Posts Tagged ‘logos’

ETİK

Cuma, Temmuz 17th, 2009

 

 Etik; insanın bütün hareket ve faaliyetlerinin temelini yani onun konuşmalarında, birşeyi savunmasında veya reddetmesinde, beğenmesinde veya beğenmemesinde, saygı duyup duymamasındaki temeli inceler. (T.Mengüşoğlu)

 Varlık prensiplerini bağımsız olarak ele alan ve bu alanı belirleyen, varlık karakterini inceleyen bilme etkinliğine ‘etik’ denir.

 Etik, eylemlerimizin temelinde ne var ise onu betimler. Etik, ‘nasıl davranmalıyım, hangi ilkelere göre hareket etmeliyim?’ sorunuyla ilgilenmez. Bu etiğin, metafiziğini (ahlak metafiziği) yapmaktır.

 Antropolojik etik; olan bitene bakılarak yapılan etiktir.

 Normatif / deontolojik etik; bütün insanlar için geçerli evrensel kurallar koymak. Olmayan bir şeye bakılarak yapılan metafizik bir etik. Kişinin kendi değer yargılarıyla herkes için geçerli evrensel moraller koymaya çalışması. (Moralin değil, kuralların felsefesi yapılır.)

 Etik; ahlaksal olanın özü ve temelini inceleyen bilgi dalı.

 Metafizik etik; iyiyi ya da ne yapmamız gerektiğini araştıran disiplin.

 

 Bedia Akarsu’ya göre Kant’a kadar olan etik, ‘eudomonist’ (mutlulukçu) etiktir.

 

 KYRENE OKULU – ARİSTİPPOS :

 Sadece haz koşulsuz iyidir. İnsanın tüm ereği hazdır. Hazzı sağlayan iyidir. Yaşanan andaki haz önemli. Yaşadığı andan haz alan kişi bilgedir. İyi, olabildiğince şiddetli olan hazdır. Acıdan kaçmalı. Bilge kişi hiçbir eğlenceyi kaçırmaz. Yaptıklarının da bilincindedir. (Hayata karşı bir ‘yaşama ilkesi’ sunuyor)

 

 KYNİKLER – ANTİSTENES :

 Mutluluk nedir? Ya da yaşamın ereği olan mutluluğa nasıl erişilir?

 Ahlaksal amaçlara hizmet etmeyen her bilgi boştur. Mutlu olmak için, erdem dışında her şeyi hor görmeli. Hazzın kölesi olmamak için hazdan kaçmalı.

 Kimseden korkmayan, kaygılanmayan acı duymadan katlanabilen alın yazısına karşı çıkıyor. Erdemden başka iyi, erdemsizlikten başka kötü yoktur. Doğaya uygun yaşama, gereksinme duymadan ya da en basit ihtiyaçlarla yaşamak. (Bu da hayata karşı ‘yaşama ilkesi’ sunuyor)

 

 STOA OKULU :

 Hazcılık ortadan kalkıyor. Haz, gerçek mutluluğu vermez. Gerçek mutluluk, duygulara hakim olmaktır.

 

 M.A.AERELİUS:

 Evren tek bir varlığa, tek bir ruha ve öze sahiptir. O halde doğaya uygun yaşamalı. Aklınla hareket edersen dış dünyaya uyarsın. Yaşama olanağı olan yerde, iyi yaşama olanağı da vardır. Yaşamına her zaman düzenli bir akış verebilirsin. Seni küçük düşürenleri, kötülük edenleri bile sev. Öfkelenme her şey evrensel doğaya uygundur. Hiçbir insanın başına insani olmayan birşey gelmez. Hasta olabilir ama tehlikede olmayabilir, kuruntulara kapılma.

 

 EPİKTETOS :

 Tanrıya inanır, ona göre hayat bir şölendir. Buna göre hareket edersen tanrıların sofrasına bile davet edilirsin. Arzularına kendini kaptırma. Ona göre stoisyen hastayken, tehlikedeyken, ölüm anındayken de mutludur. Tanrı böyle uygun görmüş, o halde böyle mutlu olmaya bak.

 

 EPİKÜROS :

 ‘Biz varken ölüm yok, ölüm varken de biz yokuz öyleyse ölümden niye korkmalı’.

 Haz, doğuştan bizimle gelen en büyük iyiliktir. Her haz iyidir ama erişilmeye değmez. Bize düşen iyi ve kötüyü hakkıyla ayırmaktır. Haz hayatın en üstün amacıdır.

 ‘Bizim için haz, beden alanında hiçbir acı çekmemek, ruh alanında da hiçbir huzursuzluk duymamaktır. Ciddi bir huzursuzluğa uğramazsan mutlu olursun’.

 

DEMOKRİTOS :

 Akılla duyguları yenmek, hakim olmak. Özgür olmak da budur. Elden geldiğince acıdan uzak haz içinde yaşamak. İnsanı mutlu yapan akıldır. Akıl sayesinde duygulara hakim olur. Böylece de haz ve acı aklın kontrolü altına girer.

 

 SOFİSTLER :

 Eylemlerde de her şeyin ölçüsü olarak insanı alıyorlar. Buna göre iyi öbürüne göre kötü olabilir. Değerler görelidir diyorlar. Amaçları, yararlı yuttaş yetiştirmek.

 

 HERAKLEİTOS :

 Logosu tanıyıp bilen kişi, kendi eylemine de ölçü olarak alacaktır. Bütünün düzenine bağlanmakla en üstün yaşama erişecektir. İnsanın amacı; akıl yasasıyla en yüksek mutluluğa ulaşmaktır.

 

 SOKRATES :

 ‘Doğru yaşantı hangisidir?’ diye soruyor. Ona göre erdem; bilgidir. Bu bilgi, iyidir. Bu bilginin içeriğini bilen iyi, erdemli insandır. Çünkü o, yapılması gerekeni yapılmaması gerekenden ayırt edebilir. Doğru eylem, doğru bilginin sonucudur. Yanlış eylem ise bilgisizliğin. İnsan kendisiyle uyum içinde olursa mutlu olur.

     Bilgili olmak (bilge kişi) è Erdemli olmak è Mutlu olmak

 

  PLATON:

  Ona göre insan ruhunun üç yanı vardır :

  1-Arzulayan yan,

  2-İsteyen / irade yanı, erdemi; ‘yiğtlik’, sınıfı; ‘koruyucular’.

  3-Akıl / bilen yanı, erdemi; ‘bilgelik’, sınıfı; ‘yöneticiler’.

  Adalet; tüm erdemlerin düzenleyicisi. Ruhun her bölümünün kendine uygun ödevi yerine getirmesi. Erdemlerin en yükseği, bütün erdemleri içinde topluyor. Bu erdemi gerçekleştiren insan, en yetkin insan.

 Bilgelik; aklın erdemi, doğruyu yanlıştan ayırt etme.

 Yiğitlik; korkulacak ve korkulmayacak olandan, haz ve acıdan ortaya çıkıyor.

 Ölçülülük; kendine egemen olma.

 Tek tek kişiler için de devlet için de bu erdemler sözkonusu. Devletin amacı da mutluluğu sağlamak. Bunun için de adil olup, görevini yerine getirmesi gerekiyor.

 

 ARİSTOTELES :

 

  Etiği üçe ayırıyor:

 1-Teoretik; kendi kendisi için araştırıyorlar.

 2-Pratik; davranışlarımıza kurallar koymak için uğraşıyorlar.

 3-Poetik; yararlı ya da güzel, iyi şeyleri yaratmak için araştıran bilim. En yüce pratik bilim. Toplumsal bir bilim. Etik, poetikanın içinde, onun bir bölümü. Poetika, ne yapmamız gerekeni öğretiyor. Etik, karakter incelemesi yapıyor; karakter bilimi.

 Ona göre insan ruhu iki kısım:

 1-Logossuz yan:

    a)Bitkisel yan

    b)Arzulayan yan (epithemition)

 2-Logoslu yan ;(Dionetik düşünce  erdemleri) hakikatle ilgili.

    a)İsteme (pratik yan); başka türlü olabilecek olanları bilmemizi sağlayan yan.          Zorunlu olmayanların hakikati.

 Pronesis (mezotesi sağlayan); belirli durumda ne yapılması gerekeni buyuruyor.

 Synesis (bunlar etik erdemler)

    b)Teorik yan; başka türlü olamayacak olanları bilmemizi sağlayan. Zorunlu olanların hakikati. Bunun da iki niteliği:

  Sophia

  Episteme

 

  Aristoteles’e göre, mutlak iyi yok. Her eylemde başka bir iyi olabilir. Bunun yanında varlık basamağının da en yüksek iyisi var. En yüksek iyinin mutluluk da olduğunu söylüyor.

 Mutluluk; ruhun tam erdeme göre etkinliği.

 Erdem ise ruhun akla göre etkinliği.

 

Aristoteles, erdemleri; etik erdemler ve dionetik erdemler diye ikiye ayırıyor.

 

Etik erdemler;  adalet, cesaret, ölçülülük, şan-şeref sevgisi, cömertlik, ağırbaşlılık…

Bu erdemler; arzulayan yanla, başka türlü olabilecekleri bilmemizi sağlayan yanın ilişkisinde ortaya çıkıyor. Bunlar, orta olan/ mezotestir. Bizde orta olmayı sağlayan bir yeti var; prhonesis.

 Etik erdemler, istemenin değil, arzulamanın özellikleridir. İsteme amaçlarla ilgilidir ve bilgisel bir tarafı da vardır. Arzulayan yanın, bilgisel bir tarafı yok, amaç da olmayabilir. Ona göre bu erdemler, alışkanlıklar sonucu yapıla yapıla erdem oluyor. Pronesis yoksa, ortayı da bulamıyoruz.

 

 Dionetik (düşünce) erdemleri; logoslu yanın bütününün özellikleri. Pronesis, sinesis, sophia, episteme birer dionetik düşünce erdemleridir.

 Mutluluğun olması için, erdemin olması lazım ama sadece erdem değil başka şeylerin de olması lazım.

 Aristoteles, kural koymuyor, olan bitene bakarak ontolojik açıklama yapıyor.

 

  DESCARTES :

 

 İyiye yönelmiş akıllıca bir isteme ile duygulanımları yenmek. Çünkü, duygularımızla değil irademizle hareket ettiğimizde mutlu oluruz. İnsanı mutluluğa götüren, erdemdir.

 Mutluluğa varmanın üç yolu:

 1-Hakikati açık olarak bilme.

 2-Hakikati iyice istemek.

 3-Elimizde olmayan şeylerle ilgili bütün isteklerden vazgeçmek.

 Bilgiyi eylemlerimize klavuz yaptığımız vakit, mutlu oluruz. Kötü iradenin, duygulara körü körüne bağlanması insanı mutsuz yapar. İnsan, iradesini açık seçik hakikatlere bağlarsa erdemli ve dolayısıyla mutlu olur.

 

  SPİNOZA :

 

  Kendimizi koruma duygusu iyi, bunun dışındakiler kötüdür. İyi, insanın elde etmek istediği neyse odur. Kötü, insanın kaçındığı, yaklaşmak istemediği.

 İyinin özelliği; haz vermek, kötünün ki ise, acı vermektir.

 Erdemli olma, iyiden de üstün olma, güçlü, etkin olma. Erdemli olmayı sağlayan, ruhun etkin olması. Ruh, tam açık seçik düşünebiliyorsa etkindir. Hiçbir itilimlerin, arzuların etkisi altında kalmadığı için ruh etkin.

 Özgürlük de açık seçik düşünebilmeye bağlı.

 Spinoza bu doktrini, hayatın yönetilmesine yardımcı olsun diye koyuyor.

Etik kişi, doğru eylemde bulunan  kişidir.

Buna göre Spinoza bizim:

 1-Tanrının iradesiyle hareket ettiğimizi,

 2-Mutluluğumuzun neden ibaret olduğunu,

 3-Erdemle tanrıya bağlılık. Tanrıya bağlanan hakiki hazza erer,

 4-Şu ya da bu tercihi aynı zihniyetle beklemeyi, katlanmayı,

 5-Bu doktrin kimseden nefret etmemeyi, hor görmemeyi, alay etmemeyi, hasetle bakmamayı öğrettiğinden sosyal hayata da yararlı oluyor. Aynı zamanda o bize her şeyden memnun olmayı, komşumuza yardım etmeyi, yanlış inançla davranmamayı öğretiyor.

 Tutkular, sınırlı olduğu için kötü, düşünce ise tanrının bir uzantısı olduğu (sınırsız) için iyidir. Bu nedenle düşünerek hareket etmeli.

 ‘İyilik, bize faydalı olduğunu kesinlikle bildiğim bir şey. Kötülük ise tam tersi’.

 İyi bilgisi; sevinç duygulanışı, kötü ise; keder duygulanışı verir. Gerçekten tanrının bilgisine götüren iyi, engel olan herşey ise kötü.

 Erdemin ya da doğru hayat gidişinin ilk biricik ilkesi; bize faydalı olanın aranmasıdır. Ruh; duyguları, tutkuları yenebilir. Çünkü o sonsuz töz tanrının bir uzantısıdır.

 

 LOCKE :

 

 Değer yargılarına bakarak herkes için genel geçer değer yargıları olamaz diyor. Ahlak, haz ve acıya dayanmaktadır. Biz bir eyleme iyi ya da kötü dediğimizde daha önceki bilgilerimizden hareket ediyoruz. (Locke, etik değil moral yapıyor.)

 

 HUME :

 

 Locke gibi değer yargılarıyla uğraşıyor. Eylemin değerini, yararlı ya da zararlı olarak ölçüyor. Oysa biz birçok eyleme, eylem olanaklarına bakarak, bir eylemin, diğer eylemler arasındaki yerini bulmaya çalışıyoruz. Kısaca Hume da, etik değil, moral yapıyor.

 

 KANT : IMMANUEL KANT kategorisine bak.

 

 BENTHAM :

 

 İnsan dahil bütün canlılar, hazza yönelir acıdan kaçar. Bentham da insan eylemlerini değerlendirirken, haz ve acıyı ölçü olarak alıyor.

 

 J.S.MİLL :

 

 Ahlak sorunlarının, toplum içinde bulunduğunu söylüyor. Ona göre, bütün insan eylemlerinin en son ereği; en üstün iyi. Hem nitelik hem de nicelik açısından elden geldiğince sevinç duymak, acı duymamak.

 

 İOANNA KUÇURADİ :

 

 Eylem:

 1-Değerlendirme (Değer felsefesine bak)

 2-İlgili yaşantı (Değer felsefesine bak)

 3-Yapma / yapmama (tutum)

 

  Yapmanın Ögeleri (Kişi perspektifinden):

 

 1-İsteme veya amaç:

  a) Kişinin tatmin bekleyen ihtiyacı. İsteme, isteneni ne belirliyorsa, o eylemin değeri ona göre olacaktır. Bunların yararlılığı ya da yararsızlığı sözkonusu yoksa değerliliği ya da değersizliği değil.

  b) Ana amaçlar :

      I- İnsanın değerinin bilgisinde temelini bulan anlamların belirlemesi olabilir. Bir kişinin etik kişi olmasını bunlar belirliyor. İstemeyi bunlar belirlediği zaman değerler; etik değerler oluyor.

 Etik değerler, insan haklarının korunmasını sağlıyor. Bu değerleri koruyan da etik kişi. Benim istememi, insan haklarını kapsayan etik değerler belirliyorsa o; etik kişi, eylem de değerli eylem. Burada istemeyi belirleyen ilişki; zorunlu. İnsan hakları herkes için geçerli yani evrensel, bu nedenle zorunlu.

    II– Anlamlı kılınmış şeylerin, ideallerin belirlemesi, kişice ya da

kişi grubunca yapılıyor. Vatan sevgisi, soy sevgisi, Turancılık, nikah altında ölme…anlamlı kılınan şeyler bunlar. Bunların eyleminin değerli olması sözkonusu değil. Sadece yapanın kendisi için anlamlı olduğundan, değer olmayana değer atfediliyor. Böylece de değerlerin değiştiğini söylüyorlar. Bunlar anlamlı kılınan şeyleri, insan hakları gibi ilkeler veya etik değerler olarak görüyorlar. Burada istemeyi belirleyen; rastlantısal.

 

  2- Karar verme veya hedef :

   

 a) Önemli olan karar verme değil, neye karar verdiği ve gerçekte ne yaptığıdır. İstenilen ile yapılan arasındaki ilişki rastlantısal. Burada karar vermeme sözkonusu ise bu komik bir çatışma. Bu çatışma kendi içinde birbirine denk, kişinin psikolojik doyumsuzlukları oluyor. Örneğin, hem çok susamış hem de çok acıkmış. Komik çatışma bu, önce hangisini yapacağına karar veremiyor.

 Senin için değil kendim için istiyorum ve gerçekleştiriyorum, onun için rastlantısal.

 

 b) Burada istenen ile gerçekleştirilen arasındaki ilişki, zorunlu. Buradaki çatışma ise; trajik çatışma.

  Tamamen kozal şartların, rastlantısal düğümlenmesi neden oluyor. Kişinin kendi dışındaki kozal şartlar çözümlenmedikçe çatışma ortadan kalkmaz.

 c) İstenen ile gerçekleştirilen arasındaki ilişki; rastlantısal. Buradaki çatışma ise, etik çatışma. (Buradaki etik olumsuz) Kişinin yetersiz değer bilgisinden dolayı değer olmayanı değer sanması, bu nedenle etik çatışma.

 

    Kişinin kararını hedef haline getirdiği an çatışmalar sözkonusu. Bir değerlendirme yapmışsam ve ilgili yaşantımı bu değerlendirmem gerekli kılıyorsa yani etik yaşantı ile istememi insan değerinin bilgisinde temelini bulan anlamlar belirliyorsa buradaki ilişki zorunlu ve eylemde değerli eylem. Bunun dışındaki rastlantısal ve değersiz eylem.

   Kişi değerlendirme yapıp, ilgili yaşantısı da ona göre ise ama istemesinin kişinin tatmin bekleyen bir ihtiyacı veya anlamlı kılınmış şeyler, idealler belirliyorsa onun ne yapacağını bilemeyiz. İşte bu rastlantısal, eylemi de değerli eylem değil.

 

  3- Gerçekleştirme veya davranış :

    

   a) Tek tek davranışları yapan için, yararlı veya zararlı değerlendirilmesinden çıkıyor. İndüksiyon ürünü gereklilik düşünceleri olarak bu davranış ilkeleri bir genellemedirler. Ama genel geçer değildirler.

   b) Bunlar insanlar arası ilişkilerde eylemleri belirleme talepleri olarak karşımıza çıkıyor. Kaynağını insanın değerlendirilmesinde buluyor. Temelinde insanın değerliliği ilkesi var.

 Örneğin; ‘insan öldürülmez’, gerçi ‘insan öldürülür’ diye bir ilke konulamaz ama bu ilkelerin, her tek durumda geçerli olması sözkonusu değil.

 Bunlar, insanın değerini korursan, insanın değeri de artar diyorlar.

 Davranış ilkeleri; kayıtsız şartsız değildir.

 İsteme ilkeleri; kayıtsız şarsızdır.

 İlkeler, tarihte bir kez konduktan sonra kaldırılamazlar. Bu ilkeler, kayıtsız şartsız değil, genel geçerdirler. Ör. ‘İnsan öldürülemez’ ilkesi genel geçerdir. Yine ilke de olsa değerlendirme sözkonusu.

   c) Kendileri de ilke ama başka davranış ilkelerinden değer yargılarından çıkıyor.

   Tanrıyı kabul ettiğimizde, iyi-kötü tanrıya göre anlam kazanıyor. Tanrı yoksa, iyi-kötü de yok her şey mübah. Buradaki iyi-kötü birer meta yargıdır.

 

   İ. Kuçuradi etiğinin diğer etiklerden farkı:

 1- İnsan ve kişi ayrımı yapması

 2- İlişkide eyleme bakması.

     Kant ve Aristoteles de eyleme bakıyor ama ilişkide eyleme değil.

  

   Kuçuradi’ye göre doğru eylem:

 

  1-Kişi ile ilgili olan doğru bir değerlendirmeye dayanması.

  2-Yaşantıyı bir değerin ya da insanın değerine olan bir inancın belirlemesi.

  3- Diğer kişi için isteneni bir anlamın belirlemesi.

  4-Konmuş hedefin isteneni o şartlarda gerçekleştiren bir hedef olması.

  5-Bu hedefin en azından insanın değerini korumaya yönelik ilkelere dayanarak gerçekleştirilmiş olması.

     Bunlar varsa eyleme, ‘doğru eylem’ diyoruz. Böyle eylemde bulunana da ‘etik kişi’ diyoruz.

    Kuçuradi’ye göre değerli eylemde bulumak için, her tek durumda değerlendirme yapmak zorundayız. Eğer değerlendirmemiz doğru ise, ilgili yaşantımız etik yaşantı ise ve eylemimiz de buna göreyse, eylem; değerli eylemdir.

    Kant – Kuçuradi ayrımı:

 Kant, eyleme değil, istemeye bakıyor. Eğer kişinin istemesi doğruysa eylemi de doğrudur. Kant sadece kişinin isteme ilkesinin değerli olup olmadığına bakıyor.

 Kuçuradi ise yapmaya / eyleme, eylemin sonucuna bakıyor. Aristoteles de eyleme bakıyor, bu yüzden  yaptığına ‘etik’ diyoruz. 

ELEA OKULU

Salı, Haziran 2nd, 2009

ELEA OKULU:

 

 KSENOFANES (İ.Ö. 569-477) :

 

 Öğretisi yazmış olduğu şiirlerden çıkarılıyor.

‘Arkhe’ sorunuyla ilgilenmemiştir.

 Bir monoteist olup, politeizme düşmandır. Tanrıyı aciz bir varlık olarak gösterdikleri için Milet okulunu suçluyor. Tanrının,  doğmuş bir ölümlü olduğunu söyleyenleri, aptallıkla suçluyor. İnsan, tanrı olamaz. O aciz kalmaz ve güçlüdür, diyor.

 “Eğer öküzler insan olsaydı, onların tanrısı da öküz biçiminde olurdu” diyerek, çağının insan biçimci tanrı anlayışıyla alay eder.

 Ana unsur olarak; ‘toprak’ı kabul eder. Ona göre her şey topraktan çıkıp yine ona döner.

 

PARMENİDES (İ.Ö. 540-480) :

 

“Nesnelerin Yaradılışı” adlı eserinden:

 1. Hakikat dünyası   2. Ölüm sonrası diğer dünya

Parmenides, nesnelerin bilgisinin ‘doxa’ (sanı) olduğunu, kendi bilgisinin ise ‘episteme’ (kesin bilgi) olduğunu söyler.

 Ona göre iki yol vardır:

1.     Doğrulara götüren yol,

2.     Sanılara götüren yol.

Birinci bölümde, biricik doğru olan ‘bir varlık’ inceleniyor. Bu varlığın dışında her şey yanılsamadır. İkinci bölüm de ise, kozmoloji ele alınıyor. Bu dünyanın bilgisi, ikinci derecededir. Çünkü; gerçek olmayan bir dünyanın bilgisidir.

 

( Kozmogoni; tanrının varlığını kanıtlamaya çalışan öğreti. Buna göre dünya, varlığının nedeni kendisi olamaz. Çünkü; olumsaldır. Hiç olmayabilirdi ya da başka türlü olabilirdi. Buna göre, tanrı olmadıkça dünya varolamaz.

 Kozmoloji; evrenin oluşumunu inceleyen bilim.)

 

 Parmenides, birinci bölümde şu sonuca varır:

Sadece bir varlık vardır. O bir birliktir, kendi içine kapalıdır, doğmamıştır, yok olmayacaktır da, değişmez, bölünmez, yoğunlaşmaz, seyrekleşmez de.

 Bunun karşıtı olan görüş, varolmayanı var göstermek olur ki, bu da imkansızdır.

 ‘Bir’ tanrı ile aynıdır. Çokluk, bir yanılsamadır. Sürekli değişme ve akış içinde olan sadece görünüşler dünyasıdır. Asıl olan gerçek alemse, akıla kavranır ve hiçbir zaman değişmeyip, her zaman kendisinin aynı kalır.

 ‘Varlık vardır, ve varolmayan şey yoktur.’

 Varlık ve düşünce aynı şeydir. Varolmayan şey düşünülemediği gibi, kavramla da ifade edilemez. Doğru düşünmek, varolanı düşünmektir.

 Madem tanrı, her şeydir ve onda bir değişme yoktur, öyleyse bize değişme gibi görünen şey olsa olsa bir vehimdir.

 Parmenides, hakikati bilmeyenin hiç bir şey bilmediğini söylüyor. İnsanlar, gördüklerine, duyduklarına inanıyor, oysa bu yol yanlıştır. Doğruyu, hakikati sen düşüncenle, ‘logos’la bul. (Logos; akıl, söz, düşünce, öğreti.)

 İnsanlar edindiği bilgiler, düşünmeden alışkanlıkla, daha önceden söylenenlerce aktarılan hazır bilgilerdir. Sen bunu bir tarafa bırak, kendi bilgilerini kendi düşüncenle bul. Hazır bilgiler güvenilir değildir, sen logosla bul.

 Varolan şey doğmamıştır ve yok olamaz. İnsanlar varolanda, bir ikilik gördüler. Her şeyi karşıtlarıyla böldüler. Bir yerde ışık, bir yerde, karanlık gibi.

 Varolan, tek bir tanedir, bir bütündür, her yeri kaplayandır ve bölünmez doğmamış ve yok olmayacaktır da.

 

ELEALI ZENON (İ.Ö. 490-430) :

 

Hocası Parmenides’in görüşlerini mantıklı delillerle açıklamaya çalışmıştır. O delilleri ile varlığın, birliği ve hareketsizliğini, sonsuzca bölünebilen bir zaman ve mekan kabul etmenin nasıl güçlükler çıkardığını göstermek ister.

 Zenon’un ileri sürdüğü delillerden maksadı; değişme, hareket ve çokluk gibi kavramların aklı çelişkiye düşürdüğünü göstermek, gerçekler dünyasını aldatıcı bir çokluk olarak gören hocası Parmenides’in fikirlerini ispatlamaya çalışmaktır.

Bununla ilgili Zenon hareketin yanılsama olduğunu göstermeye çalışan meşhur deneyler yapmıştır. Mesela, yaydan çıkan bir ok, önce yolun yarısını sonrada her seferinde bir önceki mesafenin yarısını katettiği düşünülürse bir noktadan sonra okun duracağı ve hiçbir zaman hedefe varamayacağı anlaşılır. Eğer bir noktada duruyorsa yol boyunca da duruyor demektir.

 

MELİSOS ( İ.Ö. 490-430 ):

 

Varolanın, ne sonu ne de başlangıcı vardır. Sonsuz bir tanedir. İki tane sonsuz olamaz, çünkü; bir diğerini sınırlayacaktır.

 Varolan tekse, hareket etmez, hareket etmesi için boşluk olması gerekir.   Varolan; o tek, bütün sonsuzu kaplamıştır. Hareket ederse varolmaz, en küçük bir hareket, değişme, giderek o varolanın yok olmasına yol açacaktır.

 

HERAKLEİTOS ( İ.Ö. 540-480 ) :

 

 Her şey logosa / tanrısal akla uygun olduğu halde kimse anlamaya çalışmıyor. Onlar bütünü parçalayarak anlamaya çalışıyor.

  Logosa yaklaşırsak parlarız; biliriz, uzaklaşırsak; söneriz, bilemeyiz. Akılla konuşmak isteyen kendini logosla güçlendirmelidir.

 Her şeyi çekip çeviren logosu bilmiyorsak, hiçbir şey bilmiyoruz demektir..

 Yaradılış saklanmayı sever. Ne söyler ne de söylemez. Sadece bir işaret verir. Anlayan bilgeler anlar. İnsanlar anlamadıkları bir şey karşısında aptal aptal bakarlar. Beni anlamıyorlar bu yüzden bana kızmaları da doğal.

 İlk prensip ‘ateş’tir. İnsan ruhu da bir ateştir. Ölümden sonra ruh, tekrar sonsuz ateşe katılır. Evren sürekli bir değişme ve oluş içerisindedir. Hareketsiz gibi görünen bir yanılgıdır. Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz.

 Evren bir yönüyle devamlı bir değişme olarak görünürken diğer yandan da zıtların sonsuz bir savaşı olarak görülür. Evrendeki şeylerin varlığı, zıtlar savaşının sonunda meydana gelir. Savaş, her şeyin babasıdır.Her şey zıddına döner; sıcak soğuk olur, soğuk sıcak..  durmadan dönüşür.

 

PYTGORAS (İ.Ö. 580-500 ) :

 

 Her şeyde bir uyum vardır. Bu uyumu da sayılar sağlar. İnsan ruhu, düşünme, akıl idrak ve duyulardır. Bu dörtlü olmadan insan olamaz.

 Peki, sayılardan nesneler nasıl meydana geliyor? Kozmoloji sorusuna verilen yanıtta ilk Pytgorasçıların sayıyı cisimsel bir etken olarak tasarladıklarını görüyoruz. Sonraki Pytgorasçılar ise, arkhe konusunda, çokçudur. Bunlara göre, mekanist anamaddeden nesneler hareket nedeniyle türerler.

 

 (Miletliler; arkhe konusunda, monist ve hylozist/ canlı maddeciydiler.)

 

EMPEDOKLES (İ.Ö. 492 – 432 ) :

 

 Etkisi, Platon, Aristoteles, ve ortaçağ felsefesine kadar uzanan Empedokles, 4 unsur kuramını formüle etmiş ilk düşünürdür. Bunlar; su, hava, toprak ve ateştir. Ona göre evrenin ilk oluşumunu bu 4 unsur teşkil eder. Bunlar ezeli ve ebedidir. Her şey bu 4 unsurun birleşmesiyle doğar ve ayrılmasıyla da ölür. Bu dörtlü aslında hareketsizdir. Bunları harekete geçiren, birleşme ve ayrılmayı sağlayan; aşk ve nefrettir.

 Empedokles, Parmenides gibi aslında meydana gelme ve yokolma yoktur, der. Çünkü;  ona göre bu 4 unsur ezeli ve ebedidir.

 Filozofa göre, bu 4’lü kanda mevcuttur. Bu yüzden biz de her şeyi bilebiliriz. Kan, hayatın taşıyıcısı ve düşünmenin merkezidir. Evreni biliyoruz, çünkü; onunla aynı tözdeniz.

 4 unsur Parmenides’in ‘varlığı’ gibi değişmez tözlerdendir.

 Empedokles, 4 unsurun en son bölümlere ayrılmış olduklarını söyleyerek, bir çeşit atom kuramı ortaya koymuştur.

 Ayın ışığını güneşten aldığını söylemiş. Güneş ve ay tutulmaları hakkında da doğru gözlemlerde bulunmuştur.

 Ayrıca, bitkilerin de hayvanlar gibi birer organizma olduğunu söylemiştir.

 

ANAKSAGORAS ( İ.Ö. 500 -428 ) :

 

 Anamadde sınırsızdır, der. Her şey bir aradaydı. Bu anamaddeler, o kadar küçüktü ki, fark edilmesi ve ayırt edilmesi imkansızdı. Bu sonsuz sayıdaki küçük şeyler / spermatlar canlıydı ve onları harekete geçiren şey; ‘nous’ idi.

 Her tek tek şey/ spermatlar, nous taşımıyor. Onun dışında her şeyi taşıyor. Nous, tek tek şeylerin sadece bazılarında bulunuyor. Her şey tohumlarının miktarına göre değişik değişik oluyor. Bir şeyde en çok hangi spermatlardan varsa, o şey odur.

 Anaksagoras’ta da, Parmenides ve Empedokles gibi varolma ve yokolma yoktur. Değişme ve dönüşüm vardır. Bu da Parmenides ve Herkleitos arası bir düşünüş.

 Anaksagoras, sayısız spermatlardan sözettiği için atomcuların başı sayılır.

 

  NOUS ; akıl, diğer spermatlarla karışmayan yönetici bir güç. Mesela insanda, nous vardır.