Posts Tagged ‘İslami yeniden doğuş’

ROGER GARAUDY “20.YÜZYIL BİYOGRAFİSİ”

Cumartesi, Ekim 16th, 2010

 

 

“Kendi inancının kendine özgülüğünü daha derinden kavramak, başka inançları daha derinden tanıyarak olabilir”.

“Marks’ın söylediklerini harfi harfine değişmez kanunlar gibi ele alan ve kuramları her yanlışlandığında da ek kuramlarla (ad-hock) yama yapan bugünkü marksizm, sadece bir doğa ve tarih felsefesinden ibarettir…Özgürlük adına milyonlarca insanı katleden, Stalin’in Sovyet marksizminin güç isteği ve büyüme modeli ise Batı ile tamamen aynıdır”.

“Hiçbir kilise bugün topluma bir ruh verme yeteneğine sahip değildir. Çünkü bugünkü hristiyanlık 17 yüzyıldır hastadır. Son iki yüzyılda Kierkegaard ve Blondel’le modern sorgulamasını bulmuşsa da onlar da hastayı iyileştirememişlerdir. Daha 3. asırda İznik konsiliyle, İsa’nın hakkı Sezar‘a verilerek politik ve ideolojik Konstantinciliğin afyonu haline getirilmiştir. Bu nedenle bugünkü hristiyanlık, İbrahimi gelenekten kopmuş ‘Filistinli hristiyanlık’ değildir”.

Batı, Heraklitos’tan sonra aşkınlık postülatını reddederek, sofistlerle birlikte ‘yeterlilik’ postülasını seçmiştir. Böylece Batılı insan tanrıyı reddederek ya da onu akla indirgeyerek ‘tanrı merkezli’den ‘insan merkezli’ tasarıya geçip kendini putlaştırmıştır. Artık herşeyin ölçüsü, insandır. Böylece Batılı paradigmada dinsel yobazlığın yerini bilimsel yobazlık alır. Tanrıyı kabul etmek ya da reddetmek, sözkonusu iki hayat biçimi veya iki toplum modeli arasında bir seçim yapmaktır. Böylece bilim bilimciliğe, teknik teknokrasiye, politika Makyavelizme, amaç yoksunluğu umutsuzluğa varan pozitivizme ve sonu herkesin herkesle savaştığı korku dengelerine varan bireyselciliğe dönüşür.

Batılı dünyamız yalnızca ateist değildir, çok tanrıcıdır da. Her birey ve her grup parayı, gücü, tekniği, cinselliği, ulusu, ideolojiyi, büyümeyi, kendi içinde bir amaç ve mutlak bir değermiş gibi görerek kendi arzusundan bir tanrı ediniyor. Kendisine hizmet edeni bağnazlaştıran ve parçalayarak yiyen, yayılmasına karşı gelen diğer bütün değerleri ve başka tüm insani varlıkları tepeleyen sahte, etobur bir tanrı.

   “Aşkın bir gerçeklik bulmak sözkonusudur. Fakat bu tanrı değil dünyadır” diyen Sartre‘la beraber Heidegger ve Husserl, katıksız içkin (immanent) olandan bir aşkınlık (trancendent) elde etmeye çalıştılarsa da bunu başaramamışlardır. Çünkü bu, insanın gölgesinin üzerinden atlamaya çalışmaktır.

“1968’e kadar herşey normaldir. Sistem iyi gitmektedir. İşsiz yok enflasyon azdır. Buna rağmen iki ay boyunca tarihimizin en büyük patlaması gerçekleşir ve milyonlarca çalışan grevdedir ve bütün üniversiteler kaynamaktadır. Karışıklık içinde yeni bir bilinç doğuyordu. İnsanın ezilişi ve yabancılaşması konusunda sistemin başarıları ve başarısızlarından çok, sistem daha tehlikelidir. Bu kökten değişimi, parti (Fransız komünist partis) inkar ederek orada anarşist olaylardan başka birşey görmez”.

“Tüm Batılı diyaloglardan uygarlıklar arası diyaloğa geçmek gerekir”.

“İslami yeniden doğuş, Batıyı ve geçmişi taklitten kaçınmakla mümkündür…İslamın geleceği, Batının geçmişi değildir…Batıyı taklit konusunda en kötü şey, Türkiye’de Ziya Gökalp‘in yaptığı gibi, modernleşme ile Batılılaşmayı birbirine karıştırmaktır”.

 

       (Bu yazı; çevirisini A.Zeki Ünal’ın yaptığı, benim de 1990 yılında tanıtım için yazdığım ve zamanın Girişim dergisinde yayınlanan yazıdan alınmıştır. A.Ağı)

SAMUEL P.HUNTİNGTON

Cuma, Haziran 26th, 2009

 MEDENİYETLER ÇATIŞMASI

– En büyük tehlike, medeniyetlerden gelen devletler veya devlet grupları arasındaki çatışmalardır.

– İnsanlık tarihindeki temel medeniyetler, büyük ölçüde dünyanın büyük dinleriyle tanımlanmıştır.

– Batı medeniyeti dünyayı; düşüncelerinin, değerlerinin veya dinin (diğer medeniyetlerden çok az kişi hristiyanlığa girmiştir) üstünlüğüyle değil daha çok, örgütlenmiş gücü ve zoru kullanmasındaki üstünlüğü sayesinde fethetmiştir. Batılılar çok kez bu gerçeği unuturken, Batılı olmayanlar ise hiçbir zaman bunu unutmazlar.

– Pop kültürünün ve tüketim mallarının bütün dünyaya yayılmasının Batı medeniyetinin bir başarısı olarak gösterilmesi, Batı kültürünü önemsizleştirmektedir. Batı medeniyetinin özü ‘Magna Carta’dır (1215).

– Atatürk, ülkenin islami geçmişini reddederek Türkiye’yi  ‘parçalanmış bir ülke’ haline getirmiştir. Bir yanda dini, gelenek, görenek ve kurumları islama dayanan, ama diğer yanda da ülkeyi batılılaştırmak, modernleştirmek ve Batıyla bir yapmak isteyen yönetici elitlere sahip bir ülke.

– Batının iktidarının yükselişi dört yüzyıl sürmüştür, düşüşü de bu denli uzun olabilir. Batının uluslararası toplumdaki üstünlüğünün 1900 yılında doruğa çıktığı söylenebilir.

– Avrupa sömürgeciliği artık sona ermiştir ve Amerikan üstünlüğü de gerilemektedir. Bunu Batı kültürünün erozyona uğraması ve beraberinde yerel nitelikte ve köklerini tarihten alan töreler, diller, inançlar ve kurumların kendini göstermeye başlaması izlemektedir.

– Siyasal görüşleri bakımından ‘İslami yeniden doğuş’, kutsal kitapları, mükemmel toplum vizyonu, temel değişim isteği, varolan güçlerin inkarı ve ılımlı reformcu çizgiden şiddete dayanan devrimci çizgiye kadar değişiklik gösteren ideolojik farklılığıyla birlikte, belli ölçüde Marksizme benzemektedir.

– M.Kemal, bir dizi dikkatlice hesaplanmış devrim yoluyla halkını, Osmanlı ve müslüman geçmişinden uzaklaştırma girişiminde bulundu. Çok uluslu bir imparatorluk fikrini reddeden Kemal, homojen bir devlet meydana getirmeyi amaçlamış, bu süreçte Ermeniler ve Yunanlılar ülkeden zorla kovulmuş ve öldürülmüştü.

– Kemal, Büyük Petro’ya öykünerek dinsel gelenekselciliğin bir simgesi olduğu gerekçesiyle fesi yasakladı. Halkı şapka giymeye teşvik etti. Türkçenin Arap harfleriyle değil, Latin harfleriyle yazılmasını kararlaştırdı. Bu reform, latin harfleriyle okuma yazma öğrenen yeni kuşakların engin bir geleneksel literatüre erişmesini imkansızlaştırdı…Batılaşma hem modernleşmeyle el ele yürüdü hem de modernleşmenin vasıtası oldu.

– Kemalist tepki başarısız oldu. Batılı olmayan toplumlar modernleşeceklerse, bunu Batılı tarzda değil, kendi tarzlarında yapmalıdırlar.

– Osmanlının yıkılışı, islamı çekirdek bir devletten yoksun bıraktı.

– Türkiye, kendisini “laik bir devlet olarak” tanımladığı sürece, islamın liderliğine soyunma olasılığı yoktur.

– Türkiye kendisini yeniden tanımladığı taktirde ne olur? Türkiye bir noktada Batı dünyasına üyelik için yalvarıp duran bir dilenci olarak oynadığı hüsran verici ve aşağılayıcı rolden vazgeçip, Batının temel islami muhatabı ve düşmanı olarak oynadığı çok daha etkileyici ve onurlu tarihsel rolü yeniden üstlenmeye hazır hale gelebilir.

– Türkiye, laikliği kaldırıp kendi medeniyet kümesinde bir parya konumundan çıkarak İslam medeniyetinin lideri haline gelebilir…Ama bunu yapabilmek için Atatürk’ün mirasını, Rusya’nın Lenin’in mirasını reddedişinden daha eksiksiz reddetmek zorunda kalacaktır. Böyle bir hamle aynı zamanda, Atatürk kalibresinde bir lideri gerektirir.

– Komünizmin çöküşüyle,  Batının “demokratik liberalizm” ideolojisi küresel bir zafer kazandı…Batı ve özellikle de bir “misyoner ulus” olagelen ABD, Batılı olmayan halkların kendilerini, Batının değerleri olarak kabul edilen demokrasi, serbest piyasa, sınırlı hükümet, insan hakları, bireycilik, ve hukuk devleti değerlerine teslim etmeleri gerektiğine ve kendi kurumlarında bu değerleri gerçekleştirmeleri gerektiğine inanır.

– Batı için ‘evrenselcilik’ anlamına gelen, diğer medeniyetler için ’emperyalizm’ anlamına gelir.

– Batı, batılı olmayan toplumların ekonomilerini, kendisinin hakimi olduğu küresel bir ekonomiyle bütünleştirmeye çalışıyor.

– ABD; aralarında beşi Müslüman yedi devleti terörist devletler olarak sınıflandırmıştır. Müslüman ülkeler; İran, Irak, Suriye, Libya ve Sudan, diğerleri de Küba ve Kuzey Kore’dir…1980-1995 yılları arasında ABD, ortadoğuda hepsi de müslümanlara yönelik onyedi askeri operasyona girişmiştir.

– Soğuk savaşın görece basit iki kutupluluğunun yerini çok kutuplu, çok medeniyetli bir dünyanın çok daha karmaşık ilişkileri alıyor.

– İslamın sınırları dahilinde nereye bakacak olsanız, müslümanların komşularıyla barış içinde yaşamada sorunlar yaşadığını görürsünüz.

– Müslümanlar, dünya nüfusunun yaklaşık beşte birini oluşturuyor ama 1990’larda diğer herhangi bir medeniyetin halkından çok daha fazla grup arası şiddete bulaştılar…İslamın sınırları kanlıdır, dolayısıyla iç kısımları da öyle.

James Payne şu sonuca ulaşır; “islam ile militarizm arasında çok kesin bir biçimde bir bağlantı mevcuttur”.

– Müslümanların dövüşkenliği ve şiddet düşkünlüğü, ne müslümanların ne de müslüman olmayanların yadsıyabileceği yirminci yüzyıl olgularıdır.

– İslamın en baştan itibaren kılıç dini olup, askeri erdemleri yücelttiği savı ileri sürülmektedir. İslam “savaşçı Bedevi göçebe kabileleri” arasında doğdu ve bu şiddete dayalı köken islamın kuruluşuna damgasını vurdu. Muhammed’in kendisi çetin bir savaşçı ve becerikli bir komutan olarak anılır. Bu ne İsa için ne de Buda için söylenebilir. İslamın öğretileri, öne sürüldüğü üzere, inançsızlara karşı savaşmayı buyurur…

– Kuran ve müslüman inançların diğer açıklamaları şiddete ilişkin çok az yasaklama içerir ve şiddete başvurmama kavramı, müslüman öğretisi ve pratiğinde eksiktir.

– İslam dünyada istikrarsızlığın kaynağıdır çünkü, baskın bir merkezden yoksundur.

Batı medeniyeti evrensel olduğu için değil, benzersiz olduğu için değerlidir.