Posts Tagged ‘İ.Haldun’

İLMİ

Pazar, Ağustos 31st, 2014

-“Yapay zeka, insan beynini  hackleyebilir, biometrik verilerimiz birileri tarafından ele geçirilebilir…İnsanın yüz, parmak izi ve DNA gibi verilerinin bir kaç gücün eline geçebileceği riskine karşı, yapay zeka konusunda küresel işbirliği ve düzenleme yapılması zorunludur…Yapay zeka üzerinde denetim olmaması nedeniyle, insana ait verilerin güçlü hükümetler ve şirketlerin eline geçebileceği, bunun da yapay zeka tarafından, insanların hacklenme gibi korkunç sonuçları olabilir. bu durum ABD ve Çin gibi ileri teknolojilerde yarış halinde olan ülkeler tarafından yakın zamanda da olabilir.”

YUVAL HARARİ

“Galaksilerle, sinir hücrelerini düzenleyen fiziksel güçler arasındaki gözle görülür farka rağmen iki ağ arasındaki bağlantısallık aynı fiziksel ilkeleri izleyerek evriliyor.”

“Bu iki karmaşık ağ, evrendeki ağ ve bir galaksi veya bir sinir ağıyla sinir hücresi arasındakinden daha fazla benzerlik gösteriyor…Kısaca evren, dev bir insan beyni gibi.”

ALBERTO FELETTİ

***

 Evren, “üst sınıf varlıklar” tarafından bir laboratuvarda oluşturulmuş olabilir.

 Bu durum doğru olursa, dinlerin “yaratıcı” kavramı ile seküler bir kavram olan “kuantum yerçekimi” birlikte kullanılmaya başlanabilir.

  Evrenimiz, sıfır net enerji ve düz bir geometriye sahip olduğu için, gelişmiş A sınıfı bir uygarlık tarafından, “kuantum tünelleme” yoluyla yoktan bir evren olarak labaratuarda geliştirilmiş olabilir.

 Düşük seviyede bir teknolojiye sahip olan insanların uygarlığı, yıldızına bağımlı C sınıfı bir uygarlıktır. Teknolojimiz, güneş’ten bağımsız hâle gelebilmemizi sağlarsa, B sınıfı bir uygarlık olabilir. Bunun sonrasında da laboratuvarda, kendi “bebek” evrenlerimizi yaratabilirsek, A sınıf bir uygarlığa dönüşebiliriz.

 Ancak birçok şey teknolojimizin bu kadar gelişmesini engelliyor. Bunlardan en büyüğü, küçük bir bölgede yeterince büyük bir karanlık enerji yoğunluğu oluşturamamamız. Bunu oluşturmayı başarabilirsek A sınıf bir uygarlığa dönüşebiliriz.

 Yalnızca insanlar, A sınıf uygarlık olmaya çalışan canlılar değiller.

 (Loeb’a göre teknolojik olarak gelişmiş bir uzaylı topluluğunun gönderdiği bir araç, 2017 yılında güneş sistemimizi ziyaret etti.)

Harvard Üniversitesi’nin eski astronomi bölümü başkanı ve fizik profesörü:

 AVİ LOEB

– 1-“İnsanlık, çok üstün bir teknolojik çağa ulaşmadan yok olacaktır.”

2.”Teknolojik olarak, üst düzeylere ulaşan medeniyetlerin hiçbiri, bizim evrimsel tarihimizi simüle etmekle ilgilenmeyecektir.”

3.”Neredeyse kesinlikle, bilgisayar simülasyonunda yaşıyoruz.”

NİCK BOSTROM

-“Hepimiz neredeyse tamamen, Matrix filmindeki gibi başkaları tarafından kontrol edilen, bir oyunda yaşıyoruz”

ELON MUSK

– Bana bir kaldıraç verin, dünyayı yerinden kaldırayım.

ARŞİMET

– Benim için küçük, insanlık için dev bir adım. (Aydaki ilk adımı için söylemiştir.)

NEİL ARMSTRONG

– Algılayan insana karşı, bağımsız bir dış dünyanın varlığı, bütün bilimlerin temelidir.

Kütle, yoğunlaşmış enerjiden başka birşey değildir.

– Hareketli bir cismin kütlesi, hareketiyle birlikte arttığına ve hareket bir enerji biçimi olduğuna göre, hareketli bir cismin kütle artışı, o cismin artan enerjisinden gelir. Açıkçası enerjinin kütlesi vardır:  “E = mc²”

Özdek; hareket, zaman ve mekandan ayrılamaz, o kendiliğinden devingen ve gelişkendir.

– Dünya ona zarar verenler yüzünden değil, buna hiçbir şey yapmadan bakanlar yüzünden, tehlikeli bir yerdir.

 ALBERT EINSTEIN

– İnsan yok olurmuş, olabilir ama dayanarak yok olalım. Yazgımız hiçlikse bile, bunu kendimiz haketmiş olmayalım.

OBERMAN

– Bütün savaşların sonunu getirecek silah bulundu (atom bombası).Bundan sonra kimse savaş açmaya cesaret edemez.

– Atom bombasını imal etmekle, bilim adamları günahkarlığı öğrendiler.

 OPPENHEİMER

– Her sorunun basit bir çözümü vardır, o da “yanlış”tır.

KARL POPER

 G.V.PLEKHANOV:

Formel mantık, realitede geçer değildir. Hareket, ayniyet ve çelişmezlik prensibine tabi değildir.Çünkü; madde hareketsiz, hareketsiz de madde olmaz. Bütün alemin esası bu hareketli maddedir. Hareket halindeki bir cisim, aynı zamanda hem burada hem de başka yerdedir..Hem vardır hem de yoktur. Bizzat bu değişmenin varlığı, gerçekte “çelişmezlik mantığı yerine”, “çelişme mantığı” veya diyalektiğin cari olduğunu gösterir.

Ya formel mantık doğrudur, o zaman realiteyi inkar etmeli ya da realite doğrudur, o zaman da formel mantık ilkelerinin geçerliliği yoktur.

Eğer mantığımız doğruysa, Zenon gibi hareketi inkar etmemiz gerekir.

———–***——–

– Felsefe olmazsa bilim ilerleyemez.

– En büyük sorun, düşünmeyi düşünmemek.

– Ahlakın olmadığı yerde din, dinin olmadığı yerde hukuk, hukukun olmadığı yerde kanun, kanunun olmadığı yerde ceza vardır.

– Mecburiyette mesuliyet yoktur.

– Doktor hastaya, hasta tıbba, tıp endüstriye, endüstri kapitalizme, kapitalizm ölüme mahkumdur.

– Bugünün tıbbına gore, tedavi edilmiş her bir hasta, kaybedilmiş bir müşteridir. Hastayı öldürmeyin ama tedavi de etmeyin, ömürboyu ilaç kullansın.

– Nice zeki insanlarımız var, kürekle ahırla ve gübre küremekle meşgul, nice aptallar da var, çok önemli makamlar işgal eder.

– Bilimde kesinlik yoktur. Bir insan ‘kesin olmaz’ diyorsa, bilimadamı olamaz.

– Bilim kendisini kötüye kullananlardan intikam alır. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

-Bilimin, tasavvuf ve islama ihtiyacı var. 22. asır, tasavvuf asrı olacaktır. Bütün bilimlerin bir sonraki aşaması, ötesi ‘meta’dır.

– Atomun yüzde doksan dokuzu boşluktur. Bir parçacığın yerini ölçmeye çalışırken frekansıyla, frekansını ölçerken de parçacıkla karşılaşıyorsun. Varlık yerine hiçlik, yokluk karşına çıkıyor.

– Yaşam bir titreşimdir yani frekanstır. Titremiyorsan ölmüşsün demektir. Yaşam, vehbiyetten kesbiyete geçiştir yani Allahtan gelenin ortaya çıkmasıdır.

– Gönül, iman kalpte değil beyindedir. Herşeyin canı vardır. Can, işletim sistemidir. Can çıkınca, beden ölür ama ruh ölümsüzdür. Ruh, beynin ötesinde ama dışında değil, hakkında çok şey de bilmiyoruz. Allah ‘ruhu bilemezsiniz’ diyor.

PROF. İSMAİL HAKKI AYDIN

– Teknoloji, sosyolojiyi değiştirir.

ABDULLAH ÇİFTÇİ

———-***————

-Eğer tüm evrende yaşam sadece dünyada varsa, bu çok büyük bir yer israfı olurdu.

– Yaşamın başlangıcını bir milyon yıl kabul edersek, insanlık tarihi sadece son bir kaç saniyeden ibaret olurdu.

– DNA’mızdaki nitrojen, dişlerimizdeki kalsiyum, kanımızdaki demir, elmalı turtamızdaki karbon çöken yıldızların içlerinde yapıldı. Bizler  yıldızların malzemesinden yapıldık.

– Evrenin sonsuzluğu karşısında dünya çok küçük bir sahne. Bütün o generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferle bir toz zerresinin bir anlık efendileri oldular.

– Herşey, bir gün ışığı huzmesinin üzerinde asılı duran  o toz zerresinde (dünya) duruyor.

– Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir.

Bizler evrenin kendisini düşünmesiyiz.

– İnanmak değil bilmek istiyorum.

CARL SAGAN

– Fizik tek başına “neden hiçbirşey değil de birşeyler var?” sorusuna yanıt bulamaz.

ROWAN WİLLİAMS

Ben, bilimi giderek daha iyi anladıkça, tanrıya daha fazla inanıyorum.

Prof. JOHN LENNOX

HEISENBERG İLKESİ (Belirsizlik İlkesi):

Kuantum fiziğinde, bir parçacığın yerini tespit ettiğimizde hızını, hızını tespit ettiğimiz de ise yerini tespit edemiyoruz.

***

– Evrim, tanrının yaratma biçimidir.

– Tabiat, çeşitlilik üretir.

– Kadınların trafikte iyi olmamaları,  trafiğin sadece erkek aklı ve davranışına göre yanlış dizayn edilmesindendir.

– Beynimizin tamamı çalışıyor ama potansiyelinin çok azını kullanıyoruz.

– Herşeyin nasıl olduğunu anlamak için, tanrının zihnini okumamız gerekir.

SİNAN CANAN

– Sizi mutsuz eden olayın kendisi değil, ona verdiğimiz tepkidir.

– Sizi uçuran rüzgar değil, ona karşı aldığınız pozisyondur.

– Kişi kendisi yapamadığında, başkasını eleştirerek kendisini iyi hisseder. Ebevenyler, çocuk başını masaya vurduğunda “tu kaka, pis masa” diye masayı suçlar. Bu aslında eğitim hatasıdır, bunun düzeltilmesi lazım.

NEVZAT TARHAN

—*—

 – Coğrafya kaderdir.

İBN-İ HALDUN

– İyiyi ve doğruyu düşünmek; insanlığın mutluluğu, barışı, özgürlüğü, mutlak ve değişmez gerçeklik değilse, kurtuluşa götüren yol değilse düşünceleriyle başka bir sonuca varmış olanlarla savaşmanın hiçbir anlamı yoktur.

– İtaatsizlik için bir insanın yalnızlığa, yanılgıya ve suça yönelik cesaretinin olması gerekir.

“Çocuksu aşk” sevildiğim için seviyorum, “olgun aşk” ise sevdiğim için seviliyorum.

-Kendilerine güvenmeyen insanlar, başkalarına güvenirler.

E. FROMM

– Yetişkinlik, ergenliğin bir fantezisidir.

– İnsan, doğuştan antisosyaldir. Toplum, fizyolojik ihtiyaçlarını karşıladığı oranda sosyalleşir.

-İnsan, “haz” arayışındadır.

– Para mutluluk getirmez. Çünkü mutluluk, çocukluk arzularının tatmin edilmesidir, para da bu arzuların nesnesi değildir.

FREUD

-İnsan, “üstünlük” arayışı içindedir.

ALFRED ADLER

-İnsan, “anlam” arayışı içindedir.

VİCTOR FRANKL

– İnsan, yediği şeydir.

L.FEURBACH

-Yediklerin ilacın, ilacın yediklerin olsun.

HİPPOCRATES

 – Yeterince ileri olan herhangi bir teknoloji, sihirden ayırdedilemez.

C. CLARKE

 – Sonsuzlukta her şey, başlangıçtır.

– Tanrıya inanmayan, dünyanın tüm suçunu üstlenmiş olur.

   ELİAS CANETTİ

 – Büyük patlamadan sonraki yarım saniye kimin umurunda!..Asıl çıldırtıcı olan, patlamadan yarım saniye öncesi…

FAY WELDON

– Robotlar o kadar akıllı olacak ki, doğaya hükmetmeye başlayacak. Sonunda insanlar, robotların bakıma muhtaç evcil hayvanları haline gelecek.

STEVE WOZNİAK (Apple ceosu)

 – Uzayda duran bir cisim, harekete geçirilmediği sürece, devinimsiz  olarak durur. Hareket halindeki bir cisim de, durdurulmadığı sürece devinime devam eder (atalet / eylemsizlik yasası).

 – Kütleler merkezkaç kuvveti nedeniyle birbirlerini hem çekerler hem de iterler.

 – İnsanlar köprü kuracakları yerde, duvar ördükleri için yalnız kalırlar.

NEWTON

– Hayallerini kendi gücüyle gerçekleştireceğine inanan insan; şevklidir, inançlıdır ve yaşama sevinci vardır.

Kişinin gelecekteki umudu, onun şimdiki gücünün kaynağıdır.

– İnsan, her zaman kendisinden daha güçlü bir bütünün parçası olmak ister.

– Canda özür yoktur, canın küçüğü büyüğü de olmaz.

– İnsanın eşi, hayatının en mahrem tanığıdır.

– İnsanların çoğu hayatı, “elalem ne der?” diye sürdüren, yaşamını sürekli başkası için tekrar eden, “kültür robotudur”.

– Sonsuz bir geçmişle, sonsuz bir geleceğin kesiştiği, tekrarı olmayacak olan “şu an”da bir arada bulunuyoruz. Öncelikle bu kıymetli anın kavranması, hayatı değerli kılar.

– Güçlü değilsen, güvensiz biri olarak görülüyorsun. Toplumda “güçlü olmak” daha önemli algılanıyor.

– Kim daha asık suratlı, gülmüyor, sert görünüyor, o, en yukarıda bulunuyor. Mevki sahibi olunca, böyle olmak gerekiyormuş gibi.

“Komşular ne der?” aşaması; ben düşünmem, sen ne karar verirsen ben onu yaparım. Birey aşaması; hiç tartışmam, ben karar veririm ve sen uygularsın. Biz aşaması; birlikte karar verir, birlikte yaşama geçirir ve uygularız.

DOĞAN CÜCELOĞLU

-Birçok şeyi düşünüp de bir hedefe yönelmemek, enerjisini boşa harcamaktır.

“Başkası ne der?” aşamasından, “ben” aşamasına doğru bir geçiş olmakta ancak birlikte bir şeyler başarabilmek için, “biz” olmamız gerekir.

– “Ben” aşamasında artan boşanmaların, azalması için de “biz” aşamasına geçmek gerekir.

Büyük liderler, başkalarının göremediğini gören ve diğerlerine de gösterebilen kişilerdir.

İnavasyon demek; zaman, bilgi ve enerjiyi yönetebilmek demektir. Özellikle enerji yönetimi, zamana yön vermektir.

“Kendine güvenen insan” değil, “özgüvenli olmak” önemlidir. Özgüvenli insan, içsel yolculuk yapan, kendinin farkında olan insandır.

Başarı, birlikte başarmayı başarmaktır. Özgüvenli insanlar, birlikte başarmayı, başaran insanlardır. İnsanlar; güvensiz olanlar, birey olanlar ve birlikte iş yapanlar olarak üçe ayrılırlar.

SİNAN YAMAN (YGA KURUCUSU)

– İnsanların güvenini kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim.

ROBERT BOSCH

– Anlam, anlamlı etkinlikler sonucu oluşur.

– Hayatta 4 şey kaçınılmazdır:

– Her birimiz ve sevdiklerimiz adına ölümün kaçınılmazlığı,

– Yaşamımızı kendi irademizle biçimlendirme özgürlüğümüz,

– Nihai yalnızlığımız,

– Yaşamın belirgin bir anlamdan yoksun oluşu.

       IRVIN YALOM

– Her şey değişebilir, her şey tartışmaya açıktır. Ancak dinler, Marksistler, Stalin, Hitler bunu kabul etmiyor. Bir tek bilim her şeyi tartışmaya açar. Üstelik onda da amaç, tartışmanın sonucunda doğruyu bulmak değil, ona yaklaşmaktır. Bunu da yanlışları eleyerek yapar.

Porno sitelerinin ve filmlerinin ilk ve en önemli faydası, cinsellik konusunda bu eğitimi bireye görsel olarak vermesidir. Bu eğitimi almayanların, ne haltlar ettiklerini her gün gazetelerde okuyoruz; ırza geçme, namus cinayetleri, çocuklarla cinsel ilişkiye girme gibi sapıklıklar, adam gibi cinsel eğitim almamış ve bu nedenle tabiatın kendisine verdiği çiftleşme dürtüsünü kontrolden aciz erkeklerin yarattığı vahşet örnekleridir.

CELAL ŞENGÖR

– Çağdaş toplum, tek erkek ve tek kadın diye bir düzen icat etmiş. Monogami de insan icadıdır. Günlük yaşamda, tarih boyunca monogami olmamıştır. Monogaminin Grekçe kökeni, yaşam boyunca bir kez evlenmek anlamına geliyor. Kadın ve erkeğin evlilik dışında seksüel davranışlarına ilişkin bir şey içermiyor…

Ne tarihte ne doğada, ne erkek ne de kadın için tekeşlilik yok…Aslında gerçek tek eşliliğin aşkla, sevgiyle, toplumsal ahlak kurallarıyla ilgisi olabilececeğini fakat doğada olmadığını gösteriyor, gerisi söz.

DOĞAN KUBAN

– Usül bilmeden, vüsule erilmez (bir yere varılmaz).

ANONİM

– Cahil insana  öğretirsin ama yarı cahil birine hiç bir şey öğretemezsin, herşeyi bildiğini sanır. 

“Kasabalılık” en berbat şeydir. Ne tam köylü ne de şehirli, ne olduğu belli değil. İstanbul da giderek “kasabalılaşıyor”.

İLBER ORTAYLI

***

SADELİK (CEOtudent)

 “Sadelik sanatı, bir karmaşıklık bilmecesidir.” -Douglas Horton

 “Eğer bir şeyi anladığınızı ölçmek istiyorsanız altı yaşındaki çocuğa anlatmayı deneyin, açıklayamıyorsanız kendiniz de anlamamışsınız demektir.” -Albert Einstein

 “En büyük fikirler en basit olanlardır.” William Golding

“Bilgi, gerçekleri toplama sürecidir; bilgelik ise bu bilgileri sadeleştirme becerisi.” -Martin H. Fischer

 “İnsanlar basitlik ile sadeliği karıştırır. Ancak arada nüans vardır.” -Clement Mok

“Sadelik, açık olanı çıkarıp anlamlı olanı eklemektir.” -John Maeda

“İşler asla göründüğü kadar karmaşık değildir. Basit sorunlara gereksiz yere karmaşık cevaplar bulmamıza neden olan şey sadece kibrimizdir.”Muhammad Yunus

“Karmaşıklık etkileyicidir ancak sadelik dahiliktir.” -Lance Wallnau

“Dehanın rolü basit olanı karmaşıklaştırmak değil, karmaşık olanı sadeleştirmektir.” -Criss Jami

 “Bilginin evrimi, karmaşıklığa değil sadeliğe doğrudur.” -L. Ron Hubbard

“Yaşamın sadeleştirilmesi, iç huzur için atılan adımlardan biridir.” -Mildred Norman

 “Yaşamınızı sadeleştirdiğinizde evrenin yasaları daha basitleşecek, yalnızlık, yoksulluk veya zayıflık olmayacak.”

-Henry David Thoreau

“Hayat gerçekten basit ama karmaşık hale gelmesi için ısrar ediyoruz.” Konfüçyüs

“En karmaşık beceri, sade olmaktır.” -Dejan Stojanovic

 “Gerçek her zaman sadelikte bulunur, kalabalık ve karmaşada bulunmaz.” Isaac Newton

 “Odaklanma ve sadelik benim mantralarımdır. Sadelik, karmaşadan daha zor olabilir. Düşüncelerinizi sadeleştirmek için çok çalışmalısınız ama buna değer. Çünkü bir kez o seviyeye eriştiğinizde her şeyi başarabilirsiniz!” -Steve Jobs

“Muhteşem şeyleri üreten her zaman sadeliktir.” -Amelia Barr

“Karakter olarak, tarz olarak, her şeyde en üstün mükemmellik sadeliktir.” -Henry Wadsworth Longfellow

“İnsanlığa öğretmem gereken sadece üç şey var: sadelik, sabır, şefkat. Bu üçlü en büyük hazinedir.” -Lao Tzu

“Sadelik, güvenilirlik için ön şarttır.” -Edsger Dijkstra

 “Sadelik, çok az ve çok fazla arasındaki dengedir.” -Sir Joshua Reynolds

 “Düzen ve sadeleştirme, bir konu hakkında ustalaşmak için atılan ilk adımlardır.” -Thomas Mann

SOSYOLOJİ TARİHİ-1

Pazar, Ekim 4th, 2009

 

 Sosyal düşüncenin tarihi, çok eskilere dayanmaktadır. İnsanı anlamak için sosyal hayata değinmek gerekir. İnsan, düşünme ve sosyal hayat kavramları arasında sıkı bir bağ kurmuştur. Sosyal sorunlarla ilgili olarak insanlar, binlerce yıldan beri bir takım görüşler ileri sürmüşlerdir.

 Sosyal sorunlar bizim dışımızdadır. Biz istesek de istemesek de sosyal sorunların etkisi altında kalırız. Nerede insan varsa, orada sosyal hayat vardır. Sosyal hayat hakkında ileri sürülen fikirlere; ‘sosyal düşünce’ denir.

 Sosyal hayattaki sorunlar, hiç de kolay değildir. Birey olarak toplumda, kendi hayatımızı yaşarız. Her birey, aile içinde doğar ve sosyal hayata adımını orada atar. Her insanın sosyal hayat hakkındaki fikirleri, farkında olmadan bize de yerleşir. Örneğin; adetler, gelenekler, görenekler vs. Herkesin bir ana dili vardır, bazıları bunu daha iyi, bazıları da daha kötü konuşur. Dil, bireyin yaşadığı ortamla ilgilidir.

 Sosyal hayatı anlamak, nesneleri keşfetmek başka şey, sosyal hayatı yaşamak başka şeydir.

 Sosyal düşüncenin tarihi, insanın düşünce tarihi kadar eskidir. Felsefenin başlangıcından itibaren insanlar çeşitli sorular sormuşlardır. Bu düşünce ve fikirler sosyolojiyi başlatmışlardır.

 Bugünkü bilim, tümevarım yöntemini kullanırken, filozoflar tümdengelim yöntemini kullanmışlardır.

 Filozoflar, varolan şu alemi anlamaya çalışmışlardır. Kainatı anlamakta; tanrı, evren, insan başlıca sorunları olmuştur. Sonuçta filozoflar, insanla ilgili problemleri çözmek için sosyal hayatı da ele almışlardır.

 Filozofun, düşünce sisteminin başına koyduğu hakikatlerle, sonuna koyduğu hakikatlerin tutarlı olması gerekir.

 

 İlk prensipleràdüşünceleràson hakikatler

 —————-                          ————-}Filozofik sistem

    Temel                                     Sonuç

 

 Felsefe de bir devamlılık vardır. Ancak, bütün filozofların söyledikleri birbirinden farklıdır. Çünkü bütün filozoflar, aynı temellerden başlar, farklı hakikatlere varırlar.

 Leibniz’e göre her şey bir monad’dır. Her monadın dış aleme açılmış bir penceresi vardır. Her monad, penceresinden dış alemi seyreder. Yani insan, kendi görüş açısından dış alemi görmektedir.

 Böylece filozoflar da kendi pencerelerinden gördüğü ve doğru olarak kabul ettiği prensipleri, sistemlerinin başına yerleştirmiş, sonuç olarak gördükleri hakikatleri de kabul etmek zorunda kalmışlardır.

 Her felsefi sistemin bir başı ve sonu vardır. Bütün filozofların, sosyal hayat ile ilgili söylemiş oldukları da yine felsefi sisteme göre değerlendirilmek durumundadır.

 

 PLATON (M.Ö.427-347):

 

 Platon, sosyal düşüncesini ‘cumhuriyet’ üzerine kurmaya çalışırken, bugünkünden çok farklı bir devlet idaresi ileri sürmüştür. Onun felsefi sistemi, insanı oluşturan kavramlar üzerine oturmuştur. Bu kavramların başında da ‘erdem’ kavramını görmekteyiz. Platon erdemi, iyinin ve adaletin oluşturduğu bir muhtevaya oturtmak istemiştir.

 Ona göre iki alem vardır:

 1-Gerçek alem; idealar alemi.

 2-İçinde yaşadığımız; gölgeler alemi.

 Esas olan idedir. Fedakarlığın, iyiliğin ve şefkatin idesidir. Her şeyin bir idesi vardır. Mesela tüm güzellikler, güzel eserler, ‘güzellik ideası’nın bir tezahürüdür / yansımasıdır.

 Platon’a göre genel fikirlerimiz ve kavramlar, idelerin fikir dünyamızdaki izdüşümleridir. Gerçek varolanlar; idelerdir. Örneğin biz, hareketi idea olarak göremeyiz. Gördüğümüz, hareket eden tek tek nesnelerdir. Bu hareket eden şeyler, hareket idesinin birer izdüşümleridir.

 Platon’un, bu söylediklerini şematize edersek:

 


 Yaşadığımız alem:   Zihinsel alem:           İdealar alemi:

 -Gölgeler alemi        ‘Güzellik’kavramı    ‘Güzellik ideası’

 -Güzel davranış

 -Güzel eşya

 -Güzel insan

 

 Bu hakiki varlıklar, zihin alemimize kavramlar olarak tezahür ediyor. Biz yaşadığımız tüm olaylara buna göre ad takıyoruz.

 İdeler alemindeki güzel, ezeli ve ebedidir. Değişmez ve mutlaktır. Herkes için güzeldir.

 Platon, felsefi sistemi içinde insanın manevi değerlerini de temellendirmek istemiştir.

 Ona göre ‘erdem’, üç büyük insani yetenek; zeka, duyarlılık, irade ve bunların meydana getirdiği ‘adalet’le açıklanabilir. Kısaca erdem; adalettir.

 Adalet ise; zeka, duyarlılık ve iradeden meydana gelir. Erdemli insan; zekasını, duyarlılığını ve iradesini kullanan insandır. Zeka sahibi insan doğru düşündüğü sürece, erdemli ve adaletli olacaktır.

 İradenin erdemli ve adaletli hali; cesarettir. Duyarlılık ise, ölçülü olmayla anlam kazanır. Platon bu düşüncelerini, devlete uygular. Ona göre adil devlet için, insanları terbiye etmek şarttır. Terbiye, devlet tarafından gerçekleştirilir.

 Devlet, adaleti gerçekleştirmenin aracıdır.

 Platon, devleti üç tabakada düşünür:

 1-Zeka işleri – icra organları (yasama, yürütme, yargı); yöneticiler.

 2-İrade organları (askerler, muharip zümre); koruyucular.

 3-Tüccarlar, zanaatkarlar, esnaf ve çiftçiler; üreticiler.

 

 ARİSTOTELES :

 

 Platon’a nazaran daha gerçekçi bir filozoftur. Mümkün olduğu kadar araştırmalarında, deney ve gözlem metodunu kullanmıştır. Ortaçağda otorite olarak kabul edilen Aristoteles, gerek Batı düşüncesine gerekse İslam düşüncesine etkilemiş bir filozoftur.

 Klasik mantığın kurucusu kabul edilen Aristoteles, ‘Organon’ adlı eserinde, varlığa yüklenen yüklemin konularını, kategoriler adı altında toplamıştır.

 Kavramlar, tanım, tanım çeşitleri, hüküm, önermeler, kıyas ve kıyas çeşitleri konusunda bu eserinde yenilikler getirmiştir.

 Konuşma diliyle çok yakından ilgili olan, klasik mantık çalışmaları onun felsefi sistemini çok etkilemiştir.

 Platon’da eşyalar ile ideler arasındaki ilişkiler açık ve seçik olarak görülemiyordu. Aristoteles’e göre ideler olsa olsa eşyanın formu/şekli olabilir. Ona göre gerçekten varolan ne idedir ne maddedir ne de harekettir; bunların hepsidir.

 Varlık = cevher + ide + madde + harekettir.

 Ona göre varlık, somut gerçekliktir ve bir eserin meydana gelmesi için 4 şartın olması gerekir:

 1-Maddi sebebin olması; örneğin bir heykel yapmak için önce onun maddesinin yani mermerinin olması gerekir.

 2-Formel sebebin olması; zihinde ne olması gerektiğine dair bir tasarımının olması gerekir.

 3-Failin olması; eseri yapacak bir failin ya da bir enerjinin olması gerekir.

 4-O işin amacının olması lazım; o iş hangi amaç için yapılacak, bunun bilinmesi gerekiyor.

 

 Sekiz ciltten oluşan ‘Politika’ adlı eseri, sosyal düşüncenin gelişmesinde büyük etkisi olmuştur. Bu eser 158 şehir devletinin tümevarım tekniği ile incelenmesinden meydana gelmiştir. Aynı zamanda bu şehir devletlerini karşılaştırmalı olarak da incelemiştir. Politika devlet adamları için uzun süre bir klavuz olarak kalmıştır.

 Önce kısımlara sonra bütüne bakan Aristoteles’e göre her sosyal birimin bir gayesi vardır. Bu gaye iyiye ve faydaya yöneliktir yani muhakkak işe yarayan bir faaliyettir.

 Örneğin, Aristoteles’in aile hakkındaki görüşleri şöyledir:

 “Aile, insanın günlük ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuştur. Ailenin parçaları; bireyleridir. Aile; aralarında kan bağı bulunan fertlerle, kölelerden oluşur. Ona göre aile içinde üç çeşit ilişki vardır:

 1-Efendi-köle, 2-Karı-koca, 3-Baba ile çocuklar arasındaki ilişkiler.

 Bu kısımların her biri bir gaye ile bir araya gelmiş yani bir iş yapmaya, bir hizmete yöneliktir.

 Sonuç olarak aile; mal, mülk edinmek, aile fertleri ile karşılıklı dayanışmayı sağlamak amacıyla kurulmuş küçük bir cemaattir.

 Devlet ise siyasi bir cemaattir. Ona göre devlet, günlük ihtiyaçların ötesinde müşterek bir gaye için birçok ailenin birleşmesinden köyler meydana gelir. Bu köylerde kendi kendine yetecek mükemmel ve büyük bir cemaat halinde birleşince devlet meydana gelir.

 Devlet, hayatın yalın ihtiyaçlarından doğar ve insanların daha güvenli, daha mesut bir hayat yaşamalarını gerçekleştirmek için devam eder.

 Aristoteles’in bir başka tezi de “bütün, parçaların toplamından fazla bir şeydir”.

 Bütün içinde bulunan kısımlar ve bu kısımları, bir gaye etrafında toplayan temel amaç hesaba katılırsa, bütünün içinde kısımlarının toplamından fazla bir şey daha olacaktır ki, oda bütünün kendine özgü gayesidir. Bu gaye sadece bütüne aittir.

 Ayrıca bütün kısımlardan önce gelir. Yani bütün olmasaydı, kısımların bir arada bulunması mümkün olmayacaktı. Bütün, kısımların taşıyıcısıdır.

 Bu görüş Almanya’da doğup gelişen İdealist felsefenin esasını teşkil eder. Bu görüşe ‘orforizm kategorisi’ adı verilir. Bedenin kısımlarını toplayıp bir araya getirmekle, bedeni bir vücut haline getirmek mümkün değildir.

 Aristoteles düşüncesinde esas gaye hep devlet olmuştur. Ona göre devleti ayakta tutan şey, karşılıklı yardımlaşma prensibidir. Bu ise insanın erdemine dayanmaktadır.

 Ona göre erdem; ruhun iyi halde bulunmasıdır. Devlet içinse, en iyi şey tam birliktir.

 Aristoteles, sosyal düşüncenin gelişiminde bütün fikirlerin hazırlayıcısı olmuştur. Örneğin cemaat görüşü, işe yönelik faaliyet anlayışı, 19.yy. Alman sosyologlarından F. Tönnies’i, 1887’de yazdığı “Cemaat ve Cemiyet” adlı eserine büyük etki yapmıştır.

 

 İlkçağda, sosyal düşüncenin gelişimi ile ilgili fikirlerin temelini, ‘devlet’ idesinin oluşturduğunu görüyoruz. Devlet hem düşüncenin temelini hem de hedefini kapsamaktadır.

 Sosyal düzenin şekillendirilişinde ise davranışların disiplini ile uğraşılırken, çalışmalar ve düşüncelerin merkezini ‘İnsan’ kavramı oluşturmaktadır. Akla gelen erdem de hak ve hakkaniyet, ahlak ve ahlakiyat gibi meziyetler gaye edinilmiştir.

 Ortaçağ sosyal düşüncesine, Platon ve Aristoteles düşüncelerinin yansımış olduğunu görüyoruz.

 Bu görüşlere hristiyanlığın prensipleri de eklenerek, sosyal düşünceler yeni bir şekle sokulmuştur.

 Ortaçağ, hristiyanlığın etkisinde geçmiş bir devirdir. Dinin büyük baskısı altında sosyal düzen tanzim edilmeye çalışılmıştır.

 Önceleri hristiyanlık yalnızca ahlaki özelliklere yani sevgi, kardeşlik, yardımseverlik gibi prensiplere dayanmaktaydı. Hukuki, siyasi ve idari mevzulara yer verilmemişti. Her ne kadar İncil insanların eşitliği üzerinde duruyorsa da köleliği yine bir müessese olarak kabul ediyordu. Efendilerin kölelerine daha şefkatli olmaları, kölelerin de efendilerine karşı daha sabırlı ve itaatkar olmaları öğütleniyordu.

 İlahi düşüncenin insan düşüncesi ile idrak edilmesi mümkün değildir. İlahi irade ispat edilemez. Sadece ona inanılır. İman ve inançla onun kabul edilmesi şarttır.  Devlet, adeta ilahi iradenin yeryüzündeki bir izdüşümüdür. Her fert hem tam bir dindar hem de iyi bir vatandaş olmak zorundaydı.

 Kilise, devletin üstünde, devletten de bağımsız bir otoriteydi.

 Kilise àdevlet àbirey (vatandaş)

 Burada adeta Platon’un ‘ideal devlet’i, kilisenin ilahi düzeni ile güçlendirilmiştir. Platon, gerçek deletin ideler alemine ait olan ‘ideal devlet’ olduğunu, içinde yaşadığımız devletin ise onun bir izdüşümü olduğunu söylemiştir.

 Ortaçağ Platon’un bu modelini benimsemişti. Bu modele hristiyanlık prensiplerini ve dinin otoritesini katarak yeni formüller ileri sürülmüştür. Bu formüllerin temel prensibi düşünceyi, devletin rolünü, kilisenin otoritesine bağımlı kalarak görevlerin yürütülmesidir. Bir yerde hakiki devlet, kilise oluyordu. Çünkü kilisenin temsil ettiği nizam; ilahi nizamdır.

 

 SAİNT AUGUSTİNUS (M.S. 354 – 430):

 

 Sosyal düşüncesinde, dini otoriteyi hakim kılmak isteyen bir Platoncu olarak kabul edilir. Ona göre iyi ve en iyi, tanrının emretmiş olduğudur. Bunların münakaşa edilmesi dahi büyük cezalar verilmesini gerektiren davranışlar olarak görür.

 Ona göre, her şeyi iyi olduğu için değil de tanrı emretmiş olduğu için yapmalıyız.

 Bu görüş büyük ölçüde devleti, kıymetinden mahrumetmiş durumdadır. Buna göre rahipler, tanrının gölgesidir. Onlara karşı gelmek, bir yerde tanrıya karşı gelmektir.

 Bu görüşlerin temel amacı devleti iyi bir dine bağlı, kişiler cemaati haline getirmektedir. Bu devlet, bir ‘tanrı devleti’dir.

 Bu yaklaşım giderek yumuşamaya, özellikle de 12. ve 13. yy’da değişmeye başlamıştır.

 

  SAİNT THOMAS (M.S. 1226 – 1274) :

 

 Aristoteles fiziğini ve metafiziğini Batı dünyasına ve hristiyanlığa tanıtmak ve yaymak amacını gütmüştür.

 Thomas’a göre maddeyi şekillendiren formel varlıktır. Aralarındaki fark, maddenin potansiyel halde, formun ise eylem halinde yani kinetik halde bulunmasıdır. Yani madde form ile ortaya çıkar.

 Thomas, üç tür düzen ve mahiyet kabul etmiştir:

 1- Akıl; idare eden güç olarak kendini gösterir.

 2- Tabii nizam; akıl sayesinde öğrenilebilir.

 3- Sosyal düzen; bu insan aklının bir icadıdır. Tabii kanunların özel bir uygulaması halindedir.

 Onun sosyal düzen olarak kastettiği, devlet düzenidir. Ona göre devlete itaat kesin şarttır. Ancak devlet nizamında, ilahi nizama aykırı bir iş olursa, o vakit bu kurallara uyma zorunluluğu ortadan kalkar. Devlet, insana ait ihtiyaçların tatmini için tabii ve zaruri olan bir varlıktır. İnsanın sosyal tabiatından çıkmış olup, insanların menfaatini temin etmek vazifesiyle yükümlüdür.

 İlahi nizam, insanların sakin ve sessizce bu iradeye bağlanmalarını emreder. Ancak Thomas’a göre bu derece katı ve sert emirler devlet nizamında aranmaz. İçinda yaşadığımız devlet nizamı tenkit edilebilir, eleştirilebilir. Gerçi bu sosyal nizamda tanrının eseridir ama bu devlet nizamı içinde, insanın iradesi vardır.

 Ona göre tanrı, devlet nizamına kimin hakim olacağını önceden tayin etmiştir. Bu nedenle baştaki kişi, tanrının gölgesi değildir ve değiştirilebilir de.

 S.Thomas ve arkadaşları, o devirde bu fikirleri ileri sürme cesaretini göstermişlerdir. Bu cesaret, sosyal düşünce tarihinde büyük bir adım olarak kabul edilmektedir. Ancak yine de topluma karşı devleti ön planda tutmuşlardır.

 

 İBN-İ HALDUN (1334 – 1406) :

 

 Tunus’da doğmuş, Kahire’de ölmüştür.

 Haldun’a göre sosyal hayat insanlar için bir zorunluluktur. Tek başına tüm ihtiyaçlarını yerine getiremeyeceğini ya da çok uzun zaman uğraşması gerektiğinden sözeder. Ona göre fert, muhtaç olduğu gıdayı temin etmekten acizdir. Aynı zamanda her birey, kendini koruyabilmek için kendi cinsinden olan fertlerden yardım almaya mecburdur.

 Haldun, ihtiyaçlardan doğan sosyal hayatın sonunda kaçınılmaz olarak cemiyetten sözeder. Devlet, hükümet, kültür, medeniyet örf ve adetler, kavim ve göçebe hayat, yerleşik şehir hayatı gibi sosyal konularla ilgilenmiştir.

 Cemiyet hayatını ve kavramını, bugünkü modern sosyolojik görüşlere yakın fikirlerle ele almıştır. Devlet ve otoritesi meselelerine temas etmiştir. Sosyal düşüncenin değişmesinde gözleme önem vermiştir. İlk defa cemiyet ve devlet ayrımı yapan düşünürdür. Cemiyet çeşitlerini de incelemiştir.

 Ona göre insanlar sosyal bir hayat yaşamak için bir araya gelmeye ve birbirlerinin ihtiyaçlarını gidermeye muhtaç ve mecburdurlar. Aksi halde varlıklarını sürdürmeleri olanaksızdır.

 Haldun, hayatıdevam ettirme yani yaşama ihtiyaçlarından, yardımlaşmaya ve oradan da korunma ihtiyacına geçerek, devletin varlığına değinmiştir.

 Devletin içyapısını incelemiştir, irade çeşitlerini analiz etmiş, şehirleri incelemiş hatta ‘şehir sosyolojisi’nin ilk adımlarını atmıştır.

 Ayrıca hüner ve zanaat çeşitleri hakkında dafikirler öne sürmüş, muhtelif mesleklerden bahsetmiştir. Bir bakıma ‘meslek sosyolojisi’ne de değinmiştir diyebiliriz.

 Çiftçilik, yapı sanatı, marangozluk, dokumacılık, terzilik, tıp, ebelik, şarkıcılık ve musikinin bir meslek ve sanat olduğununa dair bugün de bize ışık tutan ilginç düşünceleri olmuştur.

 Mukaddime’ adlı eserinde uzunca bir bölümünü şehirlere ayırmış, şehirleri anlatmış ve şehir hayatını açıklamıştır. Bu bakımdan kendisi şehir sosyolojisinin kurucuları arasında gösterilir.

                                        ../..