealar/gerçeklikler), bir ve aynı şey olduğuna göre Spinoza’nın panteist görüşü hakkında ne söyleyebiliriz? Buradan panteizme nasıl gidilir?

 Doğa, tanrının özünden çıkar, tanrıyla aynı şeydir. Bu nedenle, neden-etki birbirinden ayrılan değil, eşittir.

 Bütün varolanlar tanrının nitelikleri(attributum) ve görünüşleridir (modus).

Tanrı, immanent (içkin) bir nedendir. Kendi kendisinin zorunlu sonucudur.

Attributum; tözün ancak kendisini birlikte koyduğu şeydir. Biz bu niteliklerden sadece ikisini biliyoruz. Bunlar da madde ve ruhtur. Bunlar Descartes’de tözdür, Spinoza’da ise tözün nitelikleridir. Bunların birinden hareket ederek diğerini açıklayamayız. Ruhsal dünyayı, sadece düşünceyle, maddi dünyayı da zaman ve mekanla açıklayabiliriz.

 Bu iki attributum/ nitelik, kendisini iki biçimde ortaya koyar. Biri düşünce diğeri mekandır. İşte bunlar tözün modusudurlar.

 Modus; kendi kendine değil, başka bir şeyde olan, başka bir şey yardımıyla tanınan.

 Modusu attributumla, attributumu da tözle kavrayabiliriz.

 Başka şeyler aracılığıyla kavranabilen bu moduslar; tek tek görünüşler, nesnelerdir. Misal, kalem bir modustur ve madde attributumuna girer. Algılama, hissetme, ve psişik durum modusları; ruh attributumuna girer. Biz tanrının görünüşünden başka bir şey değiliz.

 

              TÖZ

   í                         î

í  ATTRİBUTUM    î

 

         MADDE  çè  çè   RUH 

                 MODUS   

 

          ê                    ê

            Maddi                  Ruhsal

      Belirlenimler         Belirlenimler

 

 Birşeyin varoluşunun nedeni başka bir şeydedir ve bu zincir töze kadar gider. Bir modusu kavramak demek, tanrıyı kavramak demektir. Tek tek nesneler, düşünceler hepsi birbirine bağlı gözükürler aslında hepsi tözün belirlemesidir. Herşeyin temelinde tanrı var.

  ‘’Varolmadığını düşünemediğimiz, özü varlığı kuşatan şeye kendi kendisinin nedeni diyorum. Kendi kendisinin nedeni olan bir şeyden daha büyük bir şey tasarlayamam. O kendisiyle tasarlanır ve başka hiçbir fikrin yardımı olmaksızın kavranabilir. O sonsuz olup, sıfatları da sonsuzdur.

 Her şey zorunlu bir nedensellikle oluşur. Tanrının dışında hiçbir kendi tabiatının zorunluluğuyla kendi kendisinin nedeni olarak olmuyor. Bu nedenle tanrının dışında hiçbir şey özgür değil.’’

 Tanrı ilk neden, onun dışındakiler nedenler zinciri olarak var. Varolmaları kendilerine bağlı değil bu nedenle de özgür değiller.

 Tanrı hem neden hem de sonuç. Ondaki bu nedenselliği ‘P’ önce ‘q’ sonra şeklinde değildir. O nedeni ve sonucu ile aynı anda olmuştur.  

 

 Her şey ancak 2 şekilde olabilir:

1-Ya kendi özünden türer,

2-Ya da ilinektir; varolması için başka bir şeye ihtiyacı olan.

Spinoza’ya göre nedensiz hiç bir şey olmaz.

Dünyayı kavramak istiyorsak, tanrıyı kavramamız gerekir.

‘’Ben tanrıyı varolmayan olarak düşünemem, çünkü; kendi kendisinin nedeni olup özü varlığı kuşatmıştır. Oysa bir modusu düşünebilirim. Çünkü; kendi kendisinin nedeni değil. Aynı sıfatları paylaşan iki ya da daha fazla töz olamaz. Töz/tanrı bir tanedir O ancak kendi kendisinin yardımıyla tasarlanır. Bu cevher başka bir cevher tarafından meydana getirilemez. Her cevher sonsuzdur. Tanrıdan başka cevher yoktur ve tasarlanamaz.’’

 

  Neden ve etkinin zaman dışı bir boyutta ele alınması gerekir. Bunları kavrarken zamanı/süreyi karıştırmamak gerekir. Etki, nedenin kendisini göstermesinden başka bir şey değildir.

 Zaman boyutunu işe karıştırdığımızda, bugün doğru olan yarın yanlış olabilir.

 

         Spinoza’ya göre Moduslar ikiye ayrılır:

1-Sonsuz modus; tanrının özünden dolaysız olarak çıkan. Varolmak için başka bir modusa ihtiyaç duymuyor sadece tanrıya ihtiyacı var.

2-Sonlu modus; varolmak için başkaca modusların varlığına ihtiyaç duyuyorlar.

Tek tek yer kaplayan cisimler, tek tek maddi olaylar… bunların hepsi sonlu moduslardır.

 

   İki Attributum (nitelik) vardır:

Cisimsel dünyayı oluşturan attributum ki; bu kendini ‘mekan’ olarak gösteriyor. Düşüncenin kendisi ise sonsuz modustur.

Tek tek nesneler hep başka bir nesneyi gerektirirler. Nesneler arasında kesintisiz bir bağlantı var. Bu kesintisiz bağlantı nedeniyle ‘rastlantı’ diye bir şey yoktur. Bir nesnenin nedeni, diğer bir nesne. Bu ilişkiler kesintisiz, boşluksuz ve zorunlu.

 Aynı zincir ruhsal dünyada da var. Kendinden önce belirlenmeyen hiçbir olay yoktur. İşte bu durum ruhsal dünyada ‘İSTENÇ/İRADE ÖZGÜRLÜĞÜ’nü ortadan kaldırıyor.

 Spinoza’ya göre özgürlük bir kuruntudan başka bir şey değildir. Rastlantı olmadığı halde insanlar olayların gerçek nedenini bilmedikleri için rastlantıdan sözediyorlar. Olayların gerçek nedenini bilmemek bu da kuruntuya yol açıyor.

 Bir attributumu başka bir attributumla açıklayamayız, kavrayamayız çünkü; her bir attributumun kendine has bir düzeni vardır. Ruhsal dünyadaki bir olayın nedeni ancak ruhsal bir olay olabilir.

 Özgürlük ve rastlantıdan bahsetmemiz asıl nedenleri bilmememizden kaynaklanmaktadır.

 

   RUH VE BEDEN İLİŞKİSİ:

 

Attributumların her biri kendi içinde kapalı bir dizge. Bu attributumlar tanrının özünden zorunlulukla çıkmışlardır.Birbirlerini etkileyemezler ama bir attributumdaki modus diğer bir  attributumdaki modusun karşılığıdır.

 Oysa occasionalistler bu iki dünyanın birbiriyle olan ilişkisini açıklamak için araya tanrıyı koyuyorlardı. Spinoza’da ise bu durum çok daha kolay açıklanmıştır. Birindeki bir olaya diğerinde başka bir olay tekabül eder. Olup biten şey bir ve tekdir. Bu iki dünya nedenler zinciri olarak birbirine paraleldir. Aslında bütün olup bitenler tözde/tanrıda olup bitmektedir. Çünkü; bu iki dünya tanrının iki attributumudur.

 Maddi dünyada nedenleri bilmeyişimiz ‘rastlantı’ adını alıyor, ruhsal dünyada bilmeyişimizde  ise rastlantının yerini; ‘irade özgürlüğü’ alıyor. Ne rastlantı ne de irade özgürlüğü yoktur. Bütün bunlar birer kuruntudan ibarettir.

 Maddi dünyada ne varsa ruhsal dünyada da bunun karşılığı mutlaka vardır. Ruhtaki bir isteme, bedende de istemeyle ilgili bir eyleme tekabül eder.

 

   AHLAK VE DEVLET GÖRÜŞÜ:

 

İnsan, varlığını sürdürmek isteğindedir. Bu istek bilinçsizdir. İnsanın ruhsal dünyasındaki bu irade, istenç adını alır. ‘İyi’ ve ‘kötü’ kavramı buradan çıkar. İnsan bir şeyi istiyorsa buna ‘iyi’ diyor, istemiyorsa ‘kötü’ diyor. Bu kavramlar istence göre, göreli kavramlardır.

 Onun devlet görüşü de bu anlayışa dayanır. İnsanın varlığını sürdürmek istemesi en doğal hakkıdır. Böyle olunca, bu hakkın ve varlıkların korunması için bir güvenlik kurulması gerekir ki; bu ‘devlet’tir. Devlet bu amaçla kurulmuştur.

 Spinoza, devlet şekli bakımından Hobbes’tan ayrılır. Spinoza, demokrasiden yanadır. Tek kişinin egemenliğinin, bireylerin haklarını kaldıracağını düşünür. Daha sonra bu düşüncesini değiştirerek Aristokrasiyi benimser.

 

 Tözün nedeni, immanenttir yani kendi içindedir. Tözden zorunlulukla çıkan şeylerin nedeni ise trancendenttir yani nedenleri kendi dışındadır.

 Tanrı sonsuz olup sıfatları da sonsuzdur. Başka bir tanrı/ töz daha olsaydı; o da sonsuz sıfatlara sahip tanrının, başka bir sıfatıyla tanımlanacaktı. Çünkü; sonsuz sıfatlara sahip olan tan tanrı, bütün sıfatlara sahiptir. Aynı sıfatlara sahip iki tanrı olamaz. Sonsuz sıfatlara sahip tek bir tanrı vardır.

 Tanrının bütün sıfatları ezelidir, o her şeyin içkin nedenidir.

 Tanrı tarafından yapması gerektirilmiş olan kendi gerektirilirliğini bozamaz. Yaratıcı tabiatla, yaratılmış tabiat bir ve aynı şeydir (panteizm). Tabiatta zorunsuz hiçbir şey yoktur. Olduğunu düşünmek, akıl için çelişki yaratır. Tabiatta olumsallık diye hiçbir şey yoktur. Böyle olması gerekiyordu, böyle oldu.

  İrade özgürlüğü olmadığı gibi tanrı bile kendi kendisinin zorunlu nedeni olduğundan, özgür değildir. Şu düzenden başka bir düzen olsaydı, tanrının iradesi de başka türlü olacaktı, bu da imkansızdır.

OCCASİONALİZM

Çarşamba, Haziran 3rd, 2009

 

OCCASİONALİZM (ARA NEDENCİLİK) :

 

 Descartes, ruh düşünür, yer kaplamaz, cisim de yer kaplar fakat düşünmez diyordu. Bunların birbiriyle bağdaşamayacağını, birbirine indirgenemeyeceğini de söylüyordu. Ancak ortada bir insan fenomeni var bunlar insanda bir araya geliyor.

 İşte ara nedenciler bu dualizmi, Descartes’ın birbirine indirgenemez dediği şeylerin, nasıl birbirine indirgenebileceğini kendilerine problem edinmişlerdir.

    

          GUELİNCX :

 

         Ona göre bilincin durumu temel olarak ikiye ayrılır:

 

1-İstemek,  yargılamak gibi hep insanın kendi yarattığı bilinç durumları.

2-Duyumlar; bunlar insanın kendi yaratığı değil, bunlar insana verilmiştir.

 

Ruhumdaki, bilincimdeki bir isteme bedenimin hareketinin doğrudan bir nedeni değildir. Bilincimdeki isteme de, dış uyarıcının doğrudan bir nedeni değildir. Asıl neden tanrının kendisidir.

Bilincimdeki kolumu kaldırma tasarımını tanrı bilip, hemen işe karışarak kolumu kaldırmamı sağlıyor. Tanrı her vesileyle bizim işimize karışıyor.

Gulincx, daha sonra da şöyle söyler:

 Tanrı, her vesileyle bizim işimize karışmaz. O her şeyi baştan ayarlamıştır, tıpkı saat gibi. Ona göre, kendimizi bilmemiz tanrıyı bilmektir. Tanrıyı bilmek de, en yüksek iyiyi bilmektir.

 

             MALEBRANCHE (1638-1715):

         

   Malebranche, Descartes’ın töz görüşünden hareket ederek ruh ile cisim      birbirini etkileyemezler, der. Bu olsa olsa tanrının işidir der. Çünkü bunlar; cisim ve ruh, sonlu, etkin olmayan tözlerdir. Etkinliğin tek nedeni, sonsuz töz olan tanrıdır.

 Cisimsel güç, tanrısal gücün bir parçasıdır. Bu nedenle cisimler, birbirlerini de etkileyemezler. Onlar sonlu, etkin olmayanlardır. Oysa Descartes’da, cisimler birbirini etkileyebiliyordu.

 Ruh da, cisim gibi sonlu töz olmasıyla, tam tamına tanrıya bağlı bu nedenle de özgür değildir. Sadece sonsuz töz özgürdür. Oysa Descartes’da sonlu tözler de özgürdür.

 İnsanın cisim hakkındaki bilgisi onun ruhunu, ruhuna yerleştirmiş olduğudur, cisimden aldığı değil.

 Biz tanrısal gücün bir parçasıyız, bu nedenle Onunla bir ve aynıyız.

 

RENE DESCARTES

Çarşamba, Haziran 3rd, 2009

RENE DESCARTES (1596 – 1650 ) :

                                                                                                                             

17.yüzyılın özelliği rasyonalist olması. Yöntem olarak,; matematik ve fizik seçilmiştir. Matematik, çünkü; karmaşık değil, açık seçik. Dolayısıyla matematik, ideal bir bilim haline geliyor.

 Yeniçağda ilk defa felsefe, sistemli bir hale Descartes’ın eserleriyle ortaya çıkıyor. 17. yy da felsefe hep onun ardından geliyor. Bu nedenle 17. yy felsefesinin Descartesçı olduğu söylenir.

 

   Descartes, yeniçağ felsefesinin kurucusu olduğu gibi, analitik felsefenin de kurucusudur. Ona göre matematik, açık seçikliğe ulaşmalıdır. Aritmetiğin ortaya koyduğu hep açık seçik, öyleyse hayal gücüne dayanan geometri de böyle sonuçlara ulaşabilir.

 Descartes’a göre doğruyu bilmek, açık seçikliği bilmektir. Doğrudan kavranan şeyler, açık seçiktir. İşte analitik geometri bunu sağlayan bir yöntem. Doğruluğun yöntemi; açık seçik olmak. Aritmetikde işler böyle yapılıyor. Descartes, bunu felsefede de yapamayız mı? Diye soruyor.

 Dorudan araçsız kavranılacak, kendisinden sağlam bilgiler türetilecek, sağlam bir nokta bulabilir miyiz? Diye soruyor.

 ‘Herkes birbirinin tersini söylüyor. Felsefede güvenilecek bir bilgi yok, hep çelişki. Ben bunların hiçbirine güvenmeyeceğim, yeniden başlayacağım’.

Bu dönemde Descartes her şeyden şüphe ediyor. Örnek olan matematik ve bulgularından bile. Bu şüphe, skeptik bir şüphe; amaçsız, sırf şüphe etmek için şüphe etmek değil. Metodik bir şüphe yani amaçlı bir şüphe.

 Descartes, şüphe ederek şüphe etmeyeceği bir şeye varmak ve tüm bilgileri ondan türetmek için şüphe ediyor.

 İkinci olarak Descartes, dış dünyadan şüphe ediyor. Dış dünyaya güvenemem. Çünkü; duyularım beni bazen hatta çoğu kez yanıltıyor. Düş görüyorum gerçek sanıyorum, belki de hayatın tamamı bir düştür.

 ‘Bu dünyayı tanrı yaratmışsa ben bu dünyaya güvenebilirim’ diye ortaçağdan gelen bir düşünce var. Oysa Descartes, tanrının beni aldatmadığını, sadece onun iyi niteliklere sahip olduğunu nerden bileceğim, İnanamadığıma güvenemem.

 İlk kez Descartes, kendisinden şüphe edilmeyecek bir şey arıyor ve bu amaçla şüphe ediyor. Tanrının varlığına körü körüne inanmama Descartes’le başlıyor.

 

Descartes’in şüphe ettiği şeyleri özetlemek gerekirse:

        

1-Matematiğin bilgilerinden şüphe ediyor.

2-Dış dünyanın varlığından şüphe ediyor.

3-Tanrının ille de iyi niteliklere sahip olacağında şüphe ediyor.

        

Tüm bilgileri ondan türeteceği sağlam bir nokta ararken Descartes, şüphe ettiğinden şüphe edemeyeceğini görüyor. Şüphe ederken bilincinde bir şeyler olduğunu fark ediyor. Ve şu sonuca varıyor:

 ‘‘Şüphe ederken düşünüyoruz. Bu durumda ‘Düşünüyorum o halde varım’ (Cogito ergo sum)’’. Şöyle de dense yine doğru; ‘düşünmüyorum o halde varım’ yine doğrudur. Çünkü, bu söz kendisiyle çelişiktir, dilsel olarak söylenemez. Düşünmüyorum diyorsam yine düşünüyorum ve varım.

 Düşündüğünü bilmesi, varolduğundan emin olmasını sağlıyor yoksa varolmasını sağlamıyor. Bilincimde, bir bilinç içeriği, bir yaşantı duyuyorsam bundan şüphe edemem. Ancak bedenimin hareketinden, her türlü cisimsel hareketten şüphe ederim. Çünkü; duyularım beni yanıltabilir. Bu nedenle ‘geziyorum öyleyse varım’ önermesi zaman zaman doğrudur, zaman zaman da yanlıştır. Oysa ‘Düşünüyorum öyleyse varım’ her zaman doğrudur çünkü; bilinç içeriği var.

 Descartes’e göre,  a)bir nesneyi açık olarak kavramak demek; nesnenin kendisini bize araçsız olarak vermesi demektir.

b) Seçik bilgi ise, nesnenin ögeleri birbirine karışmış olmayan bilgiye denir.

 Descartes, ‘Düşünüyorum o halde varım’ derken, sadece kendisini temellendiriyor. ‘Ben düşünüyorum o halde varım’ ‘ben’ diyorsam ‘ben’ diye bir şeyin olması gerek.

 

 Matematiksel Yöntemin İlkeleri:

 

1-Doğruluğunu apaçık görmeden, bilmeden hiç bir şeyi doğru olarak kabul etmeyeceğim. Bunları bir tarafa bırakıp, açık-seçik olanı arayacağım.

Görüldüğü gibi şüphe onun yöntemi değil, sadece yönteminin ilk adımı. Sözkonusu olan, metodik bir şüphe, Yani şüphe; yöntemi değil, yöntem şüphesi. Yönteminden dolayı şüphe ediyor, bu şüpheyle de ‘cogito’ya ulaşıyor.

2-İceleyeceğim şeyleri daha iyi anlayabilmek için karşıma çıkan güçlükleri mümkün olduğunca küçük parçalara ayıracağım.

3-Anlaşılması en basit ve kolay olan şeyden başlayacağım.

4-Düşüncelerimi bir sıraya/ düzene koyarak basamak basmak çıkacağım ve hiçbir şeyi atlamadığımdan emin olmak için sürekli tekrarlar yapacağım.

 

Yöntemini Gerçekleştirmede Etik İlkeleri:

 

1-Yöntemimi belirlerken, beni rahatsız etmemeleri için kimseyle çatışmamam gerekiyor. Onların kurallarına uyarak çalışacağım.

2-Bir kere karar verdimi bir daha şüphe etmeyeceğim. Elimden geldiğince davranışlarımda kararlı ve sebatlı olacağım.

3-Her zaman talihimden çok kendimi yenmeye, dünyanın düzeninden çok kendimi değiştirmeye ve kendimi tamamıyla gücümüz dahilinde olan tek şeyin düşüncemiz olduğu fikrine inandırmak.

Kendimi aşırı isteklerden, duygulardan arındırmalıyım. Bu 3 ilke kendini eğitmek amacına yönelik.

 

Ahlak ilkesi:

 Akılllıca hareket etmek, erdemli olmayı, tüm iyi şeyleri elde etmeyi de beraberinde getirir.

 ‘‘Ben skeptikler gibi,  şüphe etmek için şüphe etmiyorum. Ben, dayanacağım sağlam bir nokta bulabileceğime inanıyorum, onlar inanmıyor.

 Şüpheli bulduğum her şeyi reddeceğim.

 Ben tüm özü ve doğası düşünmek olan ve varolması bir yere ve maddi bir şeye bağlı olmayan bir tözüm. Öyleki bu ‘ben’ yani kendisi ne ise o olduğum ‘ruh’ benden tamamıyla farklı bir şeydir.

 ‘Düşünüyorum o halde varım’ önermesine açık-seçik olduğu için inanıyorum (açık-seçikliği doğruluğun ölçütü kabul ediyor).’’

 Tanrı kanıtı:

‘Tanrı en yetkin varlıktır. Dış dünyada böyle bir tanım var mı? Yok, öyleyse bu tanımı nerden ediniyorum? Olsa olsa bu tanımı tanrı, benim bilincime koyar ve ben bu bilgiyi doğuştan getiririm.’

 Ontolojik tanrı kanıtı:

 ‘Tanrı en yetkin varlıktır. Biz tanrının varolmadığını düşünürsek, tanrının niteliğinden bir şey eksik oluyor. Onun varolmadığını söylemek onun niteliklerinden birinin eksik olduğunu söylemiş oluruz ki; bu da onun tanımıyla çelişir. Tanrı en yetkin değildir, olur. Bu ise imkansızdır. O halde tanrı vardır.

 Tanrının kendisine nitelik olarak baktığından ontolojik kanıt diyor.

 Dış dünyanın varlığını nasıl bilebilirim?

 Tanrı varsa dış dünya da vardır. Tanrı en yetkin varlıktır. Duyularım beni aldatsa da tanrı beni aldatmaz. Neden aldatsın ki..diyor. O halde dış dünyanın varlığı gerçektir.

 Descartes’a Göre İdeler İki Çeşittir:

1-Dışardan gelen ideler; bunlar duyularla elde edilmeleri nedeniyle açık-seçik olmayan bulanık ve şüphe edilebilir idelerdir. Her türlü cisimsel olan şeylerin kavramı, dışarıdan gelen idelerdir.

2-Doğuştan gelen ideler; bu ideler sonradan kazanılmayan doğuştan getirilen ve açık-seçik olan şüphe edilemeyen hakiki idelerdir. Tanrı idesi ve matematiğin ideleri, doğuştan getirilen idelerdir.

 

 

Descartes’a göre 3 töz vardır:

 

Töz; bir şeyi bütün niteliklerinden soyutladığımızda geriye kalan şeydir.

 Varolmak için kendinden başka, hiçbir şeyin varlığına ihtiyaç duymayan (substans), kendi başına varolan.

a)Sonsuz töz; 1. Töz, Tanrı (kendi başına varolan, en yetkin)

b)Sonlu töz;   2. Töz, Ruh (Ruhsal dünya)

                     3.  Töz, Cisim (cisimsel dünya)

 

 Ruhsal dünyanın en önemli özelliği; düşünme, bilinç. Cisimsel dünyanın ki ise yer kaplamak. Ruh; yer kaplamaz, cisimde düşünmez. Cismin hareket etmesi, kapladığı yeri değiştirmesidir.

 Descartes’a göre ruhsal dünya ile cisimsel dünya tamamen birbirinden ayrıdır. (Oysa insan gerçekliği var;  bilincim istiyor ve kolumu kaldırıyorum)

 Descartes’a göre ruhsal dünya ile cisimsel dünya arasındaki köprü; benim kozalak bezim Plans Pneolis ikisinin ilişki kurduğu yerdir, diyor. (Bu çözüm değil, çünkü; kozalak bezi de yer kaplıyor)

 

 DESCARTES’İN DOĞA ANLAYIŞI:

 

 Doğa anlayışında Galile ve Kopernik’in evren düşüncelerinden etkilenmiştir.  O göre her şeyin bir nedeni  olduğu düşüncesi, doğuştan bir idedir.

 İtici güç (dünyanın dönmesi) olsa olsa tanrıdandır ama bir amacı yoktur, yani doğada erek yoktur.

 

 ‘FELSEFENİN  İLKELERİ’ ADLI ESERİNDEN:

      Bugüne kadar filozof gözüyle bakınca hiçbir şey yapmamışlar. Yaptıkları boş ve yararsız şeyler. Ben de bu yüzden yöntem arıyorum. Yapamayışları; yöntemsizlikten,  yöntemleri farklı olduğundan. Felsefe, bize gevezeliği, cahilleri kolay kandırmayı sağlar hale gelmiş. Her şey tartışmaya açık olmadığı gibi şüphelide, felsefe de bunun içinde. Felsefe sağlam değil ki; ilkelerini felsefeden türeten bilimler sağlam olsun.

  Ben sistemimi bütünüyle kendim kuracağım. Kendi arayıp bulduklarımızla, kafamıza sokulanlar arasında büyük fark vardır. Çoğunluk doğruluğu benimsemez.

Descartes’e göre sağduyu, dünyada en eşit dağıtılmış şeydir. Tanrı bunu herkese eşit paylaştırmıştır. Herkes kendini akıllı sanır ve herkes kendinden memnundur. Sağduyunun en eşit dağıtılmış şey olmasına rağmen herkes her konuda tersi görüşler öne sürüyor. Birinin ‘a’ dediğine diğeri ‘b’ diyor. Felsefeye baktığımızda hep gevezelik ve boş laflarla dolmuş.

 Descartes’e göre tüm bunlar, sağduyunun eşit dağıtılmadığından değil; yöntemsizlikten, hepsinin yönteminin farklı olmasından.

 Descartes’in önerdiği metod, matematiksel düşünme metodu. Sadece bu metot kullanılırsa tüm çelişkiler ortadan kalkar.

        (Sağduyu; iyi hüküm vermek, doğruyu yanlıştan ayırdetme gücü.)

 

   Descartes’ın Özelliği ve Etkileri (Rasyonalizm, yöntem, töz) :

 

1-‘Cogito ergo sum’; Descartes’in akılcılığı rasyonalist felsefenin temelinde bir bilinç tasarımı olan ‘cogito’yu kullanılışından kaynaklanır.

2-Maematiksel yöntemi; 17.yy felsefesini etkileyen bir yöntemdir.

3-Dualizm (ruh ile cisim arasındaki ikicilik); anlayışı kendinden sonrakilere problem olacaktır.