Posts Tagged ‘Üretim tarzları’

TARİH FELSEFESİ-2

Çarşamba, Mart 10th, 2010

  

  MARX :

 

 Marx’ın tarih görüşünde, Hegel’den aldığı iki düşünce var:

 1-Tarihin bir süreç olduğu.

 2-Bu sürecin ilerleme olduğu.

 

 Nasıl bir süreç ve nereye doğru ilerleme?

 Hegel’den sonra düşünürler bu soru ile ilgilenmeye başlamışlardır. Bu tarihsel sürecin yasaları bulunabilir diyerek, araştırmaya başlamışlardır. Comte da bunu savunur.

 Bu yasalar nasıl bulunur? Bu yasaya cevap vermesi bakımından Marx, pragmatik bir tutum içindedir. Hareket noktası yaptığı bir açıklamadır. Kendi dönemindeki bir olguya getirdiği açıklamadır. Bu olgu İngiltere’de gerçekleşen sanayi devrimidir. Bu devrim, toplumsal bir değişmedir.

 Marx bu olguyu, toplumsal ilişkiler içinde olan üretim ilişkilerinden hareketle açıklar. Ona göre tarih; üretim araçlarının değişmesiyle ilerleyen bir süreçtir. Önce üretim araçları değişir sonra da her şey.

 Üretim ilişkileri, toplum tarzları, tarih içinde olurlar. Üretim ilişkileri ve üretim tarzları, üretim ilişkilerinden bir soyutlamadır.

 Belirli bir yerde egemen bir üretim tarzı, egemen bir toplum tarzı demektir.

 Üretim ve toplum tarzlarını belirleyen de Marx’a göre, sosyal sınıflardır. Sosyal sınıflar değiştikçe, toplum tarzı da, üretim tarzı da değişir.

Değişmeyi sağlayan üretim güçleri ve sosyal sınıflardır.

 İlerleme, belirli üretim tarzlarına göre belirli üretim tarzlarına doğrudur.

 Belirli koşullar gerçekleştiği zaman gerçekleşecek olan budur.

 Marx’ın hareket noktası, olan bitendir. Marx, toplumsal değişmeyi açıklarken toplumla tarihin birbirinden ayrılamayacağını söylüyor. Ona göre, üretim ilişkilerindeki bütün ilişkiler değişirse belirli bir toplum tarzından sözedilebilir.

 Marx’ta tarihsel oluşla, toplumsal oluş iç içedir. Bu onun sosyolojiye getirdiği bir yeniliktir.

 

  HEGEL VE MARX:

 

 Hegel gibi Marx’ın da yaptığı tarihin bütününe ilişkindir. Ancak Marx’ın Hegel’den farklı olarak baktığı toplumsal değişmelerdir.

 Hegel başka bir önkabulle, Marx başka bir önkabulle tarih şöyle oluşur diyorlar. Formel olarak ikisinin de yaptığı iş aynı. Hegel tarihten başka yasalar çıkarıyor, Marx başka.

 Marx, tarihteki oluştan ziyade değişmeyi açıklıyor.

 Her ikisi de daha iyiye doğru giden ilerlemeci bir tarih görüşü ortaya koyuyorlar. Ancak Marx’ta Hegel’deki gibi bir geist açılımı yok.

 

  İ.Kuçuradi’ye göre; Hegel’in, Marx’ın ve Engels’in görüşleri tarih felsefesi değil, tarihe ilişkin teorilerdir.

 

 

  K.POPER, “TARİHSELCİLİĞİN SEFALETİ”nden: (Historisizmin eleştirisi)

 Poper’a göre historisizm/tarihselcilik, sosyal bilimlerde prediksiyon/öndeyi yapan bir yaklaşımdır.

 Tarihsel materyalizmin yaptığı toplumların değişmesini açıklamaktır.     Toplumların değişmesi, tarihin kendisi sayılıyor. Tarih böyle oluşuyor deniyor.

 Bu prediksiyon bir tip toplumdan örneğin, sınıflı toplum tipinden, sınıfsız toplum tipine geçişi söyleyen bir prediksiyon.

 Ancak sosyal bilimlerdeki prediksiyon ile tarihteki prediksiyon aynı mıdır?

Sosyal bilimlerdeki prediksiyon bir teke ilişkindir, tarihsel materyalizmdeki prediksiyon ise bir tipe ilişkin. Ancak bu prediksiyon tarihsel koşulları dikkate alarak yapılan koşullu bir prediksiyondur.

 Teke ilişkin prediksiyon içerikli, tipe ilişkin olan ise içeriksizdir.

 

   İ.KUÇURADİ; “POPER’IN ELEŞTİRİSİ

  Poper, bu prediksiyonların farkını gözden kaçırıyor. Tarihsel materyalizm bir tip toplum prediksiyonudur ama Poper’in sandığı gibi bu prediksiyon tarihe ilişkin değildir. Prediksiyon var ama bir noktada, onun asıl ağırlığı açıklamadır. Poper, iki farklı prediksiyonu bir prediksiyon görüyor.

 “Tipleştirme, olandan hareketle yapılır. Sınıfsız toplum, negatif  bir kavramdır”  eleştiri bu noktalar hesaba katılmadan yapılıyor.

 Oluş, değişme, gerçeklik bunların hepsi bir bütünün özellikleridir. Bunlar tarihtede var toplumda da.

 Önemli olan bir yerle ilgili bakıldığında bu ögeler ne durumdadır onu saptamalı.

 Birisi bu özelliklerin hepsi tarihtedir diyor diğeri de onu eleştiriyor. Poper’a göre historisizm yanlış bir metottur. Poper, tarihte yasa olmadığını söylemek için düşmanını yanlış seçiyor.

 Tarihte üzerinde durulması gereken bir tek öge vardır o da; toplum.

 Historisizmin eleştirilecek yanları vardır ama Poper’ın eleştirisi bu eleştirilecek yanlardan biri gibi gözükmüyor.

 Poper, Marx’ın toplumda bulduğu yasalar bakımından eleştiriyor. Poper’a göre sosyal bilimlerde yasalar vardır ama bu yasalar ampirik, sınanabilir değildir. Tarihin oluşturucusu yasalar değildir.

 Poper’a göre historisizm tarihe ilişkin bir yaklaşım değildir ve sosyal bilimler tarihsel prediksiyon yapamazlar.

 Poper’ın hareket noktası epistemolojiktir. Ona göre tarihin gidişi hakkında prediksiyon yapılamaz, tarihin ontolojik yasaları yoktur.

 

  SARTRE; “DİYALEKTİK AKLIN ELEŞTİRİSİ” :

 

 

 Diyalektikçi (filozof, bilimadamı, sanatçı…), yaşayan insanın yapıp etmelerinin bütünlüğüne refleksiyonlu bir şekilde bakıp, onun dolaylı bilgisini ortaya koymaktadır. Daha sonra da bu dolaylı bilgi tekrar somut gerçekliğe dönerek, onu değiştirmekte ve bu durum hiç durmadan tekrar etmektedir. Sartre’a göre tarih işte böyle olmaktadır.

 Sartre’a göre bu bilginin dolaylı olması, varlığın bilgiye indirgenemez olmasındandır. Sartre, “bunlar benzeşmezdir, ancak bütüncül bir bakış açısıyla bakıldığında aralarında yukardaki gibi bir ilişki vardır” der.

 Ona göre Marxizm, bu birbiriyle benzeşmez iki şeyi (varlık ve bilgi) özdeş saymıştır. Bütün tarihi, değişmez bir bilginin, ölü ve aşkın bir nesnesi olarak düşünmektedir.

 Sartre’a göre bu canlı evren içinde insanın ayrıcalıklı bir yeri vardır. Bu her şeyden önce insanın tarihsel olabilmesinden yani insanın kendi eylemiyle ortaya çıkardığı şeylerin yeniden bilgisel olarak insana dönüp içselleşmesi (onun varoluşunu belirlemesi) ve bu içselleşen ilişkilerin yine aynı devinimde aşılmasıyla, insan kendine verilmiş olanı, olanaklar alanına doğru aşarak mevcut olanaklar açısından bir olanağı seçip nesnelleştirmesidir.

 Ona göre insan, tasarlayan bir varlıktır. Maddi koşullara bağlı olarak, gelecekte olan bir şeyi hedefleyerek yapmasıyla kendini gerçekleştiren, nesneleştiren bir varlıktır. Bu Sartre’ın önkabulüdür.

 İkinci olarak, bu insanın ‘biz olan varlık’ olarak tanımlanmasından dolayıdır. Yani bu durumda araştırıcı kendini tümüyle araştırılan olarak bulur.

 Tarihsel süreç, insanın kendisini ortaya koyma sürecidir, geistın değil.

 Bu süreç, amaçlı, bir yere doğru giden bir süreç değil. Önceleri insan yapıp etmelerinin bilincinde değil. Bu durumda edilgen bir varlık. Ancak daha sonra diyalektikçinin, insana ait bu yapıp etmelerin bilgisini ortaya koymasıyla insan, yaptığı iş üzerinde bir bilince sahip oluyor. Böylece ne yaptığını bilen, etkin insan ortaya çıkıyor.

 Sartre, insanın yaptığı işin bilincine varmasına ‘bütünleşme’ diyor. İnsan sürekli bütünleşerek, kendi yaptığının bilgisiyle belirleyerek tarihi oluşturuyor.

 Sartre, felsefe tarihini üçe ayırıyor:

 Descartes ve Locke, Kant ve Hegel ve son olarak da Marx.

 Bu fikirlerle insan kendini yenileyerek ortaya koymuştur. Şimdi insanın kendisini tekrar ortaya koyabilmesi için bu felsefeleri aşması ve yeni bir fikre ulaşması gerekmektedir.

 Tarih insanın bilinçli eylemleriyle kurulur ve anlam kazanır. Tarih insanın hep yeniden başlattığı ve hep yeniden kurmasıdır.

 İnsanın, kendisinin bilincine, bütünlüğüne varması için kendisine kadar olanları bilmesi ve bunun üstüne çıkması gerekir. Üstüne çıkabilmesi için de yeni bir fikir gerekiyor. Yeni fikir diyalektik akılla olacaktır. Bu yeni fikirler öncekiler gibi olmayacak ama tarih bir süreç olduğundan onlara dayanacak.

 İnsan bu felsefelerin dile getirdiği tarihsel anı aşmadıkça ileri gidemez. Bu an aşıldığında da insanı yeni bir fikir etkileyecek. İnsanı yöneten bu fikirlerdir. Bu durum diyalektik bir ilerlemedir.

 Bu nedenle tarih, mutlak surette antropolojiye dayanmak zorunda aksi halde soyut bir nokta olmaktan başka bir şey olamaz. Burada Hegel’den kesin olarak ayrılır.

 “Tarihin gerçekliği, insanın gerçekliğidir”.

 

 

 A.TOYNBEE : (Teolojik bir tarih teorisi)

 

 Toynbee, geçmiş ve şimdiye bakarak geleceğin nasıl olacağını ortaya koymaya çalışır. Ona göre, tarihsel incelemenin birimi; toplumlar yani medeniyetlerdir.

 “Tarih, medeniyetlerin tarihidir”.

 Toplum; a) ilkel toplum, b) medeni toplum

 

 Toynbee’ye göre bilinen bütün uygarlıkların bilinçli ya da bilinçsiz tek amaçları; insanların toplu halde yaşayabilecekleri, tek bir toplum türü ortaya çıkarmak.

 Uygarlıklar kurulurken, doğanın tehdidi altındadırlar. Ancak kurulduktan sonra bu tehditten kurtulurlar. Doğaya karşı koyamayan topluluklar yokolup gitmişlerdir. Medeniyetler, doğanın tehdidine karşı koymuş toplumların ürünüdür.

 Batı uygarlığı insanlığı birleştirmiştir ama şimdi yok olmayla karşı karşıya getirmiştir.

 Toynbee’ye göre iki alternatif var; ya birlik sağlanacak ya da bu durum sürdürülüp yok olunacaktır. Kendisi birinci yolu seçer.

 Tarih şimdiye kadar tekrar etmiştir ama şimdiden son ra da tekrar edecek demek değildir.

 

 Toynbee’nin insanlığı birleştirmek için sunduğu alternatifler:

 

1-Serbest yatırımla, sosyalist ekonomiyi uzlaştırmak.

 2-Laik yapı ile dinsel yapıyı uzlaştırmak.

 

  COLLİNGWOOD:

 

 Felsefe;  insanın kendi üzerine ikinci dereceden bir düşünmedir. Felsefe yapan yalnızca bir nesne üzerine düşünmez, bu düşünme üzerine de düşünür.

 Tarihsel düşünmenin kendine özgü nesnesi;’restgesta’dır (geçmiş).

 Tarih bir tür araştırma ya da soruşturmadır. Tarihin bulguladığı restgestadır, insanların geçmişteki eylemleridir. Bu nedenle tarih, ‘restgesta bilimi’dir.

 Ve tarih, yorumların kanıtlanmasıyla ilerler.

 Tarih, insan olmanın ne demek olduğu ve insan doğasını bilmektir.

 Tarih, insanın kendi bilgisini- bilincini edinmesi içindir.

 Felsefeci, hem geçmiş üzerine hem de tarihçinin geçmiş üzerine düşünmesini düşünür.

 Tarih felsefesi; geçmiş üzerine düşünmenin düşünülmesidir.

 

 Collingwood, tarihin nasıl oluştuğu ile ilgilenmiyor. Tarihi objesi olan pozitif bir bilim olarak görüyor. Bir tür metedolojik anlamda, tarihin bilim felsefesini yapıyor.

 Tarih felsefecisi, tarihçinin objesi üzerine düşünmesini düşünen kişidir.

 Tarih, bir ilerlemedir. Bu ilerleme yeni spesifik tiplere geçiştir.

 

Collingwood, kendi ortaya koyduğunun yepyeni bir tarih felsefesi olduğunu söyler. Bu felsefesini Voltaire’in, pozitivistlerin, Hegel’in görüşlerinden ayırıyor. Bu ayırmayı şu şekilde yapıyor:

 Hem tarih üzene düşünüyor hem de bu düşünme önünde olan restgesta üzerine düşünüyor.