İSMET ÖZEL:
Dirgenler, bakraçlar, tornavidalar
Bende kül, bende kanat, bende gizem bırakmadılar
…
bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya
taşımamı yasaklayan belgeyi imzaladım
burada bitti artık işim, ocağım yok
uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
…
– Hiçbir şey söylemeyen sözlere ulaşmak için
her şeyin söylenmesi gerekti…
– Konuşmayı öğrendiğim andan itibaren susmam söylendi bana.
PROPOGANDA
Köleler gördüm, karavaşlar
hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı
artık kelimeleri kalmamış fiyatları sormaktan
saçları taranılmaktan usanmışlar
sinemalarda saklanıyor kışın
yaz olunca denizin yalayışlarına
kaldırımlarda demokrat
otobüslerde dindar
geceyi
saatlerine bakarak anlıyorlar
ve sabah
gökyüzünün karnını gerdiği zaman
dağların kokusundan fabrikalar
acıkınca
Köleler!
gözleri camekânlarda.
Silâhlar gördüm
namlusu akla çevrilmiş sahra topları
mürekkebin utandığını gördüm basılı kâğıtlarda
tetiğe basan parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi:
Çare yok, radyoları kapatsam
çare yok, secde etsem anılarıma
bu bozulmuş yeminlerin bayrakları altında
olacak şey mi duymak portakal bahçelerini
mermiler araya girmeden anlayabilir miyiz artık
hangi kızlar hangi serin yerlerimize değdi:
Sanırdık saçlarımız kumrularla kaplanır
bir çocuk, İşte ırmak! diyerek haykırınca
o zaman belki çocuklar zabıtalardan daha çoktu
belki biz daha çok ağlardık bir aşk pıhtılanınca:
Gördüm
gözlerinde zindanlarla bana baktıklarını
düşündüm yaslanarak şehrin kasıklarına
düşündüm kafa kemiklerimi eritinceye kadar
nedir bu kölelerin olanca silâhları
silahların köleleri olmaktan başka.
Bıkmadım
koyu renkler kullanıyorum hayatımda
koyu mavi, acıyı anlatırken
sessizce öperken, koyu beyaz
ve saçlarım hakaretlerle okşanırken
koyu bir itiraf sarıyor beni.
susmak elbette zehirlidir
ve rahatlık getirir yazıklanmak da.
Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!
Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!
gelin ve boğdurun bu köleleri.
Cellâdıma Gülümserken
Çektirdiğim Resmin Arkasındaki Satırlar
Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında.
Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
ben yaşarken koptu tufan
ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kâinat
her şeyi gördüm içim rahat
gök yarıldı, çamura can verildi
linç edilmem için artık bütün deliller elde
kazandım nefretini fahişelerin
lanet ediyor bana bakireler de.
Sözlerim var köprüleri geçirmez
kimseyi ateşten korumaz kelimelerim
kılıçsızım, saygım kalmadı buğday saplarına
uçtum ama uçuşum
radarlarla izlendi
gayret ettim ve sövdüm
bu da geçti polis kayıtlarına.
Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar
ruhumun peşindedir zaptiyeler ve maliye
kara ruhlu der bana görevini aksatmayan kim varsa
laboratuvarda çalışanlara sorarsanız
ruhum sahte
evi Nepal`de kalmış
Slovakyalı salyangozdur ruhum
sınıfları doğrudan geçip
gerçekleri gören gençlerin gözünde.
Acaba kim bilen doğrusunu? Hatta ben
kıyı bucak kaçıran ben ruhumu
sanki ne anlıyorum?
Ola ki
şeytana satacak kadar bile bende ondan yok.
Telaş içinde kendime bir devlet sırrı beğeniyorum
çünkü bu, ruhum olmasa da saklanacak bir şeydir
devlet sırrıyla birlikte insanın
sinematografik bir hayatı olabilir
o kibar çevrelerden gizli batakhanelere
yolculuklar, lokantalar, kır gezmeleri
ve sonunda estetik bir
idam belki!
Evet, evet ruhu olmak
bütün bunları sağlayamaz insana.
Doğruysa bu yargı
bu sonuç
bu çıkarsama
neden peki her şeyi bulandırıyor
ertelenen bir konferans
geç kalkan bir otobüs?
Milli şefin treni niçin beyaz?
Ruslar neden yürüyorlar Berlin`e?
Ne saçma! Ne budalaca!
Dört İncil`den Yuhanna`yı
tercih edişim niye?
Ben oysa
herkes gibi
herkesin ortasında
burada, bu istasyonda, bu siyah
paltolu casusun eşliğinde
en okunaklı çehremle bekliyorum
oyundan çıkmıyorum
korkuyorum sıram geçer
biletim yanar diye
önümde bir yığın açalya
bir sürü çarkıfelek
gergin çenekli cesetleriyle
önümde binlerce çiçek
korkuyorum sıra sende
sen de başla ve bitir diyecek.
Yo, hayır
yapamaz bunu, yapmasın bana dünya
söyleyin
aynada iskeletini
görmeye kadar varan kaç
kaç kişi var şunun şurasında?
Gelin
bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar!
Bana kötü
bana terkettiğiniz düşünceleri verin
o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız
ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar
onları verin, yakınmalarınızı
artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar
ben aştım onları dediğiniz ne varsa
bunda üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar
boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz
içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı
verin bana
verin taammüden işlediğiniz suçları da.
Bedelinde biliyorum size çek
yazmam yakışık almaz
bunca kaybolmuş talan
parayla ölçülür mü ya?
Bakın ben, birçok tuhaf
marifetimin yanı sıra
ilginç ödeme yolları bulabilen biriyim
üstüme yoktur ödeme hususunda
sözün gelişi
üyesi olduğunuz dernek toplantısında
bir söyleve ne dersiniz?
Bir söylev: Büyük İnsanlık İdeali hakkında!
Yahut adınıza bir çekiliş düzenleyebilirim
kazanana vertigolar, nostaljiler
karasevdalar çıkar.
Yapılsın adil pazarlık
yapılsın yapılacaksa
işte koydum işlemeyi düşündüğüm suçları
sizin geçmiş hatalarınız karşısına.
Ne yapsam
döl saçan her rüzgarın
vebası bende kalacak
varsın bende biriksin
durgun suyun sayhası
yumuşatmayı bilen ateş
öğüt sahibi toprak
nasıl olsa geri verecek
benim kılıcımı.
(1984)
——————-
HAKAN ALBAYRAK :
– Kalmak katlanmaktır, kabuslar ortasında gülümsemek ve iyiyim demek.
– Önemli olan hayatı uzatmak değil, derinleştirmektir.
PETERSBURG’DA BİR GECE
Ahmet Ağı’ya
yağmurlu gece nötralize ediyor
bunun altını kendimi yormadan çiziyorum
şimdi diyorum ölsem mölsem de olur
ama trajediyi çağrıştıracak
hiçbir şey duymuyorum içimde
nehir akıyor
ben gelmiş gidiyorum
geldiğimiz yerden döndüğümüz yere
ve her şeyi anlamış biri olarak
ülser olma huyumdan vazgeçiyorum
nasılsa öylece kabul ediyorum olanı
cennetten kovuldum
buradayım
ve ne kadar çırpınsam boş
1991
————————–
ŞEFİK DENİZ :
DÖNER BELKİ İSA
Ahmet Ağı’ya
Bir geceydi bosforus öpüşüyordu martılarla
Belki dedik bir gül kokusu sıçrar üzerimize
Bekledik bir hisar gibi yıllarca
Belki dedik bu yağmur sahici değildir
Belki şarap saklar geceyi sevgilinin dudaklarından
Sen bir mermi kadar sabırsızdın o vakitler
Tuttum kolundan geceyi bak dedim Ahmet
Bunlar martılar bak kanatları ıslak
O vakitler
Başımızda binlerce yağmur serinliği
Bir damlayla açılırdık
Hesapsız soluklarına yaseminlerin
Itır dahi olsun solardı bizden
Bak dedim Ahmet
Gecenin bunca serin ıslığı
Çalkalanıyor kalbimin ağrıyan tarafından
Sakın dedim söyleme şarkımızı
Kızlar ölür yoksa
Bir ihtilal dayanır bosforusun yanaklarına
Bırak dedim minareler tutsun tan vaktini
Bak dedim bu martılar ıslak
Bak dedim boğaziçine
Bunca gemiyi aktarıyor koynundan
Haliç çocukluğumu çalıyor uykumdan
Yıkma dedim Ahmet Üsküdar’ı
Bırak istavrit kokularını orospuların öfkesine
Söyleme dedim şarkımızı İstanbul kırılır Ahmet
Kırılır göğün beklemekten tunçlaşmış ağrısı
Dinlemedin Ahmet yürüdün gittin
Sirkeci’yi sallamaya
Yürüdün gerilmiş silahlar gibi bosforusu inletmeye
Sakın dedim Ahmet gece vakti
Yoksa çocuklar yakar bu gemiyi
Yürüdün gittin böğründe binlerce dinamit kucakladın İstanbul’u
Ben duydum Ahmet odalardan kanıyordu İstanbul
Ben Beyoğlu’nu ölçtüm biçtim kokladım
Galata’ya çıktım martıların üstüne
Kasıklarını dinledim bosforusun
Şarap mıydı kan mıydı taa Sarıyer’den akıyordu
Kulaklarına eğildim fısıldadım
İstanbul muydu sevgili mi orospu muydu
Ben öptüm Ahmet
Dinlemedin bir namlu gibi doğrulttun kendini
Avuçlarına dağılmış barut kokusu
Bırak dedim Ahmet söyleme şarkımızı
Serilir yoksa saçlarına
Saçların zencefil kokuyor Ahmet
Bak dedim Ahmet
Bütün martıların kanatları ıslak burada
Bu yağmurlar tutmaz bizim şarkımızı
Söyleme dedim öpülmemiş kızlar kadar uzak
Dur dedim utandırma İstanbul’u
Bak dedim ne kadar uzak manastırların gölgesi
Bak dedim…
Belki İsa..
***
**
AN(A)KARA
Dünyası küçük
kaygıları büyük bir babanın oğluydu
annesi karyola demirlerine bağladığında
henüz bir yaşındaydı
üç yaşında donsuz
dört yaşında kısa don giymekten çok utandı
Babasıyla tek coşkusu beş yaşında oldu
Ve bir daha hiç oynamadı
*
Altısında okumayı
Yedisinde yalnızlığı
sekizinde tütün içmesini
dokuzunda zar atmasını öğrendi
*
on yaşında çırak
onbirinde ilk mektep mezun
onikisinde tek arkadaşı “B”ydi
onüçünde zekasını farketti
ondördünde dosyasına “sakıncalı” yazanlara çok kızdı.
*
onbeşinde babasından
onaltısında dünyadan koptuğunda
geri döneceğini hiç düşünmemişti
onsekiz bunalımmm
Ondokuz yaşanmadı…
Yirmisinde “V” ile tanıştı
Anlamak için uykusuz kalmayı öğrendi
*
Yer sarsıldı, yıldızlar uçuştu
kendini bulmaya devam etti
Yirmibir son mektep mezun
Yirmikisinde askere gitti, hasta bile olmadı
Yirmiüçte ortada kaldı
Yirmidörtte memuriyete teslim oldu
Yirmibeş büyük deprem
Önce metafizik bitti sonrası fırtına
*
zamanla duruldu
buz gibi bir yalnızlıkta
artık her şey olduğu gibiydi
sessizliğin içinde öfke duymayabilir
hatta babası için ağlayabilirdi
belki bir kız arkadaşı da olurdu
ama “ne yaşamaktan ne de ihtihar etmekten vazgeçmeyen” bu adam
hiç gerek yokken bir ikindi vakti
sustu ve oracıkta kalakaldı.
AHMET AĞI – 1990