Berna Moran’a göre, çağdaş sanat felsefesinde 3 kuram var :
1-Yansıtma kuramları.
2-Anlatımcılık kuramı.
3-Biçimcilik kuramı.
Yansıtma kuramları; sanat felsefesinin ana kuramı. Sanat kavramıyla beraber çıkıp, en yaygın kuram.
Yansıtma kuramı, iki devreden oluşmaktadır:
a)Rönesansın sonuna kadar (16.yy sonu) olan dönem.
b)150 yıl kadar karanlık bir dönemden sonra 18. yy sonlarından başlayıp 1950’lere kadar gelen devir.
İki devre arasındaki amaç aynı fakat gerçeği yorumlama / yansıtma şekli farklı.
Yansıtma kuramının, Platon’dan Rönesansın sonuna kadar olan dönem de 3’e ayrılır:
1.Grup; Platon’un başını çektiği “sanat, fenomen/görüngü dünyasını yansıtır”, görüşünü savunan grup.
a) Realite, görünen dünyadır.
b) Görünen dünyanın taklidi (mimesis).
c) Taklit edilenle, açığa çıkan idea.
2.Grup; sanatın ya geneli ya da özü yansıttığını ifade eden görüş. Bu görüşün de temsilciliğini; Aristoteles yapmaktadır.
“Sanat eseri ya son derece genel olup herkesi ilgilendirecek ya da çok özel olup yine herkesi ilgilendirecek”.
Sanatın özel ya da genel olması, alıcıyı da ilgilendirdiğinden ilk defa ‘sanat psikolojisi’, Aristoteles’le birlikte sanat felsefesine girmiştir.
Aristoteles’e göre sanat; olanı değil, olabilir olanı yansıtır. Sanatçının, objesine bakıp taklit ettiği elma, gerçek değildir. Olanın aynen taklit edilmesi, mümkün değildir. Ancak taklit edilen ‘elma’ objesine en yakın olandır.
3.Grup; neoklasikler; bunlara göre sanat, ne görüngü dünyasını ne geneli ne de özeli yansıtır. Sanat, ideali yansıtır. Sanat, insan tarafından simgelenen yüce, manevi değerleri, moralleri yansıtır.
Platon; duyumları tahrik edeceğinden sanatı aforoz eder. Aristoteles, ‘hayır’ der; “ruhu eğitir, insana haz verir. Sanatın olandan çok olabilir olanı yansıtması daha fazla haz verir’ der.
18.yy’lın sonlarına gelindiğinde aydınlanma çağı iyice oturmuştur. Kant’ın değimiyle “artık insan aklını kullanabilmektedir, kendine ve gücüne saygı duymaktadır”.
Yansıtma kuramının ikinci kısmı da 3’e ayrılır:
1-Batı realizmi; “sanat gerçeği yansıtır”. Gerçek, bizim aklımızdan çok duyularımıza gelendir. Sanatçı hiçbir yorum yapmaz, duyularına geleni olduğu gibi yansıtır. Batı realizmi, Rus realizminden bu yanıyla ayrılır.
E. Zola, bu ekolün kurucusudur. Onun yanısıra H. Balzac.
2-Rus realizmi; duyular ön planda ancak psişik durumlarda ön plandadır.
Yargı var; ‘bu doğrudur, şu yanlıştır’ gibi. Bireyden çok toplum ön planda.
Sanatçının en önemli görevi; eğitme. Belki bu amaçla yargı ortaya çıkıyor.
Örnekler; Tolstoy, Gorki..
3-Toplumsal realizm; 1930’lu yıllardan günümüze kadar olan. Babası; Lukacs.
Gerçeğin iki öğesi var:
a) Toplum, b) Eleştirel bakış.
“Sanat ancak, toplumsal olursa sanattır”. Açlığı değil, insanların neden aç olduğunu yansıtmak önemli. Lukacs’a göre, toplumsal realizmin en iyi uygulanacağı ülkeler, sosyalist ülkelerdir.
Yansıtma kuramlarının hepsinde sanatın işlevi; eğitmesidir. Yansıtma kuramlarının bir diğer özelliği; sanat eserinin ön plana alınması.
Eleştirel açıdan baktığımızda:
(1)Tarihi eleştiri; yansıtılan gerçek olaylar, olduğu gibi alınır. İster yorum yapılsın veya yapılmasın aynı şey ;(2)Sosyolojik eleştiri için de geçerlidir.
Son çağdaş eleştiri de(3) Marxist eleştiri; “eser toplumsalsa iyidir, değilse kötüdür”.
Lukacs; “toplumsal eserse iyidir ama her toplumsal eser de iyi değildir”.
Fischer; “bazı toplumsal eserler iyidir ve bazı toplumsal olmayan eserler de iyidir”. Örneğin Camus’nün, ‘Yabancı’sı gibi.
Anlatımcılık Kuramları:
Bunlar da 3 gruba ayrılır:
1-Romantizm (duyumların ön plana çıkması);Veron’a göre, eser önemli değil, aslolan sanatçıdır. Esas olan gerçeğin dışındaki duygusallıktır. Sanatçı; alıcıyı, devleti düşünmez. Bu dönemdeki espri “sanat, sanat içindir”. Sanatçı, sanatı nasıl anlıyorsa öyle ortaya koyar. Kafadaki bir kurgu bile yeter diyorlar.
2-Sanatı, ‘yaratma’ olarak alan anlatımcılar; bunların en ünlüleri İngiliz Collingwood, İtalyan B. Croce ve Fransız; Ducosse.
Bunların savına göre anlatım, bir adlandırma değildir. Yaratılan şeyin adı yoktur. Burada sanatçı, senin benim bilmediğim birşeyi yansıtır. Adını sen koyarsın. Bir başkası, başka bir ad koyar.
İkinci önemli özellik; yaratma, sanat eserinin doğmasından önce yoktur.
B. Croce’de Sanat :
Croce’ye göre, anlatma işi başlamadan herhangi bir duyu yoktur. Duyu anlatılmaya başlanıldığı andan itibaren ortaya çıkar, somutlaşır.
Üçüncü özellik; yine Croce’ye göre anlatım, anlatıcının bir ihtiyacını karşılamak için anlatım.
Yine Croce’ye göre sanat; yaratıcı imgelemle ortaya çıkar. Ama bu yaratıcılık akıl yoluyla değil, sezgi yoluyla (sezgisel imgelem). Sezgisel imgelem ne kadar tikel olursa, o sanat eseridir. Tamamen kendine özgü olacak ve sanatsal bir anlatım olacak.
Croce’ye göre sanatın oluşumu:
1-Tarihsellik; belli bir oluşum haline gelinceye kadar geçen süreç.
2-Gözlemcilik; bu oluşum sürecinin adım adım izlenmesi. Croce bu görüşüyle, sanatta metafiziğin olmadığını göstermeye çalışır. Ona göre, tüm sanat insan tarafından bir oluşumla var. Oluşum, insan ruhunun sonsuzluğunda meydana gelen çatışmalar, anlaşmazlıklar…durumunda görülen bir hal. Her şey insan ömrü boyunca oluşur. Oldu-bitti diye bir şey yoktur. Sanatın reel olması ancak ömrün bitmesi ile olur. Küçük çatışmalar, kaygılar…sonucunda gerçek açığa çıkıyor.
Gerçeğin 2 öğesi:
1-Oluşum sürecinden sonra tamamlanması.
2-Bir ifade şeklinde görülmesi, söylenmesi. Kaygıyı içimizde çözümlediğimiz an sanat gerçekleşir. Bu oluşum aşamasında insanın hayatı son bulur.
Croce’ye insanın yaşamının somutlaşması; insanın sonsuz oluşum anında küçük küçük şeyleri gerçekleştirmesi ile somutlaşır.
Croce’ye göre iki bilgi türü vardır:
1-Ruhun akıl tarafından gelen; ‘mantıksal bilgi’.
2-Sezgi yanından gelen; ‘sezgisel bilgi’.
Mantıksal bilgi; izlenebilir, tekrarlanabilir olgulardan türer. Bu bilgi evrenseldir.
Sezgisel bilgi; bireyseldir. Croce, bu bilginin eyleme dönüşmesine, ‘sanat’ diyor.
Croce’de imgelem yetmiyor, gerçekleşmesi lazım. Sanat eserinin biçim ve öz olmak üzere iki öğesi vardır. Sanat özünden soyutlandığında ortadan kalkar.
Collingwood’a göre ise yaratıcının duyguları önemli ancak bu duygular psişiktir. Akılsal duyumculuk, sanat değildir. Sanatçı, psişik duygularını önce kendi anlar sonra anlatır.
3-Aktarmacı anlatımcılık; sanatçının yanı sıra alıcıya da önem veren bir yaklaşım. Sanat eserini, alan yoksa o sanat eseri de yoktur. Alıcı olmazsa ne sanat olur ne anlatım.
Anlatım + Eser + Anlatım + Alıcı
Daha bir gerçekçiliğe doğru gidiyor ama yine sanatçı ön planda.
Duygusal Etki kuramı:
Bu kuramda, anlatıcının duygusu yerine alıcının duygusuna yer verilmektedir.
Bu kuram da kendi içinde 3’e ayrılmaktadır:
1-Hedonist yaklaşımlar; sanatı zevk veren bir meta olarak görürler. Sanatı sanat yapan, zevk yaratmasıdır. Zevki, hazdan daha genel ve etkili olarak görüyorlar. Zevk yaratması ve bunun sonucunda eyleme dönüşmesi ile sanat ortaya çıkıyor.
2-Estetik yaşantı kuramı; bunlara göre bir estetik esere yaklaşırken elimizdeki yegane silah; estetik yargıdır.
Sanat, keyif verdiği an fonksiyoneldir. Estetik yaşantı; o keyif anı. O keyif anını yakaladığın an, o sanat eseridir, eğiticidir, yönlendiricidir.
3-Richart kuramları; iki grupta incelemek mümkün:
a)Nesnelci değer kuramı; sanatsal nesneyi esas alır. Sanat eserinden alıcıya gider.
b)Öznelci değer kuramı; alıcıdan sanat eserine gider.
Nesnelci kurama göre sanat, sanat eserinin kendi içinde vardır ve onun bazı niteliklerinden oluşur.
Richart’a göre, Croce hatalıdır. Çünkü, güzelin analizi yapılamaz ve sezgisel akılla da savunulamaz. Güzellik, eserde varsa vardır.
Richart’ın ‘öznelci değer’ kuramı, Santayana’nın geliştirdiği kurama dayanır; “güzellik nesneye yansıtılmış bir zevktir. Güzellik nesneden gelmez, öznenin atfettiği bir değerdir. Güzelliği ona veren de alan da alıcıdır. Güzellik tamamen psikolojiktir. Bir duygudur. Sanat eserinin buna göre görevi; alıcıda bulunan güzellik duygusunu uyarmak. Sanatın sadece uyarıcı görevi vardır”.
Richart’a göre, sanat eserinin 4 özelliği vardır:
1-Estetik öz, 2-Estetik biçim, 3-Estetik algılama, 4-Estetik ifade
Ancak bu dört öğenin analizi yapılamaz. Güzelin özü tanımlanamaz.
———
Felsefi değerlendirmeler 3 yolla yapılabilir :
1-En genel anlamı ile ‘izmler’ aracılığı ile yapılabilir.
2-Ontolojik buluşla,
3-Sanat kuramlarıyla yapılır.
Eleştiri kuramlarından sonuncusu; ‘biçimcilik’:
Bunlar sanat eserinin, biçim ve özden oluştuğunu söylüyorlar. Diğer kuramların hiçbiri bunları reddetmez.
Biçimcilerin en büyük özelliği; güzelliğin estetik objede olduğunu söylüyorlar. Biçimcilerde gerçeği yansıtmak önemli değil. Burada bakılan felsefi ideadır. Biçimcilere göre estetik objedeki, estetik değer alıcı tarafından alındığında, estetik bir yaşantı içine giriliyor. Estetik değerini taşıyan, sanat eserini anlayana bir mesajdır.
Yansıtma kuramlarında ağırlık verilen; sanat eseri.
Anlatımcılık kuramında; sanatçı.
Duygusal etki kuramında; alıcı.
Biçimcilik kuramında; sanat eseri.
T. Mengüşoğlu’nda ‘sanat’ :
Sanatta ölçüt aramak boşunadır. Sanata, izmler açısından yaklaşmak da sakıncalıdır. Yapmamız gereken; birçok sanat eseri var, bu sanat eserlerine bakıp sorular sormak.
İnsan için sanatın anlamı nedir? İnsanlar, sanatla neyi gerçekleştirmek istiyorlar? Sanat bir tür bilgi midir? Yoksa boş bir fanteziden başka bir şey değil midir?
Mengüşoğlu’na göre, sanat eserine böyle yaklaşılır. Ona göre sanat eserlerinde ölçüt, hiç kuşkusuz ‘hoşa gitme’ değildir. Ölçüt, sanat eserlerinde anlatılmak istenen ne? Konu yine insanın hayatı, kendisidir.
Tags: Anlatımcılık, Batı realizmi, Biçimcilik, Collingwood, Duygusal etki kuramı, Marxist eleştiri, Romantizm, Rus realizmi, Sezgisel imgelem, Sosyolojik eleştiri, T.Mengüşoğlu'nda sanat, Tarihi eleştiri, Toplumsal realizm, Yansıtma