Posts Tagged ‘Karizma’

DUVAR YAZILARI – 2

Pazartesi, Temmuz 7th, 2014

DUVAR YAZILARI

               – Kayseri’ye giderken pastırma götürmeye gerek yok!

– Kayseri’ye “b(p)astırmaya” mı yoksa “basmaya” (kumaş almaya) mı gidiyorsun?

– Reşadiye’nin “çam davası”, Erbaa’nın “kan davası”, Niksar’ın “kız davası”  bitmez.

– Kars’ın 4 K’sı meşhurdur; kazı, kızı, karı, kaşarı.

Karaman‘ın koyunu, sonra çıkar oyunu.

– Afyon’un “kaymağı”, Konya’nın “manyağı” meşhurdur.

Ev alırsan tuğladan, kız alırsan Muğla‘dan!

– Senin yaptığını Çorumlu yapmaz.

– Geçti Bor‘un pazarı sür eşşeğini Niğde‘ye!

– Kısa kes, Aydın havası olsun!

– Herkes gider Mersin‘e, biz gideriz tersine!

– Kartal – Pendik, gittik geldik.

*

Adanalıyık, Allahın adamıyık

bici yerik, şalgam içerik

gündüz pamuk toplarık

gece karı hoplatırık.

*

Urfalıyız, yorgansız yatarız kadınsız(!) yatmayız.

– Soğuk Erzurum‘da dolaşır, Sivas‘ta ikamet eder!

– Erzurum’a girdim dumanlı dağlar, Erzincan’a girdim ne güzel bağlar.

*

– Başımıza bir “kaza, bela” gelmeden, hayırlısıyla bir ölseydik!

– Topraktan geldik toprağa döneceğiz ama arada çamur olanlar da var.

Hayat, biz onu planlarken, akıp geçen zamandır.

– Hayat geriye doğru anlaşılır, ileriye doğru yaşanır.

– Kendiyle barışık olan, herkesle barışık olur.

En iyi kitap, henüz yazılmamış olandır.

– Hiçbir öğreti, ne yüzde yüz doğrudur ne de yüzde yüz yanlıştır.

Yaşamak; nefes aldığın zamanlar değil, nefesinin kesildiği anlardır.

– Hayat; sevmediğin bir şeyi yaparak yaşayacağın kadar uzun değildir.

– Öyle bir yerdeyim ki; “yaşamak” için geç, “ölmek” içinse erken!

Fırsatlar trenlere benzer, o trene binmek için de istasyonda olmak gerekir.

– Limanlar gemileri korumak için yapılmıştır ama gemiler limanlarda durması için  yapılmaz.

– Aklına satmayı koyanlar, ya bizi değiştiriyor ya da ürünü.

*

– Ülkeler barışta zenginlerin, savaşta fakirlerindir!

– Ülkeler kılıçla fethedilir ama adaletle yönetilir.

***

– “Arkasında düşmanı hisseden, önündekiyle savaşamaz.” (CENGİZHAN)

***

– Tek bir kurşun bile atılmadığı için, barışı korumak zordur!

– Bir “fikri” herkes paylaşıyorsa, o fikrin doğruluğundan şüphe ederim!

*

– İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü birden..!

– Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna bile az!

– Bir söyle, bin ah işit!

*

– Bazen hayatlarımızı iyileştirmek için, acı veren şeyler yapmak zorundayızdır.

“İSTİLA” filminden

– Aynı fırtınadayız ama aynı gemide değiliz.

İKLİM AKTİVİSTLERİ

– Başarılı insanlar, hatalarının sorumluluğunu alır, başarısız insanlar ise başkalarını suçlar.

***

– Kendimi efendi biri zannediyordum ama psikopat çıktım.

FATİH HÜRKAN (SURVİVOR)

– Hollywood, öpücüğünüze iki milyon dolar, ruhunuza ise iki dolar veren yerdir.

MARİLYN MONROE

*

– Çoğu zaman, evdeki hesap çarşıya uymaz.

– Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmıyorlar!

– Ayağına değmedik taş, başa gelmedik iş olmaz.

– Ummadık taş baş yarar.

– Ortalık, kabiliyetsiz muktedirler ile kifayetsiz muhterislerden geçilmiyor.

– Yiğidi öldür, hakkını yeme! İyiler, mutlaka kazanır.

– Artık rekabet; “iyiler” arasında değil, “en iyiler” arasındadır.

– Her çağın en iyileri, iki elin parmaklarını geçmez ve sen onlardan biri olmaya çalışacaksın!

– İnsan; bir on yılda kendini, bir on yılda ülkesini, bir on yılda da dünyayı değiştirebilir!

– Bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir adamı, bir adam da bir ülkeyi kurtarır.

– Azimle yapan, taşı bile deler.

– “Burjuva” olabilmek için, en az üç nesil üniversite mezunu olmak gerekiyormuş! Eğitim şart…

*

– Sıralamaya giremeyen elenir.

Elenenler; hayatta “asgari ücrete”, savaşta da “en önde gitmeye” tabidir.

Vatan sağolsun!

“Oksijeni tüketiyorsun!” diye imha da edebilirlerdi, öldürmediklerine şükret!

*

– Ağzı var dili yok, vur eline al lokmasını, adı “mülayim” sert olsa ne yazar!

– Akacak kan, damarda durmaz. Bükemeyeceğin bileği, öp!

*

– Bilmiyorum, duymadım, görmedim

hem körüm hem sağır

gözlerimi kaparım

vazifemi yaparım

kelebek gibi uçar,

arı gibi sokarım.

*

Erkekler, pamuk prenses

kadınlar, beyaz atlı prens

umutsuzlar çokoprens bekler.

***

– Hak yiyen “bok” yer. Onun da kötüsü, “bokyedi başı” olmaktır.

– Bir gözü “kalk gidelim” diyor, öbür gözü “bok yeme otur” diyor.

“Cin” olmadan, adam çarpmaya kalkar,

“hakım” diyeceği yerde de “bokum” der çıkar.

– Kaçacağı yerde sıçacağı gelir, diğeri de “sıçtığın yere kadar kovalayacağım” diyor.

– Boka cila çekmişler, takke düşünce kel görünmüş!

– Ağzı olan konuşuyor, bir şeyi de bilmeyin be kardeşim!

Kimi alçak gönüllüdür kimi de alçak olmaya gönüllüdür.

– Hırsızlığı ben öğrettim, şimdi “ayağın tıkırdıyor” diye beni götürmüyorlar.

-Yedi kuma boğmuş, kapı “cır” demiş korkmuş,

*

– Eğer bir ürün ücretsizse, asıl ürün sizsiniz. (KEREN ELAZARİ)

*

– Müptezelleri, müzevirleri gördükçe münzevi oluyorum.

– Hayatımızın çoğu alışkanlıklar ve bağımlılıklardan ibarettir.

– Ne kadar müptelaysan, o kadar müptezelsin. Önce kafa gider, sonra da kasayı kırarsın!

– Diş kaptı, yatak sardı, kayış koptu, kasnak kırıldı. Geldi geçti Genç Osman!

– Başı “meni”, ortası “irin”, sonu “leş”!

– Hedefine ulaşamıyorsan, beklentini düşür.

– Rabbena, hep bana! Ne olursan ol, kendine müslüman olma.

– Dünyada iki tür zenginlik vardır; çok parası olanlar ve çok dostu olanlar. Ancak ikisi bir arada olmaz.

– Hayat, asla vazgeçmeyenleri zamanı geldiğinde ödüllendirir.

– Kocaman bir elmas hediye edersin, bu kez de ağır diye şikayet ederler.

– Bıldır yediğin hurmalar, gelir seni tırmalar!

– Hiçbir şey bilmiyorsan, haddini bil!

– Sen kendine değer vermezsen, başkası hiç vermez.

– Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!

– Eskiden “kazma” diyorlardı, şimdi “karizma” olmuş!

– Biz “kariyer” diyoruz, o “karı yeri” anlıyor!

– Biz “kuşbakışı” diyoruz, o “kuş gözüyle” görmeye çalışıyor!

– Hoppala paşam, Malkara, Keşan!

– Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı!

– Madem yüzme bilmiyorsun, niye çıktın kavak ağacına?

– Elimde hıyar var diyene, tuzluğu alan koşuyor!

– Gencim, güzelim, gerginim, gericiyim!

– Ya iz bırakırsın ya da is!

– İte bak, yattığı yere bak!

– İt ite, it de kuyruğuna buyuruyor!

– Sevmeyeceği eşşeğin önüne, ot koymaz! (Öyle namussuz!)

– Eşşeği seven, ossuruğuna katlanır!

– Eşşeğin aklına, karpuz kabuğu düşürülmez!

“Pardon” çıkalı, eşşekler çoğaldı!

– Geriye gitsem akbaba, ileri gitsem atmaca!

– Her kuşun eti yenmez! Kargadan başka kuş tanımam!

– Kılavuzu karga olanın, burnu boktan çıkmaz!

– Kurt kocayınca, itin maskarası olurmuş!

– Sürüden ayrılanı, kurt kapar. (Kurdun yaptığına bak!)

– Tavşan dağa küsmüş, dağ duymamış bile!

– Tavşana kaç, tazıya tut!

– Kaz gelecek yerden, “tavuk” esirgenmez.

– Köprüyü geçinceye kadar ayıya, “dayı” demek adettendir!

– Ayı aç da olsa, armutun iyisinden vazgeçmez!

– Ya bu develeri götürün ya bu diyardan gidin!

– Deliye laf anlatıncaya kadar, deve bütün hendekleri atladı!

– Öküz öldü, ortaklık bozuldu!

–  Bir pire için yorgan yakılmaz. (Kaç pire olması lazım?)

– Civciv yumurtadan çıkmış, kabuğunu beğenmemiş. (Zevk sahibiymiş!)

– Kedi kendi götünü görmüş, “amanın ne büyük yaram varmış”, demiş.

– Saçlarımı tek tek yolarsam, ne zamandan sonra kel sayılırım.

– Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşır. (Bir de konuşmasalar!)

– Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur. (Kavuşursa görürsün, ebenin…)

– Davul benim boynumda, tokmak başkasının elinde. (Sen yanmışsın!)

– Bir elin nesi var iki elin sesi var. (Bu iyi)

– Dimyat’a pirince giderken, kendine mukayyed ol!

– Dibini görmediğin kuyunun, suyunu içme! (Ben söyleyim de…)

“Zor”, oyunu bozar, oyun bozanlık etme!

“Vur” dediysek, “öldür mü” dedik!

– Benim ağzım sıkıdır, sadece “camiyle kahvenin” ortasında konuşurum!

– Ayarını bozduğun kantar, gün gelir seni de tartar.

– Onlar paralarını, ben anılarımı biriktirdim. (Bozdur bozdur harca!)

“Tecrübe”; her defasında yenisini yediğin kazıklardır!

– Ne kadar emek, o kadar yemek!

– Yemek buldu mu otur, sopa gördün mü kaç!

– Yiyen dikilir, yemeyen yıkılır!

– Karnı aç olanın, kulakları duymaz.

– Dünyadaki açlık, aç olan yoksulları doyuramadığımızdan değil, zenginleri doyuramadığımız içindir.

– Bu nasıl mide, insan yediği çanağa sıçar mı?

– İşimizi yaptığımız yetmiyor, bir de kendimizi feda mı edeceğiz!

– Düşene sevinme, zamanın sana ne sakladığını bilemezsin.

– Arsız güçlü olunca, haklı suçlu olur.

– Kendinden canavar yaratmayı başaran kişi, insan olmanın acısından kurtulur.

– İnsanı ayakta tutan; kas ve iskelet sistemi değil, prensipleridir.

*

İd (alt benlik); ben istediğim şeyi, istediğim yerde, istediğim zaman, istediğim gibi yaparım!

Süper ego (üst benlik); sen istediğin şeyi, istediğin yerde, istediğin zaman, istediğin gibi yapamazsın!

Ego (benlik); ben gereken şeyi, gerektiği yerde, gerektiği zaman, gerektiği gibi yaparım!

*

– Kaybedecek hiçbir şeyin yoksa

devrimcisin.

Kaybedeceğin ne kadar çoksa

o kadar muhafazakârsın.

Çam devirdiklerini çok gördük ama devrimciliklerini hiç görmedik.

Açlık grevine girerler, kilo alıp çıkarlar.

*

Çileye talibiz, ona bile bırakmıyorlar yaşayalım.

Cesaretin bittiği yerde, “esaret”  başlar.

*

– Cümbüş “ibadet”,

içki “bade”,

cinayet “töre”,

halay çekmek de “devrim” olmuş!

*

– Dil dile değmeden, “dil” öğrenilmez!

– Ben herkese inanırım, sadece içindeki “şeytana” güvenmem.

*

– Söylesem tesir etmiyor,

sussam, gönlüm razı gelmiyor. (FUZULİ)

*

– Doğruyu söylesem sizden,

yanlış söylesem Allah’tan korkuyorum,

suskunluğum bundandır.

*

– Suskunluğun asaletimdendir,

bir lafa bakarım “laf” mı diye,

bir de adama bakarım, “adam” mı diye! (MEVLANA)

*

– Doğrular karşısında susan, “dilsiz şeytan”dır. ( Hz. MUHAMMED )

– Susma, sustukça sıra sana gelecek!

– “Söz” gümüşse, “sükut” altındır.

*

– Ne hikmetse, size “hak” olan bize gelince “müstehak” oluyor.

– Herkes kendini hatırlatmak istiyor, biz de unutturmak, dost biriktirmemişiz ki..!

“Dönmek” değil, “fırıldak”olmak kötüdür. Dönmek, yanlışta ısrar etmemektir.

– Aldatan olmaktansa, aldatılan olmayı tercih ederim.

*

– Dut ağacı dut verir,

yemesi zevk verir,

sayısını şaşırırsan,

hesabını popon verir.

– Akılsız başın hesabını ayaklar öder.

*

– Ben çayıra çağırıyorum, o bayıra gidiyor!

– Saldım çayıra, Mevlam kayıra!

– Herkes “masum”, burdaki tek suçlu benim!

Düşene vururlar, bu yüzden dostu olmaz!

– Ölüm var, ayrılık olmasa iyiydi!

– Hiç kimse, vazgeçilmez değildir!

– Bundan iyisi, Şam’da kayısı!

*

SOSYOLOJİ TARİHİ-5

Salı, Ekim 20th, 2009

 MAX WEBER :

 

 Çağdaş toplumsal düşüncede özellikle Amerika’da, toplumbilimlerin gelişimi üzerinde derin etkiler bırakmıştır.

 Ekonomi ve Toplum’ adlı eserinde toplumbilimin konusunu, yöntemini, işlevini incelemiştir.

 Weber’e göre, sosyolojinin nesnel olabilmesi için her şeyden önce değer yargılarından arınmış olması gerekir. Toplumbilimcinin, toplumsal ve siyasi amaçlar güdebileceğini kabul eder. Ancak araştırma sırasında bunlardan sıyrılması gerektiğini vurgular.

 Bu yaklaşımla Weber, gerçekte varolanla, olması gereken arasında yeterince ayrım gözetmeyen; Comte ve Marx’ı değer yargılı bulmuştur.

 Yine Weber’e göre, toplumbilim aynı zamanda genelleştirici bilimdir. Buradan hareketle toplumbilim ile onun önemli bir veri kaynağı olan tarih arasında kesin bir ayrım gözetmiştir.

 Ona göre, bireylerin toplumsal eylemi, toplumbilimin konusunu oluşturur.            Toplumbilimin amacı; toplumsal davranışları açıkça anlamak ve bunların oluşumu ve sonuçlarını nedensel olarak açıklamaktır.

 Bu toplumsal eylem, güdülerle açıklanabileceğine göre bu güdüler niteliğini ve işleyişini araştırmak toplumbilimin görevidir. Öte yandan bireyin eylem güdülerini başkalarının güdü ve eylemleriyle karşılarak etkileşir. Böylece toplumsal ilişkiler düzeyi başlar.

 Bu ilişkilerin tekrarlanarak düzenlilik kazanmasıyla, kurumlaşmasıyla, toplumsal oluşumlara ve toplumsal düzene ulaşılır. Toplumbilim, bu düzenlilikler temeli üzerinde yasalarını geliştirir. O halde bir toplumbilim yasası, toplumsal düzenlilikleri dile getiren genelliklerdir.

 Buna göre toplumbilimin son görevi; toplumsal oluşumların genel tiplerine dayanarak, toplumsal yaşamda yinelenen düzenlilikleri bulmak ve toplumsal oluşumların karşılıklı etkileşimini yöneten yasalara varmaktır.

 Weber’de ‘ideal tip’ kavramı vardır. Bu olması gerekenle ilişkili bir kavram değildir. Tersine, mantıksal bir anlamı olan zihinsel bir kuruluşu dile getirir.

 İdeal tip, toplumsal oluşun ana ögelerini soyutlayıp vurgulayarak gerçeğe bir düzen vermek amacındadır. Kısaca, ideal tipler bir toplumsal oluşumun en belirgin ve genel niteliklerine dayanarak varılan soylu biçimlerdir. Hemen her somut tarihsel ve toplumsal olay, çeşitli ideal tiplerden pay almış karmaşık bir yapıdır.

 Örneğin belli bir tarihsel olay taşıdığı özellikler itibariyle aynı zamanda feodal düzen, bürokrasi ve karizma gibi ayrı ideal tiplerin bir karışımı olabilir.

 Toplumbilimin görevi, karmaşık toplumsal olaylarda neyin hangi tipe ait olduğunu ayırt ederek bu soyut tipleri kurmaktır.

 Örneğin, insanlar arasında kurumlaşmış ilişki olan ve tarih boyunca çeşitlilikler gösteren egemenlik ilişkisi, ari biçimiyle çözümlendiğinde üç ideal tip içinde ele alınabilir:

1-Dayanağını süregelen düzen ve geleneklerde bulan gelenekçi egemenler.

2-Kaynağını egemenin varsayılan üstün veya kutsal niteliklerinden alan karizmatik egemenlik.

3-Nesnel kurallar sistemine dayanan yasal egemenlik tipleridir.

 

 Şimdi Weber, olgular arasındaki ilişkiyi nasıl ele alıyor ona bakalım:

 Toplumsal yapıyı eşdeğer ögeler arasındaki ilişkilerin bir işlevi sayan Weber, örneğin “Protestan ahlakı ve Kapitalist Anlayış” adlı eserinde, din ile ekonomik sistem gibi iki toplumsal olgu arasındaki işlevsel ilişkiyi şöyle incelemiştir:

 Weber’e göre özgür emeğin rasyonel örgütlenmesi biçiminde tanımlanabilecek olan kapitalizmin doğuşunu rasyonel anlayışta aramak gerekir.

 İşte bu rasyonel anlayışı yaratan protestanlık olmuştur. Weber’e göre, her ekonomik sistem gibi çağdaş kapitalizm de belli insan niteliklerinden, belli ilişki biçimlerinden kaynaklanır. Kapitalizmin dayandığı nitelikse rasyonel anlayıştır. Ancak bu anlayış yaygınlaştıktan sonradır ki, kapitalist sistem geçerlik kazanır.

 Bu anlayışın başlıca ögeleri, günlük meslek uğraşılarının değerli bir yaşam içeriği sayılması, dünya başarısının özellikle ekonomik başarının onurlandırılması, öte yandan rasyonel iş yöntemlerinin geliştirilmesidir.

 Her din, ekonomik ve toplumsal ahlak geliştirir. İşte kapitalizmin önkoşulu olan rasyonel anlayış Batı ve orta Avrupa’da protestanlıkla birlikte doğmuş ve başlangıçta, ekonomik kurallarla ilişkisiz bir kaynaktan gelmiştir.

 İnsanın bu dünyadaki başarısını küçümseyen katolik teologların ahlak ilkelerine karşı çıkan Luter ve Calvin gibi protestan reformcular, insanın dünyaya karşı durumunu değiştiren yeni bir öğreti geliştirmişlerdir.

 Her şeyden önce insanın çalışma ve iş ilişkileri konusunda yeni bir ahlak anlayışı getiren protestanlık mesleki uğraşıları kutsayarak bu dünyadaki başarıyı tanrısal değerlendirmenin temel ölçüsü saymıştır.

 İşte dinsel çerçeve içinde beliren bu ahlak değerlerinin yaygınlaşmasıyla kapitalist ekonominin önkoşulu olan rasyonel anlayış doğmuştur.

 Görüldüğü gibi toplumsal yapıyı eşdeğer ögelerin bir işlevi sayan Weber, belirleyici ögenin bağlamdan bağlama değişebileceği kanısındadır.

 

 Sınıf görüşü; Weber, sınıfları karakterlerine göre üç gruba ayırmaktadır:

 1-Toplumsal sınıflar

 2-Sosyal sınıflar hiyerarşisi

 3-Siyasal iktidar hiyerarşisi

 

 Toplumsal sınıflar:

 Weber, sosyal sınıfların temelde ekonomiye bağlı olarak meydana geldiklerini kabul etmektedir. Ona göre, herkesin sıfını sermaye gibi sahip olduğu bireysel imkanlar tayin eder. Bu değişkenlerin bileşkesi durumunda ekonomik ürünlerden faydalanmak bakımından kişiler arası farklılıklar vardır.

 Bir sosyal sınıf aynı durumda olan bireylerden meydana gelir. Ancak bireylerin aynı durumda olduklarının bilincine varmaları gerekir.

 Sermaye, bir yerde sınıfları yapan unsurdur. Sosyal eşitsizliklerin doğmasını, bir yerde bu unsur sağlar.

 Sınıflar arasında farklılıkları doğuran şey, mülkiyetin şekline ve piyasaya sürülen mala bağlıdır. Weber, sınıfların varlığını kabul etmekle birlikte hangi sınıfların bulunduğunu açık bir şekilde belirtmemiştir. Yine işçi sınıfını kabul etmekle birlikte bunların yapmış oldukları iş ve almış oldukları ücret itibariyle büyük farklılıklar gösterdiğini kabul etmiştir.

 Mülkiyet ve eğitim nedeniyle imtiyazlı durumda olanları yönetici sınıfları olarak kabul etmiştir. Aydınları da bir sınıf olarak görmekte ve özel mülkiyet araçlarına sahip olmamalarına rağmen “aydınlar bağımsızdır” demektedir.

 Weber’e göre, sınıflar arasında çatışma da vardır. Ancak bu çatışma, çoğul durumdadır. Yani tüm sınıfların birbiriyle çatışması sözkonusudur.

 Burjuvazi, bürokrasi ve işçi sınıfı birbiriyle çatışmaktadır. Weber’e göre asıl çatışma sermayeyi elinde bulunduran burjuvazi ile işçi sınıfı arasında değil, bürokratlarla işçi sınıfı arasındadır.

 Weber’e göre bilinç yoksa sınıf teşekkül etmemiştir. Çünkü, bilinç yoksa kadercilik vardır. Kaderciliğin ortadan kalkması sınıf bilincinin doğmasına bağlıdır.

 

 Sosyal sınıflar hiyerarşisi:

 

 Weber’e göre sosyal statü, toplumsal itibar hiyerarşisinde önemli bir yeri ifade eder. Ona göre, statüyü belirleyen en geniş anlamıyla, insanların eğitim ve yaşama biçimleridir.

 Statü grubu ile gelir grubu aynı şey değildir. İnsanların fazla gelir sahibi olmaları onların statülerini yukarıda gösterir.

 Weber’e göre modayı belirleyenler belli bir statü grubudur. Ancak aynı modayı taklit edenler aynı sosyal statü grubuna girmezler.

 Ona göre herkes kendi statüsünde olanla evlenebilir ve belli yerlerde çalışabilmek için de belli bir statü grubundan olmak gerekir.

 Bazı sosyal statüler, etnik özellikler gösterir. Mesela, ABD’de en yüksek statüye sahip olanlar sırasıyla; Anglo-Saksonlar sonra İtalyanlar, Portekizliler, Meksikalılar ve en altta zenciler bulunmaktadır. Weber, bu durumu göç olayına bağlıyor.

 Sosyal statü ve sınıflar arasında herhangi bir ilişki var mıdır?

 Sorusuna aynı sınıftan olan kişiler aynı aynı statüden sayılabilirler. Ancak sosyal statü zaman zaman sınıftan daha önemli olabilir. Mesela, bir zenci işadamı ile bir İngiliz işadamı, aynı gelire sahip olsalar bile İngiliz işadamı statü itibariyle daha itibarlıdır.

 Sosyal sınıflar hiyerarşisi her yerde aynı mıdır?

 Sorusuna Weber, “aynı değil” diye cevap verir. Mesela Batı toplumlarında el emeğine dayanan işçiler sosyal sınıf statüsünde alt sıraları işgal ederken, kafa işçiliği ise dah üst sıraları teşekkül eder.

 Rusya’da ise el emeği Batıya göre daha önemli kabul edilir. Osmanlılarda da ticaretle uğraşanlar alt statüde kabul edilirlerdi.

 Weber’e göre üç tür sosyal sınıf vardır:

 1-Sermayeyi elinde bulunduran; ‘burjuvazi’.

 2-Yönetimi elinde bulunduran; ‘bürokratlar’.

 3-Ürün ortaya koyan; ‘işçiler’.

    Her sınıf içinde statü farkları da vardır.

 Sosyal iktidar hiyerarşisi:

 Weber’e göre siyasal iktidarlar, isteklerini zorla da olsa kabul ettirebilme gücüne sahiptirler. İktidarın kaynağında ekonominin büyülü rolü vardır. Ancak siyasal iktidarın kaynağı sadece para değildir.

 Siyasal iktidarlar; üyelerine maddi avantaj ve sosyal prestij sağlamak amacıyla bir yöneticiler grubunu iktidara getirmek için kurulmuş siyasi derneklerdir. Weber’e göre partiler sınıf partisi olabileceği gibi olmayabilir de.

 

 KARL MARX ( 1818 – 1883 ) :

 

 Sonradan Protestanlığı kabul etmiş, Yahudi kökenli Alman bir avukatın oğludur. Çok iyi öğrenim görmüş; tarih, felsefe ve hukuk eğitimi almıştır.

 Hegel’in tesiri altında kalmış, ilk tezini Epiküros üzerine vermiş daha sonra da gazeteciliğe başlamıştır.

 1844 de Engels ile tanışmış ve öğretilerini de bu tarihten sonra daha fazla geliştirmiştir.

 Yetişmesi, yolculukları, dostlukları onu üç düşünce akımının kavşağına getirmiştir:

 Bunlar; Alman felsefesi, Fransız sosyolojisi ve İngiliz ekonomi bilimidir. Bunların etkisi ve sentez çabası ile Marx, kendi öğretisiyle ‘bilimsel sosyalizm’in başladığı görüşündedir.

 Ona göre insan, sadece düşünen varlık değil aynı zamanda eylemde bulunan (praxis) bir varlıktır. Çalışmalarının başlangıcında, insanın faaliyet alanının ekonomi olduğunu, bunun aynı zamanda filozofların da faaliyet alanı olduğunu söyler.

 Diyalektik sayesinde ekonomiyi somut bir felsefe olarak ele aldı. Marxsizm hem bir ideoloji hem de bir analiz metodu kurdu.

 Marxist öğretinin birbirine derinden bağlı üç ana yönü vardır:

 1-Felsefe, 2-Tarih felsefesi, 3-İktisat kuramı.

 

 Marxizmin Felsefesi:

 

 Felsefesi, “diyalektik materyalizm”dir. Marx, her gerçeği maddi sayan ve ruhun, zihnin, kutsal varlıkların ayrı gerçekler olduğunu reddeder.

 Bu konuda klasik maddecilikten (Demokritos, Epiküros vs.) hareket eder. Ancak klasik maddeciliğin durağan olmasına karşılık, Marx’ın ki, dinamiktir. Marx, evreni sürekli bir oluşum halinde görür. Bu görüşünü açıklamak için, Hegel’in; tez, antitez, sentez diyalektiğini kullanır.

 Dünyanın gelişmesini, kimi anlarda zamanla birikmiş belli belirsiz nicel değişmelerin ortaya koyduğu gerilimle ve denge bozukluklarıyla kaçınılmaz biçimde meydana gelen nitel sıçramalarla yani devrimlerle açıklar. Her devrimi yeni ve geçici bir denge izler. Ancak bu denge zamanla, kendi iç çatışmalarını doğurur ve sonuçta yeni bir nitel sıçramaya sebep olur.

 Hegel diyalektiği, idenin tabiatta kendini gerçekleştirmesini göstermek için kullandığı halde Marx, diyalektikten sadece maddi bir evreni otrtaya koymak için yararlanmıştır.

 Marx’a göre, “Hegel’in diyalektiği, başı üzerinde yürümektedir. Bu diyalektiğin akla uygun olabilmesi için, onun ayaklarını yere bastırmak gerekir”, der.

 

 Marx’ın Tarih Felsefesi:

 

 Kendi diyalektik materyalist felsefesinden türemiştir. Ona göre, her tarihi olay, bütün iktisadi üst yapı etkenlerinin tesiri ve tepkisinin bir sonucudur. Toplum bu etkenlerin zoruyla sonunda kendi yolunu bulur.

 Marx’a göre tarih; yani insanların geçmişini ve bugününü belirleyen, sömüren sınıflar ile sömürülen sınıflar arasındaki mücadeledir.

 Bu mücadele sonunda bitecektir. Çünkü, proleterya kendini sömüren sınıftan yani burjuvaziden kurtulabilmek için aynı zamanda toplumu, insanın insanı sömürmesinden ve sınıf mücadelesinden kesinlikle kurtarabilmek için, kendi iktidarını kuracaktır.

 Marx’a göre bu yine sınıf mücadelesinden doğan bir sınıf mücadelesidir. Proleterya, kapitalizmi yıkarak hakkını gaspedenlerden, gaspederek alacaktır.

 Toplumların gelişme yönünü, olayları gözlemleyerek bilimsel yoldan belirlemek isteyen Marx, proleteryanın zaferiyle kurulacak olan sınıfsız toplumun (komünizm) yapısı hakkında berrak açıklamalarda bulunmaktan kaçınmıştır. Sadece sömürülmekten kurtulan insanın, kendi faaliyetine düşen gerçek paya hak kazanacağını ve kendi üretiminin tam karşılığını alabileceğini dolayısıyla da toplumun, insanın insanı sömürmesinden büsbütün kurtulacağını ileri sürer.

 

 Marx’ın ekonomi kuramı:

 

 Kapitalist ekonomiyi eleştirmek bir yerde Marx’a, bir ekonomi teorisi geliştirmek fırsatı vermiştir. Bu kuram, işçi sınıfını kurtaracak mücadelenin sürecini bilimsel yoldan açıklamak içindir.

 Marx’ın, iktisat teorisinin temellerini; “sermaye, değer, emek ve artı değer” kavramlarına verdiği anlamlar oluşturur.

 Sermaye; yalnız sahiplerinin dışında başkaları tarafından işletilen üretim ve mübadele araçlarıdır.

 Bu araçların sahibince, işçilere emekleri karşılığında ödenen ücret toplamı, o malın değerini oluşturmaktadır. Bu fiyata bir de ‘kâr’ eklenmektedir.

 İşte bu kâr, ‘artı değer’i oluşturmaktadır.

 Marx’a göre kapitalist üretim biçimi, üretim araçlarını elinde bulunduran kapitalistlerle, emeğini kapitalistler için kullanan proleteryayı karşı karşıya getirmiştir. Bütün çelişki bu durumdan kaynaklanmaktadır. Müteşebbis, artı değerin büyük bir kısmını, yeni bir artı değer alabilmek için kullanır.

 Ona göre, artı değerin yeniden sermaye haline dönüştürülmesi, sermaye birikimini ve eşitsizliği meydana getiren en önemli olaydır.

 Başlangıçta, çok sayıda yeni el emeğine iş alanı sağlayan kapitalist birikim daha sonra işsizlerin, yoksulların, sınıf dışı kalmış işçilerin meydana gelmesiyle nispi bir nüfus farklılığına yol açmıştır. Bu da sınıflar arası farklılıkları daha da fazlalaştırmaktadır.

 Marx’a göre iktisadi krizler, sermaye birikiminin bir sonucu olmaktadır. Bu krizler üretici kesiminin yeni olanaklarıyla tüketicilerin azalan satın alma gücü arasındaki oransızlıktan meydana gelir ve küçük üreticileri iflasa sürükleyerek onların da proleterleşmesine yol açar.

 Kapitalizmin başka bir iç çelişkisi de üretim ve mübadele araçlarının özel mülkiyette toplanması, üretim sürecinin toplumsal niteliğine aykırı olacaktır. Diğer kuruluşlarda onbinlerce işçiyi bir araya getirmekle kapitalist rejim, üretim sürecine toplumsal bir nitelik verecektir. Bu da üretim ve mübadele araçlarının ister istemez kolektif mülkiyet konusu haline getirecektir.

 Şiddetli bir ekonomik kriz anındaki, genel grev ve eylemler işçi sınıfının devlet yönetimini ele geçirmesine olanak sağlayacaktır.

 Marx’a göre devrimle birlikte proleterya sermayeyi tümüyle burjuvazinin elinden alacak, bütün üretim araçlarını devletin elinde toplayacaktır.

 Tek hakim sınıf olarak örgütlenmiş olan proleterya, devlete de hakim olacaktır.

 Marxist teoeriye göre, bu çeşit bir kolektifleşme hemen hemen bütün ekonomik faaliyetler birkaç büyük anonim şirketin elinde olduğundan dolayı kolayca gerçekleşecektir.

 

 Marx’ın sosyal sınıflara dair görüşleri:

 

 İlk bilimsel sınıf görüşü Marxist görüşle kurulmuştur. Ancak Marx, sanıldığının aksine sınıf konusunda çok açık değildir. Üstelik sınıf görüşünde zaman zaman çelişkiler de görülmektedir. Bu görüşler çerçevesinde İki Marx’tan sözetmek mümkündür; ‘tarihçi Marx’ ve ‘teorici Marx’.

 Tarihçi Marx, toplumları incelerken, pek çok sınıfın varlığından sözeder.

 Teorisyen Marx ise iki sınıf üzerinde durur; kapitalist sınıf ve proleterya.

 Marx’a göre insanın sınıfını, mesleği, geliri veya sınıf bilinci değil bu durumu tayin eden düşüncenin olmasıdır.(Bu görüş materyalizmle çelişmektedir) Belirli durumda olan kişiler yavaş yavaş içinde bulundukları durumda ortam nedeniyle belirli tarzda düşünmeye başlarlar. Eğer bir sınıfta, sınıf bilinci doğuyorsa, bu da o sınıfa bağlı kişilerin belirli koşulların etkisinde kalmalarındandır.

 

Marx, yapmış olduğu tarih incelemeleri neticesinde, toplumların genellikle beş açşamalı bir gelişme gösterdiğini belirtmiştir. Bunlar sırasıyla:

 “İlkel-komünal toplum, antik-köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum ve gerçekleşecek olan, komünist toplum”.

 

 Fiyat = ücret + masraf + kâr (artı değer)

 

 Marx, “fiyat, ücret ve masrafın toplamına eşit olsaydı, sınıf olmazdı”, der. Bir şeyin fiyatını belirlerken, o şey için yapmış olduğumuz masrafa ve işçiye emeği karşısında ödenen ücrete bir de kâr eklenmektedir. Bu kârı yani artı değeri, işçi emeğiyle yaratır ama cebine indiren patron olur.

 İşte bu durum, sınıfların meydan gelmesinde en önemli etkendir.

 

 Marx’a göre devrimin gerçekleşmesi:

 

 Kapitalizm ilerledikçe ve güçlendikçe rekabet piyasası da büyümektedir. Bu piyasa içinde büyük ve küçük işletmeler vardır. Ancak rekabet piyasasında, serbest rekabet şartları olmadığı için küçük işletmeler zor durumda kalırlar. Rekabetin daha da artmasıyla küçük işletmeler, işyerlerini kapatarak başka bir sermayedarın hizmetinde çalışmaya başlarlar. Yani proleterleşirler.

 Sermaye birikiminin hızlanması sonucu, işçi sınıfı genişlerken, sermayedar sınıfı daralmaya başlar.

 Marx, ihtilalin sebebleri üzerinde dururken, en önemli nedenlerden birinin, sermayedar sınıfının zenginleşmesi, işçi sınıfının ise fakirleşmesi olduğunu söyler.

 Arz ve talep kanunlarından dolayı, işçiler çoğalır ve bu yüzden de ücretler düşer. Sonunda devamlı fakirleşen işçi sınıfında patlama olur ve devrim gerçekleşir.

 

 Marx, ideolojilerle sınıflar arasında ilişkiler görmüştür:

 

 Ona göre her sınıfın bir ideolojisi vardır. Örneğin, feodal düzenin hakim sınıfı; ‘toprak burjuvazisi’nin ideolojisi; ‘muhafazakarlık’tır.

 Kapitalist sınıfın ideolojisi; ‘liberalizm’, işçi sınıfının ki ise ‘sosyalizm’dir.

 Bir ülkede hakim sınıf hangisi ise onun ideolojisi hakimdir.

 

  İdeolojik oluşum (alt yapı ve üst yapı):

 

 Ortam (toplumsal çevre) à Kişi (belli bir nedenle incelemeler, araştırmalar, buluşlar) à İdeoloji àPropaganda àToplum / sınıf  àEylem à Ortam (toplumsal çevre) àKişi à Geliştirilmiş ideoloji…

 

 Bir ideoloji toplumun ihtiyaçlarına cevap verebiliyorsa, toplum tarafından benimsenir. Bu benimsenme bir bilinçlenmeye yol açar. Toplumun bilinçlenmesiyle de eylem meydana gelir. Eylemle sosyal ortam değiştirilmeye başlanır. İkinci safhada toplumsal sınıfın kişiyi etkileyen faktörleri, belirli nedenler sonucunda, toplumsal bir çözüm bir ideoloji meydana getirmesine yol açar. Bu durum propaganda yoluyla topluma aktarılır ve bilinçlenmenin sonucunda eylem meydana gelir.

 Şartlar değiştiğinde, ideolojide de değişiklik yapmak gerekir. Aksi halde ideolojiler yok olup giderler. İdeolojide yapılan değişiklikler bir helezon şeklinde devam eder gider.

 

 Marxizmin eleştirisi:

 

 Marx, işçi sınıfı ile burjuva arasında kalan sınıfı ihmal etmiştir. ‘Orta sınıf’ olarak nitelendirilen sınıf, Marx’da gereği gibi incelenmemiştir.

 Örneğin, doktorlar kendi artı değerini kendileri yaratmakta ve kendileri almaktadır.

 Yine çağdaş marxistlerin, küçük burjuva olarak niteledikleri memurlar ve bürokratların sermayedar sınıfa mı yoksa işçi sınıfına mı sokulacakları belli değildir.

 

 Marx’ın sınıf görüşünün sistemleştirilmesi:

 

 Sınıf ayrımının temeli, üretim araçlarının mülkiyet biçimidir. Yani özel mülkiyet sınıf ayrımının temelini oluşturmaktadır. Aynı zamanda özel mülkiyet işbölümüne neden olmaktadır. Kısaca:

 İşbölümü + özel mülkiyet = sınıf ayrımı.

 

 İlkel komünal toplumlarda, işbölümü ve özel mülkiyet olmadığı için, ilkel komünist / sınıfsız toplumlardır.

 Toplumsal işbölümünün başlaması ve yaygınlaşması ile özel mülkiyet ortaya çıkmıştır. Özel mülkiyet de sınıflara yol açmıştır.

 Toplumsal evrim çelişenlerin çatışmasıyla olmaktadır. Örneğin, antik- köleci toplumda; köle ve efendisi, feodal toplumda; derebeyi ve serfler, kapitalist toplumda; işçi ve sermayedar sürekli çatışmaktadır. Toplumların tarihi, bu çatışmaların tarihidir.

 Yeni bir sınıf oluştuğu zaman bir önceki sınıf ortadan kalkmaz, gitgide önemini kaybederek devam eder.

 

 Marx’a göre sosyal tabakalar:

 

 Marx, çok açık olmamakla beraber sınıfların içinde bir takım tabakaların da bulunabileceğini söylemiştir. Ana çatışma sınıflar arası olmakla birlikte ikinci dereceden sınıf içi çeşitli tabakaların birbiriyle çatışan menfaatleri olabilir.

 Örneğin, burjuvazi içinde; endüstriyel burjuvazi, ticari burjuvazi, toprak burjuvazisi gibi tabakalar vardır. Zaman zaman bunların menfaatleri birbiriyle çatışır. Yine işçi sınıfı içinde; kafa işçisi, kol işçisi. Kol işçileri içinde teknisyenler, ustabaşılar gibi sınıf içi tabaka mücadeleleri görülebilir.

   Her sınıf, diğer sınıfla yapmış olduğu mücadele de sınıfın kendi içindeki tabakalar arasındaki çatışmadan yararlanmaya çalışır.

 

 Weber ve Marx’ın karşılaştırması:

 

 1-Marx konulara makrososyoloji, Weber ise mikrososyoloji açıdan bakar.

 2-Marx; topluma, toplumlara önem verir, Weber ise birey ve gruplara.

 3-Marx’a göre ekonomik koşullar üretim araçlarının mülkiyetine bağlıdır. Weber ise ekonomik koşullara önem verir. Ancak mülkiyet konusunda bir açıklık getirmemiştir.

 4-Marx’a sosyal sınıfları doğuran bilinç değil kişilerin içinde bulundukları ortamdır. Yani üretim araçlarına sahip olup olmadıklarıdır.

 Weber’e göre ise sosyal sınıfları doğuran bilinçtir.

 5-Marx, sosyal farklılaşmada sınıflaşmayı ele alır. Hiyerarşik farklılıkları sosyal sınıflara bağlar.

 Weber ise hiyerarşiyi sınıflandırır.

 6-Marx, sınıf farkının ortadan kalkması için devrimi gerekli görür.

 Weber ise piyasa ekonomisinin olmadığı yerlerde sınıf farkının olmayacağını, piyasa ekonomisi süreceğine göre de sınıf farklılığının da olacağını ileri sürer.

 7-Marx’a göre, sınıflar arasında bir çatışma vardır. Ve bu çatışmada uzlaşma sözkonusu değildir.

 Weber’e göre ise sınıf çatışmasında uzlaşmalar olmaktadır. Bürokrasi işini iyi yaptığı sürece çatışmalar en aza inecektir.

 8-Marx devlete, Weber ise iktidara önem verir.