Posts Tagged ‘Rol’

EĞİTİM YÖNETİMİ -1

Pazartesi, Aralık 21st, 2009

  Örgüt; ortak bir çabayı gerektiren bir amacın gerçekleştirilmesi, birden fazla bireyin güç ve eylemlerinin birleştirilmesini, bütünleştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Yani örgüt; bireylerin kişisel güçlerini aşan amaçların gerçekleştirilmesini olanaklı kılan bir araçtır.

 Örgüt yoluyla bireyler, bireysel sınırlılıklarını aşarlar.

 Birey, hizmetinin karşılığını aldığına inandığı sürece örgüte hizmet eder. Örgüt de aynı şekilde, bireyden istediği hizmeti aldığı sürece bireyi çeşitli şekillerde ödüllendirir. Bireyle örgüt arasında, böylesine bir ilişki ve denge sözkonusudur.

 

 Bir örgütün varolması şu 3 ögenin olmasına bağlıdır:

 1-Birbirleriyle iletişimde bulunabilecek bireyler.

 2-Gerçekleştirilmesi gereken ortak bir amaç.

 3-Amacın gerçekleştirilmesine katkıda bulunma isteği.

 

 Örgüt amacını gerçekleştirdiği, etkili ve yeterli olduğu sürece varlığını korur.

 Örgütte etkililik; ortak amacın gerçekleştirilme sürecidir.

 Yeterlilik ise bireysel gereksinimlerin karşılanması ile ilgilidir

 Örgütün yaşam kaynağı, bireylerin ortak amaca katkıda bulunmaya istekli oluşlarıdır. Bu isteklilik de sözkonusu ortak amacın gerçekleştirilebilecek nitelikte olduğuna içten inanmak demektir.

 Örgüt amacını istenilen ölçüde gerçekleştiremediğinde, bireylerde ortak amaca katkıda bulunma isteği kaybolur. Bu durum, örgütün varlığı için zorunlu olan ögelerden birinin yok olması anlamına gelir ki, bu durumda örgütün varlığı tehlikeye girer.

 Eğer gösterilen çabanın sonunda elde edilen doyum, katlanılan özveriyi aşarsa, bireylerde ortak amaca katkıda bulunmaya isteklilik artar ve örgütsel etkililik gerçekleşir. Aksi halde, birey bu katkıyı sürdürmez. Bu bireysel doyumla, bireysel özverinin dengelenmesidir.

 Ortak amacın gerçekleştirilmesi, öncelikle bu amacın gerçekleştirilebilir nitelikte olmasına, bu amacı gerçekleştirme durumunda olan bireyler tarafından doğru olarak anlaşılmasına ve içten inanmalarına, gerçekleştirmeye değer bulmalarına bağlıdır.

 İletişim de bir örgütün temel ögelerinden bir diğeridir. İletişim olmadan anlaşılan ve benimsenen ortak bir amaç, böyle bir ortak amaca katkıda bulunmak isteyenlerin eşgüdümlenmiş bir çabası sözkonusu olamaz.

 Örgüt kavramı ile varolan diğer bir kavram da ‘işbölümü’dür. İşbölümü; toplu bir çabayı gerektiren bir işin çeşitli bireyler tarafından yürütülebilecek bir biçimde, ussal olarak kendi ögelerine ayrılmasıyla ifade edilebilir. İşbölümü, eşgüdümü gerektirir.

 

Eşgüdüm ise bireylerin ve grupların, çabalarını belli bir amacı gerçekleştirici bir etkinlikler bütünü oluşturmak üzere yapılan eylemlere denir. Belli bir amacı gerçekleştirme doğrultusunda, eldeki insan ve madde kaynaklarının bütünleştirilmesidir.

 Eşgüdümsüz ortak bir amaç doğrultusunda, iki ya da daha fazla kişinin bütünleştirilmiş düzenli bir çabası sözkonusu olamaz. Parçaların, bütünleşmiş uyumlu bir bütün olarak işlemeleri eşgüdümleme ile gerçekleştirilir.

 

İşbirliği, ortak amacı gerçekleştirmeye istekli olmayı ifade ederken eşgüdüm, ortak bir amaç doğrultusundaki bir etkinliğe katılanların birbirlerinin planlanmış davranışlarından haberdar olmalarıdır. Ortak bir amacı gerçekleştirmeye istekli olanların, güç ve eylemlerinin amaç doğrultusunda birleştirilmesi, bütünleştirilmesidir.

 İşbirliği, eşgüdümü olanaklı kılar ve eşgüdümle anlam kazanır. Eşgüdüm de ‘yetki’yle gerçekleştiriliyor.

 Yetki; bir örgütün itici gücüdür. Yetki olmadan bir örgütün amacı doğrultusunda insanların harekete geçmesi düşünülemez.

 Yetki, yasal güç, emir verme ya da eyleme geçme hakkı olarak tanımlanabilir. Yönetim açısından ele alındığında yetki, eyleme geçme ya da geçmeme konusunda, başkalarına emir verme hakkı olarak ifade edilir.

 Başka bir değişle yetki/otorite; gücün yasallaşmış şeklidir.

 

 Yetkinin kaynağı konusunda belli başlı 3 kuram bulunmaktadır:

 

1-Biçimsel yetki kuramı; bilindiği gibi parlamenter rejimlerde tüm yetkilerin kaynağı halk iradesini simgeleyen anayasadır.

 Halk iradesine dayanan yetkiler bürokratik örgütlerde yukarıdan aşağıya doğru aktarılır. Örgütteki makamlar, belli konularda emir verme hakkına sahiptirler.

 İşte yasal gücü, belli sınırlar içinde kullanma hakkının örgütteki makamlara verilmesi biçimsel yetki olarak nitelendirilmektedir.

 

2-Kabul kuramı; bu kurama göre yetkinin kaynağı, emir alan kimselerin o emri kabul edilir değerde görmeleri ve kabul etmeleridir. Astın kendisine verilen bir emri kabul etmesi, o emri meşrulaştırmaktadır.

 Bu kuram, emir verme hakkına sahip olan görevlilerin emir verirken çok dikkatli olmalarını, verdikleri emirlerin varolan yasa ve kurallarla uyumlu olmasına özen göstermelerini gerekli kılmaktadır.

 3-Yetenek kuramı; yetkinin kaynağı teknik bilgi ve beceridir. Bu da kişisel nitelikler ve yeteneklerle ilgilidir.

 Üstün bir teknik bilgi ve beceriden güç alan yöneticinin, etrafındakileri etkileyebileceği, kendisini kabul ettireceği ve bu yolla onlar üzerinde etkili olabileceği, emir verme hakkını etkili olarak kullanabileceği sayıltısı, yetenek kuramının özünü oluşturur. Aynı yetkiyle kimi az kimisi çok iş yapar.

 

 Yetki ile varolan bir kavramda ‘sorumluluk’tur. Bazen görev, bazen etkinlik bazen de yetki anlamında kullanılan sorumluluk kavramı, yönetimde görevi yapma zorunluluğu anlamını taşımaktadır. Sorumluluğun özünde, zorunluluk vardır. Belli bir amacın gerçekleştirilmesi doğrultusunda, yapılması zorunlu olan işlerin yapılmasını sağlamak için verilmiş olan, yetkilerin kullanılma zorunluluğudur.

 Yetki; yöneticinin belli davranışları gösterebilme hakkı, sorumluluk da yöneticinin belli davranışlarda bulunma zorunluluğudur.

 Yetkisiz sorumluluk, işlerin yapılmamasına, sorumluluğu aşan yetki de yetkinin kötüye kullanılmasına yol açabilir.

 Sorumluluk ve yetki kavramıyla ilgili bir konu da ‘yetki aktarılması’dır. Ancak bu nokta tartışmalıdır.

 Tartışma, yetkinin aktarılabileceği ancak sorumluluğun devredilemeyeceği noktasında yoğunlaşmaktadır.

 Sorumluluğun devredilmesi halinde, sorumlu olan kişinin bulunmasının zorlaşacağı, sorumluluğun örgütün en alt düzeyinde toplanacağı ileri sürülmektedir.

 Bir örgütte görevlerin gruplandırılması ve yürütülmesi, yetkinin aktarılmasını gerektirir. Yetki aktarmadan örgütlenmenin bir anlamı olmaz.

 

 Yetki aktarımında şu noktalara dikkat edilmelidir:

 

1-Yetki aktarımında, açıklık ve belirginlik olmalıdır. Aktarılan yetkilerin yazılı, açık ve sınırları mutlaka çizilmiş olmalıdır.

 2-Yetki, en yakın yönetimsel konumdaki görevliye aktarılmalıdır.

 3-Yetki aktaran yönetici, görevin yapılmasını denetleme sorumluluğunu kendisi üstlenmelidir. Yetki aktaran gerektiğinde, yetki ve görevleri yeniden üstlenebilmelidir.

 4-Yetki, sorumlulukla doğru orantılı olmalıdır. Sorumluluk; açık, anlaşılır ve ölçülebilir olmalıdır.

 5-Yetki aktarımında, kişinin yeteneği dikkate alınmalıdır.

 6-Yetki aktarımında esas amacın, görevin daha etkin biçimde yürütülmesi olduğu unutulmamalıdır.

 Bütün bunlara ek olarak; yetki aktarma durumunda olan bir yönetici, hangi yetkileri aktarması gerektiği konusuna dikkat etmelidir.

 

 Hiyerarşi:

 

 Formel örgütün yapısı ile ilgili önemli bir kavram da hiyerarşidir.

 Hiyerarşi; örgüt içindeki birimlerin düzenlenmesini, yetki dağılımını, sorumluluğu ve ve komuta zincirini ifae eder.

 Hiyerarşinin değişmez bir ilkesi, ast konumundaki her makamın mutlaka daha üst bir makamın yapısal denetim ve gözetiminde bulunması zorunluluğudur.

 Örgüt pramidinde hiyerarşi içinde tabandan tepeye doğru çıkldıkça yetki birikerek artmakta ve hiyerarşinin en üst basamağında yoğunlaşmakta, toplanmaktadır.

 Rol; bir örgütün en önemli analitik birimidir. Yönetimsel bir konumun dinamik yönü olarak tanımlanabilir. Daha açık olarak rol; belli bir konumda bulunan işgörenden beklenen davranışlardır. Rol, önemli ölçüde, rol beklentileri tarafından belirlenir.

 Rol beklentileri; bireyin belli bir örgütsel konumda bulunduğu sürece yapması ve yapmaması gereken davranışları belirtir.

 

 Formel örgütlerde oluşan informel (doğal) örgütler:

 

Bireylerin, formel bir örgüt içerisinde bir araya getirilmeleri sonucunda, doğal örgütlerin oluşması kaçınılmazdır.

 Formel örgüt içindeki, bireyler arası kendiliğinden ilişkiler, doğal örgütleri oluşturmaktadır. Buradaki kendiliğinden ilişkiler, görevsel olmayan ilişkileri ifade etmektedir.

 Gerçekte doğal örgütler, formel örgütten önce de vardır. Ancak bu doğal örgütler, formel örgütte ortaya çıkan doğal örgütlerle karıştırılmamalıdır.

 Her formel örgütün kuruluşuna öncülük eden, bir doğal örgüt vardır. Formel bir örgüt varsa onun içinde mutlaka bir doğal örgütte vardır. Birden fazla da olabilir.

 

Doğal örgütün varoluş nedeni, formel örgütte görevli bireylerle örgüt arasındaki ilişkide gizlidir.

 Formel bir örgütün, üyelerinin tüm gereksinimlerini sağlaması olanaksızdır. Her şeyden önce, formel örgütün belirli bir amacı gerçekleştirmek üzere oluşturulmuş olması, bireysel gereksinimleri karşılama yeteneğini sınırlandırmaktadır.

 Bu durumda birey, formel örgüt tarafından karşılanamayan gereksinimlerini karşılayıcı başka bir kaynak aramaya başlar. İşte doğal örgütlerin oluşumlarının temel nedeni olarak bu arayış gösterilmektedir.

 

 Doğal örgütlerin nitelikleri:

 

 Doğal örgütlerde yaşamlarını sürdürebilmek için kendilerine özgü bazı normlar oluştururlar. Bu normları, davranış normları olarak ifade edebiliriz.

 

 Norm; grup tarafından saptanan ve onaylanan davranış standartı olarak tanımlanabilir.

 Normlara uymayan doğal örgüt üyeleri, grup baskısı ile karşılaşırlar. Grup normları, üyeleri gerçek ya da olası dış tehlikelere karşı koruyucu bir rol de oynarlar. Bu amaçla geliştirilen grup normları vardır. Örneğin; bir iş yerinde işi sistematik olarak yavaşlatma, kaytarma gibi davranışlar doğal örgüt üyelerini koruyucu önlemler olarak nitelendirilmektedir.

 Herhangi bir örgüte katılan bir bireyin, iş akışının dengesini bozmaması konusunda gerekli uyarı doğal örgüt tarafından yapılır. Yani doğal örgüt, bireyin gayretkeşlik girişimlerini engeller.

 Doğal örgüt normlarının her zaman olumsuz, formel örgüt açısından engelleyici olması elbette sözkonusu değildir. Doğal örgüt normu, formel örgütte istenen yüksek verim ve üstün kaliteyi savunucu nitelikte de olabilir.

 Doğal örgütün grup normlarına uyumu sağlama konusunda üyeler üzerinde kontrol gücüne sahip olduğu kabul edilmektedir.

 

Bireyler neden üyesi bulundukları, doğal örgüt normlarına uymak isterler?

 

 Bireylerde, gruba bağlılık ve grup tarafından kabul edilme isteğinin çok yoğun olduğu bilinmektedir. Gruptan kopmamak amacıyla bireyler, grubun normlarına ve beklentilerine uymayı yeğlerler. Bu durum, grup üyelerinin grupla, grup normu ve beklentileriyle özdeşleşme eğiliminde olduklarını göstermektedir.

 Bireysel gereksinimlerinin karşılanmasında doğal örgütün bir desteğini gören bir bireyin, bu doğal grubun amacını benimsemesi çok doğal görünmektedir.

 Grubun amaçlarının benimsenmediği halde grubun diğer üyeleri tarafından reddedilmemek için kabul eder gibi görünme ve standartlara uyma durumları da vardır.

 Doğal örgüt normlarına, uymayan birey üzerinde uygulanan bir baskı türü; bireysel ilişkilerin kesilmesidir.

 Doğal örgütün bireyler üzerindeki etki derecesi, grubun birey açısından sahip olduğu çekiciliktir. Bu çekicilik derecesi arttıkça, grubun birey üzerindeki etki derecesi de artmaktadır.

 

Doğal örgüt, kendi liderini yaratır. Bir yönlendiriciye gereksinim duyan grup üyeleri, doğal liderlerini izlerler. Doğal gruplarda, farklı roller oynayan birden fazla lider bulunur.

 Doğal liderin, liderliğini sürdürebilmesi grubun beklentilerini karşılamasına, grup normlarına uymasına, grubu üyelerin yararları doğrultusunda yönlendirmesine bağlıdır.

 Kısaca grup açısından önem taşıyan hizmetlerin başarılı bir şekilde yürütülmesine bağlıdır.

 

Doğal örgütün, bireyler açısından statü sağlayıcı işlevi de vardır.

 Statü; bireyin grup içindeki toplumsal konumunun, grup arkadaşlarınınkinden farklılaşmasıdır. Bireyin sahip olduğu prestij toplamıdır.

 Statü, bireyler arası ilişkileri önemli ölçüde belirler. Bir örgütteki bireyin statüsünün belirlenmesinde iki etken rol oynar. Bunlar örgüt içi ve örgüt dışı etkenler olarak iki grupta toplanabilir.

 Örgüt dışı etkenler; cinsiyet, eğitim düzeyi, yaş, özgeçmiş ve kişilik özellikleridir.

 Örgüt içi etkenler ise unvan, maaş ve çalışma biçimi gibi etkenler gösterilebilir.

 

 Doğal örgütün formel örgüt üzerindeki etkileri:

 

 Geleneksel olarak yöneticiler doğal örgütleri, formel örgütler ve yönetim açısından tehlikeli görmüşlerdir. Ancak böyle bir algılamanın, her zaman geçerli olduğu söylenemez.

 Uygulamada, sözkonusu doğal normların genellikle iyi kaliteyi ve yüksek verimi vurguladığı görülmektedir. Durum böyle olunca doğal örgüt, formel örgütün amaçlarının gerçekleşmesine yardımcı olmaktadır.

 Doğal grubun yönetime yardımcı olacağından emin olan yönetici, daha fazla yetki devrinde bulunabilir. Sağlıklı bir yetki devri, yöneticinin yükünün azalmasını, önemli konulara daha fazla zaman ayırmasını sağlar.

 Doğal örgüt, formel örgüte ek iletişim kanalları sağlar. Dedikodunun geleneksel yöneticiler tarafından yıkıcı olarak değerlendirilmiş olmasına karşın, bugün dedikodunun örgütsel etkililiğe katkıda bulunabileceğine inanılmaktadır.

 Dedikodunun büyük kısmının doğru olduğunu gösteren araştırmalar bulunmaktadır. Dedikodu ve söylenti formel iletişim sisteminden daha çok haber taşır.

 Yapılan araştırmalar endüstri kuruluşlarında çalışan personelin % 10’u ile % 40’ının öğrendikleri doğru ve yanlış haberleri, iş arkadaşlarından öğrendiklerini göstermektedir.

 Doğal iletişimin diğer bir olumlu yönü; bireylerin doğrudan ya da dolaylı olarak işe katılmaları ve kararın ortaklaşa alınmasıdır.

 

 Doğal örgütün diğer bir işlevi, çalışma grubuna doyum ve kararlılık sağlamasıdır.

 Doğal örgüt bireye, bir gruba ait olma ve güven duygusu vererek bu konuda da önemli bir rol oynar.

 Yöneticinin yetersizlikleri, sınırlılıkları doğal örgüt tarafından giderilebilir.

 

 Doğal örgütün olumsuz işlevleri de vardır:

 

 Dedikodu ve söylentinin yıkıcı olarak da kullanılmasıdır. Söylenti; çarpıtılmış eksik bilgi ve haberin yayılması yoluyla yıkıcı bir rol oynayabilir.

 Söylenti; olguların, gerçeklerin yanlış ve eksik gösterilmesidir. Ussal deği, duygusaldır. Genellikle örgütün üst düzey yöneticilerinde gizlenir.

 Söylenti genellikle formel iletişim sisteminin yetersiz olduğu durumlarda daha güçlüdür.

 Ayrıca doğal örgüt, değişmeye karşı direnç de gösterebilir. Doğal grup, doğru ve değerli olduğuna inandığı kültürel değerleri destekler. Bu eğilim giderek statükonun korunması sonucuna dönüşebilir. Bu da örgütsel gelişmeyi engelleyici bir rol oynar.

 Doğal örgüt normlarıyla, formel örgüt normları çatışabilir.

 

Örgütsel bir olgu olan, doğal gruba karşı yönetim nasıl bir yol izlemelidir?

 

 Yöneticinin, doğal örgüte karşı olumsuz bir tavır içinde olması onu yok etmeye çalışması, sağlıklı bir yönetimsel davranış olarak nitelendirilemez. Böyle bir yaklaşım, sonuç almaktan uzak bir davranıştır. Bu durumda örgütsel etkililiğin gerçekleştirilmesi tehlikeye düşmektedir.

 Sağlıklı bir yönetimsel davranışın formel örgüte doğal örgüt boyutları Arasında ortak çıkarları karşılayıcı bir denge sağlaması beklenir. Yönetim, doğal örgütü tam kontrol edemeyebilir ama belli ölçülerde etkileyebilir. Bunu nasıl yapar?

 Doğal örgütün doğal yargılarını, normlarını grup üyelerinin gruba bağlılık derecelerini bilerek, bu noktalara gereken anlayışı ve saygıyı gösterek, yönetimsel süreçlerde bu olguyu dikkate alarak gerçekleştirebilir.

 Etkili bir işleyiş için, doğal örgütün gücünden yararlanılabilir. Başarılı bir yönetici grupla birlikte çalışmaktan çekinmez. Başarılı bir yönetici, bireylerin güçlerini çekinmeden ortaya koyabilecekleri güven verici bir hava yaratır.

 Formel örgütün hedefleri doğrultusunda birlik ve uyum sağlanırken, doğal örgüt yoluyla da gruptaki samimi ilişki, ekip çalışması ve üyelere doyum sağlama konularında dikkatli olunmalıdır.

 

 Sosyal sistem:

 

 Bu model, Getzels ve Guba’nundur.

 Formel örgütü, sosyal bir sistem olarak düşünebiliriz.

 

 Sosyal bir sistem ya da basit herhangi bir sistemde şu 5 öğe her zaman vardır:

 

 1-Girdi, 2-Süreç, 3-Çıktı, 4-Feedback (dönüt), 5-Sistemin yer aldığı çevre.

 Sürecin sonunda elde edilen çıktı/ürün, planlananın istediği doğrultuda değilse bu konudaki bilgilerin tekrar karar gücüne verilmesi(feedback) gerekir.

 Feedback; çıktıyı/ürünü kontrol etmektir. Bunun için de süreci izlemek.

 

 Her sosyal sistemin 2 boyutu vardır:

 

 1-Kurum, rol, rol beklentilerinden oluşan boyut. Buna ‘örgütsel boyut’ da diyebiliriz.

 2-Birey, kişilik ve eğilimlerden oluşan boyut. Buna da ‘bireysel boyut’ diyebiliriz.

  Bu görüşe göre, örgütsel bir ortamda bireylerin gösterdikleri davranış örgütsel boyutla, bireysel boyutun bir fonksiyonudur.

 Sürekli olarak, rol beklentileri ve eğilimler arasında rolle kişilik arasında, kurumla birey arasında, bir etkileşim vardır.

 

 Buradaki kurum, iki anlam ifade eder:

 

 1-Belli gereksinimlerin, sürekli olarak belli davranışlarla karşılanması anlamını ifade etmektedir.

 Eğer bir örgütsel ya da toplumsal gereksinim, sürekli olarak belli davranışlar göstererek karşılanırsa bu davranışlar zamanla belli bir yapıya kavuşur, kararlılık kazanır. Bu kararlılığa; ‘kurumlaşma’ adı verilmektedir.

 2-Kurumlaşan bu davranışların gösterilmesi için oluşturulan formel örgütler de ‘kurum’ olarak adlandırılmaktadır.

 Örneğin; eğitim hem bir kurum hem de formel bir örgüttür. Rol beklentileri rolleri, roller de kurumu yani formel örgütü oluştururlar.

 Kuruma, örgütün resmi boyutu da diyebiliriz.

 

 Modelle ilgili liderlik türleri:

 

 1-Nomothetic / örgütsel liderlik; kitaba göre davranan lideri ifade etmektedir. Yani kurallardan şaşmayan liderdir.

 Astların, bürokratik beklentilere tam olarak uymaları beklenmektedir. Bu lider kendi konumunu otoritenin merkezi olarak algılamakta ve bürokratik kuralları tüm astlara benzer biçimde uygulamaktadır. Kurallara kesinlikle uyum sözkonusudur. Örgütsel ödülleri ve cezaları duraksamadan uygulayan bir liderlik anlayışıdır. Ödül ve cezayla örgüte bağlılığı sağlamaya çalışmaktadır.

 Bu liderlik türünde temel varsayım şu:

 Eğer bürokratik roller, rasyonel olarak geliştirilmiş açıkça ifade edilmişse örgütün amaçları, bu esaslara göre etkili bir biçimde gerçekleştirilebilir. Öyleyse bu kurallara uyum zorunludur.

 

 2-İdiographic / bireye dönük liderlik; bu liderlik tipi örgütsel gereklilikler yerine, bireysel gereksinimler üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu liderlik, astlardan işleri kendi kendilerine yapmalarını beklemektedir. Bireylerin kendi kendilerini yönlendirmeleri beklenir.

 Temel varsayım şu; bireyler özenle tanımlanmış rollerin katı olarak uygulanmalarına gerek kalmadan da örgüt açısından uygun ve anlamlı bir davranış gösterebilirler.

 

 3-Transactional / durumsal liderlik; bu lider hem bireysel gereksinimleri hem de bürokratik beklentileri dikkate almaktadır.

 Doğal örgütü de dikkate alan bir liderlik anlayışıdır. Hem formel hem de doğal örgütten destek almaktadır.

 Bu liderlik tipinde duruma göre rol beklentileri ve bireysel gereksinimler arasında koşulların gerektirdiği bir dengenin sağlanması sözkonusudur.

 

 Özetlemek gerekirse, örgütsel lider; bürokratik yönelimlidir. Bireysel liderse; kişilik yönelimlidir. Durumsal liderse; durum yönelimlidir.

 Modele en uygunu durumsal liderliktir.

 

KURUMLAR SOSYOLOJİSİ

Pazartesi, Kasım 16th, 2009

 

 Bir kuruma üye olmak, sonradan edinilen bir statüdür. Çok nadir olarak, doğuştan kazanılır. Üye olunduktan sonra da, o kurumun normlarına uymak gerekir. Aksi halde kurumdan atılır. Her kurumun bir ismi ve sembolü vardır. Sembol, bir kurumu ya da kuruluşu diğer kurum ve kuruluşlardan ayırt etmek için içindir.

 Hemen hemen her kuruluşta iki örgüt vardır:

 1-Formel örgüt (resmi), 2- İnformel ( resmi olmayan) örgüt.

 Formel örgüt; statü ilişkisidir. Statüler bireyden bağımsızdırlar. İnformel örgüt ise kişilik ilişkilerine dayanır. Önemli olan statü değil, o statüyü işgal eden kişinin oynadığı roldür.

 Zamanla statü ilişkileri, kişisel ilişkilere dönüşebilir. Formel örgütte statüye bağlı olarak dışsal değerlendirme sözkonusudur. İnformel örgüt ise kişisel ilişkiye bağlı olarak içsel değerlendirme var.

 Formel örgüt ne kadar iyi örgütlenmiş olursa olsun, informel örgütten destek almadıkça başarılı bir kuruluş sayılamaz.

 Düşmanlık, şefkat, yakınlık duyguları informel ilişki içinde yeralır.

 Formel ilişkiye örnek; tanımadık herhangi bir dükkândan yapılan alışveriş.

 İnformel ilişkiye örnek; tanıdık, karşılıklı samimiyetin arttığı bir dükkândan yapılan alışveriş.

 

 Kurum – Kuruluş:

 Robert McIver’e göre kuruluş; herhangi örgütlenmiş bir gruptur. Grubun küçük veya büyük olması fark etmez.

 Kurum ise herhangi bir iş yapmanın örgütlenmiş şeklidir. Kurum, bir grup değildir. Kurum; formel olarak belirlenmiş, tanınmış ve istikrarlı bir şekilde toplumda herhangi bir faaliyetin yerine getirilmesidir. Yani kurum, bir iş yapmanın resmi örgütlenmiş hali, kuruluş ise örgütlenmiş gruptur.

 

 Kurumsallaşma:

 İnsanlar hayatlarının birçok devresinde birçok faaliyeti yerine getirir. Bunların bazıları kurumsallaşmıştır. Farklı toplumlar farklı faaliyetleri kurumsallaştırmıştır.

 Kurumlar işleyebilmeleri için daima belirli kuruluşlara ihtiyaç duyarlar. Kurumun olduğu yerde en az bir kuruluş vardır. Örneğin basın kurumunun kuruluşları çeşitli gazetelerdir.

 Kurumlar, kurulaşlar olmadan varolamazlar. Ve kuruluşlar da kurumsallaşmış bir şekilde işlerler. Yani kuruluşlar, temel ve ikinci dereceden fonksiyonlarını toplumda bilinen bir şekilde yerine getirirler. Genellikle bu durm karıştırılmaktadır. Bu karışıklığa meydan vermemek için, kurum mu yoksa kuruluş mu olduğunu anlamak için iki soru sorulur:

1-Her kuruluşun bir yeri vardır. Nerede?

2-Belirli bir kuruluşa üye olunabilir. Üye olunabilir mi?

 

 Örneğin aile, çocuk yetiştirmenin, nesli sürdürmenin ve eğitimin örgütlenmiş bir şekli olduğundan kurumdur. Tek tek aileler ise kuruluştur.

 Yine savaş ve koruma faaliyetlerinin örgütlenmiş bir hali olduğundan ‘ordu’ bir kurumdur. ‘Türk ordusu’ ise bir kuruluştur.

 Aynı şekilde eğitim de hem kurun hem de kuruluştur.

 Toplumlar karmaşıklaştıkça, kurumlar da farklılaşmaktadır. Bir toplumun kurumlarına bakarak o toplumun nasıl bir toplum olduğunu anlayabiliriz.

 Örneğin ortaçağ toplumlarında en etkin, en baskın kurum ‘din’ kurumudur. Dolayısıyla ortaçağ toplumları, dinsel toplumlardır.

 Yine eski Isparta toplumu ise ‘askeri’ bir toplumdur. Çünkü bu toplumda en önemli statüler, askeri statülerdir.

 Geleneksel Çin toplumunda ise en baskın kurum aile olduğundan bu toplumda da aile bağlarının çok kuvvetli olduğunu görüyoruz. Birey ailenin dışına itildiğinde yaşaması olanaksızdır ya da çok güçtür.

 Bir toplumun profilini çizmek, o toplumda en baskın en etkin kurumu ortaya çıkarmakla olur.

 Birçok kuruluş, bir tek kurumun faaliyetlerini yerine getirebileceği gibi, bir tek kuruluş da birçok kurumun faaliyetlerini yerine getirebilir. Örneğin üniversiteler, eğitim kurumunun faaliyetlerini yerine getirirken spor, tiyatro, folklor gibi örgütlenmiş kuruluşların faaliyetlerini de yerine getirmektedir.

 Bireyler hayatları boyunca birçok kuruluşlara katılmaktadır. Bu katılım bazen aktif bazen de pasif olmaktadır.

 Kuruluşlara katılım birey üzerinde büyük etkilere yol açmaktadır. Bir toplumdaki kuruluşlar, o toplumdaki birey sayısından daha fazla olabilir. Çünkü bir birey birden fazla kuruluşa üye olabilir.

 İdare kurumu; politik olarak örgütlenmiş karmaşık toplumlarda görülür.

 Devlet; politik olarak örgütlenmiş toplumdur. Hükümet ise politik olarak örgütlenmiş toplumun fonksiyonlarını ve görevlerini yerine getiren bir kuruluştur. Devletin fonksiyonlarını belirli bir süre için yerine getirmesi bakımından bir araçtır ya da bir kuruluştur.

 Hükümet, devlette daha az içeriklidir. Bir toplumun vatandaşları hepsi birlikte devleti meydana getirirler. Devleti idare edense hükümettir. Aslında devlet de bütün yurttaşlarını içeren politik bir örgüt olduğundan kuruluştur. Devlet, sivil toplumla eş anlamlıdır ve sürekli bir kuruluştur. İdare kurumunun faaliyetlerini yerine getiren bir kurumdur.

 Hükümet ise sürekli değil her seçimde değişen bir kuruluştur. Devleti temsil eden cumhurbaşkanının değişmesi, devletin değişmesi anlamına gelmez.

 İnsanlar arasında ‘idare etme’ nasıl doğmuş ve kurumsallaşmıştır?

 Bu konuda pek çok teori var:

 Bir teoriye göre idare etmek, ilahi güce dayandırılmaktadır. Kral, baştan bir takım kutsal niteliklere sahiptir. Bu nedenle kral, ilahi gücün yeryüzündeki temsilcisidir. Yani otoritenin gücü, idare eden güçten gelmektedir.

 Başka bir teoriye göre otorite kaynağını; kuvvette bulmaktadır. Güçlü veya kurnaz olma yeteneğine sahip olan, zayıf ve dürüstü egemenliği altına almaktadır. Adaleti kendilerine göre uydurmaktadırlar.

 Üçüncü teoriye göre ise Thomas Hobbes tarafından ortaya atılmış, J.J.Rousseau tarafından geliştirilmiştir. Hobbes’a göre insan, kavgacı ve güvenilmezdir. Bu durumu şöyle ifade eder; “insan, insanın kurdudur”. Bu durumdan kurtulmanın tek çaresi; bütün insanların doğal özgürlüklerinden fedakârlık ederek ve de sivil toplumun güvenliği için bir anlaşma yaparak otoritenin idare kurumuna devredilmesidir. Bu görüşe “sosyal kontrat” ya da “toplum sözleşmesi” denmektedir. İşte otorite/idare kaynağını bu sözleşmede bulmaktadır.

 Bu teorilerin hiçbiri evrensel olarak geçerli değildir. Çünkü idare, sosyal hayatın tabiatında vardır. İnsanın yaşadığı yerde bir sosyal düzen vardır. İşte idare bu düzenin bir yönüdür. Düzenin olduğu her yerde bir çeşit idare vardır. Düzen, idareden toplumun politik örgütünden önce gelmektedir.

 R.McIver, idarenin kökenini ailede keşfetmiştir. Ailenin, toplumun diğer kurulaşları ile ilişkisi ne olursa olsun kendine özgü bir kuralı ve düzeni vardır. Düzen ilk olarak ailede oluşmaktadır. Aile olmasaydı, dünyada düzen olmazdı.

 Kısaca idare, insanlık tarihi kadar eski bir olgunun kurumsallaşmasıdır. Sosyal düzenin kurumsallaşması idareyi ortaya çıkarmıştır. Örneğin haberleşmenin kurumsallaşması gazetecilik kurumunu, savaşın kurumsallşması ise ordu kurumunu ortaya çıkarmıştır.

 

 İdarenin fonksiyonları:

 

 İnformel normlar, formel kanunlara dönüşmüş, bu kanunların uygulanışı da idare tarafından sağlanmaktadır. Devlet idaresi bu amaçla kurulmuş kurumdur.

 Yani idarenin birinci fonksiyonu; üyelerin belirli normlara özellikle de kanunlara uymasını sağlamaktadır. Bu uymayı da baskı kullanarak sağlar. Baskı kullanmadan toplumun varlığını tehdit eden bireyleri kontrol altında tutmak çok zordur.

 Baskının, zor kulanımın meşru kullanımı, idarenin birinci fonksiyonunu meydana getirmektedir. Toplumda çoğunluğun huzurunu bozacak gruplara karşı, etkin bir kurumun bulunması gereklidir. Toplumda aynı zamanda menfaati birbiriyle çatışan gruplar da vardır.

 İdare, toplumun huzurunu bozacak olanlara karşı baskıyı, meşru bir şekilde kullanır.

 İdarenin ikinci fonksiyonu; bütün toplumlar diğer başka toplumlarla ilişki içindedir. Bu ilişki bazen dostça bazen de düşmancadır. Bu nedenle de toplumu bu düşmanca hareketlere karşı koruyacak merkezi bir koordinasyona, kurulaşa ihtiyaç vardır. Dolaayısıyla bu ihtiyaca cevap verecek olan da idaredir.

 Kısaca idarenin temel fonksiyonları; iç düzeni korumak ve dış tehlikelere karşı bekçilik etmektir.

 İdare denince yalnız formel yapısı, kanunları anlaşılmalıdır. İdare aynı zamanda bulunduğu toplumun bir aracı ve ondan kaynaklanan bir kurum olarak da düşünülmelidir.

 

 Aile kurumu:

 

 Kurum olarak baktığımızda aile; çocuk yetiştirme ve üremenin formalize edilmiş ve düzenlenmiş bir işlemidir.

 Kuruluş olarak aile ise bu faaliyetleri yerine getiren belirli ailelerdir. Herkes bir aileye üye olabilir ama aile kurumuna hiç kimse üye olamaz. Her ailenin belirli bir yeri var ama aile kurumunun yok. Toplumda kurumların en süreklilerindendir. Geçici olan belirli ailelerdir. Çünkü onu oluşturan üyelerinin, hayatları boyunca devam eder.

 ;ç,nde çocuk olarak bulunduğumuz aile ile içinde ana-baba olarak bulunduğumuz aile karıştırılmamalıdır.

 Çocuk olarak bulunduğumuz aileye; ‘oryantasyon ailesi’ denir. Ana-baba olarak bulunduğumuz aileye ise ‘üreme ailesi’ denir.

 Oryantasyon ailesi, irademiz dışıdır ve statümüz doğuştandır. Buna karşılık üreme ailesi irademiz içindedir ve kazanılan statü sonradandır.

 Oryantasyon ailesi yeni doğan bir çocuk için bir topluluk gibidir. Üreme ailesi ise bir kuruluştur. Biliçli olarak üyelerinin sayısı arttırılmıştır. Üreme ailesi de sosyal bir grup olmakla birlikte örgütlenmiş grup kriterlerini de içermektedir. Örgütü de devletin koyduğu kanunlarla işlemektedir.

 

 Aile biçimleri sınıflandırmaları:

 

 Aileleri bulundukları yere göre sınıflama:

 Anne tarafında ikamet eden aileye ‘matrilocal’, baba tarafında ikamet edene ise ‘patrilocal’ diyoruz.

 

 Ata soyuna göre aileler:

 Anne soyunu olan aile; ‘matrilineal’, baba soyunu alan aileye ise ‘patrilineal’ denir.

 

 Aileyi aldığı isme göre sınıflama:

 Ana adını alan aileye; ‘matronymie’, baba adını alan aileye ise ‘patronymie’ denir.

 

 Aileyi içeriğine göre sınıflama:

 Ana-baba ve çocuklarda oluşan aileye; ‘nükleer aile’, ana-babanın bir tarafından akraba olan aileye ise ‘kanbağı aile’ denir.

 

 Evlilik çeşitlerine göre yapılan sınıflama:

 

Tek eşlilik; ‘monagami’, çok eşlilik ise ‘poligami’ dir.

Policini; bir erkeğin iki ya da daha fazla kadınla evlenmesi.

Poliandre; bir kadının iki ya da daha fazla erkekle evlenmesi.

Endogami; grup / klan içi evlilik.

Egzogami; grup dışı, kabile dışı evliliktir.

 

 Ailenin fonksiyonları:

 1-Toplum içi fonksiyonlar.

 2-Birey içi fonksiyonlar.

 

 Toplum içi fonksiyonları:

 1-Türün devamlılığı.

 2-Seksüel kontrol.

 3-Koruma ve devamlılık.

 4-Kültür transferi.

 5-Statü kazanma.

 

 Birey içi fonksiyonları:

 1-Yaşam ve yaşamını sürdürme.

 2-Seksüel fırsat.

 3-Koruma ve destek.

 4-Sosyalizasyon.

 5-Toplumsal kimlik.

 

Bu sınıflama yapay bir sınıflamadır.

Aile hem toplum hem de birey için fonksiyonlarının yerine getirerek varlığını sürdürmektedir. Bu sayılan fonksiyonların standart bir sınıflaması yoktur. Bir görüşe göre bu sınıfların birbirine bağlılığı mantıksal olarak sınıflandırmak gerçek durumun zedelenmesine yol açar. Diğer bir görüşe göre bu fonksiyonların hepsi birbirinden bağımsızdır. Ve yine bu fonsiyonların her biri diğer toplumsal kurumlarca yerine getirilebilir. Bütün bu görüşlere rağmen ailenin fonksiyonları birlikte ele alındığında bu fonksiyonların yerine getirilmesinde aileden daha verimli bir kurum yoktur. Aile tarihteki evrenselliğini ve bireyin yaşamı üzerindeki büyük önemini bu açılardan dolayı korumaktadır.

 

 Türün devamlılığı:

 Karmakarışık bir üreme şekli toplumda karmaşıklığa yol açar. Başka hiçbir neden olmasa bile düzen açısından üreme süreci ailede kurumsallaşmıştır. Ailede bu konuda bir istikrarlılık görmekteyiz.

 Bütün toplumlar ailenin bu fonksiyonları ile ilgili oldukça katı normlar koymuş ve yaptırımlarla desteklemektedir. Örneğin, aile içi evlilik yasaklanmıştır.

 

 Seksüel kontrol:

 Seks tek başına aileyi açıklayamadığına göre şunu inkar edemeyiz ki, biyolojik gerçekle toplumsal plan arasında en yakın ilişkiyi ailede bulmaktayız. Aile en temel vücut fonksiyonlarının bile ifadeleri kültür ve kültürel normlarda bulduklarını göstermiştir.

 

 Devamlılık:

 Aile toplum için bir çocuk kazandırmaktadır. Bu devamlılık çeşitli şekillerde kurumsallaşabilir. Bunu devlet, hastaneler ve diğer kurumlar üzerine alabilir. Fakat hiçbiri bu fonksiyonları ailenin yerine getirdiği gibi iyi bir şekilde yerine getiremez. Belki devlet, ailenin sağlayabileceği maddi değeri daha iyi sağlayabilir. Fakat aile sosyal bakımla birlikte yakın, kişisel tepkileri içinde birleştirir. Bütün bu birleştirmeden dolayı çocuk yetiştirmede diğerlerinden daha başarılıdır.

 

 Kültür transferi:

 Çocuk ailesinin dışındaki topluma kendi ailesi içinde hazırlanır. Her ailenin kendine özgü alt kültürü varsa da o toplumun kültürü ailede yansır.

 Türk ailesinde yetişen birey, Türk kültürünü yansıtır.

 Aile çocuğu, topluma kazandırandır. Çocuğun yetişmesinde duygusal yönden en iyi fonksiyonu yerine getiren ailede sevgiyi, saygıyı, dürüstlüğü… çocuk ailesinde görür.

 

 Statü kazanma:

 Aile tabakalaşmış otorite ilişkisini de gösterir. Baba-oğul arasındaki ilişki; ‘otoriter’ ilişki, kardeşler arasındaki ilişki ise ‘ayrıcalık’ ilişkisidir.

 Bir toplumda karşılacağımız bütün statü ilişkilerinin hepsini ailede görüyoruz. Toplumsal statümüzü aileden almaktayız. Milliyet, din, sınıf, ikamet gibi statüleri doğuştan kazandığımız gibi sonradan da değişebilir. Toplumsal kimliğimizi bu statülerle kazanıyoruz.

 Aile, grup çeşitleri arasında, birincil sosyal ilişkilerin yaşandığı gruptur.

 

 Aile – devlet ilişkisi:

 

 Aile pek çok kurumla (eğitim, din, idare, sağlık vs.) ilişki içindedir. Ailede kuralları özellikle devlet koymaktadır. Devlet evliliği sadece iki bireye bırakmamıştır. Devletin bu konuda bir takım normları vardır. Örneğin, evlenmek için reşit olmak gerekir. Devletin aile üzerindeki kontrolü son derece sıkıdır.

 

 KÜLTÜR:

 Üç unsurdan oluşmaktadır:

 1-Düşünceler, fikirler.

 2-Maddi şeyler.

 3-Normlar.

 Düşünceler, felsefenin işidir. Maddi şeyleri de fizik incelemektedir. İnsanların diğer insanlarla ilişkilerini, kültürlerini, uyumlarını da sosyoloji incelemektedir. Yani normları sosyoloji inceler.

 Sosyal ilişkileri düzenleyen kurallara; ‘sosyal normlar’ diyoruz. Normlar, toplumsal beklentidir, toplumdaki davranışlarımızı idare eden kültürel bir özelliktir.

 Toplumsal normlar bireyin yaşamını kolaylaştırır ve birey bunlar üzerinde düşünmeden hareket eder.

 

 Normların birey için fonksiyonları:

 1-Karar vermemizi kolaylaştırmak.

 2-Karar verme zamanını azaltmak.

 3-Karşılaştığı böyle durumlarda hemen çözüm bulmasını sağlamak.

    Norların olmadığı yerde toplum da yoktur.

 

 Norm çeşitleri:

 1-Adetler,  2-Töreler,  3-Kanunlar.

 

 Normların sınıflandırılması:

 1-Normlar hem emredici hem de yasaklayıcıdır. Yasaklayıcı normlar; tabulardır. Emredici normlar; ne yapmamız gerektiğini söyleyen kurallardır. Örneğin; kırmızı ışıkta geçilmez” yasaklayan bir normdur.

 2-Normların bir kısmı; toplumca geçerli olan ‘komünal toplum normları’ diğerleri de ‘kurumsal normlardır’. Toplum ve kurum normları çatışabilir.

 

 Adetler / halk usulü (folk ways):

 Her toplumun kendine özgü bir takım adetleri vardır. Bu nedenle de her toplumun her toplumun değişik kültürü vardır. Adetelerin uygulanması için resmi yaptırım (kanun) yoktur. Fakat bütün bunlar yine de bizler tarafından yapılır.

 Adetler, evrensel bir nitelik taşır. Hiçbir toplum adetsiz varolamaz. Yani bir toplumun sosyal yapısını oluşturmada önemli bir yer tutar. Düzenliliği, istikrarı sağlarlar.

 

 Töreler:

 Adetlerden farklıdırlar. Bunlar da resmi bir yaptırım olmaksızın yerine getirilirler. Töreler daha toplumun refahı, ahlaksal davranışlarla ilgilidir.

 Bunlar da toplumdan topluma değişirler. Törelere uymayanlar, toplumun varlığını tehlikeye atanlar olarak görülür.

 

 Kanunlar:

 Her toplumun adetleri, töreleri olmasına rağmen hepsinin kanunları yoktur. Kanunlar, politik örgütü olan toplumlarda görülür. Kanunlar, devletin görevlendirdiği kanun koyucular tarafından yapılır. Kanunların yazılı olması ya da belirli bir şekilde kaydedilmesi gerekir.

 

 Yaptırımlar:

 Normların uygulanması için yaptırımlar şarttır.

 Yaptırımlar olumlu ve olumsuz olmak üzere ikiye ayrılır. Birey törelere uymadığında alay edilir. Uyduğunda ise ödüllendirilir. Spinoza, toluma ters fikirler öne sürmesi nedeniyle toplum dışına itilmiştir.

 Devletin yaptırımları kanunlardır. Kanunlar diğer normlardan farklı olarak çok açık-seçik olarak yazılmışlardır. Bir suçun cezasının ne olduğu açıkça bellidir.

 Hukuksal normların da sosyal normların da ortak amacı; kurallara uymayanları toplumdan tecrit etmektir.

 Devlet normları, baskıyı meşru olarak kullanabilen tek güçtür.

 

 Normlar arası ilişki:

 Adetlerin, törelerin, kanunların uygulanması için yaptırımları vardır. Kanunlar kaynağını adetlerde ve törelerde buluyor. Kanunlar onların resmi olarak karşımıza çıkmasıdır. Törelerin, adetlerin değiştiğini ondan sonra kanunların değiştiğini görüyoruz.

 Bazen kanunlarla; töreler, adetler çatışmaktadır. Adet değişmiştir fakat kanun hâlâ devam etmektedir.

 Bazen de istisna olarak, kanun konmuştur ancak toplumda adet haline gelmemiştir.

 Töreler adetlerden, kanunlarsa hepsinden daha fazla zorlayıcıdır. Ancak bazen töreler, kanunlardan daha zor çiğnenir, cezası kanunda çok ağır olmasına rağmen. Örneğin, kan davası.

 Bir görüşe göre adetlerin ve törelerin yeterli olduğu yeterli olduğu toplumda kanunlar gereksizdir. Adetler ve töreler yetersiz olduğunda kanunlar şarttır.

 

 Normlara niçin uyarız?

 Toplumsal ya da hukuksal yaptırımlar nedeniyle uymak zorundayız aksi halde cezalandırılırız. Ya da onaylanmak, ödülü almak için uyarız. Topluma uyum sağlamak bazen de alışkanlık olduğundan. Toplum normları, bizi öyle doktrine ediyor ki, hiç düşünmeden toplum normlarını yerine getiriyoruz. Çocuk, normlara şartlandığından tek yol bu olmakta, uymama gibi bir seçeneği yok.

 Sosyal ilişkilerde bize yol gösterdiği ve sosyal etkileşimi kolaylaştırdığı için uyarız.

 Bütün ntoplumlarda iki tip örüntü vardır; ‘ideal örüntü’ ve ‘gerçek örüntü’.

 İdeal örüntü; her bireyin toplumdaki normlara en iyi şekilde uymasıdır. Bunun sonucunda ortaya çıkan kültür de ‘ideal kültür’ olmaktadır.

 Gerçek örüntü; yukardaki durum her zaman için mümkün değil, uyumlarda farklılıklar olmaktadır. Uymayanlar da vardır. Bunun sonucu oluşan kültürse ‘gerçek kültür’dür.

 Bir birey karmaşık bir toplumdaki bütün normlara uymaz. Sadece kendi grubunun normlarına uyar. Her toplum çeşitli gruplardan ve bunların farklı normlarından oluşur. Bir grubun normu başka bir grubun normu ile çatışabilir. Normları olmayan bir sosyal grup yoktur.

 Bireyin grup normlarına uyma nedeni ise birey grupla birlikte kimlik kazandığı içindir.

 

 MODA:

 İnsanların uymaya çalıştığı bir normdur. Moda, karşıt eylemlere cevap veren bir araçtır. Hem uyma arzumuzu hem de diğerlerinden farklı olmamızı sağlayan bir araçtır. Bir norm etrafında farklılıklar dizisidir.

 Moda, çeşitli alanlarda karşımıza çıkmaktadır. En belirgin alanı ise giyimdir.

 Moda, bir nevi monotonluğa karşı geliyor ve bireyler arasında kişiselliği ön plana çıkarıyor. Bireyler arasında farklılığa izin veren bir araçtır.

 İnsan modaya fazlaca uyduğunda ise kendi grubu tarafından alaya alınıyor, olumsuz tavırlarla karşılaşıyor. Her grubun kendine göre bir zevk ve beğenisi vardır.

 Ünlü Fransız sosyoloğu Gabriel Tarde, taklidin önemi üzerinde durarak, adetle moda arasındaki ayrımı şöyle açıklamıştır:

 “Adetlere uymakla biz atalarımızı taklit ediyoruz, modayla ise çağdaşlarımızı taklit ediyoruz”.

 Edward Sapir ise modayı şöyle tarif ediyor:

 “Moda, adetlerden belirli ölçülerle ayrılmasından doğan bir adettir”.

 Robert McIver’e göre ise “moda, sosyal olarak kabul edilmiş farklılıklar dizisidir. Bir şeyin adet olması lazım ki, biz onda farklılıklar görebilelim”.

  Modayı her alanda; insanların zevkinde, giyimde, müzikte, resimde, yaşam felsefelerinde, mesleklerde, araçlarda, edebiyatta, bilimde, dinde, filmlerde, sporda, hastalıklarda, yediklerimizde-içtiklerimizde kısaca her alanda görmekteyiz.

 

 TÖRENLER:

 Sosyal bir normdur. Tören yapılmasının nedeni, bizim için önemli bir olayı topluma duyurmak için. Örneğin, evlilik, açılış vs.

 Törenlerde yaşanan sevinç, mutluluk, üzüntü gibi duygulardır. Törenler bizim için bir dönemini gösteren olaylardır. Yeni bir döneme geçişte istikrar sağlıyor.

 

 RİTLER:

 Bütün topluma açık olmayıp, belirli grupların kendilerine özgü törenlerdir.

 

 RİTÜELLER:

 Belirli dönemlerde devamlı olarak tekrarlanan seronimlerdir. Örneğin, her yıl belirli tarihlerde kutlanan dini ve milli bayramlar vs.

 

 ETİKET:

 İnsanların, sosyal etkileşiminde işlemlerini yönlendiren bir normdur. Örneğin, sevdiğine bir hediye gönderme vs. Şerefine yemek verilen ev sahibinin sağına ya da soluna oturtulması vs.

 Niçin etiket?

 1-Diğer bütün insanlarla olduğu gibi belirli durumlarda standart bir takım prosedürlerin işlemesini sağlamak.

 2-İnsanlar arası sosyal mesafeyi sembolize etmektedir. Örneğin, cumhurbaşkanının kendine özel bir locası vardır.

 3-Sosyal mesafeyi devam ettirmek için fazla yakınlığın ve samimiyetin istenmediği hallerde, sosyal mesafenin devamını sağlıyor. Özellikle formel ilişkilerde etikete daha fazla uyarız.

 

 STATÜ VE ROL:

 Sosyal statümüz sevincimizi, üzüntümüzü belirlemektedir. Yani aynı fizyolojik bir durum; statü ayrımından dolayı farklı reaksiyonlara yol açmaktadır. Toplumsal ilişkimiz, statüler arası ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Herkes statüsünden beklenenleri yapar ve kişi statüsü gereği ne yapacağını bilir.

 Statüler bizim ayrıcalıklarımızı, görevlerimizi, haklarımızı belirlemektedir.

 Statü toplumda bir pozisyon, bir yerdir. Bireyin bulunduğu gruba göre statüsü değişir. Statüler daha bireyler gelmeden önce kurulmuş, belirlenmiş yerlerdir. Aynı zamanda kültürün bir parçasıdırlar.

 Rol ise statünün dinamik davranışsal yönüdür. Statüler işgal edilir oysa roller oynanır.

 Aynı statüleri işgal edenlerin, rollerini farklı oynadıklarını görüyoruz.

 Kurumsallşmış role statü diyebiliriz. Statüler ya sonradan ya da doğuştan kazanılırlar. Her bireyin toplum içinde birden fazla statüsü vardır.

 Karmaşık toplumların bir özelliği, bireylerin çok farklı statüler işgal etmesi ve statü ilişkilerinde bulunmasıdır.