BİLİM FELSEFESİ-1

       

  19.yy’dan itibaren iki genel ifade var:

 

1-Aristoteles geleneği; taş varış noktasına yaklaştıkça hızı artar. Taş, zorla uzaklaştırılmak istendiği noktaya tekrar ulaşmak için hızlanır. Taşda bir ereğe ulaşmak için ileriye doğru bir yönelim vardır.

 Bu daha insanca bir yaklaşım. Bu geleneğe göre her şeyin bir yeri vardır. Yerinden uzaklaştırılan taş, tekrar yerine ulaşmak için ileriye doğru yönelir.

 2-Galile geleneğine göre ise, bunun tam tersi başlangıca, nedene doğru yani geriye doğru bir yönelim var. Erek diye bir şey yoktur.

 Rönesans, Galile geleneği ile Aristoteles geleneğini yıkmıştır.

 

 Won Wright’ın bilim felsefesi tarihi yaklaşımı:

 

 Bilimsel araştırmanın iki temel görünümünden sözeder:

 1-Olguların keşfi ve betimlenmesi.

 2-Varsayım ve kuram oluşturma.

    Çoğu kez ilki betimleyici bilim, öteki kuramsal bilim olarak adlandırılmaktadır.

 

     Bilimsel etkinlik iki temel amaca hizmet etmektedir:

 

 1-Öndeyide bulunmak; olguları bu yolla bulmak, keşfetmek.

 2-Daha önce keşfedilmiş olguları anlaşılır kılmak.

    Öndeyi; olmuş olana bakarak, gelecekte olacak olanı açıklamak.

  Açıklama; geçmişe, olmuş olana yöneliktir. Öndeyi ise geleceğe yöneliktir.

  Öndeyici etkinlik; olgulara, açıklayıcı etkinlik ise; yasalara dayanır.

  Açıklamacı etkinlik; nedensellik ilişkisine dayanır ve Galile geleneği hakimdir.

  Öndeyici etkinlikte ise; erekselci olup Aristoteles geleneği hakimdir.

  Her iki gelenekte de hem öndeyi hem de açıklama var ancak biri daha fazla ağır basmaktadır.

 Galile geleneği nedensellikle, açıklama ve öndeyide bulunurken Aristoteles geleneği; erekselci bir yaklaşımla olguları anlaşılır kılmaya çalışır.

 

 19.yy’lın 3 ana ilkesi:

 1-Yöntemsel bircilik; bütün bilimlerde yöntem birliği öneriliyor.

 2-Matematiksellik ülküsü; Yöntem ve kullanılan kavramlar matematiksel olmalı.

   Pozitivizm bu iki ilkede çok iddalı.

 3-Genel yasa ile açıklama; tümel yasalar.

 

   Pozitivist çizgiler:

 1-Olgucu-duyumcu anlayış; 20.yydaki modern pozitivizme (Viyana çevresi)  bağlanıyor. (Anlam Kuramı)

 2-Bilimci anlayış; daha çok Comte’un görüşüne yakın ve bu kuramın başını Hampbell çekiyor. (Bilim Kuramı)

  Yöntemsel bircilik; Comte çeşitli bilimlerin yasalarını incelemeye ‘Pozitivist felsefe’ diyor. Bilimlerin tek bir yönteme tabi olduğunu ve çok daha genel bir bütünün parçaları olduğunu söylüyor.

  Kurama gelince, bütün bilimlerde aynı kuramın geçerli olması değil, homojen olması, aynı yapıyı göstermesi yeterli.

 

 (Aslında Comte’dan daha çok J.S.Mill’in yaptığı işe ‘Pozitivizm’ deniyor.)

 

 Matematiksellik ülküsü; matematiksel fizik, insan bilimleri dahil tüm bilimlerin tamlığının ve gelişmesinin ölçütü sayılmalı. Böylece matematiksel fizik önemli bir ölçüt oluyor.

 Genel yasa; açıklama nedensel olmalı. (Comte’un böyle bir düşüncesi yok o öndeyi üzerinde yoğunlaşıyor.)

 

 Gerçek Pozitivist Anlayış; önceden olacağı görmek. Bunun içinde geçmişi, doğa yasalarının değişmezliğine dayanarak incelemeli.

 Olguların açıklanması; tek tek olgularla birkaç genel yasa arasında bağlantı kurmaktır. Pozitivist görüş; amaç, niyet, erek diye geçen açıklamaları ya nedensel açıklamaya sokar ya da bilimsel değil diye bir kenara bırakır.

 

  Pozitivizme karşı olan akımlar:

 

Hermeneutik (yorumsama); bu görüşü savunan başta Alman filozofları, Dilthey, Simmel, Draysen hepsi de antipozitivist.

 Bunlar pozitivizmin yöntemsel birliğine karşı çıkıyor. Doğa bilimlerinin yönteminin, insan bilimlerinde uygulanamayacağını söylüyorlar. Bu nedenle bu bilimlerde açıklama değil, anlama önemlidir.

 Fizik, kimya gibi bilimlerin genellemelerle uğraşmasına karşın, tarih, sosyoloji gibi bilimler tek tek olayları bireysellikleriyle ele alırlar.

 Draysen, açıklama ile anlama arasında ayrım yapar. Açıklama; doğa bilimlerinin, anlama ise insan bilimlerinin uğraşıdır.

 Pozitivist bilim anlayışında sözde iki tür bilimde sözediliyor.(Doğa bilimleri, insan bilimleri) Aslında böyle bir ayrım yok. Kendilerini konu alan bilimler yöntemiyle bir.

 

 Dilthey’in Tarihselci Bilim Anlayışı:

 

 Dilthey’e göre, tek cinse bağlı iki bilim yok. İki ayrı cinse, yönteme bağlı iki ayrı bilim var.

 Tarihsel, toplumsal olan bir tinsel dünyadır. Bu dünyayı insan kendisi kurar ve içinde yer alır. Dolayısıyla böyle bir gerçekliğe, bu gerçekliği anlayacak aynı türden  bir bilim gerekir. Zira tinsel dünya bir olgu dünyası değil, anlam alanıdır.

 Tin bilimleri yorumsama(hermeneutik) yoluyla tarihsel gerçekleri yorumlayacak ve tinsel dünyayı anlayacaktır. Bu dünya açıklanmaz, anlaşılır. Günlük dil bu iki kavramı ayırmadığı için karıştırılıyor.

Antipozitivistlerin anlam kavramına yükledikleri bir boyut var ki, bu açıklamada yok.

 Simmel, insan bilimlerinin kendine özgü yöntemi olarak anlamayı bir ‘duygudaşlık (empaty)’ olarak görüyor. Bu duygudaşlık ortamının zihinde tinsel olarak yeniden yaratılması.

 Simmel, anlamanın bu psikolojik boyutuyla açıklamadan farklı olduğunu söylüyor. Duygudaşlığa örnek; “Neron Roma’yı neden yaktı? Bunu anlamak için Neron’la empaty kurmak gerekir”, diyorlar.

 Nasıl empaty kuracağız?

 Neron’un yaşam tarzını, dinini, geleneğini… öğreneceğiz. Bunlara göre de o dönemi kafamızda canlandırmaya çalışacağız.

 Anlamayı, açıklamadan ayıran; psikolojik boyut yetmez. Bir de anlamada ‘isteyimsellik’ vardır. İstemek, amaç edinmek bu açıklamada yok.

 Doğa bilimleri ile tarihsel tin bilimleri arasındaki yöntem farklılığını kabul edince yeni bir sorun çıkıyor.

 Toplum bilimleri ile davranış bilimlerini nereye yerleştireceğiz. Sosyoloji ve psikoloji antipozitivist eğilimlerin etkisinde ortaya çıkıyor. Bu iki bilim, açıklamalı bilim felsefesi ile anlamacı bilim felsefesinin savaş alanı oluyor.

 19.yylın iki büyük filozofu Hegel ve Marx :

 

 Bunları ne Aristoteles ne Galile ne pozitivist ne de antipozitivist geleneğe sokabiliriz.

 “Yasalar evrensel geçerliliğe ve zorunluluğa dayanır” görüşleriyle yüzeysel de olsa pozitivistlere benzerler.

 Diyalektik anlayışları Galile geleneğine girmez. Çünkü; tez, antitez, sentez bir nedenselliği dile getirmez. Bunlar sadece mantıksal/kavramsal bir örüdür.

 

 Her ikisinin de diyalektik şeması; isteyimselci (erekselci).

 

Hegel, doğa bilimlerinden pek anlamıyor. Doğa bilimlerine baştan kapalı olması onu tin bilimlerine yaklaştırıyor.

 “Açıklama, neden-sonuç ilişkisi kurmak değil, olguları anlaşılır kılmaktır” böylece Aristotelesci gelenek Hegel görüşüne bağlanabilir.

 Hegel’in tarih görüşü; “tarihteki ilerleme, tinin kendi kendisinin bilincine varmaktır” bu tamamen erekselci bir yaklaşım.

 

 Marx; “insanı yapan tarih değil, tarihi yapan insandır” sözüyle Hegel’i tersine çevirir.

 Hegel’de insan, tarih içindeki rolünü oynayan bir piyondur.

 Marx’da insanın yabancılaştığını görmesi, hakikati görmesidir. Hakikati görmekse özgürlüğe ulaşmaktır. Bu öznel erekselci bir yaklaşımdır.

 Marx, olgunluk yapıtlarında demir bir zorunluluktan sözeder. “Tarih bir takım zorunlu yasalarla ilerler”. Bu yanıyla Marx’ı, Galileci ve pozitivist yaklaşıma sokarsak da aynı zamanda Aristoteles geleneğine de sokabiliriz.

 Tarih, demir zorunlulukla ilerler ama bu ilerleme bir ereğe doğru sınıfsız, özgür bir topluma doğru ilerleme sözkonusu.

 Kısaca Hegel ve Marx’ı hem Galile(zorunlu yasalardan bahsetmeleri nedeniyle)  hem de Aristoteles geleneğine (yasaların ereğe yönelik olmasıyla) sokabiliriz.

 

 Sartre; doğada diyalektik olamaz. Diyalektik olsa olsa toplumsal değişmenin yasasıdır.

 19.yylın sonuyla 20. yylın başlarında analitik felsefe ortaya çıkıyor. Bu felsefe pozitivizme çok büyük katkılar getiriyor.

 

Analitik felsefenin iki eğilimi var:

1-Doğrulamacı anlam görüşü; Russel’ın başını çektiği bu görüşü savunanlar; Wittegenstein-1, Viyana çevresi, M.Schilde, Carnap ve K.Poper.

 

M.Schilde, bilimin birliğinden sözediyor. Amacı birleşik bir bilim ortaya koymak. Bu görüşüyle Comte’u destekler.

Carnap; “önemli olan bilim ile metafiziği ayırmaktır” der. Ama nasıl ayıracağız?

 Ona göre, bilimsel önerme her şeyden önce anlamlı, deney ve gözlemle doğrulanabilir önermedir. Deney ve gözlemle doğrulanamıyorsa metafiziktir.

Carnap’a göre felsefi önermeler bir tarafa atılmalı. Oysa Carnap’ın kendi söylediği metafiziktir. Çünkü bu önermenin deney ve gözlemle doğrulanabilirliği yoktur.

 Wittegenstein, “bilimsel önerme doğru ya da yanlış değerini alan önermedir” der. Felsefe ve etiğin önermeleri aşkın, metafizik önermelerdir.

 Poper ise Viyana çevresinin ‘doğrulanabilirlik’ ölçütü yerine ‘yanlışlanabilirlik’ kıstasını savunur.

 Genel yasalar bilinirse ideal bir toplum kurulabilir.

 

 Analitik felsefenin 2 yaklaşımı:

 Günlük Dilci Okul; Wittegenstein-2, G.E.Moore. Tractatus baş yapıtları.

 Egemen anlayış; tümel ve yasalı anlayış. Dil grameri ortaya koymaya çalışıyorlar. Önce matematiğin ve doğa bilimlerinin daha sonrada davranış ve toplum bilimlerinin yöntemiyle ilgileniyorlar.

 

 Hampbell, bilimsel açıklamada iki model öne sürüyor:

 1-Tümdengelimli yasalı model.

 2-Tümevarımlı olasılıklı model.

 Hampbell’e göre eğer ‘yasa’ ve ‘açıklayıcı akıl’ kavramını açıklarsak bir açıklama getirebiliriz.

 Örnek; cıvalı termometreyi sıcak suya batırdığımızda önce cıva düzeyi düşer sonra hemen çıkar. Bunu nasıl açıklayacağız? Şöyle:

 “Önce sıvı cama etki eder, cam genişler ve bu nedenle de cıva düşer. Daha sonra sıcaklık cıvaya etki eder ve cıva yükselir”.

 Yapılan açıklamadaki önkoşullar:

 *Termometrenin cıva ile dolu bir tüpten oluşması.

 *Termometrenin sıcak suya batırılması.

 Yasalar:

 *Cıva da cam da sıcak karşısında genişler.

 *Camın iletkenliği cıvaya göre düşüktür.

 Hampbell’e göre bir olgunun açıklanması,; önkoşullar ve yasalar olduğunda sözkonusudur.

 

 Örnek; “su içindeki kürek neden kırık görünmektedir?”

 Önkoşullar:

 *Küreğin düz bir tahta parçasından yapılmış olması.

 *Yarısı suyun içinde yarısı dışında olması.

 Genel Yasalar:

 *Işığın kırılma yasası.

 *Suyun optik durum yasaları.

 

‘Neden’ sorusu yasalar için de sorulabilir. Bu durumda sözkonusu yasa ancak kendisinden daha genel bir yasanın altına sokularak açıklanabilir.

 

 Hampbell’e göre bilimsel açıklamanın 2 büyük oluşturucusu:

 1-Explanandum; açıklanacak olgu hakkındaki önermeler, betimlemeler.

 2-Explanans; olguyu dile getirmek için kullanılan önkoşullar ve yasalar.

 

  Açıklamanın iki temel koşulu dile getirmesi lazım:

 1-Mantıksal uygunluk

 2-Deneysel uygunluk

 Mantıksal uygunluk koşulu; explananstan açıklanacak olan olgunun mantıksal olarak türetilmesi.

 Deneysel uygunluk koşulu; genel yasalar, açıklanacak olayın dile getirilmesi için zorunlu olmalıdır.

 Explananstaki bütün önkoşullar yasa olabilir.

 3-Explanans, deneysel koşul olmalı; önkoşullar da yasalar da deney ve gözlemle sınanabilir olmalı.

 Explananstan zorunlu olarak explanandumu çıkarıyor ve öndeyide bulunuyoruz.

 Şu şu önkoşulların ve yasaların gerçekleşmesinde o sonucun ortaya çıkması; öndeyi.

 Hampbell’e göre fizik bilimlerinden elde ettiğimiz ilkeleri, fizik biliminin dışında da kullanabiliriz. Ona göre psikoloji ve sosyolojide de genel düzenlilikler var.

 Örnek; “pamuk satanlar çok ama alacak yok”, bu durumda pamuk fiyatlarının düşeceği inancı bir varsayım olarak vardır. İşte bu genel düzenliliktir.

 Hampbell’e göere bir takım özellikler taşıyan bir olay, hep bir takım özellikleri taşıyan bir olayla ortaya çıkar. Tekrarlanan olayın kendisi değil, olayın özellikleridir. Nedendsellik olayların art arda özelliklerinin tekrarlanmasıdır. Buna göre fizik ve kimyada da her olay bir kere olur. Tek biçimcilik olayın kendisinde değil, özelliklerinde aranmalıdır.

 

 Hampbell’e Tepkiler:

 

 1-Fizik ve kimyada olduğu gibi insan etkinliklerinde tek biçimcilik yoktur. Her şey bir kere olur, diyorlar.

 Oysa Hampbell, fizik ve kimyada da böyle bir tek biçimcilik yoktur diyor. Tekrarlananın özellikler olduğunu söylüyor.

 2-İnsani olayların nedensel olarak açıklanamayacağı. Bireylerin o andaki davranışlarının nedeni sadece o ana değil, eylemin geçmişine de bağlanabilir.

  Hampbell burada, fizikte de böyledir diyor; her olayın bir ön tarihi vardır. İnsan etkinliklerinin bir ön tarihinin olması nedensel yaklaşım yok demek değildir. Sadece farklı türden geçmişler sözkonusu diyor. Hampbell, nedensel açıklamayı biçimsel olarak ele alıyor.

 3-Hampbell’in açıklama görüşüne karşı; amaçlı bir davranış, nedensel bir yaklaşımla açıklanamaz. Ancak güdüsel ve ereksel bir yaklaşımla açıklanabilir.

 Hampbell, bunlar da nedensel bir açıklama değil midir, diyor. Sorun gelecekte olacak olan bir olayın, kişinin şu andaki davranışını etkilediği şeklinde gösterilmeye çalışılıyor. Oysa ona göre, bizim şu andaki davranışımızı etkileyen gelecekteki olay değil, kişinin eylemden önceki arzusu ve ‘şunu şunu yaparsam şu amacımı gerçekleştiririm’ inancı.

 Hampbell’e göre nedensel açıklama ile ereksel açıklama arasında bir fark yoktur. Eninde sonunda ereksel dediklerimiz de nedensel açıklamanın önkoşulları altına girerler.

 4-Güdülerin bir gözlem olmadan ortaya konması; güdüler gözlenebilir değildir. Bu güdüleri ancak kişinin kendi ifadelerine ve tahmini güdüler yükleyerek bilgi edinmeye çalışıyoruz. Bu bilgi dolaylıdır. İnsan davranışlarını etkileyen güdüleri doğrudan gözlemleyemediğimizi söylüyorlar.

 Hampbell ise bunun fiziktede böyle olduğunu söylüyor. Örneğin. Karşıt elektrik yüklerini doğrudan sınayamıyoruz.

 Hampbell, insan etkinliklerinde öndeyide bulunamayışımızın sağlam yasalara sahip olmayışımızla açıklıyor ve sadece biyolojideki ereksel açıklama dışındaki bütün açıklamaları nedensel açıklama içine sokabileceğimizi söylüyor.

   

   Tümevarımlı Olasılıklı Model:

 Önkoşulların ve yasaların açıklanması istenen olaydan önce gelmesi şart mı? Aynı anda veya tersine gerçekleşemez mi? Örneğin, ısı mı ateşten önce yoksa ateş mi ısıdan öncedir?

 Tümdengelimli yasalı modelde:

 *Neden oldu?

 *Neden beklenebilir?

 Tümevarımlı olasılıklı modelde ise:

 *Neden beklenebilir?

 *Neden oldu?

 

Hampbell’e göre yasalar olgulara bağlı. Olguların tekrarlanıp tekrarlanmamasına bağlıdır. Olguların bize verdiği bir güvence onun için ancak olasılık çerçevesinde ifade edilen yasalardır.

 Bütün bu söyledikleriyle Hampbell tam bir pozitivisttir.

Tags: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Leave a Reply

You must be logged in to post a comment.