Posts Tagged ‘G.Marcel’

DİYALOG FELSEFESİ

Pazar, Haziran 7th, 2009

 

Bu felsefenin temel konusu, birbirleriyle karşılıklı ilişkiye, diyaloğa girmiş iki insanın, varlığın farkına varmaları.

Bu varlık, neyin varlığı? Kimi bundan sadece insanı, kimi dış varlığı, kimileri de bunların her ikisini anlıyor.

‘Sen olmazsa, ben olanaksızdır’ Friedrich Henrich Jakobi

 

L.FEURBACH:

 

Önceleri dünya bilinci; ben ile sen arasında verilir. Sonra insan, kendisi için insandır.

Feurbach, insan ile insanın birliği (ben ile senin birliği) içinde tanrıyı görür. Ancak Feurbach, trancendent bir tanrı yerine yedek bir tanrı arıyor. Buradaki ‘sen’, insan değil, tanrı ama yedek bir tanrı.

 

S.KİERKEGAARD:

 

En önemli kategorisi; tek olan. Tanrı ile ilişkiye giren tek insan. İlişki, insan ile tanrı ilişkisi. (Kierkegaard, insanlarla ilişkiye giremeyen birisi)

 

W.JAMES:

 

‘İnsan Arzusu’ adlı eserinde şöyle yazıyor:

‘Eğer biz insan isek, bizim için evren; bir O değil, bir sendir’. Burada insan ile insan ilişkisi ve insan ile insanı aşan ve tanrıya kadar varan bir ilişki sözkonusu.

 

HERMAN COHEN:

 

Seni yeniden vurguluyor, Jacobi’nin yolunda. Sen ile açığa çıkan kişiliktir. Ancak bir senin keşfi benin bilincini ortaya çıkarır.

 

FRANZ ROZENZWEIG:

 

Cohen’in öğrencisi. Adem’in tanrı arayışından yola çıkıyor. ‘Nerdesin sen?’.

 

FERDİNAND EBNER:

 

‘Söz ve Ruhsal Gerçeklikler’ adlı eserinde bu konuya değiniyor. Çıkış noktası; ‘benin yalnızlığı’. Bunun nedeni; sen tarafından dışlanmak. (Ebner’de, Kierkegaard’ın etkisi büyük)

Ebner, ben – sen ilişkisinin olanaksız olduğunu söylüyor. Sen yok, ben ise yalnız. Bir tek kurtuluş yolu; bir tek sen olan tanrı. İnsan sadece insanı değil, tanrıyı da sevmeli. Gerçek sevgi; tanrı sevgisi

 

MARTİN BUBER:

 

Problemi; insan-insan ve insan-tanrı. Acaba ilişki aşağıdan yukarı mı yoksa yukarıdan aşağı mı? Aralarındaki ilişki nasıl? Buber bu konuyu, ‘Ben ve Sen’

adlı eserinde dile getiriyor.

Buber’e göre diyalogik olan, diyalektik olandan öncedir. Çünkü diyalogik olan, insanlar arası. ‘Ara’ denilen bu kategori, insanın varlığı için en büyük şans. Ben ile senin karşılaşmasındaki asıl mekan, bu ‘ara’. Benin yalnızlığına ya da dünyaya kapılmasına karşı Buber’in önerisi bu ‘ara’.

Buber’in kazandırdığı iki kavram daha var, dünya olmanın ve insan olmanın iki kategorisi; ‘mesafe’ ve ‘ilişki’.

‘Ara’ kategorisiyle Buber, varlık kategorisi arasındaki uçurumu aşmaya ve insanların karşılaşmasını sağlamaya çalışıyor.

Ona göre bir tek gerçek varlık var o da; ‘ben ile sen’in arasında. Gerçek felsefe; benden çıkıp, sene yönelir. Benden çıkıp, ona yönelmez. Ben ve sen, insan ile birlikte demek.

Buber, ben-sen ilişkisinin gitgide azalmasını, geri plana itilmesini, insan için bir  tehlike görüyor.

Söz, bir insana söylenen sözdür. Yoksa bir şey hakkında laf etmek değil. Dil de böyle.

Buber’in ‘sen alemi’ dediği; ilişki. Bu sen, aslında ‘ben’e sınır koyan değil. Başlangıçta ilişki vardı. İlişki olmadan insan olmak mümkün değil. İnsanın yaşaması için zorunlu olan sen. Fakat bir de o var. O kim? O nesneler dünyası. Robinson Curoso, o dünyasındaydı. İnsan için sen zorunlu, o değil. Tabi o da zorunlu ama sen kadar önemli değil.

Sen, insan olmak için zorunlu. O yaşamak için. Buber’e göre insanın temel durumu ilişki değil, mesafe.

İnsan mesafeyi kapatarak ilişkiye giriyor.

Buber’de bir de ’tanrı tutulması’ kavramı var. Tanrı tutulmasının en önemli sebebi; ‘ben-o’ ilişkisi. Böylece ben kendini mutlaklaştırıyor. Ben, istediği gibi kullanıp, değiştirebileceği bir O arıyor. Bu o, sen de olabilir. Ben bu mutlaklık içinde, sen ile ilişkiye girmeyi reddediyor.

İnsana dokun insan’. Bizlik -ben, sen olarak- haline gelmeli. Belki insanlar, ben-sen olarak ilişkiye girdiklerinde, insan ve kardeş olabilirler.

Ancak bu şekilde tanrı, sen olabilir ve olmalı.

 

                              

          EMMANUEL LEVİNASS

 

Fenomenolog. Almanya’ya ayak basmamaya yemin etmiş bir Yahudi.

En önemli eseri; ‘Başkasının İzi’.

Başkası, senden farklı, benimle aynı türden olan şey. Levinass’a göre önemli olan; başkasını, başkalığı içinde bırakmak ve onu olduğu gibi kabul etmek, onu değiştirmeye çalışmamak. Bu dünyada barış ancak böyle sağlanabilir. Tek olanın başkalığının bilincine varmak. Ancak, karşımda benimle aynı türden olan ama benden başka olanı, olduğu gibi bırakırsam, değiştirmeye çalışmazsam, o zaman ikimizin arasında, hatta hepimizin arasında barış var demektir. Önemli olan yakınlıkta kalmak, dokunmamak, onu değiştirmeye çalışmamak, yakınlığı korumak. En azından aynı türden olduğumuz için yakınlık var.

Başkasının çehresine dokunmamalı, çehreyi korumalı. Çehrenin anlamı; öldürmeyeceksin, yaşatacaksın, başkasını başkalığı içinde bırakacaksın.

Çehre sadece yüz değil, çehre sırt da olabilir. Tanımadığın insanların yüzünü kuyuya çevirip, kurşuna diziyorsun. Tanımadığın için sen değil, başkası. İşte öldüren için o başkasının çehresi; kurşuna dizilenlerin sırtı.

Naziler, Yahudileri başkalıkları içinde bırakmayıp, öldürüyorlar. Onların başkalıklarını değiştiriyorlar.

‘Benim gibi olmazsan, senin başkalığını tanımıyorum’.

 

Diğer diyalog felsefecileri; G.Marcel, K.Jaspers, Theodor Litt, K.Lövith.

GABRİEL MARCEL

Cumartesi, Haziran 6th, 2009

                  

 

1929’da Katolik inancını seçmiş ve ona bağlanmış, tanrı tanıyan bir varoluşçudur.

Diğer varoluşçular gibi edindiği problem; insanın yabancılaşmasının, törpülenmesinin, kitleler içinde kaybolmasının önüne nasıl geçebilir?

Marcel’e göre paramparça bir dünyada yaşamaktayız. Dünya, insanların toplumsal yaşamda gittikçe daha fazla işlevleri olan bir dünya haline gelmekte. İnsan sosyal yaşamda bir vida haline gelmiş. İnsanlar, istatiksel sayılar haline getiriliyor. Böyle bir dünyada sahip olmak, varolmaktan daha önemli hale getiriliyor. Herkes belirli işlevlere, mala-mülke sahip.

Marcel, sahip olmayı ikiye ayırıyor:

1-Mal, mülk sahibi olmak.

2-belli bir niteliğe (acıya, neşeye) sahip olmak.

Sahip olmanın, yabancılaşmanın asıl kaynağı; gerçekte bizim sahip olduklarımız aslında bize sahip.

Sürekli sahip olma yolunda olanlar, sahip oldukları şeyler tarafından hapis ruhlu insanlar oluyorlar. Bu insanlar diğer insanların farkında olmayan insanlardır. Böylece bu insanlar varlık kaybına uğramaktadırlar. Marcel buna, ‘ontolojik azalma’ diyor. Bu insanlar aslında yokturlar. Bunlar sürekli senin için ne yapacaklarını konuşurlar. Tehlikede olduğunda ise senin tanımadıklarını söylerler. Aslında yaşadığımız dünya, bir ihanet dünyasıdır.

İnsanlar varlığı yitirdiler ve ontolojik azalmanın acını çekiyorlar. Varlığı isteme, varlığı arzu etme hisleri var. Marcel buna da, ‘ontolojik gereksinme’ diyor.

Özlerini yitirmiş insanlar varlığı istiyorlar, sorun burada. Ontolojik gereksinme olmama durumundan kaynaklanıyor. Ve bu ‘olma’ durumuna işaret ediyor. İnsanlar arası bir ilişkinin bir özelliğine işaret ediyor.

Benimle aynı uzantıda olan insanlar orada olmayabilir ama başka bir kıtadaki insan ise olabilir.

Sadakat; ihanetin, umut; karamsarlığın, yanında olma; olmamanın yerini almalı. Bu aynı zamanda hristiyan Marcel’in, umut görüşünü oluşturuyor.

Buraya kadar Marcel, çağın durumunu ortaya koyuyor. Peki bu durum, umuta nasıl dönüşecek?

Marcel felsefeye, ‘ontolojik sır’ kavramını kazandırıyor. Ve bu kavramı ikiye ayırıyor; ‘sorun’, ve ‘sır’.

Sorun; önümde duran ve bana yabancı olan bir şey.

Sır; benim içimde olan ve bu nedenle de bütünlüğü ile benim karşıma konulamayan şey. Ben nasılsam, içimdeki sırra örülmüş biçimdeyim. Önemli olan, sorunu aşmak ve sırra doğru yol alabilmek.

Sır; insanın içindeki varoluşu. Bunun sözcüklerle ifadesi imkansız.

Gerçek sır; hiçin olmaması, varlığın olması. İşte bu meta problem.

Marcel bu problemi, ‘cogito’ gibi açıklıyor. İçimde sır olarak bulunan varlığa baktığımda, şüpheye maruz kalacak hiçbir şey görmeyeceğim. Marcel işte burada, ‘cogito ergo sum’ yerine ‘credo ergo sum’ yani ‘inanıyorum öyleyse varım’ önermesini koymak gerekir diyor. ‘Ben düşünüyorum’ yerine ‘biz düşünüyoruz’. ‘Ben varım’ insanlığı yalnızlığa sürüklemektedir.’İnanıyorum’, ‘biz düşünüyoruz’ ise insanları yalnızlıktan kurtarmaktadır.

Amaç; kolektifliğe karşı topluluk içinde özgür insanları kurtarmak.

Marcel’de varolmak, kendi kendine ve dünyayla, diğer insanlarla iletişimde bulunmaktır. İnanç; tanrıya, başka insanlara duyulan inanç, sadakat. Bu inanç, insana umut getirir. Bu umut da insanı ,kelepçelerden ve zaman-mekandan kurtarır. Böylece Marcel’in felsefesi ‘umut felsefesi’ne dönüşür.

Aslında varoluş tek başına değil, başka varoluşlarla birlikte olmakla olur. Bu da sevgi ile olur. Sevgi temelinde bir arada olmak.

Yaşadığımız dünyada birlikte olmak, birbirine sahip olmak taşlaşmış bir şekilde ortaya çıkıyor. Marcel buna ‘el koyucu sevgi’ diyor. Bu sevgi, kendine bağımlı kılmak için, bu sevgide ‘karşılıklılık’ gelişmez. Nesnel bir ‘o’ olur. Bu ‘o’ değiştirilebilir, karşılaştırılabilir.

Sevilenin değeri, sahip olanın çıkarına bağlıdır. Sahip olan onu kullanır. Çünkü merkezde, sen yok ben var.

Bu el koyucu sevgi; karşılıklı fedakarlığı ortadan kaldıran bir sevgidir. Sen yok, nesnel bir o var. Bu yabancılaşmış bir sevgidir.

Yabancılaşmamış sevgi, ‘adayıcı sevgi’dir. Koşulsuzluk, bu sevginin en önemli özelliği. Sen’e kendini koşulsuz olarak adamak. Sevginin ölümle son bulmasında, ölen sen değil; birisi, hiçbir zaman o haline gelmez.

Gerçekten seven, ‘sen ölmeyeceksin, koşulsuz olarak birbirini sevenler ölmez’ der.

Sonlu insanların mutlak sevgileri tanrıda geliyor. Bir insanı gerçekten sevmek onu tanrı içinde sevmektir. Böylece sevgi, inanç ve umut işte bunlar insanın varoluşudur.

İyilik; gelecekte olacak her şeyin iyi olacağı beklentisidir.

Umut; karanlıkta kalmamaktır. Sen için umut etmektir. Böyle bir umutla seven, inanıyor demektir. Sadece sevgide ve umutta koşulsuz inanç sözkonusu. Umut ve sevgi, yabancılaşmamış bir varoluşun nitelikleri.

Karşılıksız, koşulsuz, çıkarsız bir sevgi, bu temelini tanrıda buluyor. Çıkarcı sevgide böyle bir şey sözkonusu değil.

Adayıcı sevgide, ne sen ne de ben var sadece ‘ilişki’ var. Merkezde de sadece tanrı var. Burdaki tanrı, Jaspers’teki gibi şifrelerle okunan tanrı değil, hristiyanlığın tanrısı.

Jaspers’teki inancın felsefi olmasına karşılık, Marcel’in inancı dinseldir.

Ayrıca Marcel’de sınır bilinci yok.