Posts Tagged ‘Balık’

HAYVANLAR ALEMİ

Pazar, Temmuz 27th, 2014

 – Deveye sormuşlar, “inişi mi yoksa yokuşu mu seversin?” diye, o da “düzün suyu mu çıktı” demiş.

– Deveye sormuşlar, “boynun niye eğri?” diye, o da “nerem doğru ki?” demiş.

– Deveye diken, insana söven yaraşır.

– Ya bu deveyi güdeceksin ya da bu diyardan gideceksin.

– Deliye laf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur.

– Bir tutam ot, deveyi yardan uçurur.

*

– Kurda sormuşlar, “boynun niye kalın?” diye, o da “kendi işimi kendim görürüm de ondan!” demiş.

– Gezen kurt, yatan kurttan daha iyidir.

– Kurt gözünü karartınca, sürüyü hesaba katmazmış.

 – Kurt kocayınca, itin maskarası olurmuş!

 – Ağacı kurt, insanı dert yer.

– Kurt ol da gel beni ye!

– Kurt, dumanlı havayı sever.

– Kurt, kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz.

– Kurt kuzuyu yemeye karar verince, kuzunun suyu bulandırdığı bahanedir.

– Kurt yediği koyuna bakar, kaç koyun öldüğüyle ilgilenmez.

*

– Atın iyisine doru, insanın iyisine deli derler.

– Gelin ata binmiş, “ya nasip” demiş!

– At izi, it izine karışmış.

– Ata et, ite ot verilmez.

– Atın ölümü, arpadan olsun.

– Boş torbaya, kısrak gelmez.

– At, sahibine göre kişner.

– Dere geçerken, at değiştirilmez.

– Hızlı giden atın boku, seyrek düşer.

– Yumuşak atın, çiftesi pek olur.

– Atım at oldu, sahibi malabat oldu.

– Beyden gelen atın dişi sayılmaz.

– Erken kalkmayan avrat, söz dinlemeyen evlat, mahmuzla gitmeyen at, kapında varsa hepsini kaldır at!

– At ölür meydan kalır, yiğit ölür şanı kalır.

– Ata kızıp eşşeği yol arkadaşı seçenin, gideceği yer ahırdır.

– Dört ayağı varken, at bile tökezler. (Abhaz Atasözü)

*

– İte bak, yattığı yere bak!

– İt ite, it de kuyruğuna buyuruyor.

 – Isıracak köpek, dişini göstermez.

– Havlayan köpek ısırmaz.

– İti an, çomağı hazırla!

– İt ürür, kervan yürür.

– İt, iti ısırmaz.

– Aç köpek kudurur.

– Aç köpek fırın deler.

– Eceli gelen köpek, cami duvarına işermiş!

– İt ile dalaşmaktansa çalıyı dolaşmak yeğdir.

– Köpekle yatan, pireyle kalkar. (İspanyol Atasözü)

*

– Taş var köpek yok,

taş yok köpek var,

taş var köpek var

ama kralın köpek

sıkıysa at taşı!

(Saskritçe bir şiir)

*

– El elin eşşeğini, türkü çağırarak arar!

 – Eşşeğin sevmediği ot, burnunun dibinde bitermiş!

– Eşşeğe altın semer vursan da eşek yine eşektir.

– Eşşeği seven, ossuruğuna katlanır!

– Sıpanın oynaması, eşşeği yoldan çıkarır.

 – Eşek ölür semeri kalır, insan ölür eseri kalır.

– Ölmüş eşek, kurttan korkmaz.

– Mektep cehaleti alır, merkeplik (eşeklik) baki kalır.

– Eşşeğin hatırı yoksa, sahibinin de mi yok?

– Adam namussuz olmaya görsün, sevmeyeceği eşşeğin önüne ot koymaz.

– On tane eşşeğin olacağına, adam gibi bir enişten olsun yeter!

– Allah bir garibi sevindirmek isterse, önce eşşeğini kaybettirir, sonra da buldururmuş!

– Eşşeğe içki içrmişler, çulunu bahşiş bırakmış.

*

Ehli keyfe keyif verir, kahvenin kaynaması,

Eşşeği yoldan çıkarır, sıpanın oynaması.

*

– Ömrünün sonuna kadar eşeğe binmektense, bir yıl ata binmek yeğdir. (Hollanda Atasözü)

– Eşek, eşekle dost olur. (Latin Atasözü)

– Bir insan sana eşek derse umursama ama beş kişi diyorsa, git kendine bir semer al. (Amerikan Atasözü)

*

– Bir boklu dana, bütün sürüyü boklamaya yeter.

 – El danasından, öküz olmaz.

– Sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa!

– Öküz öldü, ortaklık bozuldu.

– Kork nisanın beşinden, öküzü ayırır eşinden.

*

Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış!

Tavşana kaç, tazıya tut diyorlar.

*

Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer, kürkçü dükkanıdır.

– Kafasında kırk tilki dolaşır, kırkının da kuyruğu birbirine değmez!

– Sen tilkiysen ben de kuyruğuyum.

– Tilkiyi canından eden parlak postudur, insanı canından eden hain dostudur.

*

Yılanın başını, küçükken ezeceksin.

– Bana dokunmayan yılan, bin yaşasın.

Yılandan korkmam, yalandan korktuğum kadar.

*

Koçyiğitin eğlencesi yarinenmiş.

– Kasap “et” derdinde, koyun “can” derdinde!

– Her koyun, kendi bacağından asılır!

– Maydanoza gelince kırt kırt, sapına gelince mee!

– Ya sürüdensin ya da çoban.

– Bir kazanda iki koç kaynamaz. (Moğol Atasözü)

*

– Kart kedi, taze sıçandan hoşlanır.

– Kedi kendi götünü görmüş, “ne büyük yaram var!” demiş.

– Kedi uzanamadığı ciğere, “murdar” dermiş.

– Aslan yattığı yerden belli olur.

– Önemli olan kedinin ak ya da kara olması değil,  fareyi yakalamasıdır. (Mao)

– Eğer bir fare, kediye gülüyorsa yakınlarda bir delik var demektir.

(Nijerya Atasözü)

Aslanlar kendi tarihlerini yazmadıkça, onların tarihini avcılar yazmaya devam edecektir.

(Afrika Atasözü)

– Fareye “aslan nedir?” diye sormuşlar, “kediyi” göstermiş.

(Arnavut atasözü)

*

– Bataklığı kurutmadığınız sürece sivrisinekler olacaktır.

– Pire için, yorgan yakılmaz.

– Pire itte, bit yiğitte bulunur.

– Yavşak büyüdü bit oldu, enik büyüdü it oldu.

– Maşallah “danazorlar”, dinozorların yokluğunu aratmıyor!

– Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü.

*

– Attığın taş, ürküttüğün kurbağaya değsin.

– Dereye su gelinceye kadar, kurbağanın gözü patlarmış.

*

 – Kuyudaki kurbağa, gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanır.

(Çin Atasözü)

*

Balık, baştan kokar.

– İyilik yap denize at, balık bilmezse “halık” bilir.

– Kaçan balık, büyük olur.

– Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, “beyaz adam” paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.

*

– Küçük derede, büyük balık olmaz.

(Kızılderili Atasözü)

*- Sular yükseldikçe balıklar karıncaları yer, sular çekildikçe de karıncalar balıkları, kimse bugünkü üstünlüğüne, gücüne güvenmemeli. Çünkü, kimin kimi yiyeceğine, suyun akışı karar verir.

(Afrika Atasözü)

– Dilinde bülbül, kalbinden katil! (Arnavut Atasözü) 

 – Kartal için, bir güvercini mağlup etmek şeref değildir.

(İtalyan Atasözü)

Kartala ok değmiş, o da kendi yeleğinden.

– Geriye gitsem akbaba, ileri gitsem atmaca!

– Her kuşun eti yenmez!

– Bülbülü altın kafese koymuşlar, yine “vatanım” demiş!

– Bülbülün sustuğu yerde, baykuşlar öter.

– Bıldırcının beyliği, arpa biçimine kadardır.

Leyleğin ömrü “lak lakla”, dervişin ömrü “beklemekle” geçermiş!

– Kargalar kartallarla, kediler aslanlarla aşık atamaz.

– Kılavuzu karga olanın, burnu boktan kurtulmaz.

– Besle kargayı, oysun gözünü!

– Kargaya yavrusu, kuzgun görünürmüş!

– Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı!

– Kaz gelecek yerden, tavuk esirgenmez.

– Aç tavuk kendini, “darı ambarında” görürmüş!

– Civciv yumurtadan çıkmış, kabuğunu beğenmemiş.

– Vakitsiz öten horozu, keserler.

*

– Aç ayı oynamaz.

– Armudun iyisini, ayılar yer.

– Köprüyü geçinceye kadar, ayıya “dayı” denir!

Ayıdan post, düşmandan dost olmaz.

– Ayı yavrusunu severken, duvardan duvara vururmuş!

– Bahtsız bedeviyi, çölde kutup ayısı kovalarmış!

*

İBRAHİM ÇİFTÇİ

Cumartesi, Nisan 3rd, 2010

– Bazıları bilgiyi yük, beceriyi eziyet olarak görürler.

*

 – Dönmek; yanlışta ısrar etmemek, kendine bir şans tanımaktır.

*

– Herşeyin ilacı, itidaldir.

*

– Bu ülkede üç sınıf insan vardır; cinselciler, dinselciler ve Atatürkçüler. Biz üçüncü sınıfız.

*

– Harcamadığın para, senin değildir.

*

– Para herkesde durmaz, onu kullanabilecek olan da durur.

*

– Biz alışmışız, az parayla çok para kazanmaya!

*

– Aldığımız üç kuruş ama herkesin eli, benim cebimde!

*

– Para bok gibi, huzur yok.

*

– Para gayriciddi işlerde vardır, ciddi işlerle para kazanılmaz.

*

– Akbabalar, damarlarımdaki kanın kokusunu almış, pike üstüne pike yapıyorlar!

*

 – Derya senin olsa, içeceğin bir bardak su!

*

 – Bir bardak süt için, inek beslenir mi?

*

 – Denizden bir kova su almışsın nedir ki? Denizin suyu mu biter!

*

 – İstanbul’u versem bir gözünü verir misin? Dikkat et, iki İstanbul’a sahipsin!

*

– Bizim çilemiz, hem insancıklarla olacaksın hem de kızmayacaksın, kızmak bizi küçültür. İyiden, doğrudan, güzelden bihaber olan adamın nesine kızacaksın…

 *

– Kendini basit ve sıradan görürsen, tüy kadar hafiflersin. Olduğundan daha fazla görünmeye çalışırsan, o yükün altında ezilirsin.

*

– İnsanın değerli olduğu yerde kimseye bir şey olmadan önlem alınır. Bizde de bir kaç adam başı yenmeden, iş yapılmaz.

*

– Bilsem ki siz şu kapının arkasındasınız, ben yine özlerdim.

*

– Koskoca generale bir manga asker vermişler, “bunlara talim yaptır” diyorlar…

paşa napsın!

 *

– Dur bakalım yok, hadi bakalım.

 *

– Beklemek, kavuşmaktan iyidir.

 *

– Bir işi yaparken; kırmadan, yarmadan, kestirmeden, küstürmeden yapacağız.

 *

– Tamir et diye verirsin; kırar, yarar, bozar, sonra da koyup kenara geçip gider…

 *

– Her işimiz; “olmamış ya hadi neyse!”. Bir işinizde tam olsun, yok nerde!..

 *

– “Çam devirdiklerini” çok gördük ama devrimciliklerini hiç görmedik, açlık grevine girerler, kilo alıp çıkarlar!

 *

– İşten kaçıp, meydanda halay çekmenin adını; “devrimcilik” koymuşlar!

*

– Ellerinde sinekli şaraplar, esrar tekkesine çevirdikleri dumanaltı yerlerde, her daim “devrimden” konuşunca, sanırsın ki; yapmışlar da konuşuyorlar…

*

– İstemenin sonu yok! Herkes kendine göre devlet de ister, her yorulduğu yere han da! 

*

– Cümbüşün adını “ibadet”,

içkinin adını “bade”,

cinayetin adını “töre”

halayın adını da “devrim” koymuşlar.

 *

– Bir iş; konuşulabilir, tartışılabilir, uygulanabilir ve rantabıl olacak, değilse konuşmaya bile gerek yok. 

 * 

– Bazıları “büyük” doğar, bazıları yaptıkları işlerle “büyür”, bazılarının da “büyüklük” üzerinde kalır, benim üzerimde kaldı!

*

– Kimseye birşey söylemeye gelmiyor, kimseyi değiştiremiyorsun! Bu yüzden, ben hep kendimi değiştirdim.

*

– İnsan, önce taşı sevip okşuyor, hacetten sonra da en uzağa fırlatıyor.

İnsanlar da birbirini severken, önce “canım cicim” diye kucaklıyor, sonra da kucaklaya kucaklaya bokunu çıkarıyorlar. Daha düne kadar birbirlerinin kucağından inmeyenler, bugün birbirinin suratını, görmek bile istemiyor.

*

– Herşeye gelirim ama boynumdan çekilmeye asla!

*

– Herkesi dinle ama kararı kendin ver.

*

– İşimi yaparım ama kimse daha fazlasını, kendimi feda etmemi beklemesin!

– Bir işe aracı koyarken dikkat et, sana “kız” istiyorum diye gider, kendine alıp gelir!

*

– Acemi zampara işe en yakınından başlarmış!

– Zamparalığa çıkan, kendi şeyinin hesabını da iyi yapmalı!

*

Düşkünle, şaşkınla, pişkinle fazla uğraşmaya gelmez. İyilik mi yapacaksın, yap ama fazla durma!

*

– Ne kadar kaçarsan, o kadar üzerine gelirler. Sana ait sadece bir çekmece kalsa, yine de yer yokmuş gibi ellerine geçeni oraya atarlar!

*

 – Hadi çocuğum, hadi yavrum… kumda oyna gözüne çöp batmasın!

*

 Darpa, gaspa, fuhşa karışma ne yaparsan yap!

*

– Bir kere olsun cepheden gelmeyip, hep arkaya dolanıyorsa, çiz gitsin.

*

– Bazıları “alet” kullanmada bazıları da “adam” kullanmada daha beceriklidir. “Alet” kullanamıyorsan, “adam” kullanmayı iyi bileceksin!

*

– Bazıları kendini sürekli hatırlatmaya çalışırken, biz unutturmaya çalışıyoruz. Kendini bilmezlerin seni hatırlamasındansa, unutması daha iyidir.

*

 – Dengelemek istediğinde; önce dört basıp iki çekersin, fazla gelirse de iki basıp dört çekersin!

*

– İnsan uyanık olmaya görsün, zanneder herkes keriz!

*

– Eğer insan rahat değilse, onu en çok yoracak olan sosyal uyumdur. Ben hep iki yakamı bir araya getirmeye çalıştım.

*

 – Zayıf insanlar sırt sırta verir, güçlü insan buna ihtiyaç duymaz.

*

– Kara mizah, zayıfların güçlülere karşı kullandığı bir silahtır.

*

 – Bir meseleyi bütün açılardan değerlendirmiyorsan, söylediklerin sadece seni ilgilendirir.

*

  – Hayat üzüntüyle, pişmanlıklarla geçirilecek kadar uzun değildir.

*

  – Fazla acırsan, acınacak duruma düşersin. Düşkünle, şaşkınla fazla oyalanmaya gelmez.

*

– İyilik olsun diye verirsin, hak iddia etmeye başlarlar. Birde üstüne, “az verdin, hiç vermedin” diye, seni de suçlarlar.

*

 – Sen rakını iç, rahatına bak “memleket elden gidiyor!” diye ne kendini üz ne de bizi. Herşey çalkalana çalkalana mecrasını bulur. Arkası sağlamsa birşey olmaz, değilse de yıkılmaya müstehaktır. Devletlerin tarihinde yirmi yıl, otuz yıl nedir ki?

 *

– Ben oltamı atar rakımı içerim, gerisi balığın bileceği iş.

 *

– Şans kapısını açık bırak, ola ki gelir de “bulamadım” demesin.

 *

– Deha keşfedilmeyi beklemez, o kendi mecrasını bulur gider.

– İntikali zayıf olanın manevra kabiliyeti de zayıf olur.

 *

– İnsanın kafası rahat değilse, tatile bile gitse götürdüğü sıkıntıdır.

*

“Cek-cak, sak-suk, meli-malı” yok, bir işi üzerine aldıysan yapıp getireceksin.

 *

– Terbiyesi tam ama tahsili noksan olan, “tahsilli terbiyesizlerden” daha iyidir.

 *

– İnsan uğraştığı işe benzer. Malla, mülkle fazla uğraşmaya gelmez, sonra “mal” olur gidersin!

*

 – İnsan gençken, taş yese plastik çıkarır. Bir de yaşlanmaya görsün, şerbet bile içemez hale gelir…

*

– Adetleri bozmayın, büyüklerinizi üzmeyin!

*

– İnsan düşmeye görsün, duyan illet gelir, gelen de gitmez!

*

– İnsanlığa bir faydaları varsa, Allah bizden alsın onlara versin. Yoksa bizden uzak, Allah’a yakın olsunlar!

*

– İnanmak, insanın yükünü azaltır.

*

– İnsanın bir tek borcu vardır, o da Allah’a can borcu!

*

– Allah zalime uyuz versin, tırnak vermesin!

*

– Kafam rahat olsun diyorsan, ne verirlerse al ne istiyorlarsa ver!

*

– Ben size lazım değilsem, siz bana hiç değilsiniz!

– Karı karıda, iş işde bulunur!

*

– Kadın ağzını açtı mı, başlar iş çıkarmaya, masraf yazmaya. Ömrüm, karının ağzını kapamakla geçti!

*

– Huzur istiyorsan üç şeyle kavga etme; “Allah’la, devletle, karıyla!”

*

– İnsan hayatta üç şeyden gülermiş; ya “karıdan” ya “paradan” ya da “çocuktan”. Üçünden de güldüysen senden iyisi yok…

*

– İleri gidenlerden değil, ileri gelenlerden olun.

*

– İstanbul’un sokaklarında yürümek bile bir eğitimdir.

*

“Açtım ağzımı yumdum gözümü” değil, “yumdum ağzımı açtım gözümü!”.

*

– Artık yumruğumu sıktığımda ne başkasına ne de masaya vuruyorum. Sıkıp cebime koyuyorum, mesele kalmıyor.

*

– İnsan sürekli problem çıkarmaya alışırsa, kimseyi bulamadığında da kendi gölgesiyle kavga etmeye başlar.

*

– Herkesi sıçtığı yere kadar kovalamaya kalkarsan, sürekli eksik, gedik ararsan, herşeye ceza vermeye kalkarsan, sonra konuşacak adam bulamazsın. Affetmek, büyüklüğün şanındandır.

*

– Gidecek adam arkasına bakmaz. Biz arkamızı toplamaktan, kollamaktan önümüze bakamaz olduk.

*

– Verdiği zararı karşılayabiliyorsak, biz onu hoşgörürüz. O zarar verecek, biz hoşgöreceğiz. Bizim hayatımız her daim sabır testinden geçmek. Sabır, olgunluğun temelidir.

*

– Ayıpları kusurları örtmek için Nakşilerin, cüppelerinin kolları uzundur. Biz Bektaşiler gibi kimsede kusur, ayıp görmediğimiz için cüppemizin kolları kısadır.

*

– Kendinde akıl yok, başkasına akıl vermeye kalkar!

*

– Zayıf insan için, mevcudu korumak en iyisidir.

*

– Şeyine istikamet veremeyen, iki koyunu güdmekten aciz olan bir de kalkmış şöyle yapacaz, böyle yapacağız diyor. Allahım sen aklıma mukayyed ol!

*

– Kendini idare etmekten acizdir, bir de mercimek kadar aklıyla aleme nizam vermeye kalkar.

*

– Azıcık palazlanan, “ben söyleyim sen yap” diyor. “Ben söyleyim sen yap”. Yok, illa o söyleyecek diğerleri yapacak!

*

– Biz devletde, gidenle değil gelenle ilgileniriz!

*

– Biz eski memuruz, bizde evrak kaybolmaz!

*

– İşinizi ilk gün yapın son güne bırakmayın. Yok! Yirmidokuz gün yatıp son gün iş yapmaya kalkarlar sonra da yetişmedi diye dert yanıp taktir beklerler…

*

– İşinizi doğru dürüst yapın, çoluk çocuğu kendinize nasihat eder hale getirmeyin!

*

– Devlet para veriyormuş gibi millet de çalışıyormuş gibi yapıyor. Böyle geçinip gidiyoruz.

*

– Hizmet için geldik derler, herkesi kendilerine hizmet eder hale getirirler.

*

– Bu adam önümüze geçer diye, “taktir” ederler ama “terfi” ettirmezler!

*

 – Bir makama terfi etmek istiyorsan; karşılaman, ağırlaman ve uğurlaman iyi olacak. Eğilip, bükülmeyi iyi bileceksin!..

*

– Saha işlerini biz yaparız, siz salon işlerine bakın…

*

Müdürlük, aylak adam işidir, ne kadar işten kaçan adam varsa, hepsi müdür.

“Ben söyleyim sen yap!”

*

– Kendini bilmezlerin, önünde durulmaz.

*

– On tane eşşeğin olacağına, adam gibi bir enişten olsun yeter!

*

– Esnek sistem, dinamik program; sistem ne kadar esnek olursa, kimse de sistem dışında kalmaz.

*

– İstatistik, yanlış rakamların doğru toplanmasıdır.

*

– Bir insanın ya “karıcılığı” ya “paracılığı” ya da “rakıcılığı” iyidir. Bunlar için güçlü bir bünye lazım, benim hep zayıftı.

– Kaza geliyorum, namus gidiyorum demez!

*

 – Ziyan olacağına ver bir fakir sebeblensin! Yok, ziyan ederler yine de vermezler!

*

– Delikli taş bile yerde durmaz, illa ki biri alır, bir çiviye takar.

 *

– Sen bu namussuz aşınacak diye beklerken, o yıkılır gider haberin olmaz!..

 *

Mevta kaldırmak, torba ağzı açmaya benzemez!

 *

– İnsan, bazı şeylerin oyuncak olmadığını, üzerine oturunca anlar!

*

– İnsanlar birbirine, dünyanın en ayıp şeyini yaptıktan sonra daha ne yapmazlar ki!..

*

 – Genç geriyorsa, yaşlı sevindir daha iyi!

*

– İşin bitince, içine edesin geliyor!

*

 – Erkek olmak zor zenaat! Ağır tahriğe maruz kalsan da asla taciz yok, edersen “namussuzsun”, etmezsen “sen de adam mısın?” derler…

*

 – Et ile ekmek, eti ete sürtmek, gerisi köpek tüfek!

*

– Kart kedi, taze sıçandan hoşlanır!

*

– Bizimkilerin sevmemesi, sevmesinden daha iyidir. Sevdiğinden ya “vurası” ya da “sığdırası” gelir! Bir de sevmese kimbilir ne yapar?

*

– Herşey mevsiminde güzel; “kuş öterken, diş keserken…!”

*

 – Bizde “yüzsüzlük” yok istemeye, sizde de “insanlık” yok vermeye, namerde muhtaçlığımız hep bundandır.

*

– Yüze gülücü arkadan gömücülere dikkat et!

*

– Elimde bir kova su, “yanıyorum” diyenin taşaklarına serpiyorum. Bir Allah’ın kulu “sen de yanıyor musun?” demez.

*

– Gelen bağrıma yaptı ama ben de hepsini gördüm!

*

– Memur esnek, emekli gevrek olur. Emekliye fazla yüklenmeye gelmez, “tak” diye atar!

*

– Kimse üstün değildir. Herkesin arkasında bir kilo “bok”, önünde de yarım kilo “sidik”!

*

 – Kanı kanla yıkamazlar, suyla yıkarlar…

 *

– Herşeye nasıl bakarsan, öyle görürsün.

 *

– İçkiyi, sigarayı sağlıklı adam içer. Heyhat! Sonra sağlığını da alır gider haberin olmaz.

 *

– Acılarınızla dost olmaya bakın. Acıyorsa hayattasın demektir. Acı sizi olgunlaştırır. Acıyı bilmeyen başkasının halinden anlamaz.

*

– Eğer katili kurtarmak istiyorsanız, maktülü şuçlarsınız; “rahmetli ne yaptı da adamcağız bunu yapmak zorunda kaldı?”

*

 Bize birşey olmaz deme, yerin altı onlarla dolu.

*

– Size hak olan, bize müstehaktır!

*

 – Kazanmak isteyen için, fakirin başucunda durmaktan zenginin ayakucunda olmak daha iyidir!

*

 – Hırsıza kilit dayanmaz.

 *

 – Korku, emniyeti geliştirir.

 *

– Size yarayan, bize bol gelir!

 *

– Ben hadımım diyorum, onlar “kaç çocuğun var ?” diyor!

 *

– Bizim söyleyecek sözümüz çok, sizin yapacaklarınız çok.

 *

– Biz artık bundan sonra ekmeğin içinden, gençlerin kıçından geçineceğiz.

*

– Bir şey olmaz deme, herkes geçer sen takılırsın!

 *

– Ne yerler ne içerler, ne miktarda yaparlar bilmem ama başları sıkışınca nerde olsan gelip bulurlar.

– Baktın ki, işin içinden çıkamıyorsun, “bu durumda İbrahim Çiftçi olsa ne yapardı?” diye kendine sor. Böylece, bir çözüm yolu bulmuş olursun.

 *

– Bizimkisi yaşamak değil, ölüm nöbeti!

– Aramaya başlamadan önce, doğru yerin neresi olduğunu düşün. Bir şeyi yanlış yerde ararsan, bulamadım diye şikayet etme.

          

NAZIM HİKMET

Pazar, Mayıs 31st, 2009

 

NAZIM HİKMET,  (Mehmet Çalışkan / HABERTÜRK)

Lise birinci sınıfta edebiyat öğretmenimiz bir gün herkese okuduğu son şiirin hangisi olduğunu sordu. Sıra bana gelince, ‘Bugün Pazar’ı okuduğumu söyledim.

Yüzünde dudak bükmekle gülümsemek arasında bir tavır belirince öğretmenimin duygularını anlayamamakla birlikte daha çok Nâzım Hikmet şiiri  okumaya karar verdim.

1992’de çalıştığım derginin ortaklarından Engin Güneş, bir gün “Makineni al, Nâzım Hikmet’in kardeşi Samiye Hanım’a gidiyoruz” dedi. Engin Güneş, röportaj yapacak ben de fotoğraflarını çekecektim.

Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’na vardığımızda bir hayli yorgun görünen Samiye Hanım, röportaj yapamayacağımızı, fotoğraf da çektirmek istemediğini ama bir süre sohbet edebileceğini söyledi.

15 – 20 dakikalık sohbet sırasında Samiye Hanım, bir anda gözlerini bana çevirip “Çocuğum, bana neden uzun uzun bakıyorsun?” deyince korku ve utanç karışımı bir ifadeyle “Özür dilerim, farkında değilim, dalmış olmalıyım. Size baktıkça Nâzım Hikmet’i görüyor gibiyim, ondandır” dedim.

Alnımdan öptü…

15 Ocak 1902’de Selanik’te doğan, doğum adı Mehmed Nâzım konulan mavi gözlü çocuk, büyüdüğünde dünyaca tanınan bir şair – yazar olacak, eserleri yaklaşık 60 dile çevrilecekti.

Nam-ı diğer ‘Dünya vatandaşı’ olacaktı.

Babası; Osmanlı Hariciyesi’nde çeşitli memurluklar ve Matbuat Umum Müdürlüğü yapan Hikmet Nâzım Bey.

Annesi; ilk kadın ressamlarımızdan Ayşe Celile Hanım.

Mehmet Nâzım, ilk eğitiminde iki kişinin önemli payı vardı. Biri; annesi Ayşe Celile Hanım, diğeri ise aynı zamanda mevlevi bir şair olan dedesi Mehmed Nâzım Paşa... Aldığı eğitimlerin ışığında sanattan, edebiyattan uzak kalması elbette söz konusu bile olamazdı. İlk şiiri ‘Feryad-ı Vatan’ı henüz 11 yaşında yazdı.

Selanik’te Hariciye Nezareti’nde memur olarak çalışan Hikmet Nâzım Bey, daha iyi bir yaşama sahip olma hedefiyle görevinden ayrılarak ailesiyle birlikte, Mehmed Nâzım Paşa’nın o sıralarda yaşadığı Halep’e göç etti. Mehmed Nâzım’ın kardeşleri Ali İbrahim ile Samiye, Halep’te dünyaya geldi.

Ali İbrahim, bir süre sonra dizanteriye yakalanıp hayatını kaybetti.

Mehmed Nâzım Paşa’nın Diyarbakır’a atanmasıyla Hikmet Nâzım Bey ile ailesi de Halep’ten bu şehre taşındı. Ancak Hikmet Nâzım Bey, Diyarbakır’da bunalınca ailesiyle birlikte bu kez İstanbul’a göç etti.

İstanbul’daki iş kurma denemelerinde başarız olup iflas edince, 1914’te dönmek zorunda kaldığı memuriyette Matbuat-ı Umumiye’de çevirmen olarak görev yapmaya başladı.

İlköğrenimini Göztepe Taş Mektebi’nde tamamlayan Mehmed Nâzım, orta öğrenimine Mekteb-i Sultani’de (Galatasaray Lisesi) başladı. Ne var ki babasının ticarette iflas edip memuriyete dönmek zorunda kalmasından dolayı okulunun ücreti karşılanamayınca Nişantaşı Sultanisi’ne geçti.

Evdeki şiirli toplantıların birinde Mehmed Nâzım, kahramanlık şiiri okudu. Toplantıda bulunan dönemin bahriye nazırı Cemal Paşa, şiiri okumasından etkilenince Mehmed Nâzım’ın eğitimine Heybeliada’daki Bahriye Mektebi’nde (Deniz Lisesi) devam etmesini önerdi.

Yahya Kemal’in de (Beyatlı) öğretmenlik yaptığı okul, Mehmed Nâzım’ın edebi gelişimine önemli bir katkı sağladı sağlamasına ama madalyonun öteki yüzünde annesiyle babasının boşanmasına neden ihanet vardı. Daha doğrusu ihanet iddiası…

Söz konusu ihanet iddiası şöyle;

Mehmed Nâzım, bir gün yazdığı ‘Samiyenin Kedisi’ şiirini Yahya Kemal’den yorumlamasını istedi. Yahya Kemal, Mehmed Nâzım’a şiiri yazmasından esinlendiği kediyi gördükten sonra yorum yapacağını söyledi.

Bunun üzerine Yahya Kemal, eve davet edildi.

Yahya Kemal, kediyi gördükten sonra Nâzım Hikmet’e “Sen pis, uyuz kediyi böyle övmesini biliyorsan ileride iyi bir şair olacaksın” dedi.

Aslında Yahya Kemal’in amacı kediyi değil, hoşlandığı Ayşe Celile Hanım’ı görmekti.

Bir süre sonra da Yahya Kemal ile Ayşe Celile Hanım’ın arasında ilişki olduğu söylentileri ayyuka çıktı. Bunun üzerine Hikmet Nâzım Bey, Ayşe Celile Hanım’dan boşandı. Bir süre sonra da Cavide Hanım ile evlendi. Bu evlilikten de iki çocuğu dünyaya gelen Hikmet Nâzım Bey, başkonsolos olarak atandığı Hamburg’da yaşamaya başladı. Ayşe Celile Hanım ise resim eğitimi görmek üzere bir süreliğine Paris’e yerleşti.

Bahriye Mektebi’nde öğrenimine devam eden 16 yaşındaki Mehmed Nâzım’ın 1918’de aşk temalı bir şiiri ilk kez bir dergide yayımlandı. 13 Kasım 1918’de İstanbul’un işgal edilmesiyle duygularında yaşadığı değişim, şiirlerine yurtsever cümleleriyle yansımaya başladı.

Mehmed Nâzım, mezuniyetine üç ay kala akciğerleri çepeçevre saran zarların arasında sıvı toplanmasıyla sonuçlanan bir hastalık olan Zatülcenp’e yakalanması sonucu Bahriye Mektebi’nden ayrılmak zorunda kaldı. Sonraki iki yılını da hastalıkla boğuşarak geçirdi.

1921’de arkadaşı Vâlâ Nureddin ile birlikte Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere ailesine haber vermeden Anadolu’ya geçen Mehmed Nâzım, İnebolu’da tanıştığı  Spartakistlerden  Sadık Ahi’den sosyalizmle ilgili fikirler edindi. O tanışma, dünya görüşünün kırılma noktası oldu.

* Spartaküs Birliği… I. Dünya Savaşı sırasında Almanya’da Marksistler tarafından kurulan siyasi örgüt. Bu örgüt daha sonra Almanya Komünist Partisi’ne dönüştü.

İnebolu’dan ayrıldıktan sonra Vâlâ Nureddin ile birlikte bir haftalık yürüyüşle Ankara’ya ulaşan Mehmed Nâzım’a sağlığı askerlik yapmaya elverişli olmadığı için çürük raporu verildi.

Tedrisat-ı Taliye Müdürü Kâzım Nâmi’nin (Duru), asker olarak hizmet veremeyecek olsa da öğretmen olarak fayda sağlanabileceği düşüncesiyle Mehmed Nâzım’ın 14 Haziran 1921’de Bolu Sultanisi kısm-ı iptidai muallimliğine atanmasında başrol oynadı.

Ne var ki, ilk öğretmenlik çalışmasının ömrü çok kısa oldu. Bolu’da Milli Mücadele’ye karşı padişahı destekleyenlerin baskısıyla iki ay sonra öğretmenliği bırakmak zorunda kaldı.

Mehmed Nâzım, Ağustos 1921’de Bolu’dan ayrılarak yine yareni Vâlâ Nureddin ile birlikte yollara düşerek Batum’a gitti. Yaklaşık bir yıl yaşadığı Batum’da tanıştığı Ahmet Cevat (Emre) ve Şevket Süreyya (Aydemir) ile birlikte Moskova’ya geçme kararı aldı.

Ki o günlerde Vladimir Lenin’in liderliğinde gerçekleştirilen Ekim Devrimi’nden sonra başlayan Rus İç Savaşı’nın son zamanları yaşanıyordu.

Mehmed Nâzım, gittiği her yerde olduğu gibi bilgisi, görgüsü, kültürü ve derin düşünceleriyle Moskova’da da geniş bir nüfuz edinmekte geç kalmadı.

Moskova’da Türkiye Komünist Partisi üyesi olan Mehmed Nâzım, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde felsefe, siyasal bilimler ve iktisat dallarından oluşan Marksizm – Leninizm eğitimi aldı.

Kurulan Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarına tanıklık eden Mehmed Nâzım, Moskova’da yaşadığı birinci dönemde Rus avangart şiirini inceleme, Bagritski, Mayakovski, Selvinski, Inber, Panov gibi edebiyatçıların eserlerini tanıma fırsatı buldu.

Rus fütüristleri ve konstrüktivistlerinden esinlendiği bu dönemde klasik biçimden sıyrılarak yeni bir biçim geliştirmeye başlayan Mehmed Nâzım, Ocak 1923’te Meyerhold Tiyatrosu’nda düzenlenen Uluslararası Sanat Gösterisi’nde şiir okuyacak kadar tanınmış ve saygıdeğer biriydi. Okuduğu şiir, ‘Yeni Sanat’tı…

* 1915’te İstanbul’da tanıştığı Nüzhet Hanım ile 1922’de gittiği Moskova’da yeniden karşılaştı. Arkadaşlıkları ilerleyince ailelerinin karşı çıkmasına rağmen evlendiler. Yeterli paraları olmadığı için evlerini öğrenci pansiyonunda kurdular. Nüzhet Hanım’ın eşine sarfettiği “Bizim de herkes gibi bir yuvamız, cici bici bir evimiz olsun istemez misin Nâzım? Her akşam evimizde seni bekleyeyim, huzur içinde yaşayalım. Sana mı kaldı dünyayı düzeltmek?” sözleri Mehmed Nâzım’da büyük bir hayal kırıklığı oluşturdu. Bu yüzden de evlilikleri birkaç ay içinde zedelendi.

Nüzhet Hanım, kısa bir süre sonra hastalanarak tedavi için 1923’te İstanbul’a döndü.

Mehmed Nâzım, 1924’te Türkiye’ye döndükten sonra eşiyle yeniden bir araya gelmek istediyse de Nüzhet Hanım yanaşmadı. Hatta bir tiyatroda karşılaştığı eşini görmezden geldi. Mehmed Nâzım, buna oldukça kızarak boşanma kararı aldı.

* Nâzım Hikmet’in 1932’de yazdığı ünlü şiiri ‘Mavi Gözlü Dev’ hakkında iki farklı görüş bulunuyor. İleriki yıllarda evleneceği Hatice Piraye Hanım’ın oğlu Memet Fuat, Nâzım Hikmet’in şiiri annesine yazdığını söyledi. Nâzım Hikmet’in arkadaşları Vâlâ Nureddin, Zekeriya Sertel, Kemal Sülker ise şiirin Nüzhet Hanım’a yazıldığını açıkladı.

Sözlerinden anladığımız kadarıyla Nâzım Hikmet, ‘Mavi Gözlü Dev’ şiiri Nüzhet Hanım’a yazmış.

* Nüzhet Hanım ile ayrılmasından sonra Moskova’dan okul arkadaşı Liyolya ile birliktelik yaşadı. Türkiye’ye dönmesi gerektiği için ayrılmak zorunda kaldılar.

1924… Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nden mezun olan Mehmed  Nâzım, Türkiye Komünist Partisi’nin ülke içindeki faaliyetlerine katılmak üzere yurda döndükten sonra babası Müşir Mehmed Ali Paşa’nın yayımladığı Sinema Postası Dergisi’nin teknik işlerine de yardım etti. Türkiye Komünist Partisi’nin legal yayın çalışmalarında görev alan Mehmed Nâzım, bu doğrultuda Aydınlık Dergisi ve Orak – Çekiç Gazetesi’ne hem şiirler ve makaleler yazdı hem de sokaklarda gazetenin satışını yaptı.

1925… Çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu doğrultusunda tüm sosyalist ve komünist kuruluşlar ve yayın organları kapatılırken birçok yazar tutuklandı. Hakkında tutuklanma kararı çıkarılan Mehmed Nâzım, gittiği izmir’de bulunamadı. Bunun üzerine de İstiklâl Mahkemesi’nde gıyaben yargılanarak 12 Ağustos 1925’te 15 yıllık mahkumiyete çarptırıldı.

İzmir’den gizlice İstanbul’a ulaşan Mehmed Nâzım, annesi Ayşe Celile Hanım’ı ziyaret ettikten sonra bir tekneyle dönemin TKP lideri Şefik Hüsnü ile birlikte yeniden Moskova’ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde çevirmenlik ve asistanlık yaptı.

1 Mart 1926’da kabul edilen Türk Ceza Kanunu gereğince aldığı 15 yıllık hapis cezası bir yıla inince, Mehmed Nâzım, yurda dönmek için Türkiye Büyükelçiliği’ne birkaç kez başvuruda bulunsa da olumlu sonuç alamadı.

1928… Ülkeye başka birinin pasaportuyla girmeye çalışırken gözaltına alınan Mehmed Nâzım, İstanbul’a sevkedilerek hakkında yeni bir dava daha açıldı. İsteği üzerine 1925’te İstiklâl Mahkemesi’nin verdiği hüküm kararıyla yeni davanın birleştirilerek yeniden görülmesine karar verildi. Davada İstiklâl Mahkemesi’nin verdiği mahkumiyet hükmü kaldırılırken bir başkasının pasaportunu kullanmaktan üç aylık hapis cezası aldı. Tutukluluk süresi, mahkumiyet süresini aşmış bulunduğu için serbest kaldı.

* Moskova’da tanışıp 1926’da evlendiği  Lena Yurçenko’nun  Türkiye’ye gelememesinden dolayı boşanmak zorunda kaldı.

1929… Nâzım Hikmet, ‘835 Satır’ adlı şiir kitabıyla edebiyat çevrelerinde geniş yankı uyandırırken aralarında Ahmet Haşim’in de olduğu birçok meslektaşının övgüsünü alsa da bir süre sonra yayımladığı ‘Putları Yıkıyoruz’ başlıklı yazısındaki eski edebiyatı yıkmak ve yenisinin temellerini atmak yönündeki fikirleri nedeniyle dönemin önde gelen edebiyatçılarının tepkisini çekti.

Birçok meslektaşının tepkisini çekse de Nâzım Hikmet,  Muhsin Ertuğrul, Cemal Reşit Rey, Peyami Safa ile çalışma olanağı buldu.

Yazıları nedeniyle artan baskılar, Nâzım Hikmet’i takma adlar kullanmaya yöneltti. 20’ye yakın takma ad kullanarak yazmaya devam ederken ustalık dönemi eseri olarak tanımlanan ‘Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı’nı yayımladı.

* Kızkardeşi Samiye Hanım’ın arkadaşı olan, Suzan ve Memet Fuat adlı iki çocuğu bulunan Hatice Piraye Hanım (Altınoğlu) ile yakınlaştı. O dönemde Hatice Piraye Hanım, kendisini ve çocuklarını bırakıp müzik kariyeri için Paris’e giden kocası Vedat Örfi’den boşanmak üzereydi. 13 Eylül 1932’de gerçekleşen boşanmanın ardından Hatice Piraye Hanım ile nişanlanıp 31 Ocak 1935’te evlendi.

Nâzım Hikmet – Piraye Hanım. ‘Ran’ soyadının hikayesi şöyle; Nâzım Hikmet cezaevinde olduğu dönemde, 1934 Haziran’ında soyadı yasası çıkarılmıştı. Bütün yurttaşların yıl sonuna kadar soyadı almaları gerekiyordu. ‘Hikmet’, Mehmed Nâzım’ın babasının adıydı. Mehmed Nâzım da yeni bir soyadı almak zorundaydı. Soyadının ne olacağı konusunda kararsız olan Mehmed Nâzım, Piraye Hanım ile bu konuda anlaşamıyordu. Bir gün Birlikte bir soyadı düşünmeye başladılar. Piraye Hanım ne bulsa Mehmed Nâzım gülüyordu. Sonunda anlamsız bir soyadı almaya karar verdiler. Piraye Hanım, ‘Ran’ı önerdi. Mehmed Nâzım da bunun bazı fiillerin sonuna eklenebileceğini anımsattı. Örneğin başaran, kurtaran, saldıran, coşturan… Buna çok güldüler. “İsteyen kendine göre yorumlasın” dediler. Ertesi gün de nüfus dairesine başvurup ‘Ran’ı nüfuslarına işlettiler.

1933… Hakkında açılan davalar nedeniyle hapis cezası almasıyla Bursa Cezaevi’ndeki tutukluluk süreci başladı. Muhsin Ertuğrul ile başlayan sinema kariyerine bir yıl ara vermek zorunda kaldı.

Nâzım Hikmet, 1933’te cezaevine girene kadar 6 film senaryosu yazarken onlardan ikisinin yönetmenliğini de yaptı.

* Bursa Cezaevi’ne kendisini ziyarete gelen şehir tiyatrolarından tanıdığı Semiha Berksoy ile yakınlaştı. Gönlü kaysa da nişanlı olduğu için Berksoy ile bir beraberlik yaşamadı.

Semiha Berksoy, cezaevinden çıktıktan sonra Nâzım Hikmet ile vapurdaki karşılaşmasını şöyle anlatmıştı; “Merdivenlerden çıkıyorduk. Birden ‘ben evliyim seni alamam’ dedi. Ben de onu seviyordum. ‘Olsun’ dedim. Onu o şekilde kabul etmiştim. Meğer o tarihte evli değilmiş, Hatice Piraye’ye evlenme sözü vermiş.”

Nâzım Hikmet, Semiha Berksoy’a olan ilgisini belki bir birlikteliğe dönüştüremedi ama duygularını yazdığı ‘Bu Bir Rüyadır’ adlı operetle dile getirdi. Operette başrolü Semiha Berksoy oynadı.

1938… Kendisiyle görüşen iki genç subayın sakıncalı yayın bulundurmaktan gözaltına alınmasının ardından Nâzım Hikmet, Harp Okulu Komutanlık Askeri Mahkemesi’nde ‘askeri kişileri üstlerine karşı kışkırtmak’ suçlamasıyla yargılandı. 15 yıl ağır hapis ve ömür boyu kamu hizmetlerinden men edilme cezası aldı. Aynı zamanda ‘donanmayı isyana teşvik’ suçundan açılan ayrı bir davadan da yargılanarak 20 yıl daha ağır hapis cezası aldı.

Nâzım Hikmet, 31 Ağustos 1938’de İstanbul Cezaevi’ne, 1940 Şubat’ında ise oradan Çankırı Cezaevine gönderildi. Sağlığının bozulması üzerine aynı yılın aralık ayında Bursa Cezaevi’ne nakledilen Nâzım Hikmet, orada Orhan Kemal ile koğuş arkadaşlığı yaptı.

Cezaevinde bir yandan edebi çalışmalarına devam eden Nâzım Hikmet, diğer yandan hakkında verilen hüküm kararının bozulması için çabalarını sürdürdü. Beklenen af kararı gelmeyince 8 Nisan 1950’de açlık grevine başladı. Bu eylem sonucunda dönemin kültür ve sanat camiası, serbest bırakılması yönünde çağrılar yaptı. O yıl, 65 yaşında olan Ayşe Celile Hanım da oğluna destek vermek için açlık grevine başlayıp imza kampanyası başlattı.

Nâzım Hikmet’in tahliye edilmesi elbette açlık grevleriyle söz konusu bile olmayacaktı.

14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimlerden sonra Adnan Menderes’in başbakanlığında Demokrat Parti, 22 Mayıs 1950’de iktidar görevini CHP’den devraldı. Demokrat Parti’nin ilk icraatları arasında bir genel af yasası da vardı. 14 Temmuz 1950’de çok partili siyasetin ilk genel af yasası olan ‘Bazı Suç ve Cezaların Affı Hakkında Kanun’dan faydalanarak tahliye olanlar arasında Nâzım Hikmet de vardı.

* Mahkumiyetinin son dönemlerinde, o sırada Nurullah Berk ile evli olan, dayısının kızı Münevver Hanım (Andaç) ile yakınlaşınca eşi Hatice Piraye Hanım ile araları açıldı. Tahliye olduktan sonra 23 Mart 1951’de Hatice Piraye Hanım’dan boşandı. Üç gün sonra, 26 Mart 1951’de ise Münevver Hanım’dan olan oğlu Mehmet Nâzım Ran dünyaya geldi.

* Hatice Piraye Hanım, Nâzım Hikmet’ten boşandıktan sonra bir daha evlenmedi. Vefat ettiği 21 Mart 1995’e kadar Altunizade’deki evinde sakin bir yaşam sürdü.

12 yıllık esaret hayatından sonra serbest kalan Nâzım Hikmet, 22 Kasım 1950’de Dünya Barış Konseyi tarafından Julius Fučík, Pablo Picasso, Pablo Neruda, Paul Robeson ve Wanda Jakubowska ile birlikte Uluslararası Barış Ödülü’ne layık görüldü.

1951… Nâzım Hikmet, yasal olarak yükümlülüğü olmamasına rağmen Kadıköy Askerlik Şubesi tarafından Sivas’ın Zara ilçesinde vatani görevini yapması için askere çağrıldı. Bu çağrı, sağlık durumunun kötüleşmesi de göz önünde bulundurularak ölmesi istendiği yönünde düşüncelerin oluşmasına, yorumlar yapılmasına neden oldu. Nâzım Hikmet, çevresindekilerin salıklarıyla 17 Haziran 1951’de İstanbul’dan ayrılarak Romanya üzerinden Moskova’ya gitti.

Gidiş o gidiş…

Bir daha da memleketine dönemedi.

Askerlik görevini yerine getirmeden ülkeden ayrılması üzerine 25 Temmuz 1951’de Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılan Nâzım Hikmet, bu konuda şunları söyledi; “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından – hey gidi dünya – çıkarılmışım. Beni Türklükten, halkımın evladı olmaktan, milletime ölümsüz bağlı bulunmaktan kimse, hiçbir kuvvet çıkaramaz, ayıramaz.

Vatansız duruma düşen Nâzım Hikmet’in annesinin baba tarafından dedesi, Polonya’dan 1848 ayaklanmaları sırasında Osmanlı İmparatorluğuna göç eden Polonezlerden Konstantin Borzecki’dir. Bu göçün ardından Osmanlı vatandaşı olunca Mustafa Celaleddin Paşa adını almış ve Osmanlı Ordusunda subay olarak görev yapmıştır. Türk tarihinde önemli bir eser olan “Les Turcs anciens et meternes” (Eski ve Yeni Türkler) kitabını yazmıştır. Türk vatandaşlığından çıkarılınca, büyük dedesi Mustafa Celâleddin Paşa’nın (Konstantin Borzecki) memleketi Polonya’nın vatandaşlığına geçerek ‘Borzecki’ soyadını alır.

Nâzım Hikmet, çeşitli organizasyonlardan aldığı davetler üzerine Bulgaristan, Macaristan, Fransa, Küba ve Mısır’daki konferanslarda savaş ve emperyalizm karşıtı eylemlere katıldı, radyo programları yapan Nâzım Hikmet, Dünya Barış Konseyi Başkanlık Divanı’na seçildi.

*1952’de konferans için gittiği Çin’de geçirdiği ilk kalp krizinden sonra döndüğü Moskova’da tedavisini üstlenen Dr. Galina Kolesnikova ile beraberliğe başladı. Kolesnikova, Nâzım Hikmet’in hayatında olduğu sürece aynı zamanda yardımcısı, tercümanıydı.

* Dr. Galina Kolesnikova ile birliktelikleri devam ederken Nâzım Hikmet, Vera Tulyakova ile tanıştı. Nâzım Hikmet, etkilendiği kadının evli olduğunu tanışmalarından bir yıl sonra öğrendi. Nâzım Hikmet, Dr. Galina Kolesnikova’dan ayrıldı, Vera Tulyakova ise eşinden boşandı. Birlikteliklerini 1959’da resmiyete dökerek evlendiler.

* Nâzım Hikmet, Moskova’ya gittikten sonra Münevver Hanım, son derece sıkıntılı günler geçirdi. Nâzım Hikmet, yaşamını çeviri yaparak ve özel ders vererek devam ettirmeye çalışan oğlunun annesi Münevver Hanım’a İtalyan Barış Hareketi üyesi İtalyan Joyce Lussu aracılığıyla para gönderdi.

* Joyce Lussu, parayı teslim etmek için buluştuğu Münevver Hanım’ı çok sevdi. Belki haline biraz da acıdı… Bunun üzerine Münevver Hanım ve oğlu Mehmet Nâzım’ı yurt dışına çıkarıp Nâzım Hikmet ile kavuşturma planı yaptı.

Joyce Lussu, Münevver Hanım ile Mehmet Nâzım’ı Ayvalık’ta bir yata bindirerek Midilli Adası’na doğru yola çıktılar. Yat, adanın yakınlarında kayalara çarparak parçalansa da yolcular kazadan yara almadan kurtuldu.

* Münevver Hanım ile oğlu Mehmet Nâzım, Atina üzerinden Varşova’ya geçti. Ne var ki bilmediği Nâzım Hikmet’in Moskova’da Vera Tulyakova ile evli olduğuydu.

Münevver Hanım, Varşova’da Nâzım Hikmet ile buluştuğunda bu gerçeği öğrendi.

Buluşmalarında sadece şiir üzerine sohbet etmelerinden anladı ki, Nâzım Hikmet’in hayatında oğlunun annesi olmasının dışında bir yeri kalmamıştı.

Varşova’da kalarak Doğu Dilleri Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra 1968’de Paris’e yerleşen Münevver Hanım, bir yandan Gallimard Yayınevi için kitap tercümeleri yaparken bir yandan da Fransız hükûmeti mahkemesinde resmi çevirmen olarak çalıştı.

* Nâzım Hikmet ve Yaşar Kemal’in eserlerini Fransızca’ya çeviren Münevver Hanım, Yaşar Kemal’in yaptığı ‘İnce Memed 3’ çevirisiyle 1987’de Fransız Çevirmenler Derneği Çeviri Büyük Ödülü’nü kazandı. Münevver Hanım, akciğer kanseri nedeniyle 16 Mayıs 1998’de hayatını kaybetti.

 Nazım,3 Haziran 1963’te saat 06.30’da gazetesini almak üzere ikinci kattaki dairesinden apartman kapısına yürüdüğü sırada geçirdiği kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetti.

Yüzlerce sanatçının katıldığı Sovyet Yazarlar Birliği Salonu’nda düzenlenen törenden sonra Nâzım Hikmet’in cenazesi Moskova’daki Novodeviçi Mezarlığı’na defnedildi. Siyah granitten yapılan mezar taşını da ünlü şiirlerinden biri olan ‘Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam’ın cümleleri işlendi.

Nâzım Hikmet’in eserlerine 1938’de konulan yayım yasağı 1968’de kaldırıldı.

3 Haziran 1990’da Nâzım Hikmet’in kız kardeşi Samiye Yaltırım ve çağrısına cevap veren Nâzım Hikmet dostları tarafından Nâzım hikmet Kültür ve Sanat Vakfı‘nın kuruluş çalışmaları başladı. 22 Mayıs 1991’de resmiyet kazanan vakfın öncelikli çalışmalarından biri de Nâzım Hikmet’in yeniden Türk vatandaşlığına kabul edilmesiydi.

Bu konuda birçok çağrıda bulunulmuş, birçok dilekçe verilmiş olsa da Nâzım Hikmet ancak doğumunun 107, ölümünün ise 48’inci yılı olan 2009’da yeniden vatandaşlık hakkı kazanabildi.

5 Ocak 2009’da “Nâzım Hikmet Ran’ın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkartılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının yürürlükten kaldırılmasına ilişkin önerge” Bakanlar Kurulu’nda imzaya açıldı. Nâzım Hikmet Ran’a yeniden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının iade edilmesine ilişkin bir kararname hazırladıklarını ve imzaya açıldığını ifade eden hükûmet sözcüsü Cemil Çiçek 1951 yılında vatandaşlıktan çıkartılan Nâzım Hikmet Ran’ın yeniden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmasına ilişkin önerinin Bakanlar Kurulu’ tarafından oylanarak kabul edildiğini açıkladı.

Bakanlar Kurulu’nun 5 Ocak 2009 tarihinde aldığı bu karar, 9 Ocak 2009’da Resmi Gazete’de yayımlanarak resmileşti.

SİNEMA KARİYERİ

1932’de ziyaret ettiği Muhsin Ertuğrul’un siparişi üzerine ‘Kafatası’ ve ‘Bir Ölü Evi’ piyesini yazdı. Ertuğrul’un aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nın öyküsü olan ‘Bir Millet Uyanıyor’ adlı filmde asistanlığını yapmasını istemesiyle sinema kariyeri başladı.

Yazdığı senaryolar;

* Güneşe Doğru

* Karım Beni Aldatırsa

* Söz Bir Allah Bir

* Naşit Dolandırıcı

* Cici Berber

* Düğün Gecesi

* Fena Yol (Yunanlı yazar Grigorios Ksenopoulos’un romanından senaryolaştırdığı film ilk Türk – Yunan ortak yapımı oldu)

Cezaevinde yazdığı senaryolar;

* Milyon Avcıları (Max Neufeld’in yönettiği  ‘Sehnsucht 202’ adlı Alman müzikli komedisini uyarlayıp senaryolaştırdı)

* Aysel, Bataklı Damın Kızı (Selma Lagerlöf ve Hasan Cemil Çambel ile birlikte yazdı. Film, Türk sinemasının başyapıtlarından biri olarak kabul edilir.)

* Leblebici Horhor Ağa

* Tosun Paşa

* Bir Kavuk Devrildi (Muhsin Ertuğrul ve Necdet Mahfi Ayral ile birlikte yazdı.)

* Şehvet Kurbanı

* Kıskanç

* Kahveci Güzeli

* Kızılırmak Karakoyun

* Yolcu (Başar Sabuncu tarafından 1993’te filme çekildi.)

Leblebici Horhor Ağa

Leblebici Horhor Ağa

Tahliye olduktan sonra yazdığı senaryolar;

* Üçüncü Selim’in Gözdesi

* Barbaros Hayrettin Paşa

* Lale Devri

* Balıkçı Güzeli

* En Büyük Kötülük

* Yusuf ile Zeliha

* Bir Aşk Masalı

* Fransa – Vietnam (Filme çekilemedi)

* Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim

* Enayi

Yönettiği filmler;

* Güneşe Doğru

* İstanbul Senfonisi (Kısa Metraj Belgesel)

* Bursa Senfonisi (Kısa Metraj Belgesel)

* Cici Berber

* Düğün Gecesi

Hakkında Çekilen Filmler

* Su da Yanar (Ali Özgentürk’ün yönettiği 1987 yapımı film, Nâzım Hikmet ile ilgili bir film yapmak isteyen bir yönetmenin öyküsünü konu edindi.)

* Mavi Gözlü Dev (Biket İlhan’ın yönettiği 2006 yapımı film, Nâzım Hikmet’in Bursa Hapishanesi’nde geçirdiği dönemi anlatıyor.      

                    ***

                      ******

Sende ben imkansızlığı seviyorum.

*

Bıraksın peşimizi, kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar

 *

 Yaşamak

Bir ağaç gibi

tek ve hür

ve bir orman gibi

kardeşçesine

bu davet bizim

*

Ben yanmasam

Sen yanmasan

nasıl çıkar karanlıklar

aydınlığa

*

Herşey ortak, yarin yanağından gayri

*

Sefalette değil, refahta eşitlik istiyoruz.

*

 

DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.

Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.

Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.

Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
– demeğe de dilim varmıyor ama –
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

                    1947

                      NAZIM HİKMET

BAZI ESERLERİ

 

– Memleketimden İnsan Manzaraları

– Kafatası

– Unutulan Adam

– Taranma Baba’ya Mektuplar

– Ferhat ile Şirin

– Kurtuluş Savaşı Destanı

– Kız Çocuğu

– Tahir ile Zühre

– Şeyh Bedrettin Destanı

– Sevdalı Bulut (Tiyatro oyunu)

 

 ŞİİR KİTAPLARI

 

– 835 Satır, (1929)

– Jokond ile Si-Ya-u, (1929)

– Varan 3, (1930)

– 1 + 1 = 1, (1930)

– Sesini Kaybeden Şehir, (1931)

– Benerci Kendini Niçin Öldürdü, (1931)

– Gece Gelen Telgraf, (1932)

– Taranta Babu’ya Mektuplar, (1935)

– Portreler, (1935)

– Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı (1936)

– Saat 21-22 Şiirleri, (1965)

– Kurtuluş Savaşı Destanı, (1965)

– Şu 1941 yılında (Memleketimden İnsan Manzaraları’nın 3. kitabı), (1965)

– Dört Hapishaneden, (1966)

– Rubailer, (1966)

– Memleketimden İnsan Manzaraları (İlk bölüm), (1966)

– Memleketimden İnsan Manzaraları, (1966-1967)

– Kuvayi Milliye, (1968)

 

ROMANLARI

– Kan Konuşmaz, (1965)

– Yeşil Elmalar (yedi yazardan derleme), (1965)

– Yaşamak Güzel Bir Şey Be Kardeşim, (1967)

ÖZLÜ SÖZLER -DÜNYADAN

Perşembe, Mayıs 28th, 2009

ÖZLÜ SÖZLER

– Kader, gizlice seyahat eden tanrıdır.

SENEGAL Filminden

– Sesi müzik yapan, tonudur.

– İtimat, kontrole mani değildir.

-Tek gözlü olmak, kör olmaktan iyidir.

-Seni besleyen eli ısırma.

-Paylaşılan bir acı, yarıya iner.

-Hediye atın dişine bakılmaz.

-Aşkta ve savaşta her şey mübahtır.

-Eğitim, özgürlüğe götürür.

-Ufak hırsızlar asılır, büyük hırsızlar serbest bırakılır.

-Kadeh içinde boğulan, derede boğulandan hep daha fazla olmuştur.

-Sürekli damlayan, taşı bile deler.

-Korkak olduğunu bilmeyen herkes, cesurdur.

-Balıklar oltayla, insanlar tatlı dille avlanır.

ALMAN ATASÖZLERİ

***

– Ülkenizin aslanlarını öldürtürseniz, düşmanlarınızın çakallarına yem olursunuz.

FİLİSTİN ATASÖZÜ

-Kazana yanaşırsan karası, çirkefe yanaşırsan belası bulaşır.

TÜRKMENİSTAN ATASÖZÜ

*

– Düşman, en iyi öğretmendir.

– Bir sorunu çözemiyorsan, üzülmenin de bir faydası yoktur.

 TİBET ATASÖZÜ

—–

 – Eylem kolay, bilgi zordur.

*

– Sonsuz olan, sonlu olana indirgenemez.

*

– Her acının, mükâfatı vardır.

*

– İmparatorluğu at üstünde kazanırsınız ama at üstünden yönetemezsiniz.

*

– Gülmesini bilmeyen dükkan açmasın.

 

-Gülerken göbeği oynamayan adama güvenme.

*

– Para, her ayıbı örter.

*

– Dünyada iki kusursuz insan vardır; biri ölmüştür diğeri de henüz doğmamıştır.

*

 – Kadına inanan kendini aldatır, inanmayan da kadını aldatır.

*

 – Evlilik bir kale gibidir; dışardakiler oraya girmek için, içerdekiler de çıkmak için uğraşır.

*

 – Zenginlik gübre gibidir, yalnızca saçıldığı zaman faydalı olur.

*

– Sevinçliyken vaad de bulunma, öfkeliyken de cevap verme!

*

– Bir yerde küçük insanların gölgesi uzuyorsa, orada güneş batmış demektir.

– Kuyudaki kurbağa, gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanır.

– İnsan, ne yerse odur.

– Dilerim, ilginç günlerde yaşarsın.

– İntikam isteyen, önce iki mezar kazsın.

.

 ÇİN ATASÖZLERİ

———-

 – İnsanlık birdir ve insana özgü hiçbir şey, bize yabancı sayılmamalıdır.

*

– Her geçen dakika yaralar, sonuncusu öldürür.

*

– Bekçilere, kim bekçilik edecek?

*

– Yargıçları, kim yargılayacak?

*

– Düzen (kozmos), kaostan doğar.

*

– Hayat, bir “an”dır.

*

– Ne olacaksa, o olacak.

*

– Başkası birşey kaybetmeden, sizin kazanmanız mümkün değildir.

*

– Tarih öğretir.

– Eşek, eşekle dost olur.

*

– Bir el diğerini temizler.

*

– Eğer barış istiyorsan savaşa hazırlan!

*

– Kuşkunun olduğu yerde, özgürlük vardır.

*

– Sanat, sanat içindir.

*

– Hayat kısa, sanat uzundur.

*

– Sen görevini yap, gerisini tanrıya bırak.

*

– Yapılan bir lütfu kabul etmek, özgürlüğünü satmaktır.

*

– Sakalı ve hırkayı görüyorum ama bilgeyi göremiyorum.

*

– Zevkler ve renkler tartışılmaz.

*

– Zarlar atıldı.

*

– Zorladılar ama ben de istedim!

*

– Güneşin altında yeni birşey yok!

– Yeter ki adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun. 

  

LATİN ATASÖZLERİ

—–

– Öğretmek, öğrenmektir.

– Yalan dört nala gider. Hakikat ise adım adım yürür fakat yine de vaktinde yetişir.

 – Senin değilse alma, doğru değilse yapma, gerçek değilse söyleme, bilmiyorsan sus.

– En uzun yollar da ilk adımla başlar.

– Pirincin içindeki siyah taşlardan değil, beyaz taşlardan kork!

– Okuduğun her şeye inanacaksan, hiç okuma daha iyi.

– Sanatçıyım diyebilmek için, ustanı geçeceksin ve seni geçecek bir öğrenci yetiştireceksin.

JAPON ATASÖZLERİ

– Ömrünün sonuna kadar eşeğe binmektense, bir yıl ata binmek yeğdir.

– Bir kere evlenmek ödev, iki kere evlenmek eğlence, üç kere evlenmek çılgınlıktır.

 HOLLANDA ATASÖZLERİ

– Kavgada vurma gücü olmayan, kaldıramayacağı taşa sarılır.

AZERİ ATASÖZÜ

– Saçları ağarana dek yaşadı ama dünyaya gelmedi.

DAĞISTAN ATASÖZÜ

– Çabuk gelen kötü şans, geç gelen iyi şanstan evladır.

 – Fareye “aslan nedir?” diye sormuşlar, kediyi göstermiş.

– Dilinde bülbül, kalbinden katil!

 ARNAVUT ATASÖZLERİ

 – Erkeğin gözyaşı, kanından daha değerlidir.

*

– Candan önce, “onur” gelir.

*

– Yüze karşı yapılan övgü, arkadan yapılan yergi gibidir.

*

– Dört ayağı varken, at bile tökezler.

*

– Çıkarılan kama, yerine konmaz.

 ABHAZ ATASÖZLERİ

– Eğer her şey üstüne üstüne geliyorsa, belki de sen ters gidiyorsundur!

– Hırsıza hırsız olduğunu unutturursan, sana ahlak dersi verir.

– Gerçek, çoğu zaman tasarımı aşar.

– Uçlar, birbirine dokunur.

FRANSIZ ATASÖZLERİ

  – Kadın gölge gibidir; kendisini takip edenden kaçar, önünden gidenin arkasından koşar.

– Beni anla da istersen öldür.

-Yiğit harpte, dost dertte, olgun adam hiddette belli olur.

ARAP ATASÖZLERİ

 – Altın ateşle, kadın altınla, erkek kadınla imtihan edilir.

– Bir insan sana eşek derse umursama ama beş kişi sana eşek derse, git kendine bir semer al.

 AMERİKAN ATASÖZÜ

  – Oğlunu istediğin zaman, kızını istediği zaman evlendir.

– Köpekle yatan pireyle kalkar.

İSPANYOL ATASÖZLERİ

 – Henüz ölmemiş birinin, hala bir şansı vardır.

LÜBNAN ATASÖZÜ

*

————-

*

– Marifet, iltifata tabidir.

*

– Taç giyen baş, uslanır.

*

– Biliyorsan söyle feyz alsınlar, bilmiyorsan sus molla sansınlar.

*

– Alimin ölümü, alemin ölümüdür.

*

– Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı.

*

– Büyük başın, büyük derdi olur. Çoktan çok azdan az gider.

*

– Vermeyince mabud, neylesin Sultan Mahmud.

*

– Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste..

– Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır.

– Yiğidin bakışı, korkağın kılıcından keskindir.

– Yiğidi öldür, hakkını yeme.

– İş bilenin, kılıç kuşananın.

– İş bilen, elli kişiyi cebinden çıkarır kuşağına doldurur.

– At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır.

– Sel gider taş kalır, el gider kardaş kalır.

– Türk balası kurt olur, bastığı yer yurt olur.

– Dağ başında duman, yiğit başında boran eksik olmaz.

– Yanlış yerde pirinç taşırsan, dönende toprak taşırsın.

– Davet edildiğin yere erinme, edilmediğin yere de görünme.

– Niyeti hayır olanın, akıbeti de hayırdır.

– Laf dinleyen iş bitirir, dinlemeyen baş yitirir.

– Lafın uzunu idraksize söylenir.

– Akıl fukara olunca, dil ukala olurmuş.

– Sınamasa arsıkar, sakınmasa utsıkar. (Sınamayan aldanır, sakınmayan yutulur.)

– Katran kaynatmakla olur mu şeker, cinsine yandığım cinsine çeker.

– Mühür kimdeyse hüküm ondadır.

– Taşın küçüğü, büyük baş yarar.

– Oğlan babadan görür at oynatmasını, kız anadan görür sofra donatmasını.

– Evlat, babanın sırrıdır.

*

– Zulüm ile abad olanın ahiri berbat olur.

– Bölüşürsek tok, bölünürsek yok oluruz.

– Öfke kapıya dayanırsa, akıl baştan uçar.

– Önü alınmayan gafletin sonu, ihanettir.

– Göz o ki, dağın ardını göre, akıl o ki, başına geleceği önceden bile.

*

Barika-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar. (Hakikat ışığı, fikirlerin çarpışmasından doğar)

*

Efradını cami, ağyarına mani olmalı.(İlgili olanların hepsini içinde toplama, ilgisiz olanları da dışarda bırakma)

*

– Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer.

*

– Üslubu beyan, ayniyle insandır.

*

– İyilik yap denize at, balık bilmezse halık (yaratıcı) bilir.

*

– Sen doğru ol, eğrisi bulur belasını.

– Doğru yerinden kalkıncaya kadar yanlış dünyayı dolaşırmış.

*

– Tedbir senden, takdir Allah’tandır.

*

– Çok söz yalansız, çok mal haramsız olmaz.

– Minareyi çalan kılıfını hazırlar.

*

– Yavuz hırsız, ev sahibini bastırırmış!

– Kötü komşu, insanı ev sahibi yaparmış!

*

– Fazla naz, aşık usandırır.

*

 – Bir musibet, bin nasihatten iyidir.

*

– Ehem, mühime tercih edilir.

*

– Bir dirhem et, bin ayıp örter.

– Herkes nasibini yer.

– Neye nasip, neye kısmet!

– Gelin ata binmiş, “ya nasip” demiş!

*

– Ahrette iman, dünyada mekan.

*

– Tebdil-i mekanda, ferahlık vardır.

– Nerde hareket, orda bereket.

*

– Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete.

*

– Sora sora, “Bağdat” bulunur.

– Geçti Bor’un pazarı, sür eşşeğini Niğde’ye!

*

– İnsanoğlu çiğ süt emmiş kimse bilmez fendini, her kime iyilik yaptıysan ondan sakın kendini!

– Çalımını gören selam durur, çadırını gören sadaka verir.

*

– İnsan kaybedeceği şeye fazla bağlanmamalı!

*

– Mağrurlanma padişahım, senden büyük Allah var.

*

– Devlet başa kuzgun leşe.

*

– Kumaş Hindistan’da, akıl Frengistanda, ihtişam Osmanlıdadır.

*

– Her millet, layık olduğu şekilde yönetilir.

– Mahkeme, kadıya mülk değildir.

*

– Hafızayı beşer, nisyan (unutmak) ile malüldür.

– Mazisi olmayanın âtisi de olmaz.

– Galatı meşhur, lügatı fasihten evladır.

-Usülde hata yapan, esasta da hata yapmaya mahkum olur.

*

– Bazı olayların şuyu (dedikodusu), vukuundan beterdir.

*

– Sen ağa ben ağa, bu ineği kim sağa!

*

– Korkulu rüya görmektense, uyanık kalmak yeğdir.

*

– Doğmamış çocuğa don biçilmez.

– Alışmamış götte don durmaz.

– Alışmış kudurmuştan beterdir.

*

– Besle kargayı oysun gözünü.

– Aç koyma hırsız olur,

çok söyleme yüzsüz olur,

çok değme arsız olur.

*

– Dinsizin hakkından, imansız gelir!

– Dinime küfreden bari müslüman olsa!

*

– Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur.

– Göz görmeyince, gönül katlanır.

*

– Körle yatan, şaşı kalkar!

*

– Dervişin zikri neyse fikri de odur.

– Şeyh uçmaz, mürid uçurur.

*

– Eskiye rağbet olsaydı, bit pazarına nur yağardı!

*

– Adım Hıdır, elimden gelen budur.

– Kul sıkışmayınca, Hızır yetişmez.

*

– Haydan (Allah’tan) gelen, Huya (Allah’a) gider.

– Hapsedilmek halvet, sürgün edilmek hicret, öldürülmek şehadettir.

– Ne verirsen elinle, o da gider seninle.

– Eve lazım olan, camiye haramdır.

– Kervan, yolda düzelir.

– Su akar, yolunu bulur.

*

– İt ürür, kervan yürür.

İt, iti ısırmaz.

– İt ite, it de kuyruğuna buyuruyor.

– Isıracak köpek, dişini göstermez.

– Kurt kocayınca, itin maskarası olurmuş!

*

-Ele verir talkını, kendi yutar salkımı!

– Kusuru yüzüne söylenmeyen, ayıbı hüner zannedermiş.

*

– Derdini söylemeyen, derman bulamaz.

*

– Evvel refik badel tarik. (Önce yoldaş sonra yol)

– Erken kalkmayan avrat, söz dinlemeyen evlat, mahmuzla gitmeyen at, kapında varsa hepsini kaldır at!

*

– Ağaca dayanma kurur, insana yaslanma ölür.

*

– Yarım hakim maldan, yarım hekim candan, yarım hoca imandan eder.

*

– Büyük lokma ye, büyük söz söyleme.

– Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde gelmez.

*

– Öfke ile kalkan, zararla oturur.

– Keskin sirke, küpüne zarardır.

*

– Borçlu güle güle gider, ağlaya ağlaya gelir.

– Borç, yiğidin kamçısıdır.

 – Borcun iyisi vermek, derdin iyisi ölmektir.

– Borç yiyen, kesesinden yer.

*

 – Büyük dağa kar yağmadıkça, küçük dağa sıra gelmez.

*

– Bu dünya iki kapılı bir handır, gelen bilmez giden bilmez.

*

– Çok alçalma basarlar, çok uçalma asarlar.

*

– Herşey incelikten, insan kabalıktan kırılır.

*

– Arayan belasını da bulur mevlasını da!

– İyi adam, lafının üzerine gelirmiş.

– İti an, çomağı hazırla!

*

– Nerde birlik, orda dirlik. 

– Nerde çokluk, orda bokluk!

*

 – İki gönül bir olunca, samanlık seyran olur.

– İki çıplak, bir hamama yakışır.

*

– Bedava sirke, baldan tatlıdır!

– Ucuz etin yahnisi, yavan olur!

*

– Bülbülü altın kafese koymuşlar, yine “vatanım” demiş!

*

 – El elin eşeğini, türkü çağırarak arar.

– Eşek ölür semeri kalır, insan ölür eseri kalır.

– Mektep cehaleti alır, merkeplik baki kalır.

– Eşşeğe altın semer vursan da eşek yine eşektir.

– Eşşeğin hatırı yoksa, sahibinin de mi yok?

*

 – Sadece bitmişle yitmişe, olmuşla ölmüşe çare yoktur.

– Ölüm gelmiş cihane başağrısı bahane.

.

OSMANLI – TÜRK ATASÖZLERİ

—***—

 – Sular yükseldikçe balıklar karıncaları yer, sular çekildikçe de karıncalar balıkları. Kimse bugünkü üstünlüğüne, gücüne güvenmemeli. Çünkü; kimin kimi yiyeceğine, suyun akışı karar verir.

– Borç verirken ya paranı ya dostunu kaybedersin.

– Aslanlar kendi tarihlerini yazmadıkça, onların tarihini avcılar yazmaya devam edecektir.

-Afrikada her sabah bir ceylan uyanır. En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini yoksa öleceğini bilir. Afrikada her sabah bir aslan uyanır. En yavaş ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini yoksa aç kalacağını bilir. Aslan ya da ceylan olmanızın bir önemi yoktur. Yeter ki, güneş doğduğunda koşmak zorunda olduğunuzu bilin.

-Bilge her şeyi bilmez, sadece ahmaklar her şeyi bilir.

-Bir aslanla bir karınca kavgasında kazanan olmaz.

-Fark edilmek için çok küçük olduğunu düşünüyorsan, kapalı bir odada bir sivrisinekle uyumayı dene.

-Tanrı asla taraf tutmaz.

-Yalnız bir kalp, tek başına atamaz.

-Yüzümüzün ve gözlerimizin rengi ne olursa olsun, gözyaşlarımızın rengi aynıdır.

AFRİKA ATASÖZLERİ

****

 KIZILDERİLİ ATASÖZLERİ:

– Bize bu dünya atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık.

*

– Beyaz adam geldiğinde onun sadece İncili, bizimse topraklarımız vardı. Sonra, İncil bizim oldu, topraklarımızsa onun.

*

– Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; “beyaz adam” paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.

*

– Kalbimizi biraz daha açarsak, birbirimizi daha iyi anlar, kan dökülmesini biraz daha önleriz.

*

– Her şey halkadır. Her birimiz kendi hareketlerimizden sorumluyuz. Hepsi döner dolaşır, bize geri gelir.

*

– Arkamda yürüme ben öncün olmayabilirim. Önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Yanımda yürü, böylece ikimizde eşit olabiliriz.

*

– Düşmanımı cesur ve kuvvetli yap! Eğer onu yenersem utanç duymayayım.

*

– Ölüler, tecrübe ve bilgilerini beraberinde götürmez, yaşayanlara ilave eder.

*

– Senin tanrın bana yapılan bu büyük zulmü hoş görüyorsa, o inandığın tanrı değil.

*

– Beyaz adam, “bir”i üç yapan adamdır.

*

– Bana söylersen unutabilirim, gösterirsen anımsayabilirim ama beni de katarsan anlayabilirim.

*

– Küçük derede, büyük balık olmaz.

*

– Fakir olmak, şerefşiz olmanın yanında küçük bir meseledir.

*

– Hepimizin farklı bir rüya gördüğünü hatırlamakta fayda var.

*

– İnsanın gözleri öyle şeyler anlatır ki, dil onları telaffuz edemez.

*

– İnsan tabiattan uzaklaştıkça kalbi katılaşır.

*

– İlkbaharda usul usul yürü, çünkü toprak ona hamiledir.

*

– Yağmur iyilerin de üzerine yağar, kötülerin de!

*

– Yanlışı görüp elini uzatmayan yapan kadar suçludur.

*

– Yapmanız gereken herşeyi eski sadeliğine döndürmektir, böylece düzen yeniden kurulur.

—/—

****

– İnsanlar yaşadığı için değil, yaşamadıkları için yaşlanırlar. 

PORTEKİZ ATASÖZÜ

– Yalanın bacağı kısadır.

SLOVAK ATASÖZÜ

 – Eğer bir fare, kediye gülüyorsa yakınlarda bir delik var demektir.

NİJERYA ATASÖZÜ

 –

– Duymak istemeyen kadar sağır yoktur.

*

– Büyük acılar sessizdir.

*

– Bin tane ihtimal bir doğru etmez.

*

– Dinlemekten akıl, söylemekten pişmanlık doğar.

*

– Kimin sabrı varsa, dünya onundur.

*

– Kartal için, bir güvercini mağlup etmek şeref değildir.

*

– Rüzgara tüküren, kendi yüzüne tükürür.

*

– Parasız sağlık, yarı yarıya hastalık demektir.

*

– Okumuş cahil kadar, cahil yoktur.

*

– Kadın, kitap, at, ödünç verilmez.

*

– Oyun bitince, şah da piyon da aynı kutuya konur.

İTALYAN ATASÖZLERİ

– 

– Bizler doğanın bir üyesi olarak, onunla uyum içinde yaşayan gerçek insanlarız. Bize göre varolan her şey, bir başkasının ihtiyacını karşılamak için vardır. Beyaz adam ise mutasyona uğramış tehlikeli bir varlık, kendisini doğadan daha üstün görüp ona hükmetmek istiyor.

ABORJİNLER

– Bilgeyi övsen de bir yersen de, fırtına kayaları sarsar mı?

– Dünya, rüya içinde rüyadır.

– Eğer birileri, oturduğu koltuktan kalkmakta sıkıntı yaşıyorsa, kesin altına pislemiştir.

HİNT ATASÖZLERİ

– Güneş, evliyaları da eşkiyaları da aydınlatır.

HİNTLİ ŞARVAKASLARIN SÖZÜ

– Ucuz mal alacak kadar, zengin değilim.

– Kurt kuzu gibi giyinir.

*

– Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşelidir.

*

– Din şehitlerinin kanı, kilisenin tohumudur.

*

– Gerçek büyük şeydir, eninde sonunda üstün gelir.

İNGİLİZ ATASÖZLERİ

– Çirkin kadın yoktur, az votka vardır.

– Evinin duvarında cam olan, komşusunun duvarını taşlamasın.

– Yalanlar seni ileriye götürür ama asla geri dönemezsin.

RUS ATASÖZLERİ

– İki dost arasına bir kez güvensizlik girerse, birine ya sürgün ya da ölüm düşer.

– İnsan dışı ile karşılanır, içi ile uğurlanır.

– Bir kazanda iki koç kaynamaz.

– Her Moğolun bir yolu vardır.

– Hemfikir olanların kaderi birdir.

MOĞOL ATASÖZLERİ