Posts Tagged ‘Göç’

EĞİTİM SOSYOLOJİSİ

Pazartesi, Aralık 21st, 2009

 

 

  Eğitim sosyolojisi; bireyin kültürel çevresi ile etkileşimin incelenmesidir. Bu etkileşimin incelenmesinde, kültürel çevre, diğer bireyler, sosyal gruplar ve davranış modelleri üzerinde durulur.

 George Poynl’a göre eğitim sosyolojisi; bireyle çevre arasındaki sürekli etkileşimdir.

 A.Ellwood’a göre ise eğitim sosoyolojisi; hayatın eğitsel yanıdır.

 E.B.Ruther’a göre ise eğitim gruplarının gelişimini inceleyen bir bilgi dalıdır.

 Bireylerin kişiliklerinin oluşumunda eğitim kurumlarının çok büyük rolü olduğu tespit edilmiştir. Örneğin; kolej ile normal lisenin öğrenciler üzerindeki etkileri birbirinden çok farklıdır.

 

 Eğitim sosyolojisi ile eğitim psikolojisi arasındaki fark:

 

 Eğitim sosyolojisi; bireyle toplum arasındaki ilişkiye önem verirken yani bireylerin kişiliklerini yönlendiren kültürel etkenlerle ilgilenirken eğitim psikolojisi; öğrenme ve deneyimlerin değerlendirilmesi ile ilgilenmektedir.

 Ayrıca eğitim psikolojisi, çocuğa yeni alışkanlıklar kazandırma ve geliştirme teknikleri ile ilgilenmektedir. Yani öğrenme için optimum şart nedir? Ve nasıl gerçekleşir? Sorularına cevap arar.

 Eğitim sosyolojisi ise eğitim kurumlarının, birey üzerindeki etkisini saptamaya ve bu etkideki olumsuz yanları ortadan kaldırarak, toplumun erişmek istediği ideal şartlara nasıl ulaşılacağını bulmaya çalışır. Bu amaçla program geliştirme ve öğretme metotlarına önem verir.

 

 Toplumsallaşma ve okul:

 

 En basit tanımıyla toplumsallaşma; insan yavrusunun toplumun bir üyesi haline gelmesidir.

 Antroploglara göre ise toplumsallaşma; kültürün yeni kuşaklara aktarılması sürecidir.

 Sosyologlara göre ise bireylerin birbirleriyle etkileşimde bulunmaları sonucu toplumun davranış, duyuş ve yapma özelliklerini öğrenip kendilerine maletmeleri sürecidir.

 Eğitimciler ise çocuğun eğitim süreci olarak ele alıyorlar.

 Biyolojik ve psikolojik temelli yaklaşımlar ise tolumsallaşmayı; biyolojik bir varlık olan insanın, sosyal bir varlık haline gelmesi şeklinde tanımlıyorlar.

 Kısaca toplumsallaşma; insanın doğumundan ölümüne kadarki bir süreçtir. Bu süreç ne tek yönlü ne de kapalı uçludur.

 Toplumsallaşmanın amacı; bu süreçte topluma uyum sağlamaktır. Bireyselleşme açısından toplumsallaşma, bireyin kişiliğini, özbenliğini geliştirmesidir. Toplum açısından ise kültürün yeni kuşaklara aktarılmasıdır.

 

 Mahmut Tezcan’a göre toplumsallaşma:

 Amaç; a)bireyin topluma uyumunu sağlamak,

 b)belli rollerin kazanılması,

 c)insana yaşam boyunca gerekli bilgi, beceri vedeğerleri kazandırmaktır.

 

 Toplumsallaşmanın aracıları:          Araçları:

 1-Aile-akraba grubu.                       1-İletişim

 2-Arkadaş grubu.                           2-İşbirliği

 3-Okul.                                          3-Kalıtım

 4-Kitle iletişim araçları.                   4-Toplumsal çevre.

 

 Çocuğun esas olarak benliğini bulduğu çevre; aile çevresidir.

 Toplumsallaşma süreci nasıl işliyor?

  Esas itibariyle bu süreç, öğrenmeyle olmaktadır. Öğrenme de etkileşim ve iletişimle olmaktadır. Birey etkileşimleri sonucunda yeni şeyler öğreniyor. Ayrıca öğrendiklerini başkalarına da öğretiyor.

 

 Öğrenme şekilleri:

 1-Taklit; çocuğun anne babasına bakarak, onların davranışlarını aynen yapmaya kalkmasıdır.

 2-Telkin; örneğin; ailesinin saç uzatmasını uygun bulmaması halinde bu kararından vazgeçmesi.

 3-Rekabet; bireyin çevresi ile rekabete girerek bazı davranışlarını geliştirmesidir. Ancak aşırı rekabet, anormal sonuçlara yol açar.

 

 Özbenlik; bireyin kendi kişisel ve toplumsal kimliği hakkındaki duygu ve anlayışlarıdır.

 Ayna benlik; bireyin kendi davranışları ile başkalarının davranışlarını karşılaştırıp aynı davranışlar olduğunu görmesidir.

 

 Toplumsallaşmada özbenliğin 3 boyutu:

 1-Kimlik; bireyin toplum içindeki yerini anlaması, toplumsal kimliğini oluşturur.

 2-Benlik simgesi; bireyin kendi yetenekleri, becerileri konusundaki anlayış biçimidir.

 3-Benlik saygınlığı; bireyin olumlu ya da olumsuz özdeğerini anlayış biçimidir.

 Genel olarak davranışlarının olumlu olduğuna inanıyorsa benliğine saygı duyuyor demektir.

                         ———/————-

 

 Okul:

 Çocuğun sosyalleşmesindeki temel kurumlardan bir tanesidir. Okulun esas amacı; eğitim öğretimdir. Çocuğun duygusal bağımsızlığını azaltıyor veya kaldıryor.

 Okulun toplumda kendine özgü marşıyla, gezileriyle, kültürel etkinlikleriyle vs. bir kültürü vardır. Birey de bu faaliyetler ölçüsünde toplumsallaşmaktadır.

 Okulun özellikleri:

 1-Biçimsellik; okulda bütün programların, faaliyetlerin yaşa göre ayarlanmasıdır.

 2-Bürokrasileşme;kırtasiyecilik’ ve ‘uzmanlaşma’ sonucu ortaya çıkan görevlerin koordinasyonunun sağlanmasıdır.

 Bürokrasileşmeyi ilk kez M.Weber ortaya atmıştır.

 3-Öğrenci etkileşimi; öğrenciler arasındaki informel ilişkilerdir.

 

 Okulun örgütsel yapısı:

 MEB àMEB İL MD.àOkul yöneticisiàÖğretmenler ve diğer personelàÖğrenciler.

                      ————/————-

 

 KÜLTÜR:

 

 Kültür; bir yaşam biçimi, sosyal etkileşimler ürünüdür. Oluşum ve kökeni bakımından, doğanın yarattıkları yanında insanın yapıp etmelerinin tümüdür.

 Taylor’a göre kültür; bir toplumun üyesi olarak bireyin, öğrenerek kazandığı bilgi, sanat, gelenek, görenek vb. yetenek ve alışkanlıklarından oluşan bir bütündür.

 

 Kültürün özellikleri:

 1-Kültür öğrenilir.

 2-Tarihidir ve süreklidir.

 3-Toplumsaldır.

 4-İdeal ya da idealleştirilmiş kurallar bütünüdür.

 5-Kültür değişir ama bu değişme kendiliğinden ve uyumludur.

 6-Kültür birleştiricidir. Her grubun, azınlığın kültürü milli çapta birleşmektedir.

 7-Biyolojik ihtiyaçları gidererek doyum sağlar.

 8-Kültür bir soyutlamadır.

 

 Her toplumda, sınıfların, azınlıkların vs. kendine özgü alt kültürlerinin olduğunu görüyoruz. Ancak bu alt kültürler, ülke çapında bir bütün oluşturmaktadır.

 

 Kültür süreçleri:

 1-Kültürleme; bireyin kendi kültürünün özelliklerini öğrenmesidir. Toplumca istenen bir insan olmasıdır. Hem kasıtlı (okul, aile vs.) hem de kendiliğindendir. Toplumsallaşmayla aynı anlamdadır.

 2-Kültürleşme; iki farklı toplumun birbirleriyle etkileşimleri sonucu, kültür alış verişi yapmalarıdır.

 3-Kültürlenme; farklı kültürlerden gelen insanların birbirleriyle etkileşmeleri sonucu yeni bir kültür meydana getirmeleridir.

 4-Kültürel değişme; kültürün değiştiği kesinlik kazanmıştır. John Dewey, “değişmenin, değişmeyeceğini ve sürekli bir değişme olduğu”nu söylüyor.

 

 Kültürel boşluk; çok hızlı değişen kültüre ayak uyduramamadır. Örneğin; kırsal kesimden gelenlerin, kent kültürüne ayak uyduramamaları sonucu açığa çıkan durumdur.

 

 Toplumsal sınıflar ve çocuğun başarısı üzerine etkisi:

 1-Baba mesleğinin, çocuğun eğitimi üzerine etkisi.

 2-Sınıfsal farklılaşmanın, çocuğun eğitimi üzerine etkisi.

 3-Toplumsal sınıf ve çocuğun başarısı üzerine etkisi.

 

 1-Baba mesleğinin çocuğun eğitimi üzerine etkisi; örneğin, baba profösör ise çocuğun da profösör olmasa bile ona yakın bir meslekte bulunma olasılığı yüksektir.

 2-Sınıfsal farklılaşmanın çocuğun eğitimi üzerine etkisi; farklı statülerden, gelir ve eğitim düzeylerinden gelen çocukların aynı sınıfta eğitim görmesi, çocuğun eğitini etkilemektedir.

 3-Toplumsal sınıfların başarıya etkisi; örneğin, alt sınıflardaki çocuklar, ekonomik gelirin düşük olması nedeniyle yeterli beslenemediklerinden, zihinsel gelişimleri de ona göre olmaktadır. Bu da onların, başarısını etkilemektedir. Yine ısınma, aydınlatma, temizlik, çalışma odası gibi nedenler başarılarına aynı oranda etki etmektedir.

 

 Toplumda 2 türlü hareket vardır:

 1-Fiziksel hareketlilik; zorunlu veya isteğe bağlı göç olaylarıdır.

 2-Toplumsal hareketlilik; yatay ve dikey hareketliliktir.

 

 Toplumsal hareketliliği etkileyen etkenler:

 1-Nüfus; üst tabakada doğum oranının az olmasına karşılık, alt tabakada fazladır. Alt tabakadakiler geçimlerini, üst tabakadakilerin işlerini yaparak sağlarlar.

 2-Göç; daha küçük yerleşim bölgelerinden daha büyük yerlere göç, toplumsal hareketliliğe yol açar.

 3-Sanayileşme; teknolojik gelişimle birlikte yeni yeni araçların ortaya çıkması, yeni mesleklerin doğmasına bu da toplumsal hareketliliğe yol açıyor.

 4-Eğitimde fırsat eşitliği; eğitimin her kesimden insanın yararlanmasına toplumda bir hareketlilik doğuruyor.

 5-Mesleksel statüdeki değişmeler; teknolojik gelişime paralel olarak, her dönem en saygın olan meslekler daha sonra yerini başka mesleklere bırakabilmektedirler. Bu durum da statü değişikliğine dolayısıyla toplumsal hareketliliğe yol açmaktadır.

 6-Miras; bu yolla da ortaya çıkan sınıf değiştirmeler, sosyal hareketliliğe yol açmaktadır.

 7-Evlenmeler; evliliğin şekline göre yatay ya da dikey hareketlilik ortaya çıkmaktadır. Örneğin alt sınıftan olan birinin, üst sınıftan biriyle evlenmesi vs.

 

 Toplumsal değişme kuramları:

 

 1-Toplumsal değişmelerin temelinde, “teknolojik değişmeler”in olduğunu savunan görüş ki, eğitim de bu değişmede etkin rol oynar.

 2-Toplumsal değişmenin, “ekonomik değişmeler” olduğunu savunan görüş. Eğitimin de bir koşul olarak ekonomiyi etkileyeceğini söylüyorlar.

 3-Toplumsal değişmenin,  ideolojik değişmeler” olduğunu savunan görüş. Bunlara göre de eğitim, bir araç rolünü oynamaktadır.

 Eğitim daha sonra bu sosyal değişmelerin kalıcı olmasını sağlıyor.

 

 Max Weber’in eğitim kuramı:

 

 1-Karizmatik eğitim; bu eğitime bireyin ihtiyacı olmadığını vurguluyor. Kişinin doğaüstü güçlere sahip olduğu söyleniyor. Bu tür insanların toplumda az oldukları ve değişmeye öncü oldukları belirtiliyor. Örneğin; Cengizhan, Fatih,  Napolyon, vs.

 2-Geleneksel eğitim; normal eğitimdir. Belli konu ve programların okulda bireylere verilmesidir.

 3-Bürokratik rasyonelli eğitim; uzman kişilerin eğitimidir. Toplumun karmaşıklaşmasıyla, uzman kişilere ihtiyaç duyulmaktadır. Onları yetiştirmek amacıyla yapılan eğitimdir.

                                         ———

 Toplumsal değişmenin eğitimle ilişkisinde başlıca alanları:

 

 1-Sanayi ve teknolojideki gelişmeler eğitimi birçok şekilde etkilemektedir:

   a)Bu gelişmeler paralel olarak yeni bilgi ve becerilere sahip insanlar yetiştirme ihtiyacı doğmaktadır.

   b)Bireylerin teknolojik gelişimlerin gerisinde kalmaması için zaman zaman açılan kurslarla bilgilendirilmesi gerekmektedir.

   c)Kitle eğitim araçlarındaki gelişmeler, eğitimin gelişmesini ve yaygınlaşmasını sağlamaktadır.

   d)Ulaşım sektöründeki gelişmeler yeni alt kültürlerin doğmasına neden olmaktadır. Örneğin; sosyete çocuklarının pahalı arabalarla yarışması vs.

   e) Teknolojik gelişmeler, eğitim araç ve gereçlerinin de gelişmesini sağlar. Böylece eğitim de daha verimli hale gelir.

 2-Kentleşme; sanayileşmeyle birlikte göç olgusu harekete geçmiş ve bu hareketlilik eğitime de yansımıştır. Bu yansıma daha çok olumsuz yönde olmuştur. Sınıfların artması, kültür çatışmaları, kültürel boşluk gibi durumlarla karşılaşılmıştır.

   a)Okul, çeşitli kültürden gelen öğrencileri kaynaştırmalıdır.

   b)Sosyal kurallara uymak için okul, eğitimde denetim rolü görmelidir. Yani olumsuz davranışları yok edecek şekilde toplumsal denetim sağlamalıdır.

   c)Kent yaşamına yeni başlayan çocuğun uyumunu sağlamak için okul, özel eğitim konuları geliştirmelidir.

   d)Kente göç eden yetişkinler de eğitilmelidir. Halk eğitim merkezleri açarak; okuma yazma kursları, dikiş nakış kursları gibi ihtiyaca uygun kurslar açılarak eğitilmelidirler.

  3-Demografik gelişmeler; nüfusun artmasıyla birlikte eğitime duyulan ihtiyaç da artmaktadır. Ayrıca öğretmen, araç gereç yetersizliği gibi pek çok problem ortaya çıkmatadır.

  4-Yüksek öğretim; nüfus artışı, teknolojik gelişmeler uzman, araştırmacı ihtiyacını gümdeme getirdiğinden, bu insanların yetişmesi yüksek öğretim kurumlarını ön plana çıkarmaktadır.

  5-Özel eğitimin geliştirilmesi; sosyal değişmeyle birlikte özürlü bireylerin de eğitilip topluma kazandırılmaları vurgulanıyor.

  6-Aile yaşamındaki değişmeler; giderek daha hızlı bir şekilde çekirdek aileye doğru bir gidiş görülmektedir. Kadının üretime katılmasıyla, eve bağlılığı azalmış, çocuklar da kreşlerde büyümek zorunda kalmaktadır.

  7-Baskı kurumları ya da grupları; sendikalar, ticaret ve sanayi odaları, siyasal partiler, dini kuruluşlar, medya gibi kurum ve kuruluşlarca kamuoyu oluşturularak sosyal değişimlere neden olunmaktadır.

  8-Demoktatik gelişmeler; düşünce ve ifade özgürlüğüne önem verilmesiyle, yaratıcı, üretken insanların ortaya çıkması hılanmaktadır. Bu da sosyal hareketleri etkilemektedir.

  9-Çağdaşlaşma; sosyal değişimin belirli bir amaca, planlı kalkınmaya yöneltilmesi vs.

 

 Eğitimde fırsat eşitliği: (4 türdür)

 1-Herkesin tüm eğitim sisteminden yararlanma hakkıdır.

 2-Herkesin asgari eğitim düzeyinden yararlanmasıdır. Örneğin; herkese ilkokula kadar okuma eşitliğinin sağlanmasıdır.

 3-Herkesin yeteneği ve potansiyeline göre eğitimden yararlanmasıdır. Bu durum gelişmiş ülkelerde daha yaygındır.

 4-Bütçeden eğitime ayrılan pay ne kadar fazla olursa, o kadar çok kişiye fırsat eşitliği tanınmış olacaktır. Eğitim kalitesi de aşağı yukarı bu payla doğru orantılıdır.

 

 Fırsat eşitliğini engelleyen nedenler:

 1-Ekonomik nedenler:

   a)Ailenin geliri; yüksek gelirli ailelerin çocukları eğitimden, düşük gelirlilere oranla daha çok yararlanmaktadır. Dar gelirli ailelerin çocukları, kısa yoldan hayata atılmak durumunda kalıyorlar. Bu ailelerin çocukları meslek ve teknik okulları tercih etmektedir. Yüksek gelirli olanların çocukları ise en üst eğitimden bile yararlanmaktadırlar.

   b)Ailenin mesleği; ana-babanın eğitim düzeyi ne kadar yüksekse, çocuklarına da en az o oranda eğitim vermek istemektedirler.

   c)Devletin ekonomik geliri; devletin ekonomik geliri ne kadarsa eğitime ayrılan pay da ona göre olmaktadır. Tabi ayrılan pay, kaliteyi de etkilemektedir.

  2-Coğrafi nedenler:

    a)Yerleşme; kırsal bölgelerde yaşayanların eğitim olanaklarından yaşayanların yararlanmaları, şehirlerde yaşayanlara oranla daha az olmaktadır. Bunun nedeni eğitim merkezlerinin büyük bir kısmının şehir merkezlerinde olmasıdır.

    b)Yöresel farklılaşma; eğitim açısısından bölgeler arası bir dengesizlik sözkonusudur.

   3-Toplumsal nedenler:

    *Cinsiyet ayrımı; kız çocuklarının, erkeklere oranla eğitim olanaklarından daha az yararlanmaktadırlar.

 Bunun nedenleri:

   *Bağnazlık; özellikle kırsal alanda bir takım bağnazca düşünceler nedeniyle kız çocukları okutulmamaktadır.

   *Din faktörü; günah diye kız çocuklarının okutulmaması vs.

   *Tarımda da işgücünden yararlanmak için okutulmaz.

  

   *Ekonomik gelişmeye paralel olarak, kız çocuklarının okuma oranı artmaktadır.

   *Dil faktörü; eğitimin resmi dille yapılması ve bu dili bilmeyenler gerektiği gibi eğitimden yararlanamaz.

   *Irk faktörü; ırkçılığın hakim olduğu yerde farklı ırktan olanlar eğitimden yeterince yararlanamazlar.

   *Nüfus artışı; nüfusun hızlı artması halinde eğitim olanakları herkese yetmeyebilir.

   *Eğitim olanaklarının yetersizliği; öğretmen, araç gerç yetersizliği vs. Özellikle özürlülere hitap eden özel eğitim kurumlarının yetersizliği, bu kişilerin eğitimden istenilen oranda yararlanmalarını engellemektedir.

 4-Siyasal nedenler:

    Kısa süreli iktidar değişiklikleri nedeniyle, her hükümet bir önceki hükümetin eğitim politikasını beğenmeyip tamamen değiştirmesi, eğitimde istikrarsızlığa yol açmaktadır. Ayrıca, eğitime ayrılan payın da önemi daha önce değinildiği gibi çok büyüktür.

    Kısaca, tüm bu nedenler eğitimde fırsat eşitliğini engellemektedir. Bir de buna bireysel ayrılıkların eklenmesi durumu daha da sıkıntıya sokmaktadır.

    Fırsat eşitliğinin tam anlamıyla sağlanması zaten mümkün değildir. Olsa olsa azami düzeyde sağlanabilir.

 

 Kitle iletişim araçları ve eğitim:

 

 Kitle iletişim araçlarının eğitime yararları olabileceği gibi zararları da sözkonusudur. Bu onların nasıl kullanılacağına bağlıdır.

 Bu konuda TV’nin yararları ve zararlarını sayabiliriz.

 Yararları:

 *Çocuğu eve bağladığından mutlu bir aile ortamı sağlıyor.

 *Belli kültürel yayınlarla, çocukların kültürün artırabilir.

 *Az da olsa çocuğu düşünmeye sevkdebilir.

 *Çocuğun ilgileri ve yaşam alanını genişletiyor.

 *Çocukta estetik zevkler sağlayabilir.

 

 Zararları:

 *Kitap okumak gibi yararlı alışkanlıklardan alıkoyabilir.

 *Çocuğu pasifleştirir.

 *Tek tip değer yargıları geliştirir.

 *Duygusal açıdan güven ve olmayan çocuklarda korku ve endişeye yol açar.

 *Belirli diziler nedeniyle çocukta saldırganlık güdüsü gelişebilir.

 

 Şöyle ya da böyle kitle iletişim araçları, belirli bir insan imajıyla insanların sosyalleşmesini sağlamaktadır.

 Bu araçların, temel eğitim ve yaygın eğitimde de kullanabildiklerini de görüyoruz.

KENT SOSYOLOJİSİ -3 (CİHAD ÖZÖNDER)

Perşembe, Kasım 5th, 2009

 

 Avrupa Endüstri Devrimi Öncesinde Dünyada Şehir ve Şehirleşme:

 

 Avrupa endüstri devrimi öncesinde çevre ve teknolojik faktörler şehir olgusu üzerindeki etkilerini sürdürmüştür. Bu dönemde ev ve binaların inşasında kullanılan tekniklerde ve malzemede büyük ilerlemeler görüldü. Ahşap işlemeciliği, dokumacılık, çanak-çömlek işçiliği, sulama sistemleri, ulaşım usulleri, ağırlık-uzunluk ölçüleri, süsleme sanatları ve diğer birçok sahada benzeri ve yığılmalı bir gelişme ve ilerleme görüldü.

 Bu teknolojik ilerlemeler şehirlerin gelişmesinde de son derece olumlu katkılar meydana getirdiler. Fakat çevre faktörleri, endüstri devrimine kadar önemini kaybetmedi. Teknoloji, bu döneme kadar çok sınırlıydı ve insanın teknoloji yoluyla doğaya, çevresine hakimiyeti nispeten azdı.

 Endüstri öncesi şehirler, ulaşım ve tarım açısından elverişli olmayan bölgelerde de kurulmakla birlikte buralarda gelişemiyordu. Mesela, eski Yunan şehirleri tarım ve gemicilik teknikleri gelişinceye, teknikleri geliştirerek üretim arttırılıncaya kadar tam anlamıyla şehir fonksiyonlarına sahip olamamışlardır.

 Endüstri öncesi şehirlerde, demografik açıdan nüfus yoğunluğu olarak büyük bir öneme sahip değildi. Şehirleşmenin görüldüğü ülkelerde şehirli nüfusu, toplam ülke nüfusunun ancak  % 10 kdarını barındırmakta idi. Çoğunlukla bu oran % 5 civarındaydı. Endüstri devrimi öncesi dönemde dönemde yüzbinden fazla nüfusu barındıran şehirler çok azdı. M.S. 2. Yüzyılda Roma, Konstantinopolis, M.S. 1000 yıllarında Japonya’da Edo (Tokyo), Kyoto, Osaka gibi şehirler 100.000’in üzerinde hatta bazı durumlarda milyonu bulan nüfuslara sahip şehirlerdi. Bunların dışında büyük çoğunluk 5 ila 10.000 nüfusu ancak bulabiliyordu.

 Eski Yunan şehir devletleri arsında Atina M.Ö. 500 yıllarında 150.000 nüfusa sahipti. Bunun yanı sıra Isparta, Korent, Milet şehirleri de oldukça kalabalık şehirlerdi. Eski dünyada en kalabalık şehir ise Roma oldu. İmparatorluğun en kuvvetli dönemlerinde nüfusunun 250.000 ila 1.000.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu dönemde Roma, 52 millik kara yolunun merkezi durumundaydı. Bu gelişmeye bağlı olarak ticarette son derece canlıydı. İç çatışmalar ve dış baskılar sonucu imparatorluk çökünce Roma küçülerek 14.yüzyılda küçük bir kasabaya dönüştü.

 M.S. 330-1453 yılları arasında ise Doğu Roma imparatorluğunun merkezi olarak Konstantinopolis dünyanın en büyük şehri haline geldi. Bu arada 5. yüzyıldan 10. yüzyıla kadar Avrupa’da şehirlerin küçüldüğü, köyleştiği görülür. Roma’nın bıraktığı otorite ve organizasyon boşluğu nedeniyle Avrupa’da ticari ve kültürel hayatta bir çöküntü başlar. Karanlık çağ adı verilen dönem boyunca da ekonomik ve sosyal durgunluk devam eder.

 Ortaçağ Avrupasının siyasi yapısının karekteristiği de feodalizm temelinde belirginleşir. Bu dönemde, toprağa ve bölgeler halinde kendine yeterli olmaya doğru bir yönelme görülür. Bu şartlar, ihtisaslaşma ve ürün fazlasının merkezlerde toplanması ve buna bağlı olarak sermaye birikimi ile ters orantılı bir gelişmeyi doğurur.

 1069-1291 yılları arasındaki haçlı seferleri ticari hayata yeniden canlılık kazandırmaya başlar. Haçlı ordularının yiyecek, giyecek, barınak ihtiyaçları yolları üzerindeki bazı yerleri canlandırır. Ayrıca haçlı seferleri sonunda yeni buluşlar, ihtiyaçlar ve fikirler Avrupa sosyal yapısını hareketlendirir.

 11. yüzyılın başlarında Akdeniz çevresindeki bazı şehirlerde ticaretin canlanmasına paralel bir gelişme görülür. İtalya’daki Floransa, Venedik, Cenova ve Piza bu ortamdan ilk etkilenen şehirlerdir. Avrupanın kuzey bölgeleri ve Baltık kıyıları dabu gelişmeye katılır. Orta Avrupa şehirleri nispeten yavaş olmakla beraber gelişmeye başlar.

 Tüccarlar bu değişmede sosyal tabakalar içinde daha üst seviyelere yerleşmeye başlarlar. Bu bütün şehir yapıları için bir yeniliktir. Daha önceki dönemlerde şehirleşme büyük ölçüde aile ve akrabalık, siyasi teşkilatlanma, din, eğitim, haberleşme faktörleri tarafından belirlenen bir sosyal tabakalaşma sistemine bağlıydı. Seçkinlerin ticaret veya işçilik gibi ekonomik faaliyetler içinde yer almaları düşünülemezdi. Seçkinler daha çok siyasi ve dini sahalara hakimiyet peşindeydiler. Endüstri öncesi şehirler, katı gelenekler tarafından sıkıca belirlenmiş, ekonomik üretime yönelmemiş bir sosyal yapıya sahipti. Siyasi ve dini sistemler statik ve geleneklerin muhafazasına yönelmiş durumdaydı. Siyasi davranış, aile ve statü tarafında etkilenen bir hiyerarşiye bağlıydı.

 

 Avrupa Endüstri Devrimi ve Şehirleşme:

 

 Takriben 200 yıl kadar önce başlayan ve gelişen endüstri devrimi, bütün sosyal yapılarda olduğu gibi şehir sosyal yapısında da çok köklü değişmeler meydana getirmiştir. Şehirleşme olgusunu bu bu devrime bağlayan ve bu noktadan başlatan sosyologların sayısı bir hayli fazladır.

 Endüstri devriminin getirdiği en büyük yenilik, hayvan ve insan gücünün yerine ilk defa olarak diğer enerji kaynaklarının bulunuşu ve üretime aktarılışıdır. Buhar gücü ilk enerji kaynağı olmuş, bunu elektrik, petrol, doğal gaz ve nihayet atom gücü takip etmiştir.

 Yine ilk olarak alet yerine, makineler kullanılmaya başlanmış olmasıdır. Teknolojik ilerlemeler, sosyal yapıya da tesir etmiş, sosyal yapıyı geniş ölçüde değiştirmiş ve bu iki faktör, dönüşümlü olarak birbirlerini etkileyerek yığılmalı bir gelişmeyi ortaya koymuştur.

 Endüstri teknolosinin gelişmesi ile insanların doğal çevreye bağımlılıkları da giderek azalmaya başlamıştır. Son zamanlarda, kutuplara yaklaşan yerleşme bölgeleri bu teknolojik gelişmenin bir sonucudur. Bu durumun örneklerini çoğaltmak mümkündür. Bununla birlikte çevre faktörleri, bütün teknolojik gelişmelere rağmen tam anlamıyla bertaraf edilememiştir.

 Bugünün endüstrileşmiş, şehirleşmiş milletleri dahi büyük ölçüde çevre şartlarına bağımlıdır. En azından, doğal kaynaklara olan ihtiyaç halen devam etmektedir.      

 Bu durumun tersi de mümkündür. Doğal kaynaklara sahip birçok topluluk, henüz endüstri çağına giremediği gibi şehirleşmelerinin temelinde de ileri teknolojiye sahip olmak faktörü bulunmaktadır.

 Sanayileşmiş ülkelerin dahi coğrafi şartlara olan bağımlılığına tipik bir örneği, uçak sanayinin özel bir durumu gösterilebilir. Bütün bir yıl boyunca, denemelerin kesintisiz yapılmasını öngören uçak sanayi, Amerika’da 1958 yılında 839.000 kişiyi istihdam etmiştir. Bu nüfus California’daki şehirleşmeyi hızlandırmıştır. Aynı yılda bütün Amerika’da, motorlu taşıt sanayinde 593.000, demir-çelik fabrikalarında 519.000 kişinin çalıştığı göz önünde bulundurulursa durum daha iyi anlaşılır.

 Bugün dahi dünyada mevcut 100.000 ve daha fazla nüfuslu şehirlerin % 80’inin ılık iklim kuşağında bulunması bu durumu daha iyi anlaşılır kılar.

 Şehirleşme olgusunu, teknolojik buluş ve icatların hızlandırdığına daha önce de değinmiştik. Teknolojinin kitle üretimine dönmesi, insan ve hayvan gücünün dışında, enerji kaynaklarının kullanılır olması sonucunda meydana gelen ve gelişen fabrika sistemi daha önceki dönemlerde kıyaslanamayacak kadar nüfus hareketlerine yol açmıştır.

 Ulaşım olanaklarının sınırlı olması, fabrikaların çevresine büyük nüfusların göç etmesine ve yerleşmelerine yol açmış, bu olgu da büyük nüfuslu yeni bir takım sosyal problemleri beraberinde getirmiştir.

 Endüstrileşme, fabrika çevresine çektiği büyük nüfusların yeni ihtiyaç ve taleplerine de cevap vermek üzere giderek hızlanan bir üretimi gerçekleştirmek zorunda kalmıştır. Bu iki olgu, karşılıklı olarak birbirini etkileyerek şehir adını verdiğimiz karmaşık sosyal yapının hızla gelişmesini ve yaygınlaşmasını sağlamıştır.

 İlk şehirlerin fabrika sistemleri etrafında ortaya çıkması, insan sağlığına aykırı şartların da, çok dar alanlarda bir bakıma üst üste yaşamak zorunda olan insanların, fiziksel ihtiyaçlarının iyileştirilmesinin – en azından üretim artışı açısından- üstelik bu insanların da bir piyasa oluşturması, şehirlerin karşılaştığı ilk sosyal problemler olmuştur.

 Sanayideki ilerlemeye paralel işgücüne olan ihtiyacın daha da artması, tarım alanındaki nüfusun çoğunun sanayi kesimine aktarılmasını gerektirmiştir. Artan nüfusun, beslenme ihtiyacının giderilmesi için de tarımda makineleşmeye gidilmesi, şehirleşme sürecini hızlandırmıştır.

 Bu olguya en çarpıcı örnekeri ABD’nin şehirleşmesinde görüyoruz. 1750’lerde ABD’deki işgücünün % 85-90 kadarı tarım alanındayken bu oran; 1805’te  %  80’e, 1830’da  % 70’e, 1870’te  % 13’e, 1960’ta ise  % 3’e düşmüştür.

 Çevre ve teknoloji şartlarındaki değişmeye paralel ve iç içe Batı toplumlarında sosyal yapı değişmesi de son derece hızlı bir süreç haline gelmiştir. Şehirleşme feodal sistemin çökmesine, yeni siyasi görüşlerin ortaya çıkmasına, tabakalaşmış bir sosyal yapıya ve millet kavramının önem kazanmasına yol açmıştır. Daha önceki dönemde başlayan, hristiyanlığın reformu hareketleri de sosyal değerlerde dünyevileşmeye ağırlık kazandırmış, bu durumda dönüşümlü olarak sanatın, edebiyatın yanı sıra bilimsel çalışmaların, araştırmaların gelişmesine uygun bir zemin hazırlamıştır. Protestan ahlakının getirdiği bakış açısı, kâr, başarı, ekonomik refah gibi kavramları günah olmaktan kurtarmış, ortak sosyal değerler arasına sokmuştur. Çalışma ahlakı bir değer olarak kabul edilmiş ve yaygınlaşmıştır. Kapitalist iktisadi sistem, bu temeller üzerinde gelişmiş ve sosyal yapının da bu esasta yeniden şekillenmesine yol açmıştır. Kapitalizmin şekillenmesi döneminin hemen arkasından kaçınılmaz olarak sömürgecilik gelişmiştir. Bu durum da şehirleşme olgusuna, iki temel yönden etki etmeye başlamıştır:

 Sömürgecilik yoluyla, Avrupa’ya olan hammadde akışı, sanayileşme ve şehirleşmeyi hızlandırırken, dünyanın geri kalmış bölgelerinde de sömürgeciliğn hizmetinde bir şehirleşme ve ticaret merkezlerinde nüfus yığılmaları görülmüştür.

 

Avrupa dışındaki bölgelerde, şehirleşme olgusuna etki eden faktörlerin teknoloji ve çevre ile doğrudan ilgisi olmayan sosyal içerikleri hakkında hakında, PHİLİP HAUSER tarafından yapılmış olan araştırma sonuçları:

 

1-Bu bölgelerde geleneğe bağlı değerler sisteminin temelinde maddi güdülerden ziyade ve ağırlıklı bir şekilde manevi değerler hakimdir. Bu değerler, maddi kazanç, kâr gibi güdülerle çatışmaktadır.

 2-Gelişmiş ya da az gelişmiş bölgelerde sosyal tabakalaşma başlıca iki kesime ayrılmaktadır ki bunlar; seçkin-idareci sınıf ve alt tabakadan ibarettir. Bu sosyal yapılarda orta sınıf gelişmemiştir. Eğitim, sadece seçkinlerin imtiyazındadır.

 3-Bu bölgelerde yaşa bağlı bir sosyal statü sıralaması hakimdir. Yaşlılar her sahada öncelik sahibidir. Ve bu durum, insan gücünün verimli kullanılışını engelleyici bir faktördür.

 4-Gelişmemiş bölgelerdeki sosyal faktörlerden biri de, bilim dışı zihniyetin ekonomik gelişmeyi engellemesidir. Astroloji, sihir, büyü, fal gibi akılcı olmayan inançların ekonomik faaliyetleri sık sık engellediği, gelişmeyi yavaşlattığı görülmüştür.

 5-Bu bölgelerde görülen bir özel halde, değerlerin dağılması veya kaybolması, sosyal bağların sanayiye yönelecek şekilde değişmemesi noktasında toplanmaktadır. Bu bölge fertleri; kendi varlıkları, aileleri ve bölgeleri dışındaki gelişmeleri algılayabilecek bir görüş ve derinliğe sahip olmamaktadırlar.

 Bu durumda, sanayi toplumunun ön şartı olan; belli ortak hedeflere toplu bir şekilde ve uyum içinde yönelmeyi engelleyerek, sanayi toplumunun gereği olan çalışma disiplininin ve koordinasyonunun gelişmemesine yol açmaktadır.

 Şehirlerin sosyal faktörleri göz önünde bulundurulduğunda ‘modernleşme’ kavramı da önem kazanmaktadır.

 Modernleşme ve şehirleşme kavramları bir bakıma birbirleriyle iç içe bulunan kavramlar gibi görülmektedir. Modern toplumlarda, şehirleşme ile doğrudan ilgili bazı eğilimler şunlardır:

 Nüfusa göre okur-yazar oranının yüksekliği, radyo,T.V., sinema, gazete, dergi gibi kitle haberleşme araçlarının yaygın bir şekilde kullanılışı, toplumun ortak meselelerinde kamuoyunun hassas oluşu ve bu faktörün idareciler tarafından her zaman dikkatle takip edilişi ve siyasi bilinçlenmenin yüksek oranda oluşu sosyal faktörlerle şehirleşme özelliği azgelişmiş ülkelerde çok daha önem kazanmakta ve bu ülkelerde şehirleşmenin geleceği hakkında tahminlerde bulunabilmek zorlaşmaktadır. Bununla birlikte, şehirleşme olgusunun bütün ülkelerde değişmeyen tek özelliğinin; ‘sosyal değişme’ olgusuyla ilişkili olduğu hususudur.

 Şehirleşme olgusu ile sosyal yapı arasındaki etkileşmenin meydana getirdiği farklılaşmayı da tarihi derinlik faktörünün yardımı ile inceleyebilir ve şehirlerin belli başlı seviyelerini tespit edebiliriz. Bu şehirleşme seviyelerini incelemeden önce, şehir tanımının hangi ölçülere göre yapıldığını kısaca belirlemek faydalı olacaktır.

 Şehir tanımı yapılırken genellikle üç ölçü esas alınmaktadır:

 Birincisi, nüfusu esas alan tanımdır. İkinci ölçü, idari ve hukuki belirlemeleri esas alır. Üçüncü ölçü ise yukardaki esasların birlikte ele alınmasına bağlıdır. Nüfus ve idari özelliklerin yanı sıra tarımla uğraşan nüfusun oranı da belirleyici ölçü olarak kabul edilmektedir. Sosyologlar ise yukardaki ölçüleri de göz önünde bulundurmakla beraber genellikle 100.000 ve daha fazla nüfusu barındıran yerleşmeleri şehir olarak kabul ederler.

 Bu sosyolojik esasa bağlı olarak dünyada mevcut şehirleşme safhaları da belli başlı üç grupta toplanmaktadır. Bunlar sırasıyla şunlardır:

 1-Yoğun şehirleşme bölgeleri; bu bölgelerde yüzbinden daha fazla nüfuslu yerleşmelerin genel nüfusa oranı  % 20’den fazladır. Bu bölgelerde çok yüksek derecede kültürel ve iktisadi çeşitlilik görülür. Sosyal yapı en karmaşık hali almıştır. Teknolojik buluşlar, çok kısa zamanda yayılır. Değişme olgusu, en büyük hıza bu bölgelerde erişir.

Bu bölgeler kuruluşlarından getirdikleri özelliklere göre 3alt gruba ayrılırlar:

a)Sanayi, şehirleşme esasında kurulmuş bölgeler; bu bölgelerin en büyük özelliği sanayi devriminin ilk olarak görüldüğü bölgeler olmalarıdır.

 Sosyal yapı, endüstrinin getirdiği şartlara göre gelişmiş dengeli bir uyum, zaman içinde sağlanmıştır. Aile, idare, din ve eğitim kurumları yeni şartlara göre düzenlenmiştir. İngiltere, Kuzeybatı Avrupa, Anglo-Sakson sömürgeleri olan ABD, Avusturalya, Yeni Zellanda ve Kanada bu gruba girerler.

 Bu ülkelerin toplam nüfuslarının üçte biri, 100.000 ve daha kalabalık şehirlerde yaşamaktadır.

b)Yeni sanayileşmiş bölgeler; bu bölgelerde sanayileşme 20. yüzyılın başlarında başlamış olmakla birlikte kısa zamanda gerçekleşmiştir. Bu gruba giren ülkeler güney ve doğu Avrupa ülkeleri, Rusya ve Japonya gibi ülkelerdir.

c)Sanayi dışı aşırı şehirleşme bölgeleri; bu bölge veya ülkeler, sanayi ve iktisadi yapı bakımından az gelişmişler grubuna girmekle beraber toplam nüfuslarının % 30’una varan kesimi 100.000 ve daha fazla nüfuslu yerleşmelerde toplanmıştır. Arjantin, Venezuela, Uruguay gibi güney Amerika ülkeleri bu gruba girmektedir. Doğum artış hızı, bu bölgelerdeki yoğun şehirleşmenin temel faktörüdür. Dış göçler de bu olguyu başlangıçta etkilemiştir. Meksika, Mısır, Suriye, Küba, Kore gibi ülkeler bu gruba girer.

 Aşırı şehirleşme kavramını belirlemek için elimizde iki ölçü bulunmaktadır. Bunlar toplam nüfusun yüzbin ve daha kalabalık yerleşmelere oranı ve tarım alanında çalışan nüfusun oranıdır.

 Mesela Mısır’da 1958 sayımına göre toplam nüfusun % 22’si yüzbinden kalabalık yerleşmelerde yaşarken % 56 lık bir işgücü, tarım alanında çalışmaktaydı. Diğer taraftan Mısır’ın orta sınıf mesleklerinde esnaf, memur gibi çalışanların oranı % 6’yı geçmezken bu oran Batılı şehirlerde üçte ikiye kadar çıkabilmektedir.

2-İkinci kademe şehirleşme bölgeleri; yüzbin ve daha fazla nüfuslu yerleşmelerin, toplam nüfusa oranının % 10-20 arasında olan bölgeler bu gruba girmektedir. Bu gruba dahil ülkelerde sanayileşme daha düşük seviyede bulunmaktadır. Türkiye, İran, Irak güneydoğu Asya ülkelerinin bir kısmı bu gruba girmektedir.

3-Üçüncü kademe şehirleşme bölgeleri; yüzbin ve daha kalabalık olan şehirler ölçütüne göre % 10’undan daha düşük seviyede şehirleşmiş ülkeler bu gruba girmektedir. Afrikanın büyük kısmıyla Arnavutluk, ve Pakistan bu gruba girmektedir

 Teknoloji transfer hızına bağlı olarak, bu sınıflamanın değişmesi her zaman için sözkonusudur.