Posts Tagged ‘Reductio ad absurdum’

İ.KUÇURADİ, ‘İNSAN HAKLARI’-1

Çarşamba, Ağustos 19th, 2009

 

 İnsan hakları nedir?

 İnsan hakları, insanların tarihe getirdikleri bir fikirdir. İnsanlara ilişkin bir takım taleplerdir.

 Belirli tarihsel koşullarda aynı talepler farklı olabilir. Bu ideleri hep yeniden kavramak, onlara neyin kastedildiğini, neyin talep edildiğini saptamak, dile getirmek gerekir.

 Tarihsel koşullarında saptandığında, içi boş kavramlardır.

 

 Tarayıcıları bakımından haklar:

 a)Kişi hakları,  b)Grup hakları

 

 Kişi hakaları:

a)Temel haklar,  

b)Yurttaşlık hakları; tanınan haklar. Bir devletin yurttaşlarına tanıdığı haklar.

    Ekonomik, sosyal ve siyasal haklar.

 

 Temel Haklar:

 

 İnsan haklarını sadece bu haklarla sınırlandırmamız gerekir. (İ.K)

 Kişilerin sırf insan olduklarından dolayı sahip oldukları haklar ya da kişi oluşları nedeniyle getirilen talepler.

 Temel haklar, karşımıza gereklilik önermeleri olarak çıkıyor daha özel olarak ise eylem ilkeleri şeklinde ortaya çıkıyorlar. Şunu yapmak gerekir, şunu yapmamak gerekir, diyor.

 Örneğin, “hiç kimse keyfi olarak tutuklanamaz”, “işkence yapılamaz”, “kanun önünde herkes eşittir” gibi.

 

Önermeler:

 a)Düşünceler,  b)Bilgisel önermeler.

            â

    Pratik ilkeler:

 a)İsteme ilkeleri.

 b)Eylem ilkeleri (İnsan Hakları).

 

 İnsan hakları önermeleri, doğrulanıp yanlışlanamazlar. Ancak bir bilgiyle ya da bilgi olmayan bir şeyle temellendirilmeleri gerekir.

 

 İnsan Hakları:

 

 a)Doğrudan doğruya korunan haklar; bazı şeylerin yapılmamasını talep eden haklar. Kişinin rahat bırakılmasını (dokunulmazlık) talep eden, fiili bir hareketi gerektirmeyen haklar.

 b)Dolaylı korunan haklar; korunması eylemi gerektiren haklar.

 

 İnsan hakları herkes için geçerli ilkler de değildirler. Çünkü ilkeler gerçek şeyler değildir. Bu nedenle insan haklarının gerçeklikte olmaları sözkonusu değil. Dolayısıyla objeleri yoktur. Onun objesini biz yaratıyoruz. Kimse bu ilkelere uymazsa, kağıt üzerinde fikirlerden, taleplerden başka bir şey kalmaz.

 “Hiçbir insana işkence yapılamaz” diye gerçeklikte bir ilke yok. Sadece fikir olarak var. Bir gereklilik önermesidir. Bunun içinde sadece bilgi konusu yapılabilirler. Bu bütün pratik ilkelerin özellikleridir.

 Yukardaki önermede temellendirecek olan gerekliliktir. Neden yapılması ya da yapılmaması gerekir.

 Eylem ilkelerin hepsi, bir düşünce ve bir çıkarım ürünüdürler. Daha doğrusu indüktif çıkarımlardır. “Şöyle yapmak gerekir ya da yapmamak gerekir” hep indüksiyonla çıkarılıyor. Örneğin, yapılmaması gereken bir davranışı yapanların çoğu zaman zarara uğradıklarını görüyoruz ve “yapmamak gerekir” diyoruz.

 Kırmızı ışıkta geçip zarara uğramayabilirsin ama uğrama olasılığı çoktur. Kırmızı ışıkta geçmediğin halde de kazaya uğrayabilirsin ama uğramama olasılığı daha fazladır. Yani ihtimalin azlığı ya da çokluğu sözkonusudur. Bu önermeler ampiriktir. Bir gereklilik önermesi yarar-zarar istatistikleri ile temellendirilebilir. Temellendirmede bu anayollardan biridir.

 İndüktif çıkarımlar, tek tek yapılan davranışların etkilerinin sonucuna bakılarak yapılan çıkarımlardır.

 İnsan hakları, belli tarihsel koşullarda insanın değerinin bilgisiyle yapılan çıkarımlardır. Tarihsel koşullara göre zamanla değişen ilkelerdir.

 

İnsan hakları “reductio ad absurdum”la da temellendirilebilir. Yani önermenin karşıtının doğru olduğunu farzederek ilerlemek. Çıkmaza, çelişkiye girildiğinde tersi kabul ediliyor.

 Örnek, “insan sağlıklı olmak için beslenmelidir” bu önermenin “reductio ad absurde” ile temellendirilmesi; “insan beslenmediği zaman ne oluyor? Bunun için sağlıklı beslenenlerle karşılaştırma yaparak ne olduğunu açıkça görürüz. Bu temel hakkın korunması halinde, insanın insanlaşmasına, insan olarak olanaklarını geliştirmesine imkan verilmiyor demektir. Diğer haklardan yararlanması engelleniyor demektir.

 Eğer insanların olanaklarını geliştirmelerini istiyorsak, insanların varlığını sürdürebilecek kadar beslenmelerini sağlamak gerekir ki, o insan olanaklarını geliştirebilsin.

 Bir hak insanın varlığını sürdürmesini engellemiyorsa o temel hak değildir. Başka değişle, eğer insan olanaklarını geliştirmesine engel oluyorsa o temel haktır.

 Temel haklar sağlanmadan bir insanın olanaklarını geleiştirmesi imkansızdır.

 Gereklilik önermeleri, “neden gerekir? Sorusuna dönerek ve gerekmediğinde yani tersi olduğunda durum ne oluyor, bu karşılaştırma ile temellendirilebilirler.

Yoksa gereklilik önermeleri ne doğrudur ne de yanlıştır, sadece temellendirilmeleri sözkonusudur.

 Temel haklar sürekli eylemlerimizi, toplumsal düzeni belirlemesi sözkonusu taleplerdir.

 

 Vicdan; kişinin kendisiyle ilgili olarak yaptığını değerlendirmesi ve olumsuz bir değer biçtiğinde kendisiyle ilişkisinde duyduğu bir duygu.

 

 Kişi eylemini sonradan değerlendirirken, moralle yaptıkları arasındaki değerlendirme yani değer biçmesi çakışıyorsa vicdan azabı sözkonusudur. Başkasının eyleminden dolayı vicdan azabı çekmesi sözkonusu değil veya vicdan azabına gitmesi çok zor.

 

 İnsan hakları beyannamesinde eşitlik, insanların akıl ve vicdan sahibi olmalarıyla temellendiriliyor.

 “Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Çünkü akıl ve vicdana sahiptirler. Bu yüzden insanlar birbirine kardeşçe davranmalıdırlar”,

 

 İnsan haklarının korunması, insanların birbirine kardeşçe davranmaları:

1-Böyle olmadığında vahşiliklere yol açabilir(ampirik yaklaşım).

2-İyi bir dünya istiyorsak böyle olmalı şeklinde temellendiriliyor (özlem ifadesi).

 

  Bu beyannamedeki ‘insan’ anlayışı tipik bir ‘Batı insan anlayışı’dır.

 Acaba bütün insanlar akıl ve vicdan ile donatılmış mıdır?

 Realitede beyannameye imza atanlar açıkça demeseler de özellikle politikacılar “bana ne?”, “ne olursa olsun!” diyor.

 Bu beyanname ile bir fikir getirilmiştir ancak içerik bakımından belirsizdirler.

 

Bir ideyi değerlendirmek demek, örneğin; insan haklarında ‘adalet’ gibi bir ideyi değerlendirmek demek:

 1-Kavramsal olarak saptamak; içeriğini belirlemek, kavramsal olarak açıklığa kavuşturmak (Bizi ilgilendiren burası).

 2-Başka türden idelerle karşılaştırıp, onun özelliğini belirlemek; benzer ideler arasındaki yerini belirlemek, değerini ortaya koymak.

 3-Değerliliğini ortaya koymak; insanlar için ortaya çıkardığı sonuçlarının önemini belirlemek.

 

  Beyannamede ‘insan olma’, bütün insanların akıl vee vicdanla donatılmış olmasına dayandırılıyor. Bundan dolayı bütün insanların belirli tarzda yaşama ve muamele görmeye hakkı vardır, deniliyor. Bu belirli tarzda muamele görmeye de, ‘haklar’ diyorlar.

 Bütün insanlar, akıl ve vicdana sahipse aynı muameleyi görmeli, aynı haklara sahip olmalı. İnsan hakları işte buradan çıkıyor.

 Burada ‘insan nedir?’ ile ‘insan olma nedir?’ sorularını ayırmak gerekir.

 İnsanın diğer canlılardan farkını saydığımızda, ‘insan nedir?’ sorusuna cevap verilmiş olur. Antropolojide bunu yapıyor.

 İnsanın özellikleri ile tür olarak insanın olanakları aynı şey değildir.

 Tür olarak insanın özelliklerini bütün insanların gerçekleştiremediklerini görüyoruz. İşte tür olarak insanın özellikleri, insanın olanaklarıdır.

 İnsanın bazı yapısal özellikleri, ‘insan olma’nın içeriğini oluşturuyor. İnsan olma, insanın bazı olanaklarının değerinin bilgisi.

 İnsan hakları fikrinin türetimi yapılırken gerçeklikteki koşullardan başka diğer bir kaynak; insanın yapısal özellikleridir. Bu türetim şöyle yapılabilir.

 Tür olarak insanın, a,b,c,d olanakları varsa, bu taktir de her kişiye bu olanakları gerçekleştirme fırsatı verilmeli. İşte bu herkesin hakkıdır. ‘İnsanlaşabilme’ fırsatı herkese verilmelidir. Oysa gerçekte bu fırsat herkese verilmiyor.

 Peki bu fırsatı herkes için kim yaratacak, kim verecek?

 İnsanın yapısal olanaklarının yanında, etik olanaklarının da olduğunu görüyoruz.

 İnsanın olnaklarının fakında olan her kişi, bu olanakları diğer kişiler için de, gerçekleştirebilme fırsatını yaratmalıdır. Bu ‘etik kişi’nin sorumluluğudur. Bu durum çoğu zaman ‘ödev’ denilen şeyi gerektiriyor.

 “Ben bu olnaklara sahipsem, bu olanakları başkalarına da sağlamaya mecburum”.

 Talep edilen belirli tarihsel koşullarda, belirli başka koşulların yaratılması talep ediliyor.

 Bazı olanaklar, insan olmayı oluşturuyorlar. Temel haklar böyle olanakların gerçekleşme koşullarının talepleridir.

 Grup hakları, temel hakların günümüzün koşullarında değer korumaya yönelik taleplerdir. Grup hakkı, temel hakkı korumaya yönelikse o zaman grup hakkı olabilir ve korunmaya değerdir.

 Yuttaşlık hakları; ekonomik, sosyal ve siyasal haklardır. Belirli bir ülkede yuttaşların hareket edebileceği sınırlardır. Bu sınırlar ülkeden ülkeye farklı çizilir. Bu haklar bir ülkede kurum ve kuruluşlar tarafından dolaylı olarak korunurlar.

 Temel haklarla, yuttaşlık hakları arasında ‘sosyal adalet’ ortaya çıkıyor.

 Bir hakka, temel hak diyebilmemiz için, dile getirdiği talebin, insan olanaklarını gerçekleştirebilme koşullarının talebi olmalıdır.

 Bir temel hak sınırlanamaz ama bir tanınan hak sınırı fazla aşılmış ise sınırlanabilir.

 Haklar, kişilere özgüdür, özgürlük ise ilkelere ilişkindir.

 

  ÖZGÜRLÜK:

1-Antropolojik özgürlük; insan istemesinde özgür müdür, değil midir? Yani insanın özgür olup olmaması ile ilgilenir.

2-Etik özgürlük; bir insanın özgürlüğü.

3-Toplumsal özgürlük; temel özgürlüğün belirleyicisi olarak ortaya çıkıyorlar. Tek tek özgürlükler, toplumsal özgürlüğü oluşturuyor.

   ØMoral özgürlük, taşıyıcısı kişi değil, çevredir.

   Moral belirli bir grupta belirli bir zamanda geçerli olan değer yargılarıdır. Değişkendirler. Oysa kişilerin özgür olabilmesi için, etik özgürlüğe sahip olması gerekir.

  ØHukuksal özgürlük; bu özgürlüğü belirlemek için:

    *Kişi açısından,

    *Devlet açısından bakmak gerekir.

  Hukuksal özgürlük genellikle, kişinin istediği kanaate sahip olması ve istediğini söylerken engellenmeyeceğim düşüncesiyle ortaya çıkıyor.

 İster korunsun ister korunmasın her temel hak, bir kişi hakkıdır. İşte bu hakların korunması, güvence altına alınması, karşımıza ‘özgürlükler’ olarak çıkıyor.

 Hakların bir ülkede güvence altına alınması, o ülkenin vatandaşlarını özgür kılar.

 Halkın talep ettiği, bu hakların doğru korunmasıdır. Kişi bu haklarını gerçekleştirir veya gerçekleştiremez.

 Bu hakların yasallaşması, herkesten bu haklara saygı göstermesi talebini getiriryor. Doğrudan korunan temel hakların bir ülke tarafından güvence altına alınması yani yasallaşmasında bu haklar, karşımıza özgürlükler olarak çıkıyor. Bu özgürlükler ortadan kalksa bile, bu haklar varlığını sürdürür. Kişi bu hakkı kullanır veya kullanmaz. Kullandığında yasalara karşı gelmiş olacağından, varlığı tehlikeye girer.

 Yasal düzenleme olmadan, özgürlükten sözedemeyiz. Ancak olsa olsa yasadışı etik özgürlük olabilir.

 Bazen haklar, yasalar tarafından güvence altına alınsa bile sen koruyacaksın, korumadığında da yine cezalandırılabilirsin.

 

 Düşünce özgürlüğü; yeni bir düşünce getirdiğinde kişiye dokunulmamasıdır. Yoksa her düşündüğünü söylemek demek değildir. Ayrıca propoganda ve reklam da düşünce özgürlüğüne girmez.

 Dolaylı korunan haklar; bu hakların bir ülkede bütün ilgili yuttaşlar için korunması yetmiyor. Bu haklar belirli düzeyde korunmasını da şart koşan haklardır.

 Dolaylı haklar, ilgili yurttaşlar için eşitçe ve insan onuruna yaraşır şekilde belirli düzeyde korunmasını isteyen haklardır. Burada eşitçe korunması karşımıza ‘sosyal adalet’ olarak çıkıyor.

 Sosyal adalet; bir ilkedir, sosyal adaletsizlik ise bir durumdur. Örneğin, diyaliz makinesi ile hasta sayısı doğru orantılı olmadığı için, hastaların haklarının eşitçe korunmaması sözkonusu.

 Sosyal adalete, kişi açısından bakıldığında etikle ilgili bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Devlet açısından bakıldığın da ise, sosyal düzenin düzenlenmesi ile ilgilidir.

 Dolaylı korunan temel haklar, yuttaşlık/tanınan hakları hesaba katarak veya katmayarak sosyal adalet ya da adaletsizlik olarak ortaya çıkıyor.

 Sosyal adaletsizlik, ilgili yurttaşların haklarının eşitçe korunmadığı durumdur. Sosyal adaletsizlik, ülkelerin zenginlikleri ya da fakirlikeriyle ilgili değildir. Örneğin, fakir bir ülkede yurttaşlar, çok fakir olmamakla sosyal adalet sağlanabilir.

 Sosyal adalet, bir ülkedeki ilgili vatandaşların haklarının, insan onuruna yaraşır şekilde eşitçe korunması halinde gerçekleşir.

 Eşitlik; paylaştırılacak olanda değil, eşitçe korumadadır.

 Her hastaya diyaliz makinesi sağlayamıyorsak, mevcut makineleri belirli bölgelere dağıtarak daha çok kişinin yararlanması sağlanır. Yokları paylaştırmak.