Posts Tagged ‘SKEPTİSİZM’

BERKELEY

Çarşamba, Haziran 3rd, 2009

 BERKELEY (1684- 1753) :

 

‘PHİLONUS İLE HYLAS ARASINDA ÜÇ KONUŞMA’ adlı eserinden:

 

      Duyulur şeylerden ne anlıyorsun Hylas?

      Duyularla algılanan şeyleri anlıyorum.

 Berkeley’e göre duyularla algılanmayan şey varolamaz. En küçük acı bile algılanmadan varolamaz.

 Algılayanın duyulmadığı dünya ile algılananın gerçekliği aynı şey olarak görülüyor.

 Ona göre ‘tat’ bizde var. Tat, şeyin içinde olsaydı, kimine hoş, kimine tatlı hatta aynı kişiye bazen tatlı bazen de tiksindirici gelmez, herkes aynı tadı alırdı. Tat bizde olduğundan farklı farklı duyumluyoruz.

 Berkeley, maddeyi varsaymıyor. Ona göre madde diye bir şey yoktur. Madde/şeyler, bizim zihnimizdeki duyulardır/algılardır. Eğer biz algılamazsak o madde yoktur.

  ‘Varolmak algılanmış olmaktır’.

 Bir objede ne yaygınlık ne de şekil vardır, bunlar bizdedir. Ayrıca ‘zaman’ da biz algıladığımız için vardır.

‘Katılık’ birine yumuşak bir başkasına sert gelebilir. O halde, objenin direnişi     bizdedir.

 Doğrudan doğruya algılanan şey fikirdir. Hiçbir ideanın zihin dışında varolamayacağı gerçek şeydir.

 Bütün duyulur şeyler, doğrudan doğruya algılanabilen şeylerdir. Doğrudan algılanan şeyler; idealardır. İdeaların bulundukları yer ise zihindir.

Şeyler benim algıladığım zaman vardır, algılamadığım da ise o şey benim için yoktur. Ancak o şeyi her zaman tanrı algıladığından o şey de her zaman vardır. Yani ben algılamasam da o şey, tanrı algıladığı için var.

Berkeley’e göre şüphe, maddeyi varsaymaktan kaynaklanmaktadır. Eğer maddeyi varsaymazsak, skeptisizmin sona ereceğini söylüyor.

Berkeley, ‘tanrıyı nereden biliyoruz?’ sorusuna idealarla diye cevap verir.

 

 İki tip varlık var:

      1. Pasif şeyler; hakkında idealarımız  olan şeyler.

      2. Aktif şeyler; espri ya da ruh bunların ideaları yok.

     

      Madde – tanrı farkı:

      Madde; hareketsiz, pasif, cansız. Oysa tanrı; hareket edebiliyor, aktif, canlı. Madde algılayamıyor, bu nedenle de algılayamıyor ve ideaları yok. Tanrı, algılayabiliyor ve her şeyin ideası onun zihninde. Kendimden hareketle madde nosyonum olamıyor ama tanrı bilincim olabiliyor.

 

         İki çeşit varlık tarzı var; a) algılayanlar, b) algılananlar.

 Berkeley, ideaların arkasını arıyor. Duyumlarımızın dışında bir şey algılıyor muyuz? Hayır. Eğer algılasak bile, o da bir duyumdur/ideadır. Yalnızca töz, ruhtur. (Descartes’de madde de, tözdü)

 ‘Maddenin bana, beyazlığı, sıcaklığı verebilmesi için onun da benim gibi algılaması lazım ki; bana bunları verebilsin. Bunları veremez çünkü; madde, pasiftir, cansızdır…İdeaları oluşturan algılardır. İdeaların arkasındakileri algılayamıyorsak, onun ne olduğunu bilemiyoruz demektir. O halde, bilmediğimiz şeyin varolduğunu nasıl öne sürüyoruz? Bazılarının varlığından emin olduğu maddeyi varsaymak zorunda değiliz. Onu varsaymazsak, şu andaki bilgimizden bir eksilme olmaz.’

 Berkeley’in bütün derdi işte bu; kesin bilginin olanaklı olduğunu göstermek. İdeaların arkasındakini bilmiyoruz dedikleri an, bilginin kesinliği tehlikeye düşer. Olanaksız hale gelir. Oysa maddenin kaldırılması bilgiye kesinlik verir.

 Yerkaplama örneği; bir masaya çeşitli yerlerden bakınca büyük ya da küçük görülüyor. O halde, yerkaplama, şekil bizde olan bir şey.

 İdeler yahut düşünmeyen şeyler hakkındaki bilgimiz çok bulanık ve karışık hale getirilmiştir. Berkeley bu karışıklığı gidermek istiyor.

 Birçok tehlikelerle, hatalara sevkedilmişiz. Bunun sebebi:

 Duyum konusu olan şeylerin iki türlü varlığını farzetmek;

1-Zihinde oluş

2-Gerçek ve zihin dışı oluş (Bununla Berkeley, Kant’ın ‘dingansich’ dediği şeyi kastediyor. Bunun ne olduğunu bilmediğimiz halde varolduğunu farzediyoruz. Dolayısı ile bilginin de kesinliği ortadan kalkıyor, şüphe edilir hale geliyor. Bunu varsaymazsak, bilgimiz mutlak/kesin olur.)

 

Doğru bilgi; idelerle şeyler arasında değil, idelerle ideler arasındadır. İdeler şeylere değil, ideler; idelere benzer. Bana gelen ideler, benim irademin ürünü değildir. O halde bunları meydana getiren başka iradeler ya da ruh vardır o da tanrıdır.

 

SKEPTİSİZM/EPİKÜROS/STOA OKULU

Çarşamba, Haziran 3rd, 2009

 

SKEPTSİZM /ŞÜPHECİLİK :

 

TİMON (İ.Ö.320-230) :

 

 Pyyrhon’un öğrencisidir. Şüpheciliği yazılı bir öğreti haline getirmiştir. Şüpheciliğin sorunu; insan bilgisinin sınırları nedir? İnsan ne kadar objeyi yansıtabilir? Ne kadar bilebiliriz?

 Timon’a göre asıl bildiğimiz dış görüntülerdir. Bu nedenle bizde şeylerin bilgisi yoktur.

1-Soru; şeylerin doğası nedir? Hiçbir zaman kavranamaz, bildiğimiz dış görüntülerdir.

2-Soru,; nesnelerin karşısında durumumuz ne olmalıdır? Yargıdan kaçınmalıyız.

3-Soru; nesnelerin karşısında böyle bir tutum bize ne kazandırır? Sarsılmazlık. Başka türlü olduğunda, o bana ne bir şey kazandırır ne de kaybettirir. Çünkü; benim yargılarım, boş kuruntularım yok. Onun için bana bir ruhsal rahatlık sağlar. Boş kuruntularından kurtulan, yargılardan kaçınan  insan, mutlu olur.

 

*Şüpheci felsefe deyince, ilk önce bilginin olanaklı oluşundan prensip olarak, şüphe edilen bir felsefe anlaşılıyor. Gerçi şüpheci fikirlere felsefe tarihinin ilk devirlerinde, sofistlerde de rastlamak mümkündür. Fakat şüpheciliğin başlı başına bir ekol olarak ortaya çıkması, M.Ö. 3. yy.da Pyyrhon ile olmuştur. Bu akıma kurucusundan dolayı ‘Pyyrhonizm’ de denir. Pyyrhon, bilgi meselesini; ilim, felsefe ve ahlakın esası olarak almış, bilgi konusunda agnostik (bilinemezci) bir tavır takınmıştır.

 

EPİKÜRİZM :

 

EPİKÜROS (İ.Ö. 341-270) :

 

  Sisam’da doğmuş, atomculuk ve şüphecilikten etkilenmiştir. İ.Ö. 306 da kendi okulunu kuruyor.

  Erdemli olmak için doğru bilgiye sahip olmak gerekir ama doğru nedir?

Epiküros’a göre 2 türdür:

1-Teorik olan bilgiler; güvenebileceğimiz doğrudan tasavvura dayalı bilgiler.

2-Pratik olan bigiler; haz ve acı duygusudur.

Haz ne? Hazzın bizim için hayatın en üstün amacı olduğunu söylerken ne maddi hazları ne de her şeyin tadını çıkarmaya çalışan insanların hazzı.

  “Bizim için haz, beden alanında acı çekmemek, ruh alanında da hiçbir huzursuzluk duymamaktır. Haz, acısızlıktır..Ölüm bizim için bir hiçtir; o varken biz yokuz, biz varken de o yoktur”.

 

 Epikürizm, fizikte Demokritos’u esas almıştır. Alem, görülemeyecek derecede küçük parçacıklardan meydana gelmiştir. Her şey mekanik bir zorunluluk içinde cereyan eder. Böyle ounca da ona göre kader; bir yanıyla kör bir zaruretin, diğer yanıyla da önceden hesaplanması mümkün olmayan bir tesadüfün sonucudur.

 Felsefenin son gayesi mutluluktur. Ölüm, sadece bir sondur.

 Epiküros, tamamen ferdiyetçi, egoist ve faydacı bir ahlak anlayışı ileri sürmüştür. Bu ahlak anlayışı prensip olarak, ‘iyi’ diye bir şey kabul etmez. Bu nedenle ‘aile’ ve ‘devlet’ kavramlarının bir anlamım yoktur.

 Epiküros ve Epikürcüler dini batıl kabul ederler. Onlara göre, tanrı, ölüm ve öbür dünya karşısında daima insanları bir korku içerisinde bırakması nedeniyle, dinlerle her türlü ilişkiyi kesmek gerekir.

 Tanrıların varolduklarını kabul eden Epiküros, onların insanlardan tamamen alakasız olduğunu söyler.

 Materyalist oldukları gibi, ekol olarak ateist de bilinirler.

 

 

      STOA OKULU :

 

Kurucuları; Kıbrıslı ZENON (İ.Ö. 336-264) ve KLEANTHES’tir (İ.Ö. 331-226).

 

Stoalılar, Herakleitos’un görüşlerini esas almışlardır. Felsefenin gayesi, insanı mutlu kılmaktır. Mutluluk, insanın iç huzuru ve hürriyetindedir.

 Ölümden korkmamalı; ölüm, bedenin ve ruhun, evrenin bedeni ve ruhuna intikal etmesidir. İnsanın hayatına hakim bir kaderi vardır. İnsan değiştiremeyeceği kadere boyun eğmelidir. Şikayet etmek, sıkıntı ve ızdırabı artırır. Evrende meydana gelen her şeyin makul ve zaruri olduğunu kabul etmekle, dini anlayışları bakımından da her şeyin ‘Alem Ruhu’ tarafından idare edildiğini söylerler. Buna göre stoa metafiziği, panteist bir özellik taşır.

 

1-Eski Stoa (İ.Ö. 4-3. yy)

2-Orta Stoa ( İ.Ö. 2-1. yy)

3-Yeni/Roma Stoası (İ.S. 1-2. yy)

Problem yine erdem ve mutluluk nedir?

 

K. Zenon’a göre, doğaya uygun yaşama, kişinin kendi kendisiyle uyum içerisinde yaşamasıdır. Kendisi ne ise onu yapacak, yapacakları kendisine uygun olacak.

Kleanthes’e göre de, doğa ile uyum içinde yaşamak, insanın doğasına uygun  yaşamasıdır. İnsan doğasında ‘akıl’ var. İnsan aklı sayesinde aşırı uçlara gitmekten kurtulur ve ortayı bulmakla da mutlu olur.

 

  Tek iyi erdemdir. Mutlak değer verilecek şey, erdemli olmaktır. Bunların dışında her şey göreceli ve vazgeçilebilir şeylerdir.

 Roma’da stoisyen felsefeyi; Cicero, Seneca, Lucretius, Horatius.. temsil diyor.