Posts Tagged ‘II.Mahmut’

A. TOYNBEE, “MEDENİYET YARGILANIYOR”

Perşembe, Aralık 2nd, 2010

   A.TOYNBEE, “MEDENİYET YARGILANIYOR”

 – Sanatçıların, edebiyatçıların eserleri, işadamlarının, askerlerin ve devlet adamlarının yaptıklarından daha uzun ömürlü oluyor. Şairler ve düşünürler, tarihçilerden daha uzun süre hatırlanırken, peygamberler ve azizler hepsinden üstün ve uzun ömürlüdürler.

– Belli başlı tezlerimden biri, tarihsel çalışmada en küçük birimin ‘bütün toplumlar’ olduğu ve Greko-Romen dünyasının ‘şehir devletleri’ veya çağdaş Batının ‘ulus devletleri’ gibi gelişi güzel parçalara ayrılamayacağı idi. İkinci tezim de, ‘medeniyet’ dediğimiz bütün toplumların tarihlerinin bir anlamda paralel ve çağdaş olduğu idi.

Spengler’e göre medeniyetle doğar, gelişir, geriler ve belirli bir zaman çizelgesine uyarak yıkılırdı. Bu aşamaların hiçbirisi hakkında bir açıklama getirilmiyordu.

– Siyah ırkın, günümüze kadar sözü edilmeye değer bir katkısı olduğunu söyleyemiyoruz ancak, medeniyet deneyinin gündemde olduğu anın kısalığını düşünürsek, bunu inandırıcı bir yeteneksizlik kanıtı olarak göremeyiz. Sadece dürtü veya fırsat yoksunluğunun bir sonucu da olabilir.

– Eğer Jung’un eserlerini tanısaymışım bana gereken ipuçlarını vereceklermiş. Yaklaşımımın temellerini, okulda esaslı bir biçimde öğrendiğim Aeschylus’un Agamemnon’u ile Goethe’nin Faust’unda buldum.

– Bizim Batılı kafalarımıza göre, eğer bu ‘çevrimsel tarih görüşü’ ciddiye alınırsa, tarihi bir aptalın anlattığı saçmasapan bir hikaye haline getiriverir.

– Medeniyetler yükselip alçalırken ve bu alçalışta kendilerininkinden daha anlamlı amaçları olan başkalarına yol açarken aslında sürekli ilerliyor olabilirler ve medeniyetlerin gerilemesinin sebep olduğu acı ile elde edilen öğrenme, pekala bir plan içinde gelişen ilerlemenin en ala yolu da olabilir.

– …Büyümenin olduğu yerde, çürüme de olur…

Komünizmin ortaya çıkışından yüzyıllar önce atalarımız aynı umacıyı İslamda bulmuşlar. Günümüzde komünizmin yaptığını aynı nedenlerle 16.yüzyılda İslam, Batılı kalplere bir isteri ilham ederek yapmaktaydı. İslam da komünizm gibi Batılı inanışın belli bir doktrine dayanmayan bir uyarlaması olan ‘anti-batıcı’ bir hareketti. Ve komünizm gibi o da ruhun kılıcını, maddi donatımdan yoksun olarak kullanmaktaydı.

 Batılılar bugün komünizmden, Nazi Almanyası’ndan, Japonlardan korktuğundan daha çok korkuyor.

‘Bloksuzlar’ ile Batılılar 400 yıl önce ‘Türk olmak’ tehlikesinde kaldıkları gibi bugün de komünist olmak tehlikesi ile karşı karşıyalar. Komünistler de kapitalizm tehlikesinden emin değiller…

– Geçmişte kalan 5-6 bin yıl içinde ‘medeniyetin babaları’, bizim arıların balını çaldığımız gibi kölelerin emekleri sonucu ortaya çıkan meyvaları çaldılar.

– Genellikle olduğu gibi belki de kurtuluş, bir orta yol bulmaya bağlı. Politikada bu orta yol, ne dar görüşlü devletlerin sınırsız hükümranlığında ne de merkezi bir ‘dünya hükümeti’nin tekdüze istibdatında aranmalı, ekonomide ise ne sınırsız özel teşebbüse ne de katıksız sosyalizme yer vermeli.

– Kurtulmak için ne yapmamız gerekiyor? Politka alanında ‘dünya hükümeti’ni başaracak kurucu bir sistem hazırlayın. Ekonomi alanında, serbest yatırım ile sosyalizm arasında uzlaştırıcı çalışma düzenleri bulun. Ruh alanında laik üst yapıyı dinsel kurumlarla birleştirin.

– Eğer Birleşmiş Milletler etkili bir dünya hükümeti kurmayı başarabilirse, bu bizim siyasal sorunsalımız için en iyi çözüm olacaktır.

– Her medeniyet deneyinde insanlık, ilkel insanlığın seviyesini aşmaya ve daha yüksek bir ruh seviyesine ulaşmaya çalıştı.

– Bana göre medeniyetler kurulduktan sonra tehditlere karşılık vererek büyürler. Üstesinden gelemedikleri bir tehditle karşılaştıklarında yıkılır ve parçalanırlar.

Alışkanlık, hayal gücünün afyonudur.

Babür, dünyayı bir merkezden yayılarak birleştirme amacını güden Timur’un torunlarındandı. Babür’ün zamanında (1483-1530) Colomb, İspanya’dan Amerika’ya ulaşmış, Vasco da Gama, Portekiz’den Hindistan’a ulaşmıştı.

 Babür’ün amacı neydi? Fergane’nin doğusunda Hindistan ve Çin’e, batısında da kendi akrabaları olan Osmanlı topraklarına kadar uzanmaktı.

– Türkler de ulusların ana ailesiydi. Günümüzde Türk merkezli bir tarih, Osmanlı Türklerinin büyük batıcılarından Mustafa Kemal tarafından gerçekleştirilmişti.

– …Şimdi büyük bir devrimle karşı karşıyayız. Batılıların yaşayan diğer bütün medeniyetlerin üstüne çıktığı ve dünyayı tek bir toplum halinde birleştirdiği teknolojik devrim.

Bir tarafta Hristiyan çok tanrıcılığı, öbür tarafta Hint çok tanrıcılığı arasında İslam, tek tanrıcılığın ışığını yakarak dünyayı yeniden umutlandırdı.

– …II. Mahmut ve Sultan Selim’in altı nesil önce Osmanlı-Türk hayatında giriştiği totaliter devrimi gerçekleştiren komutan Mustafa Kemal Atatürk.

– İslamın insanlığa verdiği yaratıcı hediye, tek tanrıcılıktır ve bu hediyeyi iyi korumak zorundayız.

– Eğer bütün dünya Avrupalılaşıyorsa, Avrupa dünyadaki üstünlüğünü kaybetse ne farkeder?

Rusya’da batılılaşma işlemi diğer yerlerden çok daha uzun sürdü. Rusya’da Batı Avrupa etkisi, Japonya ve Çin’den iki yüzyıl, Müslümanlar ve Hintlilerden de yüzyıl fazla sürdü.

– İki dünya savaşı sırasında Naumann’ın ‘Merkezi Avrupa’ fikri diğer siyasetçiler tarafından yine Zollverein’e (1818 de Almanya’da oluşturulan gümrük birliği) dayanan bir ‘Panavrupa’ fikrine dönüştürüldü…II.Dünya savaşından sonra ‘Avrupa Birliği’ fikri tekrar ortaya çıktı ve Amerika’nın ‘Marshall Planı’ ile oldukça cesaret kazandı.

– Hristiyanlık batıda değil, bugün İslam medeniyetine ait sınırların içinde doğmuştur. Biz Batılı hristiyanlar bir zamanlar dinimizin geliştiği Filistin’i Müslümanlardan almaya çalıştık. Eğer haçlı seferleri başarılı olsaydı, Hristiyan alemi Asya’nın en önemli kısımlarına uzanmış olacaktı. Ne var ki, haçlı seferleri başarısızlıkla sonuçlandı.

– Büyük medeniyetlerin etkileşiminden büyük dinler doğmuştur. Suriye ve Babil medeniyetlerinin etkileşiminden doğmuş olan Yahudilik ve Zerdüştlük, Suriye ve Yunan medeniyetlerinin etkileşiminden Hristiyanlık ve İslam, Hint ve Yunan medeniyetlerinin etkileşiminden de Mahayana Budizmi ve Hinduizm bunlara örnektir.

– Ruslar, Batı tarafından fethedilip içinde zorla erimemek için, kendilerini sürekli Batı teknolojisine sahip olmaya zorlamışlardır.

– Batıda Rusya’nın saldırgan bir ülke olduğu kanaati vardır. Batılı gözle bakıldığında bu doğrudur da, 18. yüzyılda Polonya’yı hırsla parçalayan, 19. yüzyılda Polonya ve Finlandiya’ya zulmeden günümüz savaş sonrası dünyasının baş saldırganlarından biri olarak görüyoruz. Ruslara göre ise bu tam tersi, onlar da kendilerini Batının sürekli kurbanları olarak görüyorlar.

– 1453’ten itibaren Rusya, Müslümanların elinde olmayan tek Ortodoks ülkesiydi ve İstanbul’un Türkler tarafından alınışının intikamını yüzyıl sonra Tatarlardan Kazan’ı alarak gerçekleştirmiştir.

Bizanslı Yunanlılardan, Ruslar tarafından devralınan bu ortodoksluk ve kader duygusu, Doğu Ortodoks Hristiyanlığının dağılışından sonra kurulan komünist rejimin de özelliklerindendir. Şüphesiz Marksizm batılı bir inanış fakat Batı medeniyetini hesaplaşmaya çağıran bir Batılı inanış.

Roma imparatorluğu, Yunanlılar için hem yaşam koşulu hem de gururları için dayanılmaz bir hakaret kaynağı idi. Bu durum onlarda korkunç bir ikilem yaratıyordu. Bundan çıkış yolunu Roma imparatorluğunu, Yunanın bir ürünü saymakta buldular.

– …Bizans gururu korkunç iki saldırı ile karşılaştı. Batıdan gelen Frenkli hristiyanlarla, doğudan gelen Müslüman Türkler, sırasıyla Bizans’a saldırdı….iki yabancı iğrenç boyunduruktan birini seçmek zorunda kalmışlardı. Bu üzücü seçimle karşılaşan Yunanlı ortodoks hristiyanlar, Batılı hristiyan hizipçi kardeşlerinin boyunduruğunu şiddetle reddederek, gözleri açık Müslüman Türklerin boyunduruğunu seçtiler. Onlar İstanbul’da “kardinalin ya da papanın tacını görmektense, Muhammed’in sarığını görmeyi tercih ederiz” demişlerdir.

– Bu sefer islam, ortodoks alemini fethederek Arapların ve Romalıların gibi bir ‘dünya devleti’ kurarak, Osmanlılar tarafından temsil edilmiştir.

Mussolini bir keresinde, işçi sınıfının olduğu gibi işçi ulusların da olduğunu hatırlatmıştı ki, Batılı olmayan günümüz insanlarının dahil olduğu kategori de bu olsa gerek.

– …Irkçılık ve alkol bağımlılığı kabul edildiği taktirde islami ruh bu hastalıkları, yüce bir ahlak ve toplumsal değerle yokedecek kadar kuvvetlidir.

– Çağdaş İslam dünyasının en ilginç olaylarından birisi, Türkiye Cumhuriyetinin geleneksel islamla dayanışmayı reddetmesidir. Türkler, “kendi kurtuluşumuzu kendi ellerimizle sağlamak inancındayız. Bize göre bu kurtuluş ekonomik olarak kendi kendine yeterli, siyasal olarak bağımsız bir devletin Batılı modeli üzerine kurulmasına bağlı. Diğer Müslümanlar kendi kurtuluşlarını istedikleri yerde arayabilirler. Onlardan yardım beklemediğimiz gibi, onlar da bizden beklemesinler. Herkes başının çaresine baksın, her koyun kendi bacağından asılır” diyorlardı.

– …Gerçekte milliyetçilik, müslümanların içine düştükleri bir oyun. Müslümanların büyük çoğunluğu için milliyetçiliğin kaçınılmaz sonucu, Batı dünyasının proleter kalabalığı içinde erimek olacaktır.

Selahaddin Eyyubi ve Memlüklüler zamanında İslam, haçlı seferlerine ve Moğol istilasına karşı durdu. Eğer insanlığın bugünkü durumu bir ‘ırk savaşı’na yol açacaksa İslam tarihi görevini yapmak için bir kere daha çağrılmalıdır. Dileyelim ki, böyle bir savaş çıkmaz.

– Ruslar, Batının laik sosyal felsefesinin bir ürünü olan marksizmi alıp onu bir İncil gibi yorumladılar. Ruslar, batıya ait olan bu dini alıp onu kendilerine malettiler, şimdi yeni bir anlamla sunuyorlar.

Gibbon’a göre, hayatın tek amacının tanrıya yakınlaşmak ve ruhun kurtulması olduğunu telkin eden, doğulu dinlerin ahlaksız bencilliğinin sonucu, dindarların halk hizmetinden çekilip, düşüncelerini kendi ruhsal gelişmelerine vermeleri oldu. Dindarlar dünya hayatını, daha iyi ve sonsuz bir hayat için, bir onay yeri olarak gördüklerinden küçümsemeye başladılar.

– Gibbon’a göre, Roma imparatorluğu batarken hristiyanlık yükselişe geçiyor, hristiyanlığın yükselişiyle de medeniyet gerilemeye başlamaktadır.

TÜRK KAMU HAYATINDA FELSEFE -2

Pazartesi, Eylül 7th, 2009

 

 TANZİMAT DÖNEMİ ve DÜŞÜNCE AKIMLARI:

 

 Kapütülasyonların verilmesindeki amaçlar:

 İlk kapütülasyonların verilmesi, “adalet mülkün temelidir” fikrine dayanmaktadır. Fatih bu nedenle, tüm azınlıklara hümanist haklar tanımıştır. Yani din, dil, örf-adet gibi haklarına dokunmamıştır. Fatih, kendi imparatorluğu içinde azınlıklara tanıdığı hakların/kapütülasyonların 1740 kapütülasyonları boyutuna erişebileceğini tahmin edememiştir.

 Kanuni’nin Fransızlara verdiği kapütülasyonlar, yukardaki sebebten ve Batıda güçlenen Fransa’yı kendine dost edinmek ve Avrupadaki Roma imparatorluğu kalıntılarını parçalamak için verilmiştir.

 Kanuni ve 15. Lui’nin ölümünden sonra bu kapütülasyonların süresiz olarak verilmesi, Osmanlının istediği zaman bu kapütülasyonları kaldırabileceğini sanırken kendi kendine zorunlu hale getirmiştir. Sonrasında bu kapütülasyonların İngilizlere ve Hollandalılara da verilmesi, bu ülkelerin gemilerinin Osmanlı sularında vergi ödemeden serbestçe dolaşmaları ve istedikleri gibi bir pazara sahip olmalarını olanaklı kılmıştır.

 Yabancı sermayenin Osmanlı imparatorluğuna girmesi, azınlıkların imtiyazları artırılarak hem içten hem dıştan korunmasıyla, ticaret gayri Müslimlerin eline geçmiş, Türkler fakirleşmiştir.

 Fransa’nın Mısır’daki hakları meşrulaştırılmıştır.

 Tanzimat dönemine işte bu şekilde, verilen kapütülasyonların ağırlığı altında, kendini tasfiye edecek şekilde girmiştir. Dış borçlar ödenemeyecek denli artmıştır.

 Tanzimat döneminde gerilemenin sebebleri araştırılmış ve görülmüş ki, Osmanlı son zamanlarda her girdiği savaştan yenik çıkmış. Gerilemenin sebebi, ordunu bozulmasındandır denilmiş ve Batıdan adam getirilerek ordunun ıslah edilmesine çalışılmıştır. Batılılaşma da böylece başlamıştır. Ancak bu sadece askeri planda kaldığından sonuç da verimsiz olmuştur.

 Tanzimat fermanıyla azınlıklara tanınan hakların artırılması ile Batılı devletlerin güveni kazanılmak istenirken durum daha da kötü olmuştur.

 Lale devrinde ise, imparatorluğun ileri gelenleri zevke sefaya dalmışlardır. Diğer yanda ise halk, başıboş, aç ve sefil bir durumdadır. Bu durum, Kabakçı Mustafa ve Patrona Halil isyanlarına yol açmıştır.

 Ayrıca bu dönem kendine zıt olarak bazı yenileşme hareketlerini de beraberinde getirmiştir. Örneğin matbaa, bu dönemde girmiştir.

 Islahat hareketleri III. Selim ve II. Mahmut döneminde önemle ele alınmış, Batının çağdaş denilen kurumları başta askeri olmak üzere ve birkaç alanda da bu kurumlar aynen alınmıştır.

 Ancak Batının tekniği çoğu kez, ‘gavur icadı’ denilerek benimsenmemiştir.

 Sonunda padişah ve vezirlerin öldürülmesine kadar gidilmiştir.

 Osmanlı bu durumdayken, Batı tam aksine çok büyük ilerlemeler katetmiştir. Özellikle Galile, Kopernic, Newton gibi düşünür ve bilim adamlarının buluşları, coğrafi keşifler ve Rönesansla birlikte; bilimde, teknikte çok büyük ilerlemeler sağlamışlardır.

 

 Tanzimat dönemi düşünce akımları:

 

 ØTanzimat döneminin tipik özelliği; ‘ikilik’lerdir.

 -Şer’i mahkemeler ve mecelle.

 -Mahalle mektebi – ilkokul.

 -Medrese – ortaokul / lise.

 -Alaturka müzik – alafranga müzik.

 Batıdan alınan kurumlarla yerli kurumlar karşı karşıya gelir. Halen de aynı çelişkiler devam etmektedir.

 Tanzimat dönemi ruhsal kaypaklığımızın pekiştirilmesidir.

 Øİkincisi, odevrin yazarlarında, edebiyatçılarında bir ekol kimliği yok. Bir gün La Foten’i okuyor ve kendi eseri gibi adapte ederek çeviriyor. Yarın naturalist bir eseri okuyup, yine kendine adapte ederek çeviriyor. Kozmopolit bir edebiyat dünyası.

 ØIslahat fermanıyla azınlıklar yönetime alınmaya başlanmıştır. Hem bütün azınlıkları bir arada tutmak istiyor hem de özgürlükten bahsediyor. Bu dönemde Şinasi, milliyetçilikten sözetmeye başlamıştır.

 Øİdareci azınlıklar tarafından birçok para dışarı gitmiştir. Böylece devlet ekonomisi fakirleşmiş, dış borçlar artmıştır.

 ØMatbaa ortaya çıkmış ancak bilimsel ve felsefi eserler yerine daha çok dini eserler basılmıştır.

 ØSansür de yine bu dönemde ortaya çıkmıştır.

 ØKontür aydınlar, Jön Türkler de bu dönemde ortaya çıkmıştır. İlk defa Jön Türkler hem Batılılaşmak istiyor hem de devleti eleştiriyorlar. Amaçları; mutlakiyeti, meşrutiyete çevirmek. Buna karşılık Osmanlı da Kanuni Esasiyi (1876) kabul etmekten başka bir şey yapmamıştır.

 Jön Türkler kendi aralarında dahi anlaşamazlar ancak Batıda bir düşünce akımı oluşturmaya çalışırlar. Jön Türkler içinde en aydını Ali Suavi’dir.

ØBütün bu keşmekeşliğe rağmen toplumda az da olsa bir aydınlanma başlar. Sanat ekolleri yerleşmeye başlar; “sanat, sanat içindir”, “sanat, halk içindir” gibi.

 Şinasi’ye göre akıl, fanatizmi ve cehaleti yenen tek silahtır. Akıl olmadan bu kötü durumdan kurtulamayız. Onda özgürlük fikri yoktur, olsa bile bugünkü anlamda değildir. Ayrıca onda rejim değiştirme fikri de yoktur. O sadece bir milliyetçidir.

 Oysa Suavi’de hem özgürlüklerden hem de rejim değiştirmeden sözeder. Bir başka düşünür Münif  Paşa’dır ki, ilk ansiklopedist eser yaklaşımını getiren kişidir.

 ØBu dönemde genelde aydınlar halktan kopmuştur ancak halkı aydınlatmak için uğraşan idealistler de yok değildir.

 ØCenevizlilerden gelen ve Pera hayatı yaşayan Levanten bir grup yanında “hem Batılılaşalım hem İslamlaşalım hem de Türkleşelim” diyen uzlaşmacı bir grup ortaya çıkar.

 ØBugünkü zıtlıklar Tanzimatın bir sonucudur. Tamamen kozmopolit bir durum. Batıya gitmiyorsun, Batıyı kendine olduğu gibi getiriyorsun.

 

  I. MEŞRUTİYET:

 

 I.Meşrutiyet 1876’da başlayıp aynı yıl bitmiştir.

 Bu dönemin özellikleri:

 Øİlk kez ‘anayasa’ kavramının gündenme gelmesi ve uygulanması (Kanuni Esasi).

 Øİlk kez meclis kavramının ortaya çıkması.

 ØBatı felsefesine uygun bir felsefenin adapte edilmeye çalışılması.

 Øİnsan ve değeri bu dönemde Batılı düşünürleri kendilerine adapte ederek ortaya konulmaya çalışılıyor.

 ØBu dönem bir geçiş dönemidir. II.Meşrutiyete zemin hazırlar.

 ØOsmanlıcılık, Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık bir tür yöntemdir. Amaç, batılılaşmaktır. Bunlar Batılılaşmayı sağlayacak olan yöntemlerdir.

 ØII.Abdülhamit’in baskıcı yönetimine karşı daha fazla özgürlük isteyen Jön Türklerin çalışmaları çok yüzeysel kalmıştır.

 Meşrutiyetin büyük devlet adamlarından Mithat Paşanın amacı, Kanuni Esasinin kabul edilerek Meşrutiyetin ilan edilmesiydi. Abdülhamit bunları kabul ederek padişah olur ancak daha sonra gerekenleri yapmaz. Mithat Paşa da sadrazam olur. Fakat Kanuni Esasiye göre padişahın “tehlikeli gördüğü kişileri yurtdışına sürme yetkisi”ne dayanarak Mithat Paşayı sürgün eder.

 ØMeşrutiyet köklü bir girişim olmamasına karşılık ilk defa anayasa niteliğinde olan ‘Kanuni Esasi’nin kabulüyle bir dönüm noktası oluşturur.

 ØKöklü değişikliklerin olmayışı, kafaların berrak olmayışıdır. Maalesef hala da değildir.

 

 POZİTİVİZM:

 

 Pozitivizm bize iki şekilde gelmiştir:

 1-Birebir yani yorumsuz bol miktarda bozuk Fransızca çevirilerle.

 2-Bir kokteyl şeklindekişisel görüşmüş gibi sunularak. Ancak daha sonra anlaşılmıştır ki, bunların bir kısmı pozitivizm bir kısmı da materyalizm.

 Pozitivizm bizde ilk felsefe olduğundan moda haline gelmiştir. Ancak bu arada pozitivizm ile islamı birleştirememe endişesi de vardır.

 Türkiyedeki en büyük pozitivist Ahmet Şuayip’dir. Meşrutiyetten sonra A.Şuayip, M.Cavit ve Rıza Tevfik tarafından çıkarılan ‘Ulumu İktisadiye ve İçtimaiye’ dergisi Türkiye’de ilk kez denilebilecek felsefi bir hareket doğurmuştur.

 Tevfik Fikret’e göre, buhran ve bozukluğun nedeni; Batılılaşmanın köklü olmaması, samimiyetsiz, ikiyüzlü politikacılıktır.

 Mehmet Akif’e göre ise; inançlardan, geleneklerden uzaklaşma ve Batılılaşma hareketleri buhranı ve bozukluğu yaratmıştır.

 Buhranın nedenini iktisadi şartlara bağlayanlar ise, kurtuluşu toplumculukta aradılar.

 Ahmet Şuayip’e göre cemiyetin şartları, hayatın kanunlarına bağlıdır. Ona göre evren kuruluş halinde geniş bir cemiyettir. Öyleyse cemiyet ilmi bütün ilimlerin başı ve hepsinin özetidir. Ona göre siyasi kuvvet, toplumsal evrimin bir eseridir. Ve evrim, devrimden üstündür. Evrim; genel kural, devrimse, istisnadır.

Reform zamanında yapılmaz ise ihtilal kaçınılmaz olur.

 

 İlk önce Osmanlının gerileme sebeblerin araştıran Prens Sabahattin ise, Osmanlının bu buhran ve gerilemeden kurtulması için ‘ademi merkeziyetçilik’ teorisini öne sürer.

 “Eğer umumi hayatta, özel hayat düzeltmeleri hedef alınmazsa devlet kurumlarının neresini düzeltmeye kalkarsak kalkalım hiçbir sonuca ulaşamayız”.

 

 Asaf Nefi ise, toplumların tarihinde üç esasın egemenliğinde sözeder:

 1-Şahsı korumak, bütünü devam ettirmek.

 2-Daha iyi bir yer kazanmak için rekabet etmek.

 3-Başkalarından daha üstün ayrıcalıklar kazanmak için sınıf mücadelesi yapmak.

 Ona göre toplumsal sorunlar ezenler ile ezilenler arasındaki mücadele de toplanır.

 “Sorunları çözmek için insanların faziletli olmaları değil, fikirlerinin değişmesi gerekir”.

 

 Bedri Nuri, ilk kez sosyal bilimleri sınıflandıran ve ilk sosyolojik araştırmayı yapan kişidir.

 

 Batıdaki düşünürlerin bizdeki temsilcileri şöyle ifade edilebilir:

A.Comte àAhmet Rıza

Durkheim à Ziya Gökalp

Le Play, Demolins à Prens Sabahattin

Biyo-organikçi; F.Spinos à Ahmet Şuayip, Bedri Nuri

 

 Pozitivizm bize, felsefenin ne kadar sürdürülebileceğini göstermiştir.

 

 

 II.MEŞRUTİYET:

 

 Gerek I.Meşrutiyette olsun gerekse II. Meşrutiyette olsun amaç; devleti kurtarmak yani bir idari, siyasi sistem ortaya koymaktır. Ve bir pozitivist felsefe hakimdir.

 Bu dönemde düşünürler büyük bir okuma, düşünme döneminde olduklarından kafaları son derece karışıktır. Aynı düşünür birkaç görüşe birden girebiliyor. İktidara ve mevcut düşünceye muhalefet başlamış, tüm kirli çamaşırlar bir bir ortaya dökülmektedir.

 Emrullah Bey ve Mustafa Satı Bey arasında çatışmalar sürüp gider. Emrullah Bey, eğitimde reforma üniversitelerden başlayalım der, Mustafa Satı Bey ilkokuldan der.

 Bu dönemdeki felsefenin başlangıcı ahlakçılarla ortya çıkıyor. Ancak buradaki ahlak, etik anlamda değil, moral anlamdadır.

 Bu ahlak anlayışı; pozitivist, Levanten bir ahlak anlayışıdır. Bu moralizm, aydın geçinenlerin ahlakıdır.