Posts Tagged ‘MİCHELANGELO’

FELSEFİ

Pazar, Ağustos 31st, 2014

– Ne kadar az bilirsen, o kadar rahat uyursun.

GORKİ

– Uyursan gece biter, uyuyamazsan sen!

SARTRE

– Çok uyumak kaçmaktır, uyuyamaksa yakalanmak.

FREUD

– Aydınları korkak olan ülkenin, zalimleri cüretkar olur.

GRİGORY PETROV

– Sonuçlarında ortaya çıkanın, nedenlerinde olmaması düşünülemez.

– Her şey kurguysa, kurgulayan gerçektir.

– Bir neden yokken, hiçbir şeyin de “varolmaması” gerekirdi. Ancak “varolmak” var, bu da her şeyin mümkün olduğunu gösteriyor. Bilinmeyen hakkında her şey söylenebilir.

AHMET AĞI

Felsefe, soru sormakla başlar.

NUSRET HIZIR

– Metafizik, bir varlık anlayışıdır.

– Her din bir tanrı anlayışı, her tanrı anlayışı da bir varlık anlayışıdır…

– ‘İyi’ ve ‘kötü’ kavramları, indüksiyon (tümevarım) yoluyla yapılmış birer çıkarımdır.

– Bilim  “nesne”, felsefe ise “anlam” araştırmasıdır.

– Başlangıç soruları felsefeyi ilgilendirmez. Başlangıç sorularına verilen cevaplar, bilgisel olmadığı için bir teoridir. Ancak bunu teorinin bilgisel olan yanıyla karıştırmamak gerekir. “Adem ile Havva” bir teori değil, bir mitostur. Darwin’in ki ise kaynaklara dayalı bir teoridir.

– Filozoflarla çocuklar birbirine benzer, her ikisi de sorularını direkt olarak “bu nedir?” diye sorarlar.

– Çocuklara sadece kendi çıkarlarını korumayı öğrettiğimizden, büyüdüklerinde de kendi çıkarlarını, “insan hakları” zannediyorlar.

    IOANNA KUÇURADİ

——

– Her yeni şey öğrendiğimde, bilmediklerimin ne kadar çok olduğunu anlıyorum.

EİNSTEİN

– Hakikati araştırmak, ona sahip olmaktan daha değerlidir.

GOTTFRİED LESSİNG

-Dünyada, bir filozofun lafını etmeyeceği kadar, saçma bir şey yoktur.

DESCARTES

– Görmek istemeyen kadar, kimse “kör” değildir.

İBN-İ SİNA

– Sahiplenmeden üretmek, kendini empoze etmeden hareket etmek, egemen olmadan gelişmek esastır. (Çin toplumuna dair çıkardığı sonuç)

– Bilim felsefenin başarılarından, felsefeyse bilimin başarısızlıklarından örülmüştür.

– İnsanlar hakikati yalnızca kendilerinin bildiğini sandıkları için, birbirlerine zulmediyorlar.

– Güçlü olma tutkusu, erdemli kişilerde kendini iyilik yapma tutkusu şeklinde gizler.

BETRAND RUSSELL

 – Az bilmek için, çok okumak gerekir.

C. MONTESQUİEU

 – Gerçek ancak yalnızlıkta bulunur.

– Kaplan, kaplanlıktan çıkamaz ama insan, sürekli insanlıktan çıkma tehlikesiyle yaşar.

GASSET Y. ORTEGA

 – İlerleme, bir fikirdir.

– Disiplinli hayvan, insana benzer. (Disiplinsiz insan da hayvana benzer.)

 Kant’ın, hem amprizmi hem de rasyonalizmi eleştiren ünlü sözü:

“Görüsüz (deneysel olmayan) kavramlar(akıl) boş, kavramsız görüler kördür”.

Bilgi, deneysel duyu verilerinin aklın formlarında işlenmesiyle oluşur.

Özgürlük; ahlak yasasının varlık nedeni, ahlak yasası ise özgürlüğün bilinme nedenidir.

Pozitif özgürlük; istemenin, saf aklın bir yasası (ahlak yasası) tarafından belirlenmesi.

Negatif özgürlük; hiç bir şey tarafından belirlenmeme, bir şeyi gerçekleştirirken engellenmemeyi talep ediyor.

– Bende sonsuz hayranlık uyandıran iki şey vardır; üstümüzdeki yıldızlarla dolu “gök” ve içimizdeki şaşmaz “vicdan yasası”.

KANT

———-

– Felsefe tarihçisi için tarihte, yeni birşey yoktur.

– Değerli olan hiçbir şey, başka bir şeyle ölçülemez.

– Gazali gereğinden fazla  zekidir… Tanrıyı korumak adına önemli bulduğu açıklamayı bulup getirir koyar…Gazali onemlidir ama değerli değildir, bugün de çok fazla önemli insan var ama…Gazali, tanrıyı korumak adına nedenselliği ortadan kaldırır…Olayların arasında hiçbir düzen  olmaksızın sırf kendi iradesiyle, herşeyin arkasından herşeyi getiren “tanrı ” mı daha yücedir yoksa herseyi bir düzen, intizam ve sıra içinde vareden tanrı mı?

Prof. AHMET ARSLAN

 – Akılsız insanın durumu ve karakter; iyiliğini ve kötülüğünü kendisinden beklemez, hep başkalarından bekler.

– Bilge insanın durumu ve karakteri; başına gelecek bütün iyiliği ve kötülüğü kendisinden bekler.

– Karşılaşılan zorluklar ne kadar büyükse, bunların üstesinden gelmek de o kadar gurur vericidir.

EPİKTETOS

 – “Boş zaman” yoktur, “boşa geçen zaman” vardır.

TAGORE

 – İyi bir bilim insanı, kendisini kavramlardan kurtarır ve varolanı görmek için zihnini açık tutar.

LAO TZU

– Hayatın temelinde, “acı” vardır.

İbadetler, nafile tekrarlardan ibarettir. Sadece “gerçek” var.

– “Sonsuz” olan, “sonlu olana” indirgenemez.

– İnsanların acıları, maddeye ve fikirlere olan bağlılıklarından kaynaklanır.

– “En basiti başarmaktır”, en zor olan.

BUDHA

– Karanlığa küfredeceğine, kalk bir mum yak.

KONFÜCYUS

– Bana en uzak birine de yapsanız, bana yapmış olursunuz.

Hz. İSA

Hayatımızdaki en önemli iki gün; doğduğumuz gün ve neden doğduğumuzu anladığımız gündür.

– Cahil insanla tartışmayın, önce sizi kendi seviyesine çeker, sonra da tecrübesiyle yener.

MARK TWAİN

– Ne kadar okursan oku, bilgine, yakışır şekilde davranmıyorsan cahilsin demektir.

SADİ ŞİRAZİ

– Bir tapınağın olması, kendine tapınmaktan daha iyidir.

– Cahillerle tartışmayın, ben hiç galip gelemedim.

– Keşif yoluyla bize gelen bilgilerle, peygambere gelen bilgiler aynıdır.

– İmanın yarısı, şüphedir.

Musiki; aşığın aşkını, fasığın fıskını artırır.

GAZALİ

– Ey  Gazali, hem aklın bilgi için yetersizliğini söylüyorsun hem de mantığa basvuruyorsun.

İBN RÜŞD

– Bir sözü dinleten; (1) hikmettir, (2) kudrettir.

HİLMİ OFLAZ

– Bügün öleceksin diye “niye korkuyorsun”, bu dünyanın yasasıdır. Senden önce yaşamış o kadar değerli insan hiç seslerini çıkarmadan öldüler. Sana ne oluyor? Sen kim oluyorsun da ölüme karşı çıkıyorsun?

LUCRETİUS

Her belirleme, bir yadsımadır.

– Her şey kendi varlığı içinde, sürekliliğini korumaya çalışır.

Özgürlük, zorunluluğun bilincine varmaktır.

– İnsan varlığını sürdürmek isteğindedir. İyi ve kötü bu istemden kaynaklanır.

– İnsan bir şeyi istiyorsa “iyi” diyor, istemiyorsa “kötü” diyor.

– İnsanın gerçekleştirebileceği en yüksek eylem, anlamak için öğrenmektir. Çünkü anlamak, özgür olmaktır.

– Yeni fikirlerden şaşmayın, şunu bilin ki hiçbir şey, bir çok kişi tarafından kabul görmüyor diye doğru olma vasfını yitirmez.

– Yerleşik dinin rahatını kaçırmadan, nasıl felsefe öğretilir bilmiyorum.

– Şimdinin geçmişten daha iyi olmasını istiyorsanız, geçmişi inceleyin.

– Ne korku umuttan yoksundur ne de umut korkudan.

– Bir şeyi istediğiniz kadar ince dilimleyin, daima iki yüzü olacaktır.

– İnsanlar konuşmak kadar susmak yeteneğine de sahip olsalar, dünya daha mutlu bir yer olurdu.

SPİNOZA

– Bütün bilgilerimiz tecrübe ile başlar ama tecrübe ile bitmez.

Tümevarım bir mitostur.

D. HUME

İnsan özgür doğar ama hayatın her anında zincire mahkum edilir.

– Bütün kavgaların, felaketlerin, tüm kötülüklerin anası; “özel mülkiyet”tir. Özel mülkiyetin olmadığı yerde haksızlık da yoktur.

J.J.ROUSSEAU

Bilgi, kuvvettir.

– Mutlu olmak için, doğayla uyum içerinde olmak gerekir.

F.BACON

MARX:

– Tarihi yapan insandır…

– Alt yapı, üst yapıyı belirler…

İnsanlık tarihi, sınıf çelişkisinden ibarettir.

– Tarihte ne olmuşsa, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur.

– Komünizmin önündeki engel, burjuvazinin eksikliğidir.

Din, ruhsuz bir dünyanın ruhu, ezilenlerin haykırışı,, kalpsiz bir dünyanın kalbidir. Din, kitlelerin afyonudur.

– İnsan bilincini içinde bulunduğu yaşama  koşulları belirler.

– İnsan, ne üretirse ona yabancılaşır.

Kapitalist, kendisinin kapitalist olmasından sorumlu değildir ama ilişkilerin kurulmasına yardımcı olduğu için sorumludur.

– Toplumsal reformlar, güçlünün zayıflığından ötürü değil, zayıfın gücünden ötürü gerçekleşir.

– Bir memleket iki şekilde talan edilir; düşmanlar ve bizzat o ülkenin kendi maliyesi tarafından.

– Zorun güzelliği, doğallığındadır.

Mülkiyet, hırsızlıktır.

———-

– İhtiyaç, icadın anasıdır.

Felsefe, mantık ve diyalektikten oluşur.

– Erkek burjuvazidir, karısıysa proleteryayı temsil eder.

– Ne mutlu o yoksullara ki, öteki dünya onlarındır ve er ya da geç bu dünyada onların olacaktır.

ENGELS

– Az gelişmiş toplumlarda ordu, kendi halkına karşı kullanılmak için vardır.

– Her devrimin temel sorunu, iktidar olmak içindir.

– Yumurtalar kırılmadan, “omlet” (devrim) olmaz.

LENİN

Ölüm, başkalarının işidir.

Varlık dediğimiz, “hiçin hiçmesidir”. Aslında her şeyle hiçbir şey, aynı şeydir.

Hüzün, en büyük muhalefettir.

– İnsan, zamanın merhametsiz ve karşı durulmaz ırmağına atılmış olduğundan, mahvından başka hiçbir şey bekleyemez. Bu yüzden hayal kırıklığına da uğratılamaz. Aksine insan, varlığının sonluluğunu görerek; üstün, soğuk bir zafer duygusu yaratabilir.

HEIDEGGER

– Biz varken “ölüm” yok, ölüm varken de “biz” yokuz.

EPIKUROS

İnsan, her şeyin ölçüsüdür.

PROTOGORAS


– Herşeyin ölçüsü, tanrıdır.

Bilginin kaynağı, akıldır. Duyular aldatıcıdır.

– Doğru olan, bilgidir.

– Herşey ideasına ne kadar yakınsa, ne kadar pay almışsa o kadar idealdir.

-Matematik bilmeyen, içeri girmesin.

Haz, kötüdür…akla ve onun bilgisine uygun davranmak gerekir.

Aşk, acı veren zihinsel bir hastalıktır.

– Savaşın sonunu, sadece “ölüler” görür.

Cesaret, tehlike karşısında akıl ve zekanın kullanılmasıdır.

– İki kişinin bildiği, “sır” değildir.

Demokrasilerde güzel sözlü demogoglar, kötü de olsa başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir.

Adil birey = adil toplum = adil devlet.

– Adalet, herkesin kendi işini yapması, başkasının işine karışmamasıdır.

PLATON

– Bilmek, olguyu tasvir etmek değil, olguyu nedeni ile birlikte bilmektir.

Haz, kötü değildir sadece hayatın son ereği değildir. Haz duymak için eylemde bulunmayız. Haz, yapılan işin beğenilmesi sonucunda, bir sonuç olarak ortaya çıkar.

Bir duyusunu kaybeden, bir dünyayı kaybeder. Bilgi, duyulara dayalıdır ancak duyuların kendisi bilgi değildir.

– En üst ve en alt sınıflar için demokrasi, uygun değildir. Demokrasi, orta sınıfa hitap eder.

– Kadın, doğanın bir garabeti, evcilleştirilmiş bir hayvandan biraz daha iyi durumda olan… yarım bırakılmış bir erkektir…erkek yönetiminin özneleri olmaya uygundur, doğası gereği egemen değillerdir. Erkekler tarafından yönetilmek için doğarlar. Doğa, kadın bedenini tek bir iş için, üremek ve yetiştirmek için tasarlamıştır.

Köle, canlı alettir. Kölelik, dokuma tezgahları kendi kendine bez dokudukları zaman kalkacaktır.

– Tümüyle acılarla geçen bir hayat, pek mutlu sayılmaz.

ARİSTOTELES

– İnsan, insanın kurdudur. (Homo, homini lupus)

T. HOBBES

– Karekterin ne ise kaderin odur.

– Aynı ırmağa, iki defa girilmez.

Savaş, her şeyin babasıdır.

HERAKLEİTOS

Varoluş, özden önce gelir.

Cehennem, başkalarıdır.

– İnsan olmak istediği, kendini tasarladığı şeydir.

Tanrı olsaydı, yaptıklarımızın hiçbirinden sorumlu olmazdık ama tanrı yok ve biz, tüm yaptıklarımızdan sorumluyuz.

SARTRE

– Bazı değerler ve bazı yaşam biçimleri birbirinden ne daha iyi ne daha kötüdür. Olsa olsa farklı şekillerde her biri yine kendi içinde değerli ve kendi içinde anlamlı yaşam biçimleridir.

– Farklılık ve çeşitliliklerin, hoş görüldüğü bir toplum olmak yeterli değildir. Aynı zamanda, bu çeşitliliklerin onaylandığı ve özendirildiği toplumlarda insanlar dolu dolu yaşayabilsin.

İSAİAH BERLİN

– Komiserin manivelası, “devrim”. Dava, “alt yapıyı” değiştirmek, “üst yapı” kendiliğinden değişir.

– “Yogi” içinse kurtuluş, içimizde. “Aksiyon” bir tuzak, komiserle yogi uzlaşamaz.

ARTUR KOESTLER

HİLMİ ZİYA ÜLKEN:

“Kendini başka varlıklara irca ederek açıklamak, insanı mahiyetine aykırı bir tarz da düşünmek demektir…Varolanı kendisinin dışında, totolojiye bağlı bir şarta/töze bağladığımızda, onu bütünüyle bu töze indirgeyebilmek için zorunlu olarak bir kozalite ilişkisi geliştirmek durumunda kalıyoruz..

Mikro düzeyde ise cisim, parçacıklar bütünü olarak görüldüğünden parça-bütün ilişkisi kurulmaya çalışılmaktadır.

Yeni diyalektik materyalistlerden bazıları, bu esrarlı ve kör maddeden hür insan kişiliğine kadar yükselmenin güçlüklerini fark ettikleri için, elemanter ilk maddede dahi bir ruh ve bilinç unsurunun bulunduğunu ve bu kuvvenin gelişmesinden yüksek realitelerin doğduğunu kabule mecbur kalmışlardır”.

…/…

– Doğanın dili, matematiktir.

PİTAGORAS

Tarih, ebedi döngüsel harekettir..

– Bugünkü insan, hayvanla “üstinsan” arasında gerilmiş bir konumdadır.

– Yaşadığın güçlükler seni öldürmüyorsa daha güçlü kılar.

– Kendi başına “iyi” ve “kötü” yoktur. Hayatın temeli “güç istemi”dir.

– Ben, eserim için yaşıyorum.

Sanat, yaşamın en büyük uyaranıdır.

– Herkes aynı şeyi ister, herkes aynıdır; farklı hisseden insanlar, tımarhaneye gönüllü olarak gider.

– Az şeye sahip olanın köleliği de az olur, yaşasın asil yoksulluğum…

– Hiçbir şey, diyalektik bir etkiden daha kolay silinmez.

– Dünyanın varoluşunun sadece estetik bir olgu olarak doğrulanması, yaşamın devamı için baştan çıkarıcıdır.

– İnsan mümkün olan en büyük gücü ve ihtişamı, gerçekte hiç elde etmemiş olsaydı; ahlak suçlanacak mıydı? Böylece ahlakın kendisi, tehlikelerin en tehlikelisidir.

– Eğer, her insanın eşit değerde olduğunu gören ya da seven ve ölümsüz bir ruha sahip olduğunu düşünen bir tanrı yoksa, neden hepimizin eşit ahlaki düşünmeyi hakettiğini düşünüyoruz.

Hiçbir öğreti, en son hakikati ortaya koyamaz.

– Kim mutlu edebilir seni, sen hazır değilsen.

– Kimse öfkeli insan kadar, yalan söyleyemez.

– Bana yalan söylemiş olman değil, artık sana inanmamam sarsıyor beni.

Unutan, iyileşir.

NİETZSCHE

– Sıradan insanların huzurlu olmalarının nedeni, düşüncelerinin olmamasıdır.

ROMAİN ROLAND

– Kendini bulmak, başkalarının seninle ilgili ne düşündüklerinden kurtulmaktır.

– İyi insanların kurallara ihtiyacı yoktur. Çünkü onlar, empatiyle yaşarlar.

ZATA

– Varolmak, algılanmış olmaktır. Varolan her şey bir tanrı düşüncesidir, madde diye bir şey yoktur. Bizim şeyler hakkındaki bilgilerimiz de sadece birer duyum ve algıdan ibarettir.

GEORGE BERKELEY

– “İnsanlık tarihi”, bir kavram tarihidir. Öznenin, nesnel gerçekliği kavrama dönüştürme sürecidir.

– İnsanı yapan, “tarih”tir.

– Özgürlük, sorumluluk gerektirir.

– Ya Spinoza’nın felsefesine inanırsınız ya da hiçbir surette filozof olamazsınız.

HEGEL

– Hiç doğmamış olmak, belki de en büyük nimettir.

SOFOKLES

– Kesin olan bir şey varsa o da “varolma”nın olduğu, “hiçliğin” ise olmadığı.

PARMENİDES

– Hiç bir kitap, ruhumuzu “Upanişadlar” kadar yüceltemez. Hayatımın acılarını onlarla avuttum, ölürken de onlar beni teselli edecek.

Dünyanın en yoksul insanı, “paradan” başka hiçbir şeyi olmayandır.

– Birbirlerini en çok büyüleyenler, birbirlerini en çok tamamlayanlardır.

– Herkes kendinde eksik olanı sever.

ARTUR SCHOPENHAUER

– İnsan, “simgeleştiren” bir hayvandır, bu sayede düşünür.

E. CASSIRER

– İnsan, korku içinde özgürlüğün imkanını keşfeder. “Özgürlük imkanı” ise karar vermektir.

– Öznellik hakikattir.

Bireye tek olma imkanı vermeyen,kollektivizm” şeytandır.

– Tek insan, tanrı karşısında sorumlu olan insandır.

Yabancılaşma, kitle içinde kaybolmaktır.

S. KİERKEGAARD

İnsan, makrokozmosda bir mikrokozmosdur.

M. SCHELER

– İnsan, büyüklüğünü bir uca giderek değil, her iki uca dokunarak gösterir.

– İnsan doğa karşısında, incecik “saz dalı” gibi güçsüzdür ama düşünme yeteneği sayesinde, bu düşünen saz dalı doğaya üstündür.

– Şu sonsuz uzayın, ezeli sessizliği beni korkutuyor!

– Güce dayanmayan adalet; aciz, adalete dayanmayan güç; zalimdir.

– Anarşinin kaynağı, devlettir.

PASCAL

Okumak; yaymaktır, anlam üretimidir.

Filozof, kendi kendine soru soran kişidir.

NERMİ UYGUR

İdeoloji, kendine göre bir mantığı ve tutarlılığı olan, belli bir toplum içinde tarihi bir görevi bulunan, bir tasavvurlar (imajlar, mitler, ve fikirler) bütünüdür.

– Ayrıca ideoloji; maddi yaşamı din, ahlak ve bir anlamda da felsefe düşüncesiyle açıklayan tasarımlara ilişkindir. Kısaca ideoloji, bilim öncesi düşüncedir. Bilim düşüncesi ise tarihi ve toplumu, maddi yaşamın temel koşullarına göre açıklamaktır.

ALTHUSSER

Tarihsel ve entellektüel atıklar, sanayi atıklarından daha büyük ve ciddi bir sorun yaratır. Yüzyıllar sürmüş olan saçmalıkların çökeltisinden bizi kim kurtaracak?

JEAN BAUDRİLLARD

Gerçek göçebeler, bir yerden başka bir yere gidenler değil, aksine oldukları yerden kıpırdayamayanlardır. Belli kodlardan kaçarak, aynı yerde kalmak için göçebeleşenlerdir.

GİLLES DELEUZE

– İki ayrı sonsuz olamaz. Bir noktada ikisi de birbiriyle kesişir.

ZENON

– Dışarıdan bakıldığında bir kozmos, içeriden bakıldığında ise bir kaos gördüm.

– Aza sahip olan değil, çok isteyen fakirdir.

Hayatı komedi sayanlar, son espiriyi iyi düşünsünler.

– Konuşmayı çok erken öğrendim, susmayı öğrenmem içinse yaşlanmam gerekti.

– Her dahi, bir parça delidir.

– Konuşma, insanın aklını diliyle kullanma sanatıdır.

– Yüreği yılmadan düşen, dizleri üzerinde savaşmayı sürdürür.

SENECA

– Hiçbir şey, gerçeğin kendisinden daha şaşırtıcı değildir.

ERWİN KİRC

Felsefe, ruhsal bir ihtiyaçtır. Filozof, gerçekten felsefe yapabilmek için ölmesini öğrenmelidir. Fakat yeni felsefe bizden, bunun tam aksini istiyor; filozof eğer gerçekten felsefe yapmak istiyorsa, yaşamayı öğrenmelidir.

– Ufak tefek şeyler mükemmelliği yaratır, mükemmellik ise ufak tefek bir şey değildir.

MİCHELANGELO

ÖZLÜ SÖZLER – KISSADAN HİSSE / 1

Çarşamba, Eylül 29th, 2010

   EINSTEIN

  Güzel bir kadın evlenmek için Einsten’a bir mektup yazar ve resmiyle birlikte gönderir. Mektupta şöyle yazmaktadır:

 “Sevgili Einstein, sizinle evlensek ve bir çocuğumuz olsa aklını sizden güzelliğini de benden alsa sizce de bu muhteşem olmaz mı?” Einstein’ın buna verdiği cevap:

 “Hanımefendi teklifiniz için teşekkür ederim ama ya aklı size güzelliği de bana benzerse?” 

  Einstein, Tevrattaki tanrı düşüncesini reddeder fakat nazilerin, yaptıkları karşısında siyonizmin en büyük savunucularından biri haline gelir. Politik görüşlerinden dolayı “Einstein’a karşı 100 yazar” adlı bir kitap yayınlandığı zaman, “eğer haksız olsaydım, bir tanesi bile yeterdi” der.

 Nazi tehlikesi karşısında Einstein, barışseverlik düşüncesini terketti ve en sonunda Alman bilimadamlarının atom bombası yapmasından korkarak ABD’nin de kendi bombasını geliştirmesini önerdi.

 

 Siyonizme verdiği açık destek nedeniyle 1952 yılında kendisine İsrail’in cumhurbaşkanlığı önerildi. Ancak politika için çok toy olduğunu söyleyip, “denklemler benim için çok daha önemlidir, çünkü politika bugün içindir, oysa ki bir denklem sonsuzluk içindir” der.

  EİNSTEİN’IN ANNESİ PAULİNE

Einstein daha ilkokuldayken, öğretmeni annesine iletmesi için bir mektup verir. Einstein mektubu verir ve henüz okumayı öğrenemediğinden kendisine de okumasını ister.

Annesi gözyaşları içinde mektubu okur:

“Oğlunuz çok zeki olduğundan ve okulumuzdaki öğretmenlerin de yetersiz olması nedeniyle kaydının ya başka bir okula alınması ya da özel eğitim aldırılması çok daha uygun olacaktır…”

Annesi Pauline, Einsten’e dönerek; “sen dünyayı değiştirebilecek kadar zeki ve çok farklısın” der.

Yıllar geçer annesi ölür, kendisi de 20. yüzyılın en büyük fizikçisi olur. Bir gün annesinden kalan eşyaları karıştırırken, bir kitabın arasında kendisine okuduğu o mektubu bulur. Mektupta yazılanlar hiç de annesinin okuduğu gibi değildir hatta “aptal ve anlama problemleri olduğu için, kaydının okuldan alınması” tavsiye edilmektedir.

Gerçeği öğrenen Einstein, gözyaşlarına hakim olamaz ancak asıl üzüntüsü, öğretmeninin yazdıkları değil annesinin kendisinden vazgeçmemesi ve kendisine duyduğu büyük sevgidir.

  İLM-İ SİYASA

   Uzunca yıllar bir şeyhin rahle-i tedrisatından geçen bir derviş:

“Efendim eğer izniniz olursa, artık halka karışıp insanları irşad etmek (Allah yoluna çağırmak) istiyorum” der. Bunun üzerine şeyh:

 “Münasiptir ancak ilm-i siyasayı da öğrenip öyle git” der.

 Derviş, “efendim bunca yıldır öğrendiklerimin yeterli olacağını düşünüyorum, siz de uygun görürseniz…”

 Şeyh, dervişin ısrarı karşısında “peki öyleyse Allah yardımcın olsun” der.

 Derviş cuma namazı için bir köye gelir ve hocanın verdiği vaazı dinlemeye başlar. Hoca, çok celalli bir şekilde cemaate yüklenmektedir. “Şöyle dinden çıkıyorsunuz böyle günaha giriyorsunuz, hepiniz cehenneme odun olacaksınız” diye esip gürlemektedir. Bunun üzerine bizim derviş söz ister:

 “Yapmayın hocaefendi insanları böyle konuşarak dinden edeceksiniz…” derdemez iyice celallenen hoca:

 “Allah rızası için şu münafığa haddini bildirecek yok mu?” diye gürlemesiyle, cemaatin üzerine çullanması bir olur.

 Derviş perişan bir halde, şeyhinin yanına gelir ve olanları anlatır. Şeyh, ilm-i siyasanın zamanı gelmiş diyerek dervişi bir süre daha eğitime alır ve sonrasında:

 “Şimdi artık piştin var git yoluna” der. Derviş, bir süre sonra yine aynı köye cuma namazına gelir. Hocaefendi yine bütün celalliğiyle esip gürlemektedir. Bizim derviş söz isteyip bu kez cemaate dönerek:

 “Ey cemaati müslimin! Böylesine güzel vaazeden hocaefendiden her kim bir kıl kopara, Allah için doğrudan cennetliktir…” derdemez cemaat hocaya çullanır.

  ŞAHİT MAHİT YAZARLAR

  Kendi yolunda giden bir yayaya, aracın biri şiddetli bir şekilde arkadan çarpar. Adamcağız dört takla atar ve yere düşer. Toparlanır toparlanmaz da kaçmaya başlar. Olayı gören birisi arkasında seslenir:

 “Yahu sen niye kaçıyorsun, suçlu çarpan…” demesi üzerine kazaya uğrayan adam:

“Ya neme lazım, şimdi şahit mahit yazarlar” der ve kaçmaya devam eder.

   FUZULİ İLE BAĞDATLI RUHİ

 Fuzuli ile Bağdatlı Ruhi, Bağdat’ın arka sokaklarında birlikte dolaşırken köşebaşında bir köpek görürler. Bunun üzerine Bağdadlı Ruhi:

 “Bu it, burda fuzuli” diyerek Fuzuli’ye alaycı bir gönderme yapar. Fuzuli de buna karşılık:

 “Vur kıçına çıksın ruhi” diye Ruhi’ye okkalı bir cevap verir.

   İKİ FARE

  Zafer sonuna kadar mücadele edenlerindir:

   İki fare aynı anda bir süt kovasının içine düşerler, farelerden biri nasıl olsa öleceğim diyerek mücadeleyi bırakır ve boğulur. Diğer fare mücadeleden vazgeçmez, çırpına çırpına önce sütü kaymağa dönüştürür, sonra da kaymağın üzerine çıkarak kurtulur.

  NAKŞİ İLE BEKTAŞİ ŞEYHLERİ

   İki şeyh bir araya geldiklerinde Bektaşi, Nakşibendiye sorar:

  “Üstad, sizin bu cübbelerinizin kolları niye bu kadar uzun?” O da “insanların ayıp ve kusurlarını örtmek için” der.

  Bektaşinin kollarını kısa görünce bu kez Nakşi olan sorar:

 “Peki ya sizin cübbenizin kolları niye kısa?”

 Bektaşi hiç düşünmeden:

 “Biz insanlar da ayıp, kusur görmeyiz de onun için” der.

   İNSAN DEDİĞİN KUŞ MİSALİ

  İki miskin derviş, yıllardır biri bir köşede diğeri öbür köşede uzlete çekilmişler. Daha mülayim olanı “muhterem gel şu köşeleri değişelim” demiş. Diğeri hemen “başka işin yok mu, otur oturduğun yerde” diye terslenmiş

 Aradan yıllar geçmiş yine mülayim olan, “üstad gel şu yerleri bir değişelim” demiş. Aksi olan yine “yahu senin hiç başka işin yok mu?” diyerek reddetmiş.

 Gel zaman git zaman yine yıllar geçmiş, mülayim olan son bir kez daha şansını denemek için sormuş, “ üstad gel şu köşeleri değişelim, tebdil-i mekanda ferahlık vardır derler” demiş. Aksi olan “amma ısrar ettin, iyi hadi değişelim bari” demiş.

 Sallana sallana biri bir köşeye diğeri öbür köşeye geçmiş, aksi olan bundan bir ders çıkararak:

 “Gördün mü bak! İnsan dediğin kuş misali, nerdeydik nereye geldik” demiş.

   SİNOPLU DİYOJEN

 Diyojen, gündüz vakti Sinop’un sokaklarında el lambasıyla dolaşıyormuş. Görenler, ne yaptığını sorduğunda “adam arıyorum adam” diye cevap verirmiş.

***

 Diyojen’in dünya nimetlerinden elini eteğini çekmiş, bir fıçının içinde yaşayan bir kinik olduğu bilinir. Onun ününü duyan Büyük İskender, ziyarete gelir. Ancak, Diyojen’in pejmürde ve meczup görüntüsü onu hayal kırıklığına uğratır. Alaycı bir şekilde, “benim kim olduğumu biliyor musun?” diye sorar.

Diyojen, “sen benim kölemin kölesisin, çünkü dünya benim kölemdir” der. Büyük İskender, bu beklenmedik bilgece cevap karşısında “dile benden ne dilersen” der.

 Diyojen, güneşinin önünde duran bu büyük komutana, “gölge etme başka ihsan/iyilik istemem” der.

****

 Yine birgün Büyük İskender, Diyojen’i birbiri üstüne yığılmış insan kemikleri içinden bir şey ararken görür ve “ne arıyorsun?” diye sorar. 

 Diyojen, “babanızın kemiklerini arıyorum ama hangisinin kölelere, hangisinin babanıza ait olduğunu kestiremiyorum” der.

   MİCHELANGELO

  Ustaya sormuşlar, “nasıl böylesine güzel heykeller yapabiliyorsunuz?” diye. O da “o güzellikler zaten taşın içinde var, ben sadece fazlalıkları atıyorum” demiş.

 ***

  Michelangelo, ünlü “Musa Heykeli”ni yaptıktan sonra, karşına geçip saatlerce seyredermiş. Hatta bir gün dayanamayıp “konuş ya Musa!” diyerek elindeki çekici fırlattığı söylenir.

***

 Ustanın, bir kiliseyi resimlerken, “terlik giymiş” birkaç melek çizdiği söylenir. Bunu gören kardinal:

 “Kim bugüne kadar, terlik giymiş melek görmüş? diye sorar. Usta da “kim bugüne kadar çıplak ayaklı melek görmüş?” der.

 ***

 İNCİL VE TOPRAKLAR (DESMOND TUTU)

 Misyonerlerin Afrika’ya geldiklerinde, onların sadece incili, yerlilerin ise toprakları vardı. Bize “hadi dua edelim” dediler. Boynumuzu eğip, gözlerimizi kapadık. Gözlerimizi açtığımızda ise artık incil bizim, topraklar da onların olmuştu.

  İKİ FİNCAN KAHVE

 Bir felsefe profösörü, önüne büyükçe bir kavanoz alır ve ağzına kadar tenis topları ile doldurur ve öğrencilere dolu olup olmadığını sorar. Öğrenciler hep beraber ‘dolu’ olduğunu söyler.

 Bu sefer profösör, çakıl taşlarını tenis toplarının arasından kavanoza doldurur. Tekrar öğrencilere kavanozun dolu olup olmadığını sorar. Onlar da “evet, artık doldu” derler.

 Profösör bu defa bir torba kumu alır ve çakıl taşları arasından kavanoza döker. Öğrencilere yine dolu olup olmadığını sorar. Öğrenciler hep beraber “evet” der.

 Bu kez profösör masadaki iki fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır. Tekrar öğrencilere sorar, “doldu mu?” diye. Öğrenciler güler!

 Profösör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek, “evet, bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım” der.

 “Şöyle ki; bu tenis topları hayatınızdaki en önemli şeylerdir; aileniz,   çocuklarınız, sağlığınız, dostlarınız ve sizin için en önemli şeylerdir. Diğer şeyleri kaybetseniz de bu önemli şeyler hep kalır ve hayatınızı doldurur. Çakıl taşları ise daha az önemli olanlardır; işiniz, eviniz, arabanız vs. Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir. Şayet, kavanoza önce kum doldurursanız çakıl taşlarına daha önemlisi tenis toplarına yer kalmaz. Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcarsanız önemli şeyler için zaman kalmayacaktır. Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arzeden şeylere verin. Çocuklarınızla oynayın, sağlığınıza dikkat edin, eşinizle yemeğe çıkın…Öncelikleri sıralamayı iyi bilin gerisi hep kumdur”.

 Öğrencilerden birisi, “peki ya o iki fincan kahve nedir?”

 Profösör gülerek, “hayatınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır” der.

  İKİ SUFİ

 İki sufi karşılaşır ve biri diğerine sorar, “ne yapıyorsunuz?” diye. O da “bulunca yiyoruz bulamayınca da sabrediyoruz” demiş. Suali soran “Horasan’ın itleri de öyle yapıyor” demiş. Diğeri, “peki siz ne yapıyorsunuz” diye sormuş, o da “biz bulunca dağıtıyoruz, bulamayınca şükrediyoruz” demiş.

  İSTANBUL’DA BİR FRANSIZ

 1950’lerde İstanbul’a gelen bir Fransız, insanların bir aşağı bir yukarı birşeyler taşıdığını görür. Yanındaki Türk arkadaşına sorar:

 “Azizim, siz İstanbul’u ne zaman aldınız?” o da “1453’te” der. Fransız, “hayret! o kadar zaman olmuş ama hâlâ yerleşememişsiz” der.

  SOKRATES

 Sokrates arkadaşıyla pazarda dolaşırken, biri arkasından gelip, kıçına bir tekme atar. Sokrates oralı olmaz ama yanındaki arkadaşı, onun hiç tepki vermemesine şaşırarak sorar; “ya üstadım, biri size tekme atıyor ama siz oralı bile değilsiniz”. Bunun üzerine Sokrates; “eşşek çifte attı diye ne yapıyım, mahkemeye mi vereyim?” der.

 Evlilik hakkında sorduklarında da; “her halükarda evlenin, karınız iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunuz” der.

 “Atinalılar, beni suçlayanların sizi nasıl etkilediğini bilmiyorum ama öyle ikna edici konuşuyorlardı ki, ben bile kim olduğumu unutacaktım. Buna karşın tek bir doğru söz etmediklerini söylemem gerekir.

 Yargıçlara yalvararak beraat etmeye çalışmak bana adil gelmiyor. Yargıç, adaleti lütuf gibi dağıtmak için değil, yasalara göre hüküm vermek için o mevkiye getirilir. Hatta hoşuna gidenlere lütufkar davranacağına değil, yasalara göre karar vereceğine yemin eder.

 Ölümden sakınmak o kadar zor değildir. Zor olan, kötülükten sakınmaktır…İnsanları öldürerek, sizi doğru yaşamamakla suçlayacak birilerinin ortaya çıkmasını engelleyeceğinizi sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Başkalarının sizi eleştirmesini engellemek yerine, mümkün olduğunca daha iyi olmaya çalışmalısınız.

 Ben, tanrı tarafından bu devlete gönderilmiş bir at sineğiyim. Ve bu devlet, koca cüssesiyle hareket etmesi ve canlanması gereken bir attır. Ben de tanrının bu devlete musallat ettiği, bir at sineği gibi bütün gün boyunca her yerde sizi uyandırıyorum, hareketlendiriyorum, azarlıyorum, ikna ediyorum. Ve eğer tanrı sizi düşünerek, bir at sineği daha göndermezse, hayatınızın geri kalan kısmını uyuyarak geçireceksiniz.

 Ayrılma vakti geldi çattı. Ben ölmeye sizler de yaşamlarınızı sürdürmeye gidiyosunuz. Hangisinin doğru olduğunu sadece tanrı bilir.”

 Tutuklu bulunduğu süre içinde kendisini ziyarete gelenler, onu teselli edecekleri yerde onun herkesi teselli edip gönderdiği söylenir. Birgün karısı Sokrates’e, “seni haksız yere öldürecekler” der, o da karısına; “ haklı yere öldürseler daha mı iyi” der. 

İdamından önce araya kutsal ay girer, infazı da bu ayın sonuna ertelenir. Bu ay içinde kaçması için adeta ortam yaratılır. Onu kaçırmaya gelen öğrencilerine:

 “Kaçarsam savunduklarımı inkar etmiş olurum. Suçlu olduğumu kabullenmiş olurum. Yasalara uymak lazım. Hem gittiğim yerdeki yasalar burdan (Atina’dan) daha mı iyi olacak?” diyerek kaçmayı reddeder. Kutsal ayın sonunda da baldıran zehrini içerek ölüm cezası gerçekleşir. Kendisi tek satır yazmamış olan bu büyük bilge, öldüğünde 70 yaşındadır ve tüm öğretilerini öğrencisi Platon’dan öğreniyoruz.

  GALİLE (1564 – 1642)

 Galile, yaptığı deneylerle dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü ispat eder. Ancak kilise tersini kabul etmektedir. Sonunda engizisyon mahkemesine verilir ve sözlerinden vazgeçmezse ölüme mahkum edilecektir.

 Galile de dünyanın dönmediğini söylese bile dönmeye devam edeceğini bildiğinden sözlerinden vazgeçer. Böylece ölüm cezasından kurtulur ama yaptığı deneyler nedeniyle ömür boyu ev hapsine mahkum olur. Ancak İtalyan Giordano Bruno onun kadar şanşlı değildir. Evrenin sonsuz ve dünya dışında pekçok gezegen olduğunu söylediği ve engizisyon mahkemesinde de bu söylediklerinden vazgeçmediği için, 1600’de Roma meydanında diri diri yakılarak cezalandırılır.

  Engizisyon Galile’yi ömür boyu ev hapsine ve Copernicusculuğu da halk önünde reddetmeye mahkum etmesine karşılık o ölünceye kadar katolikliğe bağlı kaldı. O zamanki Papa da eski bir arkadaşıydı.

 1642’de ölümünden dört yıl önce ev hapsindeyken, ikinci büyük kitabının el yazmaları Hollanda’da bir yayıncıya kaçırıldı. İşte “İki Yeni Bilim” diye bilinen bu eseri Copernicus’a olan desteğinin de ötesinde, modern fiziğin doğuşu olacaktı.

  NEWTON

 

 Leibniz ve Newton, her ikisi de birbirinden habersiz olarak modern fiziğin büyük ölçüde temeli olan, “calculus” denen matematik dalını geliştirmişlerdi. Newton’un bunu Leibniz’den yıllar önce bulduğunu şimdi biliyorsak da bu çalışmasını Newton çok daha sonra bastırmıştı.

 Leibniz anlaşmazlığın çözümlenmesi için Kraliyet Derneğine başvurma gafletinde bulundu. Zira bu derneğin başkanı Newton’du. O da araştırma için tamamen tarafsız bir komite oluşturdu! Tesadüfe bakın ki bu komite tamamen arkadaşlarından oluşuyordu. Bununla da kalmayıp, Leibniz’i “eser hırsızlığıyla” suçladığı yazıyı kendisi yazıp yayınladı.

 Leibniz’in ölümünden sonra Newton’un “Leibniz’in kalbini kırmaktan büyük zevk aldım” dediği söylenir.

 HACI BEKTAŞİ VELİ

 Moğol istilası döneminde Hacı Bektaşi Veli, “elinize, dilinize, belinize sahip çıkın” diyerek herkese birlik beraberlik telkininde bulunmaktadır. Aslında onun bunlarla kastettiği:

 Elinize; yurdunuza, dilinize; Türkçenize, belinize derken de soyunuza sopunuza sahip çıkın anlamındadır.

 HAYATIN SIRRI

 Hayatın sırrını merak eden bir adam, çok uzak bir diyarda yaşayan bir bilgenin bu sırrı bildiğini duyar ve yola koyulur. Günlerce yol gittikten sonra bilge kişiyi bulur ve sorar, “bunca yolu hayatın sırrını sizden öğrenmek için geldim” der. Bilge kişi, “hoş gelmişsiniz ama boşuna zahmet etmişsiniz” der, “sır da hakikat de sizde, herkes hakikati kendi içinde bulacaktır. Büyük kainatta ne varsa küçük kainat olan insanda da o vardır” der.

 Hayatın sırrını arayan adam, hakikatin nerde olduğunu öğrenerek aslında bu kadar yolu boş yere gelmediğini anlar ve yaşadığı yere geri döner.

 KOYUNUN KÜÇÜĞÜ

  Köyün zenginlerinden birisi, oğluna kırk gün kırk gece düğün yapacağını ve düğüne gelen herkesi de memnun edeceğini söyler. Köyün ileri gelenlerinden yaşlı adamsa:

 “Her zaman, huzursuzluk çıkaran memnuniyetsiz birileri çıkar” der.

 Zengin adamsa, “ben memnun edeceğim” demiş ve düğün başlamış. Düğüne gelen herkese hergün birer koyun veriliyormuş. Birinci gün, ikinci gün, üçüncü gün derken ufak tefek çelimsiz bir adam, herkesin duyacağı bir şekilde:

 “Ne bu ya! Hergün koyunun küçüğü bana geliyor” diyerek memnuniyetsizlğini dile getirmiş.

 YAHYA KEMAL / SÜLEYMAN NAZİF / A.Ş. HİSAR

 İstanbul aşığı olan Yahya Kemal’e, bir gün Ankara’dayken en çok neyi sevdiğini sormuşlar. O da “İstanbul’a geri dönüşünü” demiş.

 Yine bir gün Yahya Kemal, Süleyman Nazif ve Abdülhak Şinasi Hisar , Ankara’da zamanın ünlü Karpiç pastanesinde oturmuş sohbet ediyorlarmış. Çay söylemişler. Abdülhak Şinasi’nin ciddi şekilde “mikrop takıntısı” olduğundan sık sık ellerini yıkar, çay istediklerinde de bardakları ayrıca kendisi yıkamak için sıcak su istermiş. Nüktedanlığıyla meşhur Süleyman Nazif, “üstad bardakları suyla yıkadın temizlendi, peki suyu neyle yıkayacaksın?” diye takıldığında A.Şinasi gülerek, “haklısın bunu hiç düşünmemiştim” der.

 Ünlü “Fahim Bey ve Biz” romanının yazarı A.Şinasi Hisar çok kibar bir beyefendi olarak herkese ‘siz’ diye hitap eder samimi bile olsa ‘sen’ diyemezmiş. Bu durum S.Nazif’in gözünden kaçmamış ve “üstad merak ediyorum acaba Fransa’daki Seine (Sen) nehrine de mi ‘siz’ diyorsunuz?”

 Süleyman Nazif bir gün kitaplarını basan Ahmet beyle münakaşa edip hiddetle dışarı çıkmış, merdivenlerde de bir arkadaşına rastlar ve nereye gittiğini sorar, o da “Ahmet beyin yanına çıkacağım” der. S.Nazif sinirli bir şekilde “Ahmet beyin yanına çıkılmaz, inilir!” der.

  ENVER PAŞANIN BABASI VE UÇKUR

 Birinci Cihan Harbinden sonra esir tutulan İttihat ve Terakki ileri gelenleri, kendi aralarında sohbet ederken, Enver Paşanın babası, “harama hiç uçkur çözmedim” der. Bunun üzerine Fuat Paşa da kendisine, “aman efendi hazretleri, keşke helale de çözmeseydiniz de şu Enver belasına, milletçe hiç bulaşmasaydık” der. 

   NECİP FAZIL

 Necip Fazıl bir konferansta konuşmaktadır. Dinleyicilerden biri ayağa kalkıp onu bir başkasıyla kıyaslayarak, “onun yanında siz sıfırsınız” der. N.Fazıl sakin bir şekilde, “olabilir ama siz de benim yanımda çift sıfırsınız” der.

 İstanbul üniversitesindeyken bir grup öğrenci Necip Fazıl’ı ziyarete gider. Kapıyı çalarlar, ses gelmez ama kapı yarı aralıktır. N.Fazıl içerde koltuğuna  oturmuş dışarıyı seyretmektedir. Onlar da içeri girip otururlar. N.Fazıl onların geldiğinden habersiz dakikalarca hareketsiz bir şekilde dışarıyı seyretmektedir ve neden sonra odadaki gençleri fark edip “evet niye geldiniz” diye sorar. Onlar da “sizi görmeye geldik efendim” derler. Necip Fazıl yavaşça ayağa kalkıp kendi etrafında bir tur atar ve “işte gördünüz” der. Onlarda üstadın keyfinin yerinde olmadığını anlayıp çıkarlar.

  NAZIM HİKMET

Çok az kişinin bildiği Galina Grigoryevna Kolesnikova, Nazım Hikmet’in sevgilisiydi. Nazım’ı en çok seven Galina’ydı. Nazım Hikmet hayatı boyunca 5 kadınla sevgili oldu. 4 sevdiği kadına şiirler yazmıştı fakat Galina için kalemini hiçbir zaman oynatmadı. 1953-1960 yılları arasında sevgili olsalar da Nazım Hikmet hiçbir zaman Galina’yı sevemedi. Duygularını dosttan öteye taşıyamadı. Ayrıca Nazım Hikmet Galina’ya “Galya” kısaltmasını kullanırdı.

Nazım Hikmet geçirdiği bir kalp krizi sonrası kaldırıldığı hastanede Galina ile tanıştı. Galina tanışmalarını şöyle anlatmaktadır; “Koridorda birden karşıma güzel, çok yakışıklı zarif bir insan çıktı. Ona doğru yürüdüm ve “Siz Nazım Hikmet misiniz?” diye sordum. O da “evet sevgili dostum” diyerek elini omzuma koydu. “Lanet olsun, hastalandım” dedi.

Hastanede 3 aylık tedavisinden sonra Galina’nın evinde birlikte yaşamaya başladılar. Galina sadece doktoru ve sevgilisi olmadı, aynı zamanda mektuplarını yazdı, şiirlerini daktilo etti, onun tercümanı ve kameramanı oldu. Nazım’ın evinde arkadaşlarıyla, ünlü şairlerle, köpeğiyle oynarken, daktilosunun başındayken, hasta yatağındayken, yurt dışı gezilerindeyken kısaca her anını Galina kamera ile kayda almıştı.

Kamera’nın son görüntüleri bir sahil kenarında çekilmişti. Oraya 1958 yazında Nazım’ın ısrarıyla gitmişlerdi. Nazım gönlünü yeni kaptırdığı Vera’ya yakın olmak istiyordu. Vera’nın eşiyle beraber tatil yaptığı sahil kasabasına Galina’yla beraber gitmişti. Hep birlikte tatil yaptılar. Galina Nazım’ı Vera’ya fal bakarken, çakıl taşları atarken ve yan yana yürürken kayda almıştı. Daha sonra Nazım Hikmet kamerayı eline alıp, Galina ve Vera’yı yan yana çekmişti. Galina Nazım’daki değişiklikleri fark etmiş ve o zamanı şöyle anlatmaktaydı; “Şiir yazamaz olmuştu. Oyun yazıyordu, yazı yazıyordu ama benimle beraberken şiiri bırakmıştı. Ama Vera’ya aşık olunca, hemen şiir yazmaya başladı. Ben onu çok iyi anlıyordum. Onu çok sevmeme rağmen, sevdiği kadınla beraber olması gerektiğini anlıyordum. Öyle aşıktı, öyle güzel yazıyordu ki, bir kez bile kıskanmadım onu. Tekrar yazmaya başlamıştı. Önemli olan da buydu. ”

Galina Nazım’ı o kadar çok seviyordu ki, terk edildikten sonra “Bu trajediye çok zor dayandım. Sancılıydı. Kısaydı ama zordu. Her şey olabilirdi. Nazım’ın kalbi kötüydü. O haliyle Vera’yla kaçmıştı. Kaçtıkları yerdeki tanıdığım doktoru aradım. Nazım’a göz kulak olmasını istedim. Nazım’a arabasıyla, şoförünü gönderdim. Bol bol portakal yolladım. Bir de aldığım kazağı gönderdim” diyerek, terk edilmesine rağmen Nazım’ı ne kadar çok sevdiğini belli ediyordu.

Nazım Galina’ya yazdığı ayrılık mektubu ise şöyleydi;

“Canım, kızım, anam, yoldaşım, bacım Memet’im, Münevver’im, Galyam! bunu yapıyorsam başka bir şey yapamadığım içindir ve eğer ben senin yüreğinde ve kafanda her şeyden önce senin yoldaşın, arkadaşın, seninle ortak dertleri paylaşan ağabeyinsem, sen, kadınlık gururunu çiğneyen bu acı karşısında ayakta durabilir ve büyük dostluğumuzu çiğnemezsin. (…)

Senden son bir ricam var, beni affet! Yüzyüze konuşup konuşmamaya karar veremedim. (…) Senden bir erkek olarak ayrılıyorum ama bir dost olarak sen istesen de istemesen de yanındayım. (…) Hiç kimseye kızma. Kimse aklımı çelmedi. bir kez daha tekrarlıyorum, yapabileceğim başka bir şey yoktu. İki aylığına Ortaasya’ya gideceğim. İki ay sonra öfken yatışmış olur da beni görmek istersen gelirim. (…) Dedikodular olacak, bu duruma sevinecek insanlar çıkacaktır. Sana soru soran herkese, “nazım benim yakın dostumdur ve öyle kalacak” de. Biricik anam, bacım, memo’m, güllü hanım, adil giray, ölene kadar senin baban, yoldaşın, ağbeyin, dostun, en yakının olarak kalacağım. Mübarek ellerinden öperim.

Senin, Nazım Hikmet”

Galina hiç evlenmedi. Hayatı boyunca Nazım’ı sevdi. Türkiye ile tek bağlantısı olan Dursun Özden, Galina’nın 17 Şubat 2014’te “Beni Nazım çağırdı. Ben gidiyorum…” diyerek Votkinsk’de yaşama veda ettiğini bildirdi.

****

 Nazım, doktora sorar, “aşık olursam ne kadar yaşarım?” Doktor da “en fazla iki bilemedin üç yıl, sakin bir yaşam sürmen halinde de on yıl yaşarsın” der. Nitekim Vera’ya aşık olur ve üç yıl sonra da kalbine yenik düşer.

****

  Yahya Kemal, Heybeliada’daki Bahriye okulundan öğrencisi olan N.Hikmet’e “Türkçe ve şiir” öğretmek amacıyla, Nişantaşı’ndaki evlerine gidip gelmektedir. Yahya Kemal, Nazım’ın kuzeni Oktay Rifat ve arkadaşları Necip Fazıl’a da şiir dersleri vermektedir. Bu gidip gelmeler sonucunda, Nazım’ın annesi ressam Celile hanımla, Yahya Kemal arasında büyük bir aşk filizlenir. Bu aşktan N.Hikmet’in de haberi olur ve çok rahatsızdır. Yahya Kemal birgün evlerine geldiğinde, paltosunun cebine şöyle bir not yazıp koyar:

 “Hocam olarak girdiğiniz bu eve, babam olarak giremezsiniz…”

 Belki Nazım’ın tepkisindendir bilinmez, bu aşk evlilikle sonuçlanmaz. Hatta rivayet odur ki, Nazım’ın Yahya Kemal’i Galataray Lisesi önünde, elinde silahla kovaladığı söylenir.   Yıllar sonra Yahya Kemal, yaşlanmış ve gözlerini kaybetmiş Celile hanımı, Galata Köprüsü üzerinde, hapiste olan Nazım için açlık grevi yaparken görür fakat yanına gitmez ve Nazım’ın özgürlüğü için de imza vermez.

 Yahya Kemal o ünlü şiiri, “Sessiz Gemi”yi ise sevgilisi Celile hanım için yazmıştır.

   AĞRI DAĞI VE AY YILDIZ

 Batılı bir diplomat, Ermeni meslektaşına sorar, “Ağrı dağı sizin olmadığı halde neden bayrağınızda kullanıyorsunuz?”

 O da “ayla yıldız da Türklerin değil ama onlarda kendi bayraklarında kullanıyor” der.

   YAŞLI ADAM VE PADİŞAH

  Osmanlının sürekli savaşa girmesi nedeniyle son oğlunu da şehit veren baba:

  “Padişaha söyleyin son çocuk da gitti, ben de yaşlandım, artık bana güvenerek sağa sola savaş açmasın” der.

  HARİCİYE NAZIRI VE KRALİÇE

  Osmanlı sürekli gerilemekte, sahip olduğu toprakları bir bir kaybetmektedir. İngiltere’de kraliçe ile görüşen hariciye nazırı sorar:

 “Birliğinizi siz nasıl sağlıyorsunuz” diye, o da:

 “Biz, hiçbir yere sizin gibi merkezden atama yapmıyoruz. Her yere kendi halkının taktirini kazanmış, ehliyet ve liyakat sahibi olanları atıyoruz. Böylece isyanların da önüne geçmiş oluyoruz” der.

  MEHMET AKİF, PALTO ve SAİD-İ NURSİ

 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgalinden hemen sonra Mustafa Kemal’in çağrısıyla Ankara’ya geçer ve 1920 Mayıs’ında da Burdur milletvekili olarak Büyük Millet Meclisi’ne girer. Meclisin görevlendirmesiyle, Kastamonu başta olmak üzere Anadolu’nun birçok yerinde camilerde vaaz ederek, halkı bağımsızlık için direnişe davet etmiştir. Vaazları, “Sebilürreşad” ve “Hakimiyeti Milliye” gibi yayın organlarında basılıp elden ele dolaştırılmıştır.

 Kurtuluş Savaşı’nın en zor günlerinde yazdığı “İstiklal Marşı”, 12 Mart 1921’de TBMM’de büyük bir coşkuyla okunarak, milli marş olarak kabul edilmiştir. “O benim değil, milletimindir” diyerek “Safahat”a almadığı İstiklal Marşı için kendisine verilen 500 Lirayı da Darül Mesa’i adlı bir hayır kurumuna bağışlamıştır. Oysa ki, Dr. Şefik Kolaylı‘nın anlatımına göre, Akif tam da o günlerde paltosunu üşüyen birine verdiği için, ince bir pardösü giymektedir.

 Mehmet Akif, Atatürk’ün yanında milli harekete katılarak Ankara’da Taceddin Dergahı‘nda mütevazı bir evde paltosuz yaşarken, Said-i Nursi İstanbul’daki refahını, rahatını bırakmayarak Dar-ül Hikmet-il İslamiyye’deki “maaşlı” görevine devam etmiş, Çamlıca’da Yusuf İzzettin Paşa Köşkü’nde oturarak hayatını sürdürmüştür.

 M.Akif, yeni Türk devletinde devrimler başladığı zaman, Mısır’a gitmiş ve 11 yıl kalmıştır. Hastalanıp (siroz olmuştur) Türkiye’ye döndüğünde, “Mısır’da 11 yıl kaldım fakat 11 saat daha kalsaydım artık çıldırırdım. Sana halisane bir fikrimi söyleyeyim mi? İnsanlık da Türkiye’de, milliyetçilik de Türkiye’de, müslümanlık da Türkiye’de, hürriyetçilik de Türkiye’de. Eğer varsa, Allah benim ömrümden alıp Mustafa Kemal’e versin” der.

   MEHMET AKİF’İN OĞLU

 Çetin Altan’ın anlatımıyla bir gün gazeteye, Mehmet Akif’in oğlu olduğunu ve şu anda maddi olarak çok sıkıntıda olduğunu söyleyen biri gelir. Bunun üzerine bir miktar para verirler ve biraz sohbetten sonra da çıkıp gider. Bu olaydan bir müddet sonra gazetenin birinde bir haber çıkar:

“Milli marşımızın yazarı merhum Mehmet Akif’in oğlu Beşiktaş’ta bir çöplüğün kenarında ölü bulundu”.

   NEBBAŞ VE OĞLU

 Falanca yerin insanları, yakınlarına ait mezarların soyulup talan edilmesinin önüne, ne yaptılarsa geçememişler.

 Nihayet günün birinde, bizim nebbaş (mezar soyguncusu) ölmüş. Soygunlar tekrar etmeyince, millet de beddualar ederek rahat bir nefes almış.

 Gün gelmiş bizim nebbaşın oğlu büyümüş ve babasına lanet okuyanlara rahmet okutacağını söylemiş. Annesi de “bir nebbaşın ardından rahmet okunduğu nerde görülmüş ey oğul” demiş. Oğlu da “günü gelince görürsün” diyerek, başlamış babası gibi mezarları soymaya ancak soymakla kalmıyor bir de münasip yerlerine bir kazık çakıyormuş.

 Bunun üzerine yöre halkı, “eski nebbaştan Allah razı olsun, o hiç değilse böyle münasebetsizlik yapmıyordu” diyerek başlamış rahmet okumaya.

   TANRININ ADALET EVİ (OSCAR WILDE)

 Hayattayken her türlü günahı işlemiş olan birisi, tanrının huzuruna çıkar. Tanrı, “madem ki tüm günahları işledin, seni cehenneme gönderiyorum” der.

 Günahkar, “beni cehenneme gönderemezsin, ben zaten bütün ömrümü orada geçirdim” der. Tanrının adalet evinde büyük bir sessizlik sonrası, “peki o zaman seni cennete gönderiyorum” der.

 Günahkar, “beni cennete de gönderemezsin, çünkü onu hiçbir zaman gözümün önüne getiremedim” der.

   SENECA’NIN ÖLÜMÜ

  Seneca, Germanicus’un kızıyla zina yaptığı iftirasıyla, imparator Clodius tarafından Korsika’ya sürgüne gönderilir. İmparatorun bağışlaması için dalkavukça ve yalvaran pek çok mektup yazar. Nihayet beş yıl sonra (M.S.47)  imparotoriçe Agripine tarafından affedilerek, Roma’ya çağrılır ve oğlu Neron’un eğitimi için görevlendirilir.

 Neron imparator olduğunda, kendisi de başbakan olur. Neron’un önce babasını öldürmesinin önüne geçemediği daha sonra da annesi Agripine’i öldürmesinin haklılığını, senatoya karşı savunan bir söylevi nedeniyle, bir zamanlar kendisini koruyan Agripine’i öldürtmekle suçlanarak, halkın da kin ve nefretini üzerine çeker.

 Bu arada bir filozof olarak kendisi de çok zengin olan Seneca, Büyük Britanya’nın bir bölgesinde kraliçe olan Boadicca’ya yüksek faizle yüklü miktarda borç verir. Kraliçe borcunu ödeyemeyince Roma’ya başkaldırır. Sonuçta yenilir ve kendi canına kıyar.

 Bu olay neticesinde Neron, hocası Senaca’nın kendi damarlarını keserek canına  kıymasına hükmeder. Vasiyetini yazmasına bile izin verilmez. Seneca’nın tüm çabalarına karşın, karısı da aynı şekilde kendini öldürmeye kalkar. Kendisi yaşlı ve zayıf olduğundan, kanının yavaş akması nedeniyle zehir de içer ancak yine ölmeyince, kendi isteğiyle sıcak banyoya götürülür ve orada sıcak buharla boğularak ölür. Karısı, Neron’un emriyle tedavi edilerek kurtarılır fakat çok sürmez iki yıl sonra ölür. Seneca öldüğünde 64 yaşındadır.

  BU AKŞAM GÜN BATARKEN GEL

 Ahmet Rasim, bazen bir yerlere takılıp eve ya çok geç gelir ya da bir kaç gün gelmediği olurmuş. Eşi de munis bir hanımefendidir. Olumsuz hiç birşey söylemediği gibi aynı ilgiyle karşılarmış.

 A.Rasim, akşam olunca tekrar sıkılır ve “ben çıkıyorum hanım” dermiş. Her zamankinden farklı olarak, bu kez eşi alçak sesle, “bu akşam geç kalma erken gel” der. Bu sözler içine işler ve meyhaneye gidene kadar da mırıldanıp durur. Meyhanede bestekar Tatyos Efendi ile karşılaşır, durumu anlatırken de “bu akşam gün batarken gel, sakın geç kalma erken gel” şarkısının güftesini yazar. Tatyos efendi de hemen orada besteler.

  MAZHAR OSMAN VE DELİLİK

 Birgün Mazhar Osman’a, “hocam sizin için ‘deli’ diyorlar, ne diyorsunuz?” diye sormuşlar. O da, “onların benim için ne dediği hiç önemli değil, yeter ki, aynı şeyi onlar için ben söylemeyeyim” demiş.

 DENİZ YILDIZI VE GENÇ ADAM

  Okyanusun çekilmesiyle, sahile vuran deniz yıldızlarını teker teker denize atan genç adama, yaşlı adam sorar; “sahil tamamen deniz yıldızı dolu, hepsini kurtaramayacağına göre neyi değiştireceksin ki?”

 Genç adam, bir deniz yıldızı daha alıp denize atarak; “bak, onun için değişti” der.

***

..